İmralı direnişinin açığa çıkardığı sonuçlar ve direnişin kendi gerçekliği üzerine daha fazla yoğunlaşmamız gerekiyor. Çünkü tüm gelişmelerin merkezinde İmralı’daki soykırım sistemi yatıyor. Bu her geçen gün daha fazla anlaşılıyor ve açığa çıkıyor. Bu ne kadara iyi anlaşılır ve anlatılırsa o kadar halklar, kadınlar, demokrasi çevreleri, dünya halkları, aydınları, demokratlar tarafından tepkiyle karşılanır ve buna karşı mücadele yükseltilerek sürdürülür.
İmralı’daki direnişi ve oradaki uygulamaları, gelişmelerin merkezine alarak değerlendirmek ve gündemimizde İmralı ve Önder Apo gerçekliğini sürekli tutmak gerekir.
Aynı zamanda Kasım ayı Partimizin kuruluş ayı oluyor. Partimiz PKK’nin 45’inci kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. PKK 46’ıncı yılına giriyor. PKK’nin kuruluşu başta Önder Apo olmak üzere tüm halkımıza, ezilen, mücadele eden, özgürlük mücadelesi veren halklara, kadınlara, gençlere kutlu olsun.
Son 3 yıla yakındır İmralı’da mutlak bir tecrit var. 32 aydır Önderlik’ten hiçbir haber alınamıyor. Fakat bu süreç sadece üç yıldır yaşanmıyor. Sekiz yıldır süren savaşla bağlantılı ağırlaştırılmış bir İmralı gerçekliği var. Bunun açığa çıkardığı sonuçları halkımız, bölge halkları, dostlar, demokratik kamuoyu çok yakından görüyor. İmralı’da tecrit, işkence ve soykırım sistemi sadece İmralı ile sınırlı kalmıyor; bir sistem olarak Türkiye’de yaşayan tüm halkları etkiliyor. Fakat buna karşı giderek bir mücadelenin yükseldiğini de belirtebiliriz. Türkiye’de anlamlı bir yaşam, refah düzeyinin yükseltilmesi ve gerçekten Türkiye’de bir iç barış gerçekleştirilmek isteniyorsa, bunun yolu İmralı’dan, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünden geçtiği bilinmelidir.
Uluslararası kurumlarca sürekli Türkiye’ye ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Demokrasinin, insan haklarının olmadığı, özgürlüklerin yaşanmadığı, gerilemenin olduğu belirtiliyor. Bunun İmralı soykırım sistemiyle bağlantısı var. Aslında Türkiye Cumhuriyeti devleti 100’üncü yılında İmralı gerçekliği karşısında sınav veriyor. Bu sınavda da sınıfta kaldığını bütün dünya söylüyor ve görüyor. Kürt halkı Önder Apo’nun varlığını, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü, Önder Apo ile ilişki halinde olmanın kendisi açısından ne anlama geldiğini biliyor. Ancak bunu tüm Türkiye halkı için söyleyemeyiz. Eğer bugün bu kadar demokrasi konusunda gerileme varsa, faşizm bu kadar kurumları ele geçirmişse, insan hakları ve özgürlükler konusunda bu kadar gerileme yaşanıyorsa bunun sebebi İmralı soykırım sistemidir.
İmralı soykırım sisteminin ısrarla sürdürülmesine rağmen Türkiye’de başta Kürt halkı olmak üzere demokratik kamuoyu, duyarlı insanlar, dostlar, kadınlar, gençler demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından vazgeçmediler, vazgeçmiyorlar, ısrarlı bir mücadele var ve İmralı işkence sistemini kabul etmiyorlar. Bu çok değerli ve çok anlamlı bir duruştur. Bu İmralı soykırım sisteminin yıkılması gerekiyor. Bunun için her türlü ittifak ve ilişkinin geliştirilmesi, büyütülmesi lazım. Bu sistemin sürdürülmesinin koşulları artık kalmamıştır.
