Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak yeni bir ağustos ayına girdik. Bu ağustos ayı, Kürt Özgürlük Tarihini başlatan 15 Ağustos Devrimci Atılımımızın 40’ıncı yıldönümü oluyor. Tarihi özgürlük atılımımız, bu ağustosla birlikte 41’inci yılına giriyor. Hareket ve halk olarak, 15 Ağustos Devrimci Atılımı temelinde tam kırk yıldır kesintisiz bir özgürlük savaşı yürütüyoruz. Kürt tarihinde ilk kez böyle bir özgürlük savaşı veriliyor ve kalıcı özgürlük değerleri biriktiriliyor. Önder Apo öncülüğündeki tarihi Özgürlük Yürüyüşü, yenilmezliğini ve zaferini defalarca kanıtlamış bulunuyor.
Öncelikle kırkıncı yıldönümünde, Kürt soykırımına dur diyen ve Kürt halkının özgürlük tarihini başlatan 15 Ağustos Devrimci Atılımını ve tarihi büyük atılımın mimarı Önder Apo’yu saygıyla selamlıyoruz. Başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın 15 Ağustos Diriliş ve Direniş Bayramını, Gerilla Günü’nü kutluyoruz. Ölümsüz komutanlarımız Egîd ve Zîlan yoldaşlar şahsında, bu kahramanlık atılımının tüm şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü yineliyoruz. 41’inci yılda da 15 Ağustos Atılım ve Zafer Ruhuyla savaşarak devrimci görevlerimizi başaracağımızı ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemizi zafere taşıyacağımızı belirtiyoruz.
Tarihi Atılım temelinde kırk yıldır her ağustos ayında büyük savaşıp çok değerli şehitler verdiğimizi biliyoruz. Bu temelde, kırk yıllık Ağustos Direnişimizi de selamlıyoruz. Bu direnişin tüm kahraman şehitlerini, Seyfettin Zoğurlu, Atakan Mahir, Zeki Şengali, Egîd Garzan, Hüseyin Mahir, Mahir Dersim, Nucan, Azime, Erdal ve İbrahim yoldaşlar şahsında saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Fedai Şehitler Çizgisinde özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Ağustos ayı, aynı zamanda faşist DAİŞ çetelerinin Şengal’deki Êzidî Kürt halkımıza yönelttiği 74’üncü soykırım fermanının da onuncu yıldönümü oluyor. Şengal’de soykırımcı katliam saldırıları ile buna karşı kahramanca direniş onuncu yılını dolduruyor. Bu vesileyle, onuncu yıldönümünde soykırımcı zihniyet ve siyaseti bir kez daha kınıyor; Êzidî Kürt halkımızın gerilla öncülüğündeki büyük özgürlük direnişini selamlıyoruz. Bu tarihi direnişin tüm kahraman şehitlerini, direnişin önderi ve Şengal halkının Mam Zeki’si Zeki Şengali yoldaş şahsında saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Şehitler çizgisinde yürüyen Êzidî Kürtlüğünün her zaman onurlu ve özgür yaşayacağına inanıyoruz.
Çok iyi biliyoruz ki, faşist DAİŞ çetelerinin 3 Ağustos 2014 tarihinde başlattığı soykırım saldırısına karşı direniş Êzidî Kürtlüğünün varlığını ve özgürlüğünü sağlayarak, insanlığı 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bir soykırım lekesinden kurtardı. HPG ve YJA-Star gerillaları öncülüğünde böyle bir varlık ve özgürlük direnişi verilmeseydi, Şengal’deki Êzidî Kürtlükten şimdi ortada ne kalırdı? Bu bakımdan, DAİŞ soykırımcılığına karşı direniş hem Êzidî Kürtlüğünü var ve özgür kıldı ve hem de insanlığı ciddi bir kara lekeden kurtardı.
Tabi tarihi Şengal Direnişinin etkisi bunlarla da sınırlı kalmadı. Aynı zamanda soykırımcı DAİŞ gerçeği ile KDP ihanetini de açıkça ortaya çıkardı. Bu temelde DAİŞ’e ve KDP ihanetine karşı yürütülen mücadeleye de çok büyük bir katkı yaptı. Kuşkusuz faşist DAİŞ çeteciliğine karşı her yerde savaşıldı, ancak böyle bir savaşta ve DAİŞ’in yenilgiye uğratılarak insanlığın böyle bir beladan kurtarılmasında Şengal Direnişi tarihi bir rol oynadı. Aynı zamanda Şengal’i bırakarak kaçan KDP ihanetini de ve bu gücün DAİŞ’le işbirliğini de gözler önüne serdi. Bugün Heftanîn’de, Metîna’da, Zap’ta, Avaşîn’de ve Xakurkê’de yaşananlara baktığımızda bu gerçekleri çok daha iyi görebilir ve DAİŞ-KDP-TC ittifakının nasıl bir Kürt ve insanlık karşıtı ittifak olduğunu çok daha iyi anlarız.
Değerli Yoldaşlar!
Her an, her saniye Önderlikle birlikte yaşamak, Önderlik gerçeğine doğru katılmanın ve partileşmenin esasıdır. Hepimizin buna ulaşmak için çalıştığımız açıktır. Bu temelde kendimizi eğittiğimiz, Önderlik gerçeğini daha doğru, derin ve bütünlüklü anlamaya çalıştığımız ortadadır. Bu çerçevede her an Önder Apo’nun durumuna ilişkin yeni ve olumlu bilgiler duymak istediğimiz bilinmektedir. Ancak ne yazık ki mevcut savaş koşullarında buna sahip olmak mümkün değildir. Çünkü en büyük savaş İmralı’da yaşanmaktadır. Dolayısıyla da Önder Apo’nun, mevcut topyekûn imha saldırısına karşı tarihi bir direniş yürüttüğünü bilmemiz ve anlamamız zor olmamaktadır.
Bu duruma ilişkin son dönemde yönetimimizin yaptığı bazı açıklamalar aslında baştan beri TC Devletinin ve AKP Hükümetinin yaklaşımını ifade etmektedir. Bu yaklaşımın da basit faydacı bir yaklaşım olduğu, Önder Apo’nun Kürt özgürlüğü ve demokratikleşme temelindeki çözüm projelerine doğru yaklaşmak yerine hile ve oyunlarla basit siyasi kazanç sağlamayı amaçladığı bilinmektedir. Bunun da esasında basit siyasi oyunlar ve seçim kazanma çabaları vardır. Geçmişte bu temelde çeşitli girişimlerin olduğu, Önder Apo’nun rehine konumunun bu biçimde araçsallaştırılmaya çalışıldığı bilinen bir durumdur. Demek ki AKP Yönetimi mevcut basit ve faydacı yaklaşımını sürdürmeye çalışmaktadır. Kurdistan’ın neresinde bir seçim olsa kendi çıkarına yontabilmek için böyle bir çaba içine girmektedir. Dolayısıyla siyaseten değer biçilecek bir durum söz konusu değildir.
Peki AKP Yönetiminin bilinen yaklaşımında ısrar etmesi ne anlama gelmektedir? Birincisi, belli ki Önder Apo üzerinden böyle bir şey yapamamakta ve bu durumu yönetimimiz üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki, Önder Apo bu tür hile ve oyunlara geçit vermiyor ve Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünde kesin ve net bir direniş sürdürüyor. İkincisi, AKP Yönetimi bu tür yaklaşımlarıyla aslında Önder Apo’yu bir rehine olarak tuttuklarını kabul ve ifade etmiş oluyor. Çünkü, söz konusu yaklaşımlar rehine karşılığında fidye istemek anlamına geliyor. Üçüncü olarak ise, gelişen Küresel Özgürlük Hamlemiz karşısında AKP-MHP faşist diktatörlüğünün ne kadar sıkışmış olduğunu gösteriyor. Belli ki faşist-soykırımcı yönetim hiçbir hukuk ve ahlak kuralı dinlemeyen İmralı sistemini yürütmekte artık çok ciddi bir biçimde zorlanıyor ve de çıkmazı yaşıyor. Öyle ki özellikle içte ve Suriye ile Irak’ta çöken politikalarına çözüm bulabilmek için Önder Apo’dan dilenmek zorunda kalmış gibi görünüyor. Belki de herkesten çok AKP faşizmi Önder Apo’ya muhtaç hale gelmiş bulunuyor.
Bütün bunlar bize, doğru çizgide direnişin ne kadar büyük bir güç olduğu gerçeğini gösteriyor. Önder Apo böyle bir çizgi duruşunu temsil ediyor ve söz konusu özgürlük çizgisinde direnişe öncülük ediyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü hedefiyle küresel düzeyde gelişen Özgürlük Hamlemizin de bu çizgiyle ne kadar bütünlük oluşturduğu ve gelişiminin mutlaka sonuç alıcı olacağı açığa çıkıyor. Gerçekten de çeşitli eleştiri ve öneriler temelinde son süreçte gelişen özgürlük eylemleri Hamleyi ciddi biçimde güçlendirmiş ve İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemini yürüten güçleri çok ciddi bir biçimde zora sokmuş bulunuyor.
Bu çerçevede önemli bir hava yaratan ve gündem oluşturan zindan direnişini, herkese büyük moral ve güç veren gerilla eylemlerini, dört parça Kurdistan’da ve dünyanın dört bir yanında hiç durmayan kadın ve gençlik öncülüğündeki kitle eylemlerini, özellikle de dünyanın her tarafında Önder Apo’yu samimiyetle sahiplenen sosyalist ve demokratik güçlerin Hamleye artan katılımlarını selamlamak lazım. Son süreçte NOBEL ödüllü 69 ismin bu temelde her alana gönderdiği mektup aslında çok önemli olmakta ve yeni bir zirveyi ifade etmektedir. Kuşkusuz İmralı sisteminden sorumlu olan iktidar ve devlet güçlerinin söz konusu Hamleye katılımları değil, engelleyici olma durumları yaşanmaktadır. Ancak başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm ezilen halk kesimlerine ve aydın, sanatçı, siyasetçi gibi demokratik çevrelere dayalı olarak gelişen Küresel Özgürlük Hamlemiz, daha şimdiden tarihte benzeri olmayan bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır.
