“Toplumsal temeli olan örgütlenmeler, eğer kökenlerine inançlı ve bilinçli oturmaya başlarsa, o toplumun tarihi bir kez daha dirilir ve olanca ilişki ve çelişkileriyle yeni koşullar altında hayat bulmaya çalışır. Bu anlamda her örgütlenme bir toplumsal müdahaledir. Ortaya çıktığı dönemde öncelikle mevcut tüm yaşam formlarını sorgular ve yargılar.
Kadrosal sorunlar ve çözüm yolları
Geçerliliği olanlarla yeni formlar yaratmak üzere birleşirken, yaşam şansı olmayan formlarla kıyasıya ve çok yönlü bir mücadeleye girişir. Mücadele, ideolojik boyuttan şiddet boyutuna kayıp birçok alanı kapsayabilir. Süreç bir ölüm kalım süreci olduğundan, özellikle çıkış koşullarında acılı ve kanlı geçmesi kaçınılmazdır. Devrimci zamanlar denilen bu dönemlerde eğer mücadele yeterli derinlikte ve doğru biçimlerde verilmişse, yıkılması gereken yanlar genel olarak aşılmıştır. Geriye toplumun yenilenme süreci başlar. Bu dönem en kritik bir an olup, doğru kestirilmesi büyük önem taşır. Tarihin en trajik hataları ve dolayısıyla yenilgileri de bu anda gerçekleşir. Bir dönemin kurallarını aynen sürdürmek, yeni dönem koşullarına yanıt vermemek; bir nevi marjinalleşme ve gerici tarikatlaşma olarak yansımasını bulur. Devrimci örgüt bile bu durumda olumlu yanıt oluşturamazsa aynı akıbetten kurtulamaz.” (Önder Apo)
Tarihte ve günümüzde doğrululuğu kanıtlanan gerçek şudur ki; devrim her zaman kitlelerin bir eseri olmuştur. Aynı düzeyde doğrululuğu tartışmasız bir şekilde kanıtlanan diğer bir gerçeklik de hiçbir devrimin, öncü olmadan gerçek amacına uygun, kalıcı, sürekli ve toplumu derinden bir dönüşüme uğratmasının mümkün olmadığıdır. Bu temel doğrular söz konusu Kürdistan devrimi ve özgürlük mücadelesi olunca, iki kat daha geçerlidir. Bunu bu biçimde belirtmemizin nedeni hiç kuşkusuz Kürdistan’ın tarihsel, toplumsal ve sosyolojik durumuyla ilgilidir. Kürdistan’ın üzerinde uygulanan sömürgeciliğin sürekli ve sistemli bir hal alması ve en önemlisi de ekonomik, sosyal ve siyasi soykırımın yanı sıra, tahribatları bugün çok iyi görülen ruhsal, beyinsel ve psikolojik sömürgeciliğin en acımasız bir biçimde uygulanmış olmasıdır. Öyle bir sömürgecilik ki; Kürdistan halkının içinde bulunduğu durumu kavramsal düzeyde tanımlamak mümkün değildir. Kürdistan, ne bir sömürge ne bir ilhak ne de sadece üzerinde her türlü soykırımın uygulandığı bir coğrafya konumdadır. İçinde bulunduğu duruma hiçbir kavramla izah getirmek yeterli değildir. “Statüsüz halk” dememizin nedeni biraz da bundandır. Toplum olarak her düzeyde bir parçalanmışlığı ve iradesizleşmeyi yaşayan Kürdistan halkı, birey olarak adeta baştan çıkarılmış, iğdiş edilmiş, kendisini tanıyamaz bir durumdaydı.
