15 Mayıs 2025 Perşembe
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 520 / NİSAN 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa DURAN KALKAN

14 TEMMUZ DİRENİŞİ KÜRT’ÜN ÖZGÜRCE VAROLUŞ TARİHİNİ BAŞLATTI

Duran Kalkan

İMRALI SİSTEMİYLE ZİRVEYE ULAŞAN KÜRT DÜŞMANLIĞI

14 Temmuz Ölüm Orucu Direnişi’ne ilişkin PKK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan yoldaş ile yapılan röportaj.

 

Önder Apo “14 Temmuz Direnişi PKK’nin Ruhudur” belirlemesini yapmıştır. 14 Temmuz kahramanlığının etkisi günümüze kadar mücadeleye ilham kaynağı olmuştur. 42 yılın ardından 14 Temmuz kahramanlığı ve ruhuna dair neler belirtilebilir?

Tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin 42’nci yılını geride bırakıp 43’üncü yılına giriyoruz. 42’nci yıldönümünde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni bir kez daha selamlıyor, bu direnişi zafere götüren ulusal kahramanlarımız Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

1982 Büyük Zindan Direnişi’ni başlatan Mazlum Doğan yoldaşı ve bu direnişi aleve dönüştüren Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Necmi Öner ve Eşref Anyık yoldaşları, yine bu süreçte kadın direnişine öncülük eden Sara yoldaşı saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Büyük direnişin 43’ncü yılında 14 Temmuz Ölüm Orucu Direniş Gerçeği’ni daha doğru ve derinden anlayacağımızı ve 14 Temmuz Direniş Çizgisi’nde daha güçlü ve başarılı mücadele edeceğimizi belirtiyorum.

42 yıl içerisinde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ne dair çok şey söylendi ve yazıldı. Sayısız değerlendirme yapıldı. Kuşkusuz en anlamlı, derin ve sonuç çıkartan değerlendirmeleri Önder Apo yaptı. ’14 Temmuz Direnişi PKK’nin ruhudur’ belirlemesini yaparak bu direnişin her bakımdan parti gerçeğini temsil eden ve başarıya götüren bir eylem olduğuna işaret etti. Yine 14 Temmuz’un Apocu fedai çizgiyi yarattığını ve bu temelde özgürlük ve demokrasi için mücadeleyi dönülmez hale getirdiğini söyledi. Partiyi ve halkı 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ruhuyla kahramanlık çizgisinde eğitti, örgütledi ve eyleme sevk etti. Dolayısıyla geçen 42 yıl boyunca Kurdistan’da özgürlük mücadelesi adına yapılan her şeyin altında, yine özgürlük anlamında kazanılan tüm değerlerin yaratılmasında 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş gerçeğinin rolü büyük oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’yle şekillenen Apocu fedai çizgi, tüm bu gelişmelerin yaratıcısı oldu.

Bilindiği üzere tutsaklar zindanlarda bilinçleriyle, inançlarıyla, bedenleriyle özgürlük mücadelesi yürüttüler. Bunun dışında ellerinde başka bir direniş imkânı yoktu. Karşı tarafta ise Türkiye’nin tüm iç ve dış imkânlarını elinde toplamış 12 Eylül faşist-askeri rejimi vardı. Bu güç ve imkânlarla zindanlara topladığı devrimcilere saldırdı. Ruh, duygu, düşünce ve yaşam olarak amaçlarından koparmak, posa haline getirip ortadan kaldırmak istedi. Bu temelde sistemli saldırılar yürüttü. İşte böylesi bir güç dengesizliğinin bulunduğu bir ortamda amansız bir mücadele ve direniş verildi.

1982’nin büyük zindan direnişçileri, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nun başlatıcısı ve zafere taşıyıcıları Mazlumlar, Kemaller ve Hayriler bu somut durumu net ve gerçekçi bir biçimde değerlendirdiler. Düşman gerçeğini ve onun amaçlarını derinden hissettiler, anlayıp çözümlediler. Ona karşı Kurdistan’da özgürce var olmanın, yaşamanın, dahası onurlu insan olarak tarihe geçmenin tek yolunun 12 Eylül faşist-askeri rejiminde somutlaşan Kürt’ü inkâr edip imha etmeyi öngören bu faşist-soykırımcı-sömürgeci zihniyet ve sisteme karşı direnmekten geçtiğini anladılar. Bu zihniyet ve sisteme karşı başarılı olmanın da fiziki varlıklarını feda etmekten geçtiğini yürütülen mücadele süreci içerisinde görüp anladılar. Bu temelde oluşturdukları kararlılıkla da zafer kazanan bu büyük direnişi ortaya çıkardılar.

Bu bakımdan, Kurdistan Özgürlük Hareketi, Önder Apo, Kürt halkı, 14 Temmuz’u, “Ulusal Onur Günü” olarak ilan etti. Kürt halkının ulusal onurunun 1982 Zindan Direnişi ile, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ile korunduğunu, geliştirildiğini, şekillendirildiğini belirttiler. Her türlü onursuzlaştırmaya karşı, Apocu çizgide insan olmakta kalma kararlılığıyla yürütülen bu mücadelenin tüm düşman saldırılarını kırdığını, 12 Eylül faşist-askeri rejimini ideolojik yenilgiye uğrattığını kanıtladılar. Bu anlamda her koşulda 12 Eylül faşist-askeri rejimine ve onun temsil ettiği sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı mücadele edilebileceğini, böyle bir mücadeleyle zafer kazanılabileceğini herkese gösterdiler. 14 Temmuz Ölüm Orucu’nun zaferiyle bu sonucu netleştirip kanıtladılar. Böylece sadece PKK’nin ruhu değil, aynı zamanda Kürt halkının ulusal onuru, ruhu, iradesi, özgür yaşam kararlılığı, tutkusu haline geldiler. Büyük bir kahramanlık ortaya çıkardılar. 14 Temmuz ruhu ve kahramanlığı işte böyle bir direnme ve kazanma ruhudur. 14 Temmuz kahramanlığı, işte böyle olumsuz koşullarda hiçbir imkâna sahip olmadan, her türlü imkânı elinde bulunduran düşmana karşı mücadele etme ve onu yenme kahramanlığıdır. Tabii böyle bir mücadele ve kahramanlık büyük bir bilinçle, inançla, iradeyle, cesaret ve fedakârlıkla, iddiayla, öngörüyle gerçekleşti. Dolayısıyla 14 Temmuz direnişçiliği ve kahramanlığı büyük bir bilinç, iddia ve irade olayıdır.

 

14 Temmuz yol göstermeye devam ediyor

Öte yandan, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, Kurdistan’ı bölüp parçalayan, Kürt toplumu üzerinde faşist-sömürgeci-soykırımcı bir egemenlik kuran küresel kapitalist modernite sistemine, onun Kurdistan üzerindeki şekillenmesi olan TC sömürgeciliğine ve soykırımcılığına karşı direnmenin ve kazanmanın yolunu, tarzını, üslubunu, temposunu ortaya çıkardı. 14 Temmuz Direnişi, PKK’nin sömürgeci-soykırımcı sisteme karşı savaşma, mücadele etme çizgisini yarattı.

Peki, bu çizgi neyi ifade ediyor? Bu çizgi, her koşulda, en zor ortamda, büyük imkânsızlıklar içinde kendini her türlü maddi güç ve imkânla donatmış bir düşman karşısında mücadele edilebileceğinin ve kazanılabileceğinin ifadesi oluyor. Böyle bir mücadele tarzını temsil ediyor. Bu temelde Kurdistan’da mücadelenin kolay olmayacağını, mücadelenin zorluklar ortamında gerçekleşeceğini, her türlü eşitsizlik ortamında bilinçle, inançla, iradeyle mücadele edileceğini ortaya çıkardı, kanıtlayıp gösterdi. Ama aynı zamanda şunu da kanıtladı: Bu tarzla yürütülecek mücadelenin sonunda mutlaka zafer kazanacağını gösterdi. Böylece faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı Kurdistan’da özgürlük ve demokrasi yürütmenin çizgisine hayat verdi, tarzını geliştirdi, üslubunu ortaya çıkardı, temposunu yarattı. PKK’nin fedai direnme çizgisini ortaya çıkardı. Bunun için 14 Temmuz Direniş Gerçekliği her şeye temel oldu. Bu nedenle etkisi hiç azalmadı, tersine sürekli daha çok arttı. Hiçbir zaman eskimedi, sürekli tazeliğini, yeniliğini korudu. İçinde bulunulan koşullarda özgürlük ve demokrasi için mücadele etmenin yol-yöntem ve tarzını verdi. Bu bakımdan hiçbir zaman eskimeyen, canlılığını hep koruyan, her zaman güç alınan, ders çıkartılan bir eylem oldu.

