15 Ağustos’un yaşadığını, gelişerek sürdüğünü ifade ediyor. Bu da kuşkusuz önemli, cesaret verici, memnun edici bir durum.
29. yıla hareket ve halk olarak daha coşkulu, daha örgütlü ve mücadeleci olarak giriyoruz. Bu zaten günlük olarak halkın yürüyüşünde, kutlamalarında, coşkusunda, sevincinde kendisini gösteriyor. Bu gerçek günlük olarak gerillanın geliştirdiği direnişlerde temsilini buluyor. 28. atılım yıl dönümünde sadece Türkiye siyasetinin değil, neredeyse bölge siyasetinin en çok tartışılan konularından biri, belki de başta geleni bu atılımın açığa çıkardığı ve çözümünü dayattığı Kürt sorunu oluyor. Bu da 28 yılda ortaya çıkartılan gelişmelerin gücünü kanıtlıyor. 15 Ağustos Atılımı’nın sadece ulusal düzeyde değil, bölgesel ve uluslararası düzeyde de ne kadar etkili olduğunu, siyasi süreci ne denli etkileyen önemli gelişmeler ortaya çıkardığını gösteriyor. Demek ki 28 yıl boyunca verilen mücadele boşa gitmemiştir. Harcanan emek, akıtılan kan, tüketilen zaman anlam bulmuş, değer bulmuştur. Büyük bir gerçeklik, gelişme bunlar temelinde ortaya çıkmıştır. İşte 15 Ağustos Atılımı bu oluyor. 15 Ağustos Atılımı karşımıza dünya siyasetini etkileyen bir halk direnişini, gerilla savaşını, özgürlük mücadelesini yaratmış, var etmiş bulunuyor. 29. yıla bütün bunların çok daha canlı bir biçimde yaşadığı bir ortamda girmek elbetteki hem büyük bir şans, hem de her birimize tarihi büyük görevler yüklüyor.
28 yıldır süren gerilla direnişi
Böyle bir hamleye kalkarken, onun öncesinde PKK’nin doğuş, gelişim süreçleri yaşanırken dünya halkları gerçekten de ciddi bir özgürlük mücadelesi veriyorlardı. Ulusal kurtuluş hareketleri, 20. yüzyılın en önemli devrimsel hareketlerinden biriydi. Özellikle de ikinci dünya savaşı ardından, yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğinde ezilenlere, emekçilere, ilham kaynağı olan, cesaret, moral veren hareketler ulusal kurtuluş devrimleriydi. On yıl savaşıyorlardı, on beş yıl savaşıyorlardı Asya’da, Afrika’da, Amerika’da zafer kazanıyorlardı. O zaman büyük bir hayranlıkla bu hareketleri izliyorduk. Beş yıl savaşmak, on yıl savaşmak, hatta on beş yıl kesintisiz savaşmak ne kadar büyük bir iş, ne kadar kararlı, yüce bir tutum, diyorduk. Acaba Kürtler de böyle bir mücadeleye girerlerse kaç yıl direnme gösterebilirler, direniş içerisinde kaç yıl dayanabilirler diye düşünüyorduk, tartışıyorduk.
Şimdi 28 yıldır süren bir gerilla direnişi var. Bu kadar uzun süre mücadele eden, direniş gösteren halk sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Demek ki 28 yıl boyunca özgürlük için direnmek, özgür yaşam tutkusundan, amacından vazgeçmemek, böyle bir yaşamı elde edebilmek için ödenmesi gereken bedelin hepsini ödemek, gücünü göstermek çok önemli, ciddi bir tutumdur. Bu, Kürt halkının özgür yaşam ilkesini gösteriyor. Özgür yaşam ruhunun, bilincinin, iradesinin ne kadar güçlü bir biçimde oluştuğunu ifade ediyor. Direnme kararlılığını gösteriyor. Daha önce hayranlık gösterdiğimiz mücadelelerden katbekat fazlasını Kürt halkı gerçekleştirmiştir. Şimdi benzer bir heyecanı, hayranlığı, coşkuyu emekçilerin, kadınların, ezilen tüm halk toplulukların, etnik grupların Kürt halk direnişinden duymaları tabii mutluluk vericidir. 28 yılda Kürt halkının nereden nereye geldiğini, nasıl büyük gelişmeler ortaya çıkardığını herkes net bir biçimde görmektedir.
28 yıl direnme gücü gösterebilmenin, özgürlükte ısrar etmenin yüceliğiyle birlikte mücadelenin bu biçimde uzun sürüp gitmesi, 29. yıla girerken Kürtlerin önünde hala varlık ve özgürlük sorununun çok ciddi bir sorun olarak durması ise madalyonun diğer yüzü oluyor. Bunu da önemle değerlendirmemiz gereklidir. Elbette bu 28 yıllık mücadele içerisinde büyük gelişmeler yaratıldı. Fakat bu kadar uzun süren bir mücadeleden sonra bile varlık sorununun ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor olması da üzerinde dikkatle durmamızı ve değerlendirmemizi gerektiren bir konu oluyor. ‘Neden tam çözüm sağlanamadı, buna yol açan nedenler, özellikle de bizden kaynaklanan yanları nelerdir?’ sorularına da doğru cevap vermemiz gerekir. Bir yandan mücadelenin yaratıcı gücü, geliştirici gücü coşku, heyecan verirken, bizi güçlendirirken, diğer yandan bu boyutu da düşündürüyor, tartıştırıyor. Kendi gerçeğimize daha ciddi daha çok eleştirel, özeleştirel yaklaşmamız gerektiğini gösteriyor. Hala istenen sonuca tam ulaşılamaması konusu sadece bizden kaynaklanmıyor. Bunun Kürdistan üzerindeki egemenlik sisteminden kaynaklanan boyutları var. Bütünlüklü bakmak, olaylara tek yanlı bakmamak önemlidir.
Kürdistan’daki sömürgeci rejimin dünyanın diğer alanlarındaki sömürgecilikten çok faklı olduğunu, bir soykırım sistemi olduğunu biliyoruz. Kürtleri kültürel soykırımla Türkleştirip Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Fiziki katliamdan asimilasyona kadar her yöntemle bu soykırımı tamamlamak istiyor. Soykırım ile ekonomik siyasi sömürgecilik arasında farklar var. Soykırım yürüten bir gücün ekonomik, sosyal, kültürel, askeri yaklaşımları çok daha farklıdır. Bu bakımdan Kürdistan üzerindeki egemenlik çok daha bütünlüklü, çok daha zalim, çok faşist, çok daha saldırgan ve yok edicidir. Kürt soykırımı üzerinde kendi varlığını tesis eden faşist devlet sistemiyle karşı karşıyayız. Bu devlet sadece siyasi bir erk olarak kendini ortaya koymuyor; kendini bir ulus olarak tanımlıyor; devlet ulusu, devlet toplumu yaratıyor. Dolayısıyla Kürdün varlığını kendi varlığı için tehlike görüyor. Kendi varlığının yok edilmesi olarak algılıyor ve kendini var etme hedefiyle bir saldırı savaşı yürütüyor. Bu ciddi bir durumdur. Böyle bir yaklaşım içinde olmalarının doğru ve yanlışlığı ayrı bir konudur. Fakat Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürdistan’a, Kürt toplumuna böyle yaklaştığı, kendisini de bu biçimde tanımladığı açıktır. Bu bakımdan Kürdistan üzerindeki egemenlik sistemi diğer halklar üzerindeki ulusal baskı sistemlerinden, sömürgeci sistemlerden çok farklı yürütülüyor.
Kürdistan uluslararası sömürge
Diğer yandan Kürdistan’da küçük bir gelişme oldu mu Ankara yönetiminden, Tahran yönetiminden, Bağdat yönetiminden, Şam yönetiminden önce Washington yönetimi konuşuyor. ‘Çok uzakta olan Washington yönetiminin bu işle ilgisi nedir!’ diye düşünülebilir, hayret edilebilir ama gerçek budur. Neyi ifade ediyor bu durum? Demek ki Kürdistan üzerindeki egemenliği Ankara’dan, Tahran’dan önce Washington yürütüyor. Öyle bir veya birkaç devletin gerçekleştirdiği ve sürdürdüğü bir egemenlik sistemi olmaktan çok öteye bir küresel sistemle karşı karşıyayız. Kürdistan üzerindeki egemenliğin I. Dünya Savaşı içinde şekillenen kapitalist dünya hegemonyasının doğrudan bir parçası olduğu, hatta Ortadoğu savaşı üzerinde oluşan bu hegemonik sistemin Kürdistan’ı bölüp parçalama, Kürtleri yok edip yok sayma ve yok etme üzerine şekillendiği, şimdi çok daha net açığa çıkıyor. Demek ki Kürt sorunu bir ya da birkaç devletin sorunu değildir. Demek ki Kürdistan üzerindeki egemenlik bir veya birkaç devletin egemenliği ile sınırlı değildir. Küresel kapitalist egemenliğin tümü işin içindedir. Herkes Kürt sorunu ile ilgili, herkes Kürdistan üzerindeki baskı sisteminin bir parçası durumundadır. Bu da Kürdistan üzerindeki baskı, egemenlik sistemini çok daha büyütüyor, ağırlaştırıyor. Herkesi ikna edecek bir çözüm yaratmak kolay değil. Ya da bütün gericiliği yenilgiye uğratacak bir çözüm yaratmak elbette öyle sıradan bir mücadeleyle ve kısa sürede gerçekleşecek bir durum değil. Bu bakımdan hem Kürdistan üzerindeki egemenliğin soykırımcı karakteri hem de bunun bir küresel gerici sistemin içinde yer alıyor ve onun merkezini oluşturuyor olması; bu kadar mücadele edilmiş olmasına rağmen, Kürt sorununun hala Kürt halkının varlığını garanti altına alacak düzeyde çözülemeyişinin temel nedenlerinden biri oluyor. Hatta birinci nedeni oluyor diyebiliriz.
Buradan baktığımızda 28 yıllık mücadele içerisinde hala varlık sorunu çözülememişse, bu kesinlikle 28 yılda yürütülen mücadelenin azlığı, zayıflığı, etkisizliği anlamına gelmiyor. Öyle değerlendirmek, öyle yaklaşmak haksızlık olur, yanlış olur. Bu 28 yılda tarihin en büyük mücadelelerinden birisi verildi. Belki silahlı savaş anlamında dünyanın birçok yerinde yaşanandan şiddeti daha az olabilir, vahşet düzeyinde bir savaş yaşanmamış olabilir. Bu konuda oldukça dikkatli, ilkeli, siyasi amaca bağlı bir silahlı direnişin yürütüldüğü kesindir. Silahlı mücadele çok ölçülü, dikkatli yürütülmüş diye bu mücadele zayıf görülemez, küçük görülemez. Zaten özgürlük mücadelemiz sadece bir silahlı direniş olarak ele alınamaz. Dahası bütünlüklü kapsamlı bir ideolojik felsefi ve siyasi mücadele olmasıdır. Aslında silahlı yöntem bu mücadelenin ancak yüzde yirmisini-yirmi beşini oluşturuyor. Mücadelenin daha kapsamlısı daha amansızı, daha büyüğü ideolojik, siyasi, felsefi, örgütsel boyutta yürütülendir. Bütün bunlar birlikte ele alındığından eğer varlık sorunu tümüyle çözülememişse bunu 28 yıllık mücadelenin zayıflığına bağlamak yanlıştır. Egemenlik sisteminin karakteriyle büyük bağı var. Kuşkusuz bu mücadele içerisinde hem ideolojik siyasi boyutunda hem pratik askeri boyutunda yaşanmış olan hatalar, eksiklikler de mücadelenin bu kadar uzamasında, bu kadar uzun bir mücadele verilmesine rağmen hala varlık sorununun çözülememiş olmasından önemli bir etkendir. Bu da bizi, kendi durumumuzu, mücadele anlayışımızı, katılımımızı, tarzımızı, taktik yaratıcılığımızı, örgütsel duruşumuzu tekrar tekrar gözden geçirmeye, eleştirel, özeleştirel sorgulama ile değerlendirip yeterli hale getirmeye götürüyor. Buna mecbur bırakıyor. Zaten bu 28 yıllık mücadele içinde en çok ortaya çıkan, bu temelde bir iç mücadelenin yürütülmesidir. İç sorgulamanın geliştirilmesidir.
Dikkat edilirse, mücadele 28 yılda dışa karşı ideolojik, siyasi, askeri boyutta olduğu kadar hatta ondan çok daha fazla içe dönük, bireyin kendisine dönük, toplumun kendisine dönük bir ideolojik, örgütsel mücadele olarak sürmüştür. Bu bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır, bugün de devam ediyor. Kürdistan özgürlük devrimi bu yönüyle bir siyasi askeri devrim olmaktan çok öteye bir toplumsal devrim, demokratik devrim olma özelliği taşıyor. Kişilik devrimi olma özelliği taşıyor. Dıştaki düşman kadar düşmanın birey ve toplum içindeki varlığına ve etkisine karşı yöneltilen bir mücadele oluyor. Bu neyi gösteriyor? Demek ki Kürdistan üzerindeki egemenlik, soykırım rejimi sadece dıştan gelen bir baskı sistemi değil; ekonomik, askeri, siyasi baskı sistemi değil, onun çok ötesinde; toplumun, insanların duygusuna, ruhuna, düşüncesine, davranışına hitap eden, saldıran, onları yönlendiren bir iç baskı sistemi olma özelliği taşıyor.
