Ayın 18’inde yoldaşlarımız Dersim’de, Elbistan’da, Mersin’de yapılan törenlerle toprağa verildi. Halkımız Avrupa’daki Kürtler başta kadınlar olmak üzere ve tüm dostlarımız büyük bir sahiplenmeyi Paris’te bir hafta boyu yürüttükleri eylemlilikle ortaya koydular. Daha sonra Amed halkı Kürtlerin nabzı, kalbi olarak Önderlik ve PKK çizgisine, gerçeğine ne kadar bağlı olduğunu, sahip çıktığını bu şehit yoldaşlarımıza yaptıkları karşılamayla, törenle gösterdi. Daha sonra da Dersim, Maraş ve Mersin’de toplanmış olan tüm Kürtler ve dostlarımız, demokratik ilerici güçler; aynı iradeyle, kararlılıkla devrimci bir duruşla, ruhla bu yoldaşları toprağa verdiler. Toprağa verilen üç insanın ardından milyonlarca insanın özgürlüğü ve demokrasiyi kazanma konusundaki kararlılığı bütün ülkeyi, toplumu kapsıyor, kucaklıyor. Bu temelde şehitlerimizi Sara, Rojbin ve Ronahi yoldaşları, onların şahsında tüm 2012 yılı şehitlerini, tüm Özgürlük mücadelesi şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Özlemlerini ve amaçlarını başarma sözümüzü Özgürlük mücadelesini mutlak zafere ulaştırma temelinde bir kere daha yineliyoruz.
Bu söz veriş, ant içiş kişisel, örgütsel olmaktan öteye, bir halk ve demokratik insanlığı kucaklayan bir düzeye ulaştı. Gerçekten de düşmana inat şehitlerimizin anıları Kürt halkı için olduğu kadar, dostlarımız, tüm demokratik çevreler açısından da bir özgürlük andı, özgürlük yemini, zafer andı haline geldi. Daha şimdiden üç yoldaşın yerini fazlasıyla dolduracak kararlılıkta, cesarette militan bir duruş, halk gerçeği ortaya çıktı. Bu elbette olması gerekendi; bu yoldaşlara yakışandı. Acımızı öfke ve dirence dönüştürmede bize güç kaynağı olan temel olgu da bu oluyor. Böyle bir durum PKK militanı olmanın, kadın özgürlük çizgisinde demokrasi mücadelesi yürütmenin devrim davasına sonuna kadar bağlı olmanın ne kadar etkileyici, güçlü olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyor. On gündür Kürt toplumu kadını, erkeği, genci, yaşlısı gerçekten de yeni bir duygu ve öfke devrimi yaşadı. Belki yıllarla yürütülecek mücadelede edinilecek ruh, bilinç ve kararlılığı bu on gün içerisinde edindi. Sadece Kuzey Kürdistan’da halk ve kadınlar içinde etkide bulunmakla da kalmadı, tüm Kürt birliğini yaratma ve Kürt halkının dostlarını duyarlı kılıp çoğaltmada yürütülecek her türlü mücadeleden çok daha fazla bir gelişmeyi ortaya çıkardı.
Geliştirilmek istenen komplo baştan boşa çıkartılmıştır
Bütün bunlar Önderlik çizgimizin, hareketimizin, Kürdistan özgürlük mücadelesinin, Kadın özgürlük hareketinin günümüzde kapitalist modernite sisteminin ortaya koyduğu her türlü saldırı, faşizm, katliam karşısındaki özgürlük ve demokrasi arayışının ne kadar güçlü, haklı, yerinde, halklar tarafından benimsenen bir konumda olduğunu net bir biçimde gösterdi. Tabii bu temelde katliam daha şimdiden büyük bir güce ve mücadeleye, özgürlük yolunda gelişmeye dönüştürülmüştür diyoruz. Halkımızın yurtdışında ve dört parçada ortaya koyduğu ruh, duygu sahiplenme tutumu, cesaret ve kararlılık saldırganların amaçlarını daha şimdiden boşa çıkartmayı, kursaklarında bırakmayı bilmiştir. Bu bakımdan saldırı ile amaçlanan boşa çıkartılmış, başarısız kılınmıştır. Çünkü birçok çevre değerlendiriyor, böyle bir dönemde saldırının amaçlarını anlamak zor değil. AKP hükümetinin daha sinsi ve örtülü bir biçimde inşa etmek istediği Kürt soykırım rejiminin amaçlarını başarmak üzere geliştirdiği alçakça saldırı oluyor bu. Ortadoğu’da halkları yeniden boyunduruk altına almak için saldırıda bulunan, III. Dünya Savaşı denen savaşı yürüten güçlerin saldırısı oluyor. Üç yoldaş şahsında bu saldırılar çok açık bir biçimde Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını hedefliyor. Ona dönük bir saldırı oluyor. Özgürlük ve demokrasi çizgimize, dolayısıyla Önderlik gerçeğimize yöneltilen bir saldırı oluyor. Ortadoğu halklarının özgürlük, demokrasi ve kardeşlik eğilimine yöneltilen bir saldırı oluyor. Daha özgün olarak da kuşkusuz kadın Özgürlük hareketinin gelişimine yöneltilmiş çok alçakça ve korkakça bir saldırı oluyor. Bu saldırıyla bize ne söylenmek istendiğini anlamakta zorlanmıyoruz. Kürt halkı sindirilmek, yıldırılmak, susturulmak isteniyor. Teslim alınarak soykırıma razı edilmek isteniyor. Bunun için de Kürt özgürlüğünün ruhu, bilinci, iradesi, sembolü olan ve öncülüğünü yürüten özgür kadın duruşu ve bilinci sindirilmek, ürkütülmek, korkutulmak isteniyor. Nasıl ki daha 1977 Mayısı’nda Haki Karer yoldaş katledilerek başta Önder Apo olmak üzere yeni küçük bir grup olarak gelişmekte olan hareketimiz korkutulup, ürkütülüp bu işten vazgeçirilmek istendiyse; bu yoldaşlara saldırıyla da çok açık ki sadece Kürt özgürlüğünün garantisi değil, bütün dünyada kapitalist modernite gericiliğine karşı halkları doğru bir mücadeleye çekip ayaklandırma gücüne sahip olan kadınları etkileme, harekete geçirme gücünde olan Kürdistan özgür kadın hareketi ürkütülmek, sindirilmek isteniyor. Halk olarak da kadınlar olarak da bu saldırıyla böyle bir tehdit altına alındığımız tartışmasız. Bunu anlayacak bilince, güce, iradeye sahibiz. Fakat bütün bunu hedefleyenlere karşı söyleyebiliriz: Geçen on günlük süreç gerçekleri, gelişmelerin nasıl olacağını açığa çıkardı. Kürt halkının ve Kürt kadınının kendisine yöneltilen saldırı ve tehdit karşısında nasıl büyük bir irade, birlik, cesaret ve kararlılık içinde olduğunu dost düşman herkes gördü. Avrupa’dan Amed’e, Dersim’e, Maraş’a, Mersin’e kadar Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da, Batı’da, yurtdışında yediden yetmişe halkın ve büyük bir yekun olarak kadınların gösterdiği ruh, duruş, şehit yoldaşlarımızı ve onlar şahsında Kürdistan Özgürlük mücadelesi ve parti çizgimizi, Kürdistan özgürlük davasını sahiplenme durumu daha şimdiden katliamcılar tarafından bize verilmek istenen mesajı yerle bir etti. Saldırganların amaçlarında, hedeflerinde başarılı olmak şurada dursun, daha ilk günden büyük bir yenilgiyi yaşamaya mahkum olduklarını net bir biçimde gösterdi. Sonraya bile kalmadan, ilk andan itibaren kadınlar, halk, bu katliamı yapanlara hakkettikleri cevabı verdi. Öfkesiyle, direnme ruhuyla, özgürlük ve demokrasi değerlerini sahiplenme gücüyle bunu Paris’ten, Amed’e ve Dersim’e kadar milyonlar halinde şehit yoldaşlara dönük gösterdikleri sahiplenmeyle net bir biçimde ortaya koydular. Bunu açıkça ifade edebiliriz. Bu bakımdan komplo daha şimdiden bozulmuş, boşa çıkartılmıştır diyebiliriz. Saldırının temel amaçları kırılmış, boşa çıkartılmıştır. Bu bakımdan da olayın anlaşılma ve karşılık verilmesinde bir eksiklik yoktur. Gereken gerçekten de büyük bir kararlılıkla, duyarlılıkla yapılmıştır. Devrimin birkaç yılda alabileceği mesafe bu on günlük süre içinde fazlasıyla aldırılmıştır. İşte bu saldırının başarısız kılındığını, boşa çıkartıldığını, saldıranların yenilgiye uğratıldığını gösteren en temel husus oluyor.
Tabii bu genel durumla yetinecek durumda değiliz. O nedenle bu gelişmelerin yanında daha çok ayrıntıda olayı anlama, açığa çıkartma, içerdiği tehlikeler karşısında hareket ve halk olarak gerekli tedbirleri geliştirmeye çalışma görevimiz var. Şimdiye kadar olan ilk cevabı, karşılığı vermekti. Şehitlere karşı görev ve sorumluluğu yüksek bir sahiplenme duygusuyla yerine getirerek saldırının amacını kırmaktı, boşa çıkarmaktı. Bu görkemli bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Bundan sonrası kuşkusuz olayı daha derinden anlama, daha fazla bilgiye ulaşma, yapanlardan yaptıranlara kadar kimler olduklarını, ne amaç güttüklerin açığa çıkartarak onlar karşısında nasıl durmamız gerektiğini netleştirme çabamız sürecek. Bu konuda şimdilik elimizde çok somut veri yok. Çok profesyonelce bir saldırı olduğu herkesin ifade ettiği bir gerçek. Ancak şu ana kadar yapanlar ve yaptıranları somut olarak ortaya koyacak bir gelişme, özellikle Fransa ortamında açığa çıkmış değil. Birçok çevre Fransa yönetimini bu sorumluluğu yerine getirmeye çağırdı. Kendileri de başlangıçta daha kararlı görünüyorlardı. En son birkaç gün içinde bazı açıklamalar yapacaklarını içeren bir duyuruda bulundular. Bunun dışında herhangi bir netlik oluşmuş değil. Biz kendi açımızdan olayın soruşturmasını, araştırmasını yapmak durumundayız ve yapıyoruz. Bu konuda da ayrıntılı bilgilere henüz ulaşabilmiş değiliz. Daha doğrusu varsa da böyle bilgiler bize ulaşmış değil. Elimizde parça parça veriler var. Bu on gün içerisinde söylenen, açığa çıkan, geçmişte söylenip de çok fazla dikkat çekici olmayan, ama bugün bu gelişmeler içerisinde önem arz eden bilgilerin derlenip toparlanması var. Olay çok büyük olasılıkla bizim saatimizle iki, iki buçuk arasında yaşanıyor. Bazı kısa bilgilendirmeler çok net olmamakla birlikte şu an bildiğimiz kadarıyla bilmemiz gereken önemli bir husus budur. Polisin açıklamaları çok gerçeği yansıtmıyor. En azından bize ulaşan ilk bilgiler çerçevesinde öyle. Çünkü Avrupa saatiyle var olan randevularına gitmiyorlar, gidemiyorlar. Böyle bir olay olmamış olsaydı kuşkusuz gideceklerdi. Olayın nasıl işlendiğine dair çeşitli açıklamalar oldu. Bunların hepsi henüz iddiadan ibaret. Yani tam netleşmiş bir şey yok. Bir kişinin yaptığı, tek silahla işlendiği yönünde, ama bu mümkün mü? Bu kadar profesyonel bir işin bir silahla bir kişi tarafından işlenmesi zaten mümkün değil. Olayın oluş tarzı, süresi, biçimi, bu kadar gizlenebilmesi çok örgütlü, çok planlı, çok hazırlıklı bir ekibin işi olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Bu sıradan insanların gerçekleştirebileceği bir eylem değil
Tabii olay bir boyutuyla bir büro baskınıdır. Yani KNK’nin Paris bürosu silahla basılmış oluyor. Fakat oranın basılması Sara arkadaşa dönük bir saldırı amacıyla yapılıyor. Bu bir yorum. Ama ihtimalin ötesinde yüzde yüzlük bir gerçekliği ifade ediyor. Zaten böyle bir hedefleme de dikkate alınırsa olayın uzun bir takip temelinde profesyonelce gerçekleştirildiğini insan rahatlıkla tahmin edebilir. Zaten çok kesin olmayan bilgiler çerçevesinde söylersek Paris’te de değildi Sara arkadaş, Almanya’daydı. Bildiğimiz kadarıyla üç dört gün önce geliyor. Fransa’da mülteci pasaportu vardı. Kimlik işlerini, pasaport işlerini orada yapıyor. Geliş amacı bu. Bunları da tamamlıyor, artık ayrılmak üzeredir. Belki de o son randevusundan sonra aynı gün ayrılacak. Zaten ülkeye gelme durumu da söz konusu. Mevcut hazırlıklar biraz onun için de yapılıyor. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde takibin çok sıkı, belli bilgilere sahip bir konumda yürütüldüğünü gösteriyor. Bütün bunlar olayı anlamak, kim yaptı, yaptırdı sorularına cevap oluşturmak açısından değer ifade eden bilgiler, ama yeterli değildir. Bu bilgilere dayanarak insan çok fazla bir şey belirtemiyor. Fakat o kadar süre Almanya’da kalmasına rağmen, cinayetin birkaç günlüğüne gittiği Paris’te işlenmesi tabii ki bir soru işareti. Belki Paris’te kendini koruması daha zordur, güvenliği daha zayıftır diye düşünülmüş olabilir. Ama böyle bir dönemde Paris’e gideceği, bu kadar süreliğine orada kalacağı nereden biliniyordu. Bu kadar bilgiye olayı yapanların ulaşması mümkün değildi. Oradan bakıldığında da daha önceden planlanan ve böyle her yerde olayı gerçekleştirmeye hazır, bu güce sahip bir yapının var olduğu ortaya çıkıyor. Olayı yapanların böyle bir güce sahip olduklarını görüyoruz. Bu kadar iz bile bırakmadan, ama bir kişinin gittiği üç dört günlük bir yerde böyle bir saldırının yapılabilmesi, yapanların ne kadar planlı, Avrupa’nın hemen her alanında böyle bir saldırıyı yapma gücüne sahip bir konumda olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyor.
