Bu büyük tarih içinde Newrozlar da önemli bir yer tutuyor. Newrozları bir yönüyle yeniden dirilten bir hareket oldu. Newrozları dirilttikçe Kürt toplumunu da diriltti. Bugün Kürt Halk Önderi’nin Çubuk Barajı toplantısının kırkıncı yılında Newroz’daki mesajında belirttiği gibi kimliği, kültürü, varlığını netleştiren, ortaya çıkaran, tarih sahnesinde büyük bir halk olarak yerini alan bir halk gerçekliği ortaya çıktı. Şimdi kırkıncı yılında yeni bir döneme girdik. Mücadelemiz yeni bir aşamaya ulaşmış bulunuyor. Önderliğimiz bu aşamanın karakterini Newroz mesajında ortaya koymuştur. Kürt Halk Önderi’nin başlatmış olduğu bu yeni süreç, demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa etme hamlesi kırk yıllık mücadelenin ürünüdür, ona dayanmaktadır. Özel olarak da Özgürlük Hareketi’nin 2012 yılında yürüttüğü mücadele sonucu Türkiye’nin yaşadığı iç siyasal durum ve bu birkaç yıl içindeki bölge gelişmeleri Kürt Halk Önderi’nin bugünkü demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa etme hamlesinin tarihsel ve siyasal temellerini oluşturmaktadır. 2013’ün Ocak ayının sonunda yapılan PKK Yürütme Komitesi ve KCK Yürütme Konseyi toplantılarında hem kapsamlı bir biçimde savaşa hazırlanma hem de Kürt Halk Önderi’nin başlattığı süreci takip edip, Kürt Halk Önderi’nin bu çabasına destek verme kararı alınmıştı. Daha sonra Önderliğin bu yeni süreç çerçevesinde BDP ile görüşmeleri oldu. BDP ile yapılan görüşmeler kısa bir süre sonra basına yansıdı. O görüşme notlarından sonra Kürt Halk Önderi Kandil, Avrupa ve BDP’ye mektuplar gönderdi. Bu mektuplara Kürt özgürlük hareketinin bir bütün olarak olumlu cevap verdiği ve Kürt Halk Önderi’nin demokratik çözüm projesine katıldığı bilinmektedir. Zaten Kürt Halk Önderi bu mektuplardan sonra Amed Newrozu’nda Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu için demokratikleşme manifestosu olan mesajını duyurdu. Kürt Halk Önderi sorunlara yaklaşımının nasıl olduğunu ortaya koyan mesaj tartışılsın, esas yaklaşımı ve bakışının nasıl olduğu üzerinde durulsun düşüncesiyle çözümün yol haritasını, aşamaları, anayasal ve yasal olarak yapılması gerekenleri ortaya koymamıştır. Çünkü Kürt Halk Önderi bunları İmralı’da tartışıyor, görüşme notlarında ya da mektuplarla yansıtıyor. Bu mesajın amacının Türkiye kamuoyunu da, Türkiye toplumunu da, çözüm isteyen herkesi de bu sürece hazırlama ve katma olduğu açıktır. Genelde nasıl bir çözüm istediğini çarpıcı ve etkileyici bir biçimde ortaya koymuştur. Bu sürece nasıl gelindiğinin doğru ele alınması ve değerlendirilmesi gerekiyor. Kırk yıllık bir mücadele verdik, veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Kürt Halk Önderi defalarca, en son BDP’lilerle yapılan görüşmelerde diyor ki; “Bu benim için bir başlangıçtır. Şimdiye kadar yaptıklarımız hazırlıktı. Hareket asıl olarak rolünü bundan sonra oynayacaktır. Önderlik bunu özellikle şunun için belirtmektedir; kendisinin geliştirdiği felsefi, ideolojik, teorik çalışma ve mücadele sadece bir siyasal mücadele değil ya da Kürtlerde yaratacağı bazı değişimlerle sınırlı değildir. Önderlik ettiği mücadeleyi başta Kürtler olmak üzere Türkiye, bütün Kürdistan parçaları ve bütün Ortadoğu’yu değiştirecek bir ideolojik, felsefi, teorik ve siyasal mücadele olarak görüyor. Kürt Halk Önderi Kürt sorununu kördüğüme benzetmekteydi. Aslında tüm Ortadoğu bir kördüğüm içindedir. Kürt Halk Önderi Newroz mesajıyla aslında bütün Ortadoğu kördüğümüne kılıç vuran -İskender’in meşhur kör düğüme kılıç atması var bir ideolojik, felsefi, paradigmasal yaklaşım ortaya koymuştur. Kürt Halk Önderi kendi yürüttüğü mücadelenin, düşünce sisteminin, paradigmasının, bir bütün olarak Ortadoğu gerçeğini, sistemi dönüştüren bir karakterde olduğunu bildiğinden, şimdiye kadarki çalışmalarını bir hazırlık, bir başlangıç olarak değerlendirmektedir. Ortadoğu, Türkiye, Kürdistan hatta dünya gerçeği düşünüldüğünde Önderliğin düşünce yoğunlaşması, bunun pratikleştirme düzeyi, öngördüğü Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünya gerçeği düşünüldüğünde bu söylem yerli yerine oturuyor, anlam buluyor. Kırk yıllık mücadele içerisinde Kürt halkı sağlam bükülmez hale gelmiştir Bu mücadele Ortadoğu’nun en zor coğrafyasında gerçekleşti. Zaten Kürdistan devriminin tarzı derken zor koşulların devrimci tarzı, yani zor koşulların devrimciliği ifade edilmektedir. Ortadoğu, Kürdistan gerçeği böyle bir devrimciliği gerektirmektedir. Zaten PKK militanlığı zor koşulların devrimciliği olduğu için başarıyor, bu derinliğe ve güce ulaşıyor. Kürdistan devriminin koşullarının zorluğu, Ortadoğu’da mücadele etme gerçeği Önderliği ve özgürlük mücadelemizi bu kadar büyütmüş ve anlamlı kılmıştır. Zaten Kürt özgürlük hareketinin zorluklara karşı mücadele etme karakteri olmasaydı herhangi bir büyüklükten bahsedemezdik ve şimdiye kadar kırk defa yenilirdi, kaybederdi. Ama karakteri daha baştan itibaren zor koşullarda kazanmasını bilen zor koşulların devrimciliği olarak tarih sahnesine çıktığından, bütün zorlukları, bütün engelleri aşa aşa bu noktaya gelinmiştir. Bu noktaya gelirken Önderlik şahsında büyük bir olgunlaşma ve derinleşme yaşandı. Bazı mitolojilerde, destanlarda vardır; belirli insanların kamil insan olması ya da bir mertebe kazanması için yedi ya da kırk defa en ağır engellerden ve sınavlardan geçmesi gerekmektedir. PKK ve Kürt Halk Önderi gerçeğini, mücadelemizin gerçeğini de böyle sınavlardan geçerek rüştünü ispatlayan karakterde görmeliyiz. Belki mücadelemiz çok uzun sürdü, çok acılar çektik, çok zorluklar yaşandı, ama bunun getirdiği önemli getiriler de oldu. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, 1990’lı yıllarda bu mücadele başarılı olsaydı, belirli sonuçlara ulaşsaydı Kürt özgürlük hareketi ve Kürt halkı bu kadar derinleşmezdi, bu kadar kapsamlılaşmazdı. Kürt toplumu sosyal, siyasal, kültürel ve ulusal alanda bu kadar gelişme ve derinlik yaşamazdı, Kürt toplumu bu kadar güçlenmezdi. Kuşkusuz mücadelenin erken sonuç almasının da farklı getirileri olacaktı. Ancak uzaması gerçeğinin yarattığı sonuçların da doğru ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. 2013 Amed Newrozu’na katılan Banu Güven “Kürt halkı kırk yılda bilgeleşmiştir” diyordu. Öyle bir halk haline gelmiş ki, bizim düşündüğümüz gibi ya da Batı’daki gibi bir halk gerçeğiyle karşımızda yoktur, diyerek Kürt halkı açısından pozitif düşüncelerini ortaya koyuyordu. Kısa sürede devrim olsaydı, bazı sonuçlar olsaydı acı çekilmezdi, sıkıntılar yaşanmazdı; ama her şeyi sonucuyla değerlendirdiğimizde bu kadar uzun süre mücadele içinde bir halk, bir toplum olma gerçeği, bir hareket ve önderlik olma gerçeği gerçekten bu halkı her alanda kültürel, sosyal, siyasal alanda derinleşen bir devrimsel gerçeğe, derinleşen bir dönüşüme, bir kendini yeniden yaratma gerçeğine, kendini hiçbir toplumda olmadığı kadar özgür ve demokratik değerlerle şekillendirmeye uğratmasını sağlamıştır. Kürdistan Devrimi’nin zorluğu da Kürt Halk Önderi’ni büyüttü. Son savunmada “Eğer uluslararası komplo olmasaydı, cezaevine düşmeseydim bu kadar da derinleşmezdim” demektedir. Bir de işin bu gerçeği var; mücadelemizin zorlukları, sıkıntıları oldu. Uzun oldu; ama nasıl ki demir kızgın ateşte dövülüp su verildiğinde çeliğe dönüşür ya, kırk yıllık mücadele içerisinde Kürt halkı da çeliğe su verir gibi sağlam, bükülmez hale gelmiştir. Kürt halk gerçeği, Kürt toplum gerçeği, Özgürlük hareketi gerçeği de böyle bir durumu yaşamaktadır. Kürt Halk Önderi, bu harekete bu halka dayanarak bu hamleleri yapıyor, bu mücadeleyi yürütüyor, bu gelişmelere öncülük ediyor, inisiyatif alıyor. Bu mücadelenin büyüklüğü konusunda hemen hemen herkes biraz hemfikir oldu. Bu hareketin büyüklüğünü düşmanlarımız da