Bununla bağlantılı olarak yine Kurdistan’da yürüyen Devrimci Halk Savaşı gerçekliği var. Bu savaşı ne kadar doğru hisseder, anlarsak halk olarak da, kadınlar olarak da, gençler olarak da nerede durmamız gerektiğini daha iyi açığa çıkmış oluruz. Doğru sonuçlara daha fazla ulaşabiliriz. Kürt’ü, Kürtlüğü yok etmeye çalışan bir saldırı var. PKK bunları deşifre etti, açığa çıkardı. Kimin dost, kimin düşman olduğunu ortaya koydu. Neyin yaşaması, neyin ortadan kalkması gerektiğini gösterdi. Ölçüleri belirledi. O anlamıyla varlık ve özgürlük savaşımında buna öncülük etti. PKK şimdi gelinen noktada da savaşta önemli bir noktaya geldi. Türk devleti stratejik olarak 2023’e gelindiğinde gerilla direnişini ortadan kaldırmış olarak yeni yüzyıla giriş yapmak istiyordu. Planlarını bunun üzerine kurmuştu. Bundan iki yıl önce Garê saldırısı da bunun için gerçekleştirilmiş ve 2023’e Cumhuriyetin ikinci yüzyılına varmadan askeri sistemimiz çökertilmek istenmişti. Fakat gelinen noktada, PKK olarak 46’ıncı yılımıza girerken Türk devleti hedeflediği amaçlarına ulaşamamıştır. Medya Savunma Alanları’nda çakılıp kalmıştır.
TC, KDP’yi daha fazla devreye sokuyor
Türk devleti, Medya Savunma Alanları’nda savaşı yoğunlaştırıyor. Kurdistan’daki gerillanın varlığını tasfiye ederek işgal ve Osmanlıcılık planlarını hayata geçirmek istiyor. Başarılı olamadıkları için KDP’yi daha fazla devreye sokuyorlar. KDP’ye bu konuda böyle bir manivela rolünü oynatıyorlar. Türk devletinin KDP’ye verdiği rol; Türk ordusu için yol açma, öncülük yapma ve Türk askerininin yerine mezara girmektir. Teşhir oldular, ilerleyemiyorlar. Meşruluk gerekiyor. KDP de Türk devletine böyle bir meşruluk sağlıyor. KDP, kendi yayın organlarında Türk devletini Güney Kurdistan’a gelmesi için çağırıyor. Bu kadar alçaklık olur mu?
Gelinen noktada yürüttüğümüz savaş Türk devletini çok ciddi bir krize sokmuştur. Türkiye’deki siyasal krizin temel nedeni 2023 yılı için yaptıkları planlarına ulaşamamış olmalarıdır. Tüm demokrasi güçlerinin bu gerçekliği görerek yaklaşım göstermesi ve mücadeleyi yükseltmesi gerekir.
Türk devleti mevcut durumda siyasi, kültürel, ekonomik krize sokulmuştur. Eğer doğru mücadele edilir ve örgütlü davranılırsa, bu konuda gerekli fedakarlık ve cesaret her alanda gösterilirse hem AKP rejimi yıkılacaktır, hem Erdoğan gidecektir. Yeni bir dönem başlayacaktır. Şu anda Türkiye’de bunun paniği yaşanıyor. Bunun korkusu, kaygısı vardır. Siyaseti de buna göre yeniden dizayn etme arayışları sürüyor. Dikkatli bir gözlemci bunu görür. Bunun nedeni, Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü destansı mücadeleden, gerillanın gösterdiği direnişten kaynaklanıyor.
Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü gerilla mücadelesi, gerilla direnişi Ankara eylemiyle zirve yaptı. Ölçüyü belirledi, hedefi gösterdi. Artık daha çok şehirlerde mücadele etmek gerektiğini gösterdi. Erdal ve Rojhat eylemleriyle bunu gösterdiler. Herkesin bundan doğru sonuçlar çıkarması gerekiyor.
HPG-BİM bu iki arkadaşın görüntülerini, konuşmalarını yayınladı. Arkadaşlar Önderlik karşısında, şehitler karşısında, yoldaşlık karşısında hem eleştiri yapıyor, hem özeleştiri veriyorlar. Bizim de Rojhat ve Erdal arkadaşların ifade ettiği gibi, gerektiği kadar sabretmek ama fırsatını bulduğunda da düşmanın soykırımcı, sömürgeci hedeflerini özellikle şehirlerde, Türkiye metropollerinde işlevsiz bırakmak ve yine demokratik halk serhildanlarını geliştirmemiz gerekir.