Elbette başarı için Hamle çerçevesindeki eylemleri her alana daha çok yaymak, büyütmek ve sürekli hale getirmek gereklidir. Yine her türlü sorundan kaynaklanan özgürlük ve demokrasi eylemlerini mutlaka Küresel Özgürlük Hamlemizle bütünleştirmek gerekli ve önemlidir. Tüm yoldaşların, parti komite ve örgütlerinin bulundukları alandaki imkânları azami derecede zorlayarak Özgürlük Hamlemizin zafer çizgisindeki gelişimine sürekli katkı yapacağı muhakkaktır. Elbirliğiyle ve tam bir seferberlik halinde bunu yürütmeliyiz. Tüm devrimci çalışma ve mücadelemizi Özgürlük Hamlesiyle bütünleştirerek, yaşamımızı ve mücadelemizi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kilitleyerek bunu yapmalıyız.
Bunun için de Önderlik gerçeğini ve İmralı Direniş çizgisini daha doğru ve bütünlüklü anlamak için sürekli yoğunlaşmalı ve çaba harcamalıyız. Önder Apo’nun durumu, mevcut dünyada Özgür Kürt bireyinin durumunu ifade etmektedir. Dolayısıyla Kürt devrimcileri, yurtseverleri ve özgürlükçüleri olarak bunun dışındaki bir durumu ve yaşamı asla kabul etmemeli, kendimize göre sahte özgür Kürt yaşamı ve ölçüleri yaratmamalıyız. Böyle yaparsak gerçekten kopmuş, Önderlik Çizgisinden sapmış oluruz; böyle bir kopuşu ve sapışı asla yaşamamalıyız ve yaşanmasına da izin vermemeliyiz.
Diğer yandan, Önder Apo’nun duruşu, yani kesin ve net direnişçi tutumu, Kürt yurtseverliğini belirleyen bir ölçü olmaktadır. Bunun dışında bir ölçünün yaratılmasına izin vermemeli ve her yerde bu ölçüyü hâkim kılmalıyız. Önderlik gerçeğimiz ve tarihi İmralı Direnişi, Kürt özgürlüğü için mücadelenin fedai çizgisini, anlayış ve tarzını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bunun dışındakiler sahtedir ve bir biçimde soykırımcı düzenle ilişki içinde olmayı ifade eder. O halde her türlü sahteliğe ve sapmaya karşı mücadele etmeli, Önderlik gerçeğini ve tarihi İmralı Direniş Çizgisini doğru anlayarak başarıyla hayata geçirmeyi bilmeliyiz.
Değerli Yoldaşlar!
Kırk yıllık kesintisiz özgürlük savaşı Kurdistan tarihinde ilk kez yaşanmaktadır. Bu tarihi mucize, Önder Apo öncülüğündeki 15 Ağustos 1984 Devrimci Atılımı temelinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle, her şeyden önce söz konusu kırk yıllık savaşın tarihi bilincine doğru ve tam ulaşmak, Kürt varlık ve özgürlük yürüyüşündeki tarihi yerini doğru tespit etmek gerekir. Kuşkusuz bu tür anlamlandırmayı en güçlü ve yeterli bir biçimde Önder Apo yapmıştır. Önder Apo’nun Çözümlemeleri ve Savunmaları tamamen bu değerlendirmeleri içermektedir. O halde, 15 Ağustos Devrimci Atılımının ve bu temeldeki kırk yıllık savaşın anlamına tam ulaşabilmek için, sürekli Önderlik Çözümlemelerini ve Savunmalarını incelemeli ve kendimizi bunlar temelinde eğitip tarihi bilince kavuşturmalıyız.
Bir örnek oluşturması açısından Önder Apo’nun şu tanımlamalarını okumak ilgi çekici olacaktır: “15 Ağustos 1984 koşullarında değil çıkış yapmak, onu akıldan geçirmek bile büyük cesaret gerektiriyordu. Nitekim ‘Hakkari’ye ilk adımda yok olursunuz’ diyenler, yine bu adımı ‘çılgınlık’ olarak değerlendirenler, gerçek PKK’liler dışında herkesti.”
“15 Ağustos bir şans değil, yaşamın en gerekli ve herkese her an kendisini hissettiren, vazgeçilmez kılan ulusal ruhumuz, ulusal onurumuz, ulusal tutkumuz, hepimizin paylaştığı en yüce değerimizdir…15 Ağustos Atılımı bir halkın ulusal direnişinin kesinleşmesi, ulusal imhasının önlenmesidir; toplumsal özgürlüğünün imkân dahiline girmesi, kendi kimliğini sahiplenmesi ve bunu en acımasız koşullar altında eşine az rastlanan bir mücadele tarzıyla kazanmasıdır.”
“15 Ağustos atılımının ruhu, fedakârlığı, cesareti dar bir ulusal kurtuluşçuluk ya da sadece bir demokratik savaşım değildir. Büyük bir uygarlık, hak ve adalet savaşımıdır. Tarihi sahiplenme ve geleceği her türlü karartıcı egemenliklere karşı kurtarma savaşıdır. Kısacası bu köklü bir insani kurtuluş devrimidir.”
15 Ağustos Atılımı temelindeki kırk yıllık savaşın hazırlayıcısı, önderi, mimarı ve yönlendiricisi Önder Apo’dur. Daha önceki direnişlerin en uzunu kırk ayı bile geçmemişken, 15 Ağustos Atılımının kırk yıllık bir özgürlük savaşını gerçekleştirmesi tümüyle Önder Apo’nun dehası, tarzı, üslubu ve temposu temelinde olmuştur. O halde, bu kırk yıllık kesintisiz özgürlük savaşını doğru anlayabilmek ve derslerini yeterli çıkartabilmek için Apocu Çizgiyi tüm yönleriyle doğru anlamak ve özümsemek gerekir. Bu kırk yıllık özgürlük savaşının bundan sonraki süreçte de başarılı bir savaşçısı olabilmek kesinlikle buna bağlıdır. O halde Önder Apo’nun temsil ettiği ideolojik, politik, örgütsel ve askeri çizgiyi tüm boyutlarıyla sürekli inceleyip özümsemek şarttır.
15 Ağustos Atılımı temelindeki kırk yıllık özgürlük savaşının elli bini aşkın kahraman şehidi vardır, yüz binlerce tutuklusu olmuştur, milyonlarca sürgünü yaşanmış, insanlar yerinden ve yurdundan sürülmüştür. Bu savaşın 26 yılı İmralı işkence hanesindeki tarihi direnişle geçmiştir. Hiçbir anı kolay ve imkânlarla dolu yaşanmamıştır. Her anı kan, işkence, acı ve zorluk içinde geçmiştir. Aslında bu kırk yıllık savaşın somut bir maddi dökümünü yapabilmek, geçen kırk yılda yaşananların bilançosunu ortaya çıkartabilmek çok daha öğretici olacaktır. O halde, kırk yıllık özgürlük savaşını doğru anlayabilmek için tüm bu hususları bilmek ve bir an olsa bile asla unutmamak gerekir.
15 Ağustos Atılımı, gerillanın Eruh ve Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdiği eylemlerle başlamış olsa da aslında bütünlüklü bir devrimci hamledir. Kürt özgürlük mücadelesini ideolojik, siyasi, örgütsel, toplumsal ve askeri tüm boyutlarıyla birlikte temsil etmektedir. 1982 Büyük Zindan Direnişinin verdiği tarihi Direnme Kararını ideolojik, siyasi ve askeri mücadeleye taşıyarak toplumsal bir bilinçlenme, örgütlenme ve eylem haline getirmiştir. Bir boyutuyla Kurdistan Özgürlük Gerillasını yaratırken, diğer yandan toplum içindeki parti öncülüğünün gelişmesini, halkın ulusal kurtuluşta cepheleşmesini ve kadın özgürlük mücadelesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dolayısıyla bütünlüklü bir devrimci atılım, gerçek anlamda bir devrim olarak görmek gerekir.
Bunlarla birlikte 15 Ağustos Atılımının öncelikli pratik boyutunun gerillayı geliştirmek olduğu, bu anlamda bir Gerilla Atılımı olma özelliği taşıdığı, 15 Ağustos gününün ‘Gerilla Günü’ olma özelliği taşıdığı da tartışmasız bir gerçektir. Kurdistan’da özgürce var olmanın ve yaşamanın temel ilkesi olan öz savunma gerçeğini açığa çıkarmıştır. 14 Temmuz 1982’de verilen direnme kararını dağa taşıyarak gerilla biçiminde hayata geçirmiş, böylece ete kemiğe bürünmesini sağlayarak yaşayan canlı bir güç haline getirmiştir. Kurdistan özgürlük savaşçılığının anlayışını, tarzını, üslubunu, temposunu, cesaret ve fedakârlık ölçülerini ortaya çıkarmıştır. Komuta ve savaş çizgisini var etmiştir. O halde, kırk yıllık özgürlük savaşının derslerini bir de bu temelde çıkarmak, bugün kısmi bir özgürlük temelindeki konuşmanın, yazmanın, şarkı söylemenin ve mutluluk duymanın temelinde söz konusu bu savaşın var olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.
Kuşkusuz 15 Ağustos Atılımı ve kırk yıllık özgürlük savaşı gerçeğini tüm boyutlarıyla burada izah ve ifade edebilecek durumda değiliz. Ama Büyük Atılımın kırkıncı yıldönümü nedeniyle bazı hususları kısaca belirtmek ve yoldaşların dikkatini 15 Ağustos Atılımı ve kırk yıllık özgürlük savaşı gerçeği üzerine çekmek istedik. Burada soruyu şöyle sorabiliriz: Eğer 15 Ağustos 1984 Atılımı ve kırk yıllık amansız savaş olmasaydı, o zaman Kurdistan’ın ve Kürt halkının durumu bugün nasıl olurdu? Nasıl ki 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucunu değerlendirirken soruyu böyle sorduysak, 15 Ağustos Devrimci Atılımını değerlendirirken de soruyu böyle sormak elzemdir. O halde, kendini gerçekten koparmış yiyici ve milliyetçi çevreler ne derlerse desinler, kırk yıldır Kurdistan’da yaşanan tüm özgürlükçü gelişmelerin temelinde 14 Temmuz Direniş kararı ile 15 Ağustos Devrimci Gerilla Atılımı vardır.