Sömürgeciliğin, Kürdistan üzerindeki egemenliğin Kürt toplumunu, Kürt insanını bu bakımdan çok derinden etkilediğini biliyoruz. Bugünkü havaya, Kürt halkının dört parçada, yurt dışında yaşadığı devrimsel coşkuya bakarak kendi kimliğine, kişiliğine, örgütlülüğüne, kültürüne, diline, özgürlüğüne bu kadar tutkuyla sahip çıktığına bakarak sanmayalım ki bu toplum hep böyleydi, her zaman benzer durumu yaşıyor, tutumu gösteriyordu. Böyle sanmak büyük yanılgı olur. Böyle olsaydı belki de 15 Ağustos Atılımı hiç olmazdı. Böyle olsaydı elbette böyle bir atılıma, bu kadar sert bir mücadeleye, direnişe gerek kalmazdı. Mevcut duruma bakarak kimse yanılmamalı. 15 Ağustos Atılım gerçeği yaşanırken durum elbette böyle değildi. Toplum gerçekten de bütün örgütlülüğü dağıtılmış, parçalanmış, bilinci çarpıtılmış, iradesi kırılmış, tümüyle kendi gerçeğinden kopartılmış, kendinden kaçan, başkalaşma yarışına giren, direnme gücünü kaybetmiş, teslimiyet altına alınmış bir durumu yaşıyordu. Bu acı ama sömürgecilik, soykırım altında ortaya çıkartılmış bir gerçek bir durumdu. Bu bakımdan soykırım önemli ölçüde gerçekleşmişti, sonuç almıştı. Hem küresel sistem hem de onun Kürdistan üzerindeki uygulayıcıları sömürgecilikte, soykırımda sonuç aldıklarını, başarı kazandıklarını iddia ve ifade ediyorlardı. Bu konuda emindiler. Karikatürünü de çizmişlerdi. Bir gazetede Ağrı dağının üzerinde “Hayali Kürdistan burada meftundur” diye yayınlanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürt ve Kürdistan sorununu bu kadar yok ettiği, ezdiği, bastırdığı konusunda emindi, kendine güveniyordu. İşin kötüsü Kürtler de buna inandırılmış, mücadele güçleri kırılmış, yenilmişlerdi.
15 Ağustos Atılımı Kürdün diriliş devrimidir
Özgürlük mücadelesi işte böyle bir ortamda ortaya çıktı, gelişti. Önderliksel doğuş, Önderliksel gerçekleşme böyle bir ortamda bütün bunları eleştiren, değerlendiren, yerli yerine oturtan, yanlışları, hataları ortaya çıkartıp mahkum ederek doğru özgür yaşam ölçülerini, kurallarını belirleyen, bu temelde iddialı, inançlı bir duruşu ortaya çıkartan, bunu örgüte dönüştüren, partileştiren ve silahlı direnişe ulaştıran bir gelişme seyri izledi. 15 Ağustos Atılımı böyle bir gelişme sürecinin temel bir noktası odu. Bu gelişmeye Kürt miladı deniyor. Doğrudur, haklıdır. Gerçekten de Kürdistan tarihini PKK’den önce, PKK’den sonra ayırmak, bunu da 15 Ağustos ile tanımlamak kesinlikle hatalı değildir. 15 Ağustos’tan önce yaşanan bir tarih vardır. Ancak bu tarih tümüyle gerici, geleneksel devletçi sistem ile kapitalist modernite sisteminin egemenliği altında inkar ve imhanın hakim olduğu, Kürdistan’ın parçalanıp inkar edilerek soykırım sürecine alındığı, Kürt yok oluşunun yaşandığı bir tarihtir. PKK ve 15 Ağustos Atılımı ile başlayan ise bütün bunlara karşı kendi kimliği, kültürü, dili toplumsallığı ile birlikte Kürt insanının ve toplumunun özgür yaşama yeniden adım atması, yeniden doğuş yapması, bir diriliş hareketini geliştirmesidir. Bu nedenle tabii ki 28 yıllık tarih Kürt halkının en özgür tarihi oluyor. En başı dik yürüdüğü dönem oluyor. Kendi kimliğiyle, kültürüyle kendini yaşadığı, kendini yaşamak üzere her türlü bedeli ödeme temelinde savaştığı, mücadele ettiği bir dönemi ifade ediyor. Bu döneme Kürt toplumunun yeniden dirilişi deniliyor. 15 Ağustos’a bu anlamda bir diriliş atılımı dendi. 15 Ağustos günü diriliş günü oluyor. 15 Ağustos’a ulusal diriliş bayramı deniyor.
15 Ağustos gerilla atılımı temelinde gelişen devrim Kürt ulusal diriliş devrimi oldu. 90’ların başında Kuzey Kürdistan kişi kişi, köy köy, kasaba kasaba, mıntıka mıntıka böyle büyük bir toplumsal devrimi yaşadı. Yirmi iki yıldır bu ulusal diriliş devrimi temelinde Kürt toplumu özgür ve demokratik yaşam için serhildan halinde. Gece gündüz demiyor, yirmi dört saat yemiyor içmiyor mücadele ediyor, savaşıyor. Yirmi bin şehit verdi, her türlü baskıyı, işkenceyi yaşadı. Yüz binlercesi tutuklanarak dünya siyasi tarihinde tutuklama rekoru kırdı. Her türlü zulme uğradı, ama özgür yaşam ilkesinden, Önder Apo’nun ve PKK’nin verdiği özgürlük bilinci ve bu temeldeki özgürlük arayışından, yürüyüşünden asla vazgeçmedi. Bu temelde 29. yıla da zafere daha yakın olmanın, adım adım Kuzey’de, Batı’da özgürlük devrimini gerçekleştirmenin büyük coşkusu, heyecanı, umudu, iradesi ve inancıyla giriliyor. 15 Ağustos Atılımı bugün 29. yıla girerken artık kalıcı, devrimci zafere dönüşüyor. Bunu görmenin, böyle bir düzeye ulaşmanın büyük coşkusu var, heyecanı var. Yeniden bir atılım içinde olmanın toplum üzerinde yarattığı etki var. Bu bakımdan da tabii özellikle 29. yıl mücadelesinde 15 Ağustos Atılım gerçeğinden çıkartacağımız çok önemli dersler var. Her zamankinden daha çok bu 29. yılda 15 Ağustos Atılım dersleri bizim için öğretici ve yol göstericidir.
Tekrar tekrar 15 Ağustos Atılımı neydi, nasıl gelişti, nasıl gerçekleşti, ne kadar başardı, ne kadar başaramadı, doğruları nelerdir, eksiklikleri nelerdir, böyle bir atılıma neden ihtiyaç oldu, bu atılım temelinde gerçekten neler değişti, ne tür gelişmeler oldu? Gerçekçi, doğru bir biçimde bu soruları daha fazla kendimize sormalı ve cevabını aramalıyız ki 29. yılda başarılı olalım. Görev ve sorumluluklarımızın gereğini başarıyla yerine getirebilelim. Oluşan devrim fırsatını, imkanını bütün Kürdistan’da daha doğru, daha yeterli değerlendirebilelim. Özellikle 29. yılın görev ve sorumluluklarının başarılması açısından 15 Ağustos Atılım gerçeği çok çok öğreticidir. Çok zengin derslerle dolu. O dersleri çıkartabilenler açısından 29. yılda başaramamak diye bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. Başarının önünde herhangi bir engel, zorluk görülemez. Zayıflıklardan, zorluklardan, engellerden söz ediliyor. İçinde bulunduğumuz mücadele döneminden bu konularda gerçekten de insaflı ve vicdanlı olmak lazım. Zorluk, engel, zayıflık vardıysa 29 yıl önceydi. Yirmi dokuz yıl öncenin koşullarını bilmeyenler, dahası bilmek, anlamak istemeyenler ancak şimdi zayıflıktan, yokluktan, yoksulluktan, engelden, yokluktan söz edebilirler. O bakımdan kesinlikle gerçekçi ve adaletli olma gereği var. Zorluk, engel varsa bile şunu söyleyebiliriz: 15 Ağustos ruhu, 15 Ağustos bilinci, 15 Ağustos iradesi her türlü zorluğu yenme, her türlü zayıflığı giderme, her türlü engeli aşma iradesidir, bilincidir, ruhudur. 15 Ağustos bilinci ve ruhuyla donanırsan karşılaşacağın her türlü zorluğu yenersin, engeli aşarsın, zayıflığı giderirsin, mucizeler yaratırsın. Öyle imkanla, şunla-bunla hareket eden değil, yokluk içerisinde ortalama insanın aklının almayacağı zaferleri ortaya çıkartabilirsin.
15 Ağustos gerçeği böyle büyük bir mücadele gerçeği oluyor. Önder Apo bilincin atılımı, inancın atılımı, inadın atılımı, büyük düşüncenin ve yüreğin atılımı, dedi. 15 Ağustos Atılım gerçeği her türlü yokluğa, zorluğa, engele karşı var etme, yaratma, geliştirme atılımı oluyor. Gerçekten de bu zorluklar, engeller o zaman vardı. Değil böyle büyük bir mücadelenin yürütülebileceği, 28 yıl direnebileceğini, Kürdistan’ın böyle bir devrim ocağı haline gelebileceğini, aksine Kürdistan adına söz söylüyoruz diyenler halka direnişten vazgeçilmesini vaaz ediyorlardı. Sözde halkın öncüleri, özgürlük militanları, siyasetçileri olarak kendilerini tanımlayanlar değil direnmeye cüret etmek, direnişten söz etmenin Kürt halkını katliama götürmek olacağını ifade ediyorlardı. Direnmeyi terörizm olarak tanımlıyorlardı. PKK’ye ilk önce ne Kürdistan üzerindeki egemenlik sistemi, ne de uluslararası kapitalist sistem terörist dedi. PKK’yi terörist ilan edenler ne garip ki yine kendisini Kürt öncüsü, Kürt siyasetçisi olarak tanımlayanlar oldular. Dünya bu kavramı onlardan aldı bunu hiç unutmayalım. Dolayısıyla hem şimdiki durumu hem de PKK’nin kendi duruşu, iç yapılanması ve Kürdistan’daki çeşitli kişiliklerin, hareketlerin gerçeklerini anlamak açısından 15 Ağustos öncesini, 15 Ağustos sürecini çok iyi bilmek, anlamak lazım. Yeminli APO ve PKK düşmanlığı yapan bazı kişilik ve gruplar direnişi, başarıya inancı, direnmekten söz etmeyi en büyük tehlike olarak görüyorlardı. Direnişi halkı katliama götürmek, direnişten söz etmeyi provokasyon olarak tanımlıyorlardı. Kemal Burkay diye numunelik bir fosil adam vardır. O da Dersimli geçiniyor, Kendisini Kürt lideri olarak tanımlıyor. Yaşam tarihi incelenebilir. Daha 1983’te ortalıkta direniş diye bir şey yokken, 15 Ağustos Atılımı diye bir şey yokken, PKK sadece direnişten söz ettiği için PKK’yi terör örgütü olarak ilk tanımlayan, dünyaya jurnalleyen o kişi oldu. Toplumun güya aydını, ileri düşüneninin yaşadığı durum buydu. Direnişten söz edenleri provokatör, ajan olarak tanımlıyordu. Bu tür yaklaşımları ve söylemleri belgelerde vardır. Devrimcilere, devrimin öncü kadrolarına MİT ajanı, İran ajanı, bu da olmuyorsa CIA ajanı diyordu. Kim ki biraz özgürlükten, özgürlük için direnmekten söz ediyorsa onu her türlü kavramla kötülüyordu. Yüreği ancak buna yetiyordu, aklı ancak bunu alıyordu.