Olay muğlaklaştırılıyor
Bazı hususlar basın yoluyla ortaya çıktı. Amerika’nın bir süre öncesinde Avrupa’daki bazı arkadaşlara dönük çeşitli kararlar almış olduğunu Wikiliks belgeleri denen yerden öğreniyoruz, okuyoruz. O önemli bir ipucu. Diğer yandan AKP yönetiminin daha biz olayı duymadan öğrenip yaptığı açıklamalar var. Gerçekten de biz Hüseyin Çelik ve Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından öğrendik, duyduk. Belki yönetimimizin diğer üyeleri daha önceden öğrenmiş olabilirler, ama biz olayı bu biçimde duyduk. O halde nasıl bu kadar erken olaydan haberdar olabildiler, hemen nasıl olayı anlayıp yorum getirecek bir bilgiye sahip olup açıklama yapabildiler, bu yönlü kuşku veren sözler ve davranışlar çoktur. Daha basın yayın organlarına Kürt ve Avrupa basınına bile yansımadan Türkiye’deki Zaman, Yeni Şafak gibi gazeteler olayı hem verdiler hem de yoruma tabii tuttular. Daha hiç kimse duymadan AKP’nin başkan ve başkan yardımcısı hem olayı duyurdu, hem de olaya ilişkin yorum yaptı. Söz konusu gazetelerin de AKP sözcüsü yayın organları olduğu dikkate alınırsa, o halde olayın AKP ile bağı yüzde yüze yakın bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu kadar erken bilgi sahibi olmak, herkesten önce konuşmak, kaldı ki belki de en son konuşması gerekenler olacaktı. Ama herkesten önce konuşmayı öngördüler. Bir de bir hedefe yöneltme çabaları ki, hepsinin aynı çabaya yöneltmeleri, örgüt içi infaz kavramını ortaya atarak toplumun, uluslararası çevrelerin dikkatini bu yöne çekmeye çalışmaları, üzerinde ciddi durulması gereken hususlar oluyor. Bunlar az, basit şeyler değiller. İpuçlarıdırlar. En son Başbakan Tayyip Erdoğan yine iki ay öncesinden Avrupa devletlerine Sara arkadaşın da içinde olduğu bazı arkadaşlara ilişkin bilgiler verilip tutuklanmasını istediğini basına açıkladı. Bu ortaya koydu ki Türk hükümetinin takibi var. En azından Sara arkadaşın üzerinde. Mevcut olan bir takip durumu en azından. Daha farklı planlar, projeler neler var, bilinmez, ama bir takip var, hakkında karar var. En azından tutuklatma istemi var. Yani AKP hükümetinin bu arkadaşımızla ilgili onu etkisiz kılma amacı doğrultusunda bir çabası var. Şimdi bütün bunları insan topladığında olayı kimlerin yaptığı bizim için çok önemli değil, tetikçi şu olabilir, bu olabilir, PKK’den kaçmış birkaç hain bile olabilir. MİT’ten de, gladiodan da çıkartılabilir. Keskin nişancı konumda oldukları açık, iyi bir askeri eğitim gördükleri anlaşılıyor. Bu kadar kısa sürede böyle bir cinayet işleyebilmeleri, karşıdakilere hiçbir hareket etme fırsatı bırakmamaları son derece eğitimli, profesyonel tetikçi konumunda olduklarını ortaya koyuyor. Fakat bu kadar saldırgan olmaları yapanların düşman olduğunu da gösteriyor. Yani öyle başka türlü bu saldırı izah edilemez. Parayla, pulla bunun gerçekleşmesi çok zordur. Ancak çok gözü kara, büyük bir düşmanlık bir insana bunu yaptırabilir. Düşmanlar birbirlerine yaptırabilirler. Bu anlamda yapanlar da önemli. Öyle basite almamak lazım. Fakat kim olurlarsa olsunlar, ne konumda bulunurlarsa bulunsunlar yapanlardan daha önemlisi yaptıranlardır. Önem taşıyan bu. Kim yaptırdı? Ne amaçla yaptırdı, hangi sonucu almak istedi? Bizim genel bir yorum ve kaba bir tasarım olmaktan öteye somut bir biçimde bu soruların cevabını ortaya çıkartmamız gerekiyor. Önder Apo da olayın bu düzeyde aydınlatılmasını, bundan sonraki sürecin sağlıklı yürütülmesi açısından gerekli gördü, istedi. Hareket açısından da, süreç açısından da Kürdistan ve Ortadoğu’daki gelişmelerin seyri açısından bu durum önem taşıyor.
Şimdi bu veriler yanında en çok konuşulan bu saldırının sürece dönük olma hususudur. Neredeyse bu konuda herkesin görüş birliği var. Tek görüş birliği edinilen nokta da burası. Birbirine her bakımdan karşıt olan, düşman olan güçler, çevreler bile burada birlik oluşturuyorlar. Tuhaflık burada işte. Bu nasıl bir süreç ki, başka alanlarda birbirine bu kadar karşıt olan, anlaşamayan güçler bu saldırının sürece karşı olduğunda neredeyse hemfikir oluyor. Bence bunu da iyi sorgulamak lazım. PKK içi bir infaz suçlamasından sonra en çok dillendirilen ikinci görüş de bu. Birincisi AKP’ye aitti. O konuda AKP dışında hiç kimse görüş belirtmedi. Çeşitli yayın çerçeveleri, tartışmacılar da AKP hükümetinin ve basınının yönlendirmesi sonucunda bu tür ihtimalleri ortaya koydular. Dolayısıyla PKK içi olay iddiası bir AKP iddiası, suçlamasıdır. Bunu iyi anlamalıyız. İkincisiyse, içerisinde AKP’den MHP’ye her türlü Türk çevresinden uluslararası güçlere kadar çok çeşitli demokratik siyasi çevrenin dillendirdiği bir durum. Süreçten kastedilen İmralı’daki görüşmeler. Bu saldırının İmralı görüşmelerine dönük bir saldırı, komplo, bir provokasyon olduğu ifade ediliyor. Önder Apo da böyle ifadelendirdi ve çözümünü istedi. Olayın çözülmesinin bundan sonra sürecin sağlıklı gelişmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından ön açıcı olacağını belirti. Bu da önemli. Fakat burası muğlaktır. Bir genelleme var burada. Yani öyle bir durum ortaya çıkıyor ki, sanki gerçekten de İmralı’da bir çözüm olmuş (her kes bunda hemfikir) ve bu olay ise buna karşıtmış gibi. Peki, madem öyledir bu olayı kim yaptı? Böyle bir olayı bir deli yapamaz, kafası kızmış bir çete topluluğu yapamaz. Bu kadar profesyonelce işlenen, bu kadar derin ideolojik, siyasi anlamı olan bir saldırının öyle birkaç kişinin işi olarak görülmesi, değerlendirilmesi mümkün değil. Arkasında büyük güçler var, bir siyaset var tabii. Siyasetten öte bir ideolojik, psikolojik duruş var. Bunu hiç kimse inkar edemez. O halde bu kadar çok genellemeci sürece bağlı kılmak da olayı muğlaklaştıran ikinci boyut oluyor. Nasıl ki öyle bir durumu 1986’nın 28 Şubatı’nda Olof Palme’nin katledilmesi ardından da Türk basını ve Türk hükümeti yaptıysa, birinci planda AKP’nin daha hiç kimse bilgi sahibi bile olmadan “bu PKK işi” diyerek sorumluluğu PKK’ye yüklemeye çalışması söz konusu oldu. Biz hareket olarak bu tür ithamlara, saldırılara yabancı değiliz, alışığız. Gece saat onda vurulan bir Başbakan’ın o zaman basılmış olması gereken Türk gazetelerinin sabah saat 5’te katil Apocu mu diye manşet atarak nasıl verdiği hala izah edilmemiş, açıklanmamış bir soru olarak kaldı. Ama bunun sonucunda PKK ve Kürtler Avrupa’da çok büyük zarar gördüler. Bütün ulusal hareketlere destek veren, dostluk gösteren bir rejimle Kürt özgürlük hareketi karşıt güç olan, çekişme çatışma yaşayan bir duruma düştü. Bu tür komplolar geçmiş mücadele tarihimiz içerisinde çok yapıldı. Biz hareket olarak bunları bilen, alışık bir konumdayız. O nedenle Şimdi yapılanları yadırgamadığımız gibi, anlama zorluğu da çekmiyoruz. Süreçle kurulmak istenen bağı da aslında olayı muğlaklaştıran, izini kapatmaya çalışan bir özelliği içerdiği açık. Onu da görmemiz gerekli. Hangi sürece, neye karşı onu iyi bilmemiz, irdelememiz gerekli.
Ortada bir süreç yok!