kabul etti. Türkiye televizyonlarında açık açık PKK’nin büyüklüğünden, Ortadoğu’daki siyasi etkisinden ve tüm parçalardaki en büyük hareket olduğundan söz edilmektedir. Kürt Halk Önderi’nin tüm parçaların esas lideri olduğu kabul görmektedir. Uluslararası komplodan sonra bu hareketin tasfiye edileceği düşünüldü. Hareket tasfiye edilemediği gibi, Kürt Halk Önderi’nin komplodan sonra yazdığı AİHM Savunmaları’nda “tarihsel komplolar gelişmeleri durdurmaz, daha da hızlandırır” biçimindeki başlıkta olduğu gibi Kürt Halk Önderi de, hareket de daha çok büyümüştür. Gerçekten de o tarihsel komplo gelişmeleri durdurmamış, ilerletmiştir. Belki önümüze engeller çıktı, tasfiyecilik çıktı. Tasfiyecilik, aslında uluslararası komplonun devamıydı. Aslında uluslararası komplonun içimizdeki piçleriydi. Daha baştan itibaren komploya teslim olmuşlardı. “Artık bu düşüncelerle olmuyor” kanaatiyle Kürt Halk Önderi’nin esaretinden sonra teslim bayrağını açmışlardı. Onların tasfiyeciliği 2003 değil, 1999’da başlamıştır. Hatta daha öncesi de vardır. Zaten tasfiyeci başları “birkaç yıl daha sabredelim” diyerek öngördükleri teslim olmuş, tasfiyeci örgütü hedeflediklerini söylüyorlardı. ABD’nin bölgeye müdahalesiyle düşündükleri gün gelmişti. Benzemek istedikleri KDP ya da YNK de belirli oranda güç olmuşlardı. İçimize hem ABD müdahale etti, hem de küçük bir devletçiğe sahip olan Güneyli güçler. Belirli bir imkan kazanmış bu güçlerin karşısında artık kim durabilirdi? ABD müdahalesinden sonra Güneyli güçlerin bir yükselişe geçtiği bilinmektedir. Birkaç yıl bu etkisi olmuştur. ABD’nin gelmesi, KDP’nin bir devletçik ortaya çıkarması ve zayıflıklara seslenmesi sonucu örgüt içinde önemli sorunlar yaşandı. Ancak Kürt Halk Önderi’nin müdahalesi ve Yunus’un bir şiirinde “bir ben vardır benden içeri” biçiminde belirttiği gibi reel PKK’den daha büyük ve içeri olan bir PKK ruhuyla, tasfiyecilik yenilgiye uğratılmıştır. Kürt Halk Önderi’nin yarattığı kadro, halk gerçeği ve değerler ile oluşan PKK ruhu, tasfiyeciliği tasfiye etmiştir. Devletçik elde eden KDP’nin önünde hiçbir güç duramazdı. Ancak Önderlik gerçeği, PKK’nin yarattığı değerler ve sahip olduğu özgürlük ve demokrasi paradigması her türlü baskı karşısında direnme gücü gösterdiği gibi, karşısındaki güçleri de etkisiz kılmıştır. AKP’nin bir Kürt politikası yoktu Silahlı güçlerimiz geri çekildikten sonra, 2000 yılında Ertuğrul Özkök; “toprağa giren savaş baltaları bir daha o topraktan çıkmaz, bu iş bitmiştir” biçiminde bir değerlendirme yapmıştı. Ancak hareket tüm badireleri aşarak, 2004’te tasfiyeciliği saf dışı ederek askeri ve siyasi bir hamle başlattı. Aslında 2004’ten önce yıllarca yalvarırcasına “barış” dedik, Kürt sorununun demokratik çözümünü istedik. Ancak bu çağrılarımız ciddiye alınmadı. Öyle ki bu yalvarırcasına çağrılarımız Kürt toplumu içinde eleştiri konusu bile oluyordu. AKP hükümetine ve Türk devletine yapılan bu çağrılara bir cevap alamadık. Onlar gerçekten de PKK’nin bir daha mücadele edemeyeceğine inanıyorlardı. Çağrılarımızı blöf sanıyorlardı, zayıflık sanıyorlardı. Ama 2004 sonrası hamle kolay gelişmedi. 1 Haziran hamlesini biz gerçekleştirince İmralı’da Genelkurmay’ın Apo’ya dikte ettirdiği savaşı Türkiye bahane yapacak, Güney’e girecek, Kürt oluşumunu ortadan kaldıracak propagandası yapıldı. Bunlar dillendirildi. Yani tarihte ilk defa bir Kürt oluşumu çıkıyor, PKK, PKK Önderliği Genelkurmayla anlaşarak savaşı başlatıyor ki, Türkiye bahane yapsın ve bu oluşumu dağıtsın! Güler misin ağlar mısın! Bu sözler altında savaşı geliştirmek kolay mıdır? Ama geçmiş yıllar şu gerçekliği ortaya koydu ki, 2004 hamlesi olmasaydı ne Güney resmi olarak kabul edilebilirdi, ne ayakta kalabilirdi, ne de bütün parçalarda mücadele gelişebilirdi. 5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesinde PKK’ye karşı yürütülen savaşa destek karşılığı, Türkiye’nin Güney’i tanıması kararlaştırıldı. AKP ve Genelkurmay İkinci Başkanı Ergun Saygun gittiler, orada “Güneyi kabul ediyoruz” dediler. Bu görüşmeden sonra Deniz Baykal bile PKK’yi tasfiye etmek için “Güney’le ilişki kuralım, onları kullanalım,” dedi. Biliyorlar ki PKK’yi tasfiye ettikten sonra Güney’in işi bitmiştir. İran bile PKK ortadan kalkarsa Kürtlerin Ortadoğu’da hiçbir şey yapamayacağını düşünmektedir. PKK olduğu müddetçe Ortadoğu’da Kürtler herkesin başına beladır diyen bir İran gerçeği vardır. Çünkü PKK’yi en iyi tanıyan devletlerden biridir İran’dır. Çünkü biliyor PKK dışında herhangi bir hareketi ezip geçebilir. PKK’nin gücünden bugün herkes yararlanmaya çalışıyor. Kürt Halk Önderi bunun için birçok gücün “tavşana kaç, tazıya tut” politikası izlediğini söylemektedir. Aslında KDP ve Güneyli güçler için de bu geçerlidir. Onlar da PKK sırtından yaşamaktadır. Onların düşündükleri de “PKK kazanmasın, ama kaybetmesin” çizgisindedir. Kürt halk Önderinin Rum, Ermeni ve Yahudi lobileri için söyledikleri KDP ve YNK için de geçerlidir. PKK’nin varlığı olmazsa neyin üzerinde politika yapacak? Sadece işbirlikçilikle politika yürütülemez. AKP iktidara geldiğinde uluslararası komplo tazeydi. AKP de Türk devleti gibi PKK’nin bir daha ayağa kalkamayacağını düşünüyordu. Ancak gelinen aşamada PKK ile yürüttüğü mücadeleden kaybedip önceki hükümetler gibi sonla karşılaşacağı korkusu yaşamaktadır. Bu nedenle şimdi Kürt Halk Önderi’yle yürütülen görüşmelerle kendisini ayakta tutma politikası izlemektedir. Tabii bu noktaya kolay gelinmedi. Bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak için AKP’nin on yıllık iktidarını şöyle bir gözden geçirmek gerekmektedir. AKP iktidar olduğu zaman Kürt sorunu gündemde yoktu. O nedenle bir Kürt politikası yoktu. Sadece genel demokratikleşme söylemlerinde bulunuyordu. Kürt sorunu konusunda ortaya koyduğu yumuşak yaklaşım da aslında devletin rehabilitasyon, yani Kürtleri sistem içine çekip eritme politikasının dışa vurumuydu. Yani Apo içeriye alınmıştır, PKK geriye çekilmiştir, o zaman ekonomik, kültürel, sosyal tedbirlerle (daha Ecevit döneminde 105 tedbir kararı almışlardı) Kürtler rehabilite edilecektir. Yani Kürt toplumu duygusuyla, düşüncesiyle, her şeyiyle sistem içileştirilecektir. AKP bu yaklaşımla iktidara geldi. Bir Kürt politikası yoktu. Biz yalvardık, yakardık. Olmayınca 2004’te hamleyi başlattık. Tabii hamleyi başlatınca zorlanacaklarını anladılar ve bunu boşa çıkartmak için AB’yle ilişki içinde bir plan yaptılar ve DEP’lileri dışarı çıkardılar. “Bazılarını Özgürlük hareketine karşı kullanabiliriz, yumuşatabiliriz; bu savaşı yenilgiye uğratabiliriz” hesabıyla hareket ettiler. Hatırlarsanız çıkar çıkmaz onlarla Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı, Bakanlar görüştü. Devletler kendilerine yönelik mücadeleleri tasfiye etmek için hangi oyunları oynarlar, hangi politikaları yürütürler, kimi nasıl kullanırlar, bunları bilmek lazım. Ancak DEP’lileri kullanma politikası boşa çıkarıldı. Bu politikalar boşa çıkarılınca bazı aydınları devreye soktular. Yine bu süreçte Erdoğan Amed’e gitti; “Kürt sorunu benim de sorunumdur”, dedi. O zaman bu sözleri sarf ederken daha sonraki gibi çok politik, çok hesapçı değil, “Kürt sorunu var, önümüzde duruyor, o zaman bir şeyler yapmalıyız” zihniyetiyle hareket etmiştir. Ama bu konuşmalarından kısa bir süre sonra amiyane deyimle kazın ayağının öyle kolay olmadığını görmüştür. 2005’te Şemdinli’deki olaylar olduğunda Erdoğan sonuna kadar üzerine gitmekten söz ediyordu. Ancak Yaşar Büyükanıt “onları tanıyorum, iyi çocuklar” deyince Kürt işinin kolay olmadığı gördü. Ve farklı bir yola saptı. 