20’nci yıl dönümünde başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın 1 Haziran Atılım hamlesini kutluyoruz. Bu yirmi yıllık büyük mücadelenin kahraman şehitlerini saygı sevgi ve minnetle anıyoruz.
20’nci yılını dolduran 1 Haziran 2004 Devrimci Atılımımızın iki temel anlamı vardı. Birincisi; aktif olarak 2002’den itibaren hareketimize içten saldıran, hareketi Önderlik çizgisinden saptırarak ABD öncülüğündeki küresel kapitalist modernite sisteminin kuyruğuna takmaya çalışan, provokatif tasfiyeci çizginin yenilgisinin, bu çizgi karşında Önder Apo’nun çizgisinin kazandığının ilanıydı. Bu bakımdan çok önemli ideolojik-örgütsel-siyasi anlamı vardı. Yaşanan büyük iç mücadeleden Apocu çizginin bir kez daha zaferle çıktığını tüm kamuoyuna duyuruyordu. Tasfiyeci provokatif saldırı deyip geçmemek lazım. Böyle bir saldırının hareket açısından, özgürlük mücadelemiz açısından taşıdığı büyük tehlikeyi hiçbir zaman hafife almamak gerekiyor. Bu nedenle tasfiyeciliğe karşı yürütülen mücadeleyi elbette önemsemek, doğru anlamak ve derslerini doğru çıkartmak gerekiyor.
Kuşkusuz 2002-2004 tasfiyeci saldırı PKK hareketine içten dayatılan ilk tasfiyeci saldırı değildi. Aslında Haki arkadaşın 18 Mayıs 1977’de katledilişi de bir yönüyle benzer özellik taşıyordu. Öncesinde de Önder Apo’nun 1975’ten itibaren grubu somutlaştırmaya, düşünce ve örgüt olarak netleştirmeye çalıştığı dönemde de çeşitli küçük burjuva sınıf eğilimleri, Kürt soykırımının ağır etkisini yaşayan bireyci eğilimler, grup oluşumunu parçalamak isteyen yaklaşımlar boy göstermişti. Önder Apo öncülüğünde devrimci gruplaşma; ideolojik-politik çizgisini oluşturmaya, zihniyetini, teorik gücünü geliştirmeye çalıştığı ve kendisini tanımlamak istediği bir dönemde bile bu tür faşist sömürgeci-soykırımcı egemenliğin çeşitli saldırıları oldu. Fakat Önder Apo, inkarcı, parçalayıcı, dağıtıcı saldırıları aşarak gelişme göstermişti.
Sonrasında yurtdışı çalışmaları sürecinde de Avrupa devletlerine dayalı provokatif tasfiyeci saldırı oldu. Benzer durum zindanda da yaşandı. Doğrudan Türk özel savaşına bağlı geliştirilmeye çalışılan Genç Kemalistler Hareketi denilen tasfiyeci yıkıcı saldırıyı, 1982 Büyük Zindan Direnişçiliği yenilgiye uğrattı. Böylece Hareketimiz, hem zindanda hem de yurt dışında bu tür provokatif tasfiyeci saldırılara maruz kalmış, onları tanımış, onlara karşı mücadele ederek önemli bir tecrübe oluşturmuştu.
Daha sonraki süreçte de hem feodal aristokrat, yarı küçük burjuva egemen sınıflardan, orta sınıftan kaynaklı, özelikle 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra gerillanın gelişimini engelleyici anlayışlara, ruh hallerine, tutumlarına karşı da önemli bir ideolojik, politik, örgütsel çizgi mücadelesi yürüterek kendi iç yapısını pekiştirmişti. Akabindeki dönemde gerillaya çetecilik dayatıldı. Çeteciliğe karşı mücadele zorluklarla geçen çok ciddi bir mücadele oldu. Mahsum Korkmaz Akademisi eğitimleri çerçevesinde Önder Apo hem çeteciliği çözümleyerek hem de kapsamlı gerilla çözümlemeleri yaparak çok sayıda komutan ve savaşçı eğiterek bu çeteci eğilimlerin de etkisiz kılınmasını sağlamıştı.
Yine 1990 başında gerillaya karşı hareketi legalize ederek tasfiyeye götürmeyi hedefleyen tasfiyeci saldırılar karşısında da önemli bir mücadele yürütmüş, başarı elde etmiş ve ciddi bir tecrübe birikimi oluşturmuştu. 1990’lı yılların hemen hepsinde benzer eğilimler ortaya çıktı ve gelişti. Önder Apo bunlara karşı hep mücadele yürüttü. Bu anlamda hareketimizin önemli bir tecrübe birikimi vardı.
1 Haziran Atılımı’na büyük ideolojik-örgütsel mücadeleyle gelindi
2002-2004 tasfiyeciliği uluslararası komplo saldırısı koşullarında ortaya çıkan bir tasfiyeci saldırıydı. O zamana kadar olan iç tasfiyeci provokatif saldırılara karşı Önder Apo’nun pratik öncülüğünde mücadele edilmiş ve tasfiyecilik yenilgiye uğratılmıştı. Bu bakımdan parti ve kadrolar açısından oldukça önemli bir avantajdı. 2002-2004 tasfiyeciliğinde yine ağır yükü Önder Apo omuzladı, mücadeleyi içinde bulunduğu koşullara rağmen yine Önder Apo yürüttü, zaferi yine Önder Apo kazandı ama bu çok ağır ve zorlu koşullarda oldu.
2002-2004’teki tasfiyeci saldırı da öncekilerin bir devamı biçimindeydi, onlardan çıkartılan sonuçlarla daha geliştirilmiş, daha örgütlü, daha bütünlüklü bir saldırıydı. Doğrudan Uluslararası Komploya ve İmralı tecrit sistemine dayanıyordu. Hareketi parçalamayı, Önderlik çizgisinden uzaklaştırmayı sistem içileştirerek ya da parçalayıp dağıtarak tasfiye etmeyi hedefliyordu. Arkasında da uluslararası komplo saldırısını ve İmralı sistemini yürüten güçler vardı.
