Bu röportaj hatırlanırsa, bakılırsa Önder Apo’nun Türk devletine çağrı yaparak üst düzey bir yetkili de değil, normal memurlarını da gönderebileceklerini ve bu sorunu tartışabileceklerini söylemiştir. Önder Apo bu yaklaşımıyla Kürt sorununun Türkiye’nin sınırlarına dokunmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun makul bir çözüme kavuşturulabileceğini söylemiştir. Bu tutumunu daha sonraki yıllarda da sürdürmüştür. Türkiye’den giden birçok gazeteciyle yaptığı röportajda nasıl bir demokratik siyasal çözüm istediğini, nasıl bir demokratik Türkiye arzuladığını ortaya koymuştur. Bu yönüyle Önder Apo’nun sorunu savaşla değil siyasal yöntemlerle çözme yaklaşımı yeni değildir. 1993’te Özal’ın yumuşak yaklaşımlar göstererek ateşkes olursa bazı adımlar atabileceği yönünde mesajlar göndermesine Önder Apo tereddütsüz cevap vermiştir. 1993 Martı’nda yapılan ateşkesle demokratik siyasal çözüme hazır olduğunu ortaya koymuştur. Ancak hazır olmayan bir devlet vardır. Kürtleri kültürel soykırıma uğratıp Kürdistan’ı Türk ulusal yayılma alanı haline getirme hedefli bir ulus-devlet stratejisi vardır. Devletin Kürt’ü yok etmeye dayalı böyle bir stratejisi olduğu için ateşkes sürecinde Özal bizzat devlet içindeki güçler, derin devlet güçleri tarafından zehirlenerek katledilmiştir. Bu gerçeklik Türk devletinin nasıl bir inkar ve imha zihniyetine ve sistemine sahip olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
AKP hükümeti barış çağrılarını dikkate almamıştır
Bu devletin bırakalım Kürt sorununu çözmeyi, Kürt’ün ismine bile tahammül edemediği bu cinayetle netleşmiştir. Eğer bir devlet Kürt sorununda biraz yumuşak yaklaştı diye bir cumhurbaşkanını bile öldürüyorsa o devletin nasıl bir Kürt politikasına, zihniyetine sahip olduğu anlaşılır. Böyle bir cinayeti yaptıran öyle herhangi bir zihniyet ya da politika değildir. Bu, tarihte eşine az rastlanan bir zihniyetin, bir politikanın, yani bir halkı, bir toplumu tümüyle yok etmenin amaçlandığı bir durumu ifade etmektedir. Bu yönüyle tarihte olmuş soykırımlardan daha köklü bir zulüm, baskı, soykırım zihniyeti vardır. Bir halkı ismiyle, varlığıyla, tümüyle tarihten silmeyi hedefleyen bir devlet gerçekliği vardır. Fiziki soykırım bile bir yerde belli dereceye kadar bir toplumu ortadan kaldırabilir. Tümünü kaldırması söz konusu olamaz. Kızılderililer soykırıma uğratılmıştır, Yahudiler fiziki soykırıma uğratılmıştır, Ermeniler fiziki soykırıma uğratılmıştır, ama bu halklar şöyle ya da böyle ayakta kalmıştır, varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türk devletinin politikasında ise en azından Türkiye sınırları içinde Kürtlerin varlığını hiçbir biçimde sürdüremeyecek bir soykırım hedeflenmiştir. Fiziki katliamlar da söz konusudur, fiziki soykırımlar da söz konusudur, ama kültürel soykırım esas alınmıştır. Bu aslında bir nevi bir kök kazımadır. Yani kültürüyle, değerleriyle hiçbir biçimde varlığını sürdüremeyecek bir yok etme hedeflenmektedir. İşte böyle bir zihniyete sahip olduğu için kendi cumhurbaşkanını bile katletmiştir.
Bu karakterdeki devlete karşı Kürt özgürlük hareketi mücadele etmiş, ama her zaman demokratik siyasal çözüm iradesini de ortaya koymuştur. 1995’te de bir ateşkes olmuştur, 1998 yılında da bir ateşkes yapılmıştır. Eğer Önderliğin 1998 yılındaki ateşkes çağrısı okunur, irdelenirse ne kadar makul bir yaklaşım ortaya konulduğu görülür. O zamanki Önder Apo’nun söylemleriyle bugünkü söylemlerinin, yaklaşımlarının çok farklı olmadığı görülür. Yine uluslararası komplo sürecinde Roma’da 7 maddelik bir deklarasyon yayınlanmıştır. Bu deklarasyonda Türkiye sınırları içinde makul bir demokratik çözümü ifade etmiştir. Ama bunların hiçbirisi Türk devletinin soykırımcı politikasını durdurmaya yetmemiştir. Tüm bunların hiçbirisini dinlememiştir, uluslararası komplo saldırısı da sonuna kadar sürdürülmüş, nitekim Önder Apo’nun esaretiyle sonuçlanmıştır.
Önder Apo esaret altına alındıktan sonra, esaret altına alınmasını bile demokratik çözüm yolunda değerlendirmek istemiştir. Bakın beni esaret altına aldınız, herhangi bir komplekse girmenize de gerek yok, bu koşullarda hiçbir komplekse gerek duymadan bu sorunu çözebilirsiniz, biçiminde bir yaklaşım göstermiştir. Bu yaklaşım çerçevesinde askeri güçleri geriye çekmiştir. Türk devletine makul demokratik çözüm için fırsat tanımıştır. Ancak herkes de takdir etmekte ve söylemektedir ki, Türk devleti 5-6 yıllık silahlı güçlerin Türkiye sınırları dışına çıkarılması, ısrarla demokratik çözüm ve barış arayışının içinde olunması dikkate alınmamıştır. Bunları bir zayıflık olarak görmüştür. Tüm bu makul yaklaşımların dikkate alınmamasının nedeni Türk devletinin Kürt politikasıdır. En yumuşak anlamda da olsa Kürtlerle bir uzlaşma arayışını kabul etmeyen bir zihniyet ve politika vardır. Bu zihniyet ve politika en hafif biçimde uzlaşmayı, her türlü Kürt varlığını kabul edecek durumu kendi kültürel soykırımcı politikalarından vazgeçme, hatta köklü bir ihanet olarak görmüştür. O açıdan Önder Apo’nun esarete düşmesinden sonraki demokratik çözüm arayışları ve hareketimizin makul yaklaşımları hiçbir karşılık bulmamıştır. Yalvarırcasına barış barış demesine rağmen inkar, imha ve kültürel soykırımla Kürtleri yok etme politikası sürdürülmüştür. AKP iktidara geldikten sonra da Kürt özgürlük hareketi bu politikadan vazgeçmesi, makul bir demokratik siyasal çözüm yaklaşımı içinde olunmasını istemesine rağmen, AKP hükümeti bu çağrıları dikkate almamış, o da bunu Kürt özgürlük hareketinin zayıflığı olarak değerlendirmiş, Kürt özgürlük hareketinin bir daha mücadele edecek gücünün olmadığını düşünerek bu tür çağrılara kulağını tıkamıştır.
İşte bu ortamda 1 Haziran 2004 hamlesi gelişmiştir. Türk devleti başta olmak üzere çeşitli çevreler 2004 hamlesinin başarıya ulaşacağına inanmamıştır. Hatta bu hamlenin başarısız kalması için daha ilk günden itibaren aleyhte bir kampanya yürütülmüştür. Öyle ki işbirlikçi Kürtler, yeminli Apo ve PKK düşmanları da 1 Haziran 2004 hamlesine karşı saldırmışlardır. Öyle ki daha sonra bu hamlenin netleşen sonuçlarının tam tersi olan bir biçimde bu hamlenin Güney’deki kazanımları ortadan kaldırmak için Türk derin devleti ve genelkurmay tarafından başlatıldığı bile söylenmiştir. Tabii ki tarihi gerçekler zaman içinde bunların nasıl bir alçakça iftira olduğu ve bu türlü söylemlerin Kürt ve Kürdistan’ın özgür ve demokratik yaşamıyla alakası olmadığını, hatta Kürt’ün özgür ve demokratik yaşamının tersine bir duruş içinde olduklarını ortaya koymuştur. Eğer 2004 hamlesi olmasaydı, bu hamle bütün parçalarda Kürt’ün özgürlük ve demokrasi bilincini güçlü tutmasaydı bugün Güney Kürdistan’daki kazanımları ayakta tutmak mümkün değildi. Güney Kürdistan’daki kazanımların varlığını, özellikle de bölgesel güçlere kabul ettirmek mümkün değildi. Bu mücadelenin sonucu Kürt kültürel soykırımının öncüsü olan Türkiye bile Güney Kürdistan’daki federasyonun varlığın kabul etmek zorunda kalmıştır.
2004 yılında başlatılan hamle sadece Güney Kürdistan’da ortaya çıkan federasyonun, kazanımların pekişmesini sağlamamış, bütün parçalarda Kürt halkının siyasi iradesini ve siyasi gücünü ortaya çıkarmıştır. Bugün eğer Kürtler Ortadoğu’da bir güç olarak anılıyorsa, Kürt halkının, özellikle PKK öncülüğünde yürüttüğü mücadelenin payı çok büyüktür. Tabii bunun içinde de 2004 1 Haziran hamlesinin payı gerçekten de çok önemli bir yer tutar. Kuşkusuz demokratik siyasal çözüm ve barış talepleri ortaya koyan ve bu konuda ısrarlı olan Kürt Halk Önderi olduğu gibi, Türk devleti bu yaklaşımlara olumsuz cevap verince 1 Haziran 2004 hamlesini başlatma iradesi ortaya koyan da yine bu Önderlik olmuştur. Aslında Kürt özgürlük hareketi içinde 2003-2004’te çıkan tasfiyecilik de uluslararası komplo gibi zaten uluslararası komplonun içteki uzantılarıydılar bir daha Kürt özgürlük hareketinin ayağa kalkmayacak hale getirilmesini hedeflemiştir. Zaten 2003-2004 tasfiyeciliğinin en önemli hedefi, 2004 1 Haziranı’nda başlatılan yeni gerilla hamlesini engellemekti. Bu hamleyi engellemek için de her türlü kirli yöntem kullanılmıştır. Ancak bütün bunlara rağmen 1 Haziran 2004 hamlesi başlamış, bu hamle kısa sürede Türk devletini ve AKP’yi sıkıştırmıştır.