12 Eylül faşizmiyle hesaplaşma önce zindanlarda yaşandı
15 Ağustos Atılımı’na böyle bir süreçte gidildi. İyi biliyoruz biz, atılımı en çok engelleyen, sözde özgürlük için, demokrasi için mücadele yürüttüğünü söyleyenler oldu. Kürdistan’da oldu, Türkiye’de oldu. Türkiye’de de bir tane Taner Akçam diye birisi vardı. Aslında Türkiye devrimini Kenan Evren ve arkadaşları değil, bu kişilik yenilgiye uğrattı, tasfiye etti. Eğer böyle bir tasfiyecilik, Türkiye devriminin önüne 12 Eylül darbesi ardından dayatılmasaydı kesinlikle 1990’ların başı sadece Kürdistan’da ulusal diriliş devriminin yaşandığı bir dönem değil, Türkiye demokratik devriminin zafer kazandığı bir dönem olacaktı. Dikkat edelim ’90’ların başı önemli bir tarihtir. Türkiye’nin öyle bir devrim yaşaması, dünyadaki gelişmelerin seyrini değiştirecekti. 1990 başından bu yana yaşananlar özgürlükten yana, demokrasiden yana, devrimden yana işleyen bir yirmi yıllık süreç olarak geçecekti. Demek ki bunların tasfiyeci eğilimleri anlık bir etki yaratmadı, bütün tarihi sürece yayıldı. Demek ki o tasfiyeci etki, sadece Türkiye’yi olumsuz etkilemedi, bütün insanlığın duruşunu, özgürlük yürüyüşünü olumsuz etkiledi. Tarihsel gidişin seyrini olumsuz kıldı.
Aslında bunlar faşizmin saldırıları karşısında ezilmiş, iradesini kaybetmiş bir ruh halinin sonucu olarak ortaya çıktılar. 68 kuşağı denenlerin 71 direnişçiliğini, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin o kahramanca duruşlarını devam ettiremediler. Tabii onların yiğit bir çıkışları vardı. Çok kahramancaydı, biraz da gözü karacaydı. Onları daha doğru bir çizgiye çekmek, daha örgütlü kılarak sürdürmek yerine bu sefer tersinden oportünizme, tasfiyeciliğe kayma oldu. Bu süreçte bunu düzelten, doğruya çeken önemli bir hareket olarak PKK hareketi Kürdistan’da doğup gelişti. Önder Apo gerçeği bütün bu süreçleri, olup bitenleri eleştiri özeleştiri temelinde doğru değerlendiren, doğru dersler çıkartmayı bilen, doğru çizgiye çeken bir duruşu ifade etti. Bunun sonucudur ki, PKK’nin doğuşu doğru devrimci bir temelde oldu. Kürt halkına özgülük için direnme çağrısı yaptı. 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı PKK’nin duruşu son derece bilinçli, planlı, örgütlü, doğru taktikler izleyen bir duruş olarak gelişti.
12 Eylül faşizmiyle hesaplaşma önce zindanlarda yaşandı. Aslında 12 Eylül faşizmine, onunla birlikte Kürdistan’daki soykırım rejimine karşı ilk büyük direniş, isyan çağrısı 1982 büyük zindan direnişiyle yaşandı. Mazlum Doğan’ın, Ferhat Kurtay ve arkadaşlarının, Kemal Pir, Hayri Durmuş ve diğer arkadaşlarımızın 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişinin anlamı buydu, tanımı buydu. 12 Eylül faşizmine en küçük bir taviz vermeden, geri adım atmadan ideolojik olarak, düşünsel olarak en büyük hesaplaşmayı cepheden parti adına, halk adına bu büyük militanlar, devrimciler gerçekleştirdiler. Bu kesinlikle parti çizgimizle bağlı, Önderlik çizgimizle bağlı bir direnişti. Önder Apo zindan direnişini çizginin doğru ve yeterli uygulanması olarak ortaya koydu. 12 Eylül faşizminin, onun şahsında Kürdistan’a dayatılan sömürgeci soykırım rejiminin düşünsel yenilgisi, ideolojik yenilgisi, bu bakımdan Kürt insanının, Kürt toplumunun kendi çıkarlarını gözeten bağımsız ve özgür bir düşünce ve irade kazanması Diyarbakır zindan direnişiyle gerçekleşti. Zindandaki ideolojik hesaplaşmada zafer kazanan Apocu çizgi oldu, PKK çizgisi oldu. Yenilgiyi yaşayan 12 Eylül faşizmi oldu, sömürgecilik oldu, gericilik oldu, soykırım rejimi oldu. Öyle büyük bir direnişti ki bu, her büyük direnişin ortaya çıkardığı gibi düşmana bile büyüklüğünü itiraf ettiren bir düzey ve karakterde gerçekleşti. 12 Eylül cuntasının şefi Kenan Evren bizzat Amed meydanında bu gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı. Zindanı göstererek, “burada öyleleri var ki, kafalarını koparsanız düşüncelerinden ve inançlarından vazgeçiremiyorsunuz,” dedi. Zindan direnişçiliğinin büyüklüğü, gücü karşısında yaşadığı yenilgiyi, zayıflığı, çaresizliği bu biçimde ifade ve itiraf etmek zorunda kaldı
En ağır kölelik düşünce köleliğidir
Burada şu çıkıyor: Aslında düşmanın en güçlü olduğu, en örgütlü, en hakim olduğu bir ortamda zindandaki hesaplaşma daha sonraki süreci belirledi. Eğer zindanlarda PKK direnişçiliği benzer oranda her alanda sürdürülebilseydi 12 Eylül faşizmine karşı siyasi askeri mücadele de çok daha kapsamlı olarak Türkiye genelinde ortaya çıkıp gelişebilecekti. Zindandaki tutumlar hem geç gelişti hem de zayıf kaldı. Dışarıya da zayıf yansıdı. Dolayısıyla Diyarbakır zindan direnişini yürüten PKK, o direnişin devamı olarak 15 Ağustos 1984 büyük gerilla atılımını ortaya çıkardı. 15 Ağustos Atılımı doğrudan bu zindan direnişinin bir devamı oldu. Zor koşullarda mücadele etmenin ruhu ve tarzı olan 14 Temmuz’un dağa taşırılmasını, ideolojik mücadelenin gerillaya dönüştürülmesini, zindanda, dar bir ortamda yaşanan mücadelenin dağda, şehirde, ovada, Kürdistan’ın dört bir yanında gerçekleşmesini sağladı. Böylece zindanda ideolojik zafer kazanan özgürlük hareketi sömürgeciliğin bütün vahşet, katliam ve saldırısına rağmen gerilla direnişini yürütmekte, bu direnişin gerektirdiği bedeli ödemekte en küçük bir zayıflık ve tereddüt göstermedi. Böyle bir kahramanlık çizgisinin gelişmesinde, cesaret ve fedakarlığın oluşmasında zindan direnişinin düşüncede yarattığı zaferin kuşkusuz belirleyici etkisi vardır. Gerillada bu kadar ısrar, gerillanın bu kadar kahramanlık çizgisinde gelişmesi kesinlikle zindan direnişinin ideolojik zaferi ile bağlantılıdır. 14 Temmuz büyük ölüm orucunda somutlaşan zindan direnişi neyi ifade etti? Soykırım rejiminin Kürdün beynini, zihnini, düşüncesini köleleştirme, teslim alma, sömürgeleştirme durumunu kırdı. Kürt insanını kendisi için özgür, bağımsız düşünür, görür, duyar hale getirdi. Yani sömürgeciliği, soykırımı can evinden vurdu.
Şunu bilmek lazım: En ağır kölelik düşünce köleliğidir, beyinsel köleliktir, zihinsel köleliktir. En kötü durum insanın kendi gerçeğini görememesi, kendini bilememesi, kendini anlayamamasıdır. Kendisi olmaktan çıkartılmasıdır. İşte Kürdistan üzerindeki egemenliğin diğer egemenliklerden farkı budur. Dikkat edelim başka ülkelerdeki sömürgecilikler bu konuda çok farklıdır. Sömürgeden kendini her zaman uzak tutan, farklı tutan, ayrım çizgisi koyan, onun gibi olmayı kendisi için bir küçülme sayar. Sömürgecilerin kendisi gibi olmalarını dayatmasını kendisine hakaret olarak görür. Ama Kürt toplumuna, Kürdistan’a dayatılan sömürgeci sistem, soykırım sistemi böyle değildir. Tersine Kürdü kendisi olmaktan çıkartarak her bakımdan asimile edip, yok etmeyi ifade ediyor. Bu asimilasyon bazılarımızın sandığı gibi sadece Kürtçeyi konuşup, Türkçe konuşur hale gelmekle sınırlı değildir. Dil asimilasyonu tabii en önde gerçekleşen, gözle en rahat görülen bir boyuttur. Bundan daha derini beyinsel bir asimilasyondur, ruhsal asimilasyondur, kültürel asimilasyondur. Bireyin ve toplumun kendi ölçü ve özelliklerini, değer yargılarını kaybederek başka değer yargılarıyla, ölçüleriyle donanması, onu içselleştirip, kabul edip onu yaşar hale gelmesidir. Kürt toplumuna dayatılan asimilasyon Kürdistan üzerindeki soykırımcı egemenliğin Kürt insanına ve toplumuna dayattığı işte bu oluyor. Dil asimilasyonu bunun sadece kolaylıkla görülebilen bir uç noktasıdır. Kesinlikle hepsi değil, özü değil, esası değildir. Bunun için de Türkçe konuşmayı bırakıp Kürtçe konuşmaya başlamakla asimilasyon ortadan kalkmış olmaz. Bazıları öyle sanıyorlar. Özellikle Kürt milliyetçiliği kendisini böyle ucuz bir başarıya, zafere kilitlemiş görüyor ve bunu her şeyin önüne koyuyor. Bu yaklaşım ne doğrudur ne de gerçekle ilgilidir. En kötü kölelik, en ağır işbirlikçilik, en tehlikeli ajanlık Kürtçe konuşularak da yapılabiliyor. İşbirlikçiliği ve ihaneti en çok da Kürtçeyi en iyi konuştuğunu düşünen bazıları yapıyor. Bu bakımdan Kürt toplumuna dayatılan egemenlik sisteminin birey ve toplum üzerindeki yok edici etkisini, bunun boyutunu, çerçevesini iyi görmemiz lazım. Dolayısıyla da bu egemenlik sistemine karşı daha kapsamlı ve bilinçli mücadele etmek lazım. Bütün egemenlik sistemlerinin, köleleştirmelerinin merkezinde de düşünce köleliği geliyor, beyinsel asimilasyon geliyor. Kürt’e uygulanan sömürgeci soykırım sistemi Kürt aydınını, Kürt insanını kendisi için gören, düşünen, kendi geleceğini anlayan, planlayan bir güç olmaktan çıkartarak o beyni kendi çıkarları için çalışan bir beyin haline getirmeyi hedefleyen bir sistemdir. Kemal Burkay vb isimlerin düşünceleri ve duruşları irdelenirse sömürgeciliğin, soykırım rejiminin bu konuda ne kadar da başarılı olduğu rahatlıkla görülebilir.
Zindan direnişi bu beyinsel sömürgeciliğe büyük darbe vurdu. Bu sömürgeciliği kırdı. Zindan direnişinin, Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin öncülüğünde gelişen o büyük direnişin derin anlamını burada görmek lazım. O büyük direniş her türlü asimilasyonun, köleliğin merkezi olan düşünsel ve ideolojik sömürgeciliği ve soykırımı kırdı. Bu temelde katliamını ortadan kaldırdı; ideolojik zafer kazandı. Kürt insanı ve toplumu olarak özgür ve demokratik bir temelde var olma ve yaşamanın bilincini, iradesini, düşüncesini, ruhunu, zihniyetini ve tutumunu ortaya çıkardı. Büyük devrim burada yaşandı. Büyük özgürlük devrimi bu temelde bir aydınlanma, bilinçlenme, irade kazanma devrimi olarak gelişti. Sömürgecilik, soykırım, zindan direnişiyle, esas itibarıyla Kürt insanının beyninde, ruhunda kırıldı, yenilgiye uğratıldı.
15 Ağustos Atılımı bu temelde gelişti. 15 Ağustos’a ilk kurşunu köleliğe sıkma biçiminde bir tanım getirildi. Bilim insanları böyle tanımladılar. Fakat şunu iyi bilelim ki: 15 Ağustos’un Kürt insanının kendine dayatılan köleliğe, beyinsel köleleşmeye, kötürümleşmeye ilk kurşunu sıkmayı zindan direnişi geliştirdi. Hem de zindan direnişi bunu düşmanın yuvasında, onun her türlü çabasına, tedbirine rağmen zafer çizgisinde başarıya ulaştırdı. 15 Ağustos bunu gerillaya taşıma çizgisidir, başarıyla taşımıştır. Hem zindan direnişi hem de onun gerilladaki temsili olan 15 Ağustos Atılımı özgür bir toplum, demokratik bir toplum olarak var olmak isteniliyorsa önce ruhta, bilinçte, düşüncede soykırımın, sömürgeciliğin etkisini kırmak, yok etmek lazımdır. Bu da bir düşünce devrimidir, bilinç devrimdir, irade devrimidir. Bütün bunların toplamı kişilik devrimi oluyor. Dolayısıyla 28 yıllık Kürdistan özgürlük devrimi, siyasi askeri devrim olmaktan çok öteye bir demokratik devrim olma, toplumsal devrim olma özelliği taşıyor. Ondan da öteye bir kişilik devrimi olma, düşünce devrimi olma, duygu devrimi olma, zihniyet devrimi olma özelliği taşıyor. Bu büyük zihniyet devrimini zindan direnişi başlattı, başarıyla gerçekleştirdi. 15 Ağustos büyük atılımı bunu gerilla direnişi, örgütlülüğü haline getirdi. 1990’lardan itibaren ulusal diriliş devrimi haline geldi. Kürt kadını, kitlesel halde böyle büyük bir diriliş devrimine öncülük etti. Yirmi iki yıldır da özgür yaşamdan asla vazgeçmemek üzere bu devrimi bütün zorluklarına, ağır bedellerine rağmen kararlılıkla sürdürüyorlar. Özgür yaşam için her türlü bedeli ödüyor, direniyor.