2002-2004 tasfiyeciliğinin arkasında doğrudan ABD vardı. ABD’nin Irak işgali bulunuyordu. KDP ve diğer bazı Kürt partileri komploda payı olan güçler olarak söz konusu tasfiyeci saldırıyı da açık ve aktif olarak destekliyorlardı. Yönlendiren ABD yönetimi ve istihbaratıydı. Doğrudan CIA yönlendirmesiyle böyle bir tasfiyeci plan hazırlandı, örgütlendi ve çok yönlü olarak Uluslararası Komplo saldırısının ve İmralı tecrit sisteminin ortaya çıkardığı psikolojik, ideolojik, siyasi, örgütsel ortama da dayanılarak hareket parçalanmak, tasfiye edilmek istendi. Mümkünse dağıtıp parçalamayı, yok etmeyi hedefliyorlardı. Olmazsa tümüyle denetime alıp KDP desteğiyle hareketi Önderlik çizgisinden kopartıp küresel kapitalist sistem içinde eritmeyi hedefliyorlardı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün bu tasfiyeci saldırıda ancak ‘yarı yarıya başarı kazanabildikleri’ni kamuoyu önünde basına açıkladığını da biliyoruz.
Tasfiyecilerin gücü bir yönüyle arkalarındaki destekten geliyordu; o desteği küçümseyemeyiz. ABD’nin Irak’a saldırısı ve Saddam Hüseyin yönetiminin Bağdat’ta yıkılışı, Önder Apo’nun 15 Şubat 1999’da Kenya’dan kaçırılarak Türkiye’ye teslim etme pazarlığı temelinde geliştirildiğini dikkate alırsak, ABD’nin Irak işgalinin temel hedefinin Önder Apo’ya ve PKK’ye saldırı olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Bu bakımdan tasfiyeci provokatif saldırıyı yürüten güçler sadece 2002-2004’te böyle bir sürece girmedi. Baştan itibaren amaçları buydu, planlarının içinde bunlar vardı. Önder Apo’nun imhası olmazsa idamı temelinde zaten PKK’nin tasfiyesini öngörüyorlardı. Kürt soykırımını buna dayandırarak başarıya götüreceklerini hesap ediyorlardı. O bakımdan da baştan itibaren böyle bir plan vardı, böyle de hareket ettiler.
Diğer yandan böyle bir provokatif tasfiyeci saldırı uluslararası komploya dayandı. Önder Apo’ya yöneltilen saldırıya dayandı. Gücünü oradan almaya çalıştı. Geçmiş süreçte yaşanan mücadelenin büyük tecrübesine rağmen yönetim ve kadrolar tasfiyeciliğe karşı gerekli tutum, karşı duruş, mücadele, doğru ve yeterli yürütülmedi. Bu da tasfiyecilik için önemli bir güçlenme etkeni oldu. Bütün bunlar birleştiğinde tasfiyeci saldırının ne kadar tehlike arz ettiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Böyle bir saldırının Türkiye’de AKP yönetimiyle birlikte Uluslararası Komplo saldırısını yürütüp başarıya götürmek için görevlendirilen Tayyip Erdoğan ve ekibinin iktidarda olduğu bir dönemde onlara dayanarak geliştirildiği hesaplanırsa tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.
Tasfiyeciliğin tasfiyesi basit değildi, kolay olmadı, sıradan bir anlama ve öneme sahip değildir, tam tersine zorlu ve büyük bir mücadeleyle bazı fırsatları ve imkanları Önder Apo’nun hızlı ve yerinde değerlendirmesiyle, en olumsuz koşullarda bile en küçük bir imkanı mücadelede etkili kullanmayı bilen tarzıyla tasfiyecilik tasfiye edildi.
2004 Newrozu’nda tasfiyecilerin geri dönüşleri aslında partinin geri kalanını da dağdan indirmek, sistem içine çekerek tasfiye etmek hedefliydi. Bu hedef doğrultusunda tamamen planlı ve örgütlü olarak gelmişlerdi. Bu çerçevede de oldukça güvenli, hazırlıklı, her tarafı etkileme ve sonuç alma amaçlı gelmişlerdi. Fakat onları zayıf düşüren ve yenilgiye uğratan tek şey Önder Apo’nun ‘Bir Halkı Savunmak’ kitabıyla tam o zaman bu sürece müdahale etmesiyle oldu. Her şeyi Önderlik müdahalesi değiştirdi. Tasfiyeciliği teşhir etti, tüm maskelerini düşürdü. Tasfiyeciliğin bütün imkanlarını, güç kaynaklarını böylece ellerinden aldı. Aslında Önderlik tasfiyeciliği etkisiz kılmayı da başarmıştı. Önderlik çizgisini doğru anlama ve yeterli uygulamadaki zayıflıklar daha sonraki süreçlerin gelişmesine yol açtı, yoksa Önder Apo’nun ‘Bir Halkı Savunmak’ kitabının ve Görüşme Notları’yla o süreçteki müdahalesinin içeriği doğru ve yeterli bir biçimde hayata geçirilseydi tasfiyeciler daha sonraki süreçte gösterdikleri etkinliklerin onda birini bile gösteremezlerdi. O düzeyde zayıf düşürülebilirlerdi. Fakat eksiklikler daha sonraki sürecin gelişmesine yol açtı ama söz konusu Önderlik müdahalesi tasfiyeciliğin tümden maskesini düşürüp etkisiz kılarak dağdan ve örgütten kaçıp efendilerine sığınmak zorunda bıraktı.
1 Haziran 2004 Atılımı’na işte böyle büyük bir ideolojik-örgütsel mücadele sonucunda gelindi. Söz konusu sonuç 1 Haziran 2004 açıklamasıyla halka ve kamuoyuna ilan edildi. Tasfiyeciliğin yenilgiye uğratıldığı, etkisiz kılındığı açıklandı. ABD ve Başûr destekli tasfiyeciliğin tümden yenilgiye uğratılıp etkisiz kılındığı herkese duyuruldu. Önemli bir sonuçtu, moral ve güç vericiydi. Dahası tasfiyeci güçler yaptıklarını çeşitli biçimlerde yurtsever halka da taşırmaya çalışıyorlardı. Dolayısıyla söz konusu açıklama yurtsever halka da büyük moral verdi. Önderliğe ve harekete güvenin gelişmesine yol açtı. O tedirginlik, ‘ne olacak?’ sorusunun yarattığı umut zayıflaması ortadan kalktı. Harekette ve halkta önemli bir coşku, heyecan ve yeni bir başlangıç yapma durumu yaşandı.