Şimdi 42’nci yıldönümünde aynı canlılığı, tazeliği, yeniliği koruyor. 14 Temmuz Direnişi tüm heybetiyle yol göstermeye devam ediyor. Nerede, hangi yöntemlerle neleri yapmak gerektiği konusunda eğitici, öğretici oluyor. Lenin, “Bir eylemin büyüklüğü düşmanın da o eylemi kabul etme düzeyiyle ölçülür” diyor. İşte 14 Temmuz Direnişi, böyle bir gerçekliğe sahip. Kendisini düşmanına bile kabul ettirmiş bir eylem olma özelliği taşıyor. 12 Eylül cuntacıları, 14 Temmuz Direnişi karşısında yenilgiye uğradılar. Faşist cunta şefi Kenan Evren Dağ Kapı Meydanı’nda 14 Temmuz Direnişi’nin zaferinden hemen sonra yaptığı konuşmasında eliyle eylemin gerçekleştiği zindanı göstererek meydanda toplanan halka açıkça şunu söyledi: “Orada öyleleri var ki kafalarını kesseniz inançlarından ve amaçlarından vazgeçiremezsiniz.” Bu ifade ile Diyarbakır Zindan Direnişi ve Direnişçileri karşısında yenildiğini, çaresiz kaldığını açıkça itiraf ve ilan etmiş oldu. Diyarbakır zindanındaki direnişin büyüklüğünü bu biçimde kabul etmiş oldu. İşte 14 Temmuz böyle büyük, etkisi sürekli olan bir eylemdi.

Bu eylem, partiye ve halka şunu gösterdi: Eğer Kurdistan’da insanlığını korumak, onurlu ve özgür olmak istiyorsan bunun yolu faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı fedai çizgisinde mücadele etmekten geçer. Bu temelde mücadele edersen kazanırsın, özgür ve onurlu olursun, insan olursun. Bunun dışında Kurdistan’da insanca ve onurlu yaşamanın başka bir yolu yoktur.

Bu direnişi iyi anlamak gerekir; bütün bunları yaratan ruh nasıl bir ruhtur? Bu kadar eşitsizliğe ve imkânsızlığa rağmen kendisini bu kadar etkili kılan, zafer kazanır duruma getiren ruh, nasıl bir ruhtur?  Böyle bir eşitsizlik ve saldırının olduğu bir ortamda, kazanma temelinde böyle bir bilinci, iradeyi, kararlılığı, cesareti, fedakârlığı temsil eden ruh, nasıl bir ruhtur? İyi görmemiz, doğru anlamamız lazım. Unutmayalım ki iki ay boyunca her gün lime lime eriyerek kendilerini mücadeleye katık eden bu devrimciler, hiçbir şeyi kişisel amaçları, çıkarları için yapmadılar. Kendilerini kurtarmak ya da mecbur oldukları için de yapmadılar. Sadece ve sadece doğru ve insanca yaşamın, 12 Eylül faşist-askeri rejimin dayatmalarını reddetmekten, ona karşı direnmekten geçtiğini, Kürt varlığı ve özgürlüğü için tüm fiziki varlıklarını ortaya koyarak mücadele etmekten geçtiğini gördükleri için yaptılar. Özgür Kurdistan’ın yaratılacağına, Kurdistan’da insanca özgür yaşamın olacağına, bunun mutlaka başarılacağına derinden inandıkları için yaptılar. Önder Apo’nun geliştirdiği özgürlük ve demokrasi çizgisinin en doğru yaşam çizgisi olduğunu, bu çizginin mutlaka başarının tarzını, üslubunu, temposunu yaratacağını, bu çizginin mutlaka başarı kazanacağını gördükleri, buna derinden inandıkları için yaptılar. O yüzden Kemal Pir, Apocu hareketi kastederek “Ben bu harekette zaferi görüyorum” dedi.

Demek ki daha o zamandan Önder Apo’nun geliştirdiği, PKK’de somutlaşan, özgürlük ve demokrasi çizgisinin her koşulda mücadele edip mutlaka zafer kazanacağını gördü, ona inandı. Bu bilinç ve inancın yarattığı büyük kararlılıkla da insanlık tarihinde görülmemiş bir eylemi gerçekleştirdi.

Kuşkusuz gelişen direniş için ‘ölüm orucu eylemi’ deyip geçmemek, yüzeysel yaklaşmamak lazım. Ölüm oruçları gerçekten de başlanması kolay ama sonuçlandırılması zor olan eylemlerdir. Böyle bir eylemi zafere taşımak zordur ama ondan vazgeçmek çok daha zordur. Dolayısıyla böyle bir eylemi geliştirmeleri, yaptıkları işin büyük ciddiyetinde olduklarını gösterir. Zaten bu temelde de eylemi zafere götürdüler. Her gün lime lime eridiler ama asla amaçlarından, inançlarından vazgeçmediler. 12 Eylül faşist-askeri rejimi, TC Devleti tüm gücüyle vazgeçirmeye, engellemeye çalıştı ama başaramadı. Kemal Pir bu çaba içinde olanlara “Sizin gücünüz benim irademi, inancımı kırmaya yetmez” dedi. Yani TC devletinin bütün maddi gücüne karşı bilinciyle, inancıyla, iradesiyle direndi ve kazandı. Maddi gücün, maneviyatı yenilgiye uğratamayacağını net bir biçimde ortaya koydu. 14 Temmuz Direnişi, böyle bir gerçekliği ifade ediyor.

 

Faşist şef Erdoğan zindan direnişi zaferi önünde eğildi

Dikkat edilirse her şey 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi temelinde yaratıldı. 14 Temmuz Direnişi dışında gelişen eylemler için faşist-askeri rejim ve onun yardakçıları birçok kulp taktılar. Farklı farklı yorumlar getirdiler. Toplumu kandırabilmek için her türlü dejenerasyonu yaptılar. Ama hiçbirisi 14 Temmuz Direnişi için olumsuz bir şey söyleyemedi. Günümüzün faşist şefi Tayyip Erdoğan bile 14 Temmuz Direnişi’nin gerçekleştirildiği zindanın kapısına gitti, ne büyük direnişler olmuş diye timsah gözyaşları döktü. 14 Temmuz Direnişi’nin, 1982 Büyük Zindan Direnişi’nin zaferi önünde eğilmek zorunda kaldı. İşte 14 Temmuz direnişçiliği böyle bir direnişçiliktir. Düşmanını bile bu düzeyde etkileyen  gerçeklik, nasıl olur da Kürt toplumunu, kadınlarını, gençlerini, Türkiye’nin işçi ve emekçilerini etkilemez. Kuşkusuz büyük bir etki düzeyi ortaya çıkardı. Nitekim Türkiye’nin de birçok devrimcisi, işçisi, genci, kadını 1982 Büyük Zindan Direnişi önünde saygıyla eğiliyor. O çizgiyi antifaşist devrimci mücadelenin çizgisi olarak görüyor, benimsiyor. Kürt toplumu ise kendisini zaten bu çizgide eğitti. Kürt gençleri, kadınları, Kürt işçisi, köylüsü, dört parça Kurdistan’da ve yurtdışında yaşayan tüm Kürtler, kendilerini 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin ruhuyla, kahramanlık çizgisiyle eğittiler. Bilinçlerini, iradelerini bu ruhla donattılar. Kişiliklerini böyle bir kahramanlık çizgisinde şekillendirdiler. Kürt kahramanlığı, Kürt yiğitliği, Kurdistan özgürlük gerillasında somutlaşan Apocu fedai kahramanlık böyle ortaya çıktı. İşte 14 Temmuz Direniş gerçekliği bunları yarattı, bu hakikati ifade ediyor. Bu nedenledir ki etkisi hep tazedir, canlıdır, süreklidir. Hiçbir zaman azalmaz, eskimez, tam tersine her zaman canlı kalır. Nitekim 42’nci yıldönümünde de bu böyledir, 43’ncü yılda da kesinlikle böyle olacaktır. Etkisi her zamankinden daha fazla olacak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde yürüttüğümüz Küresel Özgürlük Hamlesi’nin ruhunu, çizgisini, cesaret ve fedakârlığını oluşturacak, onun pratiğinde ve zaferinde yaşayacaktır. Bu pratiğin yol göstericisi ve zaferinin yaratıcısı olacaktır.

14 Temmuz, Kurdistan Özgürlük Mücadelesi açısından tarihi bir adım olarak değerlendiriliyor. Bu tarihi adım ne anlama geliyor? Kurdistan Özgürlük Mücadelesi açısından neyi ifade ediyor?

Bu soru da oldukça büyük önem taşıyor. Doğru anlaşılmayı ve doğru değerlendirilmeyi kesinlikle hak ediyor. Çünkü 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, gerçekten Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nde yeni bir dönem başlattı. Bu bakımdan da tarihi bir adım oldu. Gerçekleştiği dönemi kısaca hatırlayalım; 12 Eylül 1980’de Kenan Evren Cuntası faşist-askeri darbe yaparak Türkiye’de tüm iktidara el koydu. Tüm devlet kurumlarını feshetti. Devleti yeniden şekillendirmeyi, kendi deyimleriyle “İkinci Cumhuriyeti” kurmayı hedefledi. İkinci Cumhuriyeti kurabilmek için de Birinci Cumhuriyet’in pratiğinden gerekli dersler çıkartarak onun önündeki sorunları şiddetle çözmek, engelleri aşmak istedi.

