Yani dünyamızın fiziksel değişimi bizi bu kadar derinden etkilemez. Ama buz gibi bir yürekle tüm renkleri, güzellikleri, farklılıkları öldüren erkek egemenlikli ataerkil sistemin yaşamı vuran ölüm gerçekliğidir. Sonbaharda yaprakların dökümüyle ağaçlar çocuğunu yitiren bir anaya benzer- Ve her yaprak dökümü, kadın yüreğinde bir burukluk, bir hüzün, bir sızı bırakır. Çünkü doğa bize yaman öğretir; yaşamın ölüm karşısındaki savaşı olan kadın ve erkek egemenlikli sistem karşısında verilen özgür yaşam mücadelesini. Beş bin yıldır dünyamızı kara kışa çeviren, harabeye dönüştüren, kadını, dünyayı ve doğayı katleden gerçeğe karşı, gün her doğan güneş gibi Mezopotamya’nın yiğit kızları, zorbalığa, zulme ve erkek egemenliğinin vahşi saldırılarına karşı onur ve erdemle büyük bedeller ödeyerek, destansı bir özgürlük mücadelesi vermektedir.
Bu toprakların kadını tam beş binyıldır karabasan gibi çöken zalim ve zorba erkeğin iktidarcı elleriyle vurulmakta, her türlü hakarete uğramakta, her şekilde hırpalanmaktadır. Kadının ruhu, bedeni, duygusu ve yüreğinin her köşesi, iktidarcı, sömürgeci ve faşist savaşların yok edici saldırılarının yaralarını taşımaktadır. Bu saldırılar hiçbir zaman kadını yıldırmadığı gibi köleliğe, eşitsizliğe ve haksızlığa karşı öfkesini daha fazla büyütmektedir. Kadınlar bu nedenlerle her gün meydanlara, özgürlük mücadelesine, dağlara akmaktadır.
Tarihte ilk savaşın kadına karşı geliştiğini İnanna ve Enki mitolojilerinde görmekteyiz. Tanrılar yeryüzünü, gökyüzündeki muhteşem var oluşa özenerek, kendi iktidarlarını kurma hırsı ile kadın eliyle yaratılan toplumsal değerlere saldırarak, cennet denilen Kürdistan topraklarını cehennem savaşlarına çevirmiştir. Tanrı Enki’nin kadın yaratımları olan 104 Me’yi çalması; iktidarın çalma, talan ve gasp etme ve kendisinin olmayanı kendisininmiş gibi gösteren yalancı karakterini göstermektedir. Günümüze kadar gelen bir yaşam düşmanlığını insanoğlu ve kızlarına ve onun kutsal dünyasına dayatmaktadır.
İktidarcı zihniyetin en son yaratımı olan ulus-devletli tekelci kapitalist sistemin, kar amacıyla hareket etme konusunda sınır tanımadan, kadını, en fazla kullandığı meta haline getirmesi ve böylece ruhundan, duygularına, duygularından düşüncelerine, düşüncelerinden bedenine kadar sömürmesinin somut pratiklerinden biri 8 Mart 1857’de New York’lu binlerce dokuma işçisinin fabrikada diri diri yakılarak öldürülmesi olmuştur. 10 saatlik zorunlu çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve eşit ücret gibi talepler için yapılan grevi bastırmak amacıyla, 129 kadın hayatını kaybetmiştir. Bu katliama karşı kadınların direnişi de artarak devam etmiştir. 1903 yılında ABD’de kadınların ekonomik, politik ve kişisel haklarını savunmak amacıyla kadın sendikaları koalisyonu kurulmuş, 1908’de Şubat ayının son pazar günü sosyalist kadınlar başkaldırmıştır. Amerika’da verilen kadın mücadelesine paralel olarak, Avrupa’da Roza Lüxemburg ve Clara Zetkin öncülüğünde gelişen sosyalist mücadele önemli adımların atılmasını sağlamıştır. 1910’da Kopenhag’da toplanan II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı”nda, Amerika’daki işçi kadınların katledildiği 8 Mart günü, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilmiştir. Uluslararası platformlara taşınan kadın özgürlük mücadelesi böylelikle, başkaldıran, özgürlüğü haykıran ve haksızlıklar karşısında direnen, hakkını arayan, mücadele eden bir anlamla yüklenmiştir 8 Mart.