AKP’nin tüm saldırıları boşa çıkartılmıştır
İktidara geldiğinde Kürt sorununun tümden yok edildiğini düşünen ve artık böyle bir gündemin bir daha önüne gelmeyeceğini sanan ve bu temelde Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir politikası olmayan AKP hükümeti o kadar sıkışmıştır ki, 2006’da Kürt özgürlük hareketine çeşitli yollardan ateşkes yaptırmayı hedeflemiştir. Bir taraftan devletin, derin devletin, genelkurmayın sıkıştırması vardır, diğer taraftan Kürt özgürlük hareketinin mücadelesinin getirdiği sıkışma vardır. AKP ilk önce bir ateşkes sağlatıp iki tarafı da idare ederek iktidarını sürdürmek istemiş, ancak 2007’nin mayıs ayına geldiğinde artık bunun yürümeyeceğini görerek mayısta genelkurmay başkanıyla, derin devletle bir uzlaşma içine girerek Türk devletinin klasik Özgürlük hareketini tasfiye etme ve kültürel soykırımı yürütme politikasını kabul etmiştir. 2007 mutabakatının esası buna dayanmaktadır. 2007 seçimlerinden sonra hemen savaş tezkeresinin çıkarılması, Kürt özgürlük hareketine karşı mücadelenin yükseltilmesi kararı alınması, hem içeride hem de dışarıda bu politikasına destek almak için çalışmalarını artırması, ABD Başkanı’yla 5 Kasım 2007’de yapılan görüşme sonucu bu saldırıların daha da artırılması AKP hükümetinin devletin Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme ve kültürel soykırıma uğratma politikasının yeni uygulayıcısı olarak harekete geçmesi olarak görülmelidir. Ancak Zap direnişi, halkın serhildanları, gerillanın her türlü saldırıları boşa çıkarması AKP’nin 2007 ve 2008’deki uyguladığı politikaları başarısız kılmıştır.
Bunun sonucu 2008’de yeni bir tasfiye konsepti benimsenmiştir. Kürt özgürlük hareketinin geldiği düzey, halk desteği görülerek, bu halk desteğinin ortadan kaldırılarak Kürt özgürlük hareketinin tabanının daraltılması ve bu temelde tasfiye edilmesi hedeflenmiştir. TRT 6, Kürtçe kurslar, belirli üniversitelerde Kürt diliyle ilgili bölümlerin açılması tamamen bu amaçlıdır. Yani bireysel haklara dayalı, Kürtlerin siyasi iradesini kabul etmeyen, bir toplum olarak görmeyen bir saldırı konseptiyle Özgürlük hareketi tasfiye edilmek istenmiştir. Ancak bütün siyasi soykırım operasyonlarına, askeri saldırılara rağmen Kürt özgürlük hareketi askeri ve siyasi olarak gelişmesini sürdürmüştür. AKP hükümeti klasik iktidar bloklarının belkemiği olan askeri ve sivil bürokrasiyle yaptığı uzlaşma gereği Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme politikalarından vazgeçmemiş, bir taraftan tasfiye politikası izlerken, diğer taraftan da Oslo’da yapılan görüşmeleri de bir çözüm için değil de bu tasfiye politikasına uygun zemin yaratma, zaman kazanma ve zaman içinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme doğrultusunda değerlendirmek istemiştir. Özellikle 2011 Haziran seçimlerinden sonra kendisini güçlü hissedince artık Oslo görüşmelerini de sürdürmeye gerek duymamış, siyasi ve askeri olarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeye yönelmiştir. Daha doğrusu artık Kürt özgürlük hareketini idare etmenin, hiçbir adım atmadan süreci mevcut biçimde götürmenin mümkün olmadığını görerek böyle bir saldırı kampanyası içine girmiştir. Çünkü ya Oslo görüşmeleri sonucunda Kürt Halk Önderi’nin ortaya koyduğu üç protokolü kabul edecek, gereklerini yerine getirecekti, ya da saldırıya geçecekti. Haliyle barış zihniyetine, yaklaşımına sahip olmadığı için askeri ve siyasi saldırıları artırarak tasfiye hareketini sonuçlandırma politikası yürütmüştür. 2011’in ortalarından başlamak üzere tüm 2012 yılında tamamen bir tasfiye etme politikası izlenmiştir. Bu tasfiyeyi de yapacaklarına inanmışlardır. AKP hükümeti hesaplarını ve planlarını buna göre yapmıştır. Bu politikasına uygun da psikolojik savaşı çok kapsamlı yürütmüştür.
Ancak tüm bu saldırılar 2012’de görüldüğü gibi boşa çıkarılmıştır. Sadece boşa çıkarılmakla kalmamış, Türk ordusu karakollardan dışarı çıkamaz hale getirilmiş, siyasi soykırım operasyonlarından beklenen sonuç ortaya çıkmadığı gibi demokratik siyaset ve serhildanlar varlığını sürdürmüştür. Bu süreçte zindanlardaki direniş de Türk devletinin gerçeğini, politikalarını daha fazla teşhir etmiştir. 2012 yılındaki siyasi ve askeri alanda Kürt özgürlük hareketinin direnişi Suriye’de Rojava Kürdistan halkının büyük bir özgürlük hamlesi yapmasıyla birleşince Ortadoğu’da Kürt özgürlük hareketi siyasi olarak güçlenen ve dikkate alınan bir güç haline gelmiştir. Bütün güçler tarafından da dikkate alınan bir PKK gerçeği ortaya çıkmıştır. Öyle ki, birçok yazar; PKK en güçlü dönemini yaşıyor, artık AKP ile bir uzlaşmaya girmez, bu açıdan savaşı tırmandırarak 2012’de yürüttüğü mücadeleyi daha da güçlendirerek sonuç almak isteyecektir değerlendirmesinde bulunmuştur. Başlı başına bu değerlendirmeler 2012’nin Kürt özgürlük hareketi açısından ne kadar başarılı geçtiğini, AKP ve Türk devleti açısından ise nasıl bir başarısızlık olduğunu ortaya koymaktadır. Siyasal ivme, siyasal trend 2013’te de Kürt özgürlük hareketinin bu hamlesini sürdüreceğini ortaya koymuştur. Tüm veriler bu doğrultudadır. İşte bugün Önder Apo’nun yürüttüğü görüşmeler ve siyasal süreç böyle bir mücadelenin sonucu gündeme gelmiştir.
Türk devletinin askeri yollarla ezme politikası iflas etmiştir
Kuşkusuz 2012’de büyük bir mücadele verilmiştir, AKP sıkıştırılmıştır, ama bu sıkıştırma ve PKK’nin tüm Ortadoğu’da etkili bir güç haline gelmesi kırk yıllık mücadelenin sonucudur, birikimidir. Kürt özgürlük hareketi başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Kürt halkına öncülük yapan bir güç haline gelmiştir. Öyle ki, Güney Kürdistan’da bile en itibarlı güç PKK’dir. KDP, YNK diğer güçler olmakla birlikte Kürt halkının en güvendiği örgüt PKK’dir. Eğer PKK’nin Güney’de gerçekten yönetimi ele aldığında buna uluslararası güçlerin sessiz kalacağını, büyük kargaşalar yaşanmadan PKK’nin yönetime geleceğini düşünseler Güney Kürdistan halkının büyük çoğunluğu da PKK’nin zihniyetinin, politikasının olduğu bir Kürdistan’ı tercih eder. Böyle bir zihniyeti, toplum anlayışını ve siyaseti destekleyeceklerdir, kabul edeceklerdir. Ama uluslararası güçlerin, yine Güneyli güçlerin böyle bir durumda savaşı dayatacaklarından, bunu kabul etmeyeceklerini düşündüklerinden mevcut durumda Güney’deki siyasal partilerle yaşamını sürdürmektedirler. Yoksa PKK bütün parçalarda olduğu gibi Güney’de de etkili olabilecek, siyaseti belirleyecek, toplumunun desteğini alabilecek bir güç durumundadır.
Kürt özgürlük hareketinin özellikle son kırk yıllık verdiği mücadele diğer ulusal kurtuluş hareketlerinin yürüttüğü mücadeleden farklı karakterde olmuştur. Sadece sömürgeciliğe karşı bir savaş, bir mücadele biçiminde yürümemiş, en başta da Kürt toplumunun geriliklerine karşı bir savaş biçiminde gelişmiştir. Bunun sonucu Kürdistan toplumunda önemli gelişmeler yaratmıştır. Gerçekten ulusal, siyasal, toplumsal, kültürel düzeyde çok önemli devrimler gerçekleştirmiştir; büyük altüst oluşlar olmuştur. Kürt toplumu savaş içinde, serhildanlar içinde düşmana karşı gün gün, an an yürütülen mücadele içinde, düşmanın saldırıları karşısında gösterilen direniş içinde yeni, direngen, özgür ve demokratik yaşama aşık, çocuğundan yaşlısına, kadınından erkeğine kadar herkesin mücadele içine çekildiği bir toplum gerçeği ortaya çıkarılmıştır. Kürt toplumu on yıllardır ayaktadır. Dünyanın en dinamik halkı olma karakterini göstermiştir. Bir günlük herhangi bir tepkiyle oluşan bir ayaklanma değildir, bir isyan değildir; neredeyse her güne yılları sığdıran yoğunlukta bir özgürlük mücadelesi yürütülmüştür. Toplumun tümü bu mücadele içine çekilmiştir. İşte bunun sonucu özgürlük enerjisi, demokratikleşme enerjisi ve özlemi açığa çıkarılmış, bu da her alandaki örgütlülüğüyle büyük bir toplumsal güç haline gelmiştir. İşte Önder Apo on yıllarca verdiği mücadelenin yarattığı böyle bir toplum ve halk gerçekliğiyle son yıllardaki mücadeleyle sömürgeciliğin zorla ezme politikalarını iflas ettirilmesi Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi zeminini ortaya çıkarmıştır. Buna bir de uluslararası alanda ve Ortadoğu’da artık klasik despot, inkarcı, baskıcı rejimlerin toplumsal, siyasal meşruiyetinin kalmaması durumu da eklenince Türkiye’nin klasik zihniyeti ve politikalarının aşılmasının zemini güçlenmiştir.
Önder Apo hem tarih içinde oluşan bu gerçeğe dayanarak hem de ortaya çıkmış demokrasi güçlerinin gücünü görerek demokratik çözüm ve demokratikleşme hamlesi yapmıştır. Silahların susturulması, silahlı güçlerin geri çekilmesi temelinde Türkiye’yi bir demokratikleşme kulvarına sokarak Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’yi dönüşü olmayan bir demokratikleşme gerçeğine ulaştırmaya çalışmaktadır. Önder Apo’nun demokratikleşme hamlesinin tarihsel ve güncel nedenlerini, dayanaklarını böyle ifade etmek gerekir.
Kuşkusuz Önder Apo’nun bu hamleyi gerçekleştirmesinde cinsiyet özgürlükçü ekolojik demokratik toplum paradigmasının, yani sorunları savaşla değil de demokratik siyasetle çözme anlayışının payı da etkili olmuştur. Eğer paradigmayla bağlantılı ele alınmazsa, Kürt özgürlük hareketinin hamle yaptığı, Türk devletinin ordusunun karakollardan çıkamadığı, Kürt özgürlük hareketinin siyasi gücünün bölgede arttığı ve bunun herkes tarafından kabul gördüğü bir dönemde Önder Apo’nun son demokratik siyasal yollardan çözüm araması tam anlaşılamaz. Kuşkusuz Kürt Halk Önderi sorunun köklü çözümünü istiyordu. Bu yönüyle mücadelenin geliştirilmesinden yanaydı. Bu açıdan devlete eziyorsan ez, Kürt özgürlük hareketine de mücadele ederek çözüyorsan çöz yaklaşımı içinde olmuştur. Ancak sonuçta Türk devletinin askeri yollarla ezme politikası iflas etmiştir. Kürt özgürlük hareketi askeri ve siyasi olarak önemli hamleler yapsa da, bu yönüyle bir ivme kazanıp yükselişe geçse de kendi sistemini, kendi özgür ve demokratik yaşamını kuracak ve bunu devlete net bir biçimde kabul ettirecek bir sonuç da alamamıştır. Devleti geriletmiş, zor duruma sokmuş, önemli başarılar elde etmiş, ama kesin sonuç düzeyinde gelişmeler de ortaya çıkaramamıştır. Önder Apo bu ortamda demokratik siyasetin devreye girmesinin en doğru yol olduğunu görerek inisiyatif almıştır. Zaten Önder Apo’nun tercihi her zaman demokratik siyasal yollardan çözüm olmuştur. Eğer imkan olursa demokratik siyasetin, ya da demokratik siyasal mücadelenin her türlü savaştan daha değerli olduğunu, savaşlardan katbekat sonuçlar, kazanımlar sağlayacağını söyleyen bir önderlik gerçeği vardır. Kuşkusuz böyle yaklaşıma neden olan da Önder Apo’nun demokratik siyasal çözümü esas alan, toplumun örgütlenmesine, demokratikleştirilmesine, güç yapılmasına dayanarak hedeflenen cinsiyet özgürlükçü demokratik ekolojik paradigmasına sahip olmasıdır.