İnsanın gücü her türlü tekniğin üzerindedir
Bu bakımdan 15 Ağustos devriminin, PKK’nin öncülük ettiği devriminin en büyük boyutu kişilik devrimi olmasıdır. Aslında sömürgeciliği, düşmanı dışta siyasi ve askeri olarak yenmekten önce onun kişinin bilinci, ruhu, psikolojisi, düşünce ve davranışları üzerindeki varlığını, etkisini kırma, böylece özgür bireyi, özgür kişiliği kişilik devrimiyle ortaya çıkarması, gerçekleşmesi oluyor. Şunu hep görüyoruz: Diyalektik gelişme olarak ne kadar ideolojik başarı o kadar siyasi ve askeri başarı gelmektedir. Ne kadar ideolojik mücadele o kadar çok siyasi ve askeri mücadele! Önce ideolojik mücadele, kişilikte devrim yapmak, bağımsız, özgür düşünce ve irade kazanmak, sonra o temelde büyük bir siyasi askeri başarıyı gerçekleştirmek mücadele diyalektiği olmaktadır. Şimdi gerillaya bakıyorlar, PKK’ye bakıyorlar, Kürtlerin bu direncine bakıyorlar; nasıl yaşıyor diye hayret ediyorlar. Kimisi çok büyük orduları olduğundan, büyük silahları olduğundan, kimisi paraların varlığından dolayı bu gücü gösteriyor diyorlar. Halbuki gerçek öyle değildir. Bazıları sanıyor gerilla askeri tekniğe ve taktiğe çok bağlı bu nedenle kimsenin başaramadığını başardığını sanıyorlar. Bu da doğru değildir. Bu direnişin gücü ne siyasi deha olmaktan geliyor, ne büyük askeri güçten, ne fazla silah ve cephane sahibi olmaktan geliyor. Tersine bu konularda en zayıf, en sınırlı bir durum yaşanıyor. Direnişin gücü; düşüncesinden geliyor, ideolojisinden geliyor. Kişiyi düşünsel, manevi olarak yeniden yaratma, yeniden şekillendirmesinden geliyor. Özgürlük devrimini kişilik devrimi olarak gerçekleştiriyor. Özgürlük devrimini toplusal devrim, demokratik devrim olarak gerçekleştiriyor. Yeni özgür insanı, özgür toplumu ortaya çıkardıkça o özgürlük bilinci, özgürlük ruhu her türlü baskıya, saldırıya karşı kahramanca direniyor. İdeolojik ve kişilik devrimi her türlü kaba, maddi, siyasi, askeri baskı karşısında en güçlü silah oluyor. En büyük direnme kaynağı oluyor. PKK tarihinde net şunu görüyoruz: İnsanın gücü her türlü tekniğin üzerindedir. İnsanda ortaya çıkan düşünce gücü her türlü siyasetin ve askerlik gücünün üzerindedir. Yenilmez olan, gerçek olan, başarı kazandıran kesinlikle doğru düşünce, doğru yaşam, doğru duruş, doğru tutumdur. Bireyin ve toplumun özgür düşünce ve duruşa sahip olmasıdır. Özgür düşünce temelinde bireyin ve toplumun kendini örgütlü kılmasıdır. Güç de buradadır, irade de buradadır. Yenilmezlik kesinlikle kendini burada ortaya koyuyor. Kürt insanı, Kürt toplumu, PKK gerçeği böyle bir gücü zindan direnişiyle kazandı, 15 Ağustos atılımı ile kazandı.
Dolayısıyla günümüzde de kahramanlık çizgisinde devam eden fedai duruşunu büyük zindan direnişi yarattı. 15 Ağustos kahramanlık atılımı Kemallerin, Hayrilerin, Mazlumların, Akiflerin, Ferhatların, Alilerin, Necmilerin, Mahmut, Eşreflerin, Cemallerin bu fedailik çizgisini devam ettirdi. Fedai çizgisinde direnen bir hareket, fedaileşen kadın, fedaileşen halk yarattı. Şimdi bu büyük fedailik ruhu ve bilinci esasında büyük yenilmez güç kaynağı oluyor. 15 Ağustos Atılımından, onun temel güç kaynağının nerede olduğu gerçeğinden böyle söz edebiliriz. Buradan baktığımızda 15 Ağustos Atılımı’nı zindan direnişiyle birlikte büyük bir düşünce atılımı, düşünce devrimi olarak tanımlamalıyız. Özgür ve bağımsız bir düşünce kazanma, kendisi için düşünen, kendi gerçeğini gören özgür insanı ve toplumu yaratma atılımı olarak görmeliyiz, değerlendirmeliyiz. Bu düşünce devriminin siyasi ve askeri mücadeleye taşınması adımı da 15 Ağustos büyük gerilla atılımıyla gerçekleştirilmiştir. Siyasi mücadeleyi büyük gerilla atılımıyla sürdürme gerçeği düşünce devrimi ile birlikte yürütüldükçe, bu temelde fedai çizgisinde mücadele edilir hale geldikçe büyük bir cesaret ve fedakarlık kazanıldıkça, bunda ısrar edildikçe gerillanın başaramayacağı bir gücün, işin olmadığını, yenemeyeceği bir gericiliğin olmadığını bu 28 yıllık gerilla duruşu açığa çıkardı.
Şimdi diyorlar ki silahla bir şey olmaz. Aslında bugün bu tür sözleri sarf edenler 28 yıl önce de aynı şeyi söylüyorlardı. Biz bu sözleri de çok duyduk, kulaklarımız çok aşina. Bunu söyleyen kişileri de çok iyi biliyoruz. Aynı kişilerdir hepsi. Ölmediler, yaşıyorlar, tarih devam edip gidiyor. 28 yıl önce gerilla direnişine ‘terörizm!’ diyenler bugün kalkmışlar ‘silahla bir şey çözülmez, silahın artık zamanı geçti,’ diyorlar. Aslında onlara göre önceden de silahın zamanı değildi. Şimdi bundan sonra silahın etkisi kalmamıştır demeleri bundan önce silahın kullanışını doğru ve meşru olduğunu, geliştirici olduğunu kabul etmiş oluyorlar. O da kendilerinin 28 yıl, 29 yıl önce silahlı direnişe karşı çıkan, düşüncelerinin yanlışlığını itiraf etmek anlamına geliyor. Biraz utangaçça, gizliden gizliye itiraf ediyorlar, ama PKK direnişi karşısında kendi yanlış, yalan aldatıcı düşüncelerini itiraf eder noktaya gelmeleri de mücadelenin gücünü ortaya koyuyor. Hala bunu açıktan söyleyemiyorlar. Herhalde yüzleri tutmuyor. Öyle anlaşılıyor ki yaşadıkları müddetçe de yapamayacaklar. Doğru bir özeleştiri vererek özgürlükten yana, Kürt halkının, toplumunun özgürlükten yana saflarına geçemeyecekler. Onlara göre hiçbir zaman silahlı mücadele doğru olmadı ki! Kendi korkularını, yüreksizliklerini, basit yaşam alışkanlıklarını sürdürmeyi, teslim olmuşluklarını maskelemek için bu tür sözler üretiyorlar. Midelerinden konuşuyorlar, kendi duygularından konuşuyorlar. Aslında o düşüncelerin öyle objektif, gerçekçi, somutu tahlil eden bir niteliği yoktur. Kendi kaygılarını, korkularını, yaşam alışkınlıklarını düşünce diye ortaya sürüyorlar, toplumun önüne koyuyorlar. Bütün bunların hepsi bir yalan oluyor, aldatma oluyor, demagoji oluyor.
15 Ağustos Atılımı 28 yılda Kürdistan tarihini tersine çevirdi
Silahlı direniş dün olduğu gibi bugün de geliştiricidir. İhtiyaç oldukça da başka çere kalmadıkça, dikkat edilirse büyük devrimsel hamleler yaratmak, özgürlük devrimini geliştirme gücüne sahiptir. Mevcut gelişmeler bu tür sözler söyleyenlerin hepsini yalanlıyor. 15 Ağustos gerçeğinin bu boyutunu da görelim. Şunu bilelim: Başka çare olmadığında, egemenlik sistemi, silahlı direniş yürütme dışındaki bütün kanalları kapattığında silahlı direniş, gerilla direnişi zorunludur, geliştiricidir. Direnişte ısrar edilir, onun istediği bedel ödenir, onun için cesaret ve fedakarlık gösterilirse gerilla direnişi de büyük sonuçlar ortaya çıkarır. Kürdistan gerçeği bunu kanıtlıyor. Bazıları sanıyor Kürdistan gerilla için açık ve elverişliydi de PKK kolaylıkla gerillayı geliştirdi. Hayır! Kuşkusuz coğrafyası uygun, yani doğru bilinç verilirse Kürt insanı savaşkan, direngen, cesur ve fedakardır. Ozanın dediği gibi, teke tek dövüşte yenilmeyen bir karakterleri vardır. Ama sömürgeci soykırım rejimi altında öyle bir insan ve toplum ortaya çıkartılmış ki Önder Apo’nun deyimiyle kapısının önündeki tavuğa gösterdiği bir ilgi kadar bir ilgiyi siyasete, özgür yaşama, kimliğe, kültüre, dile gösterilemeyecek duruma getirilmiştir. Yürek diye, cesaret diye, örgütlülük diye bir şey bırakılmamıştır. Örgütlü yaşam ve direnişte zayıflık yaşayan toplumsal duruma bir de asimilasyon ve soykırım da bindirilince paramparça edilmiş, sadece toplumsal olarak değil, birey olarak, kişilik olarak da dağıtılmış, gerçeği göremeyen, çıkarını bilemeyen, kendini örgütleyemeyen, kendine herhangi bir gelecek biçemeyen bir insan ve toplum gerçeği ortaya çıkmıştı. Özcesi sömürgeciliğin Kürt insanı ve toplumundaki açtığı yaralar derindir. Hala da izleri çok derin olarak yaşanıyor. Öyle kolay silinecek, kolay giderilecek yaralar olarak görmemek lazım.
Kürtler üzerinde uygulanan sadece dıştan bir kaba baskı, egemenlik sistemi değil ki onu kaldırdık, baskı bitti, kurtulduk diyelim. Hayır, öyle değil. Toplumun derinliklerine kök salmış, bireyin ruhuna, vicdanına, yüreğine, bilincine işlemiş bir egemenlik sistemi söz konusudur. Dolayısıyla coğrafyanın elverişliliğine, insanların doğru bilinçlendirildiğinde mücadele etme cesaret ve fedakarlığına sahip olmalarına bakıp Kürt gerçeğini bir bütün olarak doğru değerlendiremeyiz. Kürdistan’da sömürgeciliğin yarattığı 1970’lerdeki toplum özgürlük bilincinden uzaklaşmış, ulusal kimlikten kopmuş, başkalaşmaya, kendini inkar etmeye koşan, zafer kazanmadan umudunu, iradesini, inancını kaybetmiş, bütün örgütlülüğü dağıtılmış bütün güç kaynaklarından kopartılmış bir toplum ve bireydi. Böyle bir toplumsal ortamda gerillayı geliştirmek, direnişi sürdürmek kolay değildir, çok zordur. Kimse kolay sanmasın. Başka yerlerde daha kolaydı. Başka nedenlerle PKK Kürdistan’da gerillayı kolay geliştirebildi, Kürdistan’da gerilla tuttu, ama Türkiye’de tutmazdı diyenler var. Hayır, Türkiye’de daha güzel, daha güçlü gelişirdi. Çünkü ’71’deki silahlı çıkışın devam etmemesinin nedenleri var, eksikleri var, hataları vardı. Onları giderebilseydi, erkenden öncülük düzeyinde yenilgiler almasaydı, sonradan ortaya çıkan öncülüklerdeki zayıflıklar olmasaydı Türkiye’de gerilla yetmişlerde gelişebilirdi. ’80’lerde PKK ile birlikte Kürdistan’da gelişen gerillanın daha mükemmeli Türkiye’de yürütülebilirdi. Özcesi, silahlı direniş dışında bütün yolların kapandığı, silahlı direnişin gerekli ve meşru hale geldiği, zeminin oluştuğu her yerde eğer gerillada ısrar edilir, ihtiyaç duyduğu cesaret ve fedakarlık gösterilirse her yerde gerilla gelişebilir. PKK direnişi bunu kanıtlıyor. Bu gerçeği de görelim, bu sonucu da çıkartalım.