Önderliğimiz, “Kürdistan’da bıkalım kendiliğinden devrimi veya sıradan bir gelişmeyi, yaprak dahi kıpırdamazdı” demektedir. Bu kesinlikle doğrudur. Zaten kırk yıla yakın amansız mücadele tarihimiz de bunu kanıtlamıştır. Kürdistan’da devrim ve özgürlük adına bir şey yapılacaksa; yani, küçük de olsa bir mevzi kazanılacaksa, bunun için söz söylenip, adım atılacaksa, bunun mutlaka bir ideolojik yoğunlaşma, iradeleşme, kararlaşma ve bu temelde bedel ödemeyi gerekliliğin de ötesinde zorunlu kıldığı bizzat mücadele tarihimizde ortaya çıkmıştır. Önderliğimiz bu nedenledir ki, Kürdistan devriminin kazanımları iğneyle kuyu kazma kabilinde inanılmaz bir bilinç, sabır ve kararlılık sonucunda ancak elde edilmiştir demektedir. Özgürlük mücadelesinde en ufak bir mevzi, en büyük bedeller pahasına kazanılmıştır. Burada ulaşmak istediğimiz sonuç şudur; toplumun düşürülmüş hali ne kadar korkunç ve derin ise, Kürdistan devrimi de o düzeyde görkemli ve çarpıcı biçimde gelişmiştir. Kürdistan’da nasıl ki, kendiliğinden yaprak dahi kıpırdayamayacak durumdaydıysa, devrim ve özgürlük için atılan her adım, söylenen her söz, kazanılan her mevzi de kesinlikle öncünün örgütlü ve iradi duruşuyla mümkün olmuştur. Önder Apo, bu gerçekliği tarihsel, güncel ve toplumsal boyutlarıyla, kapsamlı ve derinlikli çözümlediği içindir ki, Özgürlük Hareketimiz daha başta bir kadro hareketi olarak ortaya çıkmıştır.
Kadro-kitle ilişkisi mücadelemizin diyalektiğidir
Kürdistan devriminde öncünün belirleyici niteliği ilk günden bugüne kadar ve halen de önemini korumaktadır. Kadro, öncü olma rolünü oynadığı kadar kitleselleşmekte ve toplumsallaşmakta, aynı şekilde kitleler devrime kalkıştığı düzeyde öncü kadro da rolünü oynayabilmektedir. Dolayısıyla, kadro-kitle ilişkisi devrimsel mücadelemizin diyalektiği olmuştur. Hareketimizin, ideolojik etkileme düzeyi, kitleleri derinden sarsan, bilinçlendiren ve mücadeleye seferber eden gerçekliği karşısında, kadronun öncülük sorunları her zaman ortaya çıkmıştır. Bu nedenle denilebilir ki, Önder Apo, tüm zamanını sürekli kadro sorunları üzerinde yoğunlaşmaya ayırmıştır. Bu konuda geliştirdiği perspektif ve yaptığı çözümlemeler bilinmektedir.
Mücadelenin her aşaması ve döneminin kendine özgü kadrosal sorunları vardır. İdeolojik dönemin, pratik-politik mücadele döneminin ve topyekûn devrime kalkıştığımız dönemin de kendine özgü kadro sorunları vardır. Kadro bu dönemlerde rolünü ne kadar oynamışsa, dönemin mücadele sorunlarına da o düzeyde cevap olunmuştur. Çünkü; sorunlarımız, partimizin ideolojik çizgisinin yanlışlığı ya da yetersizliğinden kaynaklanmamıştır. Aynı şekilde Önder Apo’nun geliştirdiği perspektif ve dönemin taktikleri her zaman sürece cevap olabilecek nitelikte olmuştur. Halkımızın mücadeleye olan ilgisinden kaynaklı bir sorun sözkonusu değildir. Bununla birlikte, iç ve dış koşullar mücadeleyi daha üst bir düzeye tırmandırmak için her zaman olumlu bir durum arz etmiştir. Bugün itibariyle baktığımızda da, aynı durum geçerliliğini korumaktadır. Önder Apo’nun yaptığı tarih ve çağ değerlendirmesi, geliştirdiği demokratik konfederalizm paradigması, kazandırdığı devrim perspektifinin doğruluğundan kuşku duyulamaz. Aksine, bunların gerekleri yüzde on dahi yerine getirildiğinde nasıl bir devrimsel gelişmenin yaşandığı pratiğimizde ortaya çıkmaktadır. Kürdistan’daki durum bugün hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar devrimci halk savaşı için elverişlidir. Bölgedeki gelişmeler, devrimci halk savaşının geliştirilmesi ve zaferle taçlandırılması için muazzam bir ortam sunmaktadır. Hareketimizin uzun yıllara dayanan deneyim ve kazanımları kesinlikle küçümsenemez. Sorun, bütün bu gelişmeleri devrimci halk savaşını geliştirmenin avantajları olarak görüp, öncü kadronun rolünü hakkıyla oynayabilme sorunudur. Bu anlamda denilebilir ki, Kürdistan devriminin kadroları bugün tarihsel bir görevle karşı karşıyadırlar.