Tabii olayın İmralı’da Önder Apo’nun başlattığı yeni girişimi, yeni arayışı sabote etmeye dönük olduğu tartışmasız. Bu olayın özünde Kürt-Türk barışını engelleme, bu savaşı daha da derinleştirme, tırmandırma amacı olduğu açık. Bunda tereddüt yok. Fakat süreç ne durumdadır, o bilinmezse muğlaklık orda çıkıyor ortaya. Süreç hala Önder Apo’nun bir niyeti, bir fikri, bir kararlılığı durumundadır. Ondan öteye bir boyutu yoktur, onu herkes bilmeli. Fakat bu olay ardından öyle oldu ki, sanki AKP bu sürecin yaratıcısı, dört elle sahiplenmiş, onaylamış gibi. Sanki bütün Avrupa, Amerika, NATO onaylamış gibi. En son, “biz de süreci sonuna kadar destekliyoruz” diye İran açıklama yaptı. Yani herkes aslında Önder Apo’nun yapmak istediğini destekliyormuş gibi bir hava verdi. Böyle bir realite yok ortada. Bu bir yanıltma, aldatma, olayı saptırmaya dönük bir girişim. Bu konuda yanılmamalıyız. Ortada böyle bir boyut yok henüz. Gerçekten de Avrupa’nın, Amerika’nın görüşünün ne olduğu belli değildir. Olaydan sonra dil ucuyla “olaya karşıyız, süreci destekliyoruz” açıklaması yaptılar. Ama Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’ya gidip geri döndükten sonra onları ilk ziyaret edenlerden birisi Norveç elçisi oldu. Ve “biz bu sürecin dışındayız, sadece izliyoruz” diye çok donuk, sert bir açıklama yaptı. Orada destekliyorlar mı, karşı mı çıkıyorlar çok belli değil. Ve daha önceki görüşmelerin yapıldığı ülkenin elçisi olması itibariyle böyle bir yaklaşım göstermesi önemlidir, anlamlıdır. Oslo görüşmeleri orada yapılıyordu. Daha önceki görüşmelerin ev sahipliğini yapan güçlerdi bunlar. Bu yeni girişim karşısındaki tutumları henüz netleşmiş değildir. Şimdi bir taraf, “İran ve müttefikleri tüm gücünü böyle bir süreci sabote etmek için harcıyor” diye çaba harcarken, İran, “biz baştan beri devletler ve halklar arasındaki barış girişimlerinden hep yana olduk ve bütün bu söylenenler bizim için iftiradır, Siyonist basının uydurmasıdır” deyip geçebildi. Demek istediğim şu; kulağa da hoş geliyor, sanki herkesi barışsever ve demokrat da yapıyor bu sözler. Zıddını söylemek bu koşullarda mümkün değil. O nedenle söylenenin hepsi gerçek değil. Sözlerin hepsine biz inanacak durumda değiliz. O bakımdan “bu olayı sürece karşı provokasyon olarak görüyoruz” deyip, olayın içinden sıyrılma çabalarının olabileceğini görmemiz lazım. Çünkü böyle bir açıklama olayın sorumluluğunu üzerinden atmaya hizmet ediyor, öyle algılanıyor, öyle yansıtılıyor. Kim diyorsa ki bu olay sürece karşı bir provokasyondur, biz süreci destekliyoruz, o halde bu olayı yapan biz değiliz, demiş oluyor. Sorumluluğu üzerinden atıyor. Bu gerçek değildir ve ortada öyle bir süreç yok. Böyle bir süreci herkesin desteklemesi durumu yok. Dolayısıyla sürece karşı bir provokasyon sözlerine inanmamak lazım. Eğer böyle söyleyenler değilse ve herkes bunu söylediğine göre o zaman bu olayı kim yaptı? Öyle ki, bu durumda sanki olayı yapan ya da yaptıran kalmıyor. O halde o sözler gerçekçi değil, doğru değil. Olayın Önder Apo’nun geliştirmeye çalıştığı sürece karşı bir saldırı olduğu gerçek, ama bu süreç başta AKP hükümeti olmak üzere bölgenin ve dünyanın çok değişik siyasi güçleri tarafından kabul edilmiş, olumlu görülmüş durumda değil. Benimsenmiş durumda değil. Hali hazırda süreci geliştirmeye çalışan Önder Apo, ona destek veren de PKK ve Kürt halkıdır. Desteklemeyenlerin durumunun ne olduğu henüz tam net değildir. Bunlar, “AKP bu süreci geliştiriyor, bu olay da sürece karşı bir provokasyon, o halde AKP olamaz” biçiminde AKP’yi temizlemeye, dolayısıyla belirttiğimiz ipuçlarını geçersiz kılmaya götürmemeli. AKP’nin öyle bir duruşu, politikası yok henüz.
Hatta bu şeyleri yürüten bakan Beşir Atalay’ın açıklamaları da var, “entegre strateji izliyoruz” diye. Entegre strateji, topyekun özel savaşı mevcut boyutlarından çok daha öteye götürmeyi ifade ediyor. Özel savaşa ilişkin İlker Başbuğ’un ve Tayyip Erdoğan’ın tanımlamaları, açıklamaları vardı. “Tek boyutlu olmamalı, askeri boyutun yanında ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel, psikolojik, diplomatik boyutları da olmalı” diyorlardı. Şimdi entegre strateji denen plan, bunların yanında hem savaş yapıp hem görüşme yapmayı da ifade ediyor. Diyor ya, “terörle savaşırım, siyasi uzantısıyla görüşürüm.” “Görüşmeyi savaşın hizmetine koşarım” anlamına geliyor bu. O nedenle bazı devlet kurumlarının İmralı’da Önder Apo’yla görüşmüş olması TC devletinin bazı güçlerinin ve AKP hükümetinin, Paris’teki katliamı yaptırmış olması ihtimalini ortadan kaldırmıyor. Tam tersine bu durumlar entegre strateji denen yaklaşımın bir gereği olarak ortaya çıkıyor. O bakımdan olayın arkasında AKP hükümetini aramak lazım. Mevcut açıklamalar, bu savı daha çok doğruladı. Aslında böyle bir görüş ortaya koyabilmek için bu açıklamalar şüphe uyandırıcı oldu. Entegre stratejiyle AKP yönetiminin “terör bitene kadar saldırılarımız devam edecek” açıklamasıyla birleşince bu daha çok doğrulanıyor.
Diğer yandan Türkiye’de PKK’ye karşı savaşı yürüten güçler, şoven-milliyetçi çevreler, istihbarat çevreleri ile birlikte entegre strateji kapsamında hem görüşme hem savaşı iç içe yürürken aynı zamanda yeni bir alan olarak kirli savaş dediğimiz bu tür komplocu saldırıları, katliamları yan yana yürütmeyi de ifade ediyor, içeriyor. Bazı kişiler var, bunları basına da yansıttılar. Şöyle değerlendiriyorlar: Şimdiye kadar yürütülen yöntemlerle PKK’yi yok etmek mümkün değil, AKP bunu yaparsa hiçbir şey kazanamaz. O halde yeni yöntem izlemeli. Yeni yöntem olarak izledikleri, örgütle ve halkla mücadele etmek, savaşmak yerine, yönetimle mücadele ve savaş. “Bu mücadeleyi, direnişi örgütleyen yönetici kadroyu hedefleyerek onları imha etmeyi öngör, sonuç alırsın” diyorlar. Bunu ekim ayından bu yana son üç aydır ciddi ciddi tartışıyorlar. Açıkça basına yansıttılar da bazıları. Kaç kişiyse, on kişiyse on, yirmiyse yirmi, kırksa kırk, hükümetin elinde bir liste olmalı, o listede yer alan her bir kişiye göre bir imha planı oluşturulmalı ve savaş bu temelde yürütülmeli, biçiminde bir planlamayı öne sürüyorlar. Çok büyük olasılıkla AKP’nin böyle bir planı da esas aldığını görüyoruz. Ekim ayının başından itibaren, eylülde ortaya çıkan gelişmeler, Kürdistan’ın bütün eyaletlerine yayılması ardından, zindan direnişinin de devreye girmesiyle AKP hükümetinin savaşa ilişkin yaptığı değerlendirme ve ortaya koyduğu değişiklikler kapsamında bunların öngörüldüğünü düşünmemiz lazım. Ekim başından itibaren AKP’nin politikalarında, savaş strateji ve taktiklerinde ciddi bir değişiklik oldu. O zamana kadar öngördükleri politikaları ve stratejileri değiştirdiler. Özellikle Zagros hattında, diğer hatlarda da alan denetimi sağlamak için gerillanın üzerine büyük bir teknik güçle gittiler. Bunu zamanında anlayıp tedbir geliştiremeyen gerilla güçlerimiz bundan zarar da gördü. Önemli bir taktik değişiklik buydu.
Bir diğerinin yeniden İmralı’da önderliğe gitme, önderlikle görüşmeleri devreye koyarak toplumda, harekette beklenti yaratma, dolayısıyla mevcut mücadeleye, savaşa göre gerçekleştirilmiş duruşu, mevzilenmeyi gevşetme, zayıflatma ve böylece saldırıp vurmaya, darbelemeye açık hale getirme olduğunu biliyoruz. Önemli bir değişiklik de bu oldu. Şu ana kadar bize yansıyan durumlar AKP’nin Önder Apo’nun geliştirdiği, geliştirmeye çalıştığı yeni sürece ilişkin verdiği cevap bu kapsamdadır. Bundan öteye herhangi bir görüşü, önerisi, tutumu yok AKP’nin. Sadece propaganda ediyor, uluslararası kamuoyunu, Türkiye kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. Kürt halkını, mücadele eden güçleri etkileyerek mücadele konumlarını zayıflatmaya çalışıyor. Üçüncü bir planlamanın da parti yönetimimize dönük kirli istihbarat savaşı kapsamında bir saldırının öngörülmüş olması çok yüksek bir ihtimal. AKP bunu 2006’da devreye koymak istedi, biz o zaman erkenden fark ettik, basında teşhir ettik. Bu biçimde sızdırılan bazılarını açığa çıkarttık, etkisiz kıldık. Dolayısıyla etkili olmadan boşa çıkartıldı, bertaraf edildi. AKP’nin gündemine yeni gelen bir konu değil bu, öncesinden de var. Şimdi de yeniden böyle bir savaş planını gündemleştirdikleri anlaşılıyor. Bu konuda net olmak lazım. Henüz daha gündemde görüşmeler yokken böyle bir durum planlanmıştır. Böyle bir saldırı üç günlük, beş günlük bir olay değil, en az birkaç ayı içeren bir durum ve Tayyip Erdoğan diyor ki “iki ay, üç ay önce biz girişimde bulunmuştuk”, tam da böyle bir saldırının kararının verilmiş olma, planının oluşturulmuş olma sürecini ifade ediyor. Bu bir tür sürçülisan etmek gibi bir şey. Bu kendini savunucu bilgiler vermeye çalışırken aslında suçunu itiraf etme anlamına geliyor. Şunu bilmemiz gerekiyor; AKP gerçekten de PKK’yi imha ve tasfiye etmek için her türlü aracı ve saldırı yöntemini kullanmayı kabul etmiş, bunu kararlaştırmış, gündemine almış durumda. Herhalde son iki üç aydır geliştirmeye çalıştıkları saldırılar var. Bu anlamda savaş cephelerinde, savaşı koordine eden komutanlara dönük saldırılar zaten gelişiyor. En son Amed eyalet komutanlığımıza dönük saldırı da bu temelde gelişmiş bir saldırıdır. Böyle bir saldırıyla sadece Paris’te karşılaşmadık. Botan, Zagros hattında gelişen saldırılar tümüyle bu kapsamdadır. En son Mardin’de yaşanan olay da benzer. Öyle sıradan bir olay değil. Medya Savunma Alanları’na dönük saldırıların hepsinin, yönetimi hedefleyen saldırılar olduğunu zaten hükümet sözcüleri basına açıklıyorlar. O halde yurtdışındaki parti kadrolarımıza, hareketimizin yönetimine dönük de böyle bir saldırı planının yapıldığı ve bu tarz bir saldırının harekete geçirilmiş olduğu anlaşılıyor. Sara arkadaşa dönük saldırıyı bu kapsamda değerlendirmek lazım. Bu saldırı zaten o arkadaşımızı hedefledi. Onun da PKK’yi imha ve tasfiye etme amaçlı saldırının en önde hedeflediği kişiliklerden birisi olduğu ortada, açık. Bu bakımdan mevcut veriler temelinde olayın ardında önemli bir güç olarak AKP hükümetini aramamız lazım. AKP şu haliyle bile hala “yok edeceğiz” diyor. Bir yandan “sürece dönük provokasyon” derken, diğer yandan saldırılarını yürütüyor. Askeri operasyonlarını Kuzey’den de, Güney’den de karadan da ve havadan da sürdürüyor. Öyle katliamdan, imhadan vazgeçmiş değildir. Zaten böyle bir planlama birkaç ay öncesinde oldu ki, o zaman AKP, PKK’ye karşı mücadeleyi yeni bir planlamaya kavuşturmuştu.