15 Ağustos Atılımı bu 28 yılda Kürdistan tarihini tersine çevirdi. Bugün Kürdistan’da özgürlük adına, demokrasi adına ruhta, bilinçte, duyguda, düşüncede, davranışta, örgütlülükte, yaşamda ne varsa hepsi 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişti. Biz böyle deyince bazıları diyor, PKK kendisini çok abartıyor, kendisini her şeyin merkezine koyuyor. PKK dışında direniş yok muydu? Evet, PKK dışında da özgürlükten ve demokrasiden söz edenler vardı. Kemal Burkay’ınki gibiydi. Nerdedir, bu adamın tarihini inceleyelim. Onlardan da zindanlara düşenler oldu. 12 Eylül faşizmi karşısında kaç zindan direnişi geliştirdi? 12 Eylül’le birlikte kendisi yurtdışına çıktı, otuz bir yıl ne yaptı? Kime, nerede çalıştı, Kürtler için ne yaptı, ne kadar Kürt’ü örgütledi, mücadeleye sevk etti? Mücadele eden Kürtlere karşı ne yaptı? Ajanlık mı yaptı, yurtseverlik mi yaptı? Bunları ölçelim. Güney Kürdistan’da şimdi bir devletçik gelişiyor. Peki, neden 1970’lerde olamadı? Güneyliler o zamanlar daha güçlüydü. Irak yönetimi bundan daha fazlasını vermeye hazırdı. 1971’de Bağdat yönetimi otonomi imzalarken Ankara yönetimi engel koyduğunda niye Bağdat yönetimi de Güney Kürdistan örgütleri de engel olamadılar, önleyemediler? 1975’te ne yaşandı? Güney Kürdistan’ın güçleri 1980’den itibaren neye dayanarak yeniden örgüt oldular, kongre yapabildiler, konferans yaptılar, direnme konumuna geçebildiler? Tabii her şey PKK ile olmadı. Böyle demek doğru olmaz. PKK’nin mücadelesi dışında konjonktürel gelişme de onların gelişmesine hizmet etti. Örneğin İran-Irak Savaşı’ndan yararlandılar. Fakat Doğu Kürdistan’daki örgütler yararlanamadı. O savaş Doğu Kürdistan’a tersinden yansıdı. Var olan gücün de kaybedilmesi oldu. Eğer Güney Kürdistan’da var olan gücün kaybedilmesi değil de kaybedilenin yeniden kazanılması ortaya çıkmışsa bunun Kuzey Kürdistan’daki gelişmelerle bağı kopmaz düzeydedir. Eğer bugün Güneyli siyasi güçlerin bir direnci varsa bunda PKK’nin varlığının etkisi çok önemlidir. Güney Kürdistan’daki bütün gelişmelerin, Kuzeyde PKK ile sağlanan gelişmelere dayandığını inkar etmek gerçeklerden hiçbir şey anlamamak olur.
Kürt özgürlüğünün ve bağımsızlığının çizgisini PKK temsil ediyor
Kuşkusuz herkes mücadele etti. Birçok kesimin bu gelişmelerde payı var. Ama süreci belirleyen, her şeyi ayakta tutan kim? Onu görmek gerekli. Bugün bile bazıları diyorlar, işte PKK Kürt sorununun çözümüne engel oluyor, PKK olmazsa Güney Kürdistan bağımsız olacak. Bunların hepsi safsata. Bu yönlü Türkiye’yle, Amerika’yla Güneyli Kürtler anlaşma yaparlar, Güney Kürdistanlı siyasi güçlerin varlığını sürdürmek için bazı anlaşmalar çıkar, denilmektedir. Bir zamanlar bizim de bu tür düşünceler ortaya koyduğumuz olurdu. Ancak şimdi söyleyebiliriz ki, bunların gerçekle hiçbir payı yok. Yetersiz düşüncelerdir. Aslında Kürdistan üzerindeki egemenliği, dolayısıyla PKK direnişinin anlamını, derinliğini yeterince kavrayamayan, anlayamayan bir zihniyetin ürünü oluyor bu düşünceler. Şunu herkes iyi bilmeli: PKK çizgisinde bir direniş olmadıkça bu dünyada Kürt varlığının olması, Kürt özgürlüğünün gelişmesi, kendini sürdürmesi mümkün değildir. Gerçekler bunu kanıtlıyor. Tarih bunu net bir biçimde gösteriyor. O nedenle PKK gündemden hiç düşmüyor. PKK üstünde pazarlıklar yapılıyor. PKK’ye karşı KDP’nin, Güney’in varlığı tanınıyor. Bakanlar, başbakanlar Hewler’e gidiyorlar, Hewler yönetimi, Güney Kürdistan yönetimi devlet başkanı gibi başkentlere karşılanıyor, ağırlanıyorlar. Şunu herkes bilmeli ki: Bütün bunların hepsi PKK’nin varlığı ve direnişi sayesinde oluyor. PKK bugün yok olsa yarın yok olacak olan, ya da kendine dünyada sürgünde yer arayacak olan, karakol komutanlarıyla görüşebilmek için çaba harcayacak olan Güney Kürdistan siyasi güçleri olur. Dolayısıyla onların varlığını, bugünkü düzeyi yaşamaları da PKK’nin varlığıyla ve cepheden inkar ve imha sistemine, soykırım sistemine karşı savaş yürütmesiyle belirlendiği tartışma götürmez bir gerçekliktir.
Bunu hem iyi anlayalım hem de iyi savunalım. Bu konuda utangaç olmaya, abartı olmasın diye gerçeği ifade etmeye uzak durmaya hiç gerek yok. Bugün PKK olur, yarın başka bir adla olur, hangi isimle olur hiç önemli değil. Önemli ve belirleyici olan çizgi duruşudur; ideolojik, siyasi, askeri mücadele çizgisidir. Bugün Kürt özgürlüğünün ve bağımsızlığının çizgisini PKK temsil ediyor. Yarın başka bir ad da bunu yapabilir. Ama bu çizgi esastır, önemlidir. Bu çizgi özgürlükçüdür, bu çizgi eşitlikçidir, bu çizgi adaletçidir, bu çizgi insanlığın özgür, eşit, demokratik, sosyalist yürüyüşünün bir parçasıdır. Dünya gericiliğine, devletçi egemenliğe karşı bir çizgidir. O bakımdan en özgürlükçü, en eşitlikçi, en adil, en demokratik, en sosyalist çizgi gerçek Kürt bağımsızlığını ve özgürlüğünü öngören çizgidir. Bunu duyguda, düşüncede, ruhta yaratan, bunu yaşamda, siyasette, askerlikte örgütleyip temsil eden çizgi bu çizgidir, İşte 15 Ağustos Atılımı böyle bir çizgiyi yarattı, geliştirdi. Böyle bir çizgiyi belli düzeyde örgütlü hale getirdi. Bir direniş konumu yarattı. Kürtler özgürlük bilincini, duygusunu, düşüncesini, fedakarlığını, örgütlülüğünü, siyasetini, askerliğini, silahını, silahsızını her şeyini bu gerçeklikten aldılar. Özgürlük için direnen bir halk bu çizgi temellinde, bu direniş içinde yaratıldı. Özgür birey, özgür kişilik böyle gelişti. Kadın özgürlük devrimi, özgür kadın hareketi böyle ortaya çıktı. Kürt insanının, toplumunun özgür olarak kendini yeniden var etmesi, dolayısıyla Kürdistan’ı dünya gericiliğinin güç aldığı, egemenlik kurarak baskı oluşturduğu bir alan olmaktan çıkartılarak insanlık için, Ortadoğu halkları için özgürlük, eşitlik ve demokrasi kalesi haline getirilmesi, bugün bütün halkların umudu kılınması, heyecan duyduğu, güç aldığı alan haline gelmesi böyle sağlandı.
15 Ağustos Atılımı’nın ulusal olmaktan, yerel olmaktan çok öteye bölgesel olma, evrensel olma, küresel olma boyutları var. Kürdistan için ne kadar ulusal kimlik, bilinç, irade, özgürlük hareketiydiyse Türkiye için de o düzeyde bir özgürlük ve demokrasi hareketiydi. 15 Ağustos Atılımı kesinlikle 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı bir demokratik Türkiye atılımıydı, demokratik Türkiye direnişiydi. 28 yıllık direniş bu temelde gelişti. Türkiye’de demokrasi adına ne varsa her şey bir yönüyle temsilini burada buldu. Bu da bu demokratik duruşun hem düşünsel bağını, çizgisini yarattı, hem mücadele duruşunu ortaya çıkardı, hem de siyasi gücünü yarattı. Bugün herkes bunu görüyor. Şunu kimse inkar edemez: 12 Eylül faşist askeri rejiminin çözülme, darbe yeme, aşınmasına dair Türkiye’deki her türlü gelişme 15 Ağustos Atılımı temelinde Kürdistan’da yürütülen direniş sayesinde oluyor. O direnişin etkisiyle oluyor. Ya bu direniş kırıyor değiştiriyor, ya da bu direnişe karşı mücadele edebilmek için özel savaş kapsamında değişiklik yapmak zorunda kalıyorlar. Ya doğrudan direniş değiştiriyor ya da direnişin dolaylı etkisi olarak ortaya çıkıyor. Şimdi herkes bu gerçeği daha fazla görüyor.
Kürdün bu 15 Ağustos Atılımı ile ortaya çıkan özgürlük iradesi esas alınmadıkça Türkiye’nin sorunları çözülmez, Türkiye’de gerçek demokrasi gelişmez. Özgürlük olmaz, eşitlik olmaz, demokrasi olmaz. Ezilenler özgürlüğe kavuşamaz. Emekçiler, işçiler, memurlar emeklerini, haklarını aldığı, demokratik bir yaşama kavuşamazlar. Gençler ülkelerinin imkanlarını kendi geleceklerine bağlandığı, seferber edildiği bir özgür gelecek edinemezler. Kadınlar özgürlük bilincine kavuşarak özgürlük iradesi, duruşu ve direnişi gösteremezler. Bu gerçekliğin doğruluğu gittikçe daha iyi anlaşılıyor. Aslında bu konuda geç kalındı. Ezilenlerin bu gerçeği anlama ve buna sahip çıkmasından daha çok bazı egemen çevreler bu durumu gördüler; Kürdistan’daki direnişin Türkiye üzerindeki siyasi etkisini görerek bu etkiyi kendi iktidarları için kullandılar. Acı ama gerçek olan durum bu. Süleyman Demirel Kürt direnişi sayesinde yeniden Başbakan ve Cumhurbaşkanı oldu. Ecevit Kürt direnişi sayesinde yeniden güç buldu. Çillerler, Mesut Yılmazlar buna dayanarak Başbakan oldular. Mevcut durumda bizim mücadelemize dayanarak iktidar olan AKP gerçekten yürek acımızdır. Otuz yıl öncesinin, 12 Eylül faşizminin kuyrukçusu olan, Türkiye’nin en zayıf, toplumdan en kopuk çevreleri bugün yüzde elli oy alan, on yıl iktidarda kalan, Türkiye’nin her şeyine el koyma tutumuna ulaşan bir güç haline geldiler. Gerçek de bu, acı olan da bu. Kürdistan’daki direnişin Türkiye siyaseti üzerindeki etkisine dayanarak yaptılar bunu. Bu etki mevcut egemen siyaseti, partileri kırdı fakat oluşan boşluk, demokratik sol çevreler tarafından doldurulamayınca işte boşluğu bu çıkarcı, çok pragmatist olan AKP güruhu doldurdu. On yıldır da buna dayanarak iktidar oldular, iktidarlarını geliştirmeye çalışıyorlar. Şimdi Kürt direnişiyle karşı karşıya gelince, Kürt direnişinin çetinliğini görünce gerçekle yüz yüze geliyorlar. Neye dayanarak iktidar olduklarını daha iyi anlıyorlar, görüyorlar.
15 Ağustos Atılımı’nın Türkiye demokratik devrim atılımı olduğu kadar Ortadoğu devrim atılımı olma karakteri de var. Devrimimizin etkisi bu son dönemde Arap alemine, Arap demokrasisine çok daha fazla yansıyor. Özellikle Suriye’deki durum Kürt-Arap ilişkilerini, ittifaklarını geliştirdiği gibi Kürdistan’daki özgürlük devrimi Arabistan ve Arap toplumunda etkisini daha fazla arttırıyor, bu devrimi yayıyor. Bu etki gittikçe daha çok da güçlenecek, genişliğine ve derinliğine daha fazla yayılacak. Arap baharı denen isyan hareketinin Kürdistan’da 28 yıldır süren özgürlük direnişiyle kopmaz bağı var. Belki bu sübjektif bir bağ değil, örgütsel bir bağ değil, ama objektif olarak bu bağ kesinlikle vardır. ABD’nin tavır alması, büyük Ortadoğu projesi temelinde Ortadoğu’da değişiklik yaratma isteğiyle bu gelişmeler olmuyor. Tam tersine Kürt halkının I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Ortadoğu statükosunu reddetmesi, bu statükoyu yıkmak üzere 28 yıllık savaş yürütmesi sonucunda bu gelişmeler oluyor. Statükoyu yıkan, parçalayan Kürt devrimidir, Kürdistan devrimdir, Kürdistan özgürlük direnişidir. Farklı ele almamak lazım. Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim.