“Savaşan halk, savaşan militan gerektirir. PKK adına ancak sınırlı düşünebilen ve ancak birkaç atımlık barut kadar eylemcilik yapabilen bir militanlaşma ve kadro gerçeğiyle halk savaşının yürütülmesi mümkün olamaz. İdeolojik güç, sabır, cesaret ve ustalık mücadelenin başarıya ulaşması noktasında olmazsa olmaz kadro nitelikleridir.”(Önder Apo)
Doğru halk savaşı olmazsa yozlaşma yaşanır
Kadro, devrimin hem motor hem de öncü gücüdür. Motor güç olması, onun toplumun enerjisini ve eylem potansiyelini açığa çıkarması ve kitleleri devrime kaldırmasıdır. Şimdi devrimin kadroları böyle tarihsel bir görevle karşı karşıyayken, gerek ideolojik ve örgütsel gerekse politik-pratik ve yaşamsal alanda ortaya çıkan temel bazı hataları görüp, çözümlemeden, devrimci halk savaşını geliştirmesi mümkün değildir. İsyan ve silahlı mücadele gibi çok büyük olaylara ve sonuçlara yol açan eylemlilikler karşısında bin düşünüp bir yapmak gerekir. Neden ve hangi amaçla, kimlere karşı, ne kadar süre ve kapsamda, kimlerle ve nasıl yürütüleceğine ilişkin netleşme olmadan isyan ve silahlı mücadelelere başvurulması yozlaşma veya başarısızlıklara yol açabilir. Devrimci halk savaşı son tahlilde kadrolarla yürütülecektir. Yeterli bir ideolojik donanım sağlanmadan, çizgi netliği, moral ve vicdan düzeyi, planlama kabiliyeti, yürütme ve denetim gücü oluşturmadan yetkin bir savaşımın verilebilmesi de mümkün değildir. Kendi sistemini yaratmayan, kolay ve ucuz yaşam alışkanlıklarından kurtulmayan, komutanlaşmayan, nasıl ve nerede yaşamak ve yaşatmak gerektiğini temel görev edinmeyen bir kadro düzeyiyle devrimci halk savaşının yürütülmesi zor olacaktır.
Önder Apo’nun destansı üç temel çalışmasının en önemli ve en zorlusu olarak tanımladığı “Militan ve Kadro Sorunları”nı değerlendirirken, soyut ve genel bir yaklaşım göstermekten ziyade daha somut ve pratik bir yaklaşım göstermek daha doğru olacaktır. Bu bağlamda, bizim için oldukça zorlu ve bir o kadar da önemli olan 2011 yılı pratiğinden hareketle bazı sonuçlara ulaşmak daha sağlıklı ve öğretici olacaktır.
Dönemin taktiğini anlamayan sağ-liberal kadro duruşu
Bilindiği gibi, hareketimizin yönetimi, 2011 yılı pratiğini askeri, siyasi ve örgütsel sorunlarını gerçekleştirdiği toplantılarda tartışıp, değerlendirmiştir. Biz burada yönetimimizin toplantı sonuçlarından da hareketle, daha çok kadro sorunları üzerinde durmayı gerekli görmekteyiz. Yönetim olarak, serhıldan hareketini değerlendirirken, kadronun süreç karşısındaki duruşunu sağ-liberal, dönemin taktiğine tam inanmama, anlamama veya ikna olmama, bu anlamda çizgiye girmeme biçiminde nitelendirdik. Aynı şekilde gerillanın, dönemin taktiği karşısındaki duruşunu çözümlediğimizde, taktiğe tam girmeme, kendini yenileyememe, üretmeme, hareket tarzında tekrara girme kapsamında bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Yurtdışı saha kadrolarının durumunu değerlendirdiğimizde, kendini yenileyememe, dönemin taktiğinin özüne uygun hamlesel çıkış gerçekleştirememe vb. durumlar yaşanmıştır. Dolayısıyla genel olarak şunu söylemek mümkündür ki; kadrolarımız ve örgütümüz, 3. stratejik aşamadan “Devrimci Halk Savaşı” dediğimiz 4. stratejik hamle sürecine yeterince girememişlerdir. Peki neden? Dikkat edilirse biz, burada kadronun ve öncü militanların kaba anlamda partiye bağlılıklarının olmaması ya da zorluklardan ve ölümden çekinen vb. bir durumdan söz etmiyoruz. Aksine hak etmediğimiz şahadetler yaşadığımız bilinmektedir. Dolayısıyla, sorun bundan çok partinin ideolojik derinliğine ulaşamama, devrimci halk savaşı çizgisini ve dönemin politik perspektifini özümseyememe sorunları olmaktadır. Önderliğimiz, “zihinsel devrim” yani ideolojiyi özümseme üzerinde bu nedenle özellikle durmaktadır. Çünkü ideolojik yetersizlik, beraberinde politik öngörüsüzlüğü, bu da beraberinde taktiksel yanlışlıkları getirmektedir ki, sonuç büyük kazanmaktan çok ya inanılmaz bir tekrar ya da maalesef hak etmediğimiz kayıplar olmaktadır.