2006’dan sonra iki tarafı da oyalayabilir miyiz politikası izledi. Hareketten ateşkes istedi. Bu ateşkesi sağlamak için Amed Belediye Başkanı ve BDP yoluyla aracılar gönderdi. Kürt Halk Önderi’ne de bu yönlü haberler ilettiler. Bunun sonucu ateşkes kararı alındı, Kürt Halk Önderi de onayladı. Ancak Kürt Halk Önderi bu ateşkesin sadece oyalama için istendiğini düşündüğünden daha sonra bu ateşkesin yapılma sürecini ciddi bir biçimde eleştirmiştir. “Doğru bilgilendirilseydim, kabul etmezdim” demiştir. Önderlik aslında 2006 ateşkesiyle yanlış yapıldığını, yani “devlet de AKP de sıkışmış, o dönemde mücadele edilseydi, çözüme razı edilebilirlerdi” düşüncesiyle bu eleştirileri getirmektedir. 2006 ateşkesi hem bizi hem devleti idare etme politikasının sonucu istenmiştir. Böylelikle savaşın olmadığı koşullarda ordunun, derin devletin çok fazla kendi üzerine gelmeyeceğini düşündü. Böylelikle adım adım kendini güçlendireceğini hesapladı. Yani savaş olmayınca devletin ve toplumun AKP üzerindeki baskısı azalacak, böylece nefes alacaktı. Aslında Kürt Halk Önderi “iki üç ay içinde adım atılmazsa ben bunu –2006 1 Ekimi’nde yapılan ateşkesi– oyun sayarım” dedi. O sırada Önderliği gün gün zehirleme girişiminde bulundular. Ancak Kürt Özgürlük hareketi erkenden fark edince durdurmak zorunda kaldılar. Oyalama stratejisi 2007 kritik bir süreçti. Ateşkes süreci sürüyordu, fakat ordu AKP’yi sıkıştırıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP eşi türbanlı Abdullah Gül’ü aday gösterince 27 Nisan e-muhtırası oldu. Bunun sonucunda Mayıs ayında Dolmabahçe’de Erdoğan ile Yaşar Büyükanıt bir mutabakat yaptılar. Bu, Erdoğan’ın bir kesimiyle uzlaşması anlamına geliyordu. Bu uzlaşmaya göre AKP Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme politikası izleyecek, bunun karşılığında da iktidarda kalacak ve eşi türbanlı birisini cumhurbaşkanı seçtirebilecekti. Bu mutabakat sonucu 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin yeniden seçilmesine ve eşi türbanlı birinin Çankaya’ya gitmesine onay verildi. AKP iktidara devam edecek, ama PKK’ye karşı savaşacaktı. Çünkü o zaman ordunun elinde, derin devletin elinde başka bir siyasi enstrüman bulunmuyordu. CHP ya da MHP o yıllarda PKK’ye karşı savaş yürütemezdi. Meşruiyetleri zayıf olacağından kaybetmeleri kaçınılmazdı. Kürt özgürlük hareketini içeride ve dışarıda tasfiye edecek meşruiyeti sağlayacak tek hareket AKP’ydi. Bu nedenle derin devlet AKP’ye bu desteği verdi. 22 Temmuz seçimlerinden sonra ilk gerçekleşen icraat Ağustos’taki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında sınır ötesi tezkere çıkarma oldu. Seçimden önce liberallerin, Kürtlerin, çeşitli çevrelerin oyunu almak için “biz içeride hal ettik mi ki dışarıya gidelim” diyen Erdoğan’ın seçimden hemen sonra yaptığı ilk iş, o mutabakat gereği sınır ötesi harekat kararı çıkarmak oldu. Ondan sonra Amerika’ya gitti ve Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi üzerinden anlaştılar. ABD PKK’ye karşı savaşta AKP’ye destek vereceğini söyleyince, derin devletin AKP’ye desteği daha da fazlalaştı. ABD’nin desteğini alan AKP yerini sağlamlaştırdı. Ordunun Zap denemesi oldu. Eğer ordu Zap denemesinde başarılı olsaydı, belki AKP’yi biraz geriletebilirlerdi. Orada da başarısız oldu. Böylece o dönemin derin devleti içinde önemli bir kırılma yaşandı. AKP ile ordu arasında bir denge oluştu. Eğer Zap’ta ordu başarılı olsaydı, AKP’nin giderek ordu karşısında güçlenme gerçeği gerçekleşemezdi. Zap operasyonu sonuç alamayınca 2008’de yeniden bir mutabakat yaptılar. Bu sefer AKP ile derin devlet arasındaki mutabakat şöyle tazelendi. Erdoğan-Başbuğ arasındaki PKK’ye karşı mücadele mutabakatına bu defa şu eklendi: PKK’ye kaşı mücadelede TRT 6 ve üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılmasıyla meşruiyet güçlendirilecek ve buna dayanarak PKK’ye tasfiye hamleleri yapılacaktı. Özel savaş, psikolojik savaş argümanları ekleyerek, bazı hamleler yaparak, PKK’ye karşı savaşı sürdürüp tasfiye etmek! Bu tür psikolojik savaş adımlarıyla Kürtler kazanılacak, Güney Kürdistan kazanılacak, Türkiye kamuoyu kazanılacak ve PKK tasfiye edilecekti. 2008’de böyle bir plan yapıldı. Bu planın sahibi tasfiye konseptini liberal demokratik çözüm olarak tanımlayan İlker Başbuğ’dur. Siyasal egemenliği ve kültürel soykırımı önlemeyen, hatta meşrulaştıran bazı bireysel haklar tanınacak ve buna dayanarak tasfiye gerçekleştirilecek. Böyle bir planla 2009 seçimine gidildi. Bu seçimde BDP zayıflayacak, AKP güçlenecek ve buna dayanarak Güney Kürdistan’da bir Kürt konferansı yaparak, PKK’ye silah bırakma karardı dayatılacaktı. PKK, Kürtlerin aldığı bu karara uymazsa Türk devleti kazandığı siyasi meşruiyet ve bu moral destekle çok kapsamlı bir tasfiye saldırısı yürütecekti. Zaten 2009 29 Mart seçimleri öncesi Hewler’de Fetullahçıların öncülük ettiği bir konferansla silah bıraktırma konferansının altyapısı hazırlanmıştı. Seçimlerden BDP başarılı çıktı. Bunun üzerine Kürt özgürlük hareketi 13 Nisan’da açıklama yaparak tek taraflı eylemsizlik kararı aldı. Bir gün sonra KCK adı altında siyasi soykırım operasyonları yapıldığı gibi, aynı gün ‘liberal demokratik çözüm!’ sahibi İlker Başbuğ öngördüğü yeni Türkiye’nin ne olacağını anlatan bir basın toplantısı yaptı: “Atatürk demiş ki ‘Türkiye’de yaşayan herkes Türkiye halkıdır’, ama hepimiz Türk milletiyiz” diyordu. “Türkiye’de yaşayan herkese Türkiye halkı denir” diyerek kendine göre bir teori ve yumuşatmayla liberal demokratik çözümün çerçevesini ortaya koyuyordu. Böylece düşündükleri bu yeni Türkiye çerçevesini Kürtlere kabul ettirmek için siyasi soykırım operasyonlarını gerçekleştirmişlerdi. Kürtler siyasi olarak zayıflatılıp bu “liberal demokratik çözüme” razı edileceklerdi. Buna rağmen Kürt özgürlük hareketi 29 Mart seçim sonuçlarına dayanarak demokratik çözüm seçeneğini ortaya koydu. Kürt Halk Önderi bu süreçte yol haritası hazırlayacağını söyledi. Oslo görüşmelerinin olduğu süreçte Kürt Halk Önderi’nin hazırladığı yol haritası verilmedi. Yol haritası verilmeyince “bu bir oyundur, anlaşılmıştır,” dedi. Ancak Habur’dan giren Barış Grupları’yla demokratik çözüm için yeni bir hamle yapmak istedi. Fakat Barış Grupları’nı büyük kalabalıklarla karşılayan bu halka kendi düşündükleri “çözümü,” yani tasfiye planını kabul ettiremeyeceklerini anladıkları için de siyasi soykırım operasyonlarına hız verdiler. Yani 2009 seçimlerinden sonraki anlayışla Kürt demokratik hareketini bir daha tırpanladılar. Kürt Halk Önderi bu gerçekleri görünce, Kürtlerin bir Fransız ve Rus Devrimi’yle karşı karşıya olduklarını söyledi. Hatta “AKP çözümden, PKK devrim yapmaktan korkuyor” diyerek Kürtler için mücadeleyle çözüm yaratmaktan başka bir seçenek olmadığını vurguluyordu. Bu temelde üçüncü dönemi bitirerek dördüncü dönemin startını verdi. Dördüncü dönemin başladığı yazda toplum gerçekten devrimci bir kalkışmaya yatkındı. Bu süreç aynı zamanda AKP’nin kendisi açısından çok önemli gördüğü anayasa referandum süreciydi. AKP hükümeti referandumda zorlanacağını düşünerek, yeniden heyetleri Kürt Halk Önderi’ne gönderdi. Referandumdan sonra bazı şeyler yapacaklarını söylediler. Önderlik de bir şans daha vermek istedi. Fakat referandumdan sonra da herhangi bir gelişme olmadı. Biz mücadeleyi geliştirme geleneğine inandık. Kürt Halk Önderi de Tahrir Meydanı’nı örnek veriyordu. Ancak seçim süreci böyle bir gelişmenin olmasına zemin sunacak durumda değildi. 2011 seçimine bu ortamda gidildi. 