Peki, en çok aşılmak istenen engel, çözülmek istenen sorun neydi? Kuşkusuz Kürt sorunuydu. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kendini tek millet, tek dil, tek devlet biçiminde şekillendirmeyi öngören bir devletti. Bu temelde birçok soykırım saldırısı yürütmüş ve hala da yürütmektedir. Ermeni soykırımıyla belli sonuçlar aldı. Asuri-Süryani, Rum soykırımlarıyla da belli sonuçlar aldı. Fakat bütün katliamlarına, soykırımcı saldırılarına rağmen Kürt soykırımında istenen başarılı sonucu elde edemedi. Şêx Said isyanını kanla bastırdı. Ağrı direnişini kanla bastırdı. 1937-1938’de Dersim’de açık bir soykırım uygulamasında bulundu. Kurdistan’da Kürtleri katletti, başka alanlara sürdü, tehcir etti. Yine başka alanlardan Kurdistan’a topluluklar getirip yerleştirdi. Ondan sonra büyük bir çabayla, örgütlü, planlı bir yaklaşımla kültürel soykırım başlattı. Her bakımdan asimilasyonu öngören planlı bir saldırı içerisine girdi. Yani fiziki katliamı bu sefer de beyaz katliamla, yani kültürel soykırımla, asimilasyonla sürdürmek istedi. Bütün bunlara rağmen Kürt halkı direndi. Kuşkusuz Kürt halkı diğer Kurdistan parçalarında da sürekli ayakta oldu ve saldırılara karşı direndi.

 

Kurdistan’da yeni Önderliksel çıkış soykırımı engellemiştir

Fakat Önder Apo, 1970 başından itibaren Türkiye’de gelişen Devrimci Gençlik Hareketi içerisinde yeni bir direnişi geliştirme temelinde çıkış yaptı. Önder Apo, 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesine karşı Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya öncülüğünde gelişen silahlı direnişin tecrübe birikimine de dayanarak bu temelde 1973’ten itibaren yeni bir önderliksel çıkış yaptı. Apocu gruplaşmayı geliştirdi. Türkiye’deki demokratik devrimin temel bir parçası olarak Kurdistan özgürlük devrimini başlattı. Bu mücadele, 1978’in 27 Kasım’ında kendisini PKK biçiminde örgütlü hale getirdi. 1978 Hilvan ve 1979 Siverek direnişleri ile birlikte sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı yeni bir ideolojik, teorik-pratik direniş olarak kendisini şekillendirdi, toplumu etkiledi, öncü partileşmeden gerillalaşmaya doğru adım attı. Böyle bir gelişmeden dolayı Kürt soykırımı başarılamamış, sonuca götürülememiştir. Her ne kadar Kurdistan ezilmiş, ağır katliamlar olmuş, derin bir asimilasyon geliştirilmişse de, yine işbirlikçilik, ihanet, teslimiyetçilik Kurdistan’da bir düzeyde zemin bulmuşsa da, Kürt varlığını, özgürlüğünü koruyan Kürt yurtseverliği, Kürt iradesi kırılamamıştır. Canlı olarak vardır ve Önder Apo öncülüğünde gelişen mücadeleyle yeni ulusal çapta bir modern özgürlük direnişi haline gelmeyi başarmıştır.

12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi, kendisinden önceki cumhuriyetin yapamadığını yapmak istedi ve saldırılarını da bu temelde yürüttü. Ne yapmak istedi? Doğmakta olan Kürt özgürlük bilincini, iradesini, örgütünü ve eylemini yok etmek, katliamlarla ortadan kaldırmak istedi. Zaten darbe ardından bütün saldırı bu temelde geliştirildi. Hatta 12 Eylül faşist-askeri darbesinden önce de Kurdistan’da özgürlük hareketini ezip tasfiye edebilmek için saldırıya geçmişti. O yüzden 12 Eylül darbesi, böyle bir imha ve tasfiyeyi gerçekleştirmek amacıyla yapıldı.

Tabii darbe yönetimi oluştuktan sonra da söz konusu saldırıyı çok daha yaygın ve etkili hale getirdiler. 12 Eylül rejimi Kurdistan’ı dağ dağ, köy köy, vadi vadi yeniden işgal etti. Hem devrimci öncüleri bulup ezebilmek için hem de hiç kimsenin böyle bir direnişe tevessül etmemesini sağlayacak düzeyde bir ezilmeyi, kırılmayı, korkuyu ortaya çıkartabilmek için Kurdistan’daki herkesi sorguladı, işkenceden geçirdi. Kadın-erkek demedi zindanlara doldurdu. Çok ağır bir baskı uyguladı. Söz konusu amacı doğrultusunda başarı elde edebilmek için zindanlardaki devrimcileri ezmeyi, imha etmeyi, Önder Apo ve PKK öncülüğünde gelişen özgürlük ve direniş ruhunu 12 Eylül zindanlarında ezip yok etmeyi bir hedef olarak önüne koydu. Bu temelde de zindanlara yüklendi. Gelişmekte olan özgürlük mücadelesini zindanlarda boğmak istedi.

 

Diyarbakır Zindanı, mücadeleye öncülük etti

1981-1982’de faşist-soykırımcı-sömürgeci zihniyet ve sistemle Kürt varlık ve özgürlük hareketi arasındaki direniş zindanlarda merkezileşti. Zindanlar içerisinde de Diyarbakır Zindanı, yürütülen mücadeleye öncülük etti, merkezi bir rol oynadı. Öyle oldu ki Diyarbakır Zindanı her şeyi belirleyecek alan haline geldi. Diyarbakır Zindan mücadelesini kim kazanırsa geleceği onun yaratacağı net bir biçimde ortaya çıktı. Bu konuda Kenan Evren Cuntası son derece bilinçli ve planlıydı. Kürt özgürlük bilincini, Önder Apo öncülüğünde yeniden yeşeren ve gelişen bu bilinci, Diyarbakır Zindanı’nda yok edip ortadan kaldırarak Kürt soykırımını tamamlamak istedi. Bununla PKK’yi, Apocu çizgiyi yenilgiye uğratıp tarihten silmek istedi. Eğer zindanda bunu başarırsa, dışarıda PKK’ye karşı yürüteceği mücadelede de başarı kazanıp sonuç alacağını hesap etti. Gerçekten de durum biraz böyleydi.

PKK açısından da Diyarbakır Zindanı’nda direnmek ve kazanmak olmazsa olmaz haline geldi. Daha sonraki süreçte Kürt varlığının ve özgürlüğünün yaşam bulmasının zindanda direnmekten ve kazanmaktan geçtiği gerçeği net bir biçimde ortaya çıktı. Dikkat edilirse sadece PKK zindana düşmedi. Bütün örgütler zindana düştü. Baskı, işkence sadece PKK üzerinde uygulanmadı. 12 Eylül faşist-askeri rejimi zindanlara koyduğu tüm devrimciler, yurtseverler üzerinde tarihin tanık olmadığı düzeyde bir işkence uygulaması geliştirdi. Fakat sonuç ne oldu? Başta Diyarbakır Zindanı olmak üzere 12 Eylül faşist-askeri rejiminin zindanlarda geliştirdiği işkencelere, teslim alma ve katletme saldırılarına karşı sadece PKK yöneticileri ve kadroları bilinçli ve örgütlü bir şekilde karşı çıkıp büyük bir direniş geliştirdi.

1982’de zindanda gelişen bu mücadelenin, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi temelinde zafer kazanmasıyla ve daha sonraki süreçte PKK’nin gerillalaşmasıyla güçlü bir bağı var. Yine bu mücadelenin halk hareketi haline gelmesiyle, Kürt varlık ve özgürlüğünü temsil eden bir hareket konumuna ulaşmasıyla kopmaz bir bağı var. O yüzden zindanda direnen PKK, dağda da direndi. Gerilla oldu, halk serhildanı haline geldi. Özgürlük hareketine dönüştü. Ama zindanda direnemeyenler yok oldu. Eğer PKK 1982 Büyük Zindan Direnişi’ni geliştiremeseydi, o direnişte büyük zafer kazanamasaydı, daha sonraki süreçte Kurdistan ve Türkiye’deki diğer örgütlerin durumunu yaşayacaktı. Dolayısıyla zindanda direnen PKK, daha sonra Kurdistan’da özgürlük mücadelesini, özgürlük savaşını geliştiren, özgürlük hareketi haline gelen, Türkiye’de de demokrasiyi temsil eden bir öncü hareket konumuna geldi.

Zaten zindanda direnemeyenler dışarıda da bir direniş geliştiremediler. Yoksa onlar da yurtdışına çıkmışlardı. Avrupa’ya, Ortadoğu’ya gitmişlerdi. Onların da çok sayıda kadrosu vardı. Filistin kamplarında gerilla eğitimleri de yaptılar. Kuzey Kurdistan’dan Güney Kurdistan’a onlarca, yüzlerce kadro götüren, askeri eğitim yapan hareketler de oldu. Fakat hiçbirisi, o yurtdışı çalışmalarını tamamlayıp ülkeye sonuçlarını aktaramadı. Yurtdışı çalışmalarından başarıyla çıkamadı. Güney Kurdistan’da, Lübnan-Filistin sahasında yaptıkları gerilla eğitimini Kurdistan’a taşıyıp pratiğe dönüştüremediler, gerilla savaşına giremediler. Niye? Çünkü zindanda direnemediler de ondan. Bu gerçeği çok iyi görmemiz gerekiyor. Eğer PKK, 15 Ağustos 1984’te gerilla atılımını gerçekleştirdiyse, bütün saldırılara rağmen gerillayı Kurdistan dağlarına yayıp bir özgürlük ordusu haline getirdiyse bu gerçeklikle kopmaz bir bağı var. Yine 1990’lardan itibaren gerilla öncülüğünde Nisebîn ve Cizîr’den başlayıp büyük halk serhildanlarını, ulusal diriliş devrimini ortaya çıkardıysa bütün bunların temelinde 1982 Büyük Zindan Direnişi, onun temel zafer kazanan halkası olarak 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bulundu. Bu direnişin zaferi bunu yarattı.