Bu paradigmada zaten devletçi, iktidarcı bir çözüm yoktur. İlla da şu sınırları çizelim, bu sınırlar içinde bizim hakimiyetimiz olsun gibi bir zihniyeti de bir siyasal yaklaşımı da yoktur. Kürt Halk Önderi, Kürt özgürlük hareketi devletin, iktidarın, silahlı güçlerin devrede olduğu yerde egemenlerin güç olacağını söylemektedir. Egemenler, toplumun küçük bir kesimini oluşturduğu için, zayıf olduğu için ancak zorla, şiddetle, devlet gibi bir araçla kendini güç yapabilir, kendini hakim kılabilir. Azınlık kesimlerin, sömürücülerin, toplumun üst tabakasının başka türlü iktidar olma şansı, kendini hakim kılma şansı yoktur. Ancak zor ve şiddet araçları egemenleri güç yapar; demokratik olmayan merkeziyetçi yönetimler egemenleri güç yapar. Bu açıdan zor, şiddet, devlet esas olarak egemenlerin, toplumun üst kesimlerinin kendisini güç yapma, iktidar yapma, etkili kılma araçlarıdır. Halk güçleriyse, demokrasiden ve özgürlükten yana olanlar ise, toplumun alt tabakası, ezilenleri ise toplumun çoğunluğunu meydana getirirler. Çoğunluğunu meydana getirdiğinden demokrasinin olduğu, demokratik siyasetin olduğu, sorunların demokratik siyasal yöntemlerle çözüldüğü yerde egemenler etkisiz kalır. Demokratik siyasetin hakim olduğu, işlediği yerde nüfusun çoğunluğu etkili olabilir, güç olabilir. Demokratik siyasetin, demokratik toplum gerçeğinin, demokrasinin gerçek anlamda işlediği bir yerde egemenler etkili olamaz. Onların sayısı azdır. Sayısı az olanın, hem de sömürücü ve baskıcı zihniyete sahip olanların demokratik siyasetin olduğu yerde güç olmaları mümkün müdür? Bu açıdan ezilenler, özgürlükçüler, demokrasiden yana olanlar güç olmak istiyorlarsa tabii ki demokratik siyaseti, demokratik siyasal çözüm yollarını tercih edeceklerdir. Çünkü ezilenler nüfusun çoğunluğunu oluştururlar, demokratik topluma dayanarak güç olma da ancak bu ortamda gerçekleştirilir. Ezilenler, baskı görenler, zayıf olanlar ancak demokratik ortamda güç olabilir. Tabii ki bu da kendiliğinden olmaz. Eğer özgürlükçü demokratik toplumcu güçler doğru zihniyet, politika ve pratikleşme içinde olurlarsa!
Artık Türk devleti oyunlarla bir yere varamaz
Kuşkusuz ezilenlerin de saldırılar karşısında meşru savunma hakkı vardır. Meşru savunmasını güçlendirme, kendini koruma hakkı vardır. Bu hak meşrudur, kutsaldır, evrenseldir. Ancak zorunlu oldukça başvurması gereken bir haktır. Bunun dışında demokrasi güçleri açısından, halk güçleri açısından, toplum güçleri açısından tercih edilen demokratik siyaset ve demokratik ortamdır. Çünkü toplumun çoğunluğu esas olarak silahlı güçle, devletle, iktidarla kendisini güç yapamaz. Onlar egemenlerin aracıdır. Ancak egemenlerin öyle bir ortamda avantajları vardır ya da egemenler dezavantajlarını ancak zora, şiddete başvurarak giderebilirler. Bu açıdan ezilenler, sömürülenler, kendilerini avantajlı kılacak demokratik siyaset alanını, demokrasi ortamını yaratırlar ki egemenlerin avantajı elinden alınsın, böylelikle demokratik toplum gerçeği temelinde toplumun güç olması, kendi kendini yönetmesi sağlansın. İşte bu, Kürt halkının cinsiyet özgürlükçü demokratik toplum paradigmasının gerçekleştirilmesinin temel yöntemi olmaktadır. Ya da demokratik siyaset yöntemi, demokratik toplum gerçeği aslında ezilenlerin, toplumun alt tabakalarının temel stratejisidir, temel yöntemidir. Esas olarak silahın, şiddetin devreden çıkarılıp bu yöntemin hakim olduğu ortamlarda ezilenleri, toplumun çoğunluğunu güç yapabilir, etkili kılabilir, kendi özgür ve demokratik yaşamını kurabilirler. Bu açıdan Önder Apo Kürtlerin varlığını önemli oranda kabul ettirdiğini, Kürt gerçeğinin ortaya çıktığını, meşru savunmayla toplumun örgütlü güç haline geldiğini ve kendisini güçlendirdiğini, böyle bir toplum gerçeği ortamında eğer demokratik siyaset ortamı bulunursa sorunların demokratik siyasal çözüm yönteminin ortamı doğarsa bunun yaratılmasının en büyük kazanım olacağını, ezilenlere, baskı görenlere avantaj sağlayacağını görüp, bu açıdan demokratik siyasetin ve demokratik siyasal çözümün ortamını hazırlamaya çalışmıştır. Bunu hazırlamak, bunun çabasını vermek, egemenleri demokratik siyaset, demokratik toplum, demokratikleşme ortamında siyaset yapmaya, bu ortamda kendi gücünü ortaya koymaya çekmeye çalışmaktır. Egemenler böyle bir zemine çekildiğinde işte bu ezilen toplulukları, başta Kürtler olmak üzere alevileri, emekçileri, bugüne kadar kendisini baskı altında ifade edemeyen sol güçleri etkili kılacak yeni bir dönem başlayacaktır, başlatılacaktır. Bu açıdan Önder Apo’nun bu hamlesini böyle bir paradigma, böyle bir paradigmanın etkili olacağı yöntem tercihi temelinde ele almak gerekmektedir. Eğer bu paradigmanın etkili kılınması açısından gerekli yöntem tercihi konusu iyi anlaşılamazsa o zaman demokratik siyasal çözüm hamlesi, gerillanın sınır dışına çekilmesi, silahın devreden çıkarılıp demokratik siyasetin öne çıkarılması konusu anlaşılır kılınamaz.
Geri çekilme tamamen cinsiyet özgürlükçü demokratik toplum paradigmasının pratikleşmesi ve demokrasi güçlerinin daha etkin hale gelmesi ve Türkiye’deki demokratikleşme zemininin güçlendirilmesi olarak ele alınmalıdır. Kuşkusuz geri çekilme Önder Apo’nun İmralı’da yaptığı görüşme ve müzakereler sonucu gerçekleşecektir. Bu geri çekilme süreciyle birlikte Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak anayasal ve yasal değişiklikler gündeme girecektir. Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü güvenceye alan anayasal ve yasal değişikliklere fırsat vermek için bu zemin hazırlanmıştır. Yoksa Erdoğan’ın ya da danışmanlarının dediği gibi “hiçbir pazarlık yapmadık, hiçbir söz vermedik” sözlerinin hiçbir değeri yoktur. Zaman zaman demokratikleşme süreci diyorlar. Bu doğrudur. Ama Kürtlerin varlığını kabul etmeden, Kürt sorununu çözmeden ne demokratik olunur ne de Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlanır. Eğer demokratikleşme süreciyse başta Kürt sorunu olmak üzere diğer etnik, dinsel ve toplumsal sorunların çözümü gerçekleşecektir. Kürt sorunu da, alevi sorunu da, diğer etnik ve dinsel toplulukların sorunu da çözülecektir. Emekçiler ve demokrasi güçleri için demokratik siyaset ve demokratik mücadele imkanı engelsiz ortaya çıkarılacaktır. Geri çekilme buna fırsat vermek için yapılmıştır. Bu böyle değerlendirilmeyecek ve biz hiçbir söz vermedik diyerek sorumluluklar yerine getirilmeyecekse bu büyük bir yanılgı olur. Erdoğan’ın danışmanı geri çekilme kararından sonra “Karayılan süreci anlamamış” diyor. İşte ukalalık budur, çözümsüzlükte ısrar budur. Kendine göre Önderliği ele almaktadır. Önderliğin yumuşak ve çözümleyici yaklaşımını neredeyse alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete yaparız biçiminde ele almaktadır. Bu tür yaklaşımların değeri yoktur. Artık Türk devletinin oyunlarla bir yere varması düşünülemez. Geri çekilme Kürt sorununun çözümü için yapılmıştır. Ama bu bir süreç olarak görülmekte ve geri çekilmeyle bu sürece fırsat tanınmaktadır. Yoksa Kürtlerin anadilde eğitimi de, özerkliği de, kimliği ve kültürünün tanınması da gerçekleşecektir. Çünkü bunlar tanınmadan ve yaşanmadan Kürt sorununun özgür ve demokratik yaşamı gerçekleşemez. Dolayısıyla da Türkiye demokratikleşemez.