2011 seçiminden önce de görüşmeler sürüyordu. O görüşmeler sonucunda Nisan ayında Önderlik üç protokolü Kürt özgürlük hareketine gönderdi. Kürt özgürlük hareketi uygun gördüğünü Kürt Halk Önderi’ne iletince, Kürt Halk Önderi de bunları devlete sundu. Bu protokollerin biri anayasa, biri hakikatleri araştırma, biri de barışla ilgiliydi. Bu üç protokolle ilgili üç komisyon öngörülüyordu. Önderlik “12 Haziran seçimlerinden sonra devlet, hükümet, meclis devreye girerek önümü açsın ve protokollerin pratikleşmesi sağlansın” dedi. Kürt Özgürlük Hareketi de bu yönlü çağrılar yaptı. Fakat hükümet o zaman ne meclisi devreye soktu, ne de komisyonlar kuruldu. Bunlar olmayınca Oslo süreci de bitti. Zaten seçimlerden hemen önce ya da sonrası olması gereken bir görüşmeye AKP hükümetinin katılmaktan vazgeçtiğini biliyoruz. Sri Lanka modeli ve savaşın şiddetlenmesi AKP hükümeti kendisinin seçimlerden sonra güç olduğunu düşündü, yüzde elli oy aldı ve böylelikle toplumsal desteği aldığını, dış güçlerin desteğini de alarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye edeceğini düşündü. Önderliğin projelerine hazır değildi. Daha doğrusu o dönemde PKK’yi tasfiye edeceğine inanmıştı. Zaten o süreçte Sri Lanka modelinden söz edildi ve böylece askeri ve siyasi olarak sert bir savaş hamlesi yaptılar. Demokratik özerklik açıklamasına tesadüfen denk gelen Silvan eylemini de bahane ettiler. Demokratik özerklik ilanı Kürt halkının kendi kendini örgütleyerek devlete demokratik siyasal çözümü kabul ettirme girişimiydi. Türk devleti ve AKP hükümeti demokratik özerklik projesine karşı bir siyasal yaklaşım göstereceklerine tamamen şiddetle ezme yaklaşımı içine girdiler. 2011 sonu ve 2012’de büyük bir savaş oldu. Gerçekten de büyük bir savaş oldu. AKP Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek için her türlü imkanını kullandı, KCK operasyonlarıyla on bine yakın insanı tutukladı. Bu bir entegre tasfiye projeydi. Dünyada on bin demokratik siyasetçinin tutuklandığı bir örnek yoktur. Faşist ülkelerin bile aklına bu kadar tutuklama gelmemiştir. 12 Eylül’de de, 1990’lı yıllarda da demokratik siyasetçilere yönelik bu düzeyde bir tutuklama furyası görülmemiştir. Ancak Kürt inkarcılığı böyle bir saldırı ortaya çıkarabilirdi. 1993’teki faili meçhul cinayetlerle hedefledikleri gibi bütün siyasetçileri tasfiye edip serhildanı durdurmak, halkı sindirmek, ondan sonra da gerillanın üzerine gidip tasfiye etme hesabı içindeydiler. Selamı vereni, herkesi içeri aldılar. Bu bir projeydi, bununla demokratik siyasetin ve demokratik toplumun ezileceğini düşündüler. Dünyanın başka yerinde olsaydı gerçekten de hedeflerine ulaşabilirlerdi. Ancak halk da demokratik siyasetçi de, gerilla da direndi. Gerçekten de 2013 yılında askeri ve siyasi olarak büyük bir savaş verildi. Zagros’ta büyük savaş verildi. Botan’da büyük savaş verildi. Bingöl ve Serhat eyaletinde çok büyük gerilla eylemleri gerçekleşti. Ordu tarihinde hiçbir dönemde olmadığı kadar zorlandı. Bunun sonucu AKP de büyük sarsıntı geçirdi ve zorlandı. Kaç bin metre karenin PKK’nin eline geçtiği tartışıldı. O dönemde Mehmet Ali Birand ve bazı yazarlar PKK’nin hem askeri, hem siyasi olarak güçlendiğini, bu nedenle bir uzlaşmaya yanaşmayacağını vurguladılar. Askeri hamle yanında Rojava devrimini örnek göstererek, PKK’nin bu gücüyle savaşı daha da geliştirip Türk devletini zorlayacağını yazdılar. İran’la ateşkes yapmamızı da Türk devletine karşı mücadeleyi geliştirme zemini olarak tanımladılar. 2012 yılını birçok yazar çizer bu çerçevede değerlendirdi. Gerçekten de hareket 2012’de büyük bir siyasal hamle yaptı. Belki Kürt özgürlük hareketi planladığı hedeflerin tümüne ulaşamadı; ancak Rojava devrimi, Zagros’taki durum, gerillanın her alandaki etkinliği, bazı alanlara ordunun girememesi, Kürt özgürlük hareketinin Ortadoğu’daki siyasi etkisinin artması ve serhildanların her şeye rağmen devam etmesi AKP’yi karanlık bir tünelin içine soktu. 2012 sonbaharındaki zindan direnişi AKP’yi daha da sarstı. İnisiyatifin elinden kaçtığını gören AKP, büyük bir telaşa girdi. Önderliğin direnişten vazgeçmesini sağlamak için birçok oyun yaptılar. Pozisyonunu güçlendirmek için KDP’ye sarıldılar, Mesut Barzani’yi kongrelerine çağırdılar. Kürt özgürlük hareketinin siyasi inisiyatifi ele alması AKP’nin planlarını altüst etmişti. AKP yerel seçimlere girecek, ondan sonra başkanlık sistemiyle hamle yapacak, 2015 seçimini de kazanarak 2023 projesi hedeflerini gerçekleştirecekti. Ancak AKP gördü ki 2013 de 2012 gibi geçerse kaybedecek. Gerçekten de kaybedeceği kesindi. Çünkü PKK’ye karşı yürüttüğü savaşta başarılı olamıyordu, olamazdı. Suriye ve Rojava’da kaybediyor. Ortadoğu dengelerindeki yeri giderek zayıflıyor. Libya’da NATO yanında yer almış, Suriye’ye en erken savaş açmış, ama tüm bu adımları başarısızlıklarını durduramamıştı. İran’la, Suriye ile bozuşarak ABD desteğini alıp PKK’yi tasfiye edeceğini düşünüyordu. Eğer Suriye’de etkin olursa 1517 Mercidabık ve Ridaniye Savaşlarından sonra nasıl ki Ortadoğu’nun kapıları açılmışsa, önüne tüm Ortadoğu’nun kapılarının açılacağını düşünüyordu. Tabii bunlar olmadı. Tersine Rojava devrimi gelişti. Suriye hesaplarının önüne engeller çıktı. ABD ve Avrupa Türkiye’nin siyasal islamcılarla birlikte Suriye’de kazanmasını istemediler. Bu bakımdan evdeki hesap çarşıya uymadı. Esad ayakta kaldı. Daha doğrusu Esad’ın ayakta kalmasından çok, siyasal İslamcılar kazanamadı. Buna neden olan esas olarak Esad’ın direnişi değildir. Esad, ABD ve Avrupa’nın siyasal islamcıların kazanmasını istemediğini görünce direnicini artırdı. Alevi toplumu da kaybetmek istemeyince rejimin ayakta kalma süresi uzadı. Batı hıristiyan Lübnan’ın ve yahudi İsrail’in yanında bir siyasal islamcı devlet istemiyor. Türkiye’yi hem yanlarında tutmak hem de kontrol altına almak istediklerinden çok güçlenmesini istemiyorlar. Çünkü onlar kullanılacak Türkiye istiyorlar. Esad bu ortamda ayakta kaldı. Bu arada Rojava’da halk devrimi gerçekleşti. Ortadoğu’da giderek siyasi irtifa kaybediyor. PKK de içeride hamle yapıyor. Eğer durum böyle sürerse AKP’ye “sen de yapamıyorsun” diye yüklenilecek. Hem devlet içinden hem toplumdan gelen bu baskı AKP hükümetinin ömrünü kısaltacaktı. Çünkü şimdiye kadar “PKK’yi en iyi ben tasfiye ederim, Kürt halkını en iyi ben oyalarım” diyerek iktidarını sürdürdü. Önderlik son görüşme notunda çok güzel ifade etti bunu. AKP, PKK’yi tasfiye etme üzerinden bugüne kadar iktidar oldu, “PKK’yi en iyi ben tasfiye ederim” diyerek çeşitli güçlerin desteğini alma politikasını ustaca yürüttü. Ordu içindeki bazı çevreler başta olmak üzere birçok çevreyi bu temelde saf dışı etti. Artık gelinen aşamada PKK’yi ne oyalayabiliyor ne de ezebiliyor. Bu nedenle şimdiye kadar dayandığı güç kaynağını ve gerekçesini kaybetmiş durumdadır. Yani PKK’ye karşı savaş yürüterek gelebildiği kadar geldi. Artık deniz bitmiş durumdadır. CHP ile kavgalı, MHP ile kavgalı, PKK ile de savaşıyor, kazanamıyor, sıkıştı. Üç seçenek vardı; ya ezecek ya oyalayacak ya da çözecekti. Ezmeyi başaramadı. Bu seçenek ortadan kalktı. Şimdi ya oyalayacak ya da çözecek. Oslo süreci artık aşılmıştır. Bu nedenle bir daha birkaç yıl elde edilemez. Belki hala oyalama ile çözüm arasında gidip geliyor. Şu andaki pozisyonu budur. Ancak AKP artık Kürt özgürlük hareketini oyalayamayacağını da görüyor. Bu nedenle çok sıkışık durumdadır. Bu nedenle yeniden heyetlerini Önderliğe gönderdiler. Kürt Halk Önderi AKP’nin ve devletin yaşadığı sıkışıklığı görmüş durumdadır. Kürt Halk Önderi’nin aldığı inisiyatifi ve yaptığı hamleyi bu çerçevede ele almak gerekir. Önderlik bu sıkışıklığı görerek; “belki bir çözüm projesine zorlarım” yaklaşımıyla hareket etmektedir. Bu nedenle inisiyatif alarak AKP’nin reddedemeyeceği bir çözüm projesi ortaya koymuştur. Kürt Halk Önderi gösterdiği makul yaklaşımlarla AKP’yi ve devleti çözüm içine sokmak istiyor. AKP’ye ve devlete adım attırmak istiyor. Kürt Halk Önderi’nin şu andaki yaklaşımını böyle ifade etmek lazım. 