Kuşkusuz her şey sadece zindandaki direnişle olmadı. O ruh doğru anlaşılmasaydı, o direnişin bilincine doğru ve yeterince varılamasaydı, o temelde eğitim, örgütlenme, hazırlık ve onu devam ettiren bir siyasi-askeri mücadele geliştirilemeseydi, zindan direnişi kendi başına herhangi bir pratik gelişmeye yol açamazdı. Bu bakımdan her şeyi sadece zindan direnişiyle ele almamak lazım. O zindan direnişini en doğru anlayan, çözümleyen, o çizgiye uygun bir pratiği yurtdışındaki çalışmalarda geliştiren, gerillayı hazırlayan, ülkeye döndüren Önder Apo gerçeği, Önder Apo öncülüğündeki PKK olduğu için, yine bunlar birbirini tamamlayan çalışmalar olduğu için 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi daha sonraki bütün özgürlükçü gelişmelerin temelini oluşturdu.

 

Soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı ideolojik zafer

Kuşkusuz Önder Apo’nun yurtdışı çalışmaları, onun başarısı olmasaydı, o çalışmaları ülkeye taşırıp 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’na cesaret etmeseydi, bu temelde halk serhildanları gelişmeseydi, zindan direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi kendi başına pratik bir gelişme yaratamazdı. Dolayısıyla zindan direnişini anlamlandıran, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni örgüte ve eyleme dönüştüren Önder Apo gerçekliği oldu. Bunu önce yurtdışında, daha sonra da Kurdistan’da yürütülen gerilla savaşıyla yaptı.

Kuşkusuz Önder Apo, PKK ve gerillanın çabası ve çalışmasıyla 14 Temmuz direniş ruhu, çizgisi ete kemiğe büründü, örgüt ve eyleme kavuştu.  Bu bir gerçek. Ama şu da bir gerçek: Eğer zindanda PKK kadroları ve yöneticileri, Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Ferhatlar, Saralar böyle kahramanca direnmeselerdi, 12 Eylül faşist-askeri rejimini, Kürtlere soykırım uygulayan zihniyet ve sistemi ideolojik düzeyde Diyarbakır Zindanında yenilgiye uğratmasalardı bu düzeyde sonuç alınamazdı. Yine 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu gibi, tarihin en anlamlı kahramanlık eylemiyle bu sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı ideolojik zafer kazanılmasaydı yurtdışı çalışmaları bu kadar başarılı olamayabilirdi. Onu ülkeye aktarma, 15 Ağustos Atılımı’nı geliştirme bu biçimde gerçekleşmeyebilirdi. Hem yurtdışı çalışmalarının başarısı hem 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’nın başarıyla gerçekleşmesi temel olarak zindan direnişine, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ne dayanarak, ondan aldığı ruhla, cesaretle, bilinçle, iradeyle ortaya çıktı.

15 Ağustos Atılımı tamamen 1982 Zindan Direnişi’nin, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi’nin dağa taşırılması, örgüte ve eyleme dönüştürülmesi oldu. Eğer mücadelede yeni dönem, 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı, ardından halk direnişi ve serhildanlar ile başladıysa, bunları başlatan, bunlara karar veren, bunların başlangıç adımını oluşturan 1982 Büyük Zindan Direnişi oldu. Yani 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi oldu.

12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı direnme ve kazanma kararı Diyarbakır Zindanı’nda verildi. Bu kararı Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Ferhatlar verdi. Yeni direnme ve kazanma sürecini onlar başlattılar. Dolayısıyla yeni bir dönemi açtılar. 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı topyekûn direnme ve kazanma dönemini açtılar. Bu temelde Büyük Zindan Direnişi ve Büyük Ölüm Orucu tarihi bir adım oldu. Çünkü yeni bir tarihi süreç başlattı. Faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı her türlü işbirlikçiliği, teslimiyetçiliği kırarak direnme ve özgürlüğü kazanma tarihini başlattı. Sömürgeci-soykırımcı saldırılar altında Kürt toplumunu ulusal yok oluştan direnerek özgürce var oluş sürecine geçirdi. Yok oluş tarihini durdurdu, özgürce var oluş tarihini başlattı. Bir milat oldu. Onun için bu kadar anlam ifade etti. Ulusal Onur Günü olarak değerlendirildi. O eylemde verilen karar, Ulusal Onur Kararı olarak görüldü.  O eylem, Ulusal Onur Eylemi olarak değerlendirildi. Ulusal onur, özgürce yaşam orada var oldu. Oradan başlayarak gelişti.

Bu sürecin öncesi de var. 1973’ten itibaren yürütülen mücadele var, Hilvan-Siverek direnişleri var. Bunlar bir başlangıçtı, bir temel atmaydı. Ama bu temeli her türlü özgürlük eylemini geliştirme ve zafere götürmeyi sağlatacak güce ulaştıran, onun tarzını, üslubunu, temposunu yaratan, fedai tarzı ortaya çıkartan da Büyük Zindan Direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi oldu. Bu bakımdan tarihi bir adımdır.

Sömürgecilik ve soykırımcılık altındaki Kürt yok oluş tarihi, bu gelişme temelinde durduruldu, gerilla öncülüğünde direniş geliştirilerek Kürt varlığı ve özgürlüğünün kazanma tarihi başlatıldı. Bunu 1982 Büyük Zindan Direnişi, 14 Temmuz Eylemi ideolojik zaferiyle sağladı. 15 Ağustos Eruh ve Şemdinli eylemleriyle de gerilla bunu siyasi ve askeri alana taşıdı, ete kemiğe büründürdü, topluma götürdü, örgüt ve eylem haline getirdi. Bunların bütünleşmesi Kürt miladını yarattı. Kürt’e dayatılan sömürgecilik, soykırımcılık tarihini sona erdirerek direnme temelinde Kürt’ün özgürce var olma tarihini başlattı. Bu anlamda özgürlük tarihimiz 42’nci yılındadır. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Kararı, Ferhat Kurtay öncülüğündeki Dörtlerin Eylemi ve tüm bunlara kaynaklık eden Mazlum Doğan gerçekliğinin 1982 Newrozu’nda Kürt’ün tarihi kahramanlık gününde Çağdaş Kawa olarak yeni bir tarihi başlatma kararı her şeyin başlangıcı oldu. Bu gerçekliği bu biçimde görüp anlamalı ve mücadelemiz açısından Büyük Zindan Direnişi’nin tarihi önemini, anlamını, neyi ifade ettiğini daha doğru kavramalıyız.

Bilindiği kadarıyla Diyarbakır Zindanı’nda yaşanan vahşet örneği tarihte yaşanmamıştır. Böyle bir vahşet ve imkânsızlık içerisinde olan tutsaklar nasıl bir inanca sahiptiler ki düşmanı kendi mevzisinde ideolojik yenilgiye uğrattılar? Zindanlardaki tutsaklara dayatılan teslimiyet neyi hedefliyordu? Bunun karşısında gelişen 14 Temmuz direnişi hangi sonuçlara ulaştı?

Belirtildiği gibi 1981-1982 yıllarında Diyarbakır Zindanı’nda uygulanan baskının, zulmün, vahşetin bir benzerini daha insanlık tarihinde bulmak mümkün değildir. Kuşkusuz her halkın mücadele tarihinde böyle olaylar vardır. Örneğin Vietnam Direnişi çok bilinen önemli bir direnişti. Vietnam, uzun bir savaşla ulusal bağımsızlığını elde etti. Ama böyle bir savaş içerisinde Saygon zindanlarındaki direniş belirgin bir yere sahipti. Saygon zindanlarında sömürgecilerin geliştirdiği işkence ile ona karşı Vietnamlı devrimcilerin gösterdiği direniş benzeri olmayan bir direnişti. Vietnam halkının tarihinde olduğu gibi kuşkusuz bütün halkların tarihinde böyle direnme örnekleri vardır. Kurdistan’da 1981-’82 yıllarında Diyarbakır Zindanı’nda yaşanan gerçeklik de bunların bir benzeri oluyor. Fakat hem amaç hem de uygulanış yöntemleri bakımından diğer benzerlerini kat kat aşıyor. Diyarbakır’da Türk özel savaş sisteminin, kontrgerillasının uyguladığı yöntemleri, vahşeti, zulmü başka hiçbir yerde bulmak mümkün değil. Diyarbakır’da uygulanan çok yönlü bir işkenceydi.