TC, 1 Haziran Atılımı’nın etkisini kırmak istedi
Bu durumu engellemek için hemen bir hafta sonra 9 Haziran’da AKP yönetimi on yıldır hapiste tuttuğu DEP milletvekillerini tahliye etti. Ceza verilmişti, herhangi bir tahliye olma durumları yoktu. Tamamen 1 Haziran açıklamasının toplum üzerindeki etkisini kırmak, 2002-2004 tasfiyeci saldırısının örgüt içerisinde başaramadığını yurtsever topluma yönelterek orada tamamlamak istedi. Özel savaş propagandalarıyla yurtsever kitleyi parçalamak, kafasını karıştırmak, örgütlülüklerini dağıtmak, Önderliği ve Özgürlük Hareketi’ni destekler olmaktan çıkarmak, 1 Haziran Atılım açıklamasının yarattığı moral ve coşkuyu bu biçimde ters yüz etmek amaçlarıydı. Yoğun çaba harcadılar, fakat o da başarılı olmadı. Önderlik o cepheye de gerekli uyarıları yaptı. Sağduyulu davrandılar, hareket bu durumu takip etti. Sonuçta özel savaş girişimi kendi aleyhlerine döndü. Hareketi bölme amaçlı yaptıkları propaganda daha çok hareketi birleştiren siyasi bir gösteriye dönüştü. Bu temelde çıkış değerlendirilince her alanda yoğun mitingler ve süreç değerlendirmeleri yapılınca özel savaş sisteminin oyunu da boşa çıktı, başarısız kılındı. Bu temelde önemli bir siyasi hamle de oldu. Toplumda yeni bir toparlanma coşku, heyecan, bir serhildan havası yarattı.
Komploya karşı mücadele ilanı
1 Haziran 2004 Atılımı’nın önem arz eden diğer temel bir boyutu da yeni paradigma temelinde Uluslararası Komploya karşı mücadele ilanı oldu. Ondan önce de kuşkusuz Uluslararası Komploya karşı çeşitli biçimlerde mücadele ediliyordu ama mücadelenin hedefleri, yöntemleri, tarzı tam net değildi, yaşanan bir ara dönemdi, değişim ve dönüşüm dönemiydi. Dolayısıyla netleşmeyen hususlar çoktu. Hatta Önder Apo bu süreci ‘ideolojik bunalım dönemi’ olarak da tanımlamıştı. Bu bakımdan bir de tasfiyeciliğin etkileri hesaba katılırsa o zamana kadar yürütülen mücadele bir programdan, stratejik planlamadan, hedeften, tarzdan, örgütlülükten yoksundu. 1 Haziran Atılımı bunları giderdi. Yeni paradigma temelinde Uluslararası Komploya karşı mücadelenin büyütülmesi, onu yenilgiye uğratmayı, bu temelde Kürt sorununun çözümünü hedefleyen yeni program, örgütün yeniden yapılanması ve bu çerçevede Uluslararası Komplo saldırısına ve İmralı tecrit sistemine karşı çok yönlü bir mücadele sürecinin başladığını ilan ve ifade etti.
Kuşkusuz bu da çok önemli bir durumdu. Merkezinde 1 Eylül 1998’de daha sonra 2 Ağustos 1999’da Önder Apo’nun yaptığı ateşkes çağrısının sona erdirilmesi vardı. Böylece ateşkes durumuna son verilerek siyasi-askeri ortak mücadele temelinde demokratik siyasi mücadeleyi, serhildanı öne çıkarmayı da hedefleyen yeni bir mücadele hamlesi ilan edildi.
Aslında 15 Ağustos 1984 ile başlayan gerilla savaşı çeşitli aşamalardan geçerek bir sonuca ulaşmıştı. 2 Ağustos 1999 geri çekilme kararıyla, 2000’de YNK savaşıyla, 2002 Eylül’ünde Botan’dan Kandil’e kadar ilan edilen Medya Savunma Alanları’yla belli sonuçlar ortaya çıkarmıştı. Bir yerde o süreç tamamlanmıştı. 1 Haziran 2004 ilanı ve açıklamasıyla ateşkesin sona erdirilmesi Kürt Özgürlük Savaşı’nda da yeni bir süreci, yeni bir hamleyi başlatıyordu. Böyle bir ilan olma özelliği de vardı. Belli düzeylerde hazırlıklar da söz konusuydu. Böylelikle yeni mücadele süreci Uluslararası Komplo ve İmralı işkence tecrit sistemine karşı başlatılıyordu.
