Abdullah Öcalan
Her giz bir zaman aşikar olur. Var olmak için görünür olmak durumundadır. Sonsuz gizliliklerin insan gerçeğiyle buluşması zor, hatta imkansızdır. Gizli olanın görünür olması bir doygunluk gerektirir. Bir vakit gelir, zamanın kendisi de kendisini olgunlaştırır, gizler aşikar olma olgunluğuna erişir, ham olan pişer. Mevcut olanlar nasıl ki kendi zamanlarını yaşamış olmanın doygunluğunu yaşarsa, o zamana değin mevcut olamayanlar, görünür olma zamanının doygunluğunu yaşayarak evrensel akışa katılırlar.
İnsan, doğarak evrensel akış içinde olduğuna dair ilk adımı atar. Ama bu süreklileşen ya da komple bir durum değildir. İnsanın süreklileşen evren akışına katılması süreklileşen bir varoluşu gerçekleştirmesiyle mümkündür. Ruhsal ve bedensel varoluşun süreklileşen uyumu tam da bu bütünleşmeyi tanımlamaktadır. Bunu başarabilen insan, evrenin özgürleşme amacına yönelirken attığı bir adım olan insanlaşma evresini tamamlamış olmaktadır. Bedensel varoluş evreleri beslenme, barınma ve üreme eylemleriyle tamamlanır. Ruhsal varoluş ise bedensel varoluşun tüm anlarına yaşarken verilecek anlamla birlikte, o anların dışında, o anlara dair oluşacak anlam silsilesiyle oluşmaya başlar. Böylece tam olarak gerçekleşmeyi tespit etmek için ruhsal varoluş alanına dair kriterler belirlemek gerekir ki bu pek mümkün değildir. Kiminde bir anda duyumsanan bir anlam damlası bunu gerçekleştirirken, kiminde başkasından ulaşan anlam denizine bir dalga olmak bunu gerçekleştirmenin şartı olur. Acı ve mutluluk, ruhsal varoluşun insandaki yansımalarını ortaya koyan önemli bir işaret ya da gösterge olabilir. Mutluluk ve acının tanımı çokça yapılır. Bu iki duygunun birbirine bağlılığı tanımlarının da birbirine bağlılığını getirir. Evrensel uyumun oluştuğu ve evrensel akışa katılmanın duyumsandığı zamanlar mutluluk olurken tersi biçimde bu uyumdan uzaklaşarak akışın dışına düşmek de acı olmaktadır.
İnsana has bir özelliktir ağlamak. Ve gözyaşı kutsaldır. İnsanın kendi bedeninden süzdüğü, ışıktan geçirerek son halini verdiği bir tanrısal yaratımdır. İnsanların sevinçten ve acıdan ağlamaları bu tanrısal yaratıma denktir. Garip olan odur ki, insanların acıdan ağlaması daha olağan görünür. Kimi zaman olur ki, acının tarifsizliğinde insan gözyaşını dökmek istemez. Böyle zamanlar henüz acıya bir tanım getirmemiş olmaktan kaynağını almaktadır. Aynı acı karşısında eğer bazı insanlar ağlayabiliyorsa ve ağlaması beklenen tüm insanlar ağlamıyorsa, bilin ki ağlamayan insanlar acıyı çok daha fazla aşan tanımlar aramakla meşguldürler.
Haki Karer arkadaşın şehadeti karşısında Apocu gençlerin içine girdikleri tutumları duymuşuzdur. Onlarca yıl önce yaşanan duyguları anlamaya çalışırken amacımız o zamanın duygu ya da acı haritasını çıkarmak değildir. Zamana yazılan, o zamanda duyumsanan acıları anlamaya çalışarak o dönemin devrim ruhunu anlamaya çalışırız. O dönemdeki yaratım ruhu, o zamanın tanrısallığını bir de bu yolla kavramaya eğiliriz.
Ağlamak acının derinliğini anlatır
Ağlamak tabii ki anlamlıdır. Ağlamak insanın kendi bedeninden süzdüğü kutsal suyu gözlerinin nuruyla yıkayarak evrene katmasıdır. Acıları yönsüz bir şekilde yaşamaktan ya da çözümsüz yakınmalardan söz etmiyoruz. Ağlamak acının derinliğini anlatır. Hz. İsa “öz ağlamayınca göz ağlamaz” derken özün yaşadığı duygulanımın zirvesel bir ifadesi olarak ağlamayı dile getirmektedir. Diğer yandan ağlamayanlar da vardır. Ağlamamanın bir boyutu acıyı anlama eşiğine hiç uğramamaktır, ama bizim konumuz tabii ki bu değildir. Acının ötesinde yaşananları anlamanın çabası, o dönemde ağlamak yerine başka eylemlere yöneltmiştir Apocu gençleri.