Bir yandan insanı insanlıktan çıkararak onursuzlaştırmayı, kişiliksizleştirmeyi, ideolojik-siyasi amaçlarından, özgürlük davasından koparmayı hedefliyordu. Diğer yandan ise Kürtlüğünden, ulusal bilincinden, ulusal varlığından uzaklaştırmayı, Kürt olmaktan çıkararak asimile edip Türkleştirmeyi hedefliyordu. İtirafçılık adı altında Diyarbakır Zindanı’nda devrimci tutsaklar üzerinde uygulanan işkencenin amacı ve yöntemlerini başka bir yerde bulmak mümkün değildir. Çünkü Kurdistan’da uygulanan Türk sömürgeciliğinin, soykırımcılığının bir benzeri yoktur. Bu sömürgecilik-soykırımcılık sadece Kürtleri bastırmak, ezmek, köleleştirmek, kendilerine hizmet ettirmeyi amaçlamıyor, Kürtleri Kürt olmaktan çıkartarak Türkleştirmek istiyor. Kültürel soykırımla asimile etmeyi hedefliyor. Yani duygu, ruh, düşünce, kültür, tarih, bilinç, her bakımdan insanın maneviyatını, varlığını hedefleyip içini boşaltarak yerine Türklüğü koymayı hedefliyor. Böyle bir sömürgeci-soykırımcı uygulama dünyanın başka bir yerinde yoktur. Dolayısıyla uyguladığı yöntem, geliştirdiği vahşet ve zulüm bakımından Diyarbakır Zindanı’nda uygulanan işkencenin de başka bir benzeri yoktur. Yaşayanlar anlatıyorlar, birçok kitap yazıldı, programlar yapıldı. Bu vahşeti yaşayan yoldaşlar, yurtseverlerimiz çeşitli biçimlerde 12 Eylül faşist-askeri rejiminin Diyarbakır Zindanı’nda Esat Oktay Yıldıran zaliminin, barbarının yönetiminde yapılan işkence uygulamalarını teşhir ettiler. Bunları kamuoyu, herkes biliyor ama daha fazla üzerinde durmak, tazelemek lazım. O bilinci taze tutmak gerekli. Bunlar unutulmamalı, kaybolmamalı, sürekli yayınlanmalı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nun her yıldönümünde bunları yayınlamak gerekli. Bu film haline de getirildi. Bu filmi sürekli göstermek lazım. Her ne kadar insan beyni diğer canlılara göre çok gelişkin olsa da unutmaya yatkındır. Kesinlikle unutmayı önlemek lazım. 0nun için de yaşayanların bunu sürekli anlatması lazım. Yeni gençleri, insanları, toplumu bu temelde eğitmeliyiz.

 

İnsanın insana yapamayacağı vahşeti TC Kürtlere yaptı

Şimdi Kürt varlığı ve özgürlüğünün nimetinden yararlananlar, onun tadını alanlar bilmeliler ki bu özgürlük kolay elde edilmedi. Bu gelişmeler, kazanımlar kolay ortaya çıkartılmadı. Bunun altında nasıl bir mücadele, cesaret ve fedakârlık oldu? Ne tür zulüm uygulamalarından geçildi? Hangi direnişler gösterilerek o zulüm duvarları parçalandı, özgür yaşamın önü açıldı, hangi özgür yaşam için bu kazanımlar ortaya çıkartıldı? Herkes bunları bilmeli. Özellikle yeni gençliği, çocukları bu bilinçle eğitmeliyiz. Bunu bilmeyenler özgürlüğün anlamına varamazlar. Özgür yaşamı idrak edemezler. Özgür yaşamı savunamazlar. Hem doğru yaşayamazlar hem de koruyup geliştiremezler. Saldırılar karşısında savunamazlar. Ancak bunları bildikçe savunabilirler.

Bu bakımdan Diyarbakır Zindan vahşetini yaşayanların anlatımları önemlidir. Biz de anlatılanları okuyor, inceliyoruz. İnsanın insana yapamayacağı, hiçbir canlının başka bir canlıya reva göremeyeceği şeyler Diyarbakır Zindanı’nda Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevlileri, 12 Eylül faşist-askeri rejimi tarafından PKK militanlarına, Kürtlere yapılmıştır.

‘Kürtler niye direniyor, niye savaşıyor? Kürtler bize karşı çıkıyor, Kürtler ihanet ediyor’ diyenler iyi bilmeli ki Kürtler, Türklere karşı çıkmadılar. Türkler, Kürtleri ezmek için her şeyi yaptı; onurlarını kırdılar, hakaret ettiler, zulmettiler, soykırıma uğrattılar, katliam yaptılar, asimile ettiler, kimliklerini, dillerini tanımadılar, kişiliklerini alaya aldılar. Zalim olan, Kürtlere ihanet edenler Türklerdir, yoksa Kürtler, Türklere bir şey yapmadılar. Bu kadar zulüm, hakaret, ihanetten sonra Kürtler varlık ve özgürlük için direnmişlerse, bundan daha doğru, güzel ve anlamlı bir şey olamaz. Buna kimse hiçbir şey diyemez. Niye böyle yapıyorsunuz diye kimse Kürtleri yargılayamaz. Kürtler başka ne yapacaktı ki? İnsan olarak yaşamaları, var olmaları, insan olarak kalmaları, özgür yaşama ulaşmaları başka nasıl mümkün olacaktı? Peki, direnmeyip de posa haline gelmeyi mi kabul etselerdi? Bütün ruhlarını, duygularını, düşüncelerini, insanlık değerlerinin hepsini kusup atsalar mıydı? Peki, öyle yapsalardı kendilerinden ne kalırdı? Öyle yapandan kime ne fayda gelirdi? Farz edelim ki öyle yapıldı. Öyle yapan bir Kürt insanından Türklüğe ne fayda gelirdi?

Bin yıllık tarihten bahsediliyor; Türklerin Anadolu’ya geliş süreci var. En son Mustafa Kemal öncülüğündeki savaştan, verilen kurtuluş mücadelesinden söz ediliyor. Bütün bunlara özgür Kürtlük katkı sağladı. Yoksa posası çıkmış Kürtlük ne yapabilirdi ki? Özgür Kürt, yiğit Kürt Fransız ve İngiliz işgaline karşı da savaştı, her türlü Bizans ve Haçlı Seferi saldırısı karşısında da durdu. Bütün bu yurt tutmayı, Türklüğün bu hale gelmesine en büyük hizmeti, özgür, yiğit Kürt varlığı yaptı. Sen şimdi Kürt’ün, Kürtlüğün içini boşaltıyor, posa haline getiriyorsun. Ama öyle bir Kürt’ün sana ne faydası olacak ki? Kimseye bir faydası olmaz. Hiç olmazsa Mustafa Kemal’in şu sözü unutulmasın: “Kendi milletine faydası olmayanın bize de faydası olmaz.” O halde teslim olan, asimile olan, posası çıkan Kürtlüğün, dolayısıyla Kürt varlığına ve özgürlüğüne faydası olmayan bir Kürt’ün kimseye faydası olmaz. Şimdi AKP-MHP faşist diktatörlüğü böyle bir Kürt yaratmak istiyor. Ondan medet umuyor. Aslında bu kendi gerçekliğinden ne kadar uzak olduğunu da gösteriyor.

Peki, buna karşı direniş nasıl oldu? Nasıl zafer kazanıldı, bütün bu direnme ve zafer gerçeği neye dayandı? Kuşkusuz çok büyük bir inanç ve irade ile oldu. Kahramanlık düzeyinde gelişen cesaret ve fedakârlık bu direnişi geliştirdi ve zafere taşıdı. Fakat bütün bunların altında çok derin bir özgürlük bilinci vardı. Bilincin bu inançta, iradede, cesaret ve fedakârlıktaki belirleyici payını asla göz ardı etmemeliyiz. Mazlumlar, Ferhatlar, Kemaller, Hayriler böyle bir bilinç gücüydüler. O bilinçle inandılar, irade kazandılar. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu gibi bir eylemi tereddütsüz sonuca götürdüler, zafer kazandılar. Kendilerini lime lime ettiler ama asla direnişlerinden vazgeçmediler. Amaçlarını başarıya götürecek o büyük insan iradesini ortaya çıkardılar. Bu iradeyi ve inancı kesinlikle bilinç ortaya çıkardı. Evet, o bakımdan inancı ve iradeyi önemseyelim ama onları yaratan bilinci de önemseyelim.