Bu süreci kuşkusuz esas olarak başarıya ulaştıracak başta Kürt özgürlük hareketi olmak üzere demokrasi güçlerinin durumudur. Bu süreç AKP’ye güvenilerek başlatılmamıştır. AKP demokratik zihniyete ulaştı, gerilla sınır dışına çıktıktan sonra hemen AKP bu sorunları tümüyle çözecek biçiminde bir yaklaşım olamaz. Kuşkusuz çözüm iki taraflıdır. Tek taraflı bir iradeyle çözüm gerçekleşemez. Kürt halkı her zaman çözüm istiyor, demokratik çözümden yanadır. Kürt halkının duruşunda da, Kürt özgürlük hareketinin duruşunda da bir sorun yok. Zaten sorunu çözümsüz bırakan Türk devlet zihniyetidir. Bu zihniyeti pratikleştiren hükümetlerdir. AKP de 11 yıldır iktidardaydı, çözülmemesinin nedeni AKP’nin zihniyetidir. Bu açıdan AKP’den beklenerek sorunun çözülmeyeceği açıktır. Sorununun çözümünün esas güçleri demokrasi güçleridir, Kürt özgürlük hareketidir, ortaya çıkan Kürt halk gerçeğidir, Kürtlerin özgürlük ve demokraside ısrarıdır. Kürt halkının başta kuzey Kürdistan olmak üzere Kürdistan’ın tüm parçalarında örgütlü bir güç haline gelmeleridir. Avrupa’da da Kürt halkının bir örgütlülüğü vardır, Kuzey’de de, Güney’de de, Rojava’da da vardır. Mücadelenin büyük bir tecrübesi de vardır. Her türlü baskı ve zor karşısında ayakta kalan, direnerek bugünkü siyasal hamlenin yapılmasına zemin yaratan bir halk gerçekliği vardır. Bu açıdan bu sürecin başarısını da başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye demokrasi güçlerinin duruşu belirleyecektir. Kürt halkı gevşerse, Türkiye demokrasi güçleri bu sürece müdahil olmazsa, bu fırsatı değerlendirmezlerse hiç kimse kendiliğinden Önder Apo’nun başlattığı hamlenin başarıya ulaşmamasını beklememelidir. Etkili bir politik hamledir, zamanında yapılmıştır. Politika zaten yerinde ve zamanında hamleler yapanların kazandığı bir alandır. Düz olan, yerinde ve zamanında politik hamle yapmayan, nerede katı nerede esnek olacağını bilmeyen bir politik hareketin başarı şansı yoktur.
Ortadoğu’daki statüko artık dikiş tutmuyor
Kuşkusuz bu hamleyle Türk devletine de demokratikleşme dayatılacaktır. Bu hamleyle AKP daha da sıkıştırılıp demokratikleşme adımları atmaya zorlanacaktır. Politik olarak iyi bir hamle yapılmıştır, ama bu politikanın, bu hamlenin sahiplenilmesi gerekiyor. Bu hamleye destek verilmesi gerekiyor. Bu hamleyle Kürt özgürlük hareketinin hedeflediği demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda bütün demokrasi güçlerinin taleplerini ortaya koyması gerekiyor. Önder Apo bir hamle yaparak demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü gündemleştirmiştir. Şimdi Türkiye toplumunun gündemi demokratikleşmedir, Kürt sorununun çözümüdür. Böyle bir gündemi ortaya çıkarmak bile büyük bir gelişmedir, büyük bir kazanımdır. Şimdi bu gündem Türkiye’nin önüne konulmuştur. Eğer demokrasi güçleri arkasında durur, Kürt özgürlük hareketi sağlam durur, Kürtler bu demokratik çözüm sürecine güçlü sahiplenirse o zaman hedeflenen demokratikleşmenin, Kürt sorununun çözüm sürecinin içi dolar. Demokratikleşmenin nasıl olacağı, Kürt sorununun nasıl olacağı konusu şekillenir. Türkiye toplumunda, Kürdistan toplumunda ve dünya kamuoyunda Kürt sorunu şöyle çözülür, demokratikleşme şöyle olur baskısı ortaya çıkar. Eğer AKP bir çözümden bahsediyorsa o zaman çözüm süreci böyle olur denilir. Çözüm sürecinin algısı doğru yaratılırsa, güçlü yaratılırsa çözümün ancak şu temelde olacağı, demokratikleşmenin ancak şunlar yapılırsa gerçekleşeceği gibi bir toplumsal algı, bir kamuoyu yaratılırsa o zaman Kürt sorunu çözülür. Yok, demokrasinin temel gücü olan, başta Kürtler olmak üzere emekçiler, sol güçler, etnik ve dinsel topluluklar, yani demokrasiden yana olan, demokratikleşmeyi sahiplenmesi gereken güçler sahiplenmezse kendiliğinden bir başarıdan söz edilemez. Önder Apo bu hamleyi yaparken Kürt özgürlük hareketine, demokrasi güçlerine güvenmiştir. Kürt halkının örgütlü olduğunu, demokrasi güçlerinin önemli bir kuvvet oluşturduğunu, kırk yıllık Kürt özgürlük mücadelesinin, onlarca yıldır yürütülen demokratikleşme mücadelesinin, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için önemli bir zemin oluşturduğunu görmüştür, buna inanmıştır. Bu güçlerin bu süreci başarıya ulaştıracak kudrette, güçte olduğunu görmüştür. Bunun için böyle bir demokratik siyasal hamle yapmıştır.
Önder Apo kendi hamlesinin, kendi çıkışının inisiyatifinin doğru olduğunu, yerinde zamanında olduğunu bilerek yapmıştır. Ancak doğru atılan, yerinde ve zamanında yapılan politikalar sadece bir söylem itibariyle başarı kazanmazlar. Her politika arkasındaki, yanındaki sahiplenici güçle anlam bulur, pratikleşir. Önder Apo’nun güvendiği, inandığı harekete geçmesini hesapladığı, öngördüğü demokrasi kuvvetlerinin, güçlerinin harekete tutumu önemlidir. Bu yönüyle onlarca yıldır yürütülen mücadelenin Kürdistan ve Türkiye’de yarattığı birikimin örgütlü bir biçimde neyi istediğini ortaya koyacak bir biçimde harekete geçirilmesi önemlidir. Yani bu güçlerin sürece müdahil olmaları önem kazanmaktadır. Bu yapılırsa başarı kesindir.
Öte yandan Önder Apo bölgedeki gelişmelerin, dünyadaki durumun da böyle bir siyasal hamlenin başarı şansını artırdığını görmüştür. Böyle bir hamlenin gerekliliğine de inanmıştır. Çünkü Ortadoğu’da eski dengeler yıkılmış, yeni dengelerin kurulma sürecinde tüm siyasi güçler birbirlerini iterek, kakarak, kendi pozisyonlarını güçlendirerek yeni dengelerin oluşmasına zemin olacak durumu yaratma mücadelesi vermişlerdir. Bu mücadelenin sonucu geçiş süreci artık tamamlanmak üzeredir. Özellikle de Arap halklarının uyanışı, Ortadoğu’da 20. yüzyılda kurulan Ortadoğu statükosunun artık dikiş tutturamaması, her yerden sökülüp parçalanması bütün güçleri yeni Ortadoğu dengelerinde etkili olmak için daha aktif harekete geçirmiştir. Giderek ittifaklar belirginleşmektedir; mücadele eden güçler belirginleşmektedir ve her güç de kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Hatta öyle ki, artık yeni dengelerin oluşması sürecinde ABD, Avrupa, Rusya ve Çin de belli konularda uzlaşmaya çalışmaktadırlar. Bunun en somut ifadesi Suriye’dir. Suriye’nin rejimi gidecek, ama yeni rejim kurulurken çeşitli güçlerin ortak hareket edeceği görülmektedir. Geçiş döneminde önemli bir mücadelenin yürütülmesi sonrası artık giderek yeni dengelerin oluşmaya başladığı bir süreçte bu politik hamleyi yaparak Ortadoğu’da yeni dengeleri oluştururken, Ortadoğu yeniden şekillendirilirken Kürtlerin izleyici kalmamasını sağlamaya çalışmaktadır. Yani politik bir izleyici olmaktan çok, politik bir müdahaleci olarak Ortadoğu’nun yeni dengelerini şekillendirirken bu yeni dengelerin içinde yer alma hamlesi yapmıştır. Bu hamleyi bir yönüyle böyle görmek gerekiyor.
Rojava Kürdistan’daki gelişmeler de Önder Apo’nun hamlesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Kürtler Rojava’da önemli kazanımlar elde etmiştir. Demokratik kurumlaşmayla demokratik konfederalizm temelinde demokratik özerklik Rojava Kürdistan’da pratikleşmektedir. Belirli eksiklikleri olsa da demokratik özerklik statüsü meşru savunmadan ekonomiye kadar oturtulmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar silahlı çeteler ve Suriye devleti Rojava’daki özgürlük güçlerini çatışma içine çekerek bu demokratik kurumlaşma ve demokratik özerkliği dağıtmak isteseler de, Kürt halkının örgütlülük düzeyi buna müsaade etmeyecek düzeye gelmiştir. Kürt özgürlük hareketi üçüncü bir güçtür. Sadece politik olarak değil, ideolojik, teorik ve demokratik zihniyetiyle üçüncü bir güçtür. Hiçbir gücün yedeğinde ve yanında olmayarak Suriye’nin demokratikleşmesinde temel güç durumundadır. Kuşkusuz Suriye’nin gerçek demokratikleşmesinden yana olan her güçle ilişki içinde olacaktır. Bu ilişkiler de sadece ve sadece Suriye’nin demokratikleşmesine hizmet ederse gerçekleşecektir. Bu açıdan ne yapsalar da Kürt özgürlük hareketini meşru savunma dışında ne savaşa çekebilirler ne de yanlarına alabilirler. Rojava Kürdistan’daki özgürlük hareketi Suriye’nin demokratikleşmesinin temeli olma iddiası, kararlılığı ve inisiyatifini sürdürecektir. Suriye’deki uzlaşma temelinde Ortadoğu’nun şekillendirilmesi sürecinde radikal demokratik güç olarak devreye girerek Suriye’nin ve Ortadoğu’nun şekillenmesinin demokratik mayası olacaktır.
Kürtler açısından tam da ulusal konferans yapma zamanıdır
Önder Apo Ortadoğu yeniden şekillendirilirken herkesin bir Kürt politikası olduğunu, bu Kürt politikasına göre bölgeyi şekillendirmek istediklerini de görerek, bölge şekillenirken, bölgenin şekillenmesi sürecinde herkes kendi düşündüğü Kürt politikasını devreye sokmak isterken; Önder Apo da Kürtlerin kendi stratejilerini, taktiklerini, politikalarını devreye sokarak bu süreçte Kürtlerin seyirci kalarak değil de sürecin aktif bir öznesi olarak kendini ortaya koyup yeni dengelerin oluşmasında Kürtlerin konumunu güçlendirmeye, kazanımlarını artırmaya ve statülerini netleştirmeye çalışmaktadır. Tabii ki Önder Apo bu yeni dengeler kurulurken bu yeni dengelerde Kürtlerin etkili olmasını, yer almasını sağlayacak etkenin de onlarca yıllık yürütülen mücadele sonucu Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da, Rojava’da Kürtlerin dinamik örgütlü bir güç haline gelmesi olduğunu görmektedir. Önder Apo Kürtlerin bu dinamik gücüyle, hareketliliğiyle, ortaya koyduğu doğru politikalar birleştiğinde bu süreçten kazançlı çıkılacağına inanmaktadır.