2012 gerilla atılımı AKP’yi çok zorladı Kürt Halk Önderi AKP’ye “ezemiyorsun, bu nedenle uzlaşmak zorundasın” diyor. Kuşkusuz bu bir yönüyle de PKK’ye sorunu net bir çözüme ulaştıracak kadar mücadeleyi geliştiremedin yönlü bir eleştiridir. Bu nedenle “belli bir uzlaşmaya dayalı demokratik çözüm şarttır” yaklaşımıyla hareket etmektedir. Zaten “bu çözümden ne AKP ne de PKK kaçabilir” diyerek aslında bu gerçeği ifade etmektedir. Kuşkusuz Kürt Halk Önderi eğer bir savaş olursa yine de AKP’nin kaybedeceği vurgusunu yapmaktadır. Zaten bu nedenle AKP heyetleri göndermiştir. Kürt Halk Önderi de mevcut siyasal ortamda AKP’yi ve devleti bir çözüm kulvarına sokup geri dönüşü olmayan makul bir çözümü sağlatmaya çalışmaktadır. 2012’de Kürt özgürlük hareketin hamleleri bütünüyle istenen sonucu almasa da AKP’yi ve Türk devletini başarısızlığa uğratmıştır. Eğer 2013’te mücadele sürdürülürse Kürt özgürlük hareketi yeni başarılar ve yeni mevziler kazanacaktır. Ancak Ortadoğu’da siyasal gelişmelerin geldiği aşama eğer inisiyatif tümüyle ele alınmazsa bazı tehlikeleri de bağrında taşımaktadır. Çünkü Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor. ABD, Suriye’de Rusya ve Çin ile uzlaşmaya çalışıyor. Suriye içinde Esad’ı belirli bir zaman içinde gönderen, ama şimdi savaşan güçler arasında bir uzlaşma da sağlayan bir politika izleniyor. Farklı güçlerin içinde olacağı yeni dengelere dayalı bir Suriye hedefleniyor. Böyle bir süreçte PKK’nin mücadeleyle daha fazla kazanma imkanı olsa da, eğer zamanında siyasal inisiyatif alınmasa sıkıntıların yaşanacağını da görüyor. Ama Önderlik böyle bir süreçte askeri bir hamleden çok siyasi bir müdahaleyle inisiyatifi ele geçirmesini daha doğru görmüştür. Böylece yeniden dizayn edilmek istenen Ortadoğu’ya da müdahale yapmış bulunmaktadır. Siyasal uzlaşmaların olduğu süreçte Kürt özgürlük hareketinin de demokratik çözüm hamlesiyle sürece müdahil olmasını sağlamak istiyor. ABD-Rusya’nın yeni uzlaşma hamleleri Türkiye’yi de belli uzlaşmalara mecbur edecektir. Çünkü Türkiye sıkışmış bulunmaktadır. Böyle bir süreçte uzlaşmalarla sürecin karakter kazanmaya doğru gittiği bir dönemde Kürt Halk Önderi da belirli bir siyasal çözüm hamlesiyle inisiyatif kazanarak, daha belirgin bir inisiyatif alarak, bu sürece müdahale olmak istemiştir. Bu anlamda Önderliğin müdahalesinin bölgedeki gelişmelerle bağını da görmek ve anlamak gerekiyor. Bölgede ortaya çıkan savaş var. Eski dengeler yıkıldı, mücadele sürüyor, ama yavaş yavaş yeni dengeler oluşturulmak isteniyor. Yeni dengelerin oluşturulma sürecine girmiş bulunuyoruz. Yeni dengelerin oluşturulmaya girildiği süreçte politika önemlidir. Böyle dönemlerde sadece savaş ve mücadelelerle sonuç alınamıyor. Kuşkusuz askeri ve siyasi pozisyonunun güçlü olması gerekmektedir. Nitekim 2012’de büyük mücadele verilmiş ve Özgürlük hareketinin pozisyonu güçlendirilmiştir. Kürt Halk Önderi 2012 yılındaki büyük mücadelenin ortaya çıkardığı değerleri, PKK gücünü, hareketin kırk yıllık gücünü politik bir hamle yaparak inisiyatif alarak kazanımlara dönüştürmek istiyor. Herkesin politik hamla yaptığı süreçte Önderlik de politik bir hamle yapmıştır. Hem de önemli bir inisiyatif sağlayarak politik hamle yapmıştır. Kendi politik hamlesiyle bölgenin şekillenmesini etkilemek istiyor. Bölgeyi başkaları şekillendirip Kürtlerin nasıl yer alacağını –ki bu belli değil– beklemeyi değil de bizzat kendisi bölgeyi şekillendirecek, bölgeye şekil verecek yeni bir politik hamle yapmış bulunuyor. Önderliğin sürece müdahalesini kesinlikle böyle anlamak gerekiyor. Bölgedeki gelişmelerden bağımsız görmemek gerekiyor. Tabii ki en başta da Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadeleyle AKP’nin ve Türk devletinin sıkışıklığı sonucu bu imkana kavuşulmuştur. Türk devleti yaşadığı bu sıkışıklıktan kurtulmak istiyor. Türk devleti de politika üretmek istiyor, ama bizimle savaş içinde bir politika üretemiyor. İşte Kürt Halk Önderi Türk devletinin bu durumunu de görerek hamlesini yapmıştır. Kürt Halk Önderi Türk devletini en iyi tanıyan konumdadır. Savaş demek aynı zamanda Türk devletini en iyi biçimde tanımak demektir. Şu anda Türk devletini en iyi tanıyan da bu önderlik gerçeğidir. Önderlik, Türk devletinin zayıflıklarını da görerek, bu süreçte zorunlu olarak bir çözüm sürecine girebileceğini düşünerek, onları böyle bir sürece sokmak için hamle yapmıştır. Çünkü Türk devleti Ortadoğu yeniden dizayn edilirken eli kolu bağlı hale gelmiştir. AKP ne yapacak? Ezemiyor, oyalama taktiği de artık sökmüyor. Bu yüzden sadece çözme seçeneği kalmaktadır. Hala çözüm politikası yok, ama dış gelişmeler, bölgedeki gelişmeler, içerideki durum, buna doğru zorlamakta, mecbur bırakmaktadır. İşte Kürt Halk Önderi AKP’nin, devletin başka seçeneği kalmadığını, PKK ile mücadele ederse ne içerde ne de dışarıda siyaset üretebileceğini görerek bu noktada inisiyatif alıp onları kendi projesinin içine sokmak istiyor. Yani hem Ortadoğu’yu şekillendirecek hem de Türkiye’yi şekillendirecek sistemin içine sokmak istiyor. Kürt Halk Önderi’nin hamlesi böyle anlaşılırsa, böyle bir perspektife oturtulabilirse anlaşılabilir. Bu tabii bir siyasal hamledir. Bu projesi Türkiye’de nasıl etkili olacak, Ortadoğu’da nasıl etkili olacak, nasıl sonuca gidecek? Bu projenin nasıl başarıya gideceği konusunda da kesinlikle mücadelenin şimdiye kadar yarattığı birikime güveniyor, felsefi, ideolojik, teorik çerçevesine ve birikimine güveniyor, halk gücüne güveniyor. Bu halk gücünü, bu birikimi bu politik hamleyle, inisiyatifle, bu politik yaratıcılıkla birleştirirse ya da bu politik yaratıcılık arkasında böyle bir halk gerçeği, hareket gerçeği varsa bunun başarılı olacağını düşünüyor. Tabii bu projenin kendiliğinden başarılı olması düşünülemez. Kürt halkı, demokrasi güçleri, Kürt özgürlük hareketi ve dostları bu süreci doğru anlamaz ve mücadele etmezlerse başarısız kalma olasılığı da vardır. Politika farklı seçeneklerden en uygununu tercih etme sanatıdır. Politika seçenek işidir. Politika eninde sonunda önüne çıkan birkaç seçenekten birini uygulama yeteneği, kapasitesi ya da tercihidir. Şimdi Önderlik en uygun, başarılı olabilecek, kendisini etkili kılabilecek seçeneği tercih ediyor. Bu seçeneğin neden başarılı olacağına inanıyor? Kürt halkının mücadelesine, kırk yıllık mücadelenin Kürt gerçeğinde yarattığı birikime inanıyor. Bunun Türkiye’de ve Ortadoğu’da yarattığı etkiye inanarak Kürt sorununa demokratik çözüm, Türkiye’yi demokratikleştirme hamlesi yapıyor. Bir bütün olarak Ortadoğu’ya müdahale ederek. 21. yüzyılı Kürtlerin yüzyılı yapacak biçimde siyasal süreçte etkin olmak istiyor. Önderlik esaret altında olma koşullarını da değerlendirerek; “bakın, esaret koşullarındayım, gelin bu sorunu çözelim” diyerek Türk devletindeki var olan kompleksi de böyle kırmak istiyor. Aslında 1999 yılında esaret alınma koşullarını da Türk devletinin kompleksinin giderilmesi çerçevesinde değerlendirerek, bazı gelişmeler sağlatmak istemiştir. Ancak o dönemde Türk devleti kendini güçlü, hareketi de yenilmiş olarak gördüğünden Kürt Halk Önderi’nin çözüm yaklaşımlarını ciddiye almamıştır. Ama şimdi ’99 yılında değiliz. O zamandan bu yana çok şey değişti. Kürt özgürlük hareketi tasfiye edilemedi, aksine her yıl daha da büyüdü ve gelişti. Bu yönüyle Kürt Halk Önderi’nin görüşmelerini, değerlendirmelerini, geriye çekilme yaklaşımı 1999 yılıyla karşılaştırılamaz. O zamanki siyasal hamlesi bir çözümü yaratmaktan çok karşı saldırıları ve hareketi tasfiye etme dalgasını durdurup, hareketi yeniden toparlayıp bir hamle yaptırma projesinin bir parçasıydı. Şimdi karşı bir saldırıyı durdurma değil de on yıl sonunda hareketin ortaya çıkardığı birikim ve mücadele üzerinden –Rojava’daki gelişmeler, İran’daki gelişmeler, Güney’deki durum; paradigmasal, ideolojik ve sistem olarak hazırlık– bir çözüm geliştirme hamlesi yapılmıştır. Şu anda