Katliamın arkasında uluslararası güçler de olabilir
Bütün bunlar birleştirildiğinde birinci sorumlu olarak AKP’yi görmek lazım. Biraz o saldırıların üzerine gittik, 2006’daki gibi geri adım attılar. Oyunun bozulacağı, kendi yönlendirmelerinin boşa çıkacağı, olaydan sorumlu tutulacakları açığa çıkınca bazıları ağzını kapattılar, konuşmuyorlar bir süredir. Biraz da olayları daha fazla deşmemek üzere ön açtılar. Cenazelerin ülkeye gitmesine, törenle kalkmasına fırsat tanıdılar. “Daha çok üzerine gidersek olayı yapan olduğumuz açığa çıkar, derinleşir” kaygısıyla bunu yaptıklarını düşünmemiz lazım. Diğer yandan başka güçler var mı, dış güçler var mı, değerlendirilebilir. Bazı çevreler Ortadoğu’nun statükocu güçlerini, İran vb öne sürüyorlar. AKP hükümetinin o güçlerle de ittifakı vardır. PKK’ye karşı yıllardır birlikte ortak savaş yürütüyorlardı. Türkiye-İran ittifakı Kürtlere karşı hiç de ortadan kalkmış değil. Bir ihtimal olarak her zaman değerlendirilecek bir durumdur. Diğeri Avrupa ve ABD’nin, NATO’nun tutumu. Her ne kadar biz süreci destekliyoruz deseler de, gerçekten Kürt sorununun Önder Apo’nun inisiyatifiyle Türkiye tarafından çözülmesine razı mıdırlar? Razı olsalar, bunu isteseler şimdiye kadar bu sorun bin defa çözülmüş olurdu. Sorunu onlar yarattılar, Ortadoğu’nun güçleri değil. Kürt sorunu Ortadoğu’nun ulus-devletlerinin boynuna bir değirmen taşı gibi geçirildi. Tıpkı İsrail sorunu gibi. Ortadoğu’yu, Kürtleri denetlemek üzere Hamidiye Alayları’ndan bu yana geliştirilen bir politika oluyor. PKK’nin bütün çabalarına da en çok onlar karşı çıktılar. En somut örneği Önder Apo’nun çabalarıdır. 1998’de savaşı durdurdu, mevzisini bıraktı, Avrupa’ya gitti “buyurun çözelim” diye. Bu tutuma neyin dayatıldığını gördük. Uluslararası komplonun, İmralı sürecinin nasıl geliştiğini, ne anlama geldiğini biliyoruz. Bütün bunlar aslında Kürt sorununu çözmek değil de çözüm çabalarını engellemek, sorunu ayakta tutmak, var etmek, devam ettirmek çabaları olduğu tartışma götürmüyor. Dolayısıyla halihazırda her ne kadar hep barış, demokrasiden söz etseler de, sorunları çözmeyi dile getirseler de sınırlı bazı demokratik güçler dışında Avrupa ve ABD sisteminin, kapitalist modernitenin, hegemonik güç siyasetinin Kürt sorununun çözümüne kapalı olduğu, Kürt sorununu ayakta tutmayı öngördüğü açık. Bu anlamda Önder Apo’nun bütün çözüm arayışları, çabaları en başta bu güçler tarafından engelleniyor, sabote ediliyor. Nitekim Önder Apo ilk girişime yöneldiğinde bu konuda uyarmıştı. “Eğer bazı güçler tarafından engellenmezse yeni bir girişim ve gelişme ortaya çıkacak” demişti. Görüşmeler engellenmedi, ama görüşmeleri dinamitleyecek, önüne engel koyacak böyle bir saldırı ortaya çıkartıldı işte. Avrupa’da böyle bir saldırıyı Türk devleti, hükümeti yapabilir mi? Bazı arkadaşlar gücü vardır, yapabilir, o kadar çok örgütlülüğü var diyorlar. Mümkün. Ama bazı çevrelerle dayanışma içinde yapması da ihtimal dahilinde. Türkiye böyle bir şey planlarsa, bundan bazı çevrelerin yararlanmak isteyeceklerini de düşünmemiz lazım. Türk hükümeti bunu tümden gizlilik içerisinde yapamaz. Bu nedenle olayın içinde başka güçler de olabilir. O da bir olasılıktır, bir ortaklık olabilir. Bu, Ortadoğu güçlerinden ziyade, kapitalist modernitenin hegemonik güçlerinin, derin gladionun, süper gladionun işi olma ihtimali daha fazla. Belki de zamanı, yeri onlar seçtiler. Eğer böyle bir ortaklık varsa AKP hükümetinin-Türk devletinin zaman ve yer seçiminde inisiyatifi olmayabilir. Bu anlamda AKP de zora sokuluyor olabilir.
Olay birçok boyutuyla gerçekten de Roboski katliamına çok benziyor. Bir yılı geçti, ikinci yılında katliama ilişkin bir aydınlatma yapılamadı. Bu katliamda açıktan işlenmiş bir cinayet olmasına rağmen niye vuruldu, vuranlar neyi hedeflediler, yaptıklarını sahiplenecek, açıklayacak durumda değiller. Demek ki olayın içinde bazı başka karışık şeyler var. Başka yerler var. İstihbarat nereden geldi sorusuna AKP hükümeti hala cevap verebilmiş değil. En çok da bu sorudan rahatsızlık duyuyor. Şimdi Paris katliamı da tıpkı Roboski katliamı gibi böyle içinde bazı karışık güç ilişkileri ve mücadelesini de içeren bir AKP oyunu, saldırısı olarak değerlendirilmeli. Eğer olay aydınlatılırsa bu gerçek açığa çıkacak, biz bundan eminiz. Tabii bütün bunların hepsi bir yorum, değerlendirme, ama ezbere konuşmuyoruz. Biz de bu mücadelenin içindeyiz. Hem bilgi ediniyoruz hem de tarafız. Yaşıyoruz bu gerçeklikleri. Neyin nasıl olduğunu ve kimler tarafından yapıldığını anlayacak, bilebilecek durumdayız. Bu bakımdan da olaya ilişkin muğlaklıkları bu biçimde giderebiliriz.
Olmayan bir demokrasi ve özgürlük vehmediliyor Avrupa’ya
İmralı’daki görüşmelere Önder Apo’nun bütün çözümleyici, kararlı çalışmasına rağmen AKP hükümetinin PKK’yi imha ve tasfiye etmek üzere kapsamlı bir saldırı planına sahip olduğu ve bu planını yürütmeye çalıştığını anlamamız lazım. Bu konuda ben arkadaşlara şunu da söylemek isterim: Yarın İmralı’da diyebilir biz tamam kabul ediyoruz, hatta belge bile imzalanabilir, ama ben PKK’liyim diyen, hele hele sırtına silah almış, dağa çıkmış, ben özgürlük savaşçısıyım diyen herkes bilmeli ki AKP öyle bir imza atış ardından bile fırsat bulduğu an bu güçleri imha etmekten geri durmayacaktır. Öyle barış olur, çözüm olur, bu herkes için olur soykırım rejiminde zihniyet ve politika değişimi gerçekleşir sanmamak lazım. Bazıları için bütün bunların hepsi imhanın hazırlanması olabilir, imhayı hazırlamaya götürebilir. Bu bakımdan özellikle mücadeleyi, Özgürlük mücadelesini yürüten güçler, özgürlük savaşçısıyım diyen güçler gerçekleri daha iyi görmek, kendilerini bu gerçeklere göre, gerekliliklerine göre hazır tutmak zorundalar. Öyle kendilerini bazı kararlara ve sözlere tümüyle yatırmamalılar. Duyarlılıklarını, hassasiyetlerini, tedbirlerini, mücadeleci konumlarını kaybetmemeliler. Bütün dünya deneyimleri, en son Filistin kurtuluş mücadelesinde yaşananlar, Kürdistan tarihinde bütün isyan, direniş deneyimlerinde yaşananlar bu gerçeği net bir biçimde gösteriyor, doğruluyor. Bizim için çok değerli, paha biçilmez, ders olma özelliği taşıyor. Bu konuda hiç kimse yanılmamalı, kendini kandırmamalı, yanılgıya düşmemeli. Ayırım yapmaya çalışıyorlar, yönetimdir, değildir, eskidir, yenidir. Şimdiye kadar sanılıyordu kadındır erkektir ayırım yapılıyor, ama bu katliam onu da ortadan kaldırdı. Bu tür ayırımların hiçbirisinin doğru ve geçerli bir yönünün olmayacağını bilmemiz lazım. O nedenle de içine girdiğimiz süreci büyük bir mücadele süreci, daha karmaşık, daha kapsamlı, daha derin, daha zengin bir mücadele süreci olarak görmek, bu mücadelenin gereklerine göre zihniyeti, politikayı, örgütlenmeyi, mevzilenmeyi, çalışma planın oluşturmak, özgürlükçü duruşu bu temelde ele almak, yürütmek kesinlikle lazım. Böyle yaparsak bütün oyunları bozarız. Böyle yapmaz da kendimizi bazı tatlı sözlere ve sınırlı girişimlere kaptırırsak işte o zaman kaybederiz. Her türlü oyun ve provokasyona açık hale geliriz. Bu tür oyunlar bizi yıldırır, yıpratır, darbeler. Mevcut olaydan bu temelde bir ders çıkartalım. Bunun için de olayın özgürlük mücadelesinin gelişimi, Özgürlük hareketinin güvenliği, korunması açısından da değerlendirmek gerekiyor.