Önder Apo’nun da açıkça ifade ettiği gibi, 15 Ağustos Atılımı öyle imkânlara dayalı olarak ve kolayca gerçekleşmemiştir. Tersine her anı yokluklarla ve zorluklarla savaşarak kazanılmıştır. Her şey Önder Apo’nun dehası ve eğitici tarzı ile bitmez tükenmez emeği temelinde ve bunu özümseyip benimseyen Kürt gençlerinin büyük cesareti ve fedakârlığı sayesinde gerçekleşmiştir. Bu atılıma en büyük desteği 1982 Büyük Zindan Direnişi verirken, sekiz yıl süren Irak-İran Savaşının Kurdistan üzerindeki etkisinden de ustaca yararlanılmıştır.
Burada dikkat çekilmesi ve bilinmesi gereken diğer bir husus, 15 Ağustos Devrimci Atılımının nasıl bir güce karşı gelişmiş ve gerçekleşmiş olmasıdır. Bu anlamda Kurdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı sistem ile TC gerçeğini başkalarıyla karıştırmamak gerekir. Kurdistan sadece üzerinde fiili egemenlik sürdüren devletlerin sömürgeleştirdiği ve soykırım uyguladığı bir alan değildir; tersine küresel kapitalist modernite sisteminin hegemon yapı kazanırken ortaya çıkardığı ve tüm uluslararası yapısıyla uyguladığı bir soykırım alanıdır. Yine TC Devleti herhangi bir sömürgeci güç değil, Kurdistan’ı Türkiye’ye katmak ve Kürtleri Türkleştirmek isteyen ulusal yayılmacı ve soykırımcı bir güçtür. TC Devleti 1952 tarihinden bu yana NATO üyesidir ve Türk ordusu NATO’nun ikinci büyük ordusudur. 15 Ağustos Devrimci Atılımı işte böyle bir devlete karşı gelişmiş ve kırk yıllık özgürlük savaşı esas olarak NATO’ya karşı verilmiştir. Bunlar da Kurdistan’a dayatılan soykırımın ve kırk yıllık Kürt özgürlük savaşının önemli ayırtlarından olmaktadır.
15 Ağustos Atılımı ve Kurdistan devrimci savaşı, Filistin, Lübnan ve Suriye temelinde tarihi Arap direnişçiliğinin derslerinden faydalanmış, Kurdistan’ın diğer parçaları ile Irak ve İran direnişlerinin derslerini özümsemiştir. Bu yapısıyla Kurdistanî olduğu kadar bölgesel olma karakteri de vardır. Geldiği noktada bölgeyi çok daha fazla etkileyen ve adeta bütünlüklü bir Ortadoğu demokratikleşmesini dayatan düzeye ulaşmış durumdadır.
Büyük Atılım, 15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli eylemleriyle başlamış, zaman zaman zorlanmalar ve daralmalar yaşasa da özellikle Önder Apo’nun çabalarıyla kesintisiz bir gelişme yaşamayı başarmıştır. 1984-1992 yılları arasında özellikle Kuzey Kurdistan’da yaygın ve hareketli bir gerilla savaşı olarak yaşanmış, vurduğu darbelerle 1990 başında TC sistemini sarsma durumunu ortaya çıkarmıştır. Bu temelde gelişen halk serhildanları Kürt toplumunun sömürgeci sistemden kopmasını ifade eden Ulusal Diriliş Devrimini gerçekleştirmiştir. Serhildanlardaki kadın etkinliği, yaşanan ulusal diriliş devrimini aynı zamanda Kadın Özgürlük Devriminin başlangıcı haline de getirmiştir.
1993 Newrozundaki ilk ateşkes denemesi sonuç vermeyince, 1993-98 yılları arasında Kuzey Kurdistan’da çok yoğun ve yaygın bir savaş durumu yaşanmıştır. Faşist çeteciliğin eline geçen TC Devleti, Kurdistan Özgürlük Gerillasını tümden ezip imha etmek amacıyla topyekûn bir faşist özel savaş saldırısı yürütürken, gerilla da devrim değerlerini ve kendi varlığını savunmak üzere çok yoğun bir direnme savaşı içinde olmuştur. Bu dönemde ABD öncülüğündeki küresel soykırım sisteminin PKK’yi Güney Kurdistan’a sokmama ve gerillayı Kuzey Kurdistan’da kuşatıp sınırlandırma politikası ile TC Devletinin imha politikaları bir düzeyde uyuşmuş ve NATO destekli Türk ordusu tüm gücünü seferber ederek saldırmıştır. Bu saldırılara karşı tarihi bir direniş yürüten gerilla, bir yandan kendi varlığını korurken, diğer yandan da demokratik siyaset alanının gelişmesi için çaba harcamıştır. Gerillanın komuta, tarz ve taktik sorunları en çok bu dönemde gündeme gelmiş, söz konusu direniş içinde kadın gerillacılığının gelişimi ve Özgür Kadın Birliklerinin oluşumu gerçekleşmiştir. Bêrîtan duruşu ve Zîlan direnişi kadın gerillacılığının gelişiminde belirleyici rol oynamıştır.
1999 sonrası uluslararası komplo saldırılarına karşı gerilla öncülüğündeki topyekûn halk direnişinin gelişme gösterdiği bir dönemdir. 2 Ağustos 1999 tarihinde Önder Apo ateşkes ve geri çekilme çağrısı yapmış, gerilla ve bir bütün Hareket bu çağrıya uyup uygulamıştır. 2004’e kadar olan süre ateşkes konumundaki gerillanın HPG adıyla yeniden yapılandırıldığı, Önder Apo’ya dayatılan idam ve çürütme politikalarına karşı mücadelenin geliştirildiği, özellikle içten dayatılan tasfiyeci saldırılara karşı çok yönlü mücadelenin verildiği bir süreç olmuştur.
1 Haziran 2004’te ateşkesin sona erdirilmesiyle, siyasi mücadelenin önünü açma temelinde düşük yoğunluklu bir gerilla savaşı içine girilmiştir. Özellikle soykırımcı sisteme dayanan tasfiyeci saldırılara karşı 1 Haziran 2004 Atılımı, Hareketi koruma, toparlama ve Demokratik Uygarlık Paradigması temelinde yeniden yapılandırmada çok önemli bir ideolojik, siyasi ve örgütsel hamle olarak yaşanmıştır. Bu temelde KCK’nin çatışmasız bir ortamda inşası ve Kürt sorununun çözümü için çaba harcanmıştır. Ancak özellikle 14 Nisan 2009 siyasi soykırım saldırılarının başlatılmasıyla böyle bir çabanın sonuç verme imkânı kalmamış, “Siyasi çalışma koşulları kalmadı” diyerek 31 Mayıs 2010 tarihinde Önder Apo’nun kendini geri çekmesiyle yeni bir süreç başlamıştır.
1 Haziran 2010 tarihi ile 24 Temmuz 2015 tarihi arasındaki süreç, strateji değiştirme arayışıyla geçen dalgalı bir süreç olmuştur. Demokratik siyasi mücadele mi yürütülecek, yoksa devrimci halk savaşı stratejisiyle mi mücadele edilecek sorusunun cevabı netleştirilmeye çalışılmıştır. Uluslararası komployu yürütmek ve başarıya ulaştırmakla görevlendirilmiş olan Tayyip Erdoğan ve AKP, savaş hazırlıkları yapmak için bu süreyi çeşitli hile ve oyunlarla geçirmeye çalışmıştır. Kendisi için gerekli gördüğü savaş hazırlıklarını gerçekleştirdikten sonra da 5 Nisan 2015 tarihinde Önder Apo ile görüşmeleri sonlandırmış, 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren ise ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelinde topyekûn imha ve tasfiye saldırısını başlatmıştır. Bu temelde gerillayı ezmeyi ve PKK’yi tasfiye etmeyi hedeflemiştir.
ABD ve KDP desteğindeki AKP-MHP faşist diktatörlüğünün bu temeldeki imha ve tasfiye amaçlı saldırıları ile buna karşı gerilla öncülüğündeki halkımızın direnişi onuncu yılına girmiş bulunmaktadır. AKP-MHP faşizmi on yıldır gerillayı ezmek ve PKK’yi tasfiye etmek amacıyla Türkiye’nin tüm imkânlarını seferber ederek saldırmakta, gerilla öncülüğünde Hareket ve halk olarak biz de bu saldırıları kırmak ve AKP-MHP faşizmini yıkmak için devrimci halk savaşı stratejisi temelinde topyekûn bir direniş yürütmekteyiz. 15 Ağustos Atılımının kırkıncı yıldönümünü yaşadığımız bu süreçte, söz konusu savaş oldukça boyutlanmış ve de kritik bir noktaya gelmiş durumdadır. Yaşanan 3. Dünya Savaşının da etkisiyle savaş süreci iyice karmaşık hale gelmiş bulunmaktadır. Ancak tüm iddialarına ve gücünü seferber etmesine rağmen, AKP-MHP faşizmi gerillayı ezme ve PKK’yi tasfiye etme amacını başaramamıştır. Eğer Demokratik Modernite Paradigmasını doğru anlar ve başarıyla uygularsa, İmralı ve Zap Direnişleri öncülüğündeki Küresel Özgürlük Hamlemiz AKP-MHP faşizmini yıkarak zafer kazanabilir.
Görüldüğü gibi, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile başlatılan soykırım saldırılarına karşı son kırk yılda Önder Apo öncülüğünde bir özgürlük savaşıyla karşılık verilmiş; Kurdistan’daki tüm özgürlükçü gelişmeler işte bu savaş temelinde kazanılmıştır. Kırk yıllık savaşın sonuçları, Mehmet Hayri Durmuş yoldaşın 14 Temmuz Direnişini başlatırken yaptığı “Kurdistan’ı kurtarmak isteyenler mutlaka silahlı mücadeleyi esas almalılar” tespitini doğrulamıştır. Evet Kurdistan’ın özgürlüğü ve özgür yaşam ancak özgürlük savaşıyla kazanılabilir. Yine böyle muzaffer bir özgürlük savaşı yürütmek mümkündür. Ancak bunun için de doğru bir anlayışa, yaratıcı bir tarza, etkin ve hamleci bir yönetim gerçeğine ihtiyaç vardır.