Ortadoğu’da çeşitli güçlerin politikaları dikkate alındığında, aslında ortaya konulan birçok politika Ortadoğu’nun sorunlarına çözüm bulmaktan uzaktır. Zaten dış güçler ve bölge güçleri yüzyıllardır bölgenin sorunlarına gerçekçi bir çözüm bulamadıkları için özellikle son yüzyılda bölge büyük kavgalara, savaşlara, kargaşalara, bunalımlara şahit olmuştur, bunalımlar yaşamıştır. Gelinen aşamada Ortadoğu tam bir kaos durumu içindedir. Bu da mevcut güçlerin doğru politika üretmemeleridir. Özellikle kaos süreçlerinde, yani eski dengelerin yıkıldığı, daha yeni dengelerin şekillenmediği süreçlerde doğru politika çok çok önemlidir. Bu tür süreçler ancak doğru politikalar devreye girerse bir biçim kazanacaktır. Yeni dengelerin oluşması daha gerçekçi olan ihtiyaçlara cevap verecek politikalar tarafından şekillendirilecektir. Ortadoğu’da bu konuda en avantajlı durumda olan Kürt halkı ve Kürt özgürlük hareketidir. Çünkü Önder Apo’nun öncülüğünde Kürt halkı büyük bir yaratıcılıkla böyle bir kaos aralığında sorunlara gerçek bir çözüm bulacak pozisyondadır. Gerçek çözüm hamleleri yapacak, gerçek çözüm projeleri üretecek, sorunların kalıcı çözüme kavuşmasını sağlayacak paradigma da, politika da, pratik öneriler de Kürtlerdedir. Çünkü Önder Apo gibi bir önderlikleri vardır. Önder Apo paradigmasıyla ortaya çıkarılan toplumsal gücün, yani siyasal zeminin, demokrasi güçlerinin ortaya çıkardığı birikimle birleştiğinde hem Türkiye’de başlatılan demokratikleşme süreci başarılı olacak hem de böyle bir hamleyle Ortadoğu’nun siyasal dengelerine yapılan bu müdahalenin diğer alternatiflerin çözümsüzlüğü ve tek çözüm gücünün de bu politika olması nedeniyle, zaten on yıllardır demokrasi ve özgürlük özlemiyle yanıp tutuşan, bu konuda mücadele eden Kürtler Ortadoğu’nun bu yeni kuruluş sürecinde de başarılı çıkacaklardır.
Tabii bu başarının gerçekleşmesi açısından somut adımlar ve etkili pratikleşmeler gerekmektedir. Her şeyden önce demokrasi güçlerinin birliği, ortak davranması, ortak hareket etmesi çok çok önemlidir. Mevcut örgütlülüklerini bu demokratik çözüm hamlesinin yarattığı yumuşamadan yararlanarak etkili hale getirmeleri gerekmektedir. Çünkü bu bir fırsattır. Potansiyelleri söyledik, imkanları söyledik, politikanın doğruluğunu söyledik, bunlar çerçevesinde yapılan hamlenin ortaya çıkardığı tarihi fırsatı ortaya koyduk. Gündemleşen demokratikleşme fırsatının başarıya ulaşmasında demokrasi güçlerinin etkin müdahalesi önemlidir. Ama bu sadece sözle yapılacak bir durum değildir. Kürtlerin, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin mahalle mahalle, kasaba kasaba tüm şehirlerde kendilerini örgütlemeleri, nasıl bir çözüm öngördüklerini anlatmaları, kararları ve iradelerini ortaya çıkarmaları gerekmektedir. Bir tür Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri mahalle kongrelerini, kasaba kongrelerini, şehir kongrelerini, konferanslarını yaparak ve sonuçta bir toplumsal dinamizmi ve demokratik çözüm iradesi ve bunun nasıl olacağını ortaya çıkararak Kürdistan’da ve Türkiye’de birer demokratikleşme ve demokratik çözüm kongresi gerçekleştirerek bu çabalarını zirveleştirebilirler. Avrupa’da da Türkiye’dekine benzer bir kongre yapılır. Bunun yanında Güney Kürdistan’da olabilir, bütün parçaların, örgütlerin birleştiği bir ulusal konferans ya da kongre toplanarak nasıl bir demokratikleşme, nasıl bir demokratik Türkiye ve bu temelde Kürt sorununun çözümünü istedikleri ortaya konulmalıdır.
Kürt konferansının toplanarak başta Kuzey Kürdistan olmak üzere bütün parçalardaki çözümün doğrultusunu ve buna bir bütün olarak Kürtlerin nasıl sahiplenmesi gerektiğini, bütün parçalarda sorunun kalıcı çözüm için neler yapılması gerektiğini ve bunu pratikleştirecek organların görev çerçevesini ortaya koyan bir konferans da bu çözüm sürecinde çok etkili rol oynayacaktır. Kürtlerin tarih sahnesine çıktığı, her parçada güç olduğu bir dönemde, bir zamanda ulusal konferans ya da kongre toplanmayacak da ne zaman toplanacak? Kürtlerin her parçada güç olduğu ortadadır. Kürtlerin tarihinin en güçlü, en dinamik dönemini yaşadığı ortadadır. Kürtler en güçlü, en dinamik dönemini yaşadığı gibi, Ortadoğu da değişme sürecine girmiştir. Yakında Ortadoğu’da yeni güç dengeleri şekillenecektir. Böyle bir dönemde Kürtler konferans yapıp Ortadoğu’da yeni dengelerin oluştuğu süreçte sürece müdahale edip Kürtlerin her parçadaki statüsünün kalıcılaşması için her bakımdan, düşünce, politik, maddi manevi imkanları birleştirmeyecek de, kendi iradelerini, kararlarını ortaya koymayacaklar da ne zaman koyacaklar? Gerçekten tam da bir ulusal konferans yapma zamanıdır. Yakın zamana kadar böyle bir konferansa özellikle Güneyli güçler sahiplenemiyordu. PKK’nin katılacağı ya da bütün parçaları ilgilendiren bir konferansa uluslararası ve bölgesel güçlerin itiraz edeceği, kabul etmeyeceği, özellikle Türkiye’nin böyle bir konferansı kendisi için tehdit olarak göreceğini düşünerek konferansın yapılmasına bir türlü yanaşılmıyordu. Şimdi demokratik çözüm hamlesiyle Türkiye’nin yumuşatıldığı, uluslararası güçlerin Kürt Halk Önderi’nin attığı adımı sözde de olsa desteklediği, karşı çıkmadığı dönemde böyle bir kongreyi toplamak gerçekten tarihi bir sorumluluktur. Koşulların uygun olduğu, Kürtlerin her parçada güçlendiği bir dönemde Kürtlerin gücünü birleştirmek, bu güçleri ortak bir politikaya ve politik araçlara kavuşturmak gerçekten de çok tarihi, önemli sonuçlar aldıracaktır.
Kürtler, Türkiyeli demokrasi güçleri, yine Ortadoğu’daki tüm demokrasi güçleri bu tarihi fırsatı görerek, eğer doğru yapılan bu hamleye, doğru politikaya sahiplenirlerse sadece Kürtlerin değil, başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının kazanacağı açıktır. Amiyane deyimle tarihin başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu halklarına “yürü, kazanırsın” dediği bir süreçten geçmekteyiz. Dolayısıyla da bu sürece doğru yaklaşmak ve bunun gereği olan ittifakları, güç birliklerini ve mücadele araçlarını yaratmak çok çok önemlidir. Devrimler her zaman bir ittifak sorunudur. Böyle dönemlerde, devrimsel değişim dönüşümün olduğu süreçlerde kim etkili ve doğru ittifaklar yapar ve mücadele araçlarını doğru seçer ve etkili kullanırsa onlar kazanır. Kim doğru ittifaklar yapar ve hedefe gitmenin araçlarını doğru tespit ederse o güçlerin başarma şansı çok yüksektir. Bu açıdan başta Kürt halkı, Kürt özgürlük hareketi olmak üzere demokrasi güçleri bu sürecin sorumluluğunu, tarihi önemini bilerek hareket etmeleri ve onun gerektirdiği adımları atmaları, araçlarını yaratmalarını, bu sürecin halkların özgürlük, demokrasi ve barışı temelinde çözümlenmesi açısından gereklidir.
Bu süreçte asla gevşeme rehavet olmamalıdır
Kürt özgürlük hareketinin sorumluluğu daha da fazladır. Çünkü Türkiye’deki en etkili demokrasi gücüdür. Yalnız Türkiye’deki değil, Ortadoğu’daki en etkili demokrasi gücüdür. Doğru politika bu harekettedir. Yine bütün parçalarda Kürtler içinde etkili bir güce sahiptir. Dolayısıyla en başta da bu gücün durumu önemlidir. Şimdiye kadar Kürt özgürlük hareketi Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da önemli başarılar elde etti. Şimdi yeni bir siyasal süreç başlatmış durumda. Bu siyasal süreç de geçmişteki gibi silahlı güç kullanılarak yürütülmeyecek. Türkiye’de silahlı güçler sınır dışına çekilecek, ama bu bir mücadeleyi bırakma ve gevşeme değil, mücadeleyi yeni koşullarda sürdürme ve başarmanın adımı olacaktır. Sınır dışına çıkma durumunda eğer bir gevşeme olursa bu tabii çok büyük riskleri ve tehlikeleri de beraberinde taşır. O zaman demokratik çözüm hamlesi istenilen sonuca ulaşamaz. Dolayısıyla gerilla güçleri geri çekilse de bulundukları alanda, eğitimlerini güçlü bir biçimde yapmalarını, örgütlülüğünü ve disiplinini korumaları, her an daha büyük çatışmalara, savaşa hazır olmaları gerekmektedir. Kürt sorununun kalıcı çözümü olmadan, bu netleşmeden gerillanın durumunun gevşemesi, gerillanın Kürt halkını koruyan meşru savunma pozisyonundan çıkması ve bu meşru savunma pozisyonunun zayıflaması büyük tehlikeleri beraberinde getirir. İntihar etmek gibi bir şey olur. Bu yönüyle gerilla çekilecek, ama varlığını etkin bir biçimde sürdürecektir, gücünü koruyacaktır. Kendisini daha da eğitecek, ideolojik olarak eğitecek, askeri olarak yetkinleştirecek, disiplinini gevşetmeyecektir. Gücünü, etkisini savaş döneminde olduğu gibi bu çözüm sürecinde de koruyacaktır. Tarihte anlatılır, Roma imparatorluğu 110 yıl hiç savaşmadan gücünü koruduğu söylenir. Ama savaşmadığı bu dönemde de Roma orduları gücünü korur, etkisini gösterir, etkisini bozmaz, eğitimini süreklileştirerek savaşa hazır hale gelir. Hatta öyle ki, barış zamanında daha ağır kılıçlarla eğitim yaparlar. Daha ağır kılıçlarla eğitim yaparak savaşta o kılıçlarını çok etkili kullanmalarını sağlarlar. Özcesi Roma imparatorluğu Pax-Roma denen güçlünün barışını böyle bir güçle sağlamıştır. Savaşmamıştır, ama herkese de Roma’ya karşı savaşmayacak düzeyde kendi gücünü, ağırlığını hissettirmiştir.