Bu bakımdan diğer sonuçlar yanında zaten önemli bir sonuç da güvenliksiz bir duruş ve mücadele gerçeğinin yaşanıyor olması. Bunun arkasında da ciddi yanılgı, yanlışlık, eksiklikler var. Şimdi gidermemiz gereken esas konu bu. En son Paris katliamı bu konudaki zayıflıklarımızı açığa çıkartan çok önemli bir olay oldu. Fakat sadece bununla durumu izah edemeyiz. Dağda, gerillada olanlar ondan çok mu farklı? Hayır, ondan sonra Zap’ta, Zagros’ta yaşananlar Paris’ten çok mu farklı? Hayır. Bu bakımdan güvenlikli çalışma konusu tartışma olarak gündemimizde. Gerilla başta olmak üzere siyasi alan on bin tutuklu verdi. Hiçbir tedbiri yoktur. Hiçbir zaman PKK kendini böyle yakalatmamıştır. Kolay düşmana yem olmamıştır. Avrupa’da da şimdiye kadar çok sayıda yakalanma oldu. Ama çok az tedbir geliştirdik. Sadece bazı arkadaşları böyle bir sonuçtan kurtarabildik. Parmakla sayılacak kadar azdır onların sayısı da. Ama böyle bir saldırıyla ilk defa karşılaşıyoruz. Şimdiye kadar dernekler basıldı, evler basıldı, kırıldı, yakıldı, yıkıldı, kapatıldı, Kürt halkı ve Özgürlük hareketi küresel kapitalist saldırının birçok uygulamasına maruz kaldı. Fakat böyle bir katliamı bu biçimde ilk defa yaşıyoruz. Biz hareket olarak 30 yıldır savaş halindeyiz. 12 Eylül’ü tarih olarak alırsak 33 yıldır savaş halindeyiz. İlke olarak savaşı Kürdistan’da tutmaya, Kürdistan dışına taşırmamaya büyük bir özen gösterdik. Bu bir Önderlik ilkesidir. Bir özgürlük savaşı, ulusal kurtuluş savaşı veriyorsak bunun yeri ulusun ve ülkenin yaşadığı yer olur dedik. Belki de birçok halkın ulusal kurtuluş mücadelesinin göstermediği düzeyde bir itina, dikkat gösterdik bu konuda. Karşıtlarımızdan da böyle bir duyarlılık ve dikkat istedik. Onlar PKK’yi terör listesine almaktan, PKK üye ve sempatizanlarına dönük, Kürt halkına dönük saldırılar yapmaktan, baskı, tutuklama, kapatmalara başvurmaktan geri durmadılar. Fakat böyle bir katliam da olmadı. Biz sürdürdüğümüz ilkenin karşılığını bu biçimde aldık. Avrupa’daki baskı düzeyi bu katliamla birlikte şimdiye kadar var olanı aştı, nereye kadar gider bilemeyiz, bu konuda süreçleri doğru anlama, içinde bulunduğumuz ortamın özelliklerini doğru görme, onun gerekliliklerine göre hareket etmede çok eksikliğimiz, zayıflıklarımız oldu. Önder Apo bunları çok eleştirdi. Önderliğin duyarlılığı, tedbiri, yönlendirmesi olmasaydı Avrupa çalışmalarında çok daha fazla hata yapabilirdik. Önderliğin bütün öngörü ve duyarlılığına rağmen yine de birçok eksiklik gösterdik. Tedbirli olamadık, yeterince tutumu zamanında geliştiremedik. Değişen duruma göre duyarlı davranıp yeni tedbirler geliştiremedik. Bu olay da benzer bir durumu ifade ediyor. Değişim süreci, AKP hükümetinin savaşta yaptığı değişiklikleri, olası yöntemlerini ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da bize yönelik yansımaların nasıl olacağını tam tespit edemedik. Aslında üç aydır güvenlikli çalışma konularını tartışıyoruz. Yeni tedbirler geliştirmek gerektiği üzerinde duruyoruz. Yönetimimizin bireysel düzeyde, bireyler düzeyinde hedeflendiğinden şüpheleniyoruz. Buna karşı tedbirler geliştiriyoruz. Belki bazen bu tür duyarlılıklar bazı yerlerde saldırı planlarını boşa çıkartmış da olabilir. Bu tür bilgiler de var elimizde. Bazı arkadaşlara dönük benzer planlamalar başarısız da kılındı. Hepsi bu kadar da değil. Bir savaş alanı bu. Herkes bilmeli. Fakat yurtdışında da bu kadar şey gelişir konusunda gerçekten de çok öngörülü olamadık ve özel bir tedbir alamadık, geliştirmedik. Genel bir duyarlılık sağlamayı ifade eden uyarılar ötesine geçemedik. Genelde de zaten arkadaşlarımızda yaygın olan Avrupa sistemini, demokrasisini, siyasetini anlamayan bir duruş var. Olmayan bir demokrasi ve özgürlük vehmediliyor Avrupa’ya. Bu konuda gerçekten de ciddi yanılgılar, yanlışlıklar var. Genelde Önderliğin bütün netleştirici yaklaşımlarına, uyarılarına rağmen bu konuda bir duyarsızlık var.
Yani Avrupa sistemini anlamayan, demokrasisini yeterince çözemeyen, haddinden fazla özgürlük ve eşitlik vehmeden, onun için de rahat olan bir duruş var. Bu genelde halka da yansıyor. Halkın Avrupa sistemine, devletlerine yaklaşımını da ifade ediyor. Bol bol isteriz yaklaşımı eskiden çok vardı, buradan kaynaklanıyordu. Şimdi Kürt toplumu bunu biraz aştı. Gördüler ki istemekle bir şey kimse vermiyor, yapmak lazım. Apocu olmak lazım. Onun için dikkat edelim başta kadınlar olmak üzere herkes mücadele veriyor. “Niye böyle” diyorlar, “geçmişte böyle değildi,” “istiyoruz demokrasi var, niye vermiyorsunuz” diyorlardı, “başkaları verir” diyorlardı. İşte Avrupa sistemine hep verici olarak yaklaşım var. Oysaki o bir verirse iki almak zorundadır. O sistem kapitalizme özgü. İki değil, on alır bir bile vermez. Fakat biz yanlış anlıyoruz. Bu konuda yanlış anlayışlar var, tedbirsizliklerimiz var. Mevcut olayın böyle bir boyutu da var. Kendi açımızdan bu tür dersler çıkartmamız lazım. Bütün olarak genel hareketin dünyanın dört bir yanındaki çalışmalar için özel olarak gerillanın komuta ve savaşçı gücü için mevcut mücadele koşullarının düşman yaklaşımlarının, topyekun özel savaş konseptinin özelliklerini, entegre stratejinin içeriklerini dikkate alarak ona karşı bir tedbir geliştirmek, daha tedbirli, düzenli, örgütlü hareket etmek zorundayız. Bu yönetim için de geçerli, yapı için de. Yönetim, yapı ayırımı yoktur. Tüm kadro ve savaşçı gücü böyle bir duyarlılığı kazanmak zorundadır. Çünkü biz örgütüz, bir aradayız. Ya hep birlikte güvenlikli oluruz, ya hep birlikte kaybederiz. Öyle birisi güvenlik sağlasın, ben istediğim gibi hareket edeyim diyemez kimse. Böyle bir anlayış içimizde var olursa kimse güvenlik sağlayamaz. Kime karşı güvenlik sağlayacağız? Örgüte karşı mı, düşmana karşı mı? kadronun, yönetimin, savaşçının güvenlik yeri örgüt sistemidir, örgütünün içidir. Örgüt düzenidir, örgüt disiplinidir.
Sara arkadaş Dersim direnişçiliğinin yiğit bir örneğiydi
Önder Apo katliamı, ikinci Dersim katliamı olarak tanımladı. Tabii Sara arkadaş şahsında yeniden canlanan, dirilen, ayağa kalkan Dersim gerçeği, özgür ve direnişçi insan ve toplum gerçeği Paris katliamıyla tıpkı 1937-38’dekine benzer bir biçimde katliamdan, soykırımdan geçirilmek istendi. Bu gayet açık ve anlaşılır bir durum. Gerçekten de Sara arkadaş kişiliği, gerçeği 1937-38 katliamını boşa çıkartarak Dersim’in yeniden özgürlükçü direnişini Apocu çizgide açığa çıkartan, yaratan bir gerçekliktir. Bu gelişmelerin Dersim halkı üzerinde belirli bir etkisi oldu. Yüzlerce kahraman şehit ortaya çıkardı bu direniş. Yüzlerce, binlerce militanı var, savaşçısı var. Fakat dikkat edelim tam zafer kazanmış değildir. Dersim hala karmaşıktır; Dersim’de hala 1937-38 katliamının psikolojik, ruhsal, düşünsel, yaşamsal etkisi çok güçlü. Fiziki katliam ve soykırım ardından geliştirilen beyaz katliamla, beyaz soykırımla düşman Dersim’i tümden bitirmek istedi. Hala bu konuda umut taşıyor, hala sonuç almaya çalışıyor. En son Kılıçdaroğlu oyunu bu temelde sahneye konuldu. Bütün devlet, hükümet destekledi. Kılıçdaroğlu kendi gücüyle, zekası ya da politikasıyla CHP’ye başkan olmadı. Sadece PKK tarafından, Önder Apo çizgisinde Dersim’in yeniden dirilişinin önü alınmak, engellenmek için CHP başkanlığı gibi bir yer böyle bir kişiye verildi. Nitekim 12 Haziran 2011 seçimlerinde bunun etkisini gördük. O sadece seçime yansıyan boyuttu. Tabii bir de toplumun duruşuna, yaşamına, ülkeye, halka, özgürlüğe, tarihe bağlı olma, sahip çıkma durumuna, kişiliğe, insana yansıyan boyutları var. Bütün bunlarda katliamın etkisi çok fazladır. Kendini kaybetme, yabancılaşma, kendi kimliğini, kişiliğini kaybetmenin en çok geliştirildiği, ortaya çıkarıldığı yer oluyor. Bu bakımdan Önder Apo yaratılan beyaz katliam sürecini kışla kültürünün egemen kılınma süreci olarak tanımlamıştı. Kışla kültürüne karşı kırk yıldır Önderlik gerçeğimizin yürüttüğü bir mücadele, direniş var. Böyle bir mücadelenin en önemli, seçkin, öncü kadrolarından birisiydi Sara arkadaş. Önderliği en erken gören, anlayan, onun doğruluğuna inanan, Dersim tarih gerçeğini oradan anlayan ve o temelde tarihsel gerçeklikle, toplumsal gerçeklikle Önderlik çizgisinde buluşmayı sağlayan bir ruhun, bilincin sahibi oldu. Ta baştan beri bir grup arkadaşla birlikte Ankara’daki Önderliksel doğuşun ideolojik gruplaşmanın etkilerinin ilk Kürdistan’a yansıtıldığı süreçte bu çizgiyi doğru bularak ona katılım gösterdi. Burada onunla birleşti. Belki Ankara’dan katılan konumunda değildi, ama Ankara’daki doğuşun Kürdistan’a ilk taşırılma sürecinin katılımlarından oldu. Bu tabii önemli bir durumdu. Bir ruhu, bir zihniyeti, bir duyguyu, kişiliği temsil ediyordu. Bozulmamış ülke ve halk gerçeğine tarihsel olarak bağlanmış, kapitalist modernitenin ayartıcı etkilerinden rahatsızlık duyarak onlara karşı olmuş bir duruşu, gerçekliği ifade ediyordu. Katılımının arkasında kesinlikle bu etkiler var. Son derece bilinçliydi. Sara arkadaş katılmadan önce başka örgütlerle ilişkiliydi. Yanılmıyorsam THKO’nun devamı olan Halkın Kurtuluşu idi. Evlenmişti. Ama evliliği de, örgütü de reddederek, bırakarak Önderlik çizgisine katıldı. Dışa karşı mücadele etmeden önce kendi içinde Önder Apo’nun geliştirdiği düşünce ve duygular temelinde yoğun bir mücadele yaşayarak bu çizgi gerçekliğini, tarihsel toplum gerçekliği temelinde doğru anlayarak katılım gösterdi. Yani katılımı bir anlık heyecan ya da çaresizliğin sonucu olmadı. Bilinçsiz kesinlikle olmadı. Büyük bir mücadeleyle ve tercihle bu katılım gerçekleşti. Mücadele ve tercih de bu Apocu düşüncelerin tarihsel ve toplumsal olarak doğru, ulusal olarak doğru, kadın çizgisi ve özgürlüğü olarak doğru olduğuna inanarak, öyle bir bilinç edinerek katıldı. Sadece devlet sisteminin dıştan, üstten, kaba egemenliği değil, onun ideolojik, psikolojik egemenliği etkisine karşı da, sosyal şovenizm biçimindeki sol uzantılarının etkisine karşı da böyle bir bilinçlilik temelinde doğruları görüp mücadele ederek onlardan kopuş sağladı. Dersim katliamını, Dersim toplumunu Tuncelileştirme çabasına karşı, Tuncelili olmanın bütün özelliklerini yıkarak Dersim gerçeğini kendi kişiliğini adım adım yeniden canlandırdı, yarattı. Ruh olarak, bilinç olarak, davranış olarak, yaşam olarak. Dersim’den o dönemde katılımlar epeyce oldu. Dersim’de okuyan Kürdistanlı –Urfa, Diyarbakır gibi diğer yörelerinden gitmiş olan– birçok arkadaş da katıldı. Dersim’in bir özelliği cumhuriyet sistemi içinde katliama dayalı sözde bir aydınlanmayı, dolayısıyla bilinçlenmeyi yaşıyor olmasıydı. Bunun alevi kültürünün bazı özellikleriyle de birleşmesi sonucu sözde muhalif, özgürlükçü, özde ise sistemin sol ucu olan bir anlayış vardı. Aslında katliam, Kürdistan üzerindeki soykırımcı egemenlik böyle bir etki kurmuştu. Bütün bunların hepsinin kırılmasını, yıkılmasını ifade etti o katılım. 