Düşman propagandasından etkilenme var
Düşman, özellikle 14 Temmuz hamlesinden sonra çok planlı ve bilinçli bir şekilde, sürekli, alttan alta “PKK’yle devlet arasında görüşmeler var” propagandasını ısrarlı ve yoğun olarak sürdürmüştür. Düşmanın geliştirdiği bu propagandaya, toplumun birçok kesimi inanmış, daha da kötüsü pek çok kadromuz da bundan etkilenmiştir. Serhıldan hareketinin yetersizliğinden tutalım, gerillada bile yer yer bu propagandaya inanma ya da etkilenmenin ortaya çıkması çok büyük bir ideolojik yetersizlik değil de nedir? Bize göre AKP devleti, 2011 yılında en büyük başarıyı kadronun bu yetersizliğinden kazanmıştır. Yani pek çok kadromuz bu yalan ve yanlış propagandadan etkilenmiş ve bu nedenle devrimci halk savaşı çizgisine tam olarak girememiştir. Halbuki hareketimizin ve Önder Apo’nun geliştirdiği 4. stratejik hamle süreci iyi kavransaydı, 2011 yılına sığdırdığımız başarıların ötesinde devrim düzeyinde daha büyük hamleler gerçekleştirmek mümkün olabilecekti. Bu anlamda düşmanla en büyük savaşımız ideolojiktir. AKP ve cemaatin bu konuda yoğun bir mücadele geliştirmeleri boşuna değildir. Halk serhıldanları ve gerilla karşısında elde edemedikleri sonuçları, verdikleri ideolojik mücadeleyle kazanmaya çalışmışlardır. Sadece AKP ve cemaat de değil, birçok liberal-orta sınıf kesimler, birçok hain ve kaçkın bu konuda ses ve eylem birliği yaparak bir savaş başlatmışlardır. PKK kadrosunun ideolojik kılıcı aslında daha keskin, daha doğru ve daha sonuç alıcıdır. Sadece kaba bağlılık ve ölümüne mücadele anlayışıyla, devrimin istenildiği ve beklendiği kadar geliştirilemeyeceği ortadadır.
Kadro kendini yenilemeli donatmalı ve büyütmelidir
Kadrolarımız, çoğu zaman ideolojik sorunlarının bilincinde bile değildirler. Kendilerini eğitme, komple yeterli hale getirme ve hareketi her düzeyde temsil etme sorunları yokmuş gibi hareket etmekte ve bunu neredeyse bir anlayış ve kültür düzeyinde yaşamaktadırlar. Okuma, tartışma, araştırma, inceleme pek çok kadromuzun gündeminde olmayan sorunlardır. Önderliğin savunmalarının ne kadar derinlikli okunduğu ve özümsendiği gerçekten merak konusudur. Kadro, sağlam bir ideolojik bilinçle kendisini donatmaz, yenilemez ve büyütmezse, devrimin ağır yükü altından kalkması düşünülemez. Kendisini tekrar etmek durumunda kalır ki, tekrarın da kazandıracağı yeni bir heyecan, enerji ve sinerji sözkonusu değildir. Sadece askeri ve serhıldan boyutunda değil, örneğin diplomatik çalışmalarımız ne kadar derinlikli bir ideolojik perspektifle yürütülmektedir. Dikkat edilirse burada da rutinleşmiş bir tarz sözkonusudur. Yeni ilişki ve kanallar açmak, demokratik ulus perspektifiyle toplumsal diplomasi geliştirmek, diplomatik çalışmalarımızın özünü oluştururken, var olan pratiğin bu perspektifte olduğunu söylemek oldukça zordur. Görülmektedir ki, ideolojik yetmezlik hayatın ve mücadelenin her alanını ve her anını etkilemektedir. Gerçek bu ise hareketimizin tüm kadrolarının öncelikli olarak bu konu üzerinde yoğunlaşmaları gerektiği açıktır.