PKK insanlığın gurur kaynağı
45’inci kuruluş yıl dönümünde PKK bu kadar yılda gelişmeleri nasıl açığa çıkardı? PKK nasıl bir yeni yaşam yarattı? Elbette bunun siyasi, askeri yönü var. Fakat bunun ötesinde duygu yönü var, düşünce yönü var. Sadece siyaset ve askeri başarılarla anlatmak kesinlikle yeterli değil. Muhakkak işin içerisine edebiyat girmek durumunda. Başka türlü PKK gerçekliği anlaşılamaz. Sadece siyasi ve askeri sonuçları itibarıyla değerlendirmek çok kaba kalır.
Bugün PKK direnişinden, onun açığa çıkardığı sonuçlardan yararlanarak insanlık direniyor. Dünya öyle direniyor. Kaba bir ben merkeziyetçi yaklaşımla bunları ifade etmiyoruz. PKK’nin açığa çıkardığı sosyalizm anlayışı herkesi şu anda etkiliyor. Çünkü sosyalizm, ’90’ların başında gerçekten ciddi bir bunalım yaşadı. Reel sosyalizmin çöküşüyle, Sovyet Rusya’nın çöküşüyle birlikte bir ciddi bir umutsuzluk yayıldı. Ama PKK kendisini yenileyerek var etti. Demokratik sosyalizm anlayışına ulaştırdı. Radikal kadın özgürlüğü çizgisini geliştirerek yeni bir sosyalizm anlayışı inşa etti. Bunların hepsi çok heyecan verici ve tarihin gidişatını değiştirici olaylar. PKK gerçekliği böyle bir gerçeklik. Küresel anlamda böyle bir etkisi var, böyle bir düzeyi var.
PKK olmasaydı Kürt ulusal varlığı ayakta kalabilir miydi? Kürt halkı eğer bugün bir ulus refleksiyle hareket edebiliyorsa bu PKK sayesinde olmuştur. Dikkat edelim Kürtlük adına hareket ettiğini söyleyen başka güçler de vardı. Fakat hiçbiri ayakta kalamadı. Demek ki Kürtlük ancak PKK tarzıyla ayakta kalabiliyor, var olabiliyor. Kürtlüğe saldıran herkes PKK’yi karşısında buluyor, bulmak zorunda. Çünkü Kürtlük PKK ile var oldu.
Kürt’üm diyen her kes PKK’ye yakın durmak durumunda. Bunu eleştirmek açısından belirtmiyoruz. Çünkü ontolojik, yani varoluşsal olarak böyle bir gerçek ortaya çıktı. Parça parça olmuş, lime lime edilmiş, dağılmış, kendisine ait bir şeyi kalmamış, kendisinden kaçan bir halk gerçekliğini değiştirdiği için PKK’yi her alanda savunmak, sahip çıkmak ve desetkelmek gerekiyor.
PKK’nin yarım yüz yılı bulan mücadelesi ile Ortadoğu’da, Kurdistan’da büyük duyguların, büyük düşüncenin, büyük siyasetin açığa çıktığını ve bu temelde de fırtınalı bir sürecin yaşandığını, büyük acı ve sevinçleri yanında on binleri bulan şehidi bulunduğunu ve her yıla binlerce şehidi sığdırarak mücadele yürüttüğü bilinciyle sahip çıkılmalı ve desteklenmeli diyoruz. Sadece Kürtlerin değil, insanlığın onur ve gurur kaynağıdır PKK. PKK böyle bir gerçekliğe sahip. Erkek egemen, devletçi, sömürücü, yalancı, talancı dünya sistemine karşı bir direniş odağı olabilmek ve bunu evrensel bir hakikat haline dönüştürebilmek çok zordur. 45 yıl boyunca bu coğrafyada böyle mücadele edebilmek hiç de kolay değildi. İşte PKK, 27 Kasım 1978’de kurulduğunda 24 saat ömür biçildi. Bu yüzden Önder Apo’nun öncülüğünde, büyük şehitlerimiz öncülüğünde 45 yılı tamamlamak çok gurur verici bir durumdur. Her günü, her anı, her pratiği derslerle doludur. Halkımız, yeni nesil gençler ve bizler PKK pratiğini, derslerini ne kadar doğru okur ve doğru sonuçlar çıkartırsak o kadar anlamlı hale gelebiliriz.