Tabii ki Roma zalim bir güçtü, köleci bir güçtü, haksız bir güçtü. Bunu derken bir karşılaştırma yapmak istemiyoruz, ama bu çözüm sürecinde HPG’nin kendi rolünü kavraması, anlaması açısından bunu söylüyoruz. Bu çözüm sürecinde belki de rolünü en iyi kavraması gereken güçlerden biri HPG olacak, gerilla olacak. Gerilla ve HPG; ben güçlü olmazsam, disiplinli olmazsam, etkili olmazsam çözüm hamlesi başarısız kalabilir, çözüm hamlesi boşa çıkabilir, demelidir. Çözüm hamlesi milliyetçi şoven güçler tarafından bir fırsat olarak görülüp bir çözümle değil de Kürtlerin köleliğiyle sonuçlanacak biçimde değerlendirilmesine fırsat vermeyecektir. Eğer gücümü korur ve siyasi etkiyi sürdürmeyi sağlarsam yeni bir siyasal sistem bölgede ve Türkiye’de kurulabilir diyecek ve kendi rolünü gevşetmeden çözümün boşa çıkaranların önüne set olacaktır. Duruşuyla Türk devletine de, her güce de sorununun çözülmesi için sorumluluklarını hatırlatacaktır. Gerilla güçlerinin kendi gücünü gevşetmesi, zayıflatması her türlü provokasyonun ortaya çıkmasına yol açar. Bu çözüm sürecine direnen güçleri cesaretlendirir, provokasyonlarını artırır. Bu açıdan belki de sürecin boşa çıkmasında en büyük sorumsuzluk gerilla tarafından yapılmış olur. Çünkü çözüm zeminin yaratılmasında, siyasal ağırlığın bu noktaya gelmesinde Kürt halkının meşru savunmasının, gerillanın direnişi önemliydi. Gerilla direnmeseydi, meşru savunmasını ortaya koymasaydı Türk devleti zaten ezerek, tasfiye ederek ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak yürütecek ve sonuç almak isteyecekti. Zaten şimdiye kadarki bu sorunu çözmekten kasıtları ezmek, tasfiye etmekti. Dolayısıyla gerilla duruşuyla, tutumuyla, disipliniyle, eğitimiyle, kendini güçlendirmesiyle ne kendinin gevşemesine, toplumun gevşemesine fırsat verecek, ne de çözüm için sorumsuz yaklaşımlara müsaade edecektir.
1999 çekilmesinden niye sonuç alınamadı. Çünkü zayıflık görüldü, gerilla yenildiğinden dolayı böyle bir geri çekilme yaptılar diye düşündüler. Bu nedenle çözüm için hiçbir hamle yapmadılar. Şimdi bu algının ortaya çıkmaması gerekiyor. Böyle bir değerlendirme yapamamaları gerekiyor. Sadece çözüm konusunda adım atması gerekenler değil, bugün çözüm sürecinden bahsedenler değil, karşı çıkanların bile Kürtlerin pozisyonunun zayıf olmadığını görmeleri gerekiyor. Bunu önemli görüyoruz.
HPG’nin eğitim ve sağlam duruşu, ideolojik olarak kendisini derinleştirmesi, demokratik çözüm sürecinde ideolojik duruşuyla gücünü daha da güçlendirmesi yanında demokrasi güçlerinin, demokratik siyasetin de daha aktifleşmesi gerekiyor. Ekonomiden sosyal alana, kültürel alana kadar Kürtlerin kendi demokratik sistemlerini kurmasına öncülük edilmesi gerekiyor. Yani demokratikleşme süreci AKP’nin hangi adımları atıp atmayacağını bekleme değildir. Böyle bir yaklaşım içinde olmak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Bu açıdan bu demokratikleşme sürecinde Kürt halkının köylerden, mahallelerden, kasabalardan başlayarak her yerde örgütlenmesini sağlaması gerekiyor. Ekonomik, sosyal, kültürel her türlü örgütlenmesini gerçekleştirerek kendi demokratikleşme kurumlaşmasını güçlendirmesi önemlidir. Kendi kendini yönetme dediğimiz gerçeğin bu temelde ortaya çıkarılması gerekir. Eğer Kürtler her yerde demokratik kurumlaşmalarını, örgütlemelerini geliştirirlerse, örgütlü bir toplum haline getirirlerse, demokratik konfederalizm denen demokratik kurumlaşmayı Kürdistan’da boydan boya yaygınlaştırırlarsa o zaman Kürt toplumunun bu demokratik kurumlaşması, demokratik iradesi demokratikleşmeyi güçlendirir. Demokratik çözüme güçlü bir zemin sunar. Kalıcı çözümün anayasal ve yasal adımlarının atılmasına zemin olur. Bu açıdan bir inşa hamlesinin başlatılması gerekir. Önder Apo’nun pozitif eylem dediği, sadece devlete muhalefet eden, AKP’ye muhalefet eden, sadece muhaliflik yapan değil de bir de demokratik ve özgür yaşamı inşa eden, kurumlaştıran eylemlerin, çabaların ortaya konulması gerekir. Bu süreçte pozitif eylem denilen bu çabaların mutlaka etkin yürütülmesi gerekir. Geçmiş süreçte devletin baskıları, AKP’nin baskıları birçok etken bu demokratik ve özgür yaşamı inşayı kurumlaştırma, bunun kurumlarını ortaya çıkarma, demokratik kurumlaşma temelinde kendisini yönetme gerçeğini somutlaştırma konusunda zayıflıklar ortaya çıkarmıştır. Bu zayıflıklar bu dönemde rahatlıkla giderilebilir diye düşünüyoruz. Tabii bunu söylerken sadece Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını inşa etmesinden söz etmiyoruz. Türkiye’deki tüm halkların ve kurumların da bu süreçte kendilerini örgütlemeleri, kurumlaştırmaları, yani demokratik ve özgür yaşamlarını geliştirmeleri gerekiyor. Özcesi kendi kendilerini yöneten bir demokratik kurumlaşmaya ulaşmaları gerekir.
Bu sürece en çok sol ve demokratik güçler destek vermelidir
Demokratikleşme sürecinin yaratılmasında Türkiye’deki devrimci demokrasi güçlerinin payı çok çok önemlidir. Onların da onlarca yıldır yürüttüğü mücadele ve verdiği bedellerle Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununu çözme zemini ortaya çıkmıştır. Bu konuda kuşkusuz bu süreci destekleyen, sahiplenen sol güçler olduğu gibi, sol içinde kimi yanlış ve dogmatik yaklaşımlar da bulunmaktadır. Sadece ideolojik siyasal değerlendirmeler yapan, ama bunu pratik politikaya dönüştürmeyen tutumlar vardır. Bugün yapılması ve bu temelde kitlelerin örgütlendirilmesi gereken görevler gelecekte öngörülen devrime bırakılmaktadır. Kendi gücüyle bir şeyler yaratma değil de devleti zorlayıp toplumun güçlenmesini sağlayan bir politika üretme değil de hep devletin vereceğini bekleyen yaklaşımlar sıradan tutumlar ortaya çıkarmaktadır. Sürece kuşkuyla yaklaşan, kaygıyla yaklaşan, hep AKP üzerinden olayları değerlendiren durum bununla ilgilidir. Özcesi demokrasi güçlerinin ve Kürt özgürlük hareketinin yarattığı birikimi ve bugün ulaştığı örgüt ve mücadele düzeyini görmeyen kimi sol çevreler var. Bunların tutumu tehlikelidir. Kaygıyla, kuşkuyla hareket ederek, süreci izleyerek aslında demokrasi güçlerini zayıf bırakmaktadırlar, toplumu zayıf bırakmaktadırlar. Yani toplumu doğru eğitme, bu sürece müdahale etmesini sağlama değil de hep kaygı, kuşku, vesvese üreten bir tutum içindedirler. Tamamen toplumdaki herhangi bir birey, herhangi bir sivil toplum örgütü gibi hareket etmektedirler.
Kuşkusuz devrimciler, sol güçler tedbirini alacaktır. Kürt özgürlük hareketi de tedbirini alacaktır. Öyle süreci AKP’nin inisiyatifine bırakan, onun ekseninde değerlendiren bir yaklaşım içinde olmayacaktır. Sürecin başarısını kendi gücünde, kendi örgütlülüğünde, kendi tedbirlerinde görecektir. Bu açıdan tedbirler alınabilir. AKP’nin demokratik çözüm sürecini, hamleyi boşa çıkarmasının önüne geçecek bir duruş, bir irade ortaya konulması gerekir. Zaten böyle yapılarak devlet ve AKP bir çözüm kulvarına sokulabilir. Ama sadece negatif dil konuşan, AKP ile çözüm olmaz, AKP ne verecek ki Kürt özgürlük hareketi ateşkes yaptı, silahlı güçlerini geriye çekti gibi yaklaşımlar gerçekten yanlış yaklaşımlardır. Süreci zayıflatan yaklaşımlardır. Böyle bir çözüm hamlesine sahiplenmeyen, destek vermeyen, böylelikle devlet ve AKP’yi çözüm kulvarına sokacak dayatma gücünü zayıflatan, onu sıkıştırma gücünü zayıflatan, Kürt özgürlük hareketi ve demokrasi güçlerinin elini güçlendirmeyen yaklaşımlar görülmektedir. Bunların eleştirilmesi gerekmektedir. Tarihi bir sorumsuzluktur. Eğer ortaya bir demokratik çözüm süreci çıkmışsa, hükümet ve devlet bile çözüm süreci diyorsa, demokratikleşme nasıl olur sorunları tartışılıyorsa o zaman bunu büyük bir tarihi fırsat bilerek en başta da sol ve sosyalist güçlerin sahiplenmesi gerekmektedir. En etkili müdahale gücü olması gerekmektedir.
Ancak şu andaki mevcut durumda destekleyenler yanında tereddütlü, kaygılı, hep negatif dil kullanan, demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının özgücüne güvenmeyen, böyle bir süreçte süreci şekillendirecek bir duruş, tutum, örgütlenme ve mücadele iradesi içinde olmayan yaklaşımlar görülmektedir. Biz bunu bir taraftan Türkiye solunun politika üretememe, sadece ideolojik değerlendirmeler yapma biçimindeki bir yaklaşım olarak gördüğümüz gibi, diğer taraftan sorumsuzluk ve yoğunlaşma eksikliği olarak görmekteyiz. Sürece bu kadar sorumsuzca yaklaşılabilir mi? Türkiye’nin en temel sorunu Kürt sorunu, Türkiye’nin en temel sorunu demokratikleşme sorunu ve bu sorunun gündeme gelmesinde sol ve sosyalist güçlerin verdiği bedeller de var, ama bu mücadelenin sonuçlarına duyarsız kalma var, yabancılaşma var. Sanki Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunu sosyalist güçleri ilgilendirmiyor. Sanki sosyalistler ve sosyalizm için demokrasi ve demokratik kültür gerekli değil! Bu, gerçekten geri bir durumdur. Bunu sol güçlerin eksikliği ve yetersizliği yanında bazı güçlerin provokasyonu olduğunu da düşünüyoruz. Çeşitli güçler sol güçleri çeşitli biçimlerde tahrik etmektedirler, provoke etmektedirler. Bunu yaparken de niyetlerini örtmek açısından süreci sadece AKP üzerinden tartıştırarak değerlendirmektedirler.
Öte yandan İmralı’daki müzakereleri tartışmaları da doğru ele alan değil de tersinden ele alan yaklaşımlar göstermektedirler. İmralı’da görüşmelerin yapılmasını sadece Kürt halkının değil, demokrasi güçlerinin de başarısını göreceklerine, Türk devletinin en katı olduğu Kürt sorununda Kürt Halk Önderi’yle görüşme, PKK’yi muhatap alma yaklaşımlarının aslında Türk devletinde var olan gerici zihniyetin, gerici politikaların kırılması ve bu temelde de özgürlük ve demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin örgütlenmelerinin, mücadelelerinin daha etkili hale geleceğini görmeleri gerekirken, bunu görmemeleri gerçekten sol adına büyük bir talihsizliktir, acıdır. En azından tümü olmasa da bir kısmının böyle bir sorumsuz yaklaşım içinde olması şimdiye kadar verilen bedellere saygısızca ve duyarsızca yaklaşmayı ifade etmektedir.