Hiçbir örgüt ve devrim hareketine nasip olmayan, büyük bir potansiyele sahip olan bir hareketiz. Kürdistan halkı, Önder Apo’ya ölümüne bağlılığını her fırsatta kanıtlamış bir halktır. Hareketimizin, dağda, zindanda ve hayatın her alanında gösterdiği direniş ve fedai ruhu, halkımıza büyük bir güven vermektedir. Bütün bunlar devrim için imkanlarımızın ne kadar önemli ve güçlü olduğunu gösteren olgulardır. Ne var ki, potansiyelimizin yarısını dahi örgütleyip, harekete geçirmekte güçlük çektiğimiz de bir gerçekliktir. Burada sorun yine dönüp dolaşıp öncü kadroda düğümlenmektedir. Çünkü kadronun ideolojik donanımı yetersizdir. Çoğu zaman da kendine göredir. Kadronun bu durumu, partileşmeye karşı objektif olarak bir direnç göstermedir. Fedailik ve direnişte belki söylenecek fazla bir söz olmayabilir. Ama sorun bu değildir. Sorun, kadronun gösterdiği performans, çalışma tarzı ve ulaştığı sonuçlardır. Önder Apo’nun “direnişte üstünüze yoktur fakat zafer kazanmaktan da bir o kadar uzaksınız” belirlemesi oldukça önemlidir. Demek ki, kadronun çizgiye girme sorunları vardır. Çizgiye girmek ne demektir? Dönemin mücadele taktiğini ve politikasını yaratıcı bir tarzla uygulamaktır. Çizgi devrimciliği biraz da budur. Hayatın her alanında ve her koşul altında, bilinçli hareket etmek ve sonuç almaktır. Kadrodaki mücadele ruhu, akışkanlık, heyecan ve başarıdan başarıya koşmak ancak böyle olursa gerçekleşebilir. Yoksa kadronun partililiği aslında tartışmalıdır. Böyle bir anlayış ve pratikten başarı çıkmayacağına göre ortaya çıkacak olan şikâyetçi, yakınmacı ve sürekli serzenişte bulunan bir duruş olacaktır. Var olanla yetinme, olmaz teorisini geliştirme ve sonuç olarak çizgi dışına çıkmadır. Kendiliğindenci ve sıradan bir kadronun önüne büyük hedefler koyması düşünülemez.
Kişisel kaygı ve hesaplar örgütsüzlüğün ifadesidir
Kendine göre partileşen kadro, örgütsel işleyiş ve teamülleri de kendine göre yorumlayacaktır. Örgüt, doğası gereği bir kişinin değil, bütün bileşenlerinin katkısıyla güç kazanan ve hedeflerini başarılı biçimde ifa eden bir organizmadır. Kişisel kaygı ve anlayışlar örgütsüzlüğün ifadesidir. Örgüt olmak, hem ruhsal ve düşünsel bakımından bir birlik halini gerektirmektedir. Farklı ruhsal ve düşünsel durumları yaşayan, bir amaca kilitlenmemiş veya ilke ve ölçüleri değişkenlik gösteren bir kadrosal gerçekliğin partileşmek olmadığı kesindir. Özellikle, Apocu çizgide militanlaşmanın temel bir silahı olarak eleştiri ve özeleştirinin parti ilkelerine göre değil de, kişisel hesap ve kaygılara göre geliştirilmesi düşünülemez. Bunun adı eleştiri veya özeleştiri değil serzeniş, şikayet vs etmektir. Eleştiri-özeleştiri samimi olmak durumundadır. Bu nedenle doğru ortamda, güç veren bir yöntemle yoldaşlık ilke ve ölçüleri kıstas alınarak yapılmalıdır. PKK’de yoldaşlık sadece ideolojik birlik olmayıp, ancak ideolojik kapasitenin yol açtığı hakikat birliği olarak yaşanmaktadır. Partileşme ancak bu kapsamdaki yoldaşlık ilişkileriyle gerçekleştirilebilir.
