Sal: 40 / Hejmar: 470 / Sibat 2021
Kadını kazanmak yaşamı kazanmaktırNîsan 2021
Kadını kazanmak yaşamı kazanmaktır Rêber Apo’nun ‘Sosyal Devrim ve Yeni Yaşam’ kitabından derlenmiştir
Kadın boyutundaki inceleme tarzının oldukça yetersiz kaldığını görerek, bazı sorunlara dokunmanın yararlı olacağına inanıyorum. Kürdistan’da ve Türkiye’deki kadın gerçekliği birbirine hayli benziyor. Bütün çabalara rağmen kadın devrim seline ve özgürlük kalkışmasına sınırlı katılım gösteriyor. Bu konuda gelişmeler var. Fakat günlük çabaları geliştiremezsek, düşman özel savaşla kadını boğuntuya getirebilir. Sizin için özgürlük ne anlama geliyor? Özgürlüğe devam edebilecek misiniz? Bunlar bizi daha da düşündürüyor. Tam istediğimiz gibi olmasa da, halkı çizginin etkisi altına soktuk. İstediğimiz gibi yürütmese de, parti öncülüğü görevinin başında olmaktan başka çaresinin olmadığını biliyor. Kadın gerçeğindeki bütün oyunlara ve düşkünlüklere rağmen, yüzyıllardan beri köleleştirilmiş olan kadını özgürlük ufkuna çektik. Kadın şimdi eskiye kıyasla hem nitelik hem de nicelik olarak çözümlenmeye daha yatkındır. Yöntemlerimiz geneldeki özgürlük kalkışmasını geliştiriyor. Bunun yanında muazzam tutuculuklar da görülmekte, hatta provokasyonlar gelişmektedir. Kürdistan gerçeği üzerinde hem gözlem gücü hem de pratik dönüştürme tecrübesi en geniş olan bir kişi olarak bunu yadırgamamakla birlikte, çözüm yalnız benim çabamla olacak gibi de değildir. Bu konuda iyi niyet de yetmiyor.
Bir bireyde cinsi ve toplumu çözümlemek yabana atılır bir yöntem değildir
Devrim; hırs, öfke, yaklaşım keskinliği, yeterli çaba ve alt üst oluşla birlikte, düzene ve bütün bunlara komple karşılık vermeyi ustaca bilmek demektir. Acaba hepsini bir arada ne kadar temsil edebilirsiniz? Tek boyutlu ve tek yönlü niteliklerle devrim güçlendirilemez. Ancak duygu kadar düşünce, teori kadar pratik çok yerinde ve yeterli olduğunda devrimde rol oynanabilir. Yaşam felsefenizi iyi bilemiyorum. Tutku ve ilgi dünyanız, özgürlük düzeyiniz benim için fazla bilinmiyor. Bu doğaldır, tek tek inceleme imkânı yoktur, zaten incelenmez de. Yine de birey çözümlemesine yüksek değer biçmek, özellikle PKK deneyiminde büyük önem taşıyor. Bir bireyde cinsi ve toplumu çözümlemek yabana atılır bir yöntem değildir. Toplumun çözümlenmesi bireyi de anlamaya götürür. Şimdiye kadarki klasikler daha çok toplumsal ve ulusal düzeyleri inceliyor, bireysel düzeyi incelemeyi ise edebiyata bırakıyorlar. Ama biz sadece edebiyatla da yetinemeyiz. Toplumsal çözümlemeyle bireysel çözümleme, siyasal düzeyde bir partinin temel yaklaşım yöntemi olursa, daha fazla sonuç alacağını sanıyorum. PKK’nin böylesine önde gelen bir özelliği var. Hatta PKK bu konuda en ileride bir parti olarak da değerlendirilebilir. Uluslararası çapta da bu böyledir. Dolayısıyla birey çözümlemesini yadırgamamak gerekiyor. Çözümlemelere en çok kadınlar muhtaçtır. Kadınlık olayı en kördüğüm olmuş olaylardan birisidir. Acaba verili yapınızı ne kadar kabul etmeliyiz, bunu ne kadar aşmalıyız? Şüphesiz toplumun şiddetli etkisi altında oluşmuş bir bireysel düğümlenme söz konusudur. Bu şekillenmeye ne kadar güvenebiliriz? Kimin için şekillenme, kimin için yaşam, kimin için kişilik oluşumu gerektiğini anlamadan yaşama devrimci tarzda yer vermek yanılgıları, yetersizlikleri ve hatta yanlışlıkları oldukça içerir. Zaten ortaya çıkan örnekler bunun pek de öyle kolay olmadığını gösteriyor. Sizleri verili ilişkiler içinde bırakmam halinde devrime yararlı olacağınızı sanmıyorum. Hatta tutku, duygu ve düşünce dünyanıza göre sizi biraz özgür bıraksam, yine bunun da fazla sonuç alacağını sanmıyorum. Kendiniz de hayatta fazla etkili olamadığınızı biliyorsunuz. Hatta nefes bile alamıyorsunuz. Kadın kişiliğindeki cesaretsizlik ve çözümsüzlük ileri düzeydedir. Kendilerini yaşayanları değil, başkaları için yaşayanlar kategorisini teşkil ediyorsunuz. Başkalarına göre yapılan bir işle, toplumun -ki bu, erkek egemenlikli bir toplumdur- istemlerine, tutkularına, egemenlik anlayışlarına ve despotizmine göre şekillenmişsiniz. Bunun zıt kutbu şudur: Tepki duyduğunda veya karşı çıktığında, “Evden kaçtı, aşırı baskıdan dolayı sokağa düştü, ipini kopardı” denildiğinde, aşırı kural tanımazlık ortaya çıkıyor. Sanki doğrusu yokmuş gibi, ikisinin arasında hapsolmuş bir dünyanız var. Çoğunuzun davranışına özgürlük ilkesi değil, bu iki ilke yön veriyor. Ne yazık ki, tüm çabalarımıza rağmen bazı kişiliklerin umulanın çok gerisinde kaldıklarını sıkça görüyoruz. Vermek istediğimiz mesajı tam alamıyorlar. Bu konuda objektif ajanlık konumunu çok iyi görmek gerekir. Genelde halkımızın objektif ajanlık durumunu, özelde kadının daha da bu duruma düşürülmesini anlamadan, güçlü çözümlemelere ulaşmak mümkün değildir.
Çözümlenen aslında kördüğüm olmuş bir kader, çözümlenen bizi bağlayan tüm zincirlerdi
Beni bu konuda hemen düşündüren husus, inceleme tarzınızın çok yanlış ve yetersiz olduğudur. Çözümlemeleri inceleme tarzınızı geliştirmeyişiniz yeterli sonuçlara ulaşmamanızın en önemli nedenidir. İddia şudur: Çözümlemeler olmadan, Kürdistan’da yol alınamaz, savaş geliştirilemez, özgürlük elde edilemez. Mahsum Korkmaz Akademisi’nde çözümlenen sadece bazı gerçekler değildi; çözümlenen aslında kördüğüm olmuş bir kaderdi, çözümlenen bizi bağlayan tüm zincirlerdi. Çözümlenen bir avuç Akademi mensubu da değildi; bütün bir tarih ve toplumdu. Çıkışlar da o denli güncel, kapsamlı ve sonuç alıcıydı. Özgür adımlar atmanın sahiplerisiniz. Sizin için özgürlük nedir? Bunu epeyce düşünüp sonuca bağlaması gereken kişilersiniz. En uygunu da, mücadele ortamında bunu biraz düşünebiliyor olmanızdır. En değme film sahnelerinde bile böyle bir platform düzenlenemez. Eğer dikkatli değerlendirirseniz, hem kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi ayaklandırabilir hem de yeniden biçimlendirmek için bunun çok uygun olduğunu kabul edersiniz. Bana yansıdığı kadarıyla en çok takıldığınız nokta, bir cins olarak yaşadığınız gerçeklerden kaynaklanan sorunlar oluyor. Bunu açıkça, net ortaya koyup sizinle tartışabilirim. Bunu bir ilke düzeyine taşırabilirsiniz. Bundan sıkılmanın, bunu salt bir ahlâki sorun olarak ele almanın da hiçbir anlamı yoktur. O ahlâki dediğiniz ilke, aslında feodal ahlâktır. Onun içinde kir, çıkar, mal-mülk olma ve en çok da sizin kaybetmeniz söz konusudur. Olan yine size oluyor. Mevcut ahlâki örtü altında kaybeden, genelde ezilen halklar ve ezilen cinstir. Ömür boyu acısını ve sıkıntısını yaşadıktan sonra aklın başa gelmesi bir işe yaramaz. Sorun bizim kurtuluşçu tarzla yaklaşıp yalnız kendimiz için değil, toplumun ve cinsin kurtuluşuna bir çıkış yaptırmaktır. Cins özgürlüğünün şüphesiz sınıfsallık, toplumsallık ve siyasallıkla bağlantısı çok iyi kurulmaya çalışılmıştır. Kürdistan somutu söz konusu olduğunda, aile ve toplum, aile ve siyaset ilişkisini dünya çapında en iyi ve en güçlü bizim ortaya koyduğumuz kanısındayım. Yine aile içinde kadının konumu çok iyi açımlanmıştır. Kadın denilen olayın ne olduğu ve nasıl yaklaşım içinde tutulduğu oldukça bilimsel konulmuştur. Bu konuda değerli dostumuz İsmail Beşikçi bile, “Apo’nun sosyolojik yönünü de dikkate almak gerekir. Sosyoloji bir bilimdir, bu konudaki katkılarını da görmek gerekir” diyor. Benim böyle bir niyetim olmasa bile, kendisi bunu görüyor. Aslında aile ve toplum, kadın ve aile önemli sosyolojik olaylardır. Fakat Kürdistan somutu söz konusu olduğunda, bu sorunun çok önemli bir siyasal yanı da ortaya çıkıyor. Bunu da ortaya koymak gerekiyor. Dikkat edilirse, aileyi kesinlikle çözmeseydim, özgürlüğe ulaşmak şurada kalsın, belki de on dört yaşına gelmeden aile kavgalarında yok olup gitmiştim. Çocukluğumu örnek olsun diye size hatırlatayım: Önüme dağ gibi dikilen hedefler koyuyorlardı. “Bu çocuk büyüsün de ailemizin şerefi ve onuru için intikam alsın, adam vursun” diye tasarlıyorlardı. Zaman zaman buna girmemek için, büyümek istemiyorum, diyordum. Ben düşmanı nasıl öldüreceğim, gücüm yok, erken ölürüm, diye düşünüyordum. İşte o zaman siyaset yapmaya başladım. Nenem, “Bunun gözü biraz namussuzca bakıyor, aile için savaşmama tehlikesi var” diyordu. Aslında bu, akıllı bir çocuk olduğum biçiminde de yorumlanmalıdır. Eğer ailemin has evladı biçiminde yetişseydim, köyden bir adım dışarı atamazdım. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, bütün Kürt ailelerinde erkekler, özellikle böyle ailenin has çocuğu, has oğlu şeklinde büyütülür. Bu temelde hepsi daha olgunlaşmadan kan davalarında, aile kavgalarında, mal mülk sorunlarında, incir çekirdeğini doldurmayan tavuk ve köpek için kavgalarda tükenip giderler. Ben bu nedenlerle bunlar için ölümüne bir çabaya girmeyeceğime karar verdim. Aileye tepki duydum. Aile ile çekişmem böyle başladı ve daha sonra devam etti. Anam ve babamla, köyle, toplumla, Türk sömürgeciliğiyle, din ve felsefeyle çelişkilerim gittikçe gelişti. Benim bir huyum var: Kendimi aldatmam; yani bir çelişkiyle karşılaştım mı, bunalırcasına onu çözmeye çalışırım. Sonuna kadar üstüne gider ve çözerim. Mutlaka bir sonuç elde edebilirim, derim. Tanrı düşüncesi beni neredeyse öldürecek noktaya getirmişti. Sosyalizme de bu temelde çözüm için yaklaştım. Hem teorik hem de pratik olarak sosyalizm üzerinde halen çok kapsamlı duruyoruz. Cins özgürlüğü için de konumum buydu.
Bütün yaşamda kadın ortaklığı, kadınla ortak yaşam düzeni tutturulmalıdır
Çocukların hepsi çok çaresizdir. Belki siz de çocukları seversiniz veya onlara acırsınız ama bunda çok tutarlı ve ciddi olduğunuza inanmıyorum. Analar da babalar da dahil, bunda samimi olanlar, o çocukların dünyalarını kurtarmak için biraz dürüst olurlar. Çocukların hiçbir şeyleri, hiçbir gelecekleri yoktur ve bunlar Kürt çocuklarıdır. Aileler de çocuklarını çok kötü severler. Ben daha çocukluğumdan beri bundan nefret ettim. O zaman bile bu çocukların geleceklerine ilişkin hiçbir planları ve çareleri olmadığı halde, bu çocuklara niye sarılıyorlar diyordum ve çocuklarına sarılmaları bana timsahın gözyaşları gibi geliyordu. Bu yüzden bu yaklaşımlardan nefret ettim ve sevgi istemedim. Böyle çocuk olacağına hiç olmasın, dedim. Bu konuda bir ilkeye bağlı yaşıyorum. Çocuklar bugün beni çok sever. Nereye gitsem yanımda bir çocuk ordusu vardır. Çocukların dünyası bile beni anlamıştır. Hiç olmazsa kendileri için bir umudun yaratılmış olduğunu görebiliyorlar. Şunun için belirtiyorum; ilgilerim çok yönlüydü. Kadın gerçekliğine de buna benzer ilgilerim vardı. Kadın gerçeğinden çekiniyordum, kadınların dünyalarından ve bu dünyanın boşluğundan korkuyordum. Kadının çaresizliğinden çekiniyordum. Dili yoktu ki bir iki söz söylesin, eli yoktu ki bir el uzatsın! Bunu fark etmek, beni erken yaşta oldukça etkiledi. Ayrıca kadın ilişkilerinde düşmeyi görüyordum. Bir kadınla ilişki kurmanın ağır sorumluluklar getireceğini ve insanı nereye götürebileceğini erkenden gördüm. Yani ilişki kuracağıma hiç kurmasam daha iyi olur diyordum. Bu konuda oldukça ilkeli davrandım. Bu, kadını sevmediğim için değildi; tam tersine, çok küçükken bile iyi arkadaş olunması gerektiği içindi. Bunları kendimi feodal anlayışa hapsetmediğimi anlatmak için belirtiyorum. Bu konuda da eşitçe bir ilkeden yana eğilim içinde olduğumu rahatlıkla ifade edebilirim. Bütün yaşamda kadın ortaklığı, kadınla ortak yaşam düzeni tutturulmalıdır. Çok küçük yaşta bile ister oyunda, ister üretimde, ister okulda olsun, eğilimim bu yönlüydü. Büyüdükçe bunun fazla imkân dahiline giremeyeceğini, kadının erkenden kaybolduğunu, öyle eşit ve özgür bir arkadaşlığın fazla gelişemeyeceğini, ayrıca dayatılanın da bambaşka olduğunu gördüm. Gencin başına bir kadın yığıyorlar, bununla deli olmaktan öteye gidemeyecek bir ilişki biçimi ortaya çıkıyor. Evlilik olayı beni böyle endişelendirmeye başladı. Tabii sadece kendim için endişe duymuyordum; olup biten bütün evlilikler beni endişelendiriyordu. Bu evlilikler beni hem kadınımızı hem erkeğimizi evlilikle kaybediyoruz gibi bir duyguya götürdü.
Evlilik ilişkisinde bir savaşı vermeseydik, PKK, şu andaki gerilla ve serhildan olmazdı
Yaşadığım bir deneyim vardı, bu deneyim bugün halen tartışılıyor. Siz bu tartışmalardan ne tür sonuçlar çıkarıyorsunuz? Gazetelere bakıyorum: Halen “Apo’nun kayınbabası kim? Kırk yıllık MİT ajanıyla ne işi vardı? Filan bayan ile ilişkileri neydi?” şeklinde yazıyorlar. MİT belli ki bu tür tartışmaları geliştirmek istiyor. Bu ilişki ilerde başlı başına çok işlenme özelliğindedir ve işleniyor da. Tabii üzerinde daha çok tartışılacaktır. Ben kendime güveniyorum; bu konuda doğru yaklaştığıma, halk için, tarih için en iyi sonucu çıkardığıma eminim. Bu ilişkiye kesinlikle dürüst yaklaşmıştım. Amaç için eşit ve özgür tavrım çok kesindi fakat ihtiyatlıydım. Acaba sorusu da her zaman aklımın bir köşesindeydi. Bu, sadece o böyle bir aileye mensup olduğu için değil, kadının kaypaklığından dolayıydı. Ne kadar dürüst, bağlı ve içten olabilir, ne kadar birlikte yaşamı temsil edebilir? Bu ilişki beni o kadar yordu ki, bir gün geldi, evden kaçmaya çalıştım. Oysa genelde kadınlar evden atılır ya da kendileri kaçarlar. Erkeklerin evlerini terk edip kaçtığını gördünüz mü? Artık ister objektif, ister subjektif bir ajanlık deyin, bu ilişki 1978’de dayanılmaz bir ilişki durumuna getirildi. Eski arkadaşlarla da o ilişki üzerine sıkça duruyorduk. Halen yaşayan bir arkadaşımız, Kemal Pir arkadaşın yaklaşımlarını bize anlatmıştı. Kemal’in, “O kadın Başkanı yanılttı, aslında bu kadını öldürmek istiyorduk fakat Başkanın bir bildiği varmış” tarzında değerlendirme yaptığını belirtiyordu. Kemal Pir bize çok bağlıydı. Bu arkadaş aslında sadece bu konuda değil, bu bağlılıkla da çok kahramanca bir direnişin sahibidir. Kendisi Kürt de değildi ama yine de en büyük direnişi sergiledi ve bana en çok bağlı olan insandı. Şunu söylemek istiyorum: Büyük bir savaş başladı. Diyebilirim ki, bu savaşı vermeseydik, PKK, şu andaki gerilla ve serhildan olmazdı. Böyle bir ilişki PKK’nin oluşumuna, serhildana ve gerillaya nasıl yol açabilir diyebilirsiniz. Ancak Önderlik çözümlemesini doğru kavrarsanız, bunun böyle olduğunu anlarsınız. Kadın olayında, ister objektif ister subjektif ajanlık olsun, tüm iyi niyetime, duygusallığıma ve özlemlerime dayatılan anlayış, “Eğer benimle sağlıklı bir ilişki istiyorsan, öncelikle benim sınıf ve toplum gerçeğime boyun eğecek ve buna alet olacaksın” veya daha da ötesi, “TC’ye bağlı olacaksın” biçimindeydi. Çok ilkeli davranıyordum. Aslında bunları çok açık söylemiyordu. Tam tersine, çok muğlak, dolaylı ve zehir zemberek bir yüz ifadesiyle, diken diken yaklaşım tarzıyla, kapkara bir çehreyle, her gün değil her an sanki intikam alırcasına yaklaşımlar sergileyerek söylüyordu. Bunu abartmıyorum, olaylar ve ilişkiler düzeyi belgelenmiştir.
Bu devlete kendi tarihinin en büyük yanılgısını ben tattırdım, en büyük darbesini ben indirdim
Bu yalnız kişisel bir olay da değildir. Önderlik çözümlemesi genelle çok yakından bağlantılıdır. Bu nedenledir ki Kemal Pir, böyle bir ilişkinin artık affedilemeyeceğini, bunun bayağı kötü bir dayatma olduğunu söylüyordu. Kaldı ki, muhatabımız da sıkça, “En değme Kürt erkeği olsa mutlaka paniğe kapılır. En azından böyle bir iki gün süren dayatmalar oldu mu ya bıçağını veya silahını çekip vurur ya da kovar. Ama senin sosyalizme bağlılığından ötürü bunu yapmayacağını biliyorum. Senin zamanlama peşinde olduğunu da biliyorum” diyordu. Aslında doğru tespit ediyor. Tabii ben ilişkileri basit ve küçük ele almam. Basit ilişkileri basit çözümlemelere tabi tutmam. Tutsaydım önderlik fonksiyonuna ulaşamazdım. Normal bir erkek olsa, sille tokat kadına girişirdi. Bense güçsüz olduğum için değil, aslında güçlü olduğum için böyle davranıyordum. Eğer o zaman tutkularıma alet olsaydım, bu defa yenilgi kaçınılmaz olurdu. Bazıları buna çözümsüzlük diyorlar. Hala bazı dostlar beni çaresiz ve zavallı gibi görüyor. Fakat aslında böyle söyleyenlerin kendileri bir hiçtir. Hiçbir çözümün ve gelişmenin sahibi değillerdir. Yine gelişmeler benimle başlıyor, benimle yürüyor. Bu çaresizlikten veya çok muhtaç kalmaktan ötürü değildir. Cinsel düşkünlük içinde olmadığım gibi, bu durum benim için de çok ayıp değildi. Endişelerimin içinde yer almakla birlikte, bunlar belirleyici değildi. Benimle birçoğu dalga da geçebilir. Anam bile “Bir kadına söz geçiremiyor” diyecek kadar benimle dalga geçerdi. Ama ben daha çok halkımın ve partinin çıkarlarını esas aldım. Kadının ailesi, 1925’teki Kürt isyanından tutun Dersim İsyanına, 1940’lara kadar Kemalizmle işbirliği yapmış, İnönü’den belge ve mektup almış bir ailedir. Devlete göre iyi bir ailedir ve devlete hizmet ettiği için takdir almıştır. Bunu biliyordum. Fakat bunun muhtemelen devam edeceğine ve devletin işbirlikçisi olarak rolünü sürdüreceğine emindim. O dönemde CHP ilerici geçiniyordu. Elbette devlet ne kadar ilericiyse, CHP de o kadar ilericidir. O zaman bu bayanın bir olasılıkla yurtseverleşebileceğine inanıyordum. Ama kendi işbirlikçi sınıfının temsilcisi olabileceğine de ihtimal veriyordum. Devlet de büyük ihtimalle bu ilişki gerçekliğini biliyordu. Çünkü o zaman bu aile emniyetle bağlantılıydı. Pilot benim konumumu 1977’de, hatta 1976’da biliyor ve bu aileye de gidip geliyordu. Kanımca düşman bu aileye dayanarak beni kontrol edebileceğini tahmin ediyordu. Ben bu kontrole gönüllü mü girdim? Hayır. Uğur Mumcu, “Apo’yu özellikle MİT mi korudu?” diye yazıyor. MİT beni koruyamaz, çünkü devlete günde bir trilyon zarar veriyorum. Bunu burjuva gazeteleri yazıyor. MİT hiç devlete günde bir trilyon zarar veren adamı korur mu? Bu devlete kendi tarihinin en büyük yanılgısını ben tattırdım, en büyük darbesini ben indirdim. Tam on yılı aşkın şiddetli bir savaşı direkt cepheden yürüttük. Bu savaşın etkileri de hala devam ediyor. Bu savaş, özel ilişki bağlamında bir savaşım mıdır? Hayır, bu çok nettir. Siyasal ve açık bir savaştır; duyguda, düşüncede ve örgütlenmede bir savaştır. Kendisi bizzat gerillaya ulaşmanın en büyük engellerinden birisiydi; ona karşı savaştır. Bu savaş görünüşte bir kişiye ama genelde TC’ye karşıdır. Onun en tehlikeli vurucu gücü olan kontrgerillaya, özel savaşa, MİT’e karşı savaştır. İlişkilere hangi siyasal çerçevelerde yaklaştığımı, yine tarihsel temeli nasıl ele aldığımı iyi anlamanızı bunlar için belirtiyorum. Yani sorun cinsel ilişkidir deyip, bir tarafa atılmamalıdır. Çok yüzeysel düşünmemeniz için bunları vurguluyorum.
Kadını geliştirmek kölelikten intikam almaktır
Kürt erkeğinde de, kadınında da cinselliğe düşkünlük çok ileri boyuttadır. Köylü felsefesinde gece gündüz kör bir cinsellik vardır. Görünüşte çok namusludur, namazında niyazındadır, Allah’ıyladır ama bence onun bütün yaşamı çok kör bir cinselliktir. Bu cinsellik, ilkel aşamanın aile düzeyinden bile daha geri bir cinselliktir. Yaşanan budur. Ne acıdır ki, bu ilkelliğe namusluluk yaftası vurulmuştur. Aileye taşırıldığında da, Kürt gerçeği orada bütünüyle cinsellik ilişkisine boğulmuştur. Aslında bütünüyle vatan ve ulusal kimlik gitmiş, her şey burada kaybedilmiştir. Şu anda en büyük darboğaz halen budur. Ne erkek ne de kadın nefes alabiliyor. Bu ancak uzun boylu edebi ve siyasal değerlendirmelerle tam anlatılabilir. Köylülükten sağlam bir adam neden çıkmıyor? Bütün bu çabalara rağmen, güçlü siyasal ve askeri komutan halen neden gelişmiyor? Pêşmerge ailesi için kendini neden kırk defa sattı? Kürt erkeği kendini Avrupa’ya neden bu kadar sattı? Ailesi ve iş için sömürgeciliğe günde kırk kez dileniyor. Sözde namusu olan aileyi, hatta sırf basit yaşamını kurtarmak için bir maaş karşılığında satamayacakları hiçbir şeyleri yoktur. Onur ve namus kaldı mı? Ahlâk bunun neresinde? Fakat sırf bunu kurtarmak için dünyanın cehennemi işkencesine katlanır; dünyanın öbür tarafına, Arabistan çöllerinden İsveç’e kadar gider. Bu, aynı zamanda bir dramdır. Devrimciler sorunlara basmakalıpçı değil, yaratıcı ve kurtuluşa götürecek tarzda yaklaşmasını bilirler. O halde bu sorunlara nasıl yaklaşacaksınız? Hem bireysel olarak bu kadar yaşadığım hem de genel gözlem gücüm olduğu için söylüyorum: Bana göre her şeyden önce yapılması gereken, cinslerin özgürlüğünü sağlayabilmektir. Cinselliği bir aldatma, düşürme, mal-mülk ve aile edinme aracı olmaktan çıkarmak gerekiyor. Hatta cinselliği mutlaka bir alçalma aracı olmaktan çıkarmak gerekir. Çünkü cinsellik, sürekli çok ayıplı bir olay olarak değerlendiriliyor. Cinsler arası ilişki, cinsel ilişki çok ayıp bir şeymiş gibi ele alınıyor. Acaba bu yaklaşımlar doğru mudur? Gerek bilime gerekse özgürlük bilimine göre baktığımızda, burada cinselliğin büyük bir gericilikle, tutuculukla, sınıflı toplumun gelişmesiyle ve mal-mülk düzeniyle bağlantısı, hatta onun çok basit yansıması olduğu ortaya çıkar. Burada insanlığa karşı işlenen en büyük suçun, ahlâk adı altında ahlâksızlığın temeli olduğu ortaya çıkar. Buradaki namusluluğun diğer yüzü namussuzluktur veya kocaya çok bağlılığın diğer yüzü fahişeliktir. İkisi sıkı sıkıya birbiriyle bağlantılıdır. Kürdistan’da bütün bunlar toplumumuzu boğmuş ve düşünce dünyamızı yutmuştur. Yani ulusal özelliklere ve siyasal gerçeklik denilen hiçbir gelişmeye fırsat bırakmamıştır. Bu düşünceyi daha da geliştirebilir, en önemlisi de kendinize uygulayabilirsiniz.
Ortadoğu tarihinde neredeyse ilk defa bu kadar kadının korkusuzca dağların doruklarında silaha sarılışına yol açtık
Ben cins olarak kendimi biraz özgür hissediyorum ve benim en büyük savaşımlarımdan birisi de kendimi özgür durumda tutmamdır. Bununla ne elde ettim? Halk bana özgürce, kadınlar ise biraz daha cesaretlice yaklaşıyor. Ben mi halka “Bijî Apo” deyin diye söyledim? Birdenbire herkes her yerde bunu söyledi. Kadını ben mi kendi yanıma çekiyorum? Dikkat ederseniz, siz kadın yoldaşlarımızda derin bir ilgi gelişiyor ve bu ilgi sayesinde Ortadoğu tarihinde neredeyse ilk defa bu kadar kadının korkusuzca dağların doruklarında silaha sarılışına yol açtık. Eğer ben olmasaydım, adım atabilirler miydi? Bunun kendi yaşantımı düzenlememle kesin bir bağı var. Kişi olarak özgür pozisyondan vazgeçmediğim için, toplum ve kadın özgürlüğe koşuyor. Bunu biraz incelemeyi bileceksiniz. Özgür pozisyon nedir? Kadın neden buna koşuyor? Dikkat edilirse, sevgi olayı gelişiyor. Bunun kaynağına biraz ineceksiniz. Bu sevgi nasıl gelişiyor? Benim ilgilerim var; halk için engin düşünmek, kesinlikle büyük sabır ve inatla çalışmaların başında olmak, siz kadınlar için de hep belli bir yer uğruna savaşım vermek, özgür statü ve özgür ilişki uğruna sınırsız bir savaş vermek durumundayım. Büyük bir çekim gücüyle kadını özgürlüğe çektiğim çok somuttur. Bazı sonuçlara ulaşıldı, bazı gelişmeler ortaya çıktı. Durumumun biraz iş yapan bir durum olduğunu görün. Benim dediğim kesin doğrudur diye hemen bunları kabul edin demiyorum, fakat biraz incelemesini bilin. En azından irtibatı iyi yakalarsanız, özgür konuma ulaşmanın sihirli anahtarlarını ele geçirebilirsiniz. Bu bana göre en değerli anahtardır. Bu, tartışmaya da açıktır. Şu konuda oldukça cesur davranmaya çalışıyorum: Herkes kadın deyip yüklenmiştir. Nazım Hikmet bile, “Karımızdır, soframızda sarı öküzden sonra yeri vardır” diyerek yüklenir. Bir süs bebeği halinde düşünmekten tutun, birçok tasvirlere kadar gider. Yani edebiyatı bol yapılmış, sonuçta ise son derece kötürüm ve ayaklar altında dönüp duran bir tip ortaya çıkmıştır. Kadın onur ve şerefte hep ikinci planda kalmıştır. Sözü fazla dinlenmez, fazla ciddiye alınmaz. Toplumsal ve siyasal karar süreçlerinde yeri yok denecek kadar azdır. Askeri konularda zaten hiç yeri yoktur. Ailede bile yeri, belirtildiği gibi, “sarı öküzden sonra gelir.” Bu statüyü böyle kabul etmek ve buna onur demek, bana göre bir insana yapılabilecek en büyük hakarettir. Bu tip sonuçlara götüren her türlü ilişkiye ve evliliğe, hatta bunun kültürüne karşı çıkmam bundan dolayıdır. Dikkat ederseniz büyük sabırlıyım, ilke adamıyım. Benim gibi başka bir kişinin daha bazı ilkelere sebatla bağlanma gücünü gösterebileceğini sanmıyorum. Beni biraz tanıyan biri, benim için, “Senin adın Bay İlke’dir” diyor. Bir yetkilinin böyle söylediğini duydum. “Bütün yaşamını bir ilkeye göre ayarlayana ilk defa rastlıyoruz” diyorlardı. Kendime kimseyi ucuz bağlamaya da ihtiyacım yoktur. Fakat büyük toplum ülküsü ve buna ulaşmak için büyük yoldaşlık benim yaşamımın kendisidir. Dilsiz Kürt toplumundan, bin defa bitip tükenmiş Kürt kişiliğinden bu kahramanları yarattık. Kahramanlık çizgisine adım adım nasıl gelindiğini değerlendirmek zor değildir. Her şey benimle başlar demiyorum ama böyle bir çabayı da gerçekten iyi anlamak gerekir. Düşmanım da olsanız, bunu doğru değerlendirin. Kaldı ki, Türk Genelkurmayı bile bizi doğru değerlendiriyor. Nefes alamayan ve gölgesinden korkan tiplerden bu durumları yaratmak çok önemlidir, hatta bu her şey demektir, yaşamın kendisidir. Bu yaşamın ilkelerini bilmek gerekir. Aslında sizin kurtuluşunuza ilgi duydum. Herhangi bir erkeğin ilişki düzenini ele alın: Erkek kendini bu işlere böyle vermez, hatta bunları çok saçma bulur. “Partiyi bu bayanlarla nasıl yürütmek istiyor?” diye arkadaşlarımız uzun süredir bizi yadırgıyor. Bu anlayış uzun süredir sırtımda kambur gibiydi. Gerek geliştirdiğim özel ilişkiyi, gerekse daha sonraki tüm ilişkileri, herkes benim açımdan neredeyse bir intihar deneyimi gibi düşünüyor veya en tehlikeli işi yapmışım gibi değerlendiriyordu.
Kadını ve erkeği serbest bıraksaydık ne olurdu?
Kadın yüzünden erkeklerin ve siz kadın yoldaşlarımızın kabul edeceği şey, ilk duygusal yaklaşımı gösterenin malı mülkü olmaktır. Erkek kadının yüzde yüz malı olduğunu söyler, siz kadınlar da “öyle oldum” dersiniz. Benim bunu kolay kabul etmemem bir kötülük müdür? Erkeği ve kadını çözümlemeden, kim neye nasıl rastladıysa, kimi aile kuralına, kimi mal-mülk kuralına, kimi zenginliğine, yetkisine ve gücüne göre yaklaşım içine girer. Bunun ardından gelişen, kadını eve, çoluk çocuğa bağlamadır. Bu, ne kadar ahlâkidir veya ne kadar özgürlüğe hizmet ediyor diye değerlendirmek gerekir. Bu konudaki eleştiriler çok yoğundur ve çözümlemeler de epey ilerletilmiştir. Bunu yapmakla acaba sizi çok mu zorluyoruz veya düzeninizi mi alt üst ediyoruz? Tüm bunlar da olabilir. Ortaya çıkan durumlara baktığımda, duygu dünyalarınızın yıkıldığını anlıyorum ve bu büyük tepkiye yol açıyor. Bazı yansımaları değerlendirdim: Onlara göre ben “korkunç” bir adamım. Müthiş mi, düşünülemez mi veya bu halk kendi Önderini tanıyor mu, Başkanın böyle olduğu biliniyor mu türünden değerlendirmeler de var. Tüm bu cümlelerde hem endişeleniyorum hem de kendimle iftihar ediyorum. Böyle olduğum için kendime bravo diyorum. Tarihten ve köle gerçekliğinden iyi intikam aldım. Kendimi kolay kolay beğenmem ama bu noktalarda biraz köklü sonuç aldım. Kimleri ve hangi duyguları yıktığımız konularında biraz zeki ve içten olacak, kendinize biraz güvenecek ve kendinizi tanıyacaksınız. Yaşadığınız o yaklaşımlar neydi? Kürt kadınını ve toplumunu biliyorsunuz. On, on iki yaşlarındaki çocukları almışlar, yaşlı erkeklere vermişler. Onlar hiçbir zaman sevdiler mi, saygı gördüler mi? Kafaları bu kadar çalışıyor mu? Herhangi bir tercihleri ve sevgi ifadeleri olmuş mudur? Herhangi bir hürmete layık olmuşlar mıdır? Buna hayır diye cevap vermek gerektiğini çok iyi biliyorsunuz. Elleri ve yürekleri boştur; dilleri tutulmuş, gözleri körleştirilmiştir; bağlanmış olarak bir yere oturtmuşlardır. Benim savaşımım buna karşıdır. Belki de, “Herkesin ucuz bir duygu dünyasına, ucuz bir ilişki elde etmeye hakkı var” diyorlar. Hatta, “Sen PKK’yi nasıl bu ortam içinde tutuyorsun? Bu kadar kadın ve erkek evlenmeden nasıl tutuluyor?” diye sorulduğunu iyi biliyorsunuz. Bir arkadaş, “Kadın ve erkek ateşle barut gibidir, sen nasıl bir arada tutuyorsun?” diyordu. O provokatör de, “Biz, kırk sekiz saat içinde sorunu hal ederiz, kimin kiminle evleneceğini kararlaştırırız, sorunu kökten çözeriz” diyordu. Bu konuda bütün provokatörler birbirine söz verdiler; “Partiyi ele geçirirsek, sizi istediğimiz evlerde, istediğiniz ilişkilerde tutarız” dediler. Yüzlerce, hatta binlerce çalışanı bu yolla etkisizleştirdiler. Dikkat edilirse hikâye aynı hikâyedir; ha köydeki adam ilişkiyi böyle ele almış, aile kurmuş, avrat edinmiş, koca olmuş, ha saflarda yapılmış; birbirinden farkı yoktur. Kadını ve erkeği serbest bıraksaydık ne olurdu? Kendi deyişleriyle bir tek kişi Botan’a gitmezdi, gidip Avrupa’da yaşardı. Avrupa’da yaşayan adamı öldürseniz veya kellesini koparsanız, “Gel, devlet olmuşsun, bağımsızlığı elde etmişsin” deseniz, ülkesine getirebilir misiniz? Böylesine zorlu bir savaşa tek bir kişiyi çekebilir misiniz? Üzerinde düşünecek olursak, bunun mümkün olmadığını rahatlıkla görürüz. Her türlü hakarete, neredeyse ilerde katliama bile uğratılacaklar ama kendilerine bu yazgıyı belirlemişler. Kim kime neyi dayatıyor, benim dayatmalarım neydi?
Tutkularınız ve mücadeleye geliş tarzınız sizi gırtlağınıza kadar öfkeli yapmış
Öncelikle kendi gerçeğinizi tanıyın. Bunun için PKK’yi ve giderek PKK’deki sosyalizmi tanıyın. En son olarak da kendinizi cins olarak tanıyın. Bu platformu açık tutmalıyız. Size gösterebileceğimiz en önemli yenilik, kendini özgür değerlendirecek bir platformu açık tutmaktır. Önce kaprisler ve tutkulardan sıyrılmış sağlıklı bir düşünce fırsatını size sunalım. Bundan yola çıkarak birbirinizle tartışmayı geliştirin, birbirinize doğruyu dayatın, kendi kaderlerinizi tartışın. Dolayısıyla kimse kimseye engel teşkil etmesin, özellikle karşılıklı dayatmalar sınırı fazla zorlamasın. Sınırı fazla zorlamak, tutkuyla “Sen benim oldun, ben senin oldum” demek değildir. Birbirinizi körleştirmeyin. Sevgiyle, saygıyla dopdolu olun. Fakat fiziki rahatsızlığa götürebilecek, taciz diyebileceğimiz durumlara hiç kimse yanaşmasın. Bu daha çok sizin için gerekliydi. Çünkü; biraz düşünmeye ve kendinizi toparlamaya ihtiyacınız vardı. Bu bir grup için yapılmıyordu, tarih için yapılıyordu. Tarihin bir dönemine özgürlük çıkışını gerçekleştirmek için yapılıyordu. Tutkularınız ve mücadeleye geliş tarzınız sizi gırtlağınıza kadar öfkeli yapmıştır. Buna karşı dayandım, bunun için bazı yaklaşımları daha da ilerlettim. Bu ne tutkusudur diye sordum. Bu tutkuyu vatanseverliğe, halkı anlamaya, tanımaya ve bağlanmaya dönüştürdüm; PKK ve Önderlik olayını kavratmaya dönüştürdüm. Bu konuları hem yaygınca tartıştık hem de dayatmak istedik. Bu, doğru bir dayatmadır. Çünkü; sizin çıkarınıza her şeyden önce eşit ve özgür tartışma ortamı kadar, tercihte bulunma hakkını ve yetkisini veriyorum. Belki tutkularınızı istediğiniz gibi yaşamayabilirsiniz. Fakat önemli olan bu muydu? Önemli olan kendinizi kurtarmak mıydı? Önemli olan tarihi gerçeği biraz anlamak, genel kurtuluş ilkesine ulaşmak ve bununla kendi bireysel kurtuluşunu geliştirmektir. Sizinle ilişkiler bu çerçevede düzenlenmek istendi. Bu genel belirlemelerden sonra, pratikte neden hala bazı sorunlar yaşanıyor veya neredeyse insanın objektif olarak en değme ajanlık diyebileceği durumlar ortaya çıkıyor? Bunların yaşanması özgürlük ilkesini anlayamamaktan, güdülere sınır getirememekten veya siyasetle bağlantı kurma gücünü gösterememekten dolayıdır. Siyaset bir çizgidir, çizgi giderek örgütlenme ve eylemdir. Onunla bağlantı kurulamadığı için ilkesizce tutkular konuşturulmak isteniyor. Bu konuda biraz engelleme yapıyoruz, doğruyu dayatıyoruz; bu da tepkiyle karşılanıyor, sonuçta entrika ve dedikodu denilen şey ortaya çıkıyor. Bu da olası gelişmeleri zehir ediyor. Burada Yalçın Küçük’ü analım. Bir yazısında, “Öcalan, buldozerle beyinleri -ben buna yürekleri de ekleyebilirim- sürüyor ve gül ekiyor, beyinleri gül bahçelerine çeviriyor” diyor. Aslında bizi inceliyor ve bazı sonuçlara gidiyor. Kürt tarlası gerçekten ancak buldozerle sürülebilir ve bazı tohumlar saçılırsa gül veya farklı bitkiler de yetişebilir. Hali hazırdaki Kürt bahçesinde ne gül ne de ot vardır. Bahçe yakılmıştır, harabedir, bataktır, kokudan ve nefretten geçilmiyor. Biraz yaklaşım gücü olanlar bunu görür. Bazılarınız sevebilirsiniz. Bu konuda kadınları ve kızları biraz ayıplarım. Çok intikamcı değilim ama affedilmez durumları yaşıyorlar. Yine de biz onları affedelim. Ağızları biraz laf yapabilecek duruma geliyorlar, biraz düşünce gücüne kavuşuyorlar, fakat kendilerini komple geliştiremedikleri için çok tehlikeli durumlara giriyorlar. Ne yaptılar ki, ne istiyorlar? Hangi savaşı verdiler de neyi almak istiyorlar? Bizim çabalarımızı nereye kadar anladılar? Bunların Kürt’ü anlama, Kürdistan’da yaşama dertlerinin fazla olduğunu sanmıyorum. Önemli bir nokta aştırılmak isteniyor. Fakat provokatörlerin ve oportünistlerin hemen hepsinde böyle dönemeçlerde can alıcı yerden darbe vurma girişimleri vardır. Yalnız bu konuda değil, çok çeşitli konularda bunun yüzlerce örneğini gördüm. Örneğin; savaş kritik bir aşamada ve biraz doğru yaklaşılırsa, dev gibi bir adım atılacak ama bir kişi ortaya çıkıp öyle bir oportünizmi dayatıyor ki, altın değerinde imkânlar kaybediliyor. Bunların sınıf temeli vardır. Oysa kişiler benimle şahane yol alabilirler.
Dönüşüme kesin ihtiyacınız var
Benim engellerle boğuştuğumu, kendimi aldatmamaya çalıştığımı iyi biliyorsunuz. Kendimi aldatmadım dememin toplumsal boyutu, adalet ölçüsü çok önemlidir. Biz sosyalizmi temsil ediyoruz. Ezen ve ezilen ilişkisine, teori kadar pratikte de güç getirmek çok önemlidir. Hiç kimse bunu hesaba katmıyor, anlamak istemiyor. Çünkü; yüreksizler. Benim yaptığım bunları kabul etmemekti. Büyük bir tutuculuğa karşı başlı başına savaştık. Siz de biz özgürlük için savaşıp yaşadık diyebilirsiniz. Ama bu bizim çabalarımızla ne kadar orantılıdır ne kadar bize bağlısınız? Ufak bir iç sıkıntınız oluyor, bunu hemen tepkiye ve rahatsızlığa dönüştürüyorsunuz. Böylece yüreğinizde bize yer kalmıyor. Hatta benim daha yürekli olmam, daha fazla sevebilmem yadırganıyor. Her kadını oldukça değerli görmek, güçlü bir kişinin gücünün işaretidir. Şunları size açıkça belirttim; mevki ve harem kurmak peşinde değildim ve halen bir hizmetçi konumundayım, size hizmet ediyorum. Kocalarınızdan, sevgililerinizden bu ilgiyi acaba görebilir miydiniz? Biraz vicdan sahibi olalım! Bir sevgiliniz olsa, acaba gelir dertlerinizi böyle dinler, iç dünyanıza bu kadar hitap edebilir ve sorunlarınıza ilgi gösterir miydi? Sarılırdı, sevişirdi ve iki gün sonra leşinizi çıkarırdı. Bu çok açıktır. Ben erkekleri en az sizin kadar tanırım. Tutkularınız, yapınız buna çok açık, zayıflıklar içindesiniz, bunu kullanırlardı, ondan sonra ömür boyu bunalımlı bir yaşam sürüp giderdi. Bu güzel bir şey mi? Acaba çok önemli kaybedişleriniz olmayacak mıydı? Her şeyden önce yiğitliğiniz, kişiliğiniz daha gelişmeden elden gitmiyor muydu? Kaybedilenler hiç yok muydu? Bunları tartışın. Kaldı ki erkek size çok iyi davranabilir de, çok iyi koruyabilir de, çok sevebilir de, mutlu da edebilir ancak bu gerçekten mutluluk olabilir mi? Böyle mutlu aile tabloları çizilir. Acaba gerçekten öyle mi? Öyle olmadığını topluma baktığınızda dehşetle karşılıyor ve görüyorsunuz. Bu ilişkide genç bir kızın esenliği ne kadar korunuyor, saygınlığı ve değer verilişi ne kadar oluyor? En yakın çevrenize bakın, ne kadar değeriniz vardır? Normal insanın düşüncesi temel özgürlük ilkesinden, siyasal çizgiden kopuk olursa, o her türlü patavatsızlığı gösterir. Hele tutku diye güdülerini ayaklandırmayı aklına getirmişse, ondan her türlü bela çıkar. Ve buna da “özgürlük” der; özgürlüğü böyle anlıyorlar. Bu çok ucuz ve kendilerini iflah etmeyecek bir yaklaşımdır. Yine de tercih sizindir. Benim burada bütün yapmak istediğim, bir tercih imkânını, bir beğeni ve seçme kabiliyetini yaratmaktır. Çünkü; benim kendimi sizlere sunmam bir düşkünlük sonucu değildir. Aslında şunu size hissettirmek istiyorum: Önder diye bellediğiniz bir insan bile kadın konusunda sizinle adeta bir sevgili gibi uğraşıp o kadar hizmet etmeli, özgürlüğe o kadar açık bir tablo çizmeli ki, yanılmayasınız. Bir önder bile böyle yaptığına göre, bizim karşımızdaki insan daha nasıl yapmalı diyebilmelisiniz. “Bu Önder egemen ve güçlü oluğu halde bize böyle yaklaşıyor. Sen neden böyle yaklaşım göstermeyeceksin?” diyeceksiniz. Bunu sizde bir istek, giderek bu isteği de bir mücadele haline getirmek gerekir. Bu da özgürlük savaşımınızdır. Bunun oldukça ustaca bir yaklaşım olduğunu biliyorsunuz. Ben artistlik yapıyorum demiyorum ama beni o durumda bırakan kimdir? Böyle yapmazsak, acaba bir milim kadar bir adım attırabilir miyiz? Acaba bu işte sizin gibi özgür yaklaşım sahipleri çıkabilirler mi? Siz, “Aslında buraya kadardır, özgür seçim ihtiyacımız yok, biz beğeneceğimizi beğenmişiz” derseniz, o zaman size şunu sorarım: Devrimciliğinizi neden güçlü yapamadınız, neden buraya geldiniz? Neden yeniksiniz? Doğru dürüst bir çalışmaya neden güç getiremiyorsunuz? Yaşamınıza bakın, bunun böyle olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla eksiksiniz, yanılgı içindesiniz. Dönüşüme kesin ihtiyacınız var. Böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu biliyorsunuz. Sizin böyle bir yaklaşımdan en önemli sonuçları çıkaracağınız açıktır.
Her kadın aslında bir ulusal değerdir
Ortaya şu çıkıyor: Kendinizi neden bu hale getirdiniz? Kendimi neden sizin hizmetinize koydum, bu gerekli miydi? Bu soruları size soruyorum. Devrimci olduğum için, başlangıçta hiç sorun haline getirmeden, sorunlar üzerinde tekrar tekrar durdum. Düşüncede ve davranışta da çok hata vardı. Hiç sormadan size yüklendim. Bazıları bunu dayatma diye anladılar. Sizinle zaman zaman konuştum. Bana göre bugün bir kızımız, bir kadınımız herhangi bir yurt parçasının kendisi olabilir. Aslında bu biraz gerçektir de. Kadın olgusunda toplumsal ve ulusal gerçekliğimiz halen yaşıyor. Erkek ise işbirlikçiliğinden, yabancılaşmasından, düşmana günde kırk defa eğilmesinden dolayı silinmiştir. Bu nedenle ulusal değerleri fazla temsil edemez. Kadın ne kadar geri de olsa -Botanlı kadın dört bin yıl önceki Kürt’ü temsil ediyor- aşırı asimilasyona uğramamıştır. Hemen hemen her kadın aslında bir ulusal değerdir. Dikkatli gözleyen bunu tespit edebilir. Dolayısıyla kadını bir yurt parçası gibi karşılamak gerekir. Elbette, “Biz kokuşmuş, bitmiş, tükenmiş kişileriz. Sen niye böyle şairane düşünüyorsun? Hayallerin neden bu kadar büyük?” diye sorabilirsiniz. Bir yurtsever bile böyle düşünmek zorundadır; bu iyi bir düşünme tarzı, iyi bir hayaldir. Kadını bir yurt parçası gibi düşünmek ve öyle karşılamak büyüklüktür. Buna ne kadar layık olmasanız da, sizi layık hale getirmek gerekir. Kötülük bunun neresinde? Aslında Kürt kadının değeri sarı öküzden sonra gelir. Nasıl ele almışsan, öyle olur. Bunun insani bir yönü var mı? Kadını tarihten, yurttan ve kültürden bu kadar kopuk ele al, ondan sonra da “canımdır, malımdır” diye yüklen ha yüklen; en büyük saygısızlık ve dayatmanın en çirkini işte buradadır. Buna dayalı cinsel ilişkinin, cinsel özgürlüğün kaç paralık değeri vardır? Tutkun uyanmış, sarılmışsın. Bu, kölelik ilkesine, hayvani ilkeye, hatta yabancılığa ve sömürgeciliğe kadar götürür. Burada örgütlenme ve eylem yoktur. İşte köylü anlayışı, gece gündüz kör bir cinsellik olgusu ortadadır. Bu özgürlük müdür, bu namus mudur? Ben çalışmaktan bıkmam. Çocukluğumda arkadaşlık coşkusuyla nasıl hareket ediyordumsa, halen de öyleyim. Fikrimde ve yaşamımda kişileri karılaştırmak veya sahte erkekleştirmek yoktur. Kendi yaşamımda buna yer vermeyeceğim. Bu bana çirkin gelir. Eşlenmek kötü bir şey değildir, ama eşlenme nasıl gelişir? Benim için bu halen büyük bir savaşım sorunudur. Buna giden büyük savaşım, büyük uğraş önemlidir. Sevgiye giden yol bazılarına hemen bir su içme gibi gelir. Oysa bu çok zordur. Bizde sevgiye giden yolu açık tutmak, şiddetli bir savaşımla mümkündür. Kürt çözümlemesini yapıyorum, bunu incelememek günahtır. Ağızları biraz laf yapıyor, onu da çok kötü kullanıyorlar. Korkarım çoğu bütün bu çabaları inkâr eder bir duruma girecek ve bu çabalar boşa gidecektir. Bunu anlamadan gidecekler. Bunun sonucu iyi olmaz. Tarihini ve çabayı inkâr eden ne sosyalist, ne de kurtuluşa giden yolda sağlam bir deneyim sahibi olur. Bunların durumları reel sosyalist ülkelerdekiler gibi olur.
Kadına güvenmek gerekir
İlişkilerde çok zorlanıyorsunuz, kendinize güveniniz çok zayıftır. Cesur olmak gerekir. Bu açıdan da isterseniz kadın çalışmalarını biraz sınırlandırabilirim. Fakat korkarım kendinizi kaybedersiniz. Çünkü; fazla destekçinizin olabileceğini sanmıyorum. Kadın mücadelesinin teoride ve pratikte örgütsel anlamının ne olduğunu biraz anladığıma ve bunu yürütebildiğime inanıyorum. Fakat bu çalışmanın sabote edilmesi durumu var. Bu konuda kendiniz yetmezliğe düşüyorsunuz. Bu da beni düşündürür ve tedbir almaya sevk eder. Dikkat edilirse, bunlar son derece bilimsel yaklaşımlar ve özgürlüğe davetiyedir. Kadına güvenmek gerekir. Sizinle yaşamın daha iyi geliştirilebileceğine hem inanmak hem onun özgün çabası içinde olmak gerekir. Kızların kendilerini zorlamalarına gerek yoktur. Onlardan fazla talepte bulunmayacağız. “Savaşa koşalım, silah alalım, dağa koşalım veya kendimi kanıtlamalıyım” diye zoraki çabalara girmenize de gerek yoktur. Kendinizi bazı tutkular kadar, kölelik zincirlerine bağlı hissetmenize de gerek yoktur. Ben dahil, karşınızda hiçbir kurum ve kişi ne cinsinize, ne de cinselliğinize karşı zorlayıcı bir etken olabilir. Son derece özgür davranabilirsiniz. Bir seçim kabiliyetiniz olmalıdır; güzelliği görebilmeli, hatta onu kendinize mal etmelisiniz. Kadın söz konusu olduğunda, onu yaşamdan kopuk ele alamayız. Kürtlerde ‘jin’ hem yaşam hem de kadın demektir. Bu oldukça doğru bir tanımlandırmadır. Ama bu ne hale getirilmiştir? Bizde yaşam zehir zemberektir, dikendir, yara bere içindedir, adına her türlü namussuzluğa girilen bir beladır. Kadın da bu yaşamın en katalizör olmuş cinsidir ve öyle kullanılıyor. Benim amacım yaşamı yaşanılır hale getirmektir. Bir tablo oluşturmak istedik. Kadından da bazı önderler çıksın dedik. Uzun bir süredir kadın yoldaşlarımızın bazılarıyla bu konuda derinleşmeye çalıştık. Kendimce önemli gelişmeler olabilir diye düşündüm. Bu çalışma özgündü, yaratıcıydı. Bu konuda oldukça önemli gelişmeler sağlandı. İlerde bu çalışmaların daha da büyük etkisi görülür ve zaten görülmüştür. Halkın bütün çıkışlarında bizim çalışmalarımız belirleyici etkide bulunuyor. En büyük şahadetler ve direnmelere giden kadınları biz yarattık. Onlar bu çalışmaların ürünleridir. Bazı hainler de çıktı ama önemli bir kesimi kahramanlar durumuna geldi. Cizre’de ilk şehit düşen Bêrîvan’ı anmalıyım. İlkokulu bitirmiş ve Avrupa’ya aile çocuklarına bakması için gönderilmişti. İçimizde ise özgürlük parçası kesildi. Bu, benimle girilen ilişki süreci içerisinde ortaya çıktı. Önce zavallı bir köleydi, konuşmasını ve gülmesini bilmezdi. Daha sonra kendisine ne kadar değer verildiğini gördü. Böyle özgürlükçü yüzlerce bayan var. Değer vermemiz, onları savaşçı haline getirmemiz kötü mü oldu? Belki kendi tutkularını yaşamadılar fakat halkımızın tarihinde en soylu yerlerini aldılar. Bütün bunlar yanlış değerlendirilmek isteniyor. Halbuki bunlar bir ulusu var eden gelişmelerdir ve kadının da onurudur. Sizler bu temelde gelişiyorsunuz. Bununla yetinmemeliyiz, daha da ilerlemeler olmalıdır. Benim hizmetim yalnız başına yetmez, sizlerin de çabalarınıza hem ihtiyaç vardır hem de bu işin belli başlı faktörü olması gerekenlersiniz. Kürt olayında bu yeri kesinlikle tutmanız büyük önem taşır. Ama halen cesaretsizsiniz, kendinizden fazla emin değilsiniz. İlkeye bağlılık çok aşınıyor, edepli olunamıyor. Sıkılıyorsunuz ve bazen patlama durumuna geliyorsunuz. Bu da olgunlukta zayıf olduğunuzu gösterir. Zayıf kadın olarak kalmakta ısrar etmek, bir kişiye kul köle olmak yararınıza değildir. Seçme ve değerlendirme kabiliyetinizi, ilişki sınırlarınızı geniş tutmak iyidir. Ama ilkeli, terbiyeli ve özgürlüğe aday olmayı bileceksiniz. Sizleri çok candan bir yoldaş gibi değerlendirmemiz yadırgatmamalı, bu durum sizi abartmaya ve şımartmaya götürmemeli, aynı zamanda, niyetler kötü mü, denilmemelidir. Ne siz o kadar gelişmişsiniz ne de yaklaşımlar kötü niyetlidir.
Araştırın, yanılgılardan sıyrılın, yetersizliklerden kurtulun ve ayrıca sevin
Devrimcilik, yaratma sanatıdır. Lenin, “Büyük hayallerimiz olmalı” der fakat bunların bilimsel olması gerektiğini belirtir; “Hayalsiz devrimci olmaz fakat hayaller gerçeklere dayalı olacaktır” diye ekler. Kanımca bizim pratiğimizde buna oldukça bağlı kalındı. Büyük niyet, büyük rüya yerindedir. Yanlışlık ve yetersizlik şuradadır: Kendinizi yaşamın asli bir faktörü olarak henüz değerlendirecek durumda değilsiniz ve sizi buna zorlamamak da gerekir. Bunu hemen bir aile yaşamına gelecek durumda olmadığınız için belirtiyorum. Bu konuda biraz düşünme, biraz davranış özgürlüğünüz olmalıdır. Örneğin; Avrupa’da bile otuz yaşına kadar öyle kolay evlenmiyorlar. Mutlaka öyle yapın demiyorum ama onlar evliliğin özgürlükten çok şey götürdüğünü fark etmişler. Mücadeleyle daha çok kazanmamız gereken şeyler var. Bu dönemde cinsellik mal gibi satış konusu olan bir değer gibi görülmekte; “Vay elimden gitti, her şeyim bitti” diye bitirilecek bir değer olarak anlaşılmaktadır. Cinsellik bir doğallık durumunu ifade eder. Ama egemen toplum, sınıflı toplum bunu tanınmaz hale getirmiştir. Onu özgür düşünceli ve özgür iradeli kişiler cinselliği diledikleri gibi yaşarlarsa, bu ahlâki bir tutum olur. Cinselliğinizi her türlü saldırıya karşı varlığınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız. Bu öyle kaba anlamda bir korunma değildir. Cinsellik, toplumsallık, aile ve siyaset birbirleriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu yaklaşım doğrudur. Cinselliğiniz elinizden giderse, toplumsal düzeyiniz körelirse, siyasallığınız hiç olmazsa, en kötüsünden bir durumu yaşarsınız. Biz bunları komple bir kişilik olarak sizde yaratmak istiyoruz. Bunun için kavrayış gücü göstermelisiniz. Komple bir kişiliğiniz oluşursa, o zaman seçme ve değerlendirme kabiliyetiniz de gelişir. İsterseniz ilişki kurabilirsiniz, isterseniz kurmazsınız; çünkü ilkeli bir kişiliğe sahipsiniz, her türlü gericiliğe karşı savaşım verebilecek durumdasınız. Buna bütün gücüyle destek olan biziz. Ben bile olsam, özgürlük tutumu gereği iradenizi egemen kılın. Fakat araştırın, yanılgılardan sıyrılın, yetersizliklerden kurtulun ve ayrıca sevin. Bunları sağladığınız oranda sevme ve beğenme gücünüz olsun. Bunlar sağlanmazsa adaletsizlik ve haksızlık etmiş olursunuz. Sevilmeyecek olanı sever, sevilmesi gerekeni ise sevmezsiniz, bu adaletsizlik olur, kendinize de haksızlık olur. Size layık olduğu ölçüde sevebilmeli ve sevgiyi de geliştirmelisiniz. Bunu sağlayamasanız sosyalist olamazsınız.
Sosyalizm cinsler arası uçurumun ve eşitsizliğin yıkılmasıdır
Sosyalizm, insanlığın yabancılaşmasının ortadan kalkmasıdır; cinsler arası en özgür ortamın, ifade ve ilişki tarzının ortaya çıkarılmasıdır; bin yıllardır süren cinsler arası uçurumun, eşitsizliğin ve duvarların yıkılmasıdır; yeni, özgür ve eşit ilişkiler temelinde birbirine yaklaşım gösterilmesidir. Bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştım ve yapılan her şey de tartışmaya açıktır. Bazı arkadaşlar bizi halen anlamamışlar. Parti bünyesi bu konuda yoğun bir eksikliği yaşıyor ve arkadaşlarımız ilişki geliştiremiyorlar. Geliştirilen ilişkiler de çok çarpık oluyor. Sevgi olayına doğru ulaşamıyor, provokasyona oldukça malzeme oluyorlar. Çok tehlikeli biçimde objektif ajanlık yapılıyor. Düşman da özel savaşla buna uzanıyor, bizzat özel savaş konusu yapıyor ve kadın-erkek ilişkilerini körüklüyor. Sonuçta, en değme düşman elemanının veremeyeceği zararı bu konuda eğitimsizlikten ve doğru olmayan yaklaşımlardan görüyoruz. Parti bu temelde eğitimle kadrolarını aydınlatmak ve yetkinleştirmek istiyor. Bu da hem ulusal hem sınıfsal hem cinsel hem de cinsler arası düzeyde zaman zaman evrensel ölçüleri de zorlayan bir savaşım verilmesini istiyor. Bu savaşıma ve bunun sonuçlarına cesurca yaklaşalım, ileri adımlar atalım, mevcut yetmezliklerimizi aşalım, hep birlikte özgür iradeyle belirlenmiş ilişki tarzlarına ulaşalım. Bu konuda gerici tarihten, gerici toplum ilişkilerinden intikam alalım. Bilmelisiniz ki, böylesi bir savaşım temelinde şiddetle intikam almaya en çok sizin ihtiyacınız var. Ben onun sadece sıkı bir destekçisi değil, aynı zamanda yol açıcısı ve savaşçısıyım. Öyle tipler var ki, bazıları benim için karalamada bulunur, bazıları da beni yücelten kitaplar yazarlar. Nasıl yazarlarsa yazsınlar, beni anlayabilseler ve düşünebilselerdi çok daha iyi olurdu. Aslında onların gerçekliğinin yaşamla ve özgürlükle bağını kuruyorum. Tam bu noktada inatları tutuyor. İstedikleri de “Bize istediğini yap, biz kolay inanırız” oluyor. Hayır, olmaz. Kürt sevgisi olayı açılacak, zaten açılıyor, eline kalem alan yazıyor. Şimdi de günde bir kitap çıkıyor. Tabii bu konudaki çabalarımı iyi anlamak gerekiyor. Şimdi Türk aydınlarını biraz daha iyi anlıyorum. Özellikle Türk kızları bizden daha fazla etkileniyor. Türk kızlarıyla ilgilenseydim, daha fazla ilerlemeler sağlayabilirdim. Örneğin; Yunan bir kadın benimle röportaj yapmıştı: “Size büyük hayranlık duyuyorlar” diyordu. Avrupa’da da böyledir. Çağdaş koşulları zorlayan özgürlük yaklaşımımız var. Onun için katılım gösteremiyorsunuz. Sizi kendimizle eş düzeyde yürüyebilen yoldaşlar haline getirmek iyi bir şeydir. Bazılarınız sıkılıyor, bazılarınız da halden hale giriyor. Bizimle eşit yürüyebilen yoldaşlar olmaya cesaret edin. Bazılarının özgürlük anlayışı nedir, biliyor musunuz? Izbandut gibi adam buluyorlar, “Kocacığım iyi, hoş, güçlü, kuvvetli bir adamdır" diyorlar. Oysa aslında iflas etmiş bir kişiliktir. Adam canavar gibi bir adamdır. Bizim hanımcık da ona göre tam içi boş biridir; adam şöyle dese şöyle olur, böyle dese böyle olur. “Benim yaşantım, namusum, malım” diyerek parti içine getiriyor; bunu da ahlâk diye satmaya çalışıyor. Benim en akıllıca yaptığım şey, bunu asla ciddiye almamaktır. Sizce akıllılık bu değil mi? Böyle kocalarınız olacağına hiç olmasın. Madem öyle, kendinizi neden alaşağı ediyorsunuz? Bunları kıskandığım için belirtmiyorum. Fakat bana göre erkek yaklaşımı çok çökerticidir ve düşürücü bir yaşam tarzını dayatıyor. Benim bu özelliğim için Fatma, “Kendini erkek yerine koyup beni ezmek istedi” diyordu. Oysa ilişkilerde zorlayıcı olmak istemiyordum. Buna hem de Kemal Pir öfkesiyle öfkeleniyordum. Elini sıcak sudan soğuk suya götürmeyecek kadar hazır yaşayıp, partinin sırtından geçinmekle kendini ne sanıyor? İşbirlikçi, haram yemekle büyümüş. Oysa ben bunu yüzüne vurmak istemiyor, aslında kazanmak da istiyordum. Haramzade demek istemiyordum; aslında bir Kürt kızıdır, belki kazanılabilir diyordum. Benim de bu yönlü zayıflıklarım var; mutlaka en uç noktasından alıp kurtarmak isterim. Bu ise mücadele vermeyi gerektiriyor, yoksa başa bela olur. Dünyada bu tarzda bir mücadeleyi başka birisinin yaşadığını sanmıyorum. Hemen hemen her ilişkide benimseme yönü kadar reddetme yönü de çok güçlüdür.
Sizin için kıyametler kopardık
Kürdistan’da kimse bu kadar zengin kızı bir arada görmedi. Hepsi bu toprakları sevmeyi denemek için mevcut toplumdan kaçtı. Yurtseverlik beni sevmekle başladı. Sizin için kıyametler kopardık. Siz halen bizi anlamaya yanaşamıyorsunuz. Fakat kadın için büyük benimseme gücünüz olmalıdır. Siz, nasıl kazanmak için bir çabaya ihtiyacınız olmadığını söyleyebilirsiniz? Bu toplumda kaç defa yitirilmiş olduğunuzu ve sizi çeken kuvvetlerin ne kadar acımasız olduğunu asla unutmayın. Aslında bunu da anlayamıyorsunuz. Size acıyorum. Çabalarım niçin anlaşılmadı? Sizi birçok kuvvet çekiyor. Sadece emperyalizm, sömürgecilik ve feodalizm değil, sadece aile de değil, hepsi bir bir sizi çekiyor, sizi sizden alıyor. Bu nedenle alabildiğine zayıflık gelişmiş veya tanınmaz hale gelmişsiniz. Üstelik buna da devam ediyorsunuz. Oysa beni özgürlüğün çekim gücü tutuyor. Bu kadar gelişmeyi, Kürt halkını ve kadını tarih sahnesine büyük çekim ve benimseme gücüyle ortaya çıkarıyoruz. Buna bakıp şaşırmayın; çünkü sizi geriye çeken ve kendiniz olmaktan alıkoyan kuvvetler oldukça fazladır. Bir provokatör benim için, “Sen bizi bizden çalmak istiyorsun” diyordu. Hayır, ben TC’nin sizden çaldıklarını geri almak istiyordum. Bunu fark ettiler; “Sen bizim aldıklarımızı tekrar bizden almak istiyorsun” dediler. Bir Kemalist de, “Çocuklarımızı onun elinden kurtarın” diyordu. Gerçekten kim çalmış, kim kimden kurtarılmalı? Bazen doğru ve yürekli olduğunuzu söylüyorsunuz. Size güvenmek de istiyorum. Benim nazarımda kadınlar iyi yoldaşlar olabilirler. Bazıları çok olumsuz çıksalar da, çok güçlü bağlılık sergileyenler de var. Aslında kadını küçük görmemek gerekir. Her bir kadını oldukça değerli görmek, güçlü bir kişinin gücünün işaretidir. Kendi halkından, kendi kadınlarından herkese bir değer biçmek ve gerçekçi bir anlamla yaklaşmak kişinin gücünü gösterir. Doğruları benimsetmek, en temel yurtseverlik görevidir. Ancak bunları anlayacak arkadaşlar yok denecek kadar azdır. Bazıları beni birtakım genellemelerle, hatta suçlamalarla karşılıyorlar. Siz de bunu benimsiyorsunuz. “Ben eksik kadınım, şöyle ezilmesi gereken kadınım” deyip kendinizi buna alet ediyorsunuz. Vatanseverlik mücadelesi kadar mücadele isteyen bir durumun içindesiniz. Kavrayışı yükseltme gereği çok açıktır. Nereden geliyorsunuz? Hangi çekim kuvvetleri, hangi çetin rüzgârlar sizi hangi dereler ve vadilere savurdu? Orada sizi kimler, nasıl boğuyor? Vahşi bir kaplanın elinden avlanmış bir geyik veya bir keklik ya da güvercin örnek verilebilir. Kadınlar için bazen böyle semboller yaratılıyor. Kaçırılmışlar, yaralanmışlar, bazıları da kendilerini kurtarmak istemiştir. Soruna çok boyutlu yaklaşma gereği açıktır. Kendimi düşünüyorum: Ben boyutsuzluğun acısını yaşadım. Tek boyutlu ve çok silik olmanın acısını bilirim. Ancak bunu bir kader olarak görmedim. Çoğunuz bunu kader olarak görüyorsunuz. Halbuki bu neden kader olsun, neden kendimizi boyutlandırmayalım, neden büyütmeyelim? “Sen bir hiçsin” ilkesi kadına nasıl uygulandı? “Sen daha da bir hiçsin” ilkesi temelinde kadının da intikam alışı başladı. Bu da, “Ben hiç değilim, bunu göreceksin” anlamındadır. O zaman yaşamımı izleyin. Beni yoldaş olarak benimsiyorsanız, bu savaşı neden izlemiyorsunuz? Ben sizi bu kadar izliyor, takip ediyor, size yaklaşıyorum. Buna karşılık siz neden bana yaklaşmıyor ve beni izlemiyorsunuz? Yoksa bunu gereksiz mi buluyorsunuz? Benim hikâyem çok anlamlı değil mi? Beni izlemezseniz, yüreksiz ve boyutsuz olursunuz, güçsüz kalırsınız. “Biz yapmacık bir bayancığız, birileri bizi kapar götürür” demekte ne yarar var? Duyguda yüzeyselliği, talepte yetersizliği, iradede zayıflığı, karar gücünde iddiasızlığı yaşayan bu kişiliği ne yapacaksınız? Görkemlilik ve zarafet yoksa, bu yaşamı ne yapacaksınız? Kendinize bakın ve yorumlayın. Yorumlayamazsanız yapmazsanız. Bu da “Sömürgeciler söyler, ben de okurum” demektir. Bunun hiçbir sanat becerisi ve herhangi bir güzellik değeri yoktur. Aslında “Hayvan yetiştirmekten başka bir işe yaramazlar, sanatları eşkıyalıktır” görüşü, düşmana aittir. Biz bunu yıkmak zorundayız. Kadın meclisini ve örgütünü geliştirmek güzel bir olaydır. Kadınları hafife alınacak ve dalga geçilecek nesneler olarak görmekten nefret ediyorum. Ama buna siz yol açıyorsunuz. Hafifliğinizle kendinizi sürekli güvensiz duruma getirme, başka iradelerin sürekli emrinde tutma konumuna getiriyorsunuz. Artık bu aşılsın. Kadın toplantıları, kadın kişilikleri görkemli olsun. Mutlaka bazılarının gölgesi altında olmanızın fazla bir anlamı yoktur. Yoldaşlarımsınız ama hiçbirinizi kendi gölgemde görmek istemiyorum. Sizleri kendi uydum ve sıradan takipçim olarak da görmek istemiyorum. Dengeli ve eşit yürüyenler topluluğu olmalı ama bu topluluk içinde nasıl yer alacağınızı iyi göz önüne getirmelisiniz. Buna biraz cesaret edelim.
Kölelik üzerine yaşam bina edilemez
Ben de yapmacık insanlar değil, yaşamı paylaşan insanlar istiyorum. Bir genç kız psikolojisini çok iyi biliyorsunuz. Sıkılır, “Ay, öyle mi, şöyle mi?” edebiyatını geliştirir. Bunun elle tutulur bir yanı yoktur. Kadın dediğin sanki kendini halden hale, renkten renge sokan biri gibidir. Makyaj da bunun sembolüdür. Kendini kılıktan kılığa, her türlü şekle sokar. Aslında bu, yüzyılların köhne kültürüdür. Sizin için, “İyi hanım kız böyle olur, iyi gelin kız şöyle olur, iyi kadın böyle olur, şöyle kocasına bakar, kaynanasıyla övünür” tarzında çok önceden biçilmiş statüler var. Bu, demode olmuş, başlı başına bir köleliktir. Bunların hepsini inkâr etmemekle birlikte, yeni yaklaşımlar göstermek gerekiyor. İnkâr etmeyin; ne kadınsız ne de erkeksiz yaşam olur. Fakat bu konuda da köleliğimizin ulaştığı derinliği unutamayız. Kölelik üzerine de yaşam bina edilemez. Benim bütün anlatımlarımdan çıkaracağınız sonuç sanırım şu olabilir: Bu insan bu kadar korkunç bir çabayı biraz özgür yaşamak, biraz şerefli olmak için geliştiriyor. Çok iyi hatırlıyorum, adam söz hakkı vermiyordu, ciddiye almıyordu, dalga geçiyordu. Bunlardan çok çektim, sen misin diyerek bir Tanrı kuvveti çıkaracak kadar yüklendim. Arap aleminde çöl hikâyesi de, çölde İslam’ın fışkırması da biraz böyledir. Bazen PKK’nin çıkışıyla İslamiyet’i karşılaştırıyorum; o zaman da “Kendini peygamber sanıyor” diyorlar. Oysa kendimi peygamber sanmama gerek yoktur, çünkü günümüzde bilimle iş yapılıyor. Ama yine de benzerlikler hayli ilginçtir. Çöl kişiliği aslında hiçliği yaratıyor. Muhammed’in çıkışı ise çölden bir volkan gibi patlamadır. Araplarda kız çocukları diri diri gömülüyordu. Birçok kişi Muhammed’i, “Bu kadar eşi var, bu kadar cariyesi var” diye eleştirebilir ama ben bunu da biraz farklı gördüm. Onu da kötü değerlendirdiler. Muhammed’in siyasal amaçlı evlilikleri de vardı ama evlendiği kadınlar kendine göre yücelmiş kadınlardı. Dönemine göre bu yeni bir adımdır ve bu konuya farklı bir gözle bakmak doğru değildir. Muhammed’in zevceleri, eşleri, kızları tarihte nam yapmış kadınlardır. Hz. Fatma, Hz. Ayşe, Hz. Hatice birer semboldürler. Arap aleminde olsun, İslam aleminde olsun, demek ki kadına bir değer verilmiştir. Hz. Muhammed, o döneme göre birçok kadını bu tarzda yakınlaştırmıştır. Dönemimizde üretim ve teknik gibi nedenlerle bu biçim değişikliğine uğrar ama bütünüyle bunu yadsımak gerçekçi değildir. Aynı zamanda tarihsel koşullar içerisindeki büyük devrimsel değerini anlamamak da doğru değildir. Çölün güçsüzlüğünden o gücü ortaya çıkarmasını inceleyin. Bunun PKK ile oldukça benzer yanları vardır. Tarihi biraz inceleseydiniz, ilişkilere çok daha zengin, çok daha yüce bakmayı öğrenirdiniz. Kürt olayında Arabistan çölünden daha çölümsü durumlar yaşanıyor. Kadın belki diri diri gömülmüyor ama ondan daha utanç verici koşullarda tüketiliyor. Bunu anlamadan yaşama yaklaşmayın. Sorunlarınız dağ gibi büyümüştür. Belki beni hayretle karşılıyorsunuz. Bunu yadırgamıyorum. Çünkü; çölden daha kavurucu ortamlardan gelmişsiniz. İlişkisizlik, güçsüzlük, anlayışsızlık, duygusuzluk korkunç boyutlardadır. Durumunuz o dönemin Arabistan çölünün aşiretlerinden ve kabilelerinden daha kötüdür. Geldiğiniz ortamı iyi biliyorum. Sizleri bence diri diri toprağa gömmekten daha kötü durumlara düşüren şeyler var. Sizi o temelde mücadeleye çekiyorum. Kemalizm’e ve Avrupa’ya göre insan hakları gelişmiştir diyebilirsiniz. Ama Avrupa ve Kemalizm, sizin ulusal imhanız demektir. Bunları bana yutturamazsınız. Bizi imha eden emperyalizme, onun her türlü sömürgeciliğine ve işbirlikçiliğine karşı insani olandan bahsedemezsiniz. Birçok arkadaşımız onların kalıplarıyla değerlendirmeler yapıyor. Bunu da oldukça sakıncalı buluyorum. Biz onların kalıplarıyla insan haklarını değerlendiremeyiz. Tutarlı anti-emperyalist olmak, anti-sömürgeci olmak ve yine işbirlikçilerinin fiyakalı yaşamından uzak durmak en doğrusudur. Bunları içten benimserseniz, aynı zamanda erkek egemenliğinin kadına dayattığı şeyleri kavrarsanız, iddianız ve iradeniz güçlü olursa, bizim için değerli yoldaşlarsınız demektir. Sizi bu temelde yeniden kazanmak, kucaklamak ve sevmek iyi bir yaklaşımdır. Bu temelde kazanmakla yeniden sevgi, buluşma, anlayış, yoldaşlaşma, toplumsallaşma, siyasallaşma ve örgütselleşme gelişir. Bu, Kürt’ün veya bir halkın yaşamının devrimle dirilişidir. Ben buna inanıyorum ve bütün gücümle bu davanın emrindeyim. Bu davayı hem yarattım hem de sürüklüyorum. Bu davanın emrine girenler de biraz buna dikkat etmeli ve bunun seçkin yoldaşı olabilmelidir. Bunu bu kadar vurgulamamın objektif ve subjektif nedenleri var. Umarım daha gerçekçi ve derin yaklaşıyorsunuz. Biz olsak da olmasak da, doğru yaklaşımların amansız takipçisi olun. Az şey yapmadığımıza inanıyoruz. Sizlerin kurtuluşu için de az çalışmalar yapılmamıştır. Bizi çok iyi takip edin. Bazı yetersizliklerimiz, bazı yaklaşımlarda aşırılıklar olabilir; ancak bunları fazla büyütmeyin, çünkü öz önemlidir. Öz sizin gurur verici bir tarzda, oldukça eşit ve özgür koşullarda şerefli ve onurlu bir yaşamın sahibi olmanızdır. Bunun emrinde olun. Bunu egemen kılmanın ve bunun için ideolojik, siyasal ve askeri savaşmanın amansız militanı olun. Bu savaşıma engel olan her şeyi yerle bir edin; bu savaşı yücelten ve başarıya götüren her şeye de sağlam bir yoldaş olun. Yaptığımız bu değerlendirmeyi, anılarını yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmemiz gereken şehit kadın yoldaşlarımız olan Mizgîn, Roza ve Bêrîvan’ın anısına yapıyorum. Bunların anılarını sürekli yüceleştirerek ve kesin ulaşmak istedikleri yere ulaştırarak karşılık vereceğiz. Teslim olmamanın büyük şehitlerini ne kadar ansak da azdır.
Aralık 1992 | ||
© 2021 Serxwebûn |