PKK insanlık hareketidir
Bu kadar insanlıktan çıkartılan bir dünyada PKK’nin dışındaki yaşama, kadının haline bakalım. Kadın köle haldedir, nesnedir. Sistemdeki erkeğin durumu da böyledir. Ucuz iş gücüdür, köledir. Tam bir düşkün yetiştirilme halidir. PKK sadece Kürt varlığı açısından değil, insanlık açısından buna dur deme, özgürlük için yaşama hareketidir.
Önderliğimizin temel sloganı, “Ey yaşam! Ya seni özgürce yaşayacağım ya da hiç yaşamamış sayacağım” dedi. İşte PKK bunun adı, anlamı oluyor. Sadece bunu bir slogan olmanın ötesine taşıdı, bunu inşa etti. PKK kendisinde özgür yaşamı inşa etti. Özgür yaşamı geleceğe havale etmedi. Yaşamını, ilişkilerini özgürlük ilkelerine göre inşa etti. Ve bunu bir model olarak demokratik konfederalizm ve demokratik konfederal sistemin prototipi haline dönüştürdü.
Kadına şiddet uygarlığın mayasında var
İçinde yaşadığımız dünya erkek egemenlikli, eril zihniyete dayalı sistem anlayışıyla yaşanmaz hale geldi. Hemen hemen yaşamın her alanında şiddet var. Bunun merkezinde ise kadına karşı şiddet var. Tarihsel, toplumsal çözümlemeler bizi hep tarihin ilk günlerine götürüyor. Uygarlığın, devletin, iktidarın nasıl şekillendiğine baktığımızda şunu görüyoruz; uygarlık kadın üzerinde kurulan egemenliğe dayalı şekillendi ve bu yalan ve şiddete dayalı oluştu. Kadına karşı şiddet uygarlığın mayasında var. Kadına karşı şiddet olmadan uygarlık, devletçi ve iktidarcı sistem var olamaz. O yüzden toplumsal yaşamda günlük olarak kullandığımız sözlerde de bu eril zihniyete rastlarız. Örneğin kadının sırtından sopayı hiç eksik etmeyeceksin, sırtında hep sopa olacak, hep kafasına vuracaksın. Hiç kafasını kaldırmayacak, hiç kendisi olmayacak. Hep düşkünleştirme, hep onursuzlaştırma, hep ötekilileştirme kadının yazgısı haline getirilmiş.
Önder Apo, “Gördüm ki Kürt halkına yaklaşım, kadına yaklaşım gibidir.” Kadının yaşamı hakkında da “insan olan bir gün dayanamaz” dedi. Onur kırıcı bir yaşam. Erkek egemenliği altındaki kadının durumu aslında işkenceli bir yaşam. Bir tecavüz sistemi kurulmuş ve kadın sürekli böyle bir yaşamın içerisinde.
Kadın çocukluğundan itibaren toplumsal cinsiyetçi kodlarla buna hazırlanıyor. Bir de bunu gönüllü hale getiren bir sistem var. Kadın açısından şiddeti daha beşikte iken başlıyor diyebiliriz. Sadece fiziki şiddet değil, zihniyet alanında, duygusal alanda sürekli ona bu dayatılıyor. Kadın, her şeyden önce yaşamın merkezidir. Kadına bu merkezin içinde yer almaması gerektiği söyleniyor. Yaşamın merkezi olmasına rağmen, biyolojik ve toplumsal olarak böyle olmasına rağmen yaşamın kıyısına itiliyor, yaşamın dışına itiliyor, sosyal yaşamdan, ekonomik yaşamdan dışlanıyor. Bedensel olarak dışlanıyor. Bedensel olarak eksik ve yetersiz görülüyor. Bunun kendisi başlı başına bir şiddet oluyor. İnsanlığın çıkışında kutsanan kadın bedeni ve varlığı uygarlıkla birlikte aşağılanan, küçümsenen, eksik görülen bir nesneye dönüşüyor.