 

Mazlum Doğan demek bilinç demekti

Önder Apo Mazlum arkadaş için “PKK’nin bilinç hamuruydu” dedi. Günde beş yüz sayfa kitap etüt ediyordu. Önderlik çizgisini anlayabilmek, özümseyebilmek için 24 saat okuyor, inceliyor, tartışıyor, araştırıyordu. Kendisini bu temelde eğitiyordu. O yüzden 1982 Büyük Zindan Direnişi’nin Mazlum Doğan tarafından başlatılışı bir tesadüf değildi. Gerçekliği herkesten önce gören, büyük cesaret ve fedakârlıkla eylem kararını verenin Mazlum Doğan olması tamamen bilincin zaferidir. Söz konusu inanç ve iradede belirleyici olanın bilinç olduğunun açık göstergesidir. Mazlum Doğan demek bilinç demekti. Bütün cesaretini, inancını, fedakârlığını bilinçten aldı. Kürt varlığına, özgürlüğüne Önder Apo’nun öncülünde Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin zafer kazanacağına, PKK’nin bir zafer hareketi olduğuna, PKK ile zaferin ufukta göründüğüne herkesten daha çok inandı. Bu bilinci herkesten fazla edindi. Böyle bir öngörüye sahip oldu. O zaman böyle bir eyleme kalkışırken 42 yıl sonra herkesin Mazlumlaşacağını, her alanda Mazlum Doğan çizgisinde eylemlerin gelişeceğini, Kürt halkının özgürlük için ayağa kalkacağını görmüş ve bilmişti. Yoksa eğer onu göremeseydi öyle bir karar veremez ve eyleme geçemezdi. Eğer o bilinçte olmasaydı Kemaller, Hayriler, Akifler, Aliler 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni sonuca götüremez, zafere ulaştıramazlardı. Bu bilinçle ancak böyle bir irade, cesaret ve fedakârlığı ortaya çıkarıp sonuç aldılar. O bakımdan bilinci önemsememiz, bu temelde kendimizi eğitmemiz gerekir. Kendini eğitmek demek bilgi edinmek, bilgiyi yorumlamak, anlam gücü kazanmak demektir. Bu da eleştiri ve özeleştiri ile oluyor. Apocu çizgiyi özümsemek ve o çizgide özeleştiriyle kendi kişilik devrimini geliştirmeyi gerektiriyor. Bu temeldeki eğitim çok önemlidir. Her şeyin başında kesinlikle bu eğitim geliyor. Özellikle Kürt kadınları, gençleri, Kürt toplumu, bütün emekçiler bu gerçeği anlamalılar. Özellikle de gençlik anlamalı. Genç yoldaşlara çağrımız, yoldaşça tavsiyemiz bu temeldedir.

Önderlik çizgisi temelinde kendimizi daha çok eğitmeliyiz, anlam gücümüzü geliştirmeliyiz. Çünkü geleceği onunla görürüz. Doğru kararı böyle bir bilinçle veririz. Eylem yapma cesareti ve fedakârlığını o bilinç bize kazandırır. Yoksa kendimizi eğitip böyle bir bilinç edinmezsek hiçbir şey yapamayız. Ne doğru karar verebiliriz, ne eylem yapma cesareti ve fedakârlığı gelişir. O bakımdan da 14 Temmuz Direnişçileri büyük bir bilinç ve inanç gücüydüler. Önder Apo “Mazlumlar, Kemaller, Hayriler bana bilinç ve inançla katıldılar. Hem benim doğruluğuma ve başarıma iman edercesine inandılar hem de beni anladılar. Sadece fanatikçe inanmadılar. Anladılar, anlam gücü kazandılar. Doğruluğumu gördüler, başarı kazanacağımı gördüler. Kendilerini ruhsal birlik temelinde bana kattılar, benimle bütünleştiler” dedi. Onun için Önder Apo, “Haki Karer benim gizli ruhum gibiydi” dedi. Kemal Pir de “Önder Apo’nun ruhu hepimizin ruhudur” belirlemesinde bulundu.

O halde Önderlikle ruhsal bütünleşme, Önderliğe ruhsal katılım, bilinçli, inançlı katılım demektir. Bilinçli ve inançlı olarak Önderliğe katılan, Önderliği bu temelde anlayan her zaman doğru yolu bulur. Nerede olursa olsun, ne yapması gerektiğine doğru karar verir. Özgürlük için gerekli olan her şeyi yapma cesareti ve fedakârlığını gösterir. Dolayısıyla her zaman başarılı olur. Eğer doğru karar veremiyorsak, doğru yol-yöntem bulamıyorsak, yaptıklarımızda başarılı olamıyorsak, o halde katılımımızı, inancımızı, bilincimizi sorgulamalıyız. Oradaki yetersizlikleri, terslikleri, eksiklikleri görüp düzeltmeyi oradan sağlamalıyız.

1982 Zindan Direnişçileri, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçileri, Önder Apo’ya ruhsal birlik temelinde katılmışlardı. Böyle katılımı gerçekleştirecek bir bilinci ve inancı kendilerinde yaratmışlardı. Bu temelde düşman gerçeğini iyi tanıdılar, iyi kavradılar. Düşmanın ne yapmak istediğini, amaçlarının ne olduğunu, uygulanan baskının, zulmün, vahşetin hangi amaçla yapıldığını, dolayısıyla böyle bir düşman karşısında nasıl durmak gerektiğini yeterli düzeyde bilince çıkardılar, değerlendirdiler, anladılar ve söz konusu düşman saldırısı karşısında nasıl büyük bir cesaret ve fedakârlıkla mücadele etmek gerektiğini görüp onun uygulamasına girdiler. Herkesten önce en derin bilince sahip olduğu için, düşman gerçeğini en iyi tanıdı, Kürt özgürlük davasının bilincine en derinden vardığı için bu kararlılığı herkesten önce Mazlum Doğan yarattı. Kemaller, Hayriler, Ali ve Akifler böyle bir bilinç ve inançta oldukları için iki ay boyunca fiziki varlıklarını feda edecek kadar büyük bir direnişi ortaya çıkardılar. TC devleti bütün çabalarına rağmen onları direnişten uzaklaştıramadı, geriye çekemedi, amaçlarından vazgeçiremedi, eylemlerini kıramadı. Sonuçta zaferi ortaya çıkardılar.

 

AKP-MHP faşizmi Kürdü yok ederek Türkleştirmek istiyor

Bu bakımdan zindanlardaki tutsaklara dayatılan teslimiyetin çok ağır sonuçları vardı. Bunu çok iyi anlamak lazım. Hala AKP-MHP faşizmi aynı amacı ve hedefi güdüyor. Kürt halkına, kadınına ve gencine zindanda, dışarıda, dört parça Kurdistan’da, yurtdışında saldırırken amacı aynıdır. Kürt varlığını ve özgürlüğünü yok etmek istiyor. Sadece Kürtleri darbelemek, iradelerini kırmak, baskı altına almak, köleleştirmek, kendilerine hizmet ettirmek ya da Kurdistan’a sahip olmak, Kurdistan’ın zenginlik kaynaklarını sömürmek için yapmıyor. Aynı zamanda Kürtleri ulusal yok oluşa, kültürel soykırıma uğratmak istiyor. Kürtlüğü yok ederek Kürt insanını Türkleştirmek, asimile etmek istiyor. Kendi gerçekliğinden uzaklaştırıp bir başka gerçekliğe dönüştürmek, yani insanlığından uzaklaştırmak istiyor.

Hala AKP-MHP faşist diktatörlüğünün bütün saldırılarıyla dayattığı gerçeklik budur. 1982’de devrimciler buna karşı zindanlarda direndiler. Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Saralar buna karşı direniş bayrağını yükselttiler, hiçbir şekilde kabul etmediler. O temeldeki bir varoluşu kesinlikle reddettiler. “Olacaksa bir yaşam, ya özgürce olacak ya da hiç olmayacak” diyen Önder Apo’nun düşünce gücünü orada temsil ettiler. Bu amaç doğrultusunda gelişen tüm saldırılara karşı direndiler, hiçbir şekilde boyun eğmediler. Sonuçta eylemleriyle bu saldırıları kırıp faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sistemi yenilgiye uğrattılar. Onun karşısında Kürt varlık ve özgürlüğünü zafere taşıdılar. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi kesinlikle bunu ortaya çıkardı.

Yeni bir Cumhuriyet’in şekillendiği 1982 gibi kritik bir süreçte, TC devletini, onun Kürt yokluğu temelinde oluşturulmak istenen faşist-soykırımcı-sömürgeci zihniyet ve sistemini kabul etmeyip ona karşı direndiler ve 12 Eylül rejimini yenilgiye uğrattılar. Kürt’ü yok sayan, yok etmek isteyen anlayışı, ideolojiyi, Kürt’ü Türkleştirmek isteyen her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı zulüm, baskı ve sömürüyü geliştirerek yenilgiye uğrattılar. Özgür yaşamı yaratmanın direnme yolunu buldular, direndiler ve kazandılar.

 

Yaşayanlar direnenlerdir

Şimdi bir kere daha görüyoruz ki yaşayanlar direnenlerdir. 14 Temmuz Direnişçileri; Mazlumlar, Kemaller ve Hayrilerdir. 42 yıl geçmesine rağmen Kürt halkının, Kurdistan’ın en canlı gerçekleri Kemaller, Hayriler, Akifler ve Alilerdir. Kürt halkının, kadınlarının, gençlerinin, elli milyon Kürt’ün, milyonlarca Kürt dostunun bildiği, her gün birlikte yaşadığı, dilden dile dolaştırdığı gerçekler Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin gerçekleridir.

Hainlerin, teslimiyetçilerin, işbirlikçilerin sonlarının ne olduğunu da biliyoruz. İşkencecilerin sonunun da ne olduğunu biliyoruz. Esat Oktaylar nereye gitti? Şahin Dönmezlerin başına neler geldi? Onları hiç anan var mı? Burada yaşayan canlı gerçekler Mazlumlar, Kemaller ve Hayrilerdir. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliği’dir. Yeni özgür Kürt tarihi, özgür Kürt insanı ve toplumu böyle büyük bir direnişin sonucu olarak ortaya çıktı ve şimdi yaşayan canlı gerçekler bunlardır.