Devrim öncelikle zihinlerde gerçekleştirilmelidir
Zihninde devrimi gerçekleştirmemiş, ufku dar, pratiği yetersiz bir kadronun sürükleyici olması bir tarafa, sıradan ve vasat bir konumdan çıkamayacağı açıktır. Kadro, ölçülerini devrimi yönetme olarak değil de sadece kaba emekle değerlendirirse partiyi temsil etme düzeyi de o kadar olur. Bazı arkadaşlar, yetersiz pratiklerini ya da kadro olma ölçülerini “hiç boş durmadım, sürekli çalıştım vs” diyerek izah etmeye çalışmaktadır. Sözü edilen kadrolar, belirttikleri gibi gerçekten hiç boş durmadan sürekli çalışmış olabilirler. Ancak ne kadar stratejik düşündükleri, ne kadar planlı çalıştıkları önemlidir. Çıkış noktası bu olmadıktan sonra, istendiği kadar çalışılsın, hiç boş durulmasın; bu anlayışla rolünü oynayamaz. Demek ki, kadronun burada her şeyden önce bir anlama, hatta bundan da önce kendini tanıma ve bilme sorunu vardır. Önder Apo, boşuna “kendini bil” dememiştir. Kadro, kim olduğunu, tarih ve toplum karşısındaki görev ve sorumluluklarını bilmeden nasıl rolünü oynayabilir ki? Arkadaşların çoğu zaman misyonlarından uzak bir düzey göstermelerinin nedeni, kendilerini bilmemeleridir. Devrim gibi hayatın en ciddi bir sorunuyla uğraşırken, buna yakışan bir büyüklüğü gösterememeleridir. Büyümekten kastımız ise otorite, yetki ve kariyer değildir. Asıl büyüme ideolojik, politik düzey kazanma, yine manevi ve moral değerler anlamında kendini yeterli hale getirmektir. Bu konuda mücadelemizin yarattığı öyle değerler vardır ki, her birimiz için hem kutsal hem de birer mihenk taşıdırlar. Gerçekten Apocu militan mı olmak istiyoruz? Kemal Pir yoldaşı, Zilan yoldaşı, Beritan yoldaşı, Hayri yoldaşı kendimize esas alacağız. Kemal Pir yoldaş, tek başına bir ordu gibiydi. Önderliğimiz Zilan yoldaş için ” Zilan komutan biz onun emir erleriyiz” demişti. Çünkü Zilan yoldaş, sadece yüksek fedai ruhla donanmış bir yoldaş değil, aynı zamanda düşmanın kalbine nerede ve ne zaman saplanmasını bilen, Apocu militan ölçülerini ve sorumluluklarımızı hatırlatan bir yoldaştı. Beritan yoldaş, PKK’nin amansız direniş ölçülerini ve yüksek ahlaki değerlerini gerçekleştirdiği soylu eylemle en iyi bir biçimde temsil etmişti. Hayri yoldaş, partimizin devrim ruhunu ve maneviyatını “mezarıma borçlu yazın” ulvi sözleriyle kanıtlamıştı. Agit yoldaş, halkımızın üzerine bir karabasan gibi çöken vahşi sömürgeciliğe ordulaşarak meydan okuyan bir rol oynamıştı. İşte, gerçek PKK budur. Apocu çizgi böyle temsil edilmiştir.
Devrime inancı olanının kendine güveni tam olmalıdır
Hareket olarak geçen dönemde öngördüğümüz devrimci halk savaşı taktiğini yeterince pratikleştiremememizin asıl nedeni devrimi yönetecek olan kadronun rolünü tam oynayamaması olmuştur. Ama devrimci halk savaşı taktiği halen gündemimizdedir. Bunu örgütleyecek ve uygulayacak olan yine kadrodur. Bunun için kadronun sağ-liberal, savunmacı, tereddütlü anlayışlardan mutlaka arınması gerekmektedir. Kadronun, devrime inancı kadar kendisine güveni de tam olmalıdır. Kendine güveni yetersiz ve başaracağına inanmayan kadronun dönemin taktiğini başarıyla uygulayıp sonuç alması zordur. Önderliğimiz “umut, zaferden daha değerlidir” derken, hayallerimizin ve hedeflerimizin gerçekçi, bunu başaracağımıza olan inançtan bahsetmektedir. Zira yaşam, ürettiklerimizle değerlidir. Küçük zafer ve başarılar hiçbir zaman tarihe cevap olmaz. Her anı bir zafer, her zaferi daha büyük hedefleri gerçekleştiremeye gerekçe yapar ve bunun diyalektiğini