Şiddeti tabii ki salt kaba şiddet olarak tanımlıyoruz. Savaşlar kadına yönelik şiddetin görünür olmasını engelliyor. Örneğin Ortadoğu’da, Türkiye’de süren bir savaş var. Süren bu savaşlar yüzünden kadın ölümleri, katliamları, kadına karşı şiddet gündem olmuyor. Kadın katliamları görünür değil. Oysa her gün eşi, babası, abisi sevdiği adam tarafından katledilen kadın katliamlarına tanık oluyoruz. Bu coğrafyada hamile kadınlar katlediliyor. Böyle bir şiddet var. Milliyetçiliğin şahlandığı bir coğrafyada ne yazık ki cinsiyetçilik daha saldırgan hale geliyor. Cinsiyetçilik, milliyetçiliği ve dinciliği körüklüyor. Bunların hepsi diyalektik olarak birbirine bağlı ve birbirini tetikliyor. O yüzden gerçekten işkenceli bir durumla karşı karşıyayız.
Kadınlar, dünya genelinde de Ortadoğu’da da sert çatışmalar içerisindedir. O yüzden kadının karşı karşıya kaldığı şiddetle mücadeleyi daha fazla görünür kılmak ve sadece bir günle de sınırlı tutmamak gerekir. Örgütlü mücadeleye çok ihtiyaç var. Kadınların bir araya gelerek seslerini daha fazla yükseltmeleri gerekir.
Mevcut mülkiyet düzenine karşı çıkmak, kadının onurlu yaşamı açısından bu kesinlikle şarttır. Bu kadar nesneleştirmenin kendisi en büyük şiddet olmaktadır. Kadın kendisi olarak yoktur. Hep birilerine aittir. Kocasına aittir, babasına aittir, erkek arkadaşına aittir. Hep bir erkeğe aittir. Bu, bir mülkiyet sistemidir. Kadın kendisinin olması lazım. En büyük namus, kadının kendisi olmasıdır, kendisine ait olmasıdır. Kadın kendisi olmalı. Kadınlar kendilerine sahip çıkmalıdır. Hiçbir erkek kadın hakkında karar almamalı. Kadınlar kendisi hakkında kendileri karar alabilmeli. Bunun yolu mevcut erkek egemen sistemden kopmaktan geçiyor.
Kadınların bu sistemden kopması ve ayrı örgütlenmesi gerekir. Kadın kendisine ne kadar özgün alan açabilir, ne kadar kendi ayakları üzerinde durabilir, ne kadar kendisini, kendi cinisini tanır ve iradeli hale gelirse o kadar saygı duyulur. Gerçek sevgi ve bağlılık o temelde daha yerli yerine oturur. Önder Apo, “Barış bir sevgi kaynağıdır” dedi. Bu, edebiyat olsun diye söylenen bir cümle değildir. PKK’nin kadın Hareketi’mizin sevgi kaynağı olmasının özünde böyle bir özgürleşme bilinci, felsefesi yatıyor. Buna ulaşmadan mevcut eril zihniyetle karşı karşıya gelmek mümkün değil.
Vahşi, canavar haline gelmiş bir gerçeklikten bahsediyoruz. Mevcut uygarlık her yönüyle erkektir. Her yerde siyaset, erkek işidir ve erkekler baskındır. Onlar konuşuyor, onlar belirliyor. Kapitalist sömürü sisteminin bütün yükü, bütün savaşların yükü kadının sırtına yükleniyor. Peki, kadın bir kader gibi bunu yaşayacak mı? Yoksa kendi yolunu oluşturmak için bir araya gelecek, örgütlenecek ve mücadele edecek mi? Bir yol açıldı. PAJK, dünya kadınlarına bir yol açtı, bir örnek, model oluşturdu. Açılan bu yoldan güç alarak başta bölgede yaşayan kadınlar olmak üzere tüm kadınları bu yolu başları dik, onurluca yürüyüp erkek egemenlik sisteme karşı kesintisiz mücadele edebilirler ve etmelidirler de.