1857’de 129 kadını katleden zihniyetle Paris’te üç kadını vuran aynıdır
Kadınların 103 yıldır bir gelenek haline getirdiği 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, tüm kadınların yekvücut olarak beş bin yıllık iktidarcı erkeğin köleleştirme ve sömürme politikalarına karşı direnmesinin sembolüdür. İdeolojik, siyasal, kültürel, toplumsal soykırımcı anlayışın zirvesi olan, kapitalist sistem çağı, toplumun her alanını genel ve özel ev biçiminde düşürülme yerlerine çevirerek, kültürel ve cinsel soykırım politikalarıyla ve medya aracıyla, kadın şahsında ahlaki ve politik toplum değerlerimize saldırmaktadır. Kutsal ve güzel kadın gerçeği, insanlığımız ve doğamız; bir bütün dünyamız hegemon güçlerin işgalci, talancı ve barbar savaşları üzerinden lanetlenircesine, cehenneme dönüştürülmüş, insan insanın kurdu olmuştur. Aynı zamanda insan doğasına ters düşerek yaşamı, doğayı ve dünyamızın içine sızan bir kurt gibi kemirmedik bir değer, bir doğa harikası, bir kutsal yaşam alanı bırakmamıştır. İşte kapitalizm bu kemirmenin, parçalamanın, öldürmenin ve vahşetin adı olmaktadır.
9 Ocak günü Paris’teki üç kadın yoldaşımızı, üç özgürlük yıldızımızı, üç erdemli ve direnişçi kadın öncümüzü vuran güçler ile Amerika’da 1857’de 129 kadını fabrikada diri diri yakarak katleden güçler aynı zihniyetin, aynı sistemin farklı zamanlarda ortaya çıkan yansımalarıdır. Bu sistem, erkek egemenlikçi tekelci faşist hegemon sistemdir.
Kadınlar ilk ezilen ve sömürülen sınıf ve toplumdur. Kadın ister Kürdistan, Irak, Afganistan, Suriye’de vurulsun ister Amerika’da, Avrupa’da, Asya ülkelerinde vurulsun, kadın üzerine uygulanan ve geliştirilen toplumsal, ideolojik, kültürel, siyasal ve cinsel saldırılar, aynı kafanın; yani duygusal zekadan kopan analitik aklın ve kendi köküne yabancılaşan erkek egemenlikli sistemin sonucudur. Bu anlamda kadın kimliği; biyolojik, ulusal, sınıfsal ve ırk kimliğinin ötesinde evrensel bir kimliktir. Kadın kimliğinin karakteri bahar mevsimi gibidir, bahar; kadınlaşmadır. Kadın bedeni, insanlığın anası olarak var oluşun gerçekleşmesi, kadının evrensel gerçekliğinin insanda oluşumunu dile getirmektedir. Kadının doğadaki tüm canlıları kucaklayan, seven ve koruyan karakteri ne yazık ki kapitalizmin saldırılarıyla gerçekleşen toplumsal, ekolojik felaketleriyle her gün bombalanırken, doğanın çığlıklarını duyan kadın, yüreği ve vicdanıyla en çok tavır koyan, isyana kalkan eylemci duruşuyla, toplumu ve dünyamızın bütün canlılarını kucaklayan bir sorumlulukla her gün sokaklara dökülmektedir. Bütün doğa birer parçası gibi olmuştur. Hangi parçasına saldırı gelişirse, bir bütün bedeni bu acıyı hissetmekte ve acının farkına vararak yüreği yanmaktadır.
PKK’de gerçekleşen özgür kadın gerçeği kendini bir dünya haline getirme ve her kadının her insanın her halkın acısını kendi kişiliğine gelişen bir saldırı gibi hissedip, yüreğini tüm insanlığa, kadınlara ve doğadaki canlılara açarak, ruhunu yıldızlara, güneşe, aya ve evrene açabilmektir. Sara, Rojbîn ve Ronahî yoldaşlar; güneşle yol alan, ayın güzel aydınlığında yürüyen, yüreğini yıldızların bakireliğinde temiz tutan, her bitkiye, her canlıya kucak açan, yüreğini bahar gibi her fidana her güzelliğe mekan yapan gerçekliğin adıdır.