 

14 Temmuz’un yıldönümü vesilesiyle güncel olarak bu direnişten hangi sonuçlar çıkartılabilir? 14 Temmuz direniş ruhu temelinde önümüzdeki süreç açısından görev ve sorumluluklara dair neler belirtilebilir?

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin 42’nci yıldönümünü yaşıyor, bu büyük direnişin 43’ncü yılına giriyoruz. 14 Temmuz Direniş çizgisi taze ve canlı olarak yaşıyor. İçinde bulunduğumuz süreçte de bu direniş, Kürt varlığı ve özgürlüğü, Türkiye demokratikleşmesi için yürüttüğümüz mücadeleye ışık tutuyor. Bu büyük mücadelenin önünü aydınlatıyor. Anlayışını, yöntemini, tarzını gösteriyor. Böyle bir mücadeleyi yürütmenin cesaret ve fedakârlığını temsil ediyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü temelinde yürüttüğümüz Küresel Özgürlük Hamlemizin zafer yolunu gösteriyor. 14 Temmuz Direniş Ruhu, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde yürüttüğümüz Küresel Özgürlük Hamlesi’nde yaşıyor.

 

14 Temmuz Direniş çizgisinde yeniden kararlaşmak

Diğer yandan her yıldönümünde olduğu gibi bu 42’nci yıldönümünde de 14 Temmuz Direniş gerçeğini, ruhunu, kahramanlığını doğru anlamalı ve doğru bilince çıkartmalıyız. 14 Temmuz Direniş çizgisi temelinde kendimizi eğitmeliyiz. 14 Temmuz çizgisinde kendimizi eleştirel-özeleştirel sorgulamaya tabi tutmalıyız. Bu çizgiyle çelişen, ters düşen yanlarımız varsa bunları gidermeliyiz. 14 Temmuz Direniş gerçeğini daha iyi anlamalı, daha derinden kavramalıyız. Daha güçlü katılmalıyız. Bilincimizi ve inancımızı 14 Temmuz Direniş gerçeğiyle daha güçlü donatmalıyız. Bu çizginin, 14 Temmuz Apocu fedai direniş çizgisinin doğru anlayanı ve başarıyla uygulayanı haline kendimizi getirmeliyiz. Dolayısıyla sadece övgüler dizerek, nostalji yaparak bir sonuca gidemeyiz.

Yapmamız gereken yeni bir 14 Temmuz Direniş yılına girerken, 14 Temmuz direnme ve zafer çizgisini doğru anlamak ve onu başarıyla hayata geçirecek bir bilinci, iradeyi, tarzı, üslubu, tempoyu, cesaret ve fedakârlığı kendimizde yaratmaktır. Kişiliğimizi bu temelde bir değişime, dönüşüme, yenilenmeye uğratmaktır. Kendimizi 14 Temmuz Direniş çizgisinde eğitmeli, yenilemeli, yeniden kararlaştırmalıyız.

Tabii buna bağlı olarak da içinde bulunduğumuz bu süreçte devrimci ve yurtsever görevlerimizi 14 Temmuz çizgisinde hayata geçirmeliyiz. 14 Temmuz’un aydınlatıcılığı ve yol göstericiliğiyle hareket etmeliyiz. 14 Temmuz çizgisini her alanda esas almalı ve devrimci çalışmalarımızı zaferden zafere taşımalıyız.

Bunlar temelinde 43’ncü yıl mücadelesi açısından 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş gerçeğinden güncel olarak hangi sonuçları çıkartabiliriz? Öncelikle şunun altını bir kere daha çizmek gerekiyor; 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi her koşulda, faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırganlığa karşı mücadele edilebileceğini ve zafer kazanılabileceğini kanıtlamıştır. Günümüzde İmralı direniş gerçeği bunu temsil ediyor. 14 Temmuz Direniş çizgisiyle İmralı direniş gerçeği bu biçimde etle tırnak gibi birbirine bağlı olan gerçeklerdir. O bakımdan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürüttüğümüz Küresel Özgürlük Hamlesi’nin gerektirdiği eylemsel etkinlikleri her alanda en güçlü bir biçimde yürütmeliyiz. Bu konuda ‘anlamadık, olmadı, imkân yok, engel var’ gibi hiçbir bahane mücadeleyi geliştirme önünde engel olamaz. 14 Temmuz Direniş çizgisi böyle bir gerekçelendirmeyi tümden ortadan kaldırıyor. Çünkü 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, en zor koşullarda, hiçbir imkânın bulunmadığı şartlarda mücadele etmenin ve zafer kazanmanın tarzını temsil ediyor.

O halde bu direniş çizgisini esas alanlar, her yerde, her zaman büyük mücadeleler yürütebilir ve başarıya uzanabilirler. Ama bunun için düşman gerçeğini iyi tanımaları lazım. Faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sistemi iyi anlamaları gerekli. Bunları lafta söyleyip bilincine yeterince varmayan, hatta onların etkisinde kalan, onlarla uzlaşarak yaşayan bir konumda olmamalılar. Yani düşmanını ve kendini iyi tanıyacaksın. Düşmana karşı mücadele etme bilincini, inancını, iradesini ve iddiasını kendinde oluşturacaksın. Bunun kanıtlanmış gerçeği var. 14 Temmuz Direniş gerçeğinden bu bilinci ve inancı edineceksin. Bu mümkündür. Çıkartılacak çok önemli bir sonuç budur. Hiç kimse “biz mücadele edemiyoruz, etkili olamıyoruz, başarı kazanamıyoruz, imkânımız yok, engeller var” demesin.

Zindanlar direniyor. Direnişçiler açlık grevine girdiler. Ölüm orucuna da girmek istiyorlardı. Ama çeşitli biçimlerde bazı çevreler tarafından engellendiler. Öyle olunca farklı direnme yöntemleri buldular. Hala da topluma öncülük eden bir direnişi, Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde yürütüyorlar. Önder Apo’nun fiziksel özgürlüğünü öngören Küresel Özgürlük Hamlemize bu biçimde katılıyorlar. Demek ki yol-yöntem bulunuyor. 14 Temmuz Direniş çizgisi her koşulda doğru yol ve yöntem bulur, insanı yaratıcı kılar, kazanımcı yapar. Yeter ki o çizgi doğru öğrenilsin. Bu dışarıda, dört parça Kurdistan’da, yine yurtdışında, Avrupa ve diğer alanlarda da yapılabilir. Dolayısıyla her alandaki Kürtler ve dostları için geçerli olan çizgi budur.

 

Reformist, teslimiyetçi milliyetçilik etrafımızda dolanıyor

İkinci olarak bu erken çözüm anlayışlarına, uzlaşmayla sömürgeci-soykırımcı güçlerle hemen yan yana gelinebileceğine bel bağlama, beklentili olma anlayışını kırmak lazım. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliği her şeyi hesapladı. Yerinde ve zamanında adım atmayı öngördü. Acele etmedi. Ama başkasından beklentili de olmadı. Ertelemeci de davranmadı. O halde bu direniş çizgisinin günümüzde doğru anlaşılıp uygulanması büyük önem taşıyor. Hem Türkiye içinde hem yurtdışında birçok çevre beklenti içindedir. Bu anlamda dış güçleri yeterince tanımama var. Onlardan beklenti içine girme var. Bu yaklaşım Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin yaklaşımı değildir. Bu yaklaşım reformist, teslimiyetçi, küçük burjuva milliyetçi çizginin yaklaşımıdır. Peki, böyle bir reformist, teslimiyetçi milliyetçilik var mı? Evet, var ve bunlar sürekli etrafımızda dolaşıyor, etrafımızda toplanıyorlar.

Şimdi 14 Temmuz Direniş çizgisini reddetmiyorlar. En azından söylemde reddetmiyorlar. Kuşkusuz içten içe benimsemiyor, kabul etmiyorlar. Ama gördüler ki gelişmeyi, imkânı bu çizginin pratikleştirilmesi yarattı. Ondan yararlanmak için ikiyüzlülük yapıyorlar. O yüzden her fırsatta bu çizgiyi saptırmaya çalışıyorlar. Eylem çizgisini pasifize, reformize ediyor, parçalıyor, beklentili bir durum yaratıyorlar. ABD’den, Avrupa’dan ya da CHP’den bekliyorlar. Birçok güç üzerinden böyle beklentili bir durum yaratıyorlar. Bu beklentili durumu ortadan kaldırmak lazım. 14 Temmuz Direniş çizgisi hiç kimseden beklemedi, hiç kimseyi dinlemedi. Özgürlük ve demokrasi hedefi neyi, nerede, ne zaman yapmayı gerektiriyorsa bunu bulup, kararlaştırıp yapmayı öngördü. Mazlum Direnişçiliği de böyle gelişti. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliği de böyle ortaya çıktı. O halde daha gerçekçi ve somut olmak lazım.

Bu noktada Mehmet Hayri Durmuş’un 14 Temmuz 1982 Günü 12 Eylül mahkemesinde ölüm orucu eylemine başladığını ilan ettiği konuşmasına bakalım. Önder Apo’yu doğru anlama ve yeterli uygulamada zayıf kaldığı için özeleştiri veriyor. İçinde bulunulan durumu oraya bağlıyor. O yüzden “borçluyum, mezar taşıma borçlu yazılsın” dedi. ‘Ben şu kadar kazandım, şöyle mücadele ettim, şu hakkım, hukukum var’ demedi. Şimdi birçok çevre kümelenmiş, bu mücadelenin ortaya çıkardığı imkânları çalıp çırpmayı hedefliyor. Bunları kabul edemeyiz. Bunları görüp bunlara karşı mücadele etmek lazım. Bunların olduğu yerde 14 Temmuz Direniş çizgisi hayat bulamaz. O halde 14 Temmuz çizgisinde bunlara karşı tutum ve mücadele geliştirmek gerekli. Herkes özeleştirel yaklaşacak, kendini borçlu hissedecek. 26 yıldır Önder Apo İmralı işkence, tecrit ve soykırımı altında. Hareket ve halk olarak mücadele ediyoruz ama bu sistemi tümden kıramadık.

 

Önder Apo, küresel Önderlik haline geldi

Evet, komplonun başarısını önledik. İmralı sistemini Önder Apo kendi çabasıyla paramparça etti. Düşüncelerini her alana ulaştırdı. Bir küresel, evrensel Önderlik haline geldi. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere bütün ezilenlere yol gösteriyor. Ama İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi de paramparça edilip yok edilemedi. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanamadı. Bu temelde Kürt sorununun çözümünün önü açılıp pratikte gerçekleşmesi sağlanamadı. O halde hangi haktan, hukuktan söz edebiliriz. Kendimizi borçlu görmeliyiz. Hayri Durmuş çizgisini doğru anlamalıyız. Hayri Durmuş ölüm orucuna girerken borcunu ödemek için yaptı. Yine de borçlu olduğunu söyledi. Şimdi biz kendimizi nasıl göreceğiz. Dolayısıyla nasıl doğru anlayacağız, özeleştirel yaklaşacağız.

Unutmamalıyız ki Hayri Durmuş aynı konuşmada bir şeyin daha altını çizdi; “Kurdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele etmek isteyenler mutlaka silahlı mücadele çizgisini esas almalılar. Başka türlü bu özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi gelişip zafere gitmez” dedi. Bu da 14 Temmuz Ölüm Orucu Direnişi’nin temel bir çizgisidir.

Demek ki devrimci silahlı direniş olmadan özgürlük ve demokrasi mücadelesi gelişmez. 14 Temmuz Direnişi her türlü mücadele yöntemini öngördü ama kendisine silahlı direnişi esas aldı. O halde öz savunma temelindeki devrimci savaş, devrimci silahlı mücadele ve gerilla olmadan hiçbir şeyi kazanamayız. Dikkat edelim 14 Temmuz çizgisi, 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’nda varlık buldu. Gerilla öncülüğündeki halk mücadelesiyle gelişme sağladı.

Bugün de 14 Temmuz Direniş çizgisini doğru anlamanın ve başarıyla uygulamanın temel yolu gerilla öncülüğündeki devrimci öz savunma savaşının esas alınmasıdır. Bu savaşa katılacağız. Eli silah tutan, gücü yeten herkes bu savaşa katılacak, bu savaşa destek verecek. Bu savaşın öncülüğünde mücadele edecek. Gerilla öncülüğündeki öz savunma savaşı olmadan, faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırılar, uluslararası komplo saldırıları kırılmadan, herhangi bir yaşamdan, kalıcı bir kazanımdan bahsedemeyiz.

 

Devrimci Operasyonlar AKP-MHP faşizmini felç etti

Dile getirdiğimiz gerçeklik günümüz açısından günceldir ve geçerlidir. Çünkü AKP-MHP faşizmi her yerde saldırıyor. Her türlü zulmü, hakareti yapıyor. Doğru dürüst karşı duramıyoruz. Ajanlar, işbirlikçiler cirit atıyor ama biz vuramıyoruz. Yeterince intikam alamıyoruz.

Evet, Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da, Xakurkê’de, Kurdistan dağlarında gerilla savaşıyor. Ama bu savaş, sınırlı bir savaş, dar bir alanda yürütülüyor. Buna rağmen Kurdistan özgürlük gerillası, 14 Temmuz çizgisini 15 Ağustos’ta başlattığı savaş temelinde 40’ncı mücadele yılında da sürdürerek düşmana ağır darbeler vuruyor. Hem de bunu Apocu fedai çizgisini en ileri düzeyde hayata geçirme temelinde yapıyor. Bu anlamda AKP-MHP faşizmine öldürücü darbeler vuruyor. İşte geçen kış boyunca Zap ve Metîna’da geliştirilen Devrimci Operasyonlar AKP-MHP faşizmini felç etti. Çöker, çözülür hale getirdi. Teknik ve istihbarat üstünlüğünü ortadan kaldırdı. Fakat bu yeterli değildir. Bunun öncülüğünde devrimci öz savunma savaşını her yere yaymamız lazım. Bunu şehirlerde, ovalarda geliştirmeliyiz. Gençler, eli silah tutanlar kendilerini eğitip örgütleyerek bunu yapmalı, böyle bir mücadeleye öncülük etmelidir.

Kuşkusuz serhildandan kitle eylemine, ekonomik-hukuki mücadeleden demokratik mücadeleye kadar tüm mücadeleleri öz savunma savaşı öncülüğünde geliştirmeliyiz. Hepsinin başarısı öz savunma savaşının yürütülmesine bağlıdır.

O halde savaş sıradan bir şey değildir. Bu bize Hayri Durmuş yoldaşın aynı zamanda 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin bir vasiyeti, bir talimatı, bir emridir. Artık hangi biçimde anlarsak ona göre uygulamalıyız. Ama bilmeliyiz ki  özgürlük ve demokrasi, devrimci öz savunma savaşıyla kazanılır. Öz savunma savaşı etrafında geliştirilen topyekûn direnişle başarılabilir. Bütün mücadelelerin temelinde devrimci silahlı direniş olmalıdır. Silahlı direnişe karşı çıkanlar, bunu reddedenler yalan söylüyor, alçaklık yapıyorlar. Daha doğrusu bu temelde ortaya çıkan gelişmeleri ortadan kaldırmak istiyorlar. Bazıları alttan alta bunu yapıyor. KDP’liler, o küçük burjuva reformistleri kendi işbirlikçiliklerini, ihanetlerini topluma yaymak için alttan alta bunu geliştirmeye çalışıyorlar. Bunlar düşmandan daha fazla Kürt’ün verdiği özgürlük mücadelesinin düşmanıdırlar. Geçmişte de yaptılar. 14 Temmuz Direnişi gelişirken de bunlar söz konusu direnişe karşı çıkıyorlardı. Her türlü saldırıyı yapıyorlardı. Şimdi de aynı şeyi yapıyorlar. Bunu herkesin görmesi lazım. Gençlerin, kadınların, devrimcilerin, yurtseverlerin iyi görmesi gerekli. O yüzden bunlara karşı mücadele etmeliyiz, tutum almalıyız. Kendimizi hem doğru çizgiye çekmeli hem de yanlış çizgide olanları, bizi engellemeye, düşman karşısında zayıf bırakmaya çalışan anlayış, tutum ve tarzlara karşı etkili, ideolojik, siyasi mücadele yürütmeyi bilmeliyiz. İdeolojik mücadele yürütmeden siyasi-askeri mücadele gelişmez. İşbirlikçiliğe, teslimiyetçiliğe karşı mücadeleyle sömürgecilik ve soykırımcılığa karşı verilen mücadele ortaktır. Birbirinden ayrılmaz. O halde bu mücadeleleri hep birlikte ele alacağız. İşte 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş gerçeğinden de bu sonucu çıkartacağız.

Bunlar esas alınırsa 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş Çizgisi 43’ncü yılda çok daha güçlü, eğitici, ön açıcı olur. Çok daha etkili bir biçimde hayat bulur, uygulanır. 14 Temmuz Direnişi’nin temsil ettiği Apocu fedai ruh ve bilincini daha güçlü kuşanır, mücadeleye daha yaratıcı, bütünlüklü, etkili bir şekilde katılırız. Bu temelde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemizi dört parça Kurdistan ve yurtdışında etkili bir biçimde geliştirir ve 43’ncü yılda mutlaka zafere taşırız. Amacımız, hedefimiz kesinlikle budur. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş çizgisine doğru yaklaşma, onu esas alma ve ona doğru katılma da ancak böyle bir uygulamayla gerçekleşir. Bunlar temelinde bir kere daha 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin kahramanları olan Hayri, Kemal, Ali ve Akif yoldaşları, onlar şahsında tüm şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm yoldaşları ve halkımızı 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş çizgisini 43’ncü yılda daha doğru anlamaya ve başarıyla uygulamaya çağırıyoruz!

PaylaşTweet
Önceki Yazı

SERXWEBÛN’UN TEMMUZ AYI SAYISI ÇIKTI!

Sonraki Yazı

ÖNDERLİK GERÇEĞİ EN GÜÇLÜ VE EN YOĞUN TOPLUMSALLAŞMA HAREKETİDİR – 2

Sonraki Yazı
POLİTİK ALANLA DÜŞÜNCE GÜCÜNÜ BİRLEŞTİRMEK HAKİKAT REJİMİ-2

ÖNDERLİK GERÇEĞİ EN GÜÇLÜ VE EN YOĞUN TOPLUMSALLAŞMA HAREKETİDİR - 2

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!