Öte yandan devletle çözüm istemeyen kimi çevreler ya da kendine sol diyen, ama artık solla hiçbir alakası kalmayan tamamen devlet ve statüko koruyucusu içinde olan çevreler de bu süreci sol adına kışkırtmaktadırlar. Klasik antiemperyalist, klasik sol yaklaşımlarla hareket etmektedirler. Demokratik toplum temelinde halkların güç olarak antiemperyalist tutum takınacaklarını görme yerine, hiçbir toplumsal güce dayanmayan antiemperyalizm hamasetleri yapmaktadırlar. Geçmişin iflas etmiş yöntemlerini, yaklaşımlarını bugün de bütün açıklığıyla yanlış olmasına rağmen gündemleştirmektedirler. Sadece devlet yıkıp yeni bir devlet sahibi olma gibi bir zihniyetle hareket etmektedirler. Aslında bunu yapanların böyle bir gücü de yoktur. Aslında bu tür klasik sol söylemlerle sürece karşı çıkmaları da sadece kendilerine meşruiyet kılıfı yapmak içindir. Daha düne kadar sol ve sosyalizm düşmanı olanların kimi sol gruplarla aynı kavramları kullanıp sürece karşı çıkmaları bunu göstermektedir. Geçmişin sol kavramlarını, sol literatürünü kullanarak, oradan meşruiyet devşirerek Önder Apo’nun İmralı’daki görüşmelerini ve belirli bir uzlaşma temelinde Türkiye’nin belirli bir demokratikleştirilmeye kavuşturulması çabalarını boşa çıkartmaya çalışmaktadırlar. Sol cenahtaki bazı kişi ve çevrelerin tutumlarını böyle ele almak gerekiyor.
Zaten çok ters değerlendirmeler gündeme getirmektedirler. Güya Kürt Halk Önderi’yle AKP anlaşacak, Türkiye yeni bir Osmanlı güç olacak! İçeride AKP iktidarı, hegemonyası pekişecek, dışarıda da bu PKK ile yapılan çözümle Türkiye Ortadoğu’da yayılmacı bir güç haline gelecek! Yani Kürt Halk Önderi’nin girişimini hem içeride hem de dışarıda AKP’nin ve Türk devletinin hegemonlaşmasını sağlayan görüşmeler olarak ele almaktadırlar. Çözüm sürecinin bir demokratikleşme değil de, tam tersi, içeride ve dışarıda demokratik olmayan, yayılmacı, hegemon bir Türkiye gerçeğini ortaya çıkaracağını söylemektedirler. Bunlar demagojik söylemlerdir, tamamen gerçekliği ifade etmeyen söylemlerdir. Önder Apo’nun Newroz’da ortaya koyduğu hem Türkiye hem de Ortadoğu’nun demokratikleşmesi mesajı tersinden ele alınarak, çarpıtılarak etkisiz kılınmaya, kamuoyundaki etkisi zayıflatılmaya, hatta üstünde kuşku yaratılmaya çalışılmaktadır.
Kuşkusuz süreç ve ortaya çıkacak sonuçlar tam bu söylenenlerin tersinedir. Önder Apo’nun bu demokratik çözüm hamlesi Türkiye’de hegemon zihniyeti kıracağı gibi, Ortadoğu’da da Türk devletinin yayılmacı ve hegemoncu yaklaşımlarını ortadan kaldıracaktır. Türk devletinin şovenist, yayılmacı karakteri son bulacaktır. Zaten demokratikleşme bu demektir. Demokratikleşme demek hegemon güç olmaktan çıkmak demektir. Her gücün kendini özgürce, eşit bir biçimde ifade edeceği, hiçbir gücün hegemon olmayacağı, herkesin demokratik kurallar içinde, demokratik ölçüler içinde kendisini ifade edeceği siyasal sosyal yaşamın adıdır demokrasi. Türkiye’deki demokratikleşme süreci belirli bir uzlaşma temelinde ilerletilebilirse AKP’nin, daha doğrusu siyasal islamcıların Türkiye’yi ele geçirip hegemon olma istemleri, özlemleri son bulacaktır. Geçen 90 yılda olduğu gibi siyasal islamcılar dışlanmayacaktır, Kürtler dışlanmayacaktır, solcular dışlanmayacaktır. Ama siyasal islamcılar kemalist ittihatçıların, ulusalcıların yerine yeni bir hegemon güç de olmayacaktır. Bir kere bunun böyle görülmesi gerekir. Zaten Önder Apo ilk görüşmesinde bile “biz bir hegemonun gidip yerine AKP’nin hegemon olmasını istemiyoruz, buna karşı çıkarız” biçiminde tutumunu açıkça ortaya koymuştur. Bunu altını çizerek söylemiştir. Sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da da Türk devletinin hegemon, yayılmacı, Osmanlıcılık denen anlayışı son bulacaktır. Türkiye demokratikleştiğinde, demokratik zihniyete kavuştuğunda artık olaylara bir işgalci, sömürgeci, emperyalist güç gibi bakmayacaktır. Bu bakış terk edilecektir. Zihniyet değişecektir. Türkiye’nin bölgedeki halklarla ilişkileri demokratik temelde gerçekleşecektir.
Türkiye demokratikleştiği zaman tabii ki çekici olacaktır. Nasıl ki bugün sınırlı demokrasisiyle, imkanlarıyla Avrupa Birliği çekici olmuş, insanlar dünyanın her tarafından oraya göç etmeye başlamışlarsa Türkiye de Ortadoğu’da eğer Kürt sorununu çözüp demokratikleşmeyi başarırsa tabii ki itibarı yüksek olacaktır, etkisi artacaktır. Ama bu bir yayılmacılık, sınırlarını genişletme, askeri ve siyasi gücüyle diğerleri üzerinde egemenliğini arttırma biçiminde olmayacaktır. Kürt sorunu demokratik temelde çözüldüğünde Türkiye’nin bugüne kadar olan her konudaki hotzotçu, tehdit eden, diğer güçleri askeri gücüyle ürkütmeye çalışan Türkiye gidecek, onun yerinde demokratik ve kültürel değerleri ve bunlara dayalı ekonomik gelişmesiyle bölgeyi etkileyen bir güç olacaktır. Bunun da hiç kimseye sakıncası yoktur. Hatta sol ve sosyalist güçlerin, demokrasi güçlerinin istemesi gereken bir durumdur. Bunu İran da yaparsa etkili olur, Irak da yaparsa etkili olur. Hangi güç kendi sorunlarını demokratik temelde çözer, demokratik zihniyete kavuşursa sadece bölgede değil, dünyada da itibarlı hale gelir. Bu yönüyle Kürt özgürlük hareketinin, PKK’nin, Kürtlerin Türkiye’de siyasal islamcılarla birleşecek, Türkiye’de yeni islamcı güç ortaya çıkacak ve Türkiye’de bu siyasal islamcı zihniyetiyle bölgede hegemon güç olacak değerlendirmeleri tamamen saptırmadır, yanlıştır. Aksine bu süreç bu demagoji ve bu değerlendirmeler gibi değil de onların düşündüklerinin tersine içeride ve dışarıda hegemoncu eğilimleri sınırlayan, törpüleyen bir gelişme ortaya çıkaracaktır. Bunun kesinlikle böyle görülmesi gerekmektedir.
Hegemonyacı yaklaşımları asla kabul etmeyiz
Önder Apo’nun Misak-ı Milli dediği de esas olarak Kürtlerin siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ilişkilerine kapalı olmayan bir siyasal, anayasal, hukuksal yaklaşım içinde olunması gerektiği yönündedir. Gerçekten de sınırlar sunidir. Bu açıdan doğru yaklaşımlarla sınırları sorun yapmadan Kürtlerin diğer parçalardaki Kürtlerle ekonomik, sosyal, kültürel ilişki sağlaması kadar doğal, haklı bir şey olamaz. Yani bir nevi Türkiye tutumuyla, davranışıyla sınırlarının katı olmaktan çıkaracak, sınırları geçirgen hale getirecek; bu da Kürtlerin hem Suriye’de hem Irak’taki ilişkilerini daha da güçlendirecektir. Bu tabii Türkiye’nin de Irak ve Suriye ile daha kolay ilişki sağlamasını ortaya çıkaracaktır. Ama bu ne sınırların değişmesidir ne de Türkiye’nin bölgede hegemon güç olmasını sağlayan bir yaklaşımdır. Tamamen bölge halklarının ekonomik, demokratik, sosyal ve kültürel olarak birbiriyle daha iyi ilişkiler kurması, birbirini güçlendirmesi, birbirini güçlendiren, tamamlayan, simbiyotik dediğimiz ilişki içinde herkesi güç yapan bir yaklaşımı ifade etmektedir. Önder Apo’nun kast ettiği budur. Yoksa Önder Apo Türkiye gitsin Irak’ı da kendine katsın, Suriye’yi de kendine katsın, her tarafı kendine katsın, yeni Osmanlı olsun, diğer toplumların, ülkelerin üzerinde baskı kursun dememektedir. En başta da Önder Apo hegemon ve yayılmacı yaklaşımları kabul etmez.
AKP’nin iç hegemonyası da kabul edilmeyecektir, ona karşı mücadele edilecektir. Demokratikleşme süreciyle ittihatçıların, ulusalcıların yerine siyasal İslamcıların yeni hegemon güç olma eğilimini törpülemek istemektedir. Bu hamlesiyle o eğilimleri kırmak istemektedir. Önder Apo’nun hamlesini böyle değerlendirmek gerekir. Bu temelde de Ortadoğu’da ilişkilerin zor, şiddet, tehdit üzerine değil de; demokrasi, özgürlükler, hak ve adalet üzerine kurulduğu, karşılıklı birbirini tamamlayan güçlerin ekonomik, sosyal, kültürel ilişkiler üzerine kurulduğu bir yeni Ortadoğu hedeflenmektedir.Türkiye’nin de böyle bir Ortadoğu’nun gerçekleşmesinde Kürt sorununu çözerek, kendini demokratikleştirerek öncü olması istenmektedir. Bu pozitif bir roldür, negatif bir rol değildir. Nerede görülmüştür bir ülke gerçek anlamda demokratikleştiğinde daha da saldırganlaştığı? Gerçek demokratikleşmenin olduğu yerde gerçekten de daha huzurlu, barış içinde bölge ve dünya ortaya çıkar. 19. ve 20. yüzyılları biliyoruz, hep büyük savaşlar içinde yaşanmıştır. Bu, demokratik zihniyetin olmamasından kaynaklanmaktaydı. Demokratik zihniyetin geliştiği her yerde saldırganlık, hegemonya ve savaş eğilimleri giderek aşınacak, törpülenecek ve son bulacaktır.