gerçekten de Kürt özgürlük hareketi çok hazırlıklıdır. İdeolojik teorik ve politik olarak en çözümleyici yaklaşıma bu hareket sahiptir. Türk devletinin böyle bir hazırlığı yoktur. Zamanın ruhunu en iyi okuyan hareket konumundadır. Bunu derken 1990’lı yıllarda olduğu gibi kapitalist sisteme ayak uydurmak ve teslim olmak için değişelim, zamana uyalım diyenden bir hareket değildir. Yani dünya böyle gidiyor, biz de böyle olalım yaklaşımı içinde olan bir hareket ve bir Önderlik geçeği söz konusu değildir. Özgürlükçü komünal demokratik sistemi, yani devlete paralel gelen komünal demokratik uygarlık geleneğinin geldiği düzey ve bunun alternatif olma gerçeği zamanın ruhudur. Zamanın ruhu, halkların özgürleşmesidir. Radikal demokrasi ve toplum gerçeğinin gerçek demokrasi olmasıdır. Bunun karşısında duranlar tarihin çöp sepetine atılırlar. Yoksa Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bazı liberallerin söylediği gibi “Dünya değişti, bu dünyanın değişiminin önünde engel olanlar, yani değişmeyenler, teslim olmayanlar ezilir gider” biçiminde bir söylem zamanın ruhunu okumak değildir. Aksine bu tür liberal söylemler zamanın ruhunu okuyamayanlardır. Dolayısıyla halkların zamanı, ruhu, mücadelesinin geldiği düzeyde bunun önünde duranlar ezilip geçilecektir. Zamanın ruhu derken kastedilen budur. Zamana en hazırlıklı olanlar Kürt Halk Önderidir, hareketimizdir. Bu gerçeği böyle bilmek gerekir. Yani Kürt Halk Önderi’nin hamlesinin dayanakları, tarihsel, ideolojik, toplumsal, siyasal temelleri, bölgedeki ve dünyadaki siyasal gelişmeler nedir derken, bu çerçeveyi görmek gerekir. Bu çerçeve içinde Önderliğin adımı görülürse anlam kazanır. Kürt Halk Önderinin projesinin esası, özü; Türk devletini o geri, her şeyi barajlayan, antidemokratik, baskıcı, değişmeyen karakterini kırmaktır. Kürt Halk Önderi bu karakterlerini kırarak bir demokratik çözüm, demokratikleşme kulvarına sokmak istiyor, adım attırmak istiyor. Böylece sonuca gitmek istiyor. Türk devletini böyle bir kulvara soktuktan sonra Kürt özgürlük hareketinin birikimine ve gücüne, bölgedeki gelişmelere, Türkiye’deki halkların özgürlük, demokrasi ve barış özlemine dayanarak Kürt sorununun makul siyasal çözümünü ve bu temelde Türkiye ve Ortadoğu’da tarihsel, devrimsel sonuçlara yol açmak istiyor. Bu açıdan görüşme notunda söylediği “Tanzimat’tan, Meşrutiyete, çok partili siyasi hayata ve o günden bugüne yaşanan gelişmelerin katbekatı gerçekleşecek ve herkes özgür olacak” değerlendirmesi bir propaganda değildir. Düşündüğü proje pratikleşirse, Türk devletini, AKP’yi bu sistemin içine sokabilirse oluşacak sonuçlardan söz etmektedir. Şimdiye kadar yansıyanlardan anlaşıldığına göre üç aşamalı bir proje sunmuştur. Süreç nasıl işleyecek Birinci aşamada söylediği şudur: Eğer taraflar temel ilkelerde anlaşırlarsa geriye çekilme hedeflenecek. Birinci aşama, ateşkesle birlikte devletin mecliste karar alması, komisyonlar kurması ve geri çekilmenin zemininin hazırlanmasıdır. Komisyonlar geri çekilmenin sağlıklı ve güvenli olmasını sağlayacaktır. Geri çekilen yerlerde korucuların, JİTEM’in ya da başka güçlerin halk üzerinde baskı yapmasını önleyecek tedbirler alacaktır. Önderlik geri çekilmeyi Meclis kararı ve siyasetten bağımsız oluşacak bir komisyonla sağlamaya çalışıyor. Meclis kararı ve komisyonuyla sivil komisyonu ayrı görüyor. Sivil komisyonun Meclis’ten ve siyasetten bağımsız olmasını istiyor. İkinci aşama, silahlı güçlerin geriye çekildiği, anayasal ve yasal adımların da atıldığı süreç olarak tanımlıyor. İkinci aşamanın sonu aynı zamanda yasal ve anayasal değişikliklerin tamamlanması oluyor. Sonbaharda anayasanın yapılmasının, netleşmesini hedefliyor. Anayasal ve yasal değişiklikler derken vatandaşlık tanımı, yerel yönetimler ve özerklik şartının anayasa ve yasalarda yer alması, yerellerin ekonomik, kültürel ve siyasal özerkliğinin tanınmasını anlamak gerekir. Hatta önemli konularda yerellerin referandumla kendileriyle ilgili kararları vermesi de bu değişikliklerin bir parçası olarak düşünmektedir. Kuşkusuz başka özgür ve demokratik yaşamı ilgilendiren yasal ve anayasal değişiklikler de ikinci aşama içinde gerçekleşecektir. Özcesi Kürtlerin, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamının sağlandığı anayasal ve yasal değişikliklerin olduğu süreç, ikinci aşama oluyor. Bu aşamada şimdiye kadar gerçekleşen katliam, soykırım ve cinayetlerin de araştırılmasını içermektedir. Kuşkusuz bu aşama demokrasi güçleriyle birlikte yürütülen ve demokrasi güçlerinin kararlarıyla şekillenen bir süreç olarak öngörülmektedir. Üçüncü aşama normalleşme aşamasıdır. Normalleşme; ikinci aşama tamamlanıp Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamının güvenceye alındığı anlaşıldıktan sonra gerçekleşecek aşamadır. Bu aşama ancak ikinci aşama sonrasında gündeme gelecek ve tartışılacak aşamadır. Yani anayasal ve yasal adımların Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını sağlayacak, Kürtler kendi kimlikleriyle özgürce örgütlenecekler, ifade edecekler, Kürt özgür ve demokratik yaşamına kesinlikle hiçbir müdahale olmayacak. Üçüncü aşama bundan sonra gelecek aşamadır. Görüşme notlarından, Kürt özgürlük hareketinin ve Kürt demokratik hareketinin açıklamalarından ve basına yansıyanlardan üçüncü aşamanın da böyle öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Kuşkusuz AKP’nin yaklaşımına karşı güvensizlikler bulunmaktadır. Kürt toplumu da demokrasi güçleri de bazı kaygılar taşımaktadır. Örneğin Mehmet Altan, Türk devleti ve AKP bazı yasaları değiştirebilir, anayasa değişikliği de yapabilir, ama bunları pratikte uygulamaz diyordu. Buna örnekler de veriyor. İşte üçüncü aşama sadece yasa ve anayasa yapımıyla yetinmiyor, uygulamasının da Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını sağlayıp sağlamayacağına bakıyor. Kürt Halk Önderi bu süreci hızlandırmak istiyor. Böylelikle AKP’nin ve devletin oyalamalarına fırsat vermek istemiyor. Kürt Halk Önderi aşamaları ve süreçleri hızlı gerçekleştirip inisiyatifi elinde tutmak istiyor. Bu projeyi sürece yaymanın oyalama olacağını düşünerek hızlı hareket etmek ve çabuk sonuç almak istiyor. Önderlik hızlı adım attırarak bir oyalamaya fırsat vermek istemiyor. Çünkü oyalama demek tasfiye ve tehlikeyle eş anlamlıdır. Bu bakımdan AKP’yi ve devleti 2013’te netleştirmek istiyor. AKP’nin yaklaşımını, devletin politikalarını, adımlarını, her şeyini netleştirmek istiyor. Adım atacak mı atmayacak mı? Eğer adım atılmazsa bunun anlamı, daha şiddetli bir mücadele döneminin yaşanacağıdır. Türkiye aslında şöyle bir politika da izleyebilir; sıkıştığı dönemde rahatlayıp tekrar Kürt Özgürlük Hareketi’nin üzerine gidip ezme yaklaşımı da gösterebilir. Onun için yıllara yayan değil, en azından 2013’te durumu netleştiren bir politika izliyor Önderlik. Ya 2013’te adım attıracak, sürece sokacak, ya da Türk devletinin sürece girmediğini, oyalama yapmak istediğini görecek ve ona göre tutumunu alacaktır. Zaten görüşme notunda süreç gelişmezse PKK öngördüğü savaş planlamasını devreye sokar demektedir. Kürt Halk Önderi makul bir çözüm olursa ondan sonrasının arkasının geleceğine inanmaktadır. Eksik kalan yanların gerçek bir demokratikleşme ve demokrasi mücadelesiyle tamamlanacağını düşünmektedir. Zaten Kürt Halk Önderi’nin paradigmasında sadece devletten ve hükümetten bekleme değil, kendi örgütlenmesiyle kendi demokratik kurumlarıyla kendi sorunlarını çözmesi ve kendi kendini yönetmesi yaklaşımı vardır. Devletten beklemeyi eleştiren bir paradigmasal bakış vardır. Bu nedenle son savunmasında pozitif eylemden söz etmektedir. Yani inşa edici ve örgütleyici çabaları pozitif eylem olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede makul bir çözüm ve demokratikleşme