Bu anlamda kırk yıllık özgürlük savaşının bilançosu kadar temel derslerini çıkarmak ve özümsemek de bizim için hayati öneme sahiptir. Evet, böyle bir savaş erken çözüm yaratmaz, uzun vadeli savaşmayı göze almak gerekir. Böyle bir savaş kolayca gerçekleşmez, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ve Zap tünel savaşı gibi zorlukları göze almak gerekir. Böyle bir savaş için hazır güç bulunmaz, sürekli bir eğitim ve örgütleme çalışmasıyla güç hazırlamak gerekir. Böyle bir savaş için hiçbir siyasi güç destek vermez, halkın öz gücünü esas almak ve ona güvenip dayanmayı bilmek gerekir. Böyle bir savaşın hazır stratejik müttefikleri yoktur, tersine stratejik müttefikleri eğitim ve örgütlenmeyle yaratmak ve esas olarak da karşıt güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmayı bilen bir politika ve taktik yaratıcılık geliştirebilmek gerekir. Böyle bir savaş masa başında ve emirlerle yürütülmez, tersine pratiğin dersleri temelinde yaratıcı tarz, kazanımcı üslup ve yüksek tempoyla başarılır.
Değerli Yoldaşlar!
Çok iyi biliyoruz ki, kırk yıllık özgürlük savaşımızın her anı, her dönemi azgın düşman saldırılarına karşı fedai çizgisinde kahramanca direnilerek kazanılmıştır. Kırk yıllık savaş büyük zorluklar içinde geçmiştir. Her anı bir öncekinden daha karmaşık, zorlu ve çok yönlü olmuştur. Bu çerçevede, son on yılda faşist-soykırımcı düşmanın ‘çöktürme eylem planı’ temelindeki imha saldırılarına karşı yürüttüğümüz varlık ve özgürlük savaşı çok daha zorlu ve amansız yaşanmıştır. Kuşkusuz faşist-soykırımcı düşman geçen kırk yıl boyunca her zaman gerillayı ezmek ve Özgürlük Hareketimizi imha ve tasfiye etmek istemiştir. Bunun için tüm gücünü ve Türkiye’nin tüm iç ve dış imkânlarını seferber etmiştir. Ancak bütün bunlar, son on yıldaki düşman saldırılarında daha öncekileri kat kat aşan bir düzeyde gerçekleşmiştir. Öncelikle bu gerçeklerin hepimiz tarafından çok iyi bilinmesi ve idrak edilmesi gerekir.
Bilindiği gibi, faşist AKP yönetimi, öncelikle Hareketimizin imha ve tasfiye edilmesini ÖSO, El Kaide ve DAİŞ gibi çete güçlerini besleyip harekete geçirerek gerçekleştirmek istemiştir. Bu temelde çeşitli adlarda yeni çete gurupları örgütlemiştir. Şam üzerine yürüyen DAİŞ çetelerinin yönünü Kobanê’ye çevirmiştir. Bir yandan söz konusu çete guruplarını saldırtarak Hareketimizi yıpratmak isterken, bir yandan da onların başarılı olamayacağı ihtimalini hesaba katarak doğrudan kendisi savaşa hazırlanmıştır. Bu temelde 30 Eylül 2014 tarihli MGK toplantısında gerillayı tümden ezmeyi ve Hareketimizi tümden tasfiye etmeyi hedefleyen ‘çöktürme eylem planı’ adıyla yeni bir savaş planını karara bağlamıştır. Tümüyle istihbarata ve tekniğe dayalı saldırıyı içeren bu plan doğrultusunda teknik ve örgütsel hazırlıklar yapmıştır.
2015 yılı haziranında DAİŞ Kobanê kırsalında da yenilip ilk büyük yenilgisini yaşayınca, PKK’yi imha ve tasfiye işini bu güçlerle gerçekleştiremeyeceği sonucuna varıp, 24 Temmuz 2015 tarihinde kendi planlı saldırısını başlatmıştır. Hukuk oyunlarıyla seçimi yenileyip iktidarı yeniden gasp ederek ve faşist MHP ile ittifak yaparak, söz konusu saldırılarda başarılı olabilmek için tüm gücünü seferber etmiştir. Bu temelde hem Önder Apo ile tüm irtibatı kesmiş, hem demokratik siyaset alanına ve halka yönelik çok yönlü saldırı başlatmış ve hem de gerillayı ezebilmek için planlı bir askeri saldırı içine girmiştir. Bu çerçevede bir yandan Bakur alanındaki gerilla varlığını darbeleyip iyice sınırlı hale getirmeye çalışırken, diğer yandan da 26 Ağustos 2016 tarihinden itibaren Medya Savunma Alanlarına ve Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik işgal saldırıları başlatmıştır.
Bu temelde sekizinci yılını doldurmakta olan savaş sürecine ilişkin olarak yeterli bilgi olmaması nedeniyle birçok arkadaş propaganda çalışmasında farklı tarihler ifade etmektedir. Bu da bir karışıklığa ve muğlaklığa yol açmaktadır. Bu nedenle, özellikle Medya Savunma Alanlarındaki savaşın iyi bilinmesi ve ifade edilmesi gerekir. Tam sekiz yıldır faşist-soykırımcı düşman bu alanları işgal edebilmek için saldırmakta, Apocu Fedai Çizgisindeki gerilla direnişi nedeniyle bunu bir türlü başaramamaktadır. Bu durum Kurdistan tarihinde bir ilk olduğu gibi, dünyadaki gerilla direnişleri açısından benzeri az bulunur bir direniş olmaktadır. Bu açıdan doğru bilinmesi ve yeterli düzeyde propaganda edilmesi gerekir.
Öncelikle böyle bir saldırıyı yürütebilmek için TC yönetimi uygun hale getirilmiştir. Bu noktada sözde 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ustaca kullanılmış, bir yandan Tayyip Erdoğan’ın gücü artırılırken, diğer yandan AKP-MHP ittifakı ortaya çıkartılmıştır. Böyle güçlendirilmiş bir yönetim olmadan TC Devletinin Suriye ve Irak sınırlarını geçerek bu düzeyde askeri işgal saldırısı yürütmesi mümkün olmazdı. Diğer yandan, 26 Ağustos 2016 tarihinde Türk ordusu Cerablus üzerinden Suriye’ye girerken ve Çukurca üzerinden de Medya Savunma Alanlarına yönelik işgal saldırıları başlatırken, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Biden ile KDP Genel Başkanı Mesud Barzani de Ankara’daydı. Yani gerillayı ezmeyi ve kurtarılmış alanları işgal etmeyi hedefleyen askeri saldırı TC-ABD-KDP ittifakı temelinde başlatıldı. Günümüze kadar da bu temelde sürdürülüyor ve TC işgal saldırıları esas gücünü buradan alıyor.
Farklı bölgelere yönelik işgal saldırıları tarihsel açıdan da şu şekilde gelişmiştir: 26 Ağustos 2016 tarihinde Cerablus ve Çukurca üzerinden her iki alana dönük işgal saldırıları başlamıştır. Aralık 2017 tarihinde Türk ordusu sınırı geçerek Xakurkê alanına dönük işgal saldırısını başlatmış, Ocak 2018’de de Efrîn’e dönük işgal saldırısını başlatmıştır. 9 Ekim 2019 tarihinde Girê Sîpî ve Serîkaniyê’yi işgal için saldırıya girişmiştir. 2020’de Heftanîn’e saldırmış, Şubat 2021’de Garê’ye dönük başarısız saldırı ardından Nisan 2021 tarihinden itibaren Metîna, Avaşîn ve Zap sınır boyundan başlayan işgal saldırılarına girişmiştir. Bu saldırıları 2022 ve 2023 yıllarında sürdürerek arazinin tümüne yaymaya çalışmıştır. 16 Nisan 2024 tarihinden itibaren de özellikle Metîna ve Zap işgalini tamamlayarak hedeflediği sonuca ulaşmak istemektedir.
Demek ki faşist-soykırımcı düşman Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik işgal saldırıları ile Medya Savunma Alanlarına yönelik işgal saldırılarını bir plan dahilinde ve paralel olarak yürütmektedir. Farklı bölgelere dönük işgal saldırıları değişik tarihlerde yoğunlaşmıştır. Ancak her iki alana dönük genel işgal saldırısı 26 Ağustos 2016 tarihinde başlamıştır ve günümüze kadar da sürmektedir. NATO’nun ikinci ordusu, ABD ve KDP desteğinde tam sekiz yıldır saldırı yürütmekte, ancak hedefledikleri işgali başaramamaktadır. İşte bu durum, Kurdistan Özgürlük Gerillasının direnme gücünü, tünel ve tim savaşı temelindeki direnişin gücünü ortaya koymaktadır. Bu direnişle kırk yıllık gerilla savaşı gerçekten de Apocu Fedai Ruhta ve kahramanlıkta zirve yapmıştır. Bu vesileyle kahramanlık çizgisindeki bu direnişi bir kez daha selamlıyor ve tüm kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz.
Peki söz konusu gerilla direnişi bize neler öğretiyor? Bir kez daha kanıtlanıyor ki, savaşta sonucu teknik değil, savaşan insan, onun bilinci ve amaca bağlılığı belirliyor. Asgari bir hazırlıkla bir gerilla gurubu bir orduya karşı yıllarca direnebiliyor. Kısmen iyi hazırlanmış bir mevzi, düşman işgaline geçit vermeyebiliyor. Yetkin kullanılan gerilla yaratıcılığıyla ordular durdurulabiliyor. Bunlar temelinde, gerilla teorisinin genel kurallarından olan küçük güçle büyük gücü yenme ilkesi bir kez daha doğrulanmış oluyor. Çok açık ki, tüm Medya Savunma Alanlarında aynı düzeyde ve bütünlüklü bir direnme savaşı yürütülebilmiş olsaydı, bugün savaşın sonucu çok daha farklı olacaktı. Yine Medya Savunma Alanlarındaki kahramanlık savaşı tüm kırsal alanlardaki ve şehirlerdeki savaşla beslenip birleşse ve halk serhildanlarıyla desteklenseydi, genel savaşımızın sonucu bugünkünden çok çok farklı konumda bulunacaktı.