Bir yazısında Mustafa Karasu arkadaş, Haki arkadaş hakkındaki duygularını şöyle dile getirmişti: “Haki adını her duyduğumuzda ve her andığımızda bir gülümseme belirirdi yüzümüzde. İnsan onu gördüğünde değerli bir şeye kavuşmanın uzun ayrılıktan sonra en sevdiği insanlarla buluşmanın ya da bir hazine elde etmenin sevincini duyardı. Haki ile yaşanılan her an unutulmayan bir tattı. Nazım Hikmet ‘omuzda olmayan kolun boşluğu’ diyor. Haki yaşamımızda bundan daha derin bir boşluk bıraktı ve bu boşluk tüm yaşamımız boyunca da kendini hissettirdi.”
Kendimizi tanımlarken çokça başvurduğumuz bir kavramdır boşluk. Varlığı hiçlikle tanımlamak gibidir. Haki Karer arkadaşın ardından duyumsanan en derin his, boşluk olmuştur. Bu boşluk öyle büyüktür ki uzun yıllar boyunca hakimiyetini sürdürmüştür. Tamamlanması zor bir buruklukla düşünüyorum Haki Karer arkadaşı. İçimde ağlamaklı olmayan, acının derin sularında gezinen ama sırtını gözyaşlarına dayamayan büyük bir boşluk oluyor. O boşluğun her yeri doldurduğu duyumsamasına kapılıyorum. Öyle karşılıyorum tarihin o kesitini.
Haki arkadaşa dair Önderliğimizin söylediği “Haki benim gizli ruhumdur” sözü tüm zamanlarda devrimciliğin, özgürlük mücadelesinin, yoldaşlık ilişkilerinin ve anlamlı yaşamanın odağı haline getirilmesi gereken bir sözdür. Bir yoldaşla paylaşılacak en güzel anlam ortak bir ruh yaratmaktır. Onun ruhunu kendindeki gizli kalan yan olarak anlamak, kendi eylemlerini onun ruhunun bir yansıması, yarattığı enerji akışının ve anlam dünyasının bir form kazanması olarak yaşamı yaratmaktır. Anlama statik bir karşılık vermek değil, akışkan bir anlam silsilesini oluşturarak kendini bu silsileyle birlikte var etmektir.
Önderliğimizin dünyası, yansıttıkları kadar zamanın olgunlaşmamasından dolayı yansıtamadıklarından oluşmaktadır. Ruh, zihniyet ya da maneviyat dediğimiz metafizik durumların toplandığı bir kişisel evreni anlatır. Beden ise bu zihniyetin yansımalarından oluşan maddi durumların ihtiyaç duyduğu hareketlerin toplamı olarak kendi evrenini oluşturmaktadır. Önderliğimizin içinden geldiği Türkiye sol hareketi Önderliğimizin dünyasını oluşturan, Mahir Çayan’ın bir seminer konuşmasıyla kendini tanımlayarak kuramın kararlılığını yaratan, çocukluk yıllarındaki arkadaşlık ve kendi toplumunu yaratma özlemleriyle anlamı derinleşen, tüm çaresizliklere ve kendisi olamayışlara karşı özgür bir kendilik yaratmayı amaçlayan bir dünyadır. Ruh böyle oldukça çocukluk hayallerine ihanet etmeyecek, gençlik yıllarının anlam arayışını sürdürebilecek, birlikte yeni özgür yaşam hayalini kurduğu Türkiyeli gençlerle birlikte yaşama istemlerinin dışına düşmeyecektir.
Bu ruh, tarihin kutsallarının ana damarına bağlandığı Urfa’dan yola çıkarak çağdaş bir peygamberlik serüveni yaratmıştır. Serüvenin heyecanı, sınırlandırılmamış bir özgürlük yolculuğuna kendini hasretmesindendir. Özgürlük yolculuğu da dediğimiz serüven giderek bir yol olmuş ve bu yolda tüm insanlığın yürümesinin anlamın gerçek yaratımı olacağı inancıyla bütünleşerek kendi sınırlarını sınırsızlığa yakın bir düzeyde oluşturmuştur. Henüz kumsala çizilen şekiller denilmektedir Haki arkadaşın yaşadığı dönemlerin Apoculuğu için. Bu durum, formun belirginleşmemesiyle ilgili olsa da Apoculuğun hiçbir izi kumsala çizilen değerde olmamıştır. Her bir iz, zamanın sonsuzluğunda bir durak olarak ele alınmış ve sonraki zamanların hakikati olarak tasavvur edilmiştir.