Ortadoğu asırlardır savaş içerisinde
Ortadoğu öteden beri bölgesel bir savaş içerisinde ve Ortadoğu’da savaşlar hiç bitmedi. Kurdistan’da, Filistin’de yüz yıldır devlet tarafından dayatılan bir soykırım savaşı yürütülüyor. Buna karşı halkın geliştirdiği bir direniş ve mücadele de var. Dolayısıyla Ortadoğu’nun bölgesel bir savaşa sürüklenişini değil, bundan nasıl çıkacağını değerlendirmek daha doğru olur. Mevcut sorunlar olduğu ve sorunlar çözülmediği sürece savaş ve çatışmalar da asla bitmez ve Ortadoğu dünyanın geri kalanını da içine çeken bölgesel savaştan kurtulamaz.
Filistinli örgütlerin kendi aralarında güçlü bir birlik sağlayamamaları elbette Filistin halkının mücadelesini olumsuz etkilemektedir. Sorun sadece Hamas ve El Fetih arasında yaşanan çelişkilerden ibaret değil. Filistin hareketi genel olarak zayıflamış ve parçalı haldedir. Bu, sadece devletlerin baskısından kaynaklanmıyor. Buna yol açan ideolojik, siyasi ve tarihsel nedenler var. Filistin hareketi ancak bu sebepleri anlayarak ve çözerek mevcut durumu aşabilir.
Bilindiği gibi İsrail Devleti’nin kuruluşuyla birlikte Arap devletleri ile İsrail arasında birçok savaş yaşandı. Kapitalist modernite güçlerinden aldığı desteklerle İsrail Devleti bu savaşlarda yenilmedi ve varlığını korudu. Esas aldığı zihniyet ve ideoloji doğrultusunda Filistin’de işgal ve soykırım politikalarını uyguladı. Arap devletlerinin yaklaşımında ise İsrail Devleti’ni yıkmak vardı. Filistin’in kurtuluşu İsrail’in yıkılmasında görülüyordu. Bu olamayınca da Filistin davasına olan ilgilerini yitirdiler. Öyle ki Filistin davasına en büyük zararı Arap devletlerinin bu yaklaşımı ve politikaları verdi. Bazı Arap devletlerinin Filistinli mültecilere nasıl yaklaştıkları biliniyor. Şimdi de Arap devletlerinin doğru ve tutarlı bir yaklaşımları yok. Devletçi zihniyetle soruna yaklaştıklarından çözüm gücü olamıyorlar. Zaten Arap devletlerinin Filistin sorununu çözemeyecekleri anlaşıldıktan sonra Filistin hareketi güçlenmiş ve Filistin halkının davası gelişme kaydetmiştir. Altı Gün Savaşı’ndan sonra Filistin hareketi bağımsız bir çizgide gelişmiş ve güçlenmiştir. Ortadoğu ve dünya genelinde halklardan önemli bir destek de alarak etkili olmuş ve Filistin sorununun tanınmasını ve çözümünü gündeme koymayı başarmıştı.
İsrail-Hamas savaşı olarak tabir edilen bu savaşın bölgesel bir nitelik kazanmasının nedeni Ortadoğu’daki meselelerin iç içe geçmesi ve dış güçlerin meseleye dahil olmasından kaynaklanmaktadır. Lübnan Hizbullahı’nın konumu ve meseleye dahil olması da bu çerçevededir. İran’ın, Lübnan Hizbullah’ı ve diğer birçok güç üzerindeki doğrudan etkisi ve yönlendirmesi bilinmektedir. Bunlar sır değildir. Hamas üzerindeki etkisi de malumdur. Dolayısıyla Hizbullah veya diğer güçlerin belirttiğimiz gibi hareket etmeleri İran’dan bağımsız olmaz. Türk devletinin de Hamas’la ilişkileri vardır. AKP-MHP iktidarı ve Tayyip Erdoğan öteden beri Hamas’ı ve Filistin davasını kullanmaya çalışıyor. Filistin davasını en fazla kullanan, istismar eden devlet Türkiye’dir. İsrail üzerinde ise ABD’nin ve diğer belli başlı kapitalist modernite güçlerinin etkisi vardır. Tüm bu güçler İsrail-Filistin sorununu kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar. Bu açıdan savaşın, bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığı ve tehlikesi vardır. Zaten olup bitenler Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında olmaktadır. Kapitalist modernite güçleri arasında güç mücadelesi vardır. Enerji kaynaklarına, enerji hatlarına, ticaret yollarına, suya, toprağa, vb sahip olma mücadelesi vardır. Birbirlerini zayıflatmak için her türlü konuyu ve sorunu kullanmaktan geri durmuyorlar.