Burada son on yıllık savaşın bazı yönleri üzerinde biraz daha ayrıntılı durmaya çalıştık. Kuşkusuz bu savaş, zengin derslerle dolu büyük tecrübe birikimimizdir. Dolayısıyla bu birikimi daha derinden incelememiz ve söz konusu derslerini daha kapsamlı çıkartıp yeni mücadele sürecine taşımamız gerekir. Tüm yoldaşların böyle yapacağına ve Medya Savunma Alanlarındaki gerilla direnişinin derslerini tüm yönleriyle özümseyerek kendilerini bu temelde eğiteceklerine inanıyoruz. Çünkü kırk birinci savaş yılındaki başarımız buna bağlıdır.
Değerli Yoldaşlar!
Şanlı 15 Ağustos Devrimci Atılımının 41’inci yılına girerken, kırk yıllık özgürlük savaşımız zirvede seyretmekte ve en kapsamlı ve yoğun halini yaşamaktadır. AKP-MHP faşist diktatörlüğü tüm gücünü seferber ederek imha ve tasfiye amaçlı topyekûn özel savaş saldırılarını yürütmektedir. Biz de Hareket ve halk olarak bu saldırılara karşı devrimci halk savaşı stratejisiyle topyekûn direnmekteyiz. Düşman saldırılarını 10 Ekim 2023 tarihinde başlattığımız Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde kırmak, faşizmi yıkmak ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak istemekteyiz.
Çeşitli sorun ve çelişki yaşasa da AKP-MHP faşizmi yürüttüğü imha saldırıları için içten dıştan önemli bir destek almayı sürdürmektedir. 31 Mart yerel seçiminde yaşadığı yenilginin etkisini “normalleşme” safsatalarıyla CHP yönetimini etkileyip azaltmaya, özellikle savaşı dayatarak iktidar ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Varlığını söz konusu savaşa ve onu sürdürme gücüne bağlamış durumdadır. Bu temelde en başta Önder Apo’ya saldırmaktadır. Nitekim 41 aydır Önder Apo’dan hiçbir bilgi alınamamakta, tam bir iletişimsizlik hali uygulanmaktadır. Kadınlar ve gençler başta olmak üzere tüm halk ve demokratik siyaset üzerindeki baskılar en ileri düzeydedir. Zindanlar tıka basa doldurulmuştur. 12 Eylül faşist cunta döneminden daha ağır baskı ve işkence uygulanmakta, zindanlardan cenazeler çıkmaktadır. Kürtçe konuşma ve yazma, Kürtçe eğlenme ve yaşama üzerinde tam bir yasaklama ve asimilasyon baskısı uygulanmaktadır. Kayyum ataması belediyeler üzerinde Demoklesin kılıcı gibi sallandırılmaktadır. Psikolojik özel savaş, yalan ve hile, baskı ve sömürü, doğal zenginlikler üzerindeki yağma ve talan zirvede seyretmektedir.
Tabii tüm bunların temelinde de onuncu yılına girmiş olan ‘çöktürme eylem planı’ temelindeki savaş vardır. Günlük keşif ve saldırılarla Kuzey-Doğu Suriye, Şengal ve Maxmur tam bir baskı altında tutulmaktadır. Savaşta yeni saldırı 16 Nisan’dan itibaren Metîna ve Zap alanında başlamış, 3 Temmuz tarihinden itibaren bu saldırılar yeni bir düzey kazanmıştır. Daha önce Türkiye sınırından açılan yollarla indirme yapılan tepeleri tutma biçiminde yürütülen işgal saldırısı, şimdi Batufa, Bamernê, Enişkê, Qadişe, Amediyê, Dereluk ve Şeladizê asfaltını tanklar ve zırhlı birliklerle tutarak güneyden kuşatma, bu biçimde Metîna’yı ve Zap tepelerini işgal etme saldırısı biçiminde sürdürülmektedir. Önceliği savaş tünellerini düşürmeye verme yerine, öncelikle araziyi denetleyip tünelleri kuşatarak düşürme biçimindeki bir saldırı tarzı izlemektedir. Metîna sırtlarını ve Bahar Tepesini de tutarak Behdinan’da, Xinêre’yi tutarak Biradost alanında ‘Tampon bölge’ oluşturup, gerillanın Bakur ile ilişkisini tümden koparmak istemektedir. Heftanîn, Metîna, Zap, Avaşîn ve Xakurkê-Xinêre alanlarını tümden işgal edip her türlü denetimi ele geçirerek buraları ilhak etmeye çalışmaktadır. Böylece Türkiye-Irak sınırı şimdilik Batufa-Şeladizê hattına kaymış olmaktadır. Eğer başarabilirse, AKP-MHP faşizminin ilk hedefinin bu olduğu görülmektedir.
Kuşkusuz ABD ve NATO onayı olmadan AKP-MHP faşizmi bunu yapamaz. Yine Irak ve KDP onay ve destek vermeden de bu durum gerçekleşmez. Dolayısıyla söz konusu onay ve desteğin verilmiş olduğu ortadadır. Açıkça görülüyor ki, Irak ve KDP Yönetimleri söz konusu alanı TC Devletine satmış durumdadır. Geçmişte AKP-MHP işgal saldırılarına Irak göz yumuyor, KDP ise destek veriyordu. Şimdi artık bu durum aşılmıştır. 22 Nisan’da yapılan anlaşma temelinde söz konusu işgal ve ilhak saldırılarını TC-Irak-KDP birlikte ve “Ortak Koordinasyon Odasında” yönetmektedir. Batufa’dan Şeladizê’ye kadar söz konusu hattaki kasaba ve şehirlerin yönetimi artık esas olarak TC’nin elindedir.
Şimdilik TC’nin askeri planlaması bu çerçevededir. Ancak bu, kısa vadeli planlama olmaktadır. Bunun dışında AKP-MHP faşizminin ve TC Devletinin tüm Rojava ve Başûrê Kurdistan’ı işgal ve ilhak etme planı mevcuttur. Bu haritayı BM Genel Kurulunda Tayyip Erdoğan tüm dünyaya göstermiştir. “Misak-ı Milli’ ile belirlenen sınıra ulaşacaklarını, geçmişte bunun yapılmamasının ciddi başarısızlık olduğunu, bu sınırlar içindeki tüm toprakları, yani Kurdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarını ele geçireceklerini Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli birçok kez açıklamış ve kamuoyuna ilan etmiş bulunmaktadır.
Şimdi kırkıncı yıldönümünde özgürlük savaşımız, böyle bir düşman planına ve saldırısına karşı yürütülen özgürlük savaşı haline gelmiş durumdadır. Yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı nedeniyle dış güçler şimdilik söz konusu AKP-MHP saldırılarına açıktan bir şey söylememektedir. KDP tam bir ihanet içindedir ve diğer Kürt partileri KDP ihanetine ve işbirlikçiliğine açık ve etkin tavır alma tutumu içine girememektedir. Dolayısıyla özgürlük mücadelesi PKK’nin üzerine kalmakta ve öz gücüne dayanmaktan, kadınlar ve gençler başta olmak üzere Kürt halkının öz gücünü harekete geçirmekten ve dünya sosyalist ve demokratik güçleriyle ilişkilenmekten başka çare kalmamaktadır.
Kurdistan Özgürlük Hareketi olarak ihaneti kırmak ve faşist-soykırımcı zihniyet ve sistemi yıkmak için özgürlük savaşımızı topyekûn direniş temelinde yürütmekteyiz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemiz önemli bir düzeye ulaşmıştır. Özellikle İmralı sisteminin teşhiri ve Hamleye dünyanın dört bir yanından katılımın olması bir düzeyi ortaya koymaktadır. Bu çerçevede zindanların, kadın ve gençlik hareketinin, demokratik siyaset alanının, dört parça Kurdistan’da ve dünyanın dört bir yanında halk kitlelerinin belli bir mücadele düzeyi vardır. Kuşkusuz direnişin öncüsü gerilladır ve büyük yük yine gerillanın üzerindedir. 2023-24 kışındaki Devrimci Operasyonlarla gerillanın ortaya koyduğu performans, halka büyük umut ve moral verirken, faşist-soykırımcı düşmanı ciddi biçimde korkutmuştur. Gerillanın havadaki vuruşları da bu durumu daha da güçlendirmektedir. Şimdi de yalnız başına olsa ve ağır bir kuşatma altına girse de Irak ve KDP ile birlikte mevcut AKP-MHP işgal saldırılarına karşı tüm gerilla mevzileri kahramanca direnmekte, düşmana ağır darbeler vurarak işgal saldırılarının hızını kesip başarısını engellemektedir.
Kuşkusuz PKK Hareketi olarak faşist-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı, onun her türlü işgal ve ilhak saldırılarına karşı şimdiye kadar kendi öz gücümüzle direndik ve bundan sonra da sonuna kadar direneceğiz. Bundan herhangi bir kuşku ve bunun tartışması olamaz. Ancak bu direnişi nerede ve ne tür yöntemlerle geliştirip zafere ulaştırmamız hususunu tartışır ve planlarız. Önder Apo’nun İmralı duruşu ve direnişi bize bu gerçeği açıkça göstermekte ve öğretmektedir.