Önderliğimizin ruhunda oluşan ve Haki arkadaşın ruhuyla bütünleşerek kendi anlam bütününü oluşturan özgür yaşam ütopyası henüz olgunlaşmadığı için kendi zamanında gizildir. Ortadoğu tarihinin peygamberlik damarı güçlüdür. Hem bu güç, kendine Diyarbakır’da ser verip sır vermemeyi bedenleştiren İbrahim Kaypakkayaların direnişini, Nurhaklarda şehit düşen Sinan Cemgillerin savaş kararlılığını, Mahir Çayanların özgür yaşam mücadelesinde Mezopotamyalı gençlere dair keskin belirlemelerini de kendine katarak gizil olmakla gerçek olmak arasında bir mecrada yerini belirlemiştir. Sosyalizm mücadelesindeki en özgürlükçü ve adanmış adımlardan ilham almıştır. Haki arkadaş tam da bu dönemin kutsalıdır. Kutsal deyişimiz tabii ki yaşam anlamını kendinde zirveleştiren değerler olmasından kaynağını almaktadır. Somuttur çünkü yaşamıştır. Bir ten ve tin toplamıdır. Emeğin anlamı yaratmasının timsalidir. Anlamı damla damla alın teriyle yaratmasını bilmiş, çeliğe su verir gibi kendi ruhuna alın terinden damlalar vererek anlam dünyasını sağlamlaştırmıştır. Tam olarak gizli olmaktan kurtulamaması, onun yeni formu kazandığı kadarıyla da olsa diğer insanlarda somutlaştıramamasındandır. O güçlü enerji akışının kendi formunu yaratamamasıdır acıyı yaratmadaki en büyük etken. Önderliğimizin cevabı ise inatla ve ısrarla o enerjiyi, Haki arkadaşın şehadetine rağmen, süreklileşen ve büyüyen bir forma kavuşturma mücadelesini sürdürmek, süreklileşen mücadele içinde anlamı yükseltmek ve evrenin neresinde olursa olsun ortak anlamları birbiriyle bağlantılı hale getirmektir.
Ve artık güneş doğmuştur…
Şehadetinden bu yana geçen 36 yıl içinde gizli ruh yaşamın farklı tüm alanlarında kendi formunu yaratarak gizli olmaktan kurtulmuş ve milyonların yüreğinde görünür olmuştur. Bugün Önderliğimizin gizil ruhu milyonların şahitliğinde bir demokratik kurtuluş ve özgür yaşam kararına dönüşmüştür. Gizli ruhun aşikar olması budur işte.
Gizli ruh, Ağrı’nın Erciyes ile Cudi’nin Kaçkar ile dostluğundadır.
Bu dostluğun olgunlaşmasından doğan güneştir gizli ruh. Ve artık güneş doğmuştur.
Önderliğimiz Amed Newrozu’nda verdiği mesajda “selam olsun demokratik hakları, özgürlük ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun yolcularına…” dedi. Bu selam Haki Karer arkadaşadır. Bu selam Anadolu ve Mezopotamya halklarının barış içinde özgür yaşama hayallerini somutlaştıran ve halkların kutsal değeri haline getiren tüm Hakice yoldaşlıklaradır. Newrozu büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan halkların kardeşliğinedir.
“İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.” diyen Önderliğimizin yaratmaya çalıştığı ruh, Haki arkadaşın kimliğinde toplanan gizli ruhtur. Zaman, gizli ruhun artık gizli olmaktan çıktığını ve görünme vaktinin geldiğini müjdelemektedir: “Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır. Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur. Bugün artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz. Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.”
Milyonların şahitliğinde, özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazanmış Kürtler Önderliğimizin demokratik kurtuluş ve özgür yaşam kararı vererek tarihle sözleşti.
“Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.”
Gözyaşı kutsaldır dedik. İnsanız, sevinince de üzülünce de bu kutsallığı hatırlarız dedik. Önderliğimizin mesajı okunduğunda Kürt, Türk ya da diğer halklardan olan birçok insanın ağlaması, tarihsel acıların yerine tarihsel mutlulukları koyabilme zamanının geldiğini görmekle ilgilidir. Yüreğin kendini eritmesidir bir anlamda ağlamak. Ve eriyen yüreklere verilecek en büyük anlam Önderliğimizin çağrısına bir kez daha kulak vermek ve Haki Karer arkadaşın gizli ruhunun bugün görünür olması gerçeğini kendimizden başlatmaktır.
“Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz. Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.
Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ayağa kalkmak istiyor.
Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan ‘BİZ’ kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle ‘TEK’e indirgenmiştir. ‘BİZ’ kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır.
Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir. Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.”