Ortadoğu önemli bir jeopolitik alana sahiptir. Hem çok büyük enerji kaynaklarına, hem enerji hatlarına ve hem de ticaret yollarını kesmektedir. Bağrında güçlü bir toplumsal kültürü de barındırmaktadır. Böylesi özellikleri olan bir yer elbette önemlidir. Şimdi ABD’nin yanı sıra Rusya’nın, Çin’in ve hatta Hindistan gibi güçlerin bölgeye olan ilgisi ve ilişiği artmıştır. İran ve Türkiye küresel güçlerle geliştirdikleri ilişkilerle bölgede etkili güç olmaya çalışıyorlar. Suudi Arabistan vb devletlerin de böylesi bir yaklaşımı var. İran geniş bir alanda kendisine bağlı gruplar oluşturmuş ve bunlara dayanarak bölge üzerindeki etkisini artırmaya çalışıyor. ABD’yle olan sorunlarının içe yansımasını da bu şekilde engelliyor. Adeta kavgasını dışarıda yürütmesini sağlayan bir sistem kurmuş. Türkiye ise Kürt soykırımı üzerinden bölgede güç olmaya çalışıyor. Kürt soykırımı konusunda destek almak şartıyla her türlü ilişkiye girebilmektedir. Tabi tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da ABD’nin önemli bir etkisi vardır. ABD öteden beri Ortadoğu’yu çıkarları çerçevesinde dizayn etmek istemektedir. Şimdi de bu saikla hareket etmektedir. Öte yandan ABD ile Çin arasında süregelen çelişki ve rekabet var. Pasifik Asya üzerinden süren bu çelişki ve rekabetin dünyanın başka alanlarına taşındığı görülmektedir. Bunun Ortadoğu’ya da yansıdığı söylenebilir. Son dönemde Çin’in bölgeyle ilişkileri artmaktaydı. Bazı stratejik hamleler yaptı. Bunların başında aralarında tarihsel çelişkiler olan İran ve Suudi Arabistan’ı buluşturması, iki devlet arasındaki ilişkilerin düzelmesini sağlamaya dönük çabası öne çıktı. Çin aynı zamanda Filistin sorunuyla da ilgilenmek istediğini belirtmekteydi. Ortadoğu’daki her şey bu kadar iç içe ve birbirini etkiler durumdayken, 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın eylemleriyle başlayan ve İsrail devletinin Gazze’ye yönelik saldırılarıyla derinleşen ve şimdi bunun bölgesel bir savaşa yol açabileceği söylenen gelişmelerin bu durumdan bağımsız olması mümkün müdür? Böyle değerlendirmek Ortadoğu gerçeğinden hiçbir şey anlamamak demektir. Kısa süre önce Hindistan’da yapılan G-20 zirvesinde Çin’in geliştirmek istediği enerji ve ticaret sistemini ve yollarını boşa düşüren kararlar alındı. Çin’in yanı sıra İran, Türkiye, Rusya vb güçlerin bu kararlardan ve oluşturulan yeni enerji ve ticaret projesinden rahatsız oldukları bilinmektedir. Dünyaya ve yaşama bu pencereden bakan, maddiyat ve güç istemiyle hareket eden tüm bu kapitalist modernite güçlerinin üzerinde oyun oynamayacakları, çıkarlarına alet edemeyecekleri konu yoktur. Bu güçler Filistin halkının davasını da çıkarlarına, aralarındaki güç ve rekabet ilişkisine kurban etmektedirler. Bu çok açık bir durumdur. Kürtlere de bu çerçevede yaklaşmaktadırlar. Önemli olan bunun farkında olmamız, özgürlük ve demokrasi mücadelemizi halkların gücüne ve birliğine dayandırarak sürdürmektir.