Bu çerçevede ele aldığımızda, Medya Savunma Alanlarındaki mevcut direnişi sürdüreceğimiz ve yeni eylem biçimleriyle daha da geliştirmeye çalışacağımız açıktır. Bununla birlikte savaşı Kuzey Kurdistan ve Türkiye’nin kırsal alanlarına ve özellikle de şehirlerine yaymak ve halkın öz savunma savaşı haline getirmek oldukça büyük önem taşımaktadır. Yine söz konusu savaşı halk serhildanlarıyla beslemek büyük öneme sahiptir. Her düzeydeki kitle eylemlerinin yaratıcı ve etkili tarzda geliştirilmesi önemli olmaktadır. Kısaca faşist-soykırımcı düşman gerillayı Medya Savunma Alanlarında kuşatıp ezerek özgürlük mücadelemizi dağıtmak isterken, bizim de Medya Savunma Alanlarındaki direnişi yürütürken onu kırsal alanlara ve şehirlere yayarak ve halk serhildanları ve kitle eylemleriyle besleyerek düşmanı kuşatıp çökertmeyi öngören bir tarzda hareket etmemiz önemlidir ve kesin sonuç vericidir.
Aslında söz konusu plan çerçevesinde düşman tüm gücünü harekete geçirmekte ve tüm imkânlarını seferber etmektedir. Yani potansiyelini esas olarak kullanmaktadır. Bunun ötesinde yapabileceği pek fazla bir şeyi yoktur. Dikkat edilirse, Suriye üzerinden örgütlediği çete güçlerine, köy korucularına ve KDP ihanetine dayanmaktan başka bir çaresi kalmamıştır. Bölgenin ve dünyanın en statükocu gücüdür ve değişim isteyen herkesle çelişki ve çatışma yaşamaktadır. Buna karşılık biz, bölgenin ve dünyanın değişim ve sorunlara çözüm gücüyüz. Potansiyelimizin hala önemli bir bölümünü harekete geçirmiş değiliz. İçte ve dışta eğitip örgütleyerek harekete geçirecek büyük bir potansiyel güce sahibiz. Dolayısıyla başarımız, esas olarak kendi gücümüzü görmemize ve onları doğru bir tarzda ve yaratıcı yöntemlerle harekete geçirmemize bağlıdır. Eğer tüm parti ve gerilla öncülüğü olarak bu gerçekleri doğru görür ve yaratıcı bir biçimde kendimizi pratikleştirirsek, söz konusu savaşı kazanma şansımız eskisinden de daha fazladır.
Değerli Yoldaşlar!
Başarılı olabilmek için önemli bir husus, içteki işbirlikçiliği ve ihaneti doğru anlamamız ve onlara karşı başarılı bir ideolojik ve siyasi mücadele yürütmemiz olmaktadır. Hepimiz acıyla görüyoruz ki, eğer mevcut Barzani işbirlikçiliği ve ihaneti olmasaydı, AKP-MHP faşizmini şimdiye kadar çoktan çökertmiş olurduk. Çok net bir biçimde AKP-MHP faşizminin esas olarak Barzani ihanetine dayandığı görülmektedir. Bunun için Tayyip Erdoğan Hewlêr’e ayaklarına kadar gitmiş, Barzani’nin resmi altında görüşmeler yapmak zorunda kalmıştır. Barzani ihanetinin zarar vericiliği sadece kendi gücü temelinde olmamaktadır, birçok hareketi ve halkı da etkileyerek yurtsever cepheyi ve ulusal birlik hareketini zayıflatmaktadır. Çok sahte bir biçimde Kürt toplumu içinde bir Barzani etkisi duygusal olarak oluşturulmuştur. Zorlayıcı olan esasta burası olmaktadır.
Kürt toplumuna sahte bir ‘Barzani önderliği’ aslında Kürt soykırım sistemini yaratan küresel kapitalist modernite güçleri tarafından yaratılmış ve de dayatılmıştır. Dikkat edilirse, Şêx Saîd ve Seyit Rıza gibi direniş önderlerinin yüz yıldır mezar yerleri bile halktan gizlenmektedir. Ama adeta elbirliği ile soykırımcı güçler sahte bir ‘Barzani önderliği’ yaratarak, Kürt toplumuna dayatmaktadır. Dört parça Kurdistan’daki iki yüz yıllık direnişlerin sonuçları Barzani ailesinde toplanarak, Kürt toplumunun önüne bu işbirlikçi ve hain güç sözde “Ulusal önderlik” olarak konmaktadır. Bunun çok bilinçli ve planlı bir sömürgeci-soykırımcı politika olduğu tartışmasızdır.
Oysa özellikle Mustafa Barzani ailesi baştan beri işbirlikçi ve hain bir güçtür. Dört parça Kurdistan’da yurtsever örgütlenmeleri ve ulusal kurtuluş hareketlerini önleyerek, yurtsever imkânlar üzerinden kendini semirtmiştir. Tarihe bakıldığında gerçeğin böyle olduğu açıkça görülecektir. Mahabad’ta Qazi Muhammed ve arkadaşlarını bırakarak kaçan Mustafa Barzani’nin kendisidir. 1982’de İran ordularının Doğu Kurdistan’ı ele geçirmesi Barzanilerin sayesinde olmuştur. Abdurrahman Qasimlo ve Şerefkendi’nin katledilmesi olayında da parmakları vardır. Başûr’da Süleymaniyeli aydınların kurduğu KDP’yi darbeyle ele geçiren Barzani’dir. Savaşı esas olarak Talabani hareketiyle, yine Biradost, Rêkani, Zêbarî ve Surçi aşiretleri başta olmak üzere diğer aşiret güçleriyle olmuş, onları zayıflatarak kendi etkinliğini geliştirmeye çalışmıştır. Diyana ve Hewlêr’i zapt ederek adeta birer Barzani şehri haline getirmiştir. Şengal’de yaptıklarını, DAİŞ çetelerinin önünden kaçarak Êzidî Kürt toplumunu soykırım saldırıları altında nasıl bıraktıklarını ise zaten herkes bilmektedir. Rojava Kurdistan’da ise gelişen özgürlük mücadelesi karşısında Barzani ailesinin ve ENKS’nin takındığı tutum ortadadır. Rojava Özgürlük Devriminin engellenmesi ve yıkılması için herkesten fazla çaba harcamışlardır.
Kuzey Kurdistan’da yurtsever tabanı denetim altında tutmak için MİT’le birlikte sahte parti kurdurtan Barzani’nin kendisidir. 1970’lerin başında TKDP örgütlenmesinde etkili hale gelen Faik Bucak’ın komplo ile katledilmesinde ve yine Doktor Şivan ile Sait Elçi’nin yok edilmesinde Barzani’nin sorumluluğu birinci düzeydedir. Öyle ki Bakur’da bir yurtsever hareketin gelişmemesi için TC Devletinden daha fazla çalışmıştır. Kuzey Kurdistan’da gelişen gerilla direnişine karşı Ağustos 1985 tarihinden itibaren TC Devletiyle birlikte savaşan Barzaniler olmuştur. Onlarca özgürlük militanını komplolarla katletmişlerdir. 1992 Güney Savaşında TC ile birlikte saldırı geliştirdiği iyi bilinmektedir. 1990’lı yıllar boyunca ve özellikle de 1995 ve 1997-98’de gerillaya karşı TC ile birlikte açıktan savaşmışlardır. Uluslararası komplonun harekete geçirilmesinde Mesut Barzani’nin özel çabası ve imzası mevcuttur. Önder Apo’nun yargılanması için Roma savcılığına özel “Suç dosyası” sunmuştur. 26 yıldır Önder Apo’nun İmralı işkencesi altında tutulmasını ve şimdi de tam bir iletişimsizliğin uygulanmasını en çok isteyen Barzani ailesidir. Öyle ki şimdiye kadar dört parçadaki yurtsever önderleri ve hareketleri tasfiye ettirerek birikimlerini ele geçirmiştir, şimdi de Önder Apo’yu ve PKK’yi imha ettirerek elli yıllık mücadelenin birikimini ele geçirmek istemektedir.
Açıkça görülüyor ki, Barzani aslında yurtsever bir Kürt önderliği değildir. Partileri bir yurtsever Kürt partisi değildir. İşbirlikçiliğin ve ihanetin önderliği ve partisidirler. Bu çerçevede gerçekliği doğru anlamak ve bu oyunu bozabilmek gerekir. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı mücadeleyi işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleyle birleştirerek, doğru tarzda yürütüp sonuç almayı başarmak gerekir. Barzaniler aslında kendilerinden başka Kurdistan’da hiçbir gücün olmasını ve gelişmesini istememektedirler. Özel olarak Önder Apo’nun imhası ve PKK’nin tasfiyesi için herkesle anlaşma yapmış durumdadırlar.
O halde bu işbirlikçilik ve ihanet gerçeğini doğru anlamamız ve onlara karşı da doğru ve etkili mücadele yürütmemiz gerekir. Bu mücadele faşist-soykırımcı güçlere karşı mücadele kadar açık ve düz değildir, örtülü ve karmaşıktır. Yol ve yöntemlerinin doğru belirlenmesi, yerinde ve zamanında söz söylemeye dikkat edilmesi gerekir. Ama başarı için bu sahteliğin çözülmesi ve ihanetin yenilmesi şarttır. Özellikle yurtsever kitleler üzerindeki etkilerini ortadan kaldırabilmek için, Kürt toplumunun ve demokratik kamuoyunun sürekli ve yeterince aydınlatılması gerekir. Kuşkusuz ihanete karşı mücadele de işin içine girince özgürlük savaşımızı etkili geliştirmek zor olmaktadır. Fakat zorlukları yenme temelinde özgürlükçü gelişme yaratmak da Apocu tarzdır. Bu tarzı doğru hayata geçirirsek, o zaman kesin başarılı oluruz. Tüm yoldaşların bu hususlar üzerinde de yoğunlaşması ve mücadelemizin bu boyutunu da görerek doğru ve bütünlüklü bir yaklaşımla mücadeleyi geliştirmesi gerekir.
Değerli Yoldaşlar!
İçinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında da önemli gelişmeler yaşanıyor. Ukrayna Savaşı kapsamında NATO ile Rusya arasındaki gerginlik artıyor. Biden çizgisinin bu durumu artırdığı artık çok daha net görülüyor. Rusya ise, Avrupa’nın ABD güdümüne daha çok girmesine karşı sık sık nükleer silahları hatırlatarak tehditte bulunuyor. Pasifik hattındaki gerginlikler de sürekli tahrik edilerek canlı tutulmaya çalışılıyor. Özellikle nükleer silaha sahip devletlerin ‘savunma anlaşması’ adı altında yeni ittifaklar arayışı içinde oldukları gözleniyor. Bu durumu hemen “Soğuk savaş dönemine yeniden dönüldü” diyerek tanımlamaya çalışan güçler var. Çünkü kendileri iki kutuplu dünya zihniyet ve siyasetine sahipler ve her fırsatta onu arıyorlar. Oysa öyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü ortada Sovyetler Birliği yoktur ve mevcut Rusya Federasyonu bir Sovyetler Birliği değildir. Mevcut koşullarda eğer geriye dönülürse, bu durum ‘Soğuk savaş’ dönemi olmaz. Olsa olsa Birinci Dünya Savaşı dönemine benzer. Kuşkusuz böylesi de çok kötüdür. Bu nedenle, iki kutuplu dünya değerlendirmelerine hep dikkatli ve eleştirel yaklaşmak gerekir.
Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında önemli gelişmeler özellikle Ortadoğu hattında yaşanmaktadır. ABD ve müttefikleri, oluşturmaya çalıştıkları enerji ve ticaret yolu üzerindeki engelleri temizlemekte son derece saldırgan davranmaktadır. Özellikle İsrail, sistemin şımarık çocuğu gibi kendine karşıt gördüğü herkese saldırmaktadır. Mevcut AKP-MHP yönetimi de onu örnek almakta ve bu durum Hareketimize ve halkımıza yönelik saldırıları artırmakta ve de daha çok vahşileştirmektedir. Dünya Savaşı koşullarında olunması, savaş öncesi oluşturulan uluslararası kurumları iyice işlemez hale getirmiştir. Ortada ne Avrupa normları kalmış ve ne de BM yapılanması. O halde, mücadele yürütürken sanki bu kurumlar varmış gibi hareket etmemek, bunlardan fazla beklentili olmadan kendi öz gücüne dayanarak hareket etmeyi bilmek gerekir. Elbette var oldukları kadarıyla söz konusu kurumların işletilmesi için de çaba harcanmalıdır, fakat fazla beklentili de olunmamalıdır. Çünkü aşırı beklenti içinde olmak başarısızlığa yol açar.
Hamas Liderinin Tahran’da öldürülmesi, Gazze savaşında önemli bir noktaya gelindiğinin işaretidir. Özellikle cinayet yeri olarak Tahran’ın seçilmiş olması planlıdır ve bir İsrail-İran savaşı çıkarma amaçlıdır. Böyle bir amaç, zaten Gazze savaşının başlangıcından itibaren vardı. Bunu en çok isteyenler de Tayyip Erdoğan ile Netanyahu idi. Özellikle AKP-MHP faşizmi aylardır bir İsrail-İran savaşı çıkartabilmek için adeta yanıp tutuştu. Şimdi sıranın Lübnan hattına gelmiş olmasına dayanarak da özellikle Hizbullah üzerinden bir İsrail-İran savaşı çıkarmayı tahrik eder hale geldi. Bu bakımdan, evet İsmail Haniye’yi İsrail vurmuş olabilir, fakat bu işte Türkiye parmağı da aranmalıdır. En azından MİT, Türkiye’de kalmakta olan Haniye’yi korumamıştır. Belki de bir biçimde cinayete ortak olmuştur. Çünkü iyice ezilmiş olan Hamas’ın artık TC’ye vereceği fazla bir şey kalmamıştır. Ama böyle bir cinayetle aylardır aradıkları İsrail-İran savaşına ulaşabilirler.
Açık ki Gazze ezildi ve maddi çıkarlar uğruna Gazze halkı bir soykırım yaşadı. O cephede İsrail’in kendini sağlamlaştırdığı söylenebilir. Şimdi sıra artık Lübnan ve Suriye’ye gelmiş durumdadır. Dolayısıyla işin içinde İran ve Rusya daha fazla olacaktır. AKP-MHP faşizmi bir yandan bir İsrail-İran savaşını kışkırtmakta, diğer yandan Esat Yönetimi ile anlaşmaya çalışmaktadır. Çünkü Suriye’de yeni gelişmelerin olmasından ve Kuzey-Doğu Suriye’nin bundan yararlanmasından korkmaktadır. Böyle bir durum gelişmeden, Esad yönetimi ile Kürt karşıtı yeni anlaşma yaparak, böyle bir olasılığın önünü almak istemektedir.
AKP-MHP faşizmi bir yandan Lübnan üzerinde savaşın gelişmesini istemekte, bir yandan ise Suriye’ye etki ederek bundan Kürtlerin yararlanma olasılığından korkmaktadır. Lübnan’da bir İsrail-İran savaşı olursa bölgede kendisinin etkili hale geleceğini ve dolayısıyla yol temizliğinin kendisine ulaşmasının gecikeceğini hesap etmektedir. Çünkü Kürt sorununda çözümsüzlüğü nedeniyle Ortadoğu’nun en statükocu gücü TC Devletidir. Kürtler gelişme sağlayabilir diye hiçbir değişikliği istememekte, mevcut statükonun sürmesini istemektedir. Eğer bir değişiklik olacaksa, o zaman tüm Kurdistan’ın kendine verilmesini dayatmaktadır. Böylece Kürtlerin varlık kazanmasını engelleyecek ve Kürt soykırımını sonuca götürecektir. AKP-MHP faşizminin yaklaşımı bu temeldedir.
Gerçekten bir İsrail-İran savaşı olur mu? Bu sorunun cevabını yakın gelecekte göreceğiz. İran şimdiye kadar dikkatli davrandı ve bu tür kışkırtmaları boşa çıkarttı. Bundan sonra da aynı tutumu gösterebilir mi, açık ki şimdiden bir şey denemez. Eğer böyle bir savaş olursa, o zaman Üçüncü Dünya Savaşının seyri biraz daha değişir. Biz dahil herkesin bu durumu dikkate alan bir politik yaklaşım geliştirmesi zorunlu olur. Fakat gelişmeler nasıl olursa olsun, mevcut Kürt düşmanı zihniyet ve politikasını değiştirmedikçe Türkiye çıkış bulamayacak, mevcut statükoyu ulus üstü sermaye çıkarına değiştirmek isteyen sistem güçleriyle daha sert bir çelişki ve çatışma yaşayacaktır. Kurdistan ve Ortadoğu’da esas değişiklikler o zaman gündeme gelecektir. Artık Türkiye ve İran’a dayalı Ortadoğu sisteminin sonu gelmektedir. İsrail-Arap ittifakı bölgede daha etkili hale geleceğe benzemektedir.
Kapitalist modernite sisteminin iç çelişki ve çatışmaları, yaşadığı kaos durumu sisteme karşı alternatif mücadele geliştirme imkânlarını da sürdürmektedir. Bu bakımdan, bazı zorlanmalar olsa da özgürlük mücadelesi yürütmek için imkân ve fırsat bulma durumumuz devam edecektir. Mücadele edemeyenler, iki bloklu dünya zihniyet ve siyasetini aşamayıp hep bir stratejik devlet ilişkisi arayanlar olacaktır. Nitekim Hamas ve benzerlerinin yaşadıkları da bunun sonucu olmaktadır. O halde yeni paradigmayı, yani Demokratik Uygarlık Sistemini doğru anlamalı ve onun gereklerini politika alanında da başarıyla yerine getirmeyi bilmeliyiz. Böyle yaparsak hiçbir zaman tıkanmayız ve her zaman önümüz açık olur. Üçüncü yol siyasetiyle taktik ilişki geliştirme ve imkânlardan yararlanma durumunu başarıyla sürdürürüz.
Değerli Yoldaşlar!
Son talimatlarda iki şeyi sürekli vurguluyoruz: Birincisi çizgimizi doğru uygulamalıyız, ikincisi potansiyelimizi etkili harekete geçirmeliyiz. Peki çizgimizi doğru uygulamak ne demektir? Her şeyden önce sisteme karşı cepheden mücadele etmek değil de sistem içinden sisteme karşı mücadele etmenin yol ve yöntemlerini geliştirmek demektir. Yine mücadeleyi ayrı bir ulus-devlet yaratma amacıyla değil de demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm hedefine ulaşma temelinde yürütmeliyiz. (…)
O halde, Önderlik Savunmalarını tekrar tekrar okuyup yeni paradigmayı özümseyerek ve de pratiğimize eleştiri ve özeleştiri temelinde yaklaşıp gereken dersleri çıkartarak yaptıklarımızı düzeltmeliyiz ve doğru çalışma yürütmeliyiz.
Yine çizgimizin doğru uygulanması demek, bütün devrimci çalışmaların stratejinin gereklerine göre olması, bu temelde örgütlenip yürütülmesi demektir. Peki mevcut durumda Kurdistan Özgürlük Hareketi olarak esas aldığımız strateji nedir? Çok açık ki Devrimci Halk Savaşı Stratejisidir. O halde bütün ideolojik, politik, toplumsal, askeri çalışmalarımızın Devrimci Halk Savaşı Stratejisinin gereklerine göre planlanması ve yürütülmesi gerekir. (…)
Örneğin tüm ideolojik çalışmaların Devrimci Halk Savaşı Stratejisine göre ve ona hizmet edecek şekilde planlanıp yürütülmesi önemlidir. Teorik çalışmalar, propaganda, sanat ve edebiyatın bu temelde planlanıp yürütülmesi Devrimci Halk Savaşının gelişmesine ve başarılar kazanılmasına büyük hizmet eder. Fakat bu da öyle düz bir yaklaşımla olmaz. (…)
Örneğin tüm siyasi ve diplomatik faaliyetlerimiz Devrimci Halk Savaşının gereklerine göre olmalı ve hem devrimci savaşın önünü açıp ona imkânlar yaratmalı ve hem de devrimci savaşın sonuçlarını daha üst bir siyasi gelişmeye dönüştürmelidir. Siyaset yapmanın ve diplomasi faaliyeti yürütmenin ustalığı da işte bunu başarmak, bunun üslubunu, yol ve yöntemini bulmaktır. Yine benzer durum toplumsal inşa faaliyetlerimiz için de geçerlidir. Bir defa inşa faaliyeti demek, toplumun eğitilip örgütlendirilmesi demektir. Eğitim ve örgütleme yapılmayan yerde toplumsal inşadan söz edilemez. Diğer yandan, tüm ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, hukuki çalışma ve örgütlenmeler Devrimci Halk Savaşı Stratejisinin gereklerine göre olmak, bu stratejiye hizmet eden ve onu başarıya götüren bir çizgide yürütülmek durumundadır. Stratejiden kopuk devrimci kitle çalışması olmaz ya da yapılan çalışmanın sonuçları hangi stratejiye bağlı olduğunu da gösterir. Devrimci Halk Savaşı Stratejisinin gereklerine göre eğitilip örgütlenen toplum, savaşan halk gerçekliğine ulaşan toplum demektir. Öz savunmayı işte bu kapsamda ele almak gerekir. Her türlü kapitalist modernite saldırısına karşı toplumun kendini savunabilecek bir bilinç ve örgütlenme düzeyi kazanmasıdır. Kendi öz gücüyle kendini özgürce yaşatması, başka hiçbir güce bağımlı, ona mahkûm bir durumda olmaması demektir.