Atılım, topyekun direniş mücadelesi olarak sürdürülüyor
Bu ilan üzerinden yirmi yıl geçti. Bu yirmi yılın her yılı ve her dönemi benzer geçmedi, çeşitli taktik süreçler oldu. Bazen siyasi mücadele öne çıktı, bazen askeri mücadele öne çıktı. Fakat bir bütün olarak çok yönlü ve çok kapsamlı bir özgürlük direnişinin yürütülmüş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dikkat edilirse 15 Ağustos 1984 Atılımı’nın da kırkıncı yılını yaşıyoruz. Ağustos ortasında kırkıncı yılını tamamlayacağız. İlk yirmi yılı ifade ettiğimiz sonuçlarla geçmişti. İkinci yirmi yılı 1 Haziran 2004 Atılımı temelinde gelişti. Bugün ise 10 Ekim 2023’te ilan edilen Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesi temelinde Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne dayalı olarak çok yönlü bir topyekun direniş mücadelesi olarak sürdürülüyor. Bu geçen yirmi yılın tümünde Uluslararası Komplo destekli Tayyip Erdoğan yönetiminin çok yönlü oyunları, hileleri, topyekun faşist soykırımcı özel savaş saldırıları gelişti. Hem Tayyip Erdoğan yönetimi öncülüğünde TC devleti hem de Kürt sorununu ortaya çıkartan küresel kapitalist modernite sistemi aslında Uluslararası Komplo’yu başarıya götürmek, böyle bir süreçte İmralı işkence ve tecrit soykırım sistemine dayanarak gerillanın ezilmesini ve PKK’nin tasfiyesini gerçekleştirmek için tüm imkanları seferber eden ve her türlü yöntemi kullanan topyekun bir saldırı yürüttü. Bu saldırı zaman zaman hileli oldu, zaman zaman açık askeri boyutta oldu, zaman zaman siyasi boyut ortaya çıktı. Her türlü yol ve yöntem kullanıldı, hiçbir ahlaki ve hukuki kural tanınmadı. Kimyasal silahtan taktik nükleer bombaya kadar sözde devletçi sistem hukukunun da yasakladığı her türlü yasaklı silah kullanıldı.
Kürt sorununun çözümünün önünü açmak
Bu yirmi yılı değerlendirmek, anlamak ve derslerini çıkartmak önemlidir. Bu süre içerisinde yürütülen mücadeleyi kısaca tanımlamaya çalışırsak şunlar belirtilebilir: 2004-2010 arasını genel bir dönem olarak tanımlayabiliriz. Bu dönemde stratejik olarak demokratik siyasi mücadele öne çıkıyordu. Kitlesel mücadele ve demokratik siyaset alanı öndeydi. Gerilla böyle bir kitle eylemliliğini ve demokratik siyasi mücadeleyi güçlendirecek, destekleyecek, onun önünü açacak düzeyde düşük yoğunluklu aktif savunma savaşı dediğimiz bir savaş düzeyini yürüttü. Kitlelerle ilişkiler, toplumun daha çok bilinçlenmesi, demokratik siyasi mücadeleye daha aktif katılımı sağlandı. Bu bakımdan hareket Bakurê Kurdistan başta olmak üzere Kurdistan parçalarında ve yurt dışında genişledi, büyüdü.
2007-2008’de çeşitli önemli askeri eylemler de oldu. Siyasi alanda da önemli kitlesel eylem hamleleri yapıldı. Özellikle KCK çözümü temelinde müzakerelerle Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün önünü açmayı hedefleyen, bunun için Önder Apo’nun çözüm gücü olma durumunu öne çıkartan bir siyasi mücadele yürütüldü. ‘Önder Apo siyasi irademizdir’ kampanyaları, imza kampanyaları, çeşitli eylem kampanyaları geliştirildi. Kadın ve gençlik öncülüğünde bu eylem kampanyaları önemli bir kamuoyu oluşturdu. İmralı sistemini yürüten güçler gördüler ki, gerillayı ezemeyecekler, PKK’yi tasfiye edemeyecekler, PKK’nin, KCK’nin gelişimini, yurtsever halk desteğinin büyümesini önleyemeyecekler. Bunun üzerine 5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesiyle yeni bir saldırı planlaması yaptılar. 2008-2009’da çeşitli biçimlerde bunları hem İmralı’da hem dışarıda geliştirmeye, hazırlıklarını daha çok güçlendirmeye çalıştılar. Bunlar sonuç vermeyince özellikle 2009 Mart yerel seçimlerini AKP’nin Kurdistan’da tamamen kaybetmesi ardından ‘siyasi soykırım’ denilen saldırı sürecini 14 Nisan 2009 tarihinden itibaren başlattılar. Dolayısıyla çözüm arayan siyasi güçlere yönelince de böylece siyasi çözüme karşı çıktılar. Çözüm arayan, çözüm için temel oluşturan siyasi güçleri ortadan kaldırmak istediler.
2009 sonlarında bu saldırılar çok daha fazla yoğunlaştı. O zaman demokratik siyasi mücadeleyi yürüten Demokratik Toplum Partisi’ni kapattılar; eşbaşkanlarına ceza verdiler, belediye başkanlarını, parti yönetimlerini tutukladılar. Önderlik üzerinde baskıyı arttırdılar. Önder Apo 17 Kasım 2009 saldırısını ’17 Kasım darbesi’ olarak tanımladı. Sonuçta Önder Apo, Kürt sorununun KCK temelinde demokratik siyasi çözümünü yürütme imkanının kalmadığını değerlendirerek 31 Mayıs 2010’da geri çekildiğini, artık siyasi çözüm çalışmalarını yürütmeyeceğini, böyle bir çalışma yürütme ortamının kalmadığını ilan ederek bu süreci sonuçlandırdı. ‘PKK yeni bir stratejik sürece geçer 4. Stratejik Dönemi başlatır, herhalde savaş yapar’ dedi. Böylece 1 Haziran 2010’dan itibaren stratejik değişiklik yaşadık. 1 Haziran 2004 hamlesini stratejik değişim temelinde demokratik siyasi mücadele stratejisine son verip Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni esas alarak daha da geliştirip güçlendirdik, yeniledik. Yeni bir düzeye çıkartmayı öngördük.
Bu ilk dönem için geriye dönüp baktığımızda şunlar belirtilebilir: Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm çalışmalarına çok fazla angaje olundu ve bu durum çok fazla beklentili bir durumu beraberinde getirdi. 1 Haziran 2010’da stratejik değişim gerekliydi, Önderlik çekilince elbette hareketin Önderliğin uygulayamadığı stratejiyi uygulayacak durumu yoktu. Fakat bu stratejik değişimi yeterince anlayan, sahiplenen, ona göre hazırlanan, sonraki pratiği bu temelde geliştirme durumu olmadı. Daha sonra anladığımızda da gördük ki, aslında 2004 sonrası süreçte çok yoğun fırsatlar varken bütün bunlar, Kürt sorununun özgürlükçü çözümünü demokratik konfederalizm temelinde her koşulda gerçekleştirmeyi sağlayacak bir planlama ve onu pratikleştiren hazırlık çalışmaları içinde olamamaktan dolayı birçok imkan ve fırsatın kaçmasına neden olmuştur. Demokratik siyasi çözüm çalışmalarına çok fazla angaje olundu. Gerilla öncülüğünde toplumun KCK temelindeki örgütlülüğü ve bu örgütlenmeyi öz savunma temelinde gerçekleştirme başarılamadı. Bu yönlü hiç gündeme alınmadı, tartışılmadı, planlama yapılmadı, pratiğe yönelim olmadı denilemez, tersine sürekli gündemimizde oldu. Fakat parça parça yapılan değerlendirmeler, alınan kararlar pratikleşmedi.