ABD, Rusya, AB ülkeleri ile Erdoğanın iç ve dış politikalarını iyi görüp ona göre de tutum almak gerekir.
Erdoğan bir ABD projesi
AKP ve Erdoğan bir ABD ve İsrail projesidir. Onlarla anlaşmalı halde iktidarda duruyor. Kendisini o temelde kullandırıyor. Onların çıkarlarına göre hareket ediyor. Oradan da kendisi açısından nemalanıyor. Bir çıkar dünyası kendisine de oluşturuyor. Türkiye’yi de bu temelde inşa etmeye çalışıyor.
Fakat Türkiye siyasetinde bir kaynama var. Bazı şeyler yeniden dizayn ediliyor, edilmek durumunda. CHP’de Kılıçdaroğlu değişimi de bunun göstergesi. Kılıçdaroğlu’yla Erdoğan bir madalyonun iki yüzü gibiydiler. Birbirlerini tamamlıyorlar. Kılıçdaroğlu’nun duruşu, tutumu Erdoğan’ın koltuk değneği gibiydi. Baykal’dan başkanlığı aldığı süreçte Kılıçdaroğlu biraz da aslında AKP projesinin bir parçası olarak getirildi. Ona verilen rol ne olacak; izleyip göreceğiz. Şimdiden bir şeyler söylemek doğru olmayabilir. Fakat bir değişim var.
Benzer bir şekilde İYİ Parti kaynıyor. Mesela İYİ Parti’de istifalar var. İYİ Parti biraz da AKP’nin, yani sağ cenahın yedeği olarak oluşturulan bir partiydi. Kendisi de kendisine öyle bir misyon biçmişti. Şimdi orada da çözülmeler var. Büyük olasılıkla o çözülmeyi de yaratan Erdoğan-Bahçeli ikilisi oluyor. Çünkü yedek, alternatif istemiyorlar.
Kılıçdaroğlu’nun gidişi, bölgede yaşanan gelişmeler, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikarsızlık Erdoğan-Bahçeli faşist kiliğin koltuğunu sallıyor. Bunu engellemenin yolunu arıyorlar. İYİ Parti’ye müdahale ve Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay krizi de bununla bağlantılı.
Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini Erdoğan atamış. Onların Erdoğan’a karşı çıkacağını düşünmek çok mantıklı değil. Öyle değil yani. Bunun üzerinden anayasa krizi çıkarılmak isteniyor. Yeni anayasa ile yasalarda değişiklik yapılarak Erdoğan’ın uzun süre iktidarda kalmasının yollarının açılması isteniyor. Dikkat edelim Erdoğan hemen “Anayasayı değiştirmemiz lazım yoksa teröristler kaçıyor” dedi. Ne ilgisi var? Zindanlar zaten dolu. Yargılamadan insanları içeride tutuluyor. Yargısı bitmiş, kesinleşmiş çıkması gerekiyor, onu dahi bırakmıyorsunuz. Sorun kendi iktidarını dizayn etmek istemesinden kaynaklanıyor.
Türkiye’de yeni anayasa tartışmalarına girmemek lazım. Bunun koşulu yoktur. Bazı çevreler hemen “hazırız” falan diyor. Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var ama demokratik bir anayasa demokrasi iklimi ister. Tartışma iklimi ister. Şimdi her dediğim olsun diyen, ben dedim oldu diyen, kendisini Tanrı yerine koyan bir iktidar var. Erdoğan’ın bütün tavrı, edası odur. Mevcut Türkiye’nin siyasi, sosyal ortamında yeni anayasa, demokratik anayasanın tartışılabilmesi mümkün değil. O yüzden o tartışmalara girmemek gerekir.