Bu konularda gerçekten pratik dersler üzerinde yoğunlaşmak ve de pratiğe kafa yormak gerekir. Ezberlenmiş teorik yaklaşımları tekrarlamakla bir sonuca gidemeyiz. Yine ne yapacağımızı doğru ve yeterli düzeyde bilmeden de keyfimize göre başarılı devrimci çalışma yapamayız. O halde tüm yoldaşların ve parti komitelerinin bu konuları gündem yapması, bu konular üzerinde tartışıp yoğunlaşması ve çizginin gereklerine uygun bir devrimci pratiği başarıyla geliştirmesi gerekir.
Değerli Yoldaşlar!
Son olarak yine doğru partileşme, Önderlik gerçeğine doğru katılım, yeterli ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütme ve başaran bir parti öncülüğü konumuna gelme üzerinde dikkat çekici olmamız gerekiyor. Çünkü tüm devrimci çalışmalarda ve devrimci savaşta başarıyı kesinlikle partileşme düzeyi belirliyor. Peki partileşme nedir? En kısa olarak, Önderlik gerçeğine doğru katılım olarak tanımlayabiliriz. Peki Önderlik gerçeğine doğru katılım nasıl olur? Önder Apo, kendisine iki biçimde doğru katılım yapılacağını ifade etti; bilinçle ve inançla katılım! O halde bilincimizi Önderlik gerçeğini doğru ve yeterli anlar düzeyde geliştireceğiz. Azla yetinmeyeceğiz, ‘bana bu da yeter’ demeyeceğiz, her zaman zihniyet devrimi yapacağız. Çünkü Apocu Hakikat Devrimi, bir zihniyet ve yaşam tarzı devrimidir. Yani ideolojik değişimi ve gelişmeyi içerir. Bu da amaca bağlanmayı ve büyük inancı ortaya çıkartır.
Oysa bizde zihniyet çalışması ve ideolojik mücadele fazla önemsenmemektedir. Dar pratikçilik neredeyse tüm parti yapımızı kuşatmış durumdadır. Zihniyet çalışmasından, düşünmekten kaçılıyor. Önderlik Savunmalarını okuma ve inceleme durumu çok yetersiz. Pratiğin derslerini çıkarmamıza hizmet edecek eleştiri ve özeleştiriye de hiç sıcak bakılmıyor, tersine bu alanda da ciddi bir korku ve kendini kilitleme yaşanıyor. Eleştiri yapılıyor ama bu kendine göre oluyor. Halbuki biz bir Önderlik ve parti hareketiyiz, o halde tüm doğrularımızı Önderlik ve parti belirliyor ve tüm eleştirilerimizin de Önderlik ve parti doğrularına göre olması gerekiyor. Özeleştiriye gelince, adeta parti istediği için yapılıyor ve onun da sınırlarını ben belirlerim deniyor. Böylece gerçekten en temel eğitim imkânlarımızdan kendimizi mahrum bırakıyoruz.
Son dönemlerde sınıf ve cins mücadelesi üzerinde epeyce durduk. Fakat bunlar bir anlık ve geçici şeyler değil, tersine sürekli kılınması gereken hususlardır. Toplumu sınıflara göre tanımlamak doğru değil diye, mevcut toplumda sınıfsal farklılaşma yok demek değildir. Tersine tarihin en derin sınıfsal yarılması bugünün toplumlarında yaşanmaktadır. Tekelcilik küresel hale gelmiştir. İnsanlığın yarıdan çoğu normal yaşam sınırlarının altında yaşamaktadır. Orta sınıf, küçük-burjuvazi her türüyle neredeyse tüm dünyayı kaplamıştır. O halde sınıf mücadelesi, politik ve ahlaki toplum mücadelesinin çok önemli bir parçası olarak var olacaktır. Elbette emekçi kesimlere dayanacağız ve tekelciliği yıkmak için mücadele edeceğiz. Ama parti ölçülerini korumak için de hiç durmadan küçük-burjuva anlayış tutum ve tarzlara karşı mücadele edeceğiz. Küçük-burjuva bireyciliğini, hayalciliğini, kaypaklığını, korkaklığını, hesapçılığını, kısaca orta yolculuğunu hep eleştirip mahkûm edeceğiz. Bu konuda 1983 yılında hazırlanmış Önderlik broşürünü gönderdik. Her arkadaş ne kadar okuyup dersler çıkardı, kendini sorgulamalıdır.
Cins mücadelesine gelince, bunun için her şeyden önce Jineoloji temelinde erkek egemen zihniyet ve sistemi çok iyi tanımamız gerekiyor. Dünyada var olan yaşamları bu temelde ne kadar sorgulayabiliyoruz ve de eleştirebiliyoruz? Buradan ‘Nasıl Yaşamalı?’ sorusuna hangi cevapları veriyoruz? İşte bu konularda bilinç sahibi ve net olmamız gerekiyor. Mevcut yaşam biçimlerini eleştiremeyen, açık ki farklı yaşam arayışında da olamaz. Tersine beğendiği yaşam biçimini sürdürmek ister. Öncelikle bu hususların bilincine ulaşmamız lazım.
Çok iyi biliyoruz ki, en az beş bin yıllık tarih, erkek egemen zihniyet ve sistem temelinde şekillenmiştir. Ruh, duygu, düşünce, davranış, kısaca dilden sanata kadar her şey buna göre oluşmuştur. Erkek egemen zihniyeti aşabilmek için, işte tüm bunların sorgulanması ve mahkûm edilmesi gerekir. Kadın yoldaşlar bu temelde belli bir araştırma ve sorgulama yaşasalar da erkek yoldaşlarda bu tür sorgulama genelde çok zayıftır. Çoğunlukla kendini bastırma ve yüzeysel bir yaklaşım içinde tutma vardır. Kuşkusuz bu tutum doğru değildir ve mutlaka aşılması gerekir. Çünkü yaşamda iyilik, doğruluk ve güzellik kadın özgürlüğüne bağlıdır. Her türlü devrimci çalışmada başarının ilk şartı kadın özgürlük çizgisinde cins mücadelesi verebilmektir. Sınıf mücadelesinde başarılı olabilmek, özel mülkiyet dünyasını aşabilmek ancak kadın özgürlük çizgisindeki mücadeleyle gerçekleşebilir.
O halde, cins ve sınıf mücadelesi temelinde ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesini eğitimimizin ve partileşmemizin temeli yapmalıyız. Ancak bu biçimde doğru partileşir ve başarılı devrimci çalışma yürütürüz. Ancak bu biçimde tüm yeteneklerimizi ve potansiyelimizi devrimci çalışmaya katarız. Gerçekten de devrimci militanlar topluluğu olarak birçoğumuzun pratikleşme düzeyi zayıftır. Bu da potansiyelinin çok azını devrimci mücadeleye katmak anlamına gelir. Kendimiz böyle olunca, toplumun potansiyelini eğitim ve örgütlenmeyle özgürlük mücadelesine çekmekte ne kadar zayıflığı yaşadığımızı insan rahatlıkla çıkartabilir.
Demek ki savaşta başarılı olabilmek için, Apocu fedai partileşmeyi en ileri düzeyde gerçekleştirmemiz gerekir. Bu da sürekli zihniyet ve vicdan devrimi içinde olmak, sürekli sınıf ve cins mücadelesi yürütmek demektir. Partileşmede komünal yaşam ve kolektif çalışma da esastır. Ancak birbirini ayda bir gören bir komite çalışmasında da komünal yaşam ve kolektif çalışma olmaz. Partileşmenin ruhsal birliğe dayandığını belirtiyoruz. O halde ruhsal birlik yaratacak bir komünal yaşamı ve kolektif çalışmayı ortaya çıkarmalıyız. (…)
Oysa bir devrimcinin başarı ölçüsü kitlelerle ilişki düzeyiyle belirlenir. O halde, mevcut bireyci ve bürokratik tarzı mutlaka aşmalı ve doğru temelde yoldaşlık ve kitle ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Unutmamalıyız ki 40 yıldır amansızca yürütülen savaşın bize yüklediği zafer yaratma sorumluluğunu ancak böyle sağlayabiliriz. Partimizin kitle ilişkilerini sürekli geliştirip güçlendirdikçe kendimizi yenilmez bir zafer gücü haline getirebiliriz. 15 Ağustos Atılımının kırkıncı yıldönümünde tüm yoldaşların, yaşanan sıcak gelişmelerin de etkisiyle bunu gerçekleştirmenin zorunluluğunu ve ertelenemezliğini daha yakıcı hissettiğine inanıyoruz.
Bunlar temelinde, 15 Ağustos atılım ve zafer ruhunu bir kez daha selamlıyor, Ulusal Diriliş ve Gerilla Günümüzü kutluyor, tüm yoldaşları 15 Ağustos Devrimci Atılımının ve kırk yıllık özgürlük savaşımızın derslerini doğru çıkartarak kendilerini yenilemeye ve 41’inci Atılım yılında Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemizi zafere ulaştırmaya çağırıyoruz!
– Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
– Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
– Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
– Yaşasın 15 Ağustos Atılım ve Zafer Ruhu!
– Bijî Rêber APO!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