yaşarsak ancak umutlarımızın gerçekleştiği bir pratiğin sahibi olabiliriz. Evet, tekrar yaşanan pratiğe dönecek olursak eleştiri konusu olan şüphesiz ki, sadece gerilla ve serhıldan cephesi değildir. Diplomatik çalışmalarımızdan tutalım, örgütsel ve kitle çalışmalarımıza kadar hepsini bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir. Örneğin Avrupa’da neden hamlesel bir çıkış gerçekleştirilememektedir. Koşullar hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar elverişli olmasına rağmen, yılın kazanımlarını bir önceki yılın sonuçlarıyla kıyaslamak ne kadar doğrudur. Devrim mücadelesi statik değil, sürekli ve hamlesel karakterdedir. Düşünsel alanda fırtınalar koparırcasına devrime kilitlenmeyen elbette statik olur. Bu mantığın sonucu var olanla yetinmedir. Çizgiye tam girmeme, liberal ve tutucu kadro duruşu biraz da budur. Var olan kalıpları aşmayan kadro duruşunun pratiği objektif olarak bir dogmatizme de yol açacaktır. Dogmatizm, kendini yeniye kapatmak ve tekrardır aslında. Oysa Önderliğimiz, “24 saat gerilla” derken kendini sürekli yenilemekten ve yoğunlaşmaktan söz etmektedir. Serhıldan kadrosu, 24 saat yoğunlaşmazsa, kitle çalışmasını yürüten kadro ve diplomasi kadrosu 24 saat yoğunlaşmazsa; özetle, kadro olduğu her yerde ve yaptığı her çalışmada 24 saat yoğunlaşmazsa devrimci halk savaşını, taktiğini kendi alanında sonuç alıcı bir biçimde uygulayamaz.
4. stratejik sürece kararlılıkla yüklenmeliyiz
Kadro sorunları derken, kuşkusuz partileşmek aklımıza gelmektedir. Dolayısıyla bizim partileşme sorunumuz vardır. Partileşmek, partiyi ideolojik, siyasi, örgütsel, ahlaki ve hayatın her alanında en rafine olmuş bir tempoyla temsil etmek demektir. Kadronun performansı ve aldığı sonuçlar buna göreyse ancak partileşme yaşanmış demektir. Partinin militan ölçülerini aşındırmadan, sürekli yüksek tutmak kadronun başlıca görevidir. Zihinsel ve bedensel tembellik ölçülerde aşınmayı getirdiği gibi, görevler karşısında başarısızlığa da yol açmaktadır. Kadro da nitelik kazanma ve büyüme her zaman temel bir sorun olarak görülmelidir. Kadro kendisini sürekli büyüttüğü kadar, partiye yeni kadro kazandırmakla da görevlidir. Ne var ki, bu sorunlar yetersiz kadronun gündemine girmemektedir bile. Durum bu olunca tarzda gevşeklik ve disiplinde aşınma gelişmektedir. Hedefler büyütülmemekte, buna bağlı olarak yoğunlaşma düzeyi de yetersiz olmaktadır. Sonuç itibariyle, partileşmeyen kadro, zorlandığı kadar zorlamakta, kaybettiği gibi aynı zamanda kaybettirmektedir. Oysa devrim bir kazanma ustalığıdır. Kadronun yaşamında ‘kaybetmek’ diye bir şey olamaz. Tüm pratiklerimize baktığımızda partileşmenin önemi bu anlamda her geçen gün tüm ağırlığıyla kendisini daha iyi hissettirmektedir.
Mücadelemizin 4. stratejik hamle sürecine girmiş bulunmaktayız. Tereddüt, ürkeklik ve kararsızlık daha baştan kaybetmek anlamına gelecektir. Tüm yeteneklerimizi ayaklandırırcasına sürece büyük bir inanç ve kararlılıkla yüklenmek durumundayız. 4. stratejik hamle kararımız doğru, perspektiflerimiz yerinde, hedeflerimiz kesinlikle gerçekleştirilebilecek olan hedeflerdir. Gerisi sadece tüm beynimizi ruhumuzu ve bize ait olan ne varsa, her şeyimizi baştan aşağı seferber ederek yaratıcı bir tarzla uygulama ve sonuç alma sorunudur. Kadro bunun için vardır. Bunu başaracak olan da kadrodur. Bu temelde 4. stratejik hamlemizin zaferle taçlandırılıp, Önder Apo’yla birlikte halkımızın özgürlüğünü gerçekleştireceğine inanıyoruz.