15 Ağustos Atılımı büyük bir aydınlanma hareketi
ABD’nin bölgedeki statükoyu parçaladığını ve bunun mevcut gelişmelere yol açtığını söyleyenler var. Bu doğru değildir. Mevcut gerçeği farklı göstermenin söylemidir. ABD, Kürdistan özgürlük devriminin Ortadoğu’daki bu ulus devletçi statükoyu parçalayarak demokratik Ortadoğu devrimini gerçekleştirmesi karşısında bu gelişmeleri engellemek, Ortadoğu’da kapitalist hegemonyayı yeniden tesis etmek, sürdürebilmek için saldırı yürütüyor. Olup bitenleri doğru ortaya koyalım, doğru tanımlayalım. Yanlış anlama kesinlikle olmamalı. Zaman zaman bize de yansıyor bu yanılgılar. Örneğin sanılıyor ki Suriye’deki değişimi en çok Türkiye istiyor, AKP hükümeti istiyor. Ama son gelişmeler ortaya çıkardı ki AKP hükümeti aslında Suriye’de değişiklik istemiyor. Suriye’de Kürdistan Devrimi’nin ve Arap isyanının dayattığı değişikliğin Suriye’deki sistemi değiştirmesini önlemek için alelacele Beşar Esad’ı düşürüp mevcut gerici despotik diktatörlüğü yaşatmak istiyor. Ne değişikliği, aksine değişimi önlemek istiyor. Türkiye statükoyu korumak istiyor. Suriye’deki sistemin değişmesi yönünde biraz adım atılınca hemen ortaya fırlıyorlar, ‘biz değişim istemiyoruz, Suriye’nin birliğinden yanayız, merkezi sistemin egemenliğinden yanayız,’ diyorlar. Nitekim herhangi bir demokratik gelişmeye karşı müdahale için bütün ordularını sınıra yığdılar. Nerede değişim? Gerçekçi olalım biraz. AKP’nin bu çizgisi ABD’nin çizgisinin ta kendisidir. Bundan dolayı zaten aralarında birlik var, ittifak var. Dolayısıyla ABD müdahalesini öyle Ortadoğu’da statüko değiştirme müdahalesi olarak tanımlamak gerçekten de Amerika’ya hiç de hak etmediği ve düşünmediği bir değeri bahşetmek olur.
Sovyetler çözülüşüyle birlikte Ortadoğu’nun farklı değişimler yaşama ihtimali karşısında Ortadoğu’yu denetlemek için ve Kürdistan’da gelişen özgürlük devriminin bütün Ortadoğu’daki değişime, yön verme ihtimalini engellemek üzere ABD müdahalesi gelişti. Körfez Savaşı, Çekiç Güç Operasyonu ve oluşan Güney Kürdistan oluşumuyla neyi öngördü? PKK’nin Güney Kürdistan’a girişini engelledi. Ardından PKK’yi Kuzey’de sınırlamaya çalıştı. Uluslararası komployla PKK’yi tasfiye etmek istedi. Aslında on dört yıldır uluslararası komploya karşı yürütülen savaş Kürdistan özgürlük mücadelesinin etkisiyle Ortadoğu’nun kendi dinamikleriyle demokratik değişim ve devrim yapmasını engellemeye yönelik ABD’nin bu politikasına karşı böyle bir demokratik devrim adımını geliştirme mücadelesi oluyor. Kürdistan devriminin böyle bir karakteri olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Önümüzdeki süreçte bu daha çok görülecek. Güncel gelişmeler bu karakterini daha iyi açığa çıkarıyor. Suriye’de gelişmeler derinleştikçe PKK gerçeğinin, Kürdistan özgürlük devriminin bu karakteri daha iyi açığa çıkacak. Güney Kürdistan’da bu nedenle PKK’nin önü alındı. Yoksa şimdi Güney Kürdistan da Irak’ta çok kapsamlı demokratik ve özgürlükçü sisteme kavuşurdu. Sistem buradan PKK’nin hem Kürdistan özgürlük devrimini zafere götürme hem de bunu bir Ortadoğu devrimine dönüştürme yönelimini engellemeye, kuşatmaya çalıştı. Güney Kürdistan’daki barajlama bunu ifade ediyor.
15 Ağustos Atılımı işte bütün bunları ortaya çıkardı. 15 Ağustos Atılımı büyük bir aydınlanma hareketi oldu. Bu karakteri üzerinde de durmalıyız, bugünün anlaşılması açısından da çok çok önemli. Dikkat edelim, Kürdistan gerçeğini de, Ortadoğu gerçeğin de, kapitalist dünya hegemonya gerçeğini de daha iyi açığa çıkardı. Reel sosyalizm temelindeki bloklaşma aslında kapitalizmin o gerici, faşist emperyalist karakterini gizliyordu. İki blok arasındaki çatışmaya dönüştürmüştü. Ben değilsem sen, bloklar çatışması yaratıyordu. Özellikle Ortadoğu geçeği o bloklaşma içerisinde çok fazla gizlenen bir gerçeklik oldu. Filistin direnişi biraz bunu kırmak için çaba harcadı, belli etkileri oldu, ama derinlik kazanmadı, yeterli olamadı. Giderek bu blok hegemonyası tarafından içselleştirildi, teslim alındı. Kürdistan’daki direniş bütün bunları aşan, kıran gerçekliği kesinlikle içinde taşıyor. PKK devrimi, 15 Ağustos Atılımı bütün bunları aştı, kırdı. Blokları da aştı. Kürdistan gerçeğini, Kürdistan’a dayatılan sömürgeci soykırım gerçeğini aydınlattığı kadar Ortadoğu’daki sistemi de, statükoyu da aydınlattı. Neydi, ne değildi, kimin çıkarına oldu, kim kurdu, neyi ifade ediyor, bu Ortadoğu kimin Ortadoğu’su, tarihiyle bağı ne, gelecek açısından ne tür tehlikeler taşıyor? Bu gerçekleri şimdi Kürdistan Devrimi’nin aydınlatıcılığında daha iyi görüyoruz. Dolayısıyla dünya gerçeğini aydınlattı, aydınlatıcı oldu. Büyük bir dünya hareketi olduğunu kabul etmemiz lazım. Gücü de bu aydınlatıcılığından ileri geliyor. Gücü, ideolojik duruşu ve başarısındandır. Bireyle, toplum değişimini, devrimini, toplusal devrimi, demokratik devrimi, kültür devrimini esas alması ve öne çıkarmasındandır. Siyaseti ve askerliği bunlara bağlı geliştiriyor.
Kürdistan devrimi siyasi askeri çözüm yeterince sağlatamadı. Kürt varlığı hala tehdit altındadır. Bu bir eksiklik. Fakat bütün bunları ortadan kaldıracak ve telafi edecek derinlikte gelişmeleri de 15 Ağustos Atılımı ortaya çıkardı. Bu gerçeği de görelim. Siyasi askeri bakımdan sonuçları yetersiz olabilir, ama ideolojik, kültürel, sosyal boyutlarda ortaya çıkardığı kazanımlar kesinlikle güçlüdür, derindir. Kürdistan açısından derindir, güçlüdür, Türkiye ve Ortadoğu açısından böyledir. İnsanlık açısından büyük önem taşıyor. İnsanlığın özgürlük yürüyüşünde ciddi bir etken oluyor. Bunu şimdi Türkiye devrimci demokratik hareketi, sol-sosyalist hareketi daha iyi görüyor, anlıyor. Arap isyanı kesinlikle Arap demokratik devriminde, Ortadoğu devriminde, Kürdistan özgürlük mücadelesinin rolünü daha iyi görüyor, görecek. Önümüzdeki süreçte bu rolün daha da iyisini heyecanlanarak göreceklerdir. Özgür insanlık 15 Ağustos Atılımı’yla gelişen Kürdistan direnişin rolünü, etkisini, katkısını önümüzdeki süreçte daha çok tanıyacak, daha çok görecek, daha çok onunla bütünleşecek, ona daha büyük bir anlam ve değer verecektir.
29. atılım yılı bütün bunları geliştirmeye, daha fazla yaşanılır kılmaya aday bir yıl. Bu yıla daha büyük bir iddiayla giriyoruz. 28. yılda da büyük kazanımlar sağladık. Her şeyden önce Kandil savaşında önemli sonuçlar aldık. Bir AKP-ABD komplosunu orada bozduk. Kendi çıkarları doğrultusunda İran’ı kullanarak çok yalancı, sahte bir biçimde o en çok 2500 yıllık devlet geleneğine sahip olan bir siyasi merkezi kullanarak özgürlük hareketimizi arkadan vurma komplosunu boşa çıkardık. Dikkat edin siyaseti en iyi biz biliyoruz diyenler bile AKP’nin ve ABD’nin oyununa nasıl geldiler. Kendi ayaklarına kurşun sıkar duruma düşmüşlerdir. Bu gerçekleri de onlara PKK gösterdi, Kürt direnişi gösterdi. Onları da kendi gerçeklerini göremez, Ortadoğu’daki durumlarını anlayamaz durumdan PKK çıkardı. Kandil savaşının hem direniş hem de politik çözüm arayışlarının böyle bir rolü vardır, etkisi vardır. Bu gerçeği iyi bilmek lazım. Çok tehlikeli bir komploydu. Direnerek ve uzlaşarak bulduğumuz çözüm bu komployu boşa çıkardı, kırdı. AKP hükümeti şimdi yana yana onun nasıl yeniden yaratılacağının arayışı içinde. İran ilişkisinin kendisine ne kadar hizmet ettiğini bu yaklaşımlarda daha iyi görüyoruz.
Batı Kürdistan’daki gelişmeler tüm parçaları etkileyecek
Diğer yandan Rojava’daki gelişmeler 28. 15 Ağustos Atılım yılının yarattığı en büyük gelişmelerdir. Gerçek bir halk devrimi yaşanıyor. Bugün dünyanın en özgür noktaları Batı Kürdistan’da oluşmuş durumda. Afrin’de, Kobani’de, Derik’te, Qamışlı’da, Amude’de bu durum yaşanıyor. Önderlik çizgisinde direniş sebatla sürdürülür. Doğru yürütülürse nasıl kalıcı sonuçlar alma gücüne sahip olduğunu, bu özellikleri içinde taşıdığını Rojava devrimi net gösteriyor. Yine Kürdistan Devrimi’nin parça parça gelişme karakterini ortaya koydu. Bu zaten tarihsel olarak da yaşadığımız bir gerçeklikti.
Şimdi ortaya çıkan sonuçlar bu 29. devrimci yıl mücadelesi üzerinde çok daha fazla etkide bulunacak. Batı Kürdistan’da gelişen özgürlük devrimi demokratik Suriye devriminin en temel gücü olarak rol oynayacak. Kürt-Arap demokratik ilişki ve ittifakını kurma temelinde, Kürdistan ve Arabistan demokratik devrimlerini birleştirecek ve derinleştirecek. Mevcut durumuyla Batı Kürdistan demokratik Suriye’nin, demokratik Arabistan’ın yaratılmasının en sağlam özgürlük mevzisidir. Bu rolünü başarıyla oynayacak. Eğer çok kaba yaklaşılmaz, dar milliyetçiliğe düşülmez, dikkatsiz, tedbirsiz olunmazsa böyle bir rol oynayacağı tartışmasızdır. Rojava, Kürdistan’ın küçük bir parçasıdır, küçük bir Kürt toplumu yaşıyor. Fakat bölgede, demokratik devrim üzerinde bu küçük alanın bu düzeyde etkisinin olacağı tartışmasızdır. Bazı çevreler Kürtlerin Filistin’i olarak tanımlıyorlar, doğrudur, haklıdır. Nasıl ki Kuzey Kürdistan Arapların Mısırı’na benziyorsa, Kürdistan’daki gelişmelerin belirleyicisi konumundaysa Batı Kürdistan da Arapların Filistini’ne benzeyen, onun ötesinde bölgesel rol oynama karakterine sahip olan bir konumdadır. Eğer hakkıyla bu devrimci gelişmeler ilerletilirse sonuçlar bu düzeyde olacak. Yine Kürdistan özgürlük devriminin bir öncü gücü, motor gücü, Kuzey’deki Devrimci Halk Savaşı’nı sürekli destekleyecek, besleyecek bir güç olarak rol oynayacak. Bu anlamda da Kürdistan özgürlük devriminin temel bir kalesidir. Güney’deki duruşu katbekat aşan etkileri şimdiden Kürdistan’ın bütün parçaları üzerinde oluyor, daha fazla da olacak. Bütün Kürt toplumu şimdi Batı Kürdistan’daki gelişmelerle ayakta, moral aldı, coşku kazandı. Önümüzdeki süreçte bu etki çok daha fazla olacaktır.