süreci gerçekleşirse içinin pozitif eylemle doldurulması gerektiğini söylemektedir. Kürt Halk Önderi’nin üç aşamalı ortaya koyduğu bu plan çerçevesinde AKP ve Türk devleti üzerlerine düşenleri yapar mı yapmaz mı? Orası şimdiden tam bilinemez. AKP olumlu yaklaşırsa süreç gelişir. Yaklaşmazsa tabii ki kendiliğinden demokratik siyasetin devreye girerek, demokratik siyasal çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini beklemek de yanlıştır. Kürt Halk Önderi böyle demiyor. Hatta AKP hükümeti çözüm için adım atmazsa eskisini kat kat aşan bir savaşın gelişeceğini de söylüyor. Kuşkusuz Kürt Halk Önderi’nin başlattığı bu hamlede AKP’nin yapacağı şeyler vardır. Ama esas olarak da Kürt özgürlük hareketine ve demokrasi güçlerine düşen görevler bulunmaktadır. Kürt özgürlük hareketinin gücüne ve mücadelesine dayanma, demokrasi güçleriyle birlikte bu sürecin içini iyi doldurma önem kazanmaktadır. Bu süreçteki anayasal, yasal, demokratikleşme sürecinin Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından en etkili hale gelmesi için Kürt özgürlük hareketi ve Kürt demokratik hareketinin örgütlü gücünü ortaya koyarak demokrasi güçleriyle birlikte bu sürecin başarıya ulaştırılmasında rollerini oynaması gerekmektedir. Yani devletten bekleyen değil, paradigmamız gereği kendi örgütlü gücüyle demokratik siyaseti etkin kılma önem kazanmaktadır. Tabii asgari demokratikleşme, demokratik siyaset önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Bu engelleri kaldırdıktan sonra ortaya çıkan imkanlar çerçevesinde, kendi özgür ve demokratik yaşamını inşa konusunda esas görevin Özgürlük hareketine ve demokrasi güçlerine düştüğü ve açıktır. Eğer demokratik siyasetin ve demokratik toplumun devreye girmesinin önü açılırsa Kürt Halk Önderi’nin ortaya koyduğu bu projenin Ortadoğu’da ve Türkiye’de büyük devrimci hamlelere yol açacağı – belki ilk aşamada evrimci bir durum gibi gözükse de– kesindir. Devrimimizin yarattığı değerler, Türkiye’de yürütülen devrimci demokrasi mücadelesinin ortaya çıkardığı birikim, Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi özlemi paradigmamız çerçevesinde örgütlü hale getirilir, harekete geçirilirse devrimimizin karakteri Türkiye’yi demokratik anlamda çözülüşe, demokratikleşme sürecine sokarak sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’de de devrimci hamlelere yol açan siyasal gelişmeler sağlayacaktır. Güneş balçıkla sıvanmaz Böylesi düzeyde devrimsel sonuçlar yaratacak karaktere sahip sürece kaygıyla yaklaşmak kesinlikle doğru değildir. Kaygılar ancak tedbirli olmayı gerektirir. Yoksa sürece kaygılı yaklaşmak daha baştan başarısızlığa mahkum olmaktır. Böyle bir sürece Önderlik ve hareket böyle öngörüyor diye yaklaşmak, bu sürecin devrimci karakterini ve büyük kazandırıcı özelliğini görmemek daha baştan Kürt Halk Önderi’nin girişimlerini başarısız kılacak bir yaklaşım olur. Dolayısıyla bu sürecin kesinlikle bir devrimci hamle olduğuna inanarak bunu paradigmasal olarak, teorik olarak, siyasal olarak içselleştirerek bu temelde planlamalar yapıp çalışmalara katılmak Kürt Halk Önderi’nin bu hamlesinin başarısı için gereklidir. Diğer yaklaşımların kesinlikle pasif, sadece kaygıyla hareket eden, süreci başarıya götürmesini engelleyen yaklaşımlar olduğu açıktır. Bu açıdan bir proje, bir hamle yapıldığı zaman tereddütlü olmak yanlıştır. Politika bir tercih işidir, seçeneklerden birini tercih etmektir. Bir tercihi yaptıktan sonra o tercihin üzerinde en etkili biçimde durmak, örgütlemek, onu kendi inisiyatifinde yürütebilecek bir pozisyona gelmek gerekiyor. Onun için başta basın olmak üzere bütün kurumlarımızın böyle bir yaklaşımla süreci ele alması gerekiyor. Kuşkusuz siyasal tedbirler yanında gerillanın geri çekilme sürecinde güçlü kalması da çok önemlidir. Gerilla güçlü kalmadığı takdirde Türk devletinin ya da başka güçlerin çözüm değil de tasfiye politikalarını pratikleştirme isteği artacaktır. Bu açıdan gerillanın bırakalım gevşemesi eğilimini, inancı, kararlılığı ve disipliniyle bu sürecin sonuna kadar varlığını sürdürmesi çok önemlidir. Bu süreçte hiçbir alanda gevşeme kabul görmeyeceği gibi, gerillanın da gevşemesi söz konusu olmayacaktır. Her ihtimale karşı varlığını koruyacak ve güçlendirecektir. Geri çekilme silahları bırakmak değildir. Bu açıdan herhangi bir çözüm olmadan, çözüm olduğuna inanılmadan silahların bırakılmayacağı da açıktır. Kürt Halk Önderi’nin başlattığı süreçle birlikte kimi çevrelerin bilinçli bir biçimde bu süreci çarpıtmak istediği görülmektedir. Öte yandan körlerin fili tarif etmesi gibi birçok çevre de kendine göre süreci ele almaktadır. Kuşkusuz bu süreci bozmak ve provoke etmek isteyen çevreler de olacaktır. Yakın zamanda olan bazı değerlendirme ve tutumlar irdelenmeye ve değerlendirmeye değerdir. Kürt Halk Önderi Rum, Ermeni, Yahudi lobilerinin Kürtlerin özgürlük mücadelesine yanlış yaklaşım gösterdiğini eleştirince, bazıları bu Önderliğin ve bu hareketin ezilen etnik ve dinsel topluluklara yaklaşımını göz önüne getirmeden hemen “Yahudi, Ermeni ve Rumlar hedef gösteriliyor” gibi art niyetli ve ahlaksızca değerlendirmeler yapmışlardır. Halbuki bu Önderlik ve hareket kadar ezilen topluluklara değer veren başka bir önderlik ve hareket yoktur. Ermeni ve Süryani soykırımlarını en fazla dillendiren ve bu halkların soykırıma uğratılmasının bu coğrafyaya verilen en büyük zarar ve insanlık dışı durumlar olarak değerlendiren bu Önderliktir. Bu Önderlik, Kürdistan’ı başta Süryaniler ve Ermeniler olmak üzere tüm diğer etnik ve dinsel toplulukların ortak vatanı olarak görmektedir. Kürdistan’da ve Türkiye’de bu halklara karşı işlenen suçların ortaya konulması ve bilince çıkarılması konusunda büyük çaba gösteren bu Önderlik’tir. Bu nedenle başta Kürdistan ve Ortadoğu olmak üzere bu halklara yaklaşımda olumlu gelişmeler sağlanmıştır. Bu Önderliğin ve bu hareketin bu halklar açısından yarattığı olumlu gelişmeler ve gösterdiği çabalar, mitolojideki zalim tanrılar tarafından bile inkar edilmez. Bir gerçekliktir; Kürt Halk Önderi bu halkların samimi ve tutarlı dostudur. Bunu bu halklar çok iyi bilmektedir. Kürt Halk Önderi Kürt halkının yürüttüğü savaşı Türkiye’den taviz koparma biçiminde ele alan anlayışları mahkum etmektedir. Kürt Halk Önderi kendi toplumu içinde her türlü gericiliği eleştirdiği gibi, bu lobileri de eleştirmektedir. Bu durumu kendi zemininden çıkarıp başka zeminlere kaydırmak ve haksız suçlamalarda bulunmak vicdansızlıktır, ahlaksızlıktır, adaletsizliktir, terbiyesizliktir. Kürt Halk Önderi’nin bin yıllık islam kardeşliğinden söz etmesi de yine bazı çevreler tarafından çarpıtılmaktadır. Bu temelde de alevi toplumu ve örgütleri tahrik edilmeye çalışılmaktadır. Kürt Halk Önderi bir tarihsel gerçeklikten söz etmektedir. Yoksa alevilerin, êzîdîlerin bu coğrafyada yaşadıkları haksızlıkları en fazla dile getiren bir Önderlik’tir. Bu coğrafyada alevilerin, êzîdîlerin ve diğer inanç topluluklarının özgürce yaşamasını en fazla da isteyen bu Önderlik’tir. Bu çözüm sürecinde bu ezilen inançların da özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını istemektedir. Çözüm projesi içinde bu da vardır. Bu Önderliğin ve bu hareketin aleviler, êzîdîler, süryaniler ve diğer inançlar üzerindeki baskıları görmezden geleceğini düşünmek, bu hareketi tanımamak ve büyük bir haksızlık yapmaktır. Kürt özgürlük hareketi en fazla da en fazla baskı gören ve ezilen toplulukların hareketidir. Bu açıdan en başta da êzîdîlerin, alevilerin ve bu coğrafyada baskı gören hıristiyan halkların hareketidir. Kuşkusuz Kürtlerin çoğunluğu müslümandır. Bundan söz etmek, bunu anlamak yanlış olmadığı gibi, bu coğrafyada farklı inançlar üzerinde yapılacak herhangi bir baskıyı de ne adına yapılırsa