Tanrıların zulmüne karşı duran Tiamat’ın güncel ifadesidir Sara arkadaş
Tarihte gerçekleşen ilk komplo; kurnaz ve yalancı erkeğin mülkiyete dayalı, hiyerarşik, sınıflı ve devletçi düzenin, kadının tanrıça kültürüyle geliştirdiği ahlaki ve politik toplumun mirasını gasp ederek ele geçirmesi ve cinsel farklılığı eşitsizliğin temeli olarak gösterip, insan zihnini kirli ve yalancı bilgilerle çarpıtmasıdır. Erkeğin kadın karşısında, iktidarcı güçlerin halklar karşısında, batının doğu karşısında uygarlık sistemi boyunca verdiği savaş karşısında yaşanan direniş, hakikat arayışçılarının özgürlüğün, erdemin, eşitliğin ve kardeşliğin var olduğu ahlaki ve politik toplum değerlerinin korunması ve güzelliği yaratma felsefesidir. Sara heval, Mezopotamya’nın kutsal tanrıça kültürünün koruyucusu ve yaşamı geliştiren İştar’ın her bahar açan çiçekleriyle tüm bitkilere ruh veren kadının özgürlük enerjisidir. Sara arkadaşın duruşu, Zenubya’nın işgalci ve talancı Roma İmparatorluğunun saldırıları karşısında halkını, toprağını koruyan onurlu kadın mirasını günümüze taşıyan öncü kadının çizgisidir. Sara heval, tanrıların zulmüne karşı, insanlık değerlerini onurlu savaşıyla koruyan Tiamat’ın özgürlük direnişinin güncel ifadesidir. Kadının güzellik, eşitlik ve adalet ilkelerini ifade eden İnanna’nın kutsal Me’lerini çağdaş Enkilerden, insanlığa ve özgür kadına emeğiyle tekrar geri vermenin adıdır. Sara heval, zulme başkaldırının en somutlaşmış ifadesidir. Sara heval, kadın şahsında ayaklar altına alınan insanlık onurunun, kadının özgürlük savaşıyla kurtulmasıdır. Tarihte görülmemiş bir vahşetin yaşandığı 12 Eylül faşizmine karşı, insan iradesinin dayanamayacağı işkenceye rağmen dimdik duruşuyla emsal oluşturmuştur. “Ey cellat, kendinizi sevindirmek için yaptığınız işkenceler esnasında çığlık bile atmayacak, halklara ve kadına dayattığınız boyun eğme dayatmasına karşı onurun ve özgürlüğün yolunu tepeden tırnağa kendimi adayarak ve kanımın her damlasında göstereceğim” demiştir.
Sara, Rojbîn ve Ronahî yoldaşlar tüm günleri 8 Mart’a dönüştürmenin öncüleridir. Özgürlük felsefesini, heyecan ve inancını hiçbir engel tanımadan erkek egemenlikli sistemin köleci, baskıcı ve zulmüne karşı volkanlar kadar büyük öfkeyle kusmanın öncüleridir. Bu duruş aynı zamanda kendi özüyle buluşan kadın anlamına geliyor ki bu öz özgürlüktür, erdemdir, hakikattir. Aynı zamanda onurlu ve iradeli insan gerçekliğidir. Bir meşe ağacına benzemektedir. Meşe ağacının dalları, gövdesi ne kadar koparılırsa koparılsın eğer kök bir kere toprakla buluşmuşsa yeniden yeşerir. Meşe ağacı gibi özgürlükle beden bulmuştur. Hiçbir iktidarın gücü modern ve güçlü silahları, bu kökü yok etmeye kurutmaya ve bitirmeye yetmeyecektir. Onlar saldırdıkça ağacın kökü yeniden filizlenecektir. Önderliğimizin de tanımladığı gibi; “Kendi doğasına yabancılaşmayan insan en güçlü insandır”.
Rojbîn heval kapitalizmin merkezi olan Avrupa gibi bir alanda büyümüş ve asimilasyon politikalarının geliştiği, yabancılaşmanın dayatıldığı eğitimlerden geçmesine rağmen sistemin kullarından biri olmamıştır. Ülkeye geldiğinde anasından yıllardır kopartılmış bir çocuğun anasına kavuştuğunda gözlerinin feri ay gibi parlamıştır. Tanrıçaların kutsal yaratımlarının geliştiği topraklarla buluşmanın kendi kendisiyle buluşma olduğunu kıvrak zekası ile hemen fark etmişti. Rojbîn heval, “yaşam olacaksa, dolu dolu; Dicle gibi, Fırat gibi, Munzur gibi durmadan akmalı” diyerek, kendini ölümün karanlığından kurtarmanın en güzel resmini yoldaşlarıyla kurduğu ilişkilerde gerçekleştirmişti. Düşmanın Kürt kişiliğini önce yaşam ilişkileriyle vurduğunu çok iyi anlamış ve ilişkilerimizi ve kendimizi yeniden yaratmamız gerektiğinin bilinciyle hareket etmişti. Rojbîn heval, sen ölümsüzleşen bahar kadar güzel gülüşünle Kürt kadınlarının meydanlarda çektiği zılgıtlarında, halaylarında coşan devrimci kadın yoldaşların çarpan yüreklerinde hep yaşayacaksın. Gülüşün 8 Martların ve çocukların umudu olacaktır. Acınız yüreğimizi yakmıştır. Ama şunu da senden duyar gibiyiz; ‘neden acı çektiğinizi biliyorsanız ve bu nedenlere başkaldırıyorsanız, özgürlüğe daha yakınsınız’. Güneş gibi yüreğimize doğarken hakikatin ışığı olduğunuzdan eminiz.
