Sal: 40 / Hejmar: 470 / Sibat 2021
Son sözü yine direnenler söylediNîsan 2021
Son sözü yine direnenler söyledi 8 Mart direnişi Newroz’da zirveleşerek Önderlik ile buluştu
Serxwebûn'dan
Dünyamızı etkisi altına alan korona virüs salgını, varlığını sürdürmeye devam ediyor. Hegemon güçlerin ‘çaresini bulduk, kontrol altında’ söylemlerine rağmen salgın insanlığın başat gündemi olmayı sürdürüyor. Kapitalist modernist sistemin bir ürünü olarak ortaya çıkan bu salgının, en fazla da kapitalist merkezleri etkilediği, ABD ve Avrupa’da yayıldığı görülüyor. Her ne kadar hegemonik iktidar güçleri, var olan durumu kendi lehlerine kullanmak isteseler de, salgından en fazla etkilenen güçlerin başında bunların geldiği ve yaşadıkları krizi, sistemi yeniden yapılandırarak aşmak istedikleri anlaşılıyor. Tartışılan ve uygulamaya konulması için gündeme getirilen yeni yaşam kurallarını bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Buna karşılık hiçbir dönemde olmadığı kadar bugün, insanlığın kapitalist modernite sistemini sorguladığı ve arayış içinde olduğu söylenebilir. Liberalizmin kurtuluş olarak sunduğu birey tipinin bireycilikle nasıl bir yok oluşu yaşadığı en fazla da bu dönemde açığa çıktı ve bu durum sorgulanır hale geldi. Kuşkusuz sistem eleştirisi temelinde yürütülen bu tartışma devam ediyor ve giderek alternatife yönelim belirginleşmeye başlıyor.
Önder Apo’nun Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Paradigmasına yönelik dünya çapında oluşan ilgi, Önder Apo’nun fikirlerini öğrenme merakı tam da bu zeminde güçleniyor ve hayat buluyor. Salgın ile birlikte derinleşen sistem krizi, Önder Apo’nun uzun yıllardır yaptığı değerlendirmelerin ne kadar yerinde olduğunu gösterdi ve dikkatin bu yöne kaymasını beraberinde getirdi. Elbette, salgın öncesinde de Önder Apo’nun düşünceleri belli bir kesimi etkiliyor ve referans oluşturuyordu fakat salgın ile birlikte bu