yapılsın, bu önderlik ve hareket kabul etmez. Tarih içinde alevilere ve êzîdîlere islam adına büyük haksızlıklar yapılmıştır. Bu hareket bunu da kabul etmemekte ve mahkum etmektedir. Bunu aleviler de, êzîdîler de çok iyi bilmektedir. İslam inancındaki Kürtler de PKK’nin sayı olarak azınlıkta olan inançlar üzerindeki baskıyı kabul etmeyeceğini çok iyi bilmektedirler. Bu açıdan Kürt Halk Önderi’nin mesajdaki geçmiş bin yılda islam kardeşliği temelinde bir arada yaşamadan söz etmesi yanlış yorumlanamaz. Bir objektif gerçeklikten söz edilmektedir. Türkler Anadolu’ya geldiğinde Bizans’la yapılan savaşta Kürtlerin yardımını görmüşler ve bu temelde savaşı kazanmışlardır. Geçmiş yüzyıllarda inanç ortaklığının önemli bir etken olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Bu açıdan bir gönderme yapılmasını farklı yorumlamak, ancak art niyetli olmakla mümkündür. PKK hareketi ve önderliği en başta da alevilerin ve êzîdîlerin hareketidir. Bu hareketin kırk yıllık gerçeği defalarca kanıtlamıştır. Dolayısıyla güneş balçıkla sıvanamaz. Mücadele bitmiyor yeni koşullarda ve yeni yöntemlerle devam ediyor Önümüzdeki dönemde en fazla çarpıtma ve saldırı daha çok da klasik ulusal kurtuluşçu ya da milliyetçi yaklaşımlar içinde olanlardan gelecektir. Devleti yıkıp kendi devletini kurma gibi bir yaklaşımı olmayan Kürt Halk Önderi ve PKK bu projesi nedeniyle eleştirilecektir. Zaten yeminli Apo ve PKK düşmanlığı yapan çevreler şimdiden sosyal medya üzeri “Apo teslim oldu”, “PKK mücadele etti, ne kazandı? Bundan bir sonuç çıkmaz”, “PKK kaybetti” gibi bir karalama kampanyasına başlamışlardır. Öte yandan klasik ulusal kurtuluş mantığıyla bakan, zaten geçmişte de bu tür söylemleri defalarca dillendirenler yeni dönemde de böyle bu proje konusunda kuşku uyandırma, bu konuda halkın kafasını karıştırma, böylelikle halkın, demokrasi güçlerinin bu projeye destek vermesini engelleme çabasının içinde olacaklardır. Bazıları da “PKK silahlı güç oluyordu, silah bırakılırsa biz güç oluruz” gibi ham hayaller peşinde koşmaktadırlar. Bu gibi düşünenler de bu demokratik çözüm ve Türkiye’yi demokratikleştirme projesini anlamsızlaştırma ve karalama gayreti içinde olacaklardır. Nitekim bu tür çabalar ve söylemler şimdiden başlamıştır. Yine KDP ve KDP etkili çevreleri daha düne kadar “Silahlı mücadelenin zamanı geçmiştir” derlerken, Kürt Halk Önderi demokratik siyasal çözüm arayıp da silahlı güçleri geri çekme yaklaşımı gösterince; “Bakın başarısız oldular, bir şey elde edemediler” gibi propagandalara yöneleceklerdir. Zaten 1999 yılında da PKK’nin nasıl teslim olduğunu, nasıl mücadeleden vazgeçtiğini söyleyen bu çevreler, 2004 1 Haziranı’nda gerilla hamlesi yeniden başladığında bu defa da “Bu nereden çıktı, savaş başlatarak Güneyi tehlikeye sokuyorlar” gibi propaganda yaparak, gerilla direnişini engellemeye çalışmışlardır. Özcesi bu tür çevreler de karalama yapmak için birçok şey söyleyecektir. Tüm bu saldırılar karşısında en doğru tutum, süreci Önderliğin paradigması çerçevesinde almak, izah etmek olacaktır. Paradigmamızın demokratik ulus çerçevesi, demokratik konfederalizm çerçevesi, demokratik kurumlaşma, pozitif eylemi esas alarak bu temelde kendi özgür yaşamını inşa etme, kendi kendini yönetecek güce ulaşma; yani bu proje her gün devrim yapan, sürekli devrimci çaba ve yaklaşımla kendi sistemini kuran paradigma içine oturtulursa, onunla izah edilirse, onunla birlikte yan yana ortaya konursa o zaman anlam kazanabilir ve her türlü yanlış anlamalara cevap verilebilir. Yani paradigmayla paralel bir anlatım olmadan, paradigmayı kavratmadan, bizim paradigmasal çözümümüzün devletçi değil de toplumun demokratik örgütlenmesine, demokratik uluslaşmaya, farklı toplulukların eşit, özgür, bir arada yaşamasına dayalı demokratik kurumlaşma çerçevesinde kendi özgür ve demokratik yaşamını kuran ve pozitif eylemi esas olarak kendi kendini örgütleme ve yönetme gerçeğine ulaşma gerçeği izah edilmeden doğru ifadelendirilemez. Demokratik toplum gerçeğine dayanarak güç olma paradigmasının iyi anlatılması gerekir. Bunu yaparken de PKK’nin yarattığı büyük toplumsal gücü, özgürlük gücünü ortaya koymak önemlidir. Kürt Halk Önderi BDP ile yaptıkları görüşmede en büyük kazanımın kadın özgürleşmesi olduğunu söylemiştir. PKK’nin kadın özgürlüğünü gerçekleştirmesi, kadını ayağa kaldırması aslında bütün diğer sorunların çözümünün anahtarıdır. Orada çözdüğün an, oradaki her türlü gericilik, her türlü demokratik olmayan zihniyet, halkların, ezilenlerin hakkını gasp eden zihniyeti ezme, tasfiye etme, üstesinden gelme gücüne ulaşılır. Kadın özgürlüğünün derinleşmesi demokratik toplum gerçeğini açığa çıkarmaktadır. Toplumun gücünü açığa çıkarıp demokratik örgütlenme olursa, bunun karşısında hiçbir güç duramaz. Yani asgari bir demokratikleşme ortamı doğduğu an Kürt Halk Önderi’nin ortaya koyduğu anayasal, yasal adımlar da atılıp demokratik bir çözüme kavuşulduğu an, Kürtlerin bu gücü sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, Ortadoğu’da her türlü devrimsel hamleyi yapacak, pratikleştirecek, somutlaştıracak ve kalıcılaştıracaktır. Bu hamleyle, Önderliğin bu girişimiyle bu paradigmasal yaklaşım yan yana yürümezse, yan yana konulmazsa o zaman eksik, topal anlaşılır, her türlü spekülasyona, saptırmaya meydan veren eğilimler kendini konuşturabilir. Bu açıdan bu çözüm sürecinde paradigmasal yaklaşım ve bunun yansıtılması çok önemlidir. Önderlik zaten “Mücadele bitmiyor, yeni koşullarda ve yeni yöntemlerle devam ediyor” diyerek bu gerçeği yalın bir biçimde ortaya koymuştur. Kuşkusuz Türk devletinin yapacakları var. Yapacakları ortaya konulacaktır. Bunları basın ortaya koyacaktır, demokrasi güçleri koyacaktır, hareketimiz ortaya koyacaktır. Bir taraftan süreci geliştirirken, diğer taraftan da devletin yapması gerekenleri sürekli ortaya koyacak, bu konuda halkın, demokrasi güçlerinin baskısını yaratarak AKP’yi, devlet sistemini bir çözüm sürecine sokmak, adım attırmak, bu adımları derinleştirmek, daha da kapsamlılaştırmak, kalıcılaştırmak çabasını, mücadelesini vermek gerekiyor. Sürece böyle yaklaşmak, böyle ele almak gerekiyor. Böyle yaklaşılırsa o zaman Kürt Halk Önderi’nin dediği gibi hem paradigması doğru anlaşılır hem de bir mücadelenin bittiği değil de, mücadelenin yeni paradigma ve imkanlar çerçevesinde daha etkili verilmesi sağlanır. Tabii ki silahlı mücadelenin de belirli etkisi var, ama belirli koşullar sağlanırsa günümüz koşullarında, Ortadoğu’da yaşanan değişim düşünüldüğünde özellikle PKK’nin yarattığı değerler ve demokrasi gücünün, özgürlük gücünün daha büyük sonuçlar alacağı kesindir. PKK’nin en önemli gücü ideolojisidir. Demokrasi ve özgürlük gücüdür. Ne parasıdır ne silahıdır. Esas gücü paradigmasındadır. Tabii ki bunların da belirli biçimde güvencesi olmalıdır. demokratik siyaset de ancak demokratik zihniyetin olduğu ve demokratik siyasetin güvenliğinin bulunduğu ortamda yapılır. Kürt Halk Önderi bu açıdan meşru savunmayı hep çok önemli gördü. “Meşru savunmasız olmaz” dedi. Bu gerçekleşirse, güvenceli bir biçimde paradigma harekete geçtiğinde, hareketin gücü, ideolojisi savaşın yarattığı kazanımlardan katbekat sonuçlar yaratacaktır. Şu anda Kürt özgürlük hareketinin bazı güçlü yanları savaş ortamından dolayı tümden devreye geçmiyor, baskı altında kalıyor. Eğer bu baskı ortamı kalkar ve demokratik siyaset yapma zemini olursa bu hareketin ideolojik, teorik değerler temelinde yarattığı değerler, bir bütün olarak paradigma bu ortamda daha güçlü bir biçimde harekete geçerek daha etkili hale gelecektir. Devleti bu sürece sokup bu paradigmanın pratikleşmesinin güvencesi belirli bir biçimde ortaya çıktıktan sonra gelişecek durumu bu çerçevede ele almak, ortaya koymak gerekir.