Kuşkusuz çözüm istemeyenler çıkacaktır. Çözümü tersinden göstermek isteyenler olacaktır. Özellikle de uluslararası güçler, bölgesel güçler Kürt sorununun çözümünü samimi olarak istemeyeceklerdir. Çünkü bugüne kadar Kürtlerin Türkiye’yle savaşmasından, İran’la, Irak’la, Suriye’yle savaşmasından, sorun olmasından birçok devlet yararlanmıştır. Başta ABD ve Avrupa olmak üzere yararlanmıştır. İsrail kendisini var etme, güçlendirme stratejisini Ortadoğu’daki tüm ülkelerin birbiriyle gerilimine, savaşmasına, çatışmasına dayandırmıştır. İran da aslında kendi varlığını Ortadoğu’daki istikrarsızlığa dayandırmıştır. Çatışmalar kavgalar olsun, İran da bu çatışmalar ve kavgalar arasından politik manevralar yaparak yaşamını sürdürsün! İran’ın da kendini yaşatma stratejisi böyledir. ABD ve Avrupa diğer ülkelerle Kürtleri çelişki, gerilim ve çatışma içinde tutarak hem Kürtleri kendine bağlama, hem Türkiye’yi, İran’ı, hem de Irak’ı zor duruma düşürüp kendisine bağlama politikası izlemektedirler.
Bunun yanında Önder Apo ilk görüşme notunda Rum, Ermeni, Yahudi lobilerinden söz etmiştir. Bu da tersinden anlaşılmıştır. Halbuki Önder Apo burada Kürtlerin Türkiye’yle sorunlarını çözme girişimi karşısında Türkiye Kürtlerle savaş yapsın, zayıf kalsın, böylelikle Türkiye’den daha fazla taviz koparırız yaklaşımlarını eleştirmektedir. Bu nedenle bunların çözümü istemediğini, çözümü istemeyen politikalar yürüttüklerini söylemiştir. Gerçekten de bu lobiler, çeşitli güçler Kürtlerin savaşmasını, Türkiye ile mücadele etmesini istiyorlar. PKK ezilsin, Kürtler tümden ezilsin, mücadele edemez duruma gelsin gibi bir yaklaşımları yoktur. Ama Kürtler sorunlarını Türkiye’yle, Irak’la çözsün, Suriye ve İran’la tümden çözsün, bölgede Kürt sorunu kalmasın gibi bir yaklaşıma da sahip değildirler. Çünkü Kürt sorununun çözümsüzlüğü onların politika üretmesine manevra yapma fırsatını veriyor. Çatışma ve çekişme ortamında Türkiye’den daha kolay taviz koparma imkanına kavuşuyorlar. Uluslararası güçler de bu çatışma ortamında bölge ülkelerini ve Kürtleri kendilerine bağlama imkanı buluyorlar. Böylelikle Ortadoğu’ya adım atıyorlar, Ortadoğu’ya müdahale etmiş oluyorlar. Ortadoğu’ya müdahale edecek zemini, fırsatı buluyorlar. Bu yönüyle de Kürt sorununun çözülmesini istemeyen birçok çevre olacaktır. Çünkü Kürt sorunu çözülürse Türkiye üzerinde politika üretemeyeceklerdir; tavşana kaç, tazıya tut diyemeyeceklerdir.
Sadece uluslararası ve bölgesel güçler değil, Türkiye içindeki bazı çevreler de Önder Apo’nun demokratik çözüm hamlesinden rahatsız olmuşlardır. Kürt özgürlük hareketi savaştığı zaman, mücadele ettiği zaman devletten yana olan, PKK aleyhinde, Kürtler aleyhinde politika izleyenler, çözüm sürecinin koşulları ortaya çıktığında ise çözüm sürecine karşı çıkan ya da kuşkuyla yaklaşan bir tutum ortaya koymuşlardır. Gerçekten de bir paradokstur. Aslında bir paradoks değil de Kürtlerin mücadelesine yaklaşımın ifadesidir. Kürtler mücadele ettiğinde, mücadeleyi sürdürdüğünde kendilerini Türk devletine yakın göstermekte, Türk devletine yakın göstererek politikalarını bu çerçevede etkin kılmaya çalışmaktadırlar. Çünkü Kürtler direnmektedir. Kürtlerin direnişi üzerinden Kürtlere karşı çıkarak, Türkiye’ye yakın görünerek, hükümete yakın görünerek politik çıkar elde ettikleri anlaşılmaktadır. Ama Kürt sorununun çözümü gündeme gelince telaşa kapılmışlardır. Çünkü savaş bir uzlaşmayla sonuçlanırsa gerçek yüzlerini rahatlıkla gizleyemeyeceklerdir. Bu açıdan da savaş sırasında hep devleti destekleyen, Kürt özgürlük hareketinin haklı, doğru taleplerini desteklemeyen, bu yönüyle de Kürt özgürlük hareketine karşı savaşan gerici güçlerin yanında olan çevreler çözüm imkanı olunca çözüme karşı çıkmaya başladılar. Neredeyse bu çözüm için adım atan Önder Apo’yu lanetlemeye, PKK’yi lanetlemeye, Önder Apo’nun ve PKK’nin etkisini ve itibarını kırmak için her yolu ve yöntemi denemeye başladılar.
Oyalamanın artık koşulları kalmadı
İç ve dış güçlerin tutumu gerçekten Kürt sorununun ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir. Önderlik buna Kürt kördüğümü dedi. Kürtlerin bir kördüğüme mahkum edildiklerini söyledi. İşte bu Kürt kördüğümü bu olmaktadır. Yani çözüm olamaz. Çözümsüzlük içinde Kürtler de debelenecektir, bölge ülkeleri de debelenecektir. Bundan da uluslararası güçler, Avrupa, ABD ve belirli güçler yararlanacaktır. Kürt özgürlük hareketi aslında bu politikayı eskiden beri görmüştür. Hatta Önder Apo’nun esaretinden sonra çözüm zemini yaratmak için silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarma talimatı verdiği ve gerillanın sınır dışına çıktığı ortamda yapılan VII. Kongre değerlendirmelerden biri de “Kürt sorununun çözümsüzlüğü kötülük tanrılarının Ortadoğu’ya verdiği bir ceza gibidir” değerlendirmesi yapılmıştır. Kötülük tanrıları da bu çözümsüzlükten nemalanan kimi uluslararası ve bölgesel güçler olmaktadır.
Özcesi bu süreci doğru anlamak ve gerekliliklerini yerine getirmek çok çok önemlidir. Çeşitli çevrelerin ortaya koyduğu gibi bu kesinlikle AKP’nin inisiyatifinde gelişen bir süreç değildir. Aksine AKP’nin sıkıştığı bir dönemde gerçekleşmektedir. Çeşitli güçlerin PKK en güçlü dönemde olduğu dönemde anlaşmaya yanaşmaz, savaşı sürdürür dediği bir dönemde, PKK’nin güçlü olduğuna herkesin kanaat getirdiği bir dönemde Kürt özgürlük hareketi bu hamleyi yapmıştır. Yani AKP’nin sıkıştığı, Kürt özgürlük hareketinin ise önemli gelişmeler yarattığı dönemde Kürt Halk Önderi böyle bir hamle yaparak devleti ve AKP’yi bir çözüm kulvarına sokmak istemektedir. Yani AKP’nin sıkıştığı bir süreci demokratik siyasal çözüm hamlesiyle Türkiye’yi demokratikleştirecek ve Kürt sorununun çözümünü sağlatacak bir gelişme ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Çünkü AKP’nin 2013’te PKK’ye karşı, Kürt özgürlük hareketine karşı mücadele vermesi büyük kaybetmesine yol açacaktır. AKP ve çevresindeki güçler de kaybetmek istemiyorlar. Çünkü onlar da geçen yüzyılda cumhuriyetten dışlanmışlardı. Cumhuriyet tarafından sosyalistler, Kürtler dışında üçüncü olarak dışlanan da kendileriydi. Bu açıdan da tümden kaybetme yerine, daha etkisiz ve zayıf duruma düşme yerine, belirli bir demokratik uzlaşmayla kendilerini var etmek isteyeceklerdir. Dolayısıyla Türk devleti ve AKP’ye demokratikleşme sürecini kabul ettirecek bir momenti yakalamış durumdayız. AKP’yi böyle bir momentte hegemonya peşinde koşma yerine, ya da tümden kaybetme yerine belirli bir demokratik çözümle kendisinin de yaşamını sürdüreceği, belirli düzeyde demokratikleşmiş bir Türkiye’ye razı olması da mümkündür.
İlle de devletin ve AKP’nin Kürt Halk Önderi’nin öngördüğü demokratikleşme kulvarına gireceğini söylemiyoruz. AKP’yi ve devleti böyle bir sürece sokma imkanı doğmuştur. Ancak Türk devleti ve AKP düşünüldüğünde böyle bir sürece kolay girmeyeceği de açıktır. Çünkü AKP’nin zihniyeti öyle geleneksel Türk devlet politikalarından çok farklı değildir. O da hegemonik bir zihniyete sahiptir. Hegemonik bir zihniyete sahip olduğu için o da Kürtleri inkar, imha ve kültürel soykırıma uğratmak istemiştir. Yıllarca bu politikayı sürdürmüştür. En çok tek devlet, tek millet, tek bayrak diyen bu hükümettir. Bu hükümet yıllardır Kürtleri en iyi ben ezerim, en iyi ben oyalarım, en iyi ben tasfiye ederim diye ittihatçıların, ulusalcıların, derin devletin desteğini de aldı. İktidarda böyle kaldı. Eğer en iyi ben ezerim, en iyi ben tasfiye ederim demeseydi, AKP’nin Kürt özgürlük hareketine karşı savaş yürütmede uluslararası, bölgesel ve iç dinamikler açısından belirli bir gücü, potansiyeli olmasaydı AKP iktidarda kalamazdı. AKP, Kürt özgürlük hareketini en iyi ben tasfiye ederim diyerek ayakta kaldı. Ama 2012’de bu politika boşa çıkarıldı. Bu politikanın yürümeyeceği görüldü, bu nedenle artık en iyi ben ezerim, en iyi ben tasfiye ederim diyerek de ayakta kalamaz. Bu açıdan ya oyalayacak ya çözecekti. Oyalamanın da artık koşulları kalmamıştır. Eğer demokrasi güçleri iyi mücadele ederse, Kürt özgürlük hareketi doğru politika izlerse dünya ve bölge koşulları Kürt halkının örgütlülük düzeyi, politik gücü, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin birikimi, yine Türkiye’nin ve bölgenin siyasal ortamının AKP’yi, Türkiye’yi değişime zorlaması bu demokratik çözüm hamlesinin başarıya ulaşmasına imkan verecek verilerdir. Biz işte Önder Apo’nun bu hamlesine sahip çıkarak bu verileri demokratik çözüm ve Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda pratikleştirmek ve bir sonuca ulaştırmak istiyoruz. Sürece böyle doğru yaklaşılırsa, kendiliğindenci bir yaklaşımı olmazsa, AKP’ye endekslenmezse, AKP eksenli bir değerlendirme olmazsa o zaman gerçekten demokrasi güçlerinin ve Kürt özgürlük hareketinin bu süreci başarıyla yürütmesi gerçekleşecektir.