Yine 28. yılda Kuzey Kürdistan’da gelişen halk savaşı büyük boyutlar kazandı. Sonuçları şimdi 29. yıla girerken Şemdinli’den Çukurca’ya, Beytüşşebap’tan Cizre’ye kadar Zagros-Botan hattında gittikçe daha fazla somutluk kazanıyor. Amed’den Dersim’e, Serhat’tan Amanos’a kadar bütün alanlar bu savaşın etkisini yaşıyor. Siyaset üzerinde son derece etkili oluyor. Geçen yıl gerçekleşen büyük bir savaştı, bir kere bunu bilmek lazım.
Bir kere değerlendirme yaparken vicdanlı olmak, bütünlüklü bakmak, doğru ele almak şart. Büyük bir savaşın yaşandığını, bir ölüm kalım savaşı olduğunu bilmek lazım. Bunu bilmeden tekil olaylara bakarak bu niye oldu, biçiminde değerlendirme yapmaya çalışmak kesinlikle dar ve tek yanlı bir bakış açısı olur. Hiçbir zaman bizleri doğru sonuca götürmez. Adaletsiz, haksız önyargılara götürür. O duruma asla düşmemek lazım. Bizim açımızdan bu durum biraz duygusallığı geliştiriyor, moral bozukluğu oluyor, görev ve sorumlulukları doğru anlamama ve ona tam sahip çıkamama gibi bir duruma götürüyor. Kesinlikle böyle bir yaklaşım içinde olunmamalıdır. Savaşın büyüklüğünü görelim. 15 Ağustos Atılımı’nın 28. yılı yeniden bir atılım yılıydı, Demokratik Özerklik atılımıydı, Devrimci Halk Savaşı atılımıydı. Tıpkı 15 Ağustos 1984’de başlatılan ikinci stratejik dönem hamlesi gibi 14 Temmuz 2011’de 15 Ağustos Atılımı’nın 28. yılında yaşanan da dördüncü stratejik dönemin hamle başlangıcıydı. Her ne kadar 1 Haziran 2010’da böyle bir süreci ilan etmiş olsak da kesintisiz bir biçimde derinlikli olarak 12 Haziran 2011 seçimleri ardından fiili olarak adım adım gelişti. 14 Temmuz Demokratik Özerklik ilanı ve Önder Apo’nun temmuz sonunda, artık demokratik siyasi mücadele yürütme koşulları kalmadı, diyerek geri çekilmesi ardından hareketimizin, gerillanın, halkın girdiği Devrimci Halk Savaşı hamlesi süreci olarak gelişti. Belki de 28 yıllık direniş tarihimizin en derin, en kapsamlı yıllarından birisini yaşadık.
Bu bir yıllık direniş içerisinde düşmana Devrimci Halk Savaşı çizgisinde darbeler de vurduk. AKP hükümeti defalarca temellerinden sarsıldı, gitti geldi. AKP’nin en çok yıprandığı, on yıllık iktidarından en fazla zayıf düştüğü, inanırlılığını kaybettiği dönem bu geçen bir yıllık dönem oldu. Tabii biz de bu büyük savaş içerisinde büyük kayıplar, şehitler verdik. Onları hep saygıyla anmalıyız, değerlendirmeliyiz. Bu bir yılın şehitleri, hareketimizin yönetim bakımından uzun süre emek vermiş değerli yoldaşların da içinde olduğu şehitler kervanıydı. Bu direniş öyle kolay geçmedi, kolay yürümedi. Çok fazla basına yansıtılmadı, ama AKP’nin Mart 2012’ye kadar PKK’yi bitirme kararı vardı. Şimdi Ağustos 2012’deyiz. PKK ayakta, Ankara’da AKP’nin ne olup olmayacağı tartışılıyor. Buradan bakarak bile bir yıllık mücadelenin ne olduğunu, sonuçlarını, nasıl bir mücadelenin verildiğini insan görüp, anlayabilir. Tayyip Erdoğan’ın yazan çizen, kendini çok akıllı gören danışmanı marttan itibaren PKK diye bir şey kalmayacak, diyor ve herkese güvence veriyordu. Nerede o hesaplar, planlar? Dikkat edilirse hepsi tuz buz oldu, yerle bir oldu.
Dolayısıyla yaşadığımız zorluklar, acılar, döktüğümüz kan, verdiğimiz şehitler boşa gitmedi. Kandil direnişinde Simko arkadaş öncülüğünde bir grup arkadaşı şehit verdik. Kuzey’deki direnişte şehitler verdik. İşte Xakurke’de Rüstem arkadaş, Çiçek arkadaş, Alişer, Rozerin arkadaşların içinde olduğu bir grubu şehit verdik. Geliyêtiyarê’de şehitler verdik, çok daha acı oldu bizim için. Çok büyük ve başarılı harekatlardan sonra küçük hatalar sonucunda o duruma düşmek daha çok düşündürtücü, sorgulatıcı, üzücüydü. Botan’da şehitler verdik kış boyu. Rubar arkadaş, Sadık arkadaş, Serbest arkadaş, Binevş arkadaş, Hamza arkadaş Botan şehitleri olarak direnişi daha da anlamlandırdılar. Arjin arkadaşın içinde olduğu on beş değerli arkadaşımız Garzan’da şehit düştüler. Erzurum’da Celal arkadaşları, Mahir arkadaşları şehit verdik. Bu şehitler büyük savaş içinde gerçekleşti. Rojava’da da Xebat arkadaş gibi büyük bir komutanı şehit verdik. Rojava devrimi de öyle ucuz, kolay, fırsatlardan yararlanarak gerçekleşmiyor. Mevcut gelişmeler AKP’nin PKK’yi tasfiye etme planının boşa çıkartılmasıyla, Demokratik Özerklik devriminin gerçekleştirilmesiyle böyle büyük bir mücadele, büyük direnmeler ve çok değerli yoldaşların şehit düşmesiyle gerçekleşiyor. Öyle basit, kolay, ucuz bir biçimde olmuyor. Bu bakımdan bu gerçekleri iyi görmek, teslim etmek lazım.
Fakat bu durum şehadetler ne kadar yerli yerinde oldu, ne kadar savaş gereğiydi, ne kadar bizim hata ve eksiklerimizden kaynaklanarak gerçekleşti sorularını sormamızı, bu temelde sorgulama yaparak kendimizi gözden geçirmemizi de engellememeli. Sonuçlar yersiz şehadetleri gündemimizden çıkarmamalı. Zaten acı veren, bizi üzen esas nokta burası. Yoksa mücadelenin, savaşın gereği olarak ortaya çıkan şehadetler gelişmenin sahibidirler. Onların üzüntü değil, moral ve coşku verme özelliği olabilir. Ama yersizse, hata ve eksiklikten kaynaklanmışsa üzüntü veren o, üzücü olan o. Şehadetlerin büyük bir kısmı basit hata ve eksikliklerden kaynaklandı. Esas üzüntü veren o oldu, acı veren o oldu. Halbuki büyük çoğunluğu önlenebilirdi. Savaşa yetersiz yaklaşım, süreci doğru anlamama veya kabul etmeme, geçmiş anlayış ve alışkanlıklarda kalma, tutuculuk, dengecilik, statükoculuk, darlık, uzlaşmacılık, idarecilik, keyfiyet, bireycilik bunları yarattı. Bunların hepsi dönemin hastalıkları, bize zarar veren yanlış anlayışlar. Artık farkına varıp düzeltmemiz gerekiyor. 29. 15 Ağustos yılının büyük zafer yılı haline gelmesi kesinlikle bizim bu 28. yılda yaşadığımız bu hata ve eksilikleri doğru görüp aşmamıza, bilince çıkarmamıza, gidermemize ve doğru mücadele yürütür hale gelmemize bağlıdır. Özellikle de gerillanın bu konumu kazanmasına bağlıdır.
En büyük başarı savaşmadan büyük sonuçlar elde etmektir
Önderlik direnişi mükemmel biçimde sonuçlar yaratmaktadır. Önderlik, dışarıdakinden kat kat fazla aydınlattı süreci. Bir de direnişe öncülük ediyor. Halk direnişi mükemmel; çocuklar, kadınlar, gençler gerçekten de faşist polis terörü karşısında kahramanlık çizgisindedirler. Zaman zaman hatalar yapıyor olsalar bile, demokratik siyasetin genel duruşu da direnişçidir. On bin tutuklusu var, hala ayakta direniyor, savaş halinde. Daha bundan fazla ne olabilir, ortada örgüt kalmadı, ama halk sahip çıkıyor ve sürdürüyor direnişi.
Bütün bu direnişlerin anlam bulabilmesi gerillanın doğru direniş yürütmesine bağlıdır. Gerilla direnmiyor tabii. Yüzlerce kahraman şehadet var. Gerillanın duruşu da bütün bunlara denktir, Agîtçedir. Agît ve Zilan çizgisinde yürümekte en küçük bir zayıflığı yoktur. Fakat gerilla açısından sadece direniyor olmak yetmiyor. Önderlik bakımından, demokratik siyaset ve halk bakımından direnmek yüce bir tutumdur, kendi başına yeterlidir. Ama gerilla açısından içinde bulunduğumuz süreçte stratejimiz Devrimci Halk Savaşı’ysa sadece direnmek yeterli görülemez. Direnmek işin bir boyutu ve gereklidir. Fakat Devrimci Halk Savaşı’nın öncüsü gerilladır. Stratejik başarıya gerilla öncülük yapacaktır. O halde sadece direnerek bu başarıyı yaratamaz. Direnmek kadar zafer kazanmak zorunluluğu vardır. Devleti işlemez kılarak Demokratik Özerkliğin önünü açacak, zeminini yaratacak, halkı örgütlenmeye teşvik edecek, demokratik halk örgütlülüğünü dağda, ovada, köyde, kasabada, şehirde, mahallede koruyacak, savunacak bir öncülüğü, savunma gücü olma gerçeğini yerine getirme sorumluluğu vardır. Zaferden kastımız budur. Gerilla bunu yapamazsa Demokratik Özerklik inşa olmaz. Bazı arkadaşlar dönüp bakıyor, hani Demokratik Özerklik inşa olmadı, diyorlar. Bunu toplumun çeşitli kesimleri söyleyebilir. Söylemeleri haklı da olur. Ancak gerilla böyle söyleyemez. Hani deyip başkasına bakacağı yerde kendisine bakmalı. Biz nerede halkın Demokratik Özerklik örgütlemesinin önünü açtık da Demokratik Konfederalizmi ve kendi demokratik özyönetimini kurmasının zeminini yarattık da bu gerçekleştirilmedi diyerek kendimizi sorgulamamız lazım. Gerillanın ortamı geliştirdiği kadar halk bu işleri yapabilir. Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirebilir. Demokratik toplumu örgütleyip, demokratik ulusu inşa edebilir. Yoksa yapamaz. O bakımdan niye yapılmıyor demek yerine kendimize bakmamız lazım.
Demek ki, dönemin çizgisi, devrimci halk savaşı temelindeki gerillanın stratejik ve taktik duruşu değişmiştir. Demokratik siyasi mücadele stratejisi izlerken gerillanın duruşu şuydu: Direnmek, sömürgeciliğin saldırılarını kırmak, boşa çıkarmak, demokratik siyasetin önünü açmak. Gerisi demokratik siyasete kalıyordu. Şimdi Devrimci Halk Savaşı stratejisinde bu durum değişmiştir. Evet, direnmek sömürgeciliğin saldırılarını kırıp boşa çıkartmak, demokratik siyasetin önünü açmak, Önder Apo’nun siyaset yapma koşullarını yaratmak bir amaçtır. Fakat bu işin bir boyutu, hepsi değil. Bunun yanında, bununla birlikte ikinci ve esas görevi parça parça bu faşist gerici devlet sistemini parçalayarak, kırda ordu etkinliğini zayıflatıp gerilla denetimini geliştirip şehirde, mahallede, sokakta, kasabalarda devlet yönetimini işlemez kılmaktır. Bu temelde demokratik halk güçlerinin, halkın demokratik öz yönetimini kurmasını, inşa etmesinin önünü açmak, zeminini geliştirmek, bu yönetimi savunmak, korumak gibi bir görevi var, sorumluluğu var. Hedef bu! Şimdi bunun için savaşıyoruz. Öyle savaş olsun diye savaşmıyoruz. Çok insan öldürelim, orduyu perişan edelim, devleti yıkalım diye de savaşmıyoruz. Kesinlikle doğru anlamak lazım, siyasi çözüm yaratmak için savaşıyoruz. Siyasi çözümü kendi silahlı gücümüzle sağlamak için savaşıyoruz. Demek ki savaşımızın çok belirgin görevleri, hedefleri var. O hedefleri gerçekleştirmek için savaşıyoruz.