1970-80 arasında Kürdistan’da sert bir ideolojik mücadele yaşandığını ve bu ideolojik mücadelede PKK’nin kazandığını belirtiyor son savunmada Önder Apo, mücadelenin en çok yaşandığı yerdi Dersim; bunu tereddütsüz söyleyebiliriz. Böyle bir mücadeleye en çok katılan, yürüten kadrolardan oldu Sara arkadaş. Zor bir katılımdı, onu demek istiyorum. Herkes katılamadı. Devlet sistemi sadece hakim partiler değil, muhalif sol partiler ile de toplum, gençlik, kadınlar üzerinde tam bir egemenlik kurmuştu. Onları herkes görüp kıramadı. Yabancılaşma, eritilme durumunu çok insan aşamadı. Hala bu konuda yanılgılar yaşayan anlayışlar, tutumlar çok fazla var. Ama bundan 35-40 yıl önce bu gerçekliği gördü ve yabancılaşmanın her türüne karşı çıkma, reddetme gücünü göstererek kendini yeniden yaratma, PKK’ye katılma iradesini geliştirdi. Bu çok önemliydi. Ve zorlu bir mücadeleyle, tartışmayla, kavgayla oldu. En çok tartışan Dersim’di o dönemde. En çok kavga eden, çatışan alan Dersim’di. Şehitler verdik bir sürü, Aydın Gül yoldaştan başlamak üzere. Aydın arkadaş daha 1977’de Haki arkadaştan önce şehit düşen arkadaşımızdı. Ortaokul öğrencisiydi, çok gençti. Sara arkadaş da o zaman katılanlardı. İlk gruplaşma oluşuyordu. Böyle zor, çetin bir mücadeleyle oldu. Bir, kendine verilen ruh hali, ideolojik düşüncelere karşı mücadele; iki, dıştan kuşatan, kendisini tutan anlayışlara, tutumlara karşı ideolojik, siyasi mücadele göstererek katılım sağladı. Yine de o dönemlerde diğer alanlardan daha çok kadın katılımın olduğu yerdi Dersim. Sola açıklık ve sol içinde de etkili bir ideolojik mücadele yürütme özellikle gençlik içinde önemli bir etkide bulundu. Bu çerçevede bir grup, daha çok da okuyan bayan arkadaş oradan katılım gösterdi. Kürdistan’ın diğer alanlarından daha çok, daha ağırlıklı katılım oradaydı. Onlardan birisi oldu Sara arkadaş. Bir kısmı şehit düştüler, Azime arkadaş onlar, 1970-80’lerde. Sara arkadaş gibi bir bölüm hapse girdi.
Sara arkadaş büyük bir isyandı
Hem Dersim tarihinin, Dersimliliğin, Dersim toplumunun yeniden diriltilmesi açısından, hem de kadın özgürlüğünün geliştirilmesi anlamında öncü bir katılım gruplaşma 1970-80 arasında daha çok da Dersim’de ortaya çıktı. Tabii Sara arkadaş en uzun süre bu mücadeleyi yürüten arkadaşlarımızdan oldu. Sadece Dersim açısından değil, genel açısından da şehit düşmeler ve kopmalar yanında Önderlik çizgisine, parti gerçeğine her koşulda, her alanda sonuna kadar bağlı kalarak büyük bir özgürlük direnişçiliğini yürütme tutumunu, gücünü gösterdi. Bu anlamda hem Dersim’i yeniden dirilten, hem bütün Kürdistan’da Kürt halkının, Kürt özgürlüğünün gelişimiyle Dersim direnişçiliğini birleştiren lehçe, mezhep ayırımlarına rağmen ulusal demokratik toplum olma temelinde bir Kürt tarihsel toplum gerçeğini birleştirmeyi esas alan bir katılımı ifade etti, bunun öncülerinden oldu. Ulusal özgürlük ve demokrasi mücadelesine kadın özgürlüğünü katmanın öncü militanlarından oldu. PKK’nin kuruluş kongresindeki ilk kadın üyeden birisiydi. Kongreden kısa bir süre sonra tutuklandı Elazığ’da. Hem Elazığ hem Diyarbakır zindan direnişinde öncü düzeyde yer aldı. Elazığ zindan direnişçiliğinin temsilcisiydi. Şahin Dönmez oyununu, provokasyonunu bozan kişilik oldu. Orası çok bilinmiyor. Herkes Amed’teki zindan direnişini öne çıkartıyor, ama öyle değil, öncesi var onun. Sara arkadaşın duruşu, bazılarıyla tartışmış, bilgilenmişti, o bilgileri değerlendirmesi ve direnişçiliği olmasaydı daha ilk büyük tutuklama olan Elazığ’dan itibaren PKK’ye karşı teslimiyetçi bir oyun geliştirilmek isteniliyordu. Bunu Elazığ’da bozdu. Şahin Dönmez’in ihanetini, teslim oluşunu Sara arkadaş açığa çıkardı ve tecrit etti. Ardından Diyarbakır zindan direnişçiliği geldi. Orada da PKK’nin öncü kadrolarının, Mazlum, Kemal, Hayrilerin öncülüğünde gelişen direnişinde öncü militanlarından oldu. Kadın temsilciliğini yürüttü. Karasu arkadaş da “Sara arkadaş olmazsa kadın koğuşumuz çökebilirdi” diyor. Bu kesin. Tabii mücadele sadece kaba mücadele değil, savaş değil, kavga değil; ideolojik, felsefik, psikolojik bütün boyutları var. Bu da kendini çok eğitmeyi, felsefik ideolojik olarak donanımlı olmayı, siyaset bilimine tam hakim olmayı gerektiriyor. Zamanında tam kendini eğitememe ilerleyen süreçlerde insanları zora sokabiliyor. Cezaevindeki o büyük direnişçilik 12 Eylül faşizmini yenilgiye uğratan, onun şahsında sömürgeci faşist rejimi Kürt toplumuna dayatılan soykırım rejimini yenilgiye uğratan zindan direnişçiliği, daha sonra dışarıda gerillanın da geliştiği ortamda düşmanın oyunlarını yeterince görebilen, kendini ona göre donatan, zamanında bu çerçevede kendini eğiten bir yaklaşımda olamadı. Düşman bir sürü oyun geliştirdi. Arkadaşlar Önderliğin Sara arkadaşla yürüttüğü tartışmaları belirtiyorlardı, o tartışmalar onun sonucunda ortaya çıktı. Zamanında yeterince kendini eğitemeyen durum çeşitli oyunlara, saldırılara karşı yeterince kendini zırhlı tutamamayı, açık kapıda bırakmayı getirdi. Bunun sonucunda birçok tartışma, zorlanmalar, zayıflıklar yaşandı. Sara arkadaşı da, hareketi de, Önder Apo’yu da zorladı. Birçok çevre böyle bir mücadele içerisinde yürümenin mümkün olmayacağını, yıkımın, parçalanmanın olabileceğini sanıyordu, ama pratik hiç de öyle olmadı. Zamanında kendini eğitmeme sonucunda içine düşülen zayıflıkları Sara arkadaş görüp onlara karşı mücadele etme, onları aşma gücünü gösterdi. Bir kere daha kendisini yeniden yaratmayı, Önderlik çizgisinde eğitmeyi, yeniden diriltmeyi bildi. Burada sağlam bir özün varlığı ortaya çıkıyor. Öyle olmasaydı kesinlikle böyle bir sonuç olmazdı. Gerçekten de PKK’ye, Önderlik çizgisine bilinçli, doğru, ülke, halk, kadın özgürlüğüne tam bir bağlılık ve inanmışlık temelindeki katılım, ona memur biçiminde katılma değil, ondan bazı faydalar sağlamak için değil, onları yaratmak ve yaşamak üzere, yaşatmak üzere gerçekleşen katılım bütün zorluklara, engellere, oyunlara rağmen doğruyu bulmada ve mücadelede ısrarla yürümede geliştirici, ön açıcı oldu. Bütün o zorunlu ortamları böyle bir anlayışla, katılımla, kişilikle aşarak, yenerek baştan itibaren yürüttüğü mücadeleyi her ortamda, her koşulda yürütme gücünü verdi. Yıllarca 1990’lı yılların uzun bir sürecinde Botan’da, diğer yerlerde gerillacılık yaptı. Komplodan sonra dünyanın değişik alanlarında örgüt temsilciliklerinde bulundu. İdeolojik siyasi çalışmalar yanında askeri, diplomatik, örgütsel her çalışmayı da yürüttü. Sara arkadaş gerçekten de büyük bir cesaretti. Büyük bir isyandı aslında. İrade, kendi gerçeğinde bir inat, büyük bir arayışçılık, bir coşku, heyecandı. Onu hemen hemen bütün arkadaşlar tanıdılar. Biz geçen yıl Medya Savunma Alanları’nın hemen hemen bütün yerlerini denetleme, gezip arkadaşlarla tanışmasını planladık, örgütledik. Kongra Gel Başkanlık Divan Üyesiydi. Hem moral verme hem yeni arkadaşlarla tanışma anlamında önemli bir çalışma olarak gördük. Uzun süredir büyük bir duyguyla, istekle talepte bulunuyordu. Onu karşılamak istedik. Aynı heyecanla, iddiayla bütün zorluklara, düşman saldırılarına rağmen, bütün tepeleri, alanları gezdi. Üç kişilik bir birimi bile görmezlik etmedi. Büyük bir direnç gücü, dayanma gücüydü o yaşına rağmen. Gerçekten de fiziki olarak çok güçlü, dayanıklıydı. O dayanıklılık inançtan, bilinçten, iradeden, heyecandan geliyordu. Yoksa yıpranma ise 1970’lerin ortalarından bu yana PKK içerisinde 12 Eylül Amed Zindanı’nda, yani başka insanların yerinden kalkamayacağı derecede bir yıpranmayı fiilen yaşadı. Fakat bütün bunları bu büyük azim, irade, mücadeleci ruhla yıkmayı, boşa çıkartmayı bildi. Yani o yıpranmışlıkları aşarak, o direnci, dayanmayı ortaya çıkardı. Bence maneviyatla maddi duruş arasında gerçekten de bağ var. Bunu en çok Sara arkadaş kişiliğinde görebiliriz, değerlendirebiliriz. O büyük devrimci ruh, özgürlükçü ruh, coşku, heyecan, mücadelecilik olmasaydı bu kadar zor ortamlara dayanamazdı. Çünkü Sara arkadaş örgütün büyüdüğü zamanlarda katılmadı; örgütün var olduğu ortama katılmadı; örgütün olmadığı ortamda katılarak hep yalnız başına örgüt yaratma, imkan oluşturma çabası içinde oldu. Onlarla birlikte var oldu. O bakımdan da bu kadar dirençli kalmak sadece o büyük özgürlük amacıyla, ruhuyla, duygusuyla, heyecanıyla izah edilebilir. Başka türlü izah etmek kesinlikle mümkün değil.