Kapitalist sistemin ideolojik ve sosyolojik olarak saldırılarının hedefine koyduğu kesimler, kadınlar ve gençlerdir. Ronahî heval, Kürt toplumunun kültürel ve toplumsal değerleriyle büyümüş ve iktidarın gençler üzerinde yoğunca uyguladığı asimilasyon politikalarına gelmeyen, bu yönlü farkındalığı ve bilinci güçlü olan genç bir yoldaşımızdı. Ronahî ve binlerce genç yoldaşımızın bu güçlü duruşları, bizlere özgür yaşam kılavuzu olmuştur. Bir toplumun özgürlük gücü ve örgütlülüğü, o toplumun bilinçli ve öz değerleriyle yetişen gençlerinin düzeyiyle bağlantılıdır. Özellikle genç kızlarımızın, düşmanın insanlık dışı saldırıları karşısında tarihsel toplum değerlerini, kültür ve kimliğini koruma ve özgürlük mücadelesini yükseltme öncülüğünü yapması önemlidir. Hakikat ve özgürlük yolunda bedel olan şehitlerimizi yaşatma, Önderliğimizin özgürlüğü sağlama ve kadınlar ile halkımızın özgürlüğünü sağlama boynumuzun borcudur. Bu anlamda 2013 8 Mart’ını Önderliğimizin özgür zeminlerde buluşma vesile yapmak, varoluş gerekçelerimizdendir.
Bütün günleri 8 Mart yapacak güce sahibiz
Kadın özgürlük mücadelesinin sadece bir güne sığdırılacak bir mücadele olmadığını çok iyi biliyoruz. Bir güne çağları sığdırma, bir günü bütün günlere yayma anlayışıyla hareket etmek durumundayız. Bu anlamda 8 Mart’ı bütün uygarlık sürecinin acılarına karşı direnme, bütün günleri 8 Mart kadınlar günü yaparak yaşama gücü ve bilincine sahibiz. PKK’de gerçekleşen yaşam, özgürlük ve eşitlik temelli ahlaki ve politik toplumun sistemi olan demokratik ulus sisteminin kadın öncülüğünde geliştirilmesi ve toplumsal yaşamın her alanında beden bulması, ruh kazanmasıdır. Özgürlük çizgimizin ruhu olan, bütün şehitlerimizin ve kadınların en iyi yoldaşı olan Önderliğimizin sonsuz çabası; yaşamın tüm anlarında tanrıça kültürünün evrensel güzellik ve anlamlı yaşam hakikatinin gerçekleştirmeyi ifade etmektedir.
Bu hakikatle buluşmak, her gün erkek egemenlikli sistemin kirinden arınma mücadelesi verme, ruhumuzu köleliğin kirlerinden ve lanetli, çirkin, düşürülmüş, iktidarcı zihniyetinden kurtarmakla sağlanır. Özgürlük şarkılarımızı, savaşın vahşi saldırıları karşısında yükseltip mücadeleyi büyütmekle gerçekleşir. Özgür günler özgürlük mücadelesi verenlerin eseri olabilir. Bu anlamda her anını düşman karşısında ve bütün ataerkil zihniyet yapıları karşısında direnişle geçiren, dağların asiliğini kişiliğinde onurlu duruşa çeviren, bunu yaşam felsefesi yapan yiğit kadınların ve tüm dünya kadınlarının 8 Mart’ını kutluyoruz. Bahar güzelliğiyle bütün zamanların evrensel özünü kendisinde toplayan, anlamlı yaşamın kılavuzu Önderliğimizin de 8 Mart’ını kutluyoruz. Önderliğimizin özgürlüğünün özgürlüğümüz olduğunun bilincinde olarak, Önderliğimizin özgürlüğü için her zamankinden daha kararlı, daha iddialı ve inançlı mücadele edeceğimizin kararlılığına sahibiz.