En büyük başarı hiç savaşmadan bu sonuçları elde etmektir. Hazırlık yaparak, alanı tutarak, düşmanı kaçırtarak bu hedeflere ulaşıyorsak askerlikte birinciyiz demektir. Az savaşarak bu sonuçlara ulaşıyorsak yine iyi savaşçı sayılabiliriz. Ama çok savaşıp, çok kan döküp de bu hedefleri gerçekleştiremiyorsak ya da az gerçekleşiyorsam iyi asker olmadığımız çıkar ortaya. Üçüncü durumu doğru sananlar var. Halbuki askeri sanata göre, savaş teorisine göre o yanlıştır. Başta yanlışı doğru gibi ele alıp savaş anlayışını öyle oluşturduğumuz için pratikte doğru ve yeterli savaşamıyoruz. Bu doğru değildir. Yani kendi elimizle kaybediyoruz. Doğru bir savaş stratejisi ve taktiği öğrensek, özümsesek, savaş sanatında yetkin olsak bu durum ortadan kalkacaktır. Gerillanın öncülükteki zayıflığı, yetersizliği giderilecektir. Belki de bazı yerlerde hiç savaşmadan da sonuç alabiliriz. Rojava’daki gibi az çatışmayla da sonuçlar alınabilir. Doğrusu bu. Bunun için hazırlık yapma, bunun için örgütlenme, fırsatları değerlendirme, boşlukları doldurma, arazide ve şehirde adım adım denetim sağlayacak bir savaş tarzını, çalışma tarzını esas alma ve yürütme çok önemli. Planlamayı ve çalışmayı buna göre örgütleme çok çok önemlidirr.
Gelmiş geçmiş en Amerikancı Cumhuriyet hükümeti AKP’dir
29. yılda bunları tartışıp böyle bir düzeltme yaparak zaferi kazanmak istiyoruz. AKP de bizi engellemek için çaba harcıyor. Her türlü komplolara, provokasyonlara başvuruyorlar. AKP siyasetinin ana unsurları bellidir. Bizim güç kaynaklarımız neresiyse orayı kurutmaya çalışıyorlar. Birincisi; Kürt birliğini bölüp parçalamaya, Kürtleri parçalarda, genel Kürdistan’da parçalayıp birbiriyle çatışır kılmaya çalışıyorlar. İşte Ahmet Davutoğlu’nun hemen Hewler’e koşması, Batı Kürdistan’daki birliği parçalamaya kalkması, KDP’yi PKK’ye karşı saldırtmak için daha fazla taviz verilmesi çalışması bunun içindi. Bunu görüp anlamak zor değil, toplumun hepsi artık bu yaşananları anlıyor. İkincisi; Türkiye demokrasi hareketinin gelişimini, birliğini ve Kürdistan özgürlük hareketi ile ittifakını bölüp parçalamaya çalışıyorlar. Demokratik örgütlülüğü kırmaya, faşist baskıyla, terörle engellemeye, milliyetçiliği, şovenizmi, psikolojik savaşı geliştirerek toplumu ters yönden motive etmeye çalışıyorlar. Halkların Demokratik Kongresi temelinde gelişen birliği parçalamak için her türlü açık, gizli yönteme başvuruyorlar. Demokrasi hareket parçalanırsa, demokratik güçler örgütlenemez, gelişemezlerse hem psikolojik savaş ile Türkiye toplumunu aldatmanın koşulları daha çok açılmış oluyor hem de kendilerine karşı bir alternatif oluşmuyor. AKP şunu çok iyi biliyor: Alternatifi sol demokratik harekettir. Artık MHP gelemez, AKP’den farklı ne uygulayacak ki MHP. Bir CHP iktidarı olamaz, AKP’den öteye CHP ne uygulayacak ki! Zaten hepsinin adına AKP iktidarı yeteri kadar yapıyor. Bir alternatif olacaksa sol demokratik hareket olacak. Bu nedenle alternatifini yok etmeye çalışıyor.
Diğer yandan bölgede sıfır sorunlu diplomasiyle yola çıkıldı, herkesle savaşır hale geldiler. Bunu tersine çevirmeye çalışıyorlar. İran’la, Irak’la, Suriye’yle savaş konumundalar. Zaten Yunanistan’la, Ermenistan’la, Rusya’yla ilişkiler hiçbir zaman düzelemiyor. Bu durumda gördüler ki böyle kabadayı politikasıyla olmuyor. Şimdi Irak yönetimini, İran yönetimini en azından PKK’ye karşı yeniden ilişkiye, ittifaka zorlamak istiyorlar. Davutoğlu’nun Kerkük ziyareti de onun içindi. Irak’la bir kontak kurma, diyalogun önünü açmaydı. Muhtemelen görüşmeye başladılar, görüşmenin amacı PKK’ye karşıydı. İşte Suriye’de bir sürü İranlıyı tutuklattılar, Türkiye tutuklattı. Hemen İran dışişleri bakanını getirdiler, görüşüyorlar. Görüşmenin hedefi PKK’ye karşı nasıl ittifak yapılacağıdır. Bütün politikalarını bunun üzerine koymuşlar. Yeniden İran’ı, Irak’ı PKK’ye karşı kendileriyle birlikte savaşır hale getirmek istiyorlar. Ona dayanarak Güney Kürdistan yönetimini daha fazla bu savaş içine çekmek istiyorlar.
Dışta da, PKK’ye nefes alacak bir nokta bırakmamak istiyorlar. Diplomasi bunun için, fır dönüyorlar. PKK’ye terör örgütü dedirtebilmek için herkese taviz veriyorlar. Rusya’yla, Çin’le, Avrupa Birliğiyle, Amerika’yla, NATO’yla ilişki ve ittifakları bu temeldedir. ABD’den alabilecekleri desteği alıyorlar. Her zaman söyledik. Gelmiş geçmiş en Amerikancı Cumhuriyet hükümeti AKP’dir. En işbirlikçi, en satılmış uşak AKP hükümetidir. Taşeron diyor PKK’ye, Tayyip Erdoğan aynada kendisine bakıyor, kendinde gördüğünü karşıtlarına söylüyor. Çok kurnaz, demagog bir adam. İyi öğrenmiş bunları. Medyayı da ele geçirdi, nasıl olsa benim söylediklerim duyuluyor diye bol bol konuşuyor. Kimse anlamaz sanıyor. Bütün kanalları kendisi için kapatmış, kendi yalanlarını doğruymuş gibi topluma yayıyor. Aslında Ortadoğu’da ABD ve NATO taşeronu AKP hükümetidir. Taşerondan da öteye uşaktır. Bu kavramlara en iyi AKP hükümeti yakışıyor. Kavramlar AKP hükümetinin politikalarıyla uyuşuyor. Amerika destek veriyor bu anlamda. ABD dışişleri bakanı Türkiye’ye geldiğinde tek açıklaması, PKK’ye karşı ittifak halindeyiz, oldu. Sanki Ankara’yla Washington’un tek sorunu PKK’ymiş gibi. Bunlar biraz da uyutma harekatları. PKK’ye karşı olduklarını her gün söylemelerine gerek yok ki. Türkiye toplumunu aldatmak için söylüyorlar. Amerika’nın PKK’ye nasıl destek verdiğini söyleyerek Suriye’ye ve Araplara karşı Türkiye’yi kullanıyorlar. PKK’ye karşı destek veriyoruz diyerek AKP’nin işbirlikçi karakterini gözden uzak tutmaya çalışıyorlar. AKP, PKK’ye karşı ABD’ye desteğini alıyor imajı vererek AKP’ye kredi kazandırmak istiyorlar. AKP hükümeti Türkiye’yi gerçekten de Amerika’nın bir jandarması, karakolu haline getirdi. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında içine düştüğü durumdan çok korktuğu anlaşılıyor.
Bu politikaları boşa çıkartmak bizim için zor da değil; anlıyoruz, biliyoruz. O halde Kürt birliğini, ulusal birliği yaratmak için daha duyarlı, dikkatli hareket edebiliriz, ediyoruz da zaten. Bu konuda toplumda da bir duyarlılık yarattık. AKP oyunlarının kolay bozamayacağı bir ortam var. Aynı duyarlılık Türkiye demokrasi hareketinde de var. Son dönemlerdeki en önemli bir gelişme budur. Hem bilinç düzeyinde hem örgütlülük düzeyinde böyle bir duyarlılık gelişiyor. Geçmişin kuşkulu, dar, kendi başına olan yaklaşımları aşılıyor. Daha çok umut, daha çok heyecan, daha esnek, perspektifli olma, geniş öngörülü hareket etme Türkiye demokrasi hareketinde gelişiyor, güç kazanıyor. Gerçekten de şu an AKP’ye muhalefet eden tek güç Kürdistan özgürlük hareketiyle ittifak yapmış olan Türkiye demokrasi güçleridir. Türkiye’deki mücadele bu iki güç arasında oluyor. AKP politikaları, oyunları iyi görülüyor. Bu konuda ne kadar alttan bozmaya çalışsa da AKP’nin işi zordur; çünkü maskesi düşmüştür. Artık oyunlar fazla etkili olmaz. Önemli olan zayıf ve yetersiz kalmamaktır. Demokrasi güçleri zayıflıklarını ve yetersizliklerini aşıp daha örgütlü hale gelirlerse AKP daha fazla zorlanacaktır. Demokrasi güçlerinin gelişimi hızlanacaktır.
Bölge devletleri açısından da artık eski ilişkileri sağlaması zordur. Bağdat yönetimiyle de, Tahran yönetimiyle de çelişkileri bize bağlı gelişmediğinden bizim üzerimizden düzeltmeleri de mümkün görünmüyor. Bölge üzerindeki mücadele, AKP’nin ABD ile ittifakına bağlıdır. Gitti Libya’yı vurdu, şimdi Şam’ı vuruyor. Peki Bağdat’la Tahran bu AKP’ye nasıl güvenecek? Yarın onları vurmayacağı nereden belli? ABD’yle onları vurmak üzere de ittifak yapmadığının garantisi nerede? Bir de her an politikasını değiştirebiliyor. Nerden çıkarı olursa böyle rahatlıkla yüz seksen derece dönüş yapabiliyorlar. Bu konuda politikada çok kıvraklar, çok pragmatistler. AKP müslüman mıdır, islami siyaset mi yürütüyor, liberal midir, faşist midir, milliyetçi midir, ne olduğu belli değil. Hem hepsi hem hiç biri. Her an her bunlardan birine ait duruş gösterebiliyor. O kullanma kendine avantaj sağlıyor ama tabii ki birçok çevreyi de kendisine karşı duyarlı kılıyor.
Kısaca AKP’nin bu politikalarını boşa çıkartmak zor değil. Politikaları boşa çıkartabilmenin tek ölçütü aslında gerilla örgütlülüğünün yeterli olmasıdır. Gerilla öncülüğü yeterli olursa bu politikaların hepsi rahatlıkla boşa çıkartılabilir. Ulusal demokratik birliği, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin birliğini, demokratik Ortadoğu birliğini giderek geliştirmek, AKP’nin iç ve dış siyasetini parçalamak zor değildir. Bütün bunların hepsi devrimci halk savaşı stratejisinde, gerilla öncülüğünün doğru ve başarılı savaşmasına bağlıdır. O nedenle önümüzdeki aylar ve yıllarda savaşların en büyüğü yaşanacaktır. Aslında gerillanın yürüteceği Devrimci Halk Savaşı sadece Kürdistan’da değil, Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmelerin de kaderini belirleyecektir. Özellikle de 2012’nin güz döneminde yaşanacak mücadele, savaş çok yeni gelişmeler yaratmaya adaydır, açıktır. Suriye’deki durumun ne olacağı da çok belli değil. Annan Planı bozuldu, Kofi Annan geri çekildi. Eylül başından itibaren giderek Suriye’de de farklı durumlar gündeme gelebilir. Bunun da Kürdistan üzerinde etkisi olacak.
Biz de Devrimci Halk Savaşı’nı da daha iyi öğrendik. Amacını, yani Demokratik Özerklik çözümünü de iyi öğrendik. Savaşta eksikliklerimizi görerek doğru tarz ve taktik geliştirmeyi de öğrendik. Zagros’taki çabalar taktik ve tarzda doğruya ulaşmayı, hem doğru hem yeterli hale gelmenin arayışını ifade ediyor. Bunu Botan’a, diğer alanlara da rahatlıkla yayabiliriz. O yönlü çabalarımız da sürüyor. Yaptığımız hazırlıklar hala daha fazla pratiğe dönüşmedi. Önümüzdeki süreçte pratik daha fazla gelişecek. Bütün bu tartışma, düzeltme hareketinin gerillada değişim ve yeniden yapılanma projesinin pratik etkileri önümüzdeki haftalarda, aylarda daha fazla ortaya çıkabilir. Bu gerçekleşirse gerilla rolünü zafer çizgisinde daha fazla oynayacaktır. Gerilla savaşının rol oynaması da özgürlük devrimimizi Kuzey Kürdistan’da başta Botan ve Zagros olmak üzere Amed’ten Dersim’e kadar ulaşan alanlarda adım adım zafere götürecek, başarıya ulaştıracaktır.