Dersim toplumunun, kadınının özelliklerini, kişiliğini yansıtıyordu. Çok saftı bazı bakımlardan. Gerçekten de anladığını kuvvetle savunan, toplumsal katliamdan geçirilişin yarattığı zayıflıkları da hem düşüncede hem pratikte yaşayan, hep onlara karşı mücadele eden bir konumda oldu. Parti tarihimizin, mücadele tarihimizin önemli, temel ve öncü bir parçasıdır. Kadın özgürlük hareketinin gelişiminde duruşu, direnişi çok büyük etkide bulundu. Bütün karşı saldırılara rağmen Dersim’de hala özgürlükçü, direnişçi ruhun, duygunun, davranışın var olmasında, yaşamasında büyük bir etkileyici güç oldu. Sadece Dersimi değil, bütün Kürt toplumunu yediden yetmişe etkilemesi, mücadeleye katılması, PKK’ye, Önderlik gerçeğini benimsemesinde önemli etkileyici bir güç oldu. Özellikle zindan direnişçiliği bu konuda bütün toplumu etkiledi. Özgür kadın kişiliğinin toplumdaki eğiticiliği, özgürleştiriciliğini en somut olarak bu gelişmeler içerisinde gördük, yaşadık. Bunlar hep bizim tarihimizin önemli kesitleri ve gerçekleri oluyor. Bunları hep bilmemiz, anlamamız gerekli.
Zor ortamların çalışanı oldu Rojbin arkadaş
Diğer arkadaşlar da Sara arkadaşa göre yeniydiler, gençtiler. Fakat bazı bakımlardan benzer özellikleri de çoktu. Üç yoldaşımızı da arkadaşların bir kısmı tanıyor olabilir. Özellikle iki arkadaşı, Ronahi arkadaşı da tanıyabilirler. Ben her üçünü de tanıyorum. En az Rojbin arkadaşı tanıdık, ama düşünce gücü, duruşu, çözümleyiciliği, heyecanı, sevinciyle ilk tanıdığında insanı etkileme, ona olumlu etkilerde bulunma gücüne sahip bir kişilikti. Son derece pozitif, yapıcı, düşüncede olduğu kadar pratikte de çözümleyici, gerçekleştirici, dolayısıyla bütünlük arz eden bir kişiliği vardı. Arkadaşlar daha çok tanıyorlar. Kısa süre ancak tanıyabildik. Ancak Avrupa çalışmalarında gördüğümüz, çıkardığımız, yurtdışı çalışmalarına, kadın ve diplomasi çalışmalarımıza en çok güç katan yoldaşlardan biriydi. Bunu insan rahatlıkla ifade edebilir. Yurtsever bir aileden geliyor. Bütün gücünü ve yeteneklerini o Avrupa’nın zor ortamlarında Özgürlük mücadelesine katan bir kişilik. Avrupa ortamında büyük ölçüde büyümesine rağmen, o kültürün baskısını, etkisini yaşamış olmasına rağmen onları eleştirerek atmayı ahlaki politik toplum kişiliğinin, özgürlükçü demokratik insan kişiliğini, kadın kişiliğini en güçlü bir biçimde şahsında temsil eden bir arkadaştı. Büyük emekleri ve katkıları oldu. Belki gençti, ama hareketi sürükleyen, Avrupa gibi maddi ortamdan daha çok bu kadar manevi saldırının fazla olduğu alanlarda hareketi sürükleyen, Önderlik gerçeğini, özgür kadın kişiliğini en iyi anlayıp özümseyen, şahsında temsil eden, bunu örgütsel sürükleyiciliğe dönüştüren bir arkadaştı. Büyük hizmetleri oldu. Gerçekten zor ortamın çok dayanıklı, yeri zor doldurulur bir militanıydı. Avrupa’daki yaşamı, devrimciliği kolay sanmamak lazım. Hem Avrupa’da büyümek hem oradan katılıp bu kadar partileşme, parti kişiliği gösterme kolay bir iş değil. Bazı arkadaşlar sanki biraz maddi imkanlar var, onun için orada çalışma kolaydır sanıyorlar, tersi doğrudur. Kapitalist modernite sisteminin en örgütlü, en güçlü olduğu, en çok saldırı yürüttüğü alanda aslında sağlam bir ideolojik duruş gösterme, ideolojik, örgütsel, siyasi çalışma yapmak zordur. Dolayısıyla zor ortamın çalışanı oldu Rojbin arkadaş. Bunu bilelim. Yeterince bir eğitim görmeden bile, kendi kendini eğiterek, en zor ortamın militanı olunabileceğini ortaya koydu. Büyük bir örnektir. Ona bakarak hiç kimse de diyemez ki başkaları beni eğitmiş, büyüdüğüm ortamın etkileri kötüydü, aile böyleydi, okul böyleydi, çevre böyleydi, imkanlar yoktu, bana eğitim verilmedi, o nedenle bu işleri yapamıyorum! Eğer bunların gerçeklik payı olsaydı Rojbin arkadaş devrimci olamazdı. Nasıl ki yalnız başına da kalsa büyük bir direnme, kavga etmenin mümkün olduğunu kanıtlıyorsa Sara arkadaş kişiliği, Rojbin kişiliği de en olumsuz ortamlarda bile doğruyu bulmanın ve yaşamanın mümkün olduğunu gösteriyor, ispatlıyor.
Coşkusu herkese örnekti
Ronahi arkadaş, Amedli, gençlik çalışmaları içinde yer alan bir arkadaşımızdı. O da Avrupa’da biraz okumuş, büyümüş. O kültür ortamında kısmen yetişmişti. Yurtsever bir çevrenin çocuğu. Bunların sonucunda öyle bir ortamda da olunsa PKK’ye katılıp etkili bir militan haline gelinebileceğini kanıtlayan, gösteren arkadaşlardan biri. Gerillaya geldi. İki yıl civarı HPG ve YJA Star militanlığı da yaptı. Aynı coşkuyla gerilla ortamına katılımı da vardı. Gençlik çalışmaları içerisinde yer alıyordu. Çalışan, üreten, Avrupa’da yetişen Kürt gençliğini eğitip mücadelenin içine çeken bir çabanın içindeydi. Avrupa’daki en zor çalışmalardan biri de gençlik çalışmasıdır. Avrupa sistemi toplumu etkilediğinden daha çok gençliği etkiliyor, eğitiyor, okullarına alıyor. Sadece işyeri ve çevre ortamında eğitmiyor, okulunda da eğitiyor. Yani okulların kapitalist modernite sisteminin en temel kurumu olduğunu kabul etmemiz, bilmemiz lazım. Onun için modernite sistemi içerisinde okul okumanın üzerimizde ne tür etkilerde bulunduğunu iyi belirlemeliyiz. Toplumdan, tarihsel toplum gerçeğinden, politik ve ahlaki toplum gerçeğinden kopma, uzaklaşmada kapitalist modernitenin iyi bir elemanı, militanı haline gelmede rol oynayan bir kurum okullar. O okullarda verilen eğitimi sadece bazı bilgilerin kafaya geçmesi olarak görmemek lazım. O eğitim aslında kişilik şekillendirmesidir. Kişiliğin ortaya çıkartılmasını ifade ediyor. Dolayısıyla Avrupa’daki gençliği de buna göre şekillendiriyorlar. Bir Hüseyin Çelebi arkadaş vardı Avrupa’da olduğumuzda bizimle beraber tutuklanan. Gençlik ve diplomasi alanında çalışan arkadaşımızdı. Alman devletinin ne kadar peşinden koştuğunu, Hüseyin arkadaşı Almanya’da tutabilmek, PKK’den uzaklaştırabilmek için ne kadar çaba harcadığını, ona ne kadar imkan sunduğunu çok iyi biliyoruz. Bizzat imkan sunmak yani. Öyle kaldırıp atmıyorlar insanı, kendilerine hizmet ettirmek için çok çaba harcıyorlar. Buna güçleri de imkanları da var. Her türlü imkanlarını da seferber ediyorlar ve şu bu toplumdan da demiyorlar. Hele hele zeki insanları gördüler mi, onları kendi hizmetine koşmak için her türlü çabayı harcıyorlar. İşte Kürt gençliği üzerinde de böyle bir sistem yürütülüyor, politika uygulanıyor Avrupa’da. Böyle bir gençliği etkilemek, kazanmak, onlara laf dinletmek, halka, ülkeye bağlamak, örgüte katmak, yurtseverleştirmek kolay bir çalışma değil, olabilecek en zor çalışmalardan biri. Bize dağda savaşmak zor gibi görünüyor, ama aslında öyle değil. Bu tür çalışmalar savaştan bin kat daha zor. Mevcut şehit düşen yoldaşlarımıza ilişkin bunları ifade edebiliriz.
2013 yılına sarsıcı olaylarla girdik
Tabii insan şuna üzülüyor. Sara arkadaş o kadar dağda kaldı. Biz 2011 ve 2012’de çok arkadaş şehit verdik. Yönetim düzeyinde de, kadın arkadaşımız da var, erkek arkadaşımız da. Of demedik hiçbirisi için. Hepsini anlamaya, anılarını doğru sahiplenmeye, yaşamlarından ders çıkartmaya çalıştık, ama büyük bir mücadele gereğiydi. Mücadele ortamında kavga ederek şehit düştüler. O bize of dedirtmedi. Onun bütün acılarını sineye çekebildik. Sara arkadaş da bu kadar süre dağda kaldı, Ronahi arkadaş da şehit düşebilirlerdi. Şehit düşmüş olan arkadaşlarımız gibi. Nitekim yılbaşında Numan arkadaşın şehadeti oldu. On arkadaş Amed’te şehit düştüler, alçakça katledildiler. Önderlikle bir taraftan görüşme yapılırken, diğer yandan katliama başvurdu AKP hükümeti. Tıpkı Paris katliamı gibidir o da. Zap’ta, Avaşin’de de Ocak ayında şehitler verdik. Dağda her gün şehit veriyoruz, hepimiz bu yaşamın içindeyiz. Bizi üzen; böyle bir ortamın dışında böyle bir olayın yaşanmış olmasıdır. Aslında onda da herhalde Avrupa sistemine, dış alanlara yanlış yaklaşımımızın payı var. Toplumda ortaya çıkan üzülme, duygusallığın, bizde oluşan duygusallığın altında o yatıyor. Kendi açımdan en başta söylüyorum. Böyle bir üzüntüyü makul görülebilir olarak ifade ediyorum, ama yanlıştır. Şimdi bunu açık söylemek isterim. Halbuki her yer mücadele alanı, her yer savaş alanı, her yerde kendi savunmasını, öz savunmasını yaparak güvenliğini sağlayarak çalışmak, 18 Mayıs 1977’den beri PKK için geçerli bir kuraldır. O zaman Önder Apo bu sonucu çıkardı ve bütün kadroya, örgüte bu emri verdi, yaşam ortamımız, mücadele ortamımız böyledir, herkes bu gerçeğe göre mücadele edecek dedi. Biz anlamada zayıf kaldık, sınırlı kalıyoruz, kendimize göre bir anlayış ediniyoruz. Bu tabii doğru değil, yanlış yanılgılı anlayışlar nedeniyle olaylardan yeterince ders çıkartmayı bilemiyoruz. Bu da doğru değil. Dolayısıyla dağda savaş içerisinde olunduğu kadar, sivil mücadele içerisinde, yurtdışında, dünyanın her bir yerinde de bu mücadele eğer bir savaş halinde sürüyorsa, kavga ortamıyla gidiyorsa, şehadet onun her an gerçekleşebilir unsuruysa o zaman her yerde bu olabilir. Bunu kabul etmek lazım, bilmek lazım. Daha da önemlisi, her yerdeki, her alandaki, her işteki çalışmaları buna göre bir güvenlik sistemi içerisinde, örgütsel düzen, disiplin içerisinde yürütmeyi bilmek lazım. İşte bunu bilmezsek bu tür gafil yakalanmalarımız, hazırlıksız düşmana yakalanmalarımız gerçekleşebilir. Aslında önlenebilirdi, tedbir geliştirilebilirdi, şüphe geliştirilebilirdi. Bu kadar takip var idiyse o takip bilinebilirdi. Ancak yeterince değerlendiremediğimiz ortamda bu tür şeyleri göremeyebiliriz. İşte Avrupa ortamına yanılgılı yaklaşımımız bunlara yol açıyor. Sonuçta orayı doğru anlama, çözmemize de yol açıyor. Öyle olmamalı. Gerçekten de mücadele her yerdedir, savaş her ortamdadır, şehadet her yerde böyle bir mücadelenin gereği olarak gündeme gelebilir. Hepimiz bunu bilmeliyiz ve buna göre her yerde çalışmaya, mücadeleye katılmalıyız. Hem şehadetlere hazır olmalıyız, hem de onları önlemek, kadronun ve hareketin güvenliğini sağlamak için yeterli duyarlılık, disiplin, örgütlülük için hareket etmeyi bilmeliyiz. Önderlik çizgisini doğru anlamak bunu gerektirir. Mücadeleye doğru katılmak, doğru yürütmek bunu ister. Başka türlü yaklaşımlarla kendimizi zayıflatmamalıyız. Arapların bir sözü vardı, “ağlamayın, yas tutmayın ki acınız azalmasın; acınız azalmasın ki öfkeniz dinmesin, mücadeleden düşmeyesiniz. Her zaman büyük bir mücadele gücünü, iradesini taşıyabilesiniz, gösterebilesiniz.” Bu önemli bir durum. O bakımdan bir ilk oldu. Onun şaşkınlığı bir dönem üzerimizde oldu. Fakat Paris’te de saldırıya uğradık, şehit verdik, bu çok anormal bir durum değil. Rusya’da da verebiliriz, Afrika’da da Önder Apo’ya dönük saldırı oldu, doğru anlamış olsaydık aslında komplodan, Önder Apo’ya yönelen saldırıdan gerekli olan dersleri çıkartabilir, tedbirler geliştirebilirdik. Bizim için ders çıkaracak deneyim çok fazla var. Böyle bir hareketin mensuplarıyız. O halde bütün deneyimin derslerini, tecrübenin derslerini çıkartabilmeliyiz, özümseyebilmeliyiz. Kendi anlayışımızla, duygularımızla sınırlı kalmamalıyız. Hareketin, Önderliğin, mücadelenin pratik derslerini çıkartarak kendimizi o temelde eğitmeli, ona göre katılım gösteren, pratik çalışma yürüten duruma kendimizi getirmeliyiz. Doğru olan bu. Mevcut olaydan çıkartılması gereken doğru ders de bu.
2013 yılına gerçekten de biraz sarsıcı olaylarla girdik, giriyoruz. Aslında yılbaşında bunları söylemiştik. Öyle sıradan bir yıl olmayacağını söylemiştik. Belki o bir teorik analizin gereği olarak söyleniyordu, ama yaşanan olaylar gösteriyor ki, onların hepsi pratikte gerçekleşmeye açık olaylar. Pratikte ders çıkartıcısı olabilmeliyiz. Mevcut durum 2013 yılının ne kadar karmaşık ve ne kadar zorlu bir mücadele yılı olduğunu ortaya koydu. Aslında savaşın durumu böyle, Paris katliamı öyle oldu. Önderlikle görüşmeler diğer boyutu olarak ortaya çıkıyor. Bu konuda öyle somutlaşmış bir durum yok. Aslında bir girişim, kararlılık olabilecekse böyle yeni bir süreç başlatma arayışı var. Bu gerçekleşecek mi gerçekleşmeyecek mi önümüzdeki yakın süreçte göreceğiz. Önder Apo bu durumu çok uzatmayacağı, bununla aslında 2012 mücadelesinin sonuçlarını değerlendirmeye, siyasete dönüştürmeye çalıştığı bir de var olan ortamı netleştirmek istediği açık. Biz her türlü gelişmeye karşı hazır olmalıyız. Her türlü mücadeleyi yürütmek için kendimizi örgütlü ve hazırlıklı kılmalıyız. Özellikle de gerilla 2013’te daha sonuç alıcı, daha başarılı olan bir savaşı her yerde etkili bir biçimde yürütmeye hazır olmalı. 2011 ve 2012’nin zengin derslerini çıkartarak kendisini böyle bir hazırlık konumuna mutlaka getirmeli. Bütün bu olaylardan çıkarmamız gereken doğru ders bu.
Son nefesimize kadar mücadeleye devam
Sonuç olarak örgütümüzün çeşitli kollarının açıklamaları oldu. Devrimciler ölmez, devrimlerde yaşar dediler. O bakımdan ölümün yenildiği yer PKK hareketi, Kürdistan Özgürlük Hareketi, Apocu harekettir. Önder Apo dedi, “şehitlerimiz PKK olarak canlı bir biçimde yaşıyorlar, Özgürlük Mücadelesi olarak. Şehitlerimiz bizim komutanımız, yol göstericimiz” dedi. Biz onların komutasında yürüyen, onların emirlerini yerine getiren militanlarız. Bütün şehitlerimiz için, Haki, Mazlum, Hayri, Kemal, Karasungur, Agitler için olduğu gibi Berivan, Beritan, Zilan, Semalar için de aynı değerlendirmeleri yaptı. Paris’te şehit düşen yoldaşlar bu büyük özgürlük yürüyüşünün önemli bir parçasını şehitler zincirinin önemli bir halkasını ifade ediyorlar. Onlar daha şimdiden bizi aydınlattıkları gibi, Türkiye ortamı, uluslararası ortamı aydınlattılar. Gerçekten de büyük bir duyarlılık Kürt sorunu üzerinde ortaya çıkardılar. Birçok kesim bizzat cenaze törenlerine gelip saygı duruşunda bulundu. Birçok hareket, örgüt saygıyla anma mesajları yayınladı. Kimisi Roza Lüksemburg’a benzetti, kimisi Jean Dark’a! Bu kahraman şehitlerimiz şahsında sadece Kürt tarihi, PKK direnişçiliği yeniden canlanmadı, dünyanın dört bir yanında halkların, ezilenlerin, kadın gerçeğinin, direnme gerçeği bir kere daha dile geldi, canlandı. Bir kere daha hatırlandı, anıldı. Bu kadar etkide bulunmak tabii çok çok önemli. Basit bir şey değil. Herkese nasip olacak bir şey de değil. Bu yoldaşlarımızın yürüttüğü mücadelenin ne kadar büyütücü olduğunu gösteriyor. Bu durumu Önder Apo öncülüğündeki Kürdistan özgürlük mücadelesinin ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu ortaya koyuyor. Böyle bir mücadele içinde olmak, böyle bir hareketin neferleri olmaktan daha mutlu, onurlu, güzel bir şey olamaz. Böyle bir mücadele içerisinde Ernesto’nun tutumunu hatırlamalıyız. “Eğer zafer şarkıları milyonların dilinde söylenecekse, silahlarımız elden ele dolaşacaksa, cenazelerimizde zafer marşları söylenecekse ölüm hoş geldi safa geldi” diyor. Paris’ten Amed’e, Dersim’e, Elbistan’a, Mersin’e kadar olanları dikkate alır, göz önüne getirirsek gerçekten de Sara, Rojbin ve Ronahi yoldaşlar için, insan böyle ölüm hoş geldi safa geldi diyebiliyor. Bütün ezilenler, sol demokratik güçler, insanlık bu düzeyde sahip çıkıyor, onun ruhunu, duygusunu bu temelde onlarla birleştirdi. Bütün Kürt halkı sadece adını saydığımız yerlerde değil, Batı Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da, Doğu Kürdistan’da, yurtdışında dünyada bulunduğu her yerde kalbi bu şehitlerimizle attı, onlar etrafında birleşti. Onların şahsında bir kere daha özgürlük yemini etti, zafer andı içti. Kendini yeniledi, yeniden kararlaştırdı. Bütün kadınlar, dünyanın dört bir yanında bu direnişi, direnişçiliği, mücadeleyi saygıyla andılar, kadın örgütlerine, hareketlerine büyük bir canlanma sağlattı. Önümüzdeki süreçte bunun etkilerinin çok daha fazla olacağını rahatlıkla göreceğiz. Kürdistan özgür kadın hareketinin bundan sonraki gelişimi üzerinde ise bu şehadetler hamle yaptıracak, ivme kazandıracak, etkide bulunacak, çekim gücü olacaktır. Hem militanlık düzeyini daha fazla geliştirecek, derinleştirecekler hem de kitlesel katılımı, Özgürlük hareketini, kadın devrimini çok daha güçlü, cesur, emin adımlarla yürüyen, her türlü geriliğe ve gericiliğe, soykırıma, erkek egemen sisteme karşı toplumsal demokrasiyi kadın özgürlüğü çizgisinde geliştiren bir rolün sahibi olacaklar. Biz buna yürekten inanıyoruz. Yoldaşlarımızın anılarını bu temelde sahipleneceğimizi, özlemlerini, amaçlarını bu ruhla başarmak üzere üzerimize düşen görevleri her alanda başarıyla yerine getirmek üzere çalışacağımızı bir kere daha ifade ediyoruz. Onlar rollerini böyle oynadılar, bazı arkadaşlar belirtiyorlardı, bizim yükümüzü, görevimizi daha çok ağırlaştırdılar, ama onlardan aldığımız güçle, cesaretle, bilinçle, onların aydınlatıcılığıyla daha çok çalışacağız. Onların yerine de çalışacağız. Görev ve sorumluluklarımızı daha iyi anlayacak, pratikte başarmayı daha fazla yapacağız ve mutlaka kadın özgürlük devrimini Kürdistan’da ve dünyanın değişik alanlarında zaferden zafere koşar hale getireceğiz. Kürdistan özgürlük devrimini mutlaka başarıya götüreceğiz. Önder Apo’ya özgürlük ve Kürdistan’a statü hamlemizi 2013 yılında mutlaka gerçekleştireceğiz. Yoldaşlarımızın anılarına bu temelde sahip çıkıyoruz. Diyoruz, onlar yaşayan, yaşatan temel değerlerimiz. En büyük özgürlük gerçeklerimiz. Onlar bu büyük mücadelede her zaman, her koşulda temel güç kaynaklarımızdır. Bize de onlar gibi olmak, daha çok Sara’laşmak, daha çok Rojbin’leşmek, daha çok Ronahi’leşmek düşüyor. Taşıdıkları özgürlük bayrağını daha da yükseklere çıkartarak emin adımlarla yürütmek düşüyor. Bunu gerçekleştireceğimizin, kanımızın son damlasına kadar bu temelde mücadele edeceğimizin sözünü bir kere daha veriyoruz.
– Bijî Rêber Apo!
– Şehit namirin!