Süreç stratejik savaşı gerektiriyordu
Daha sonra 2010-2015’e ara bir dönem denilebilir. 2010-2012 yoğun savaş ile, 2013-2014 ise çözüm süreci adıyla yeniden bir ateşkes ve tartışma ortamıyla geçti. Pratik tarz, yürütülen mücadeleler birbirinden farklıydı ama ara bir süreçti ve çok netleşme olmadı. 2010-2012 arasında yoğun topyekun bir çatışma yaşadık. Bizim hazırlıklarımız taktik düzeydeydi, onları hayata geçirdiğimizde başarılı olduk ama süreç stratejik savaşı gerektiriyordu.
Bu süreçte Tayyip Erdoğan yönetimi de zorlanma yaşadı. Kısa süreli topyekun bir saldırıyla gerillayı ezip etkisiz kılmayı umut ediyorlardı. PKK’nin ve Kürt halkının direnme ve savaşma iradesini yok etmeyi amaçlıyorlardı. Böyle bir saldırıyı yaptılar ve gördüler ki durum öyle değil ve başarılı olamıyorlar. Onun üzerine savaş hazırlığı yapmak için yeni bir oyun ve hile geliştirdiler. 2013-’14’te adına ‘çözüm süreci’ denilen süreç böyle bir hile süreciydi. 2010-2012 dönemindeki askeri durumdan çıkartılan dersler temelinde kendi eksikliklerini görüp onları gidermek için zaman kazanmak istediler. Daha sonraki süreçte yürüttükleri askeri saldırıların hazırlıklarını çok yoğun bir biçimde 2013-2015 arasındaki süreçte yaptılar. Daha sonraki süreçte uygulamaya koydukları ‘Çöktürme Eylem Planı’ adını taşıyan saldırı ve imha projesini o zaman ortaya çıkardılar. Bunu sadece TC yönetimi, Tayyip Erdoğan hükümeti yapmadı, Uluslararası Komplo saldırısı temelinde NATO destekli olarak yapılan saldırılar ve hazırlıklardı. Burada bir düzeye ulaştıktan sonra da süreci sona erdirdiler ve askeri saldırıyı 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren başlattılar.
‘Çözüm Süreci’, karşı tarafın hile ve oyunlarıyla sürdürülürken, Önder Apo’nun değerlendirmeleri, çözüm önerileri kitlelerde, çeşitli demokratik çevrelerde önemli bir umut ve heyecan yarattı. Bu anlamda da önemli bir gelişme sağladık. Yine bu dönemde 19 Temmuz 2012’de Rojava Devrimi oldu. Kurdistan’da yürütülen savaşın önemli bir sonucu Ortadoğu’da Arap Baharı adıyla gelişen sürecin Suriye’deki etkileri ve yarattığı konjonktüre dayalı olarak Rojava Özgürlük Devrimi biçiminde gelişme gösterdi. Önemli bir pratikti, önemli bir gelişmeydi. Kürdistan’ın geneli üzerinde çok olumlu etkide bulundu. Kadınları-gençleri çok etkiledi, moral düzeyini çok arttırdı.
2010-2015 arasında Rojava ve Şengal’deki gelişmelerle, yine 2013-2014’te Bakur’daki kitle gelişimiyle bunun diğer parçalar ve yurt dışındaki Kürtler üzerindeki etkisiyle önemli gelişmeler yaşadık. Fakat Rojava’da, Şengal’de, Başûr’da DAİŞ saldırılarının da geliştiği bir ortamda düşman, ‘bizim üzerimizde askeri hazırlık yapıyorlar’ diye baskı oluşturup hedef şaşırttı. Daha sonra anlaşıldı ki kendisi çok yoğun bir biçimde her tarafta askeri hazırlık yapıyormuş. Süreç bozulmasın kaygısıyla zamanı iyi kullanamadık. Bir rehavet durumu oluştu, somut durumu, düşman yaklaşımlarını, çabalarını doğru anlayamama yaşandı.
Soykırım saldırıları ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelinde sürüyor
Sonrası ise günümüze kadar dokuz yıldır devam ediyor. 24 Temmuz 2015’te ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelindeki topyekun saldırıyla başlayan süreç oluyor. Dokuz yıldır içte MHP ve CHP destekli olarak, dışta ise ABD’nin, NATO’nun, Rusya’nın aslında bütün devletçi sistemin desteğini alma temelinde gerillayı ezmek, Medya Savunma Alanları’nı tasfiye etmek üzere AKP-MHP faşizminin topyekun soykırımcı özel savaş saldırıları gelişti. Bu saldırılar dokuz yıl boyunca hiç eksik olmadı. İçte MHP ve CHP, AKP yönetimine destek verirken dışta KDP Kürt işbirlikçiliği ve ihaneti koruculardan da öte bir temelde AKP’nin faşist saldırılarına destek verdi. Söz konusu iç ve dış desteği alarak her türlü yöntemi ve aracı kullanarak hiçbir hukuk ve ahlak kuralını takmayan AKP-MHP yönetimi saldırı yürüttü. Kobanê ve Şengal direnişinde DAİŞ’in aldığı yenilgilerin acısıyla da saldırılarını içerde olduğu gibi sınır dışına da taşırdılar. 26 Ağustos 2016 tarihinde Cerablus’tan başlayarak Rojava Devrimi’ni tasfiye etme amaçlı Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük işgal saldırıları geliştirildi. Aynı tarihte Ertuş üzerinden Başûrê Kurdistan’a Medya Savunma Alanları’na dönük de işgal saldırılarını geliştirdi. 2020-2021’den itibaren bu işgal saldırılarını Medya Savunma Alanları’nda tüm gücünü seferber etmek üzere çok daha ileri düzeye çıkardı. Heftanin’den Xakurkê’ye kadar birçok alana askeri güç konumlandırdı. Bazı yerlerde; tepelerde, bazı tünellerde üç yıldır kesintisiz savaş sürüyor. Medya Savunma Alanları’nı tasfiye ederek Başûrê Kurdistan’ı işgal etme amaçlı bir saldırıdır.
Diğer yandan Şengal’i darbelemek amaçlı saldırılar yaptı. 2018 Ocak ayından itibaren Efrîn’den işgal saldırıları başlattı. 2019 Ekimi’nde Grê Spî, Serêkaniyê’ye yönelik işgal saldırılarını geliştirdi. 40 kilometre derinliğinde tüm Rojava Kurdistan’ı işgal etmeyi hedefleyen bir saldırı planıyla hareket ediyor. Bunu açıkça da söylüyorlar. Böylece Misak-ı Milli denen sınırları işgal etmek, ele geçirmek istiyor. Misak-ı Milli olarak Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar diye tanımladıkları toprak parçasını ele geçirerek buranın hepsini Türk yurdu ilan etmek, dolayısıyla Zagrosların batısındaki Kurdistan’ı tümden işgal edip buralardaki Kürtlüğü tasfiye etmeyi hedefliyor, eğer başarabilirse çöktürme eylem planı temelinde AKP-MHP faşist diktatörlüğünün hedefi kesinlikle budur.
İmralı direnişi önümüzü aydınlatıyor
Gerillaya ve hareketimize yönelik bu saldırılar, içeride de sürdü. Aynı dönemde İmralı işkencesini, tecridini, baskısını mutlak iletişimsizlik adı altında en ileri düzeye çıkardılar. 39 aydır Önder Apo’dan, oradaki yoldaşlardan hiçbir bilgi alınmış değildir. İmralı sisteminin 25’nci yılında Önder Apo’nun yeniden yargılanması ‘umut hakkı’ denilen bir durumun değerlendirilmesini bu biçimde disiplin cezalarını da bahane ederek engelliyorlar. Bunun için her türlü baskıyı uyguluyorlar.
Diğer yandan demokratik siyaset alanında tutuklamalar oldu. Kazanılan yerel yönetimleri hemen görevden aldılar hapse koydular. Kobanê davası, başka davalar adı altında onlarca yıl ceza verdiler. Demokratik siyaset güçlerini yıldırmak, mücadeleden uzaklaştırmak için her türlü tutuklama, baskı uygulamasını, faşist soykırımcı saldırıyı geliştirdiler. Bunu hala sürdürüyorlar.
Buna karşı dokuz yıldır hareket ve halk olarak, yine dostlarımız ve devrimci demokratik güçler olarak Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde topyekun direniş yürütülüyor. Hazırlıklı olunduğu, süreç anlaşıldığı düzeyde düşman saldırıları boşa çıkartılmaya, başarısız kılınmaya çalışıldı. Bu temelde İmralı direnişi önümüzü aydınlatıyor. Sürecin nasıl bir süreç olduğunu, böyle bir sürece hareket ve halk olarak nasıl karşılık vermemiz gerektiğini bize açık bir biçimde gösteriyor ve öğretiyor.
Yine askeri saldırıların olduğu her alanda direniş var, esas olarak da Medya Savunma Alanlarında gerilla fedailikte zirve yaparak, Apocu fedai ruhu ve çizgiyi en üst düzeyde temsil ederek kahramanca direniyor. İşgal saldırılarına geçit vermiyor. Özellikle Zap, Avaşîn, Metîna hattını faşizme mezar haline getirdi. Heftanin, Xakurkê hatlarında da önemli direnişler yaşandı. Özellikle 2021’den bu yana Avaşîn, Metîna, Zap hattındaki işgal saldırısı karşısında karış karış, tepe tepe, dere dere, tünel tünel büyük bir kahramanlık direnişi sürüyor.
Gerilla, NATO’nun ikinci büyük ordusunu yenilgiye uğrattı
Gerilla, söz konusu saldırı süreci başladığından itibaren gündemine aldığı değişim-dönüşümü, teknik, tarz ve taktik olarak kendini yenilemeyi Zap merkezli olarak pratiğe geçirdi, geçiriyor. Gerçekten de tünel ve hareketli tim savaşı daracık bir alanda sayılı denilebilecek mevzilerde NATO’nun ikinci büyük ordusunu yenilgiye uğrattı, işlemez kıldı. Tüm bu saldırıları göğüsleyen, darbeleyen, düşmanı tıkatan, hareket edemez hale getiren bir sonucu ortaya çıkardı. Demek ki, hazırlık yapılırsa savaş yapılabiliyor. İnsan bütünlüklü yaklaşıp doğru karar verirse ve bu kararında ısrarcı olursa sonuç alabiliyor. Gerillanın yaşadığı değişim-dönüşüm ve direniş bunu gösterdi.
Buradan şu sonuçları çıkartabiliriz: Demek ki ‘önceki dönemlerde yaptıklarımızla ancak bu sonuç çıkardı’ diyemeyiz. Yapılamamışsa buna gerekçeler aramak kesinlikle doğru değildir. Çünkü son dönemde özellikle de Zap, Avaşîn, Metîna hattındaki savaş bunu gösteriyor. Sayılı mevzilerle küçük bir alanda gerillanın belli hazırlığa dayalı direnişi, düşmanın her türlü yasak silahı da kullanarak yürüttüğü saldırıları kırabiliyor, boşa çıkartabiliyor. Bu durum gerillanın vuruş gücünü, direnme gücünü, yenilmezliğini ortaya çıkardı. ‘Gerillanın zamanı geçti’ diyenlerin hepsini yalanladı. Demek ki, koşullara göre gerilla da gerekli değişimi-dönüşümü yapmak kaydıyla başarılı oluyor. Demek ki, kapitalist modernite sisteminin geldiği bu aşamada, yine hiçbir uluslararası kural ve yaptırımın olmadığı, her türlü saldırıyı yapma hakkını kendinde gördüğü bir ortamda da devlet güçlerinin ve ordularının karşısında gerilla doğru anlayış ve tarz geliştirerek kendisini fedai çizgisinde eğiterek, hazırlık yaparak direnebiliyor ve de kazanabiliyor.
Zap, Avaşîn, Metîna savaşının çok daha ayrıntılı ve çok yönlü değerlendirilmesi gerekiyor. Buna hem ihtiyaç var hem de bunu hak ediyor. Doğru anlamak, hissetmek, duymak onu yaşamak, o çizgiyi özümsemek ve her alandaki çalışmaları da uygulamak gereklidir.
İmralı ve gerillanın direnişinin öncülüğünde önemli bir halk direnişimiz vardır. Bakur’da, Rojava’da, diğer parçalarda, yurt dışında kadınlar ve gençlik hareketimiz buna öncülük ediyor, çok yönlü bir direniş ve eylemlilik sürdürülüyor. Bütün bunları 10 Ekim 2023 tarihinden itibaren bütünlüklü bir Küresel Özgürlük Hamlesi haline getirdik, daha planlı ve örgütlü kıldık, bu temelde de sürdürüyoruz. Küresel Özgürlük Hamlesi çeşitli aşamalardan geçti. Kış ve bahar sürecinde hem gerilla direnişiyle hem seçimler ve çeşitli halk eylemleriyle önemli bir düzey kazandı. Bütün cihana yayıldı, küresel bir hamle haline geldi. Dostlarımız Avrupa’dan, İngiltere’den Afrika’dan, Amerika’dan, Asya’dan her alanda değişik düzeylerde hamleye katılıyorlar. Önderlik gerçeği, Önderlik paradigması; Kürt sorunu, Kürt sorununun demokratik çözümü; İmralı sistemi ve ona karşı yürütülen mücadele; Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü konusu; bütün insanlığa, bütün halklara, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere yayılıyor. Hareket küreselleşti, bir dünya hareketi haline geldi. Bu alanda önü açıktır. Evet zorluklar var, engeller çok ama boşluk da çoktur, arayış da fazladır. Mevcut dünyayı küçümsememeliyiz ve çok basit ele almamalıyız. Belki çok aktif ve etkin bir mücadele süreci dünyada yaşanmıyor. 20. yüzyılın ilk çeyreği gibi ya da ortası gibi değildir, güçlü bir özgürlük ve demokrasi potansiyeli var ama bilinçli ve örgütlülük bakımından zayıflıklar yaşanıyor, bu bir gerçektir. Ama potansiyel güçlü, arayış fazladır, boşluk çoktur, çalışan kazanabilir, öyle bir ortam kesinlikle vardır.
Bugünkü dünya durumu, 1970’lerin, 20. yüzyılın son çeyreğinin Kürdistan’ına benzetilebilir. Bir yandan umutsuzluk, yok oluş tehlikesi, diğer yandan umut arayışına hızla sarılma Kürdistan’da yaşandı. Önder Apo’nun, PKK’nin gelişim diyalektiğini iyi biliyoruz. Dünyada da özellikle reel sosyalizmin gelişmesi ve çözülüşünün yarattığı sonuçlar üzerinde bir umutsuzluk, bir kırılma var. Fakat mevcut kapitalist modernite saldırılarıyla aynı Kürt toplumunun yaşadığı soykırım tehlikesi gibi dünyada da insanlık bir toplum kırım tehlikesi yaşıyor. Bundan kurtulmak için gerçekten de arayış var, çaba var, çare bulmaya çalışıyorlar. Başta kadınlar olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen kesimler bir arayış içerisindeler. Bulabildiği oranda da dikkat edilirse bu durum mücadeleye yansıyor, her alanda eylemler gelişiyor. Ulus-devlet faşizminin, kapitalist modernitenin özel savaş saldırıları karşısında çok programlı, planlı, örgütlü değil ama bir toplumsal hareket dünya ölçeğinde vardır.
1 Haziran Atılımı’nın 21’nci yılı
1 Haziran Atılımı’nın 21’nci yılına büyük bir mücadele halinde giriyoruz. AKP-MHP faşizmi topyekun ezme, imha etme, tasfiye etme amacı doğrultusundaki iç ve dış destekli saldırısını sonuca götürmek için Türkiye’nin tüm gücünü ve imkanlarını seferber ederek saldırıyor. Buna İran’ı, Irak’ı ve diğer bazı güçleri de katmaya çalıştı. ABD’den, NATO’dan, Rusya’dan aldıkları desteği attırmaya çalışıyor. Bu çerçevede saldırılarını sürdürüyor. Zaxo’dan Süleymaniye’ye kadar Medya Savunma Alanlarını kuşatarak gerillayı tümden ezme hedefinin olduğunu açıktan duyuruyor. Fakat son süreçlerde görülüyor ki, böyle bir planı hayata geçirmek için gerekli desteği ve gücü bulamamıştır.
Mevcut durumda geçen süreçteki işgal saldırılarını parça parça arttırma, yayma ve işgal yapısını yerleştirmeye, güçlendirmeye çalışıyor. 16 Nisan’dan bu yana özellikle Metîna hattında bunu geliştirmek istedi. Zap’ı, Têpê Cûdî’yi, Têpê Amedîye’yi vuruyor, Tepe Bahar’ı, Xakurkê ve Xinerê hattını tehdit ediyor. Irak ve İran ile ilişki içerisinde bazı planları var, bu planları uygulamak için zaman zaman girişimlerde bulunuyorlar.
En son Rojava’da seçim hazırlığı ilan edilince bölgeyi tehdit ettiler. Saldırılar da yapıyorlar. Daha fazla saldırı yapacağını belirttiler ama hangisini ne kadar yapabilirler çok net değil. Parça parça yapıyorlar, eski işgal konumlarını sürdürüyorlar, daha fazla saldırı için çeşitli arayışları oluyor. Bu saldırıları yapacaklarını belirtiyorlar ama şimdiye kadar o yönlü bir adım atamadılar. Ne durumdadırlar, neyi yaşıyorlar bunu iyi anlamak gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki, kışın gelişen gerilla hamleleri, devrimci operasyonlar AKP-MHP faşizmine ağır darbeler vurdu. Korku ve panik içerisindeler. İkincisi; geçmiş desteği geçecek, büyütecek destek bulma arayışlarında ve çabalarında tam istediklerine ulaşamadıkları görülüyor. Herkesi kendi savaşlarına katmak, kendi askerleri olarak PKK’ye ve Kürtlere karşı savaştırmak istiyorlardı. Ama herkes KDP değil ki böyle bir savaşa katılsın. Onu da sağlayamadılar. Mevcut durumuyla gerilla direnişi de vuruyor ve önünü kapatıyor. Dolayısıyla söylediklerini yapamadılar. Öyle anlaşılıyor ki, daha fazla ve daha yaygın bir askeri saldırıyı Medya Savunma Alanlarında geliştirmekten korkuyorlar.
Küresel Özgürlük Hamlemiz gelişiyor
Rojava’nın seçim ilanı sanki onlar için bir kurtuluş gibi oldu, hemen dört elle sarıldılar ve Rojava’yı tehdit etmeye başladılar. ABD’yi, koalisyonu bu çerçevede tehdit ediyorlar. Sanki Medya Savunma Alanları’na yapacağız dedikleri saldırıyı yapamadılar da bu durumu iç ve dış kamuoyundan gizlemek için hemen Rojava’nın seçim açıklamasına sarıldılar gibi bir hava var. En azından şu anki görüntü öyledir. Yine de her türlü saldırının gelişebileceğini hesap etmeli ve ona göre hazırlıklı olunmalıdır. Bizi beklenti içinde tutarak süreci böyle de götürmeye çalışabilirler. Onu da dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor.
Sonuç olarak şunlar belirtilebilir: Geçen kış sürecinde gerilla Medya Savunma Alanlarında özellikle Zap hattında yapabileceğinin azamisini yaptı. Geçen yıllarda arzulayıp da yapamadıklarımızı bu geçen kış hayata geçirdik. Bunun ne kadar çok etkili olduğunu gördük. Bu büyük bir tecrübe kazandırdı, irade geliştirdi, inisiyatif yarattı, cesaret ve fedakarlık ortaya çıkardı, bu direniş gerillayı, halkı ve toplumu güçlendirdi. Bu çok açıktır. Bu temelde Küresel Özgürlük Hamlemiz gelişiyor, fakat bununla yetinmemeliyiz ve daha da büyütmemiz, geliştirmemiz gereklidir. Bunu askeri, siyasi, kitlesel, ideolojik bütün yönleriyle yapabilmeliyiz. Hamleyi zafere götürecek, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacak düzeye çıkartacak bir eylemliliği her alanda yeni ve yaratıcı yöntemlerle geliştirmeyi bilmeliyiz. Önümüzde böyle bir hedef bulunuyor. Bunu gerçekleştirmekle yükümlüyüz. Bunu yapabilir miyiz, evet bunu yapabiliriz. Gücü ve imkanı iyi değerlendirirsek, tarz, üslup, tempoyu iyi geliştirirsek, planlı ve dikkatli hareket edersek başarabiliriz.
Kıyamet koparılması gereken bir dönemdeyiz
Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı’nın da 40’ncı yıldönümünü yaşarken 1 Haziran Atılımı’nın da 21’nci yılında böyle başarılar ve zaferler kazanan bir mücadeleyi kesinlikle ortaya çıkartabilmeliyiz. Diğeri kabul edilir değildir. Çünkü bir düzeyde tutup öyle yaşatmaya çalışıyorlar, o düzeye alıştırmaya çalışıyorlar. Oysa İmralı’daki durum, mevcut imhacı saldırılar kesinlikle kabul edilemez. Öyle sıradan bir yaklaşım böylesi tarihi bir ortamda olamaz. Olağan üstünün de üstünde bir durumu yaşıyoruz. Öyle bir dönemdeyiz. O halde eylem gücümüzü ve tarzımızı bunun gereklerine göre geliştirmeliyiz. Kıyamet koparılması gereken bir dönemdeyiz. Bunu yapmanın imkanları, koşulları var. Dikkatli ve duyarlı olmak, düşman saldırılarını da gözetmek, onları da boşa çıkartmayı öngörmek lazım. Çok yönlü, çok duyarlı, dikkatli ama etkin hamleci hareket etmemiz gereken bir dönemdeyiz. Herkesin bunu yapması gerekiyor. Bir merkezden ya da bazı yerlerden bunun yapılması değil, bütün ideolojik, siyasi, askeri, kitlesel mücadeleyi her alanda herkes geliştirebilmelidir. Herkes kendisini bundan sorumlu görmelidir.
21’nci 1 Haziran Atılım yılını, tarihi 15 Ağustos Atılımızın 40’ncı yıldönümünü tarihimizin en büyük zafer yılları, zafer anları haline getirmeyi başarmalıyız. Bizim hedefimiz budur, doğrultumuz bu çerçevededir. Önderlik çizgisinin doğru uygulanması, şehitler gerçeğine doğru sahip çıkma da ancak bu temelde olur. Bunu gerçekleştirme gücümüz, imkanımız da vardır. Gerisi bize kalıyor. Doğru anlayacağız, bütünlüklü çalışacağız, yaratıcı olacağız, inisiyatifli, iradeli, hamleci yaklaşacağız ve mutlaka kazanacağız ve başaracağız.
Bu yıldönümünü bu temelde karşılıyoruz. Yeniden 1 Haziran Atılımı’nın 20’nci yıldönümünü kutluyor, özgürlük mücadelesi yürüten tüm güçlere 21’nci yıl mücadelesinde üstün başarılar diliyorum.
Yaşasın 1 Haziran Atılımımız
Bijî Serok Apo!