Adı, soyadı: Hasan Çalgan
Kod adı: Zerdeşt
Doğum yeri ve tarihi: Adıyaman, 1971
Şehadet tarihi ve yeri: Mayıs 1993
Adı, soyadı: Perihan Parlak
Kod adı: Bêrîvan Semsûr
Doğum yeri ve tarihi: Adıyaman/Adana, 1979
Şehadet tarihi ve yeri: 24/04/2012, Bitlis
Ama ilk kez yakınımız olan birilerinin Kürdistan’ın erişilmez zirvelerinde tutuşturulan ve halkımızın çok değerli evlatlarının halaya durduğu özgürlük ateşiyle bütünleşmesi, bizi derinden etkilemişti. Susmuş, ortak akrabalarımızın, arkadaşlarımızın anılarına dalmıştık. Hatırlıyorsun, değil mi?
Sen; “biz niye daha önce halkımızın çığlığına kulaklarımızı kapatmış kör-sağırları oynuyoruz” diye sorunca, “biz evrensel düşünüyoruz, küçük sorunlar orada çözülecektir” diye bir şey söylemiştim. Aslında ben de inanmamıştım söylediklerime, ama sana vereceğim başka bir yanıt bulamamıştım o zamanlar.
Sen; “bir gün küçük dediğin soruna yönelir, halkımızın özgürlük mücadelesine katılırsam, yaklaşımın ne olur?” diye sorduğunda gözlerine bakmış, zaten kararını verdiğini anlamıştım. Sana o zaman “kararlılığına bakarım” diye, yuvarlak bir cevap vermiştim. Fakat yıllar sonra sana itiraf edeyim sevgili kardeşim, içime bir ateş düşmüştü ve seninle bu sohbeti yaptığımız tütün tarlasındaki söğüt ağacına bağlamak istemiştim seni. Ama seni çok iyi tanıyordum. Düşünmeden söylenmiş bir söz değildi seninki. Özgürlük tutkusu içine bir ateş gibi düşmüştü. Bunu ben bile engelleyemezdim. Her ne kadar ilk kez yakınlarımızın katılımıyla mücadeleye karşı daha güçlü bağlarımız oluşmuş ise de, aslında bundan bir-bir buçuk yıl öncesinde, Adana’da benim de çalışmalarda olduğumu biliyordun ve okulların açılmasıyla gittiğin Adıyaman’da çalışmalara tüm gücünle sen de yüklenmiştin.
Hatırlıyor musun canım kardeşim, yoldaşım; ’92 sonbaharında seni ziyarete gelmiş, arkadaşlarınla tanışmış, ilişkilerinize hayran kalmıştım. Orada bazı arkadaşlarınla beni tanıştırırken, “Abimdir, aynı zamanda da en iyi arkadaşımdır” demiştin. Çok etkilenmiştim yaklaşımından. Hem seninle artık aynı dava arkadaşıydık. Hem de mücadele saflarında olması gereken yoldaşlık ilişkilerini çevrende yaratmıştın. İşin içindeydin, kalbinin, yüreğinin, ruhunun yanında bedenini de katmıştın artık. Özgürlük davasında geri dönülmez bir yoldaydın. Köprüleri yıkmış, arkana bakmadan, sağa sola sapmadan, hedefine doğru, kararlı ve emin adımlarla ilerliyordun artık, yarının özgürlük dolu günlerine doğru.
1993 Ocak ayı başında, Adıyaman’da düşmanın yapmış olduğu büyük bir operasyonda, gazeteler senin de yakalandığını yazmıştı. Seni sormak için aradığım bir yerde telefona çıkmıştın tesadüfen ve “ben iyiyim” demiştin.
Gönlünü, kalbini, ruhunu ve düşüncelerini tamamen özgürlüğe vermiş bir militan adayı olarak yönünü, yüzyılların boyunduruğunu kırmanın meskeni olan dağlara çevirmiştin. Birkaç gün sonra yanıma bir grup arkadaşınla gelip, “biz mücadeleye resmen katıldık, seninle vedalaşmaya geldim” demiştin. Karmaşık duygular içinde ne diyeceğimi bilememiştim ilkin. O gece sabaha kadar sohbet etmiştik. Her sözün, davranışın, mimiklerin farklı bir derinlik ve anlamdaydı. Her zaman hayranlıkla izlediğim o harika tebessümün… Bir yandan içinde bulunduğumuz anı bir daha bitmemecesine yaşarken, hatıralara da gömülüp kalmıştık. Ortak paylaşmışlığın, gelecekte nasıl ortak bir bağa dönüşeceğinin umut ve hüznü içindeydik gece boyunca. Ara sıra göz göze geldiğimizde başını biraz öne eğerek duygulanıyor, ama konuşma zorluğu çekmiyordun. Sadece özgürlüğe ve geleceğin tılsımını avuçlarında yaratan kişilikli nesillerin gerekliliğine inanıyordun çürümüşlüğe karşı. O zamanlar 6-7 aylık olan, ama şimdi on sekiz yaşına girmiş kızımın nasıl yetiştirilmesi gerektiğine ilişkin nasihatlarını hatırlıyorum da, ne kadar da sorumlu ve inançlıydın insana dair tespitlerinde. Bir kardeş ve arkadaş olarak sana dair yaşamının her karesi ütopyanın bir parçasıdır beynimde, yüreğimde şimdi. İnanıyorum ki sevgili kardeşim; sen de paylaştıklarımızdan tek bir söz bile unutmadım hiçbir zaman.
Canım kardeşim, arkadaşım, yoldaşım! Özgürlük isteminden kaynaklı aklının ve duygularının çektiği yere gittikten sonra, hep düşündüm seni. Yoldaşlar topluluğu içindeydin, ruhunu ve yüreğini ülkene, halkına ve ulusunun özgürlüğüne adamıştın. Bunu çok iyi bilmeme rağmen yine de seni düşünmeden, hatırlamadan edemiyordum. Özgürlük mekanlarında karşılaşacağın coğrafik ve fiziki zorluklar, beynimi yiyip kemiriyordu.
Her anını düşlüyor, gözlerimin önüne getiriyorum. Karda, yağmurda, sıcak ve soğukta dolaşırken, toza toprağa batardık. Sen ise ayakları yere basmamış gibi tertemiz kalırdın her zaman. “Şimdi o koşullarda nasıl temiz kalıyor, her yemeği yiyemezken ne yiyor, ne içiyor” diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Küçük bir esintinin yol açtığı kulak ağrılarını bile düşündükçe, yüreğimin sızlandığını derin bir biçimde hissediyor, nasıl dayandığını düşünerek geçiriyordum zamanı.
Canım kardeşim, dağlara vurup patikalarından özgürlüğe doğru kulaç attığın zaman, 23 yaşına daha yeni girmiştim. Sen ise 21 yaşındaydın. Yani seninle 21 yılı birlikte yaşamıştık ve seninle tek kavgamı dahi hatırlamıyorum. Hatırlamak istemediğimden değil, sahiden de kavga etmemiştik. Yanılıyorsam beni düzelt kardeşim. Ailenin en küçüğüydün. Hepimiz üzerine titrerdik. Bazen ‘r’ harfini iyi kullanamadığın için herkesin gülmesi karşısında hemen refleks gösterir, bozulur, çok kızardın. Ben de onların seni kızdırmalarına kızardım. Bazen tartışmalarımız kızışır, birbirimizi kırmaya kadar vardırırdık işi. Küçümserdin davranışlarımızı, kırgınlıklarımızı giderir, arayı bulurdun hemencecik. En küçüğümüz olmana karşın, en makul olanımızdın. Farkındaydık senin makul, olgun duruş ve kişiliğinin. Zorlandığımızda, en büyüğümüzden en küçüğümüze kadar sana danışır, öyle çıkardık sorunların içinden.
Sevgili yoldaşım, sen gittikten sonra kutsal mücadelemizin içinden geçtiği her yeni dönemeci birçok arkadaşla tartışsam da, senin düşüncelerini öğrenememenin eksikliğini hep yaşadım. ’93 ateşkesi süreçlerinde, “keşke bağlantı kurabilsem ve bu konuyu tartışabilsem” diyordum. Kafam karmakarışıktı, anlamak istiyordum süreci, binbir soru beynimin derinliklerini kemiriyordu. Hareketimiz yeni bir süreç geliştiriyordu. Savaş ile barış iç içe örülüyor, halkımızın kazanımları sökülmemecesine yeni mevzilere dönüşüyordu. Biliyorsun, her şey iç içe gelişti mücadelemizde zaten. Kahramanlık ve ihanet girdabı gibi… Güneşi avuçlarında taşıyanların, insanlığın özgürlüğüne döşenmiş yolda umut kıvılcımını çakmalarını engellemek için içte ve dışta ne tertipler düzenlendi? Zekiler, Can Yüceler, Çürükkayalar, Osman ve Botanlar ve daha niceleri inkarın tutsaklığında kendilerini yitirerek kölelik prangasını ayaklarına çivilerlerken; hücrelerine kadar kendini parçalayarak kurtuluşumuzun mayasına dönüşen özgürlük manifestomuz Zilan, zindanın zifiri karanlığında bedenini meşale haline getirerek, dağların doruklarında sarsılmaz iradelerde miğferleşen Sema, karanlık mahzenlerden güneşe yol açan Serxwebûn, yeni zafer hamlesinin büyük komutanı Adil arkadaş ve daha niceleri… Keşke görebilseydin ihanetin tuzağında kendine mesken arayanların kavgası ile yıldızların birbirine saçılmış yalımlarından geleceğimizi ören büyük şehadetleri!..
Bir de sevgili kardeşim, bazı şeyler vardır, salt kendisiyle izah edilemez. Biliyorsun, insanı harekete geçiren ruhu/maneviyatı olmasa, insan bedeni çürümüş bir ağaç kovuğundan farksızdır. Beyin bilinçle örülmezse, kafa boş bir kavanozdan daha değersizdir. İnsan, bedenindeki damarlar, kendisine hayat veren kızıl kan dolmazsa, ne işe yarar? Yani önemli olan insanın göz çukurları değil, bireyde görme yetisini oluşturan gözbebekleridir. İnsan bedeninin anlamlaşması budur güzel kardeşim. Rêber Apo’nun özgürlüğümüzün üzerine üşüşen leş kargalarına esir düşmesi… Ama hemen öyle telaşlanma! O zamansız ve mekansız gelişmede sınırsızlığın timsalidir. İçecekleri kan, yiyecekleri insan eti olan, zaman ve mekan katliamcılarının her türden silahlar kuşanarak, ufuk çizgisinin ötesine kadar art arda sıralanmaları, yürek ve beyinlerden fışkıran özgürlük tohumlarının bitirici zulmetlerde boy vermesine engel olmadı. Çığ gibi büyümekteyiz.
Dediğim gibi, sevgili kardeşim, hiç telaşlanma! İnsanlık adına daha güzel, daha onurlu, daha özgür ve daha iyi yaşanılır bir dünya mücadelesi verenlerle, bu erdemlerin sadece kendine ait olduğunu düşünen, kendilerini tanrı olarak görenler arasında tarih birçok örnek yaşamıştır. Tıpkı karanlığın kendi kaderi olduğunu düşünen insanlığa, tanrıların sadece kendilerine ait olduğunu düşündüğü ateşin çalınarak insanlığa armağan edilmesi gibi… Nasıl ki insanlık, karanlığın kader olmadığını kavrayıp o günün tanrılarına karşı bir isyan geleneği başlattıysa, bunun karşılığında insanlığa, direnişi, aydınlığı, özgürlüğü müjdeleyen Prometheus’a karşı tanrıların öfkesiyle bir kayalığa çivilenmesi, her gün kendi ciğerini otayarak yeniden yaratmışsa, Rêber Apo da İmralı’da tanrılar tarafından nefessiz bırakılmak istenmiş, ancak ayağa kaldırdığı milyonların çığlığı, nefesi olmuş, lanetli tanrılar karşısında insanlığın ve doğanın kurtarıcısı olmuştur.
Canım arkadaşım, şu an neredesin, bir ağacın altında mı, bir kayanın dibinde mi, bir derenin kenarında mı? Kürdistan’ın hangi bölgesindesin? En son neye gülmüştün? Son söylediğin söz neydi, en son ne yemiş, ne içmiştin? En son neye bakmıştı güzel gözlerin?
Sevgili kardeşim! Yeğenimiz Perihan’ı hatırlıyor musun? Ablamızın kızı olan hani. Sen gittiğinde sanırım ilkokula gidiyordu. Senden sonra en çok sorgulayanımızdı, sana en layık olanımızdı. Bugünün tanrılarının Rêber Apo’ya yaptığını kabullenmeyip, yönünü özgürlüğe dönerek, özgürlük mekanı dağlara gitti. En çok isyan edenimiz olan yeğenimiz Perihan, gemileri yakıp dağ patikalarında özgürlüğe doğru yol alırken şehadetini bilmiyordu. Gidişine bir sebep uluslararası komploya bir tepki iken, diğer sebebi de sana ulaşmaktı. “Dayı bak, seni yalnız bırakmadım, ben de ardından geldim” diyebilmenin gururunu yaşamak içindi. Senin Bêrîvan ismini çok sevdiğini bildiğinden olacak ki adını Bêrivan Semsûr koymuş.
Canım kardeşim! Ben sana onu anlatmaya kalkışırken, sen onunla çoktan karşılaşmışsındır bile. Biliyorsun, o kendini anlatmayı sevmez, mütevazıdır, gururludur. O özeldir, komutandır. İstersen bir arkadaşının dilinden ben anlatayım onu.
“Kod adı Berîvan Semsur, gerçek adı Perihan Parlak. Adıyamanlı bir Kürt kızı! Adıyaman’ın kapitalist modernite kültürüyle az tanışmış, asla onurundan, kişiliğinden, kimlik ve ruhundan taviz vermemiş olan bir genç kız! Kürt halkının ezilmişliğine, horlanmışlığına, kültürel soykırımla bitirilmek istenmesine büyük öfke duyan bir yürek! Bir yönüyle ülkesinin sömürgeleştirilmesine yeterince isyan edemeyen Adıyaman’ın Kürt erkeğine de öfke duyan bir yürek! Bir yürek bu kadar mı temiz olur, bu kadar mı saf olur, bu kadar mı güzel olur dedirtecek kadar güzel yürekli! Halkına, ülkesine, örgütüne, Önderine bağlılığın zirvesini yaşayan bir fedai! İçindeki güzelliği tüm gülüşünde etrafa saçan bir dağ güzeli, bir yoldaş güzeli! Kadın-erkek herkesin sevgilisi! Şehadetiyle tüm yoldaşlarının yüreğinde büyük bir boşluk bırakan, yokluğuna tahammül edilemeyecek bir ölümsüz! “Önce halkım, önce ülkem, önce yoldaşım” diyen toplumsallık sembolü bir tanrıça! Bin yıllarca Kürt halkının varlığını koruyan Kürdistan dağlarına, yani aşkına ulaşmak isteyen Maşûk, yani Memê Alan’ına ulaşmak isteyen Zîn! Tüm yüce duyguların doruklarında yaşayan, yenilmez, zaptedilmez duyguların doruklarında güzel insanlara duygu kaynağı olacak, kötülükleri duygularıyla yok edecek yenilmez bir duygu kalesi! Nasıl anlatsam Bêrîvan’ı ve Bêrîvan’ları?”
Semsûrlu Berîvan nasıl ki Cizre’de can veren Bêrîvan’ın ölmediğini yaşamıyla ortaya koyduysa, Kürt kadınları ve erkekleri bu güzel yoldaş Bêrîvan’ın ölmediğini mutlaka kanıtlayacaklar, Kürt özgürlük hareketi’nin yenilmezliğini “halkımıza düşmanlık eden bugünün tanrılarına” göstereceklerdir.
Bu duygu komutanlarının gücü o kadar büyük ki, gözleri kör Türk devletine de Kürt halkının özgürlük ve demokratik yaşam gerçeğini kabul ettirecektir. Onların yaşamlarıyla ortaya koydukları ant, tüm Kürt gençlerinin andı olarak özgür ve demokratik Kürdistan biçiminde gerçekleşecektir.
Evet sevgili kardeşim! Son yıllarına tanıklık etmiş bir yoldaşın dilinden anlattım o tanrıçayı. Devam edeyim: “Ülkemizin güzel şehri Van’ın Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde okuyordu. Çok başarılı bir öğrenciyken, genel olarak halkımıza, özel olarak da kadına dayatılan binlerce yıllık köleliğe baş kaldırarak isyan etti. İsyanın ve özgürlüğün adresi gerillaya katılırken, ya kadının ve halkının özgürlüğünü gerçekleştirecekti, ya da bu uğurda ‘kendinden önceki sizler gibi’ yıldızlaşacaktı.”
13 yıl boyunca sevdasının peşinden koştu. Saygıyı en çok hak eden birçok arkadaşla birlikte köhnemişliğe ve zulme karşı mücadele etti. Bunlardan biri de çok sevdiğim arkadaşım, yoldaşım Arjin Garzan’dı. Bêrîvan ve Arjin heval, 13 yoldaşla birlikte ölümsüzleşerek yanınıza geldiler. Onlar dökülen kanlarıyla ülkemin güzel, bir o kadar da hüzünlü dağlarında en güzel çiçeğin yeşermesini sağladılar. Onlar yarattıklarıyla, ‘nasıl yaşanılır’ı insanlığa öğrettiler. O kısacık ömürlerinin her anına bir güzellik katarak yaşadılar ve ölümsüzleştiler.
Size söz veriyorum canım kardeşim, sevgili yeğenim, sevgili yoldaşlarım! Hayallerinizi gerçekleştireceğime, bu uğurda sonuna kadar çalışacağıma yemin ediyorum. Bir dahaki mektuba kadar güzel bakan gözlerinizden, mangal yüreğinizden öpüyorum. Sizi çok ama çok özleyen kardeşiniz, dayınız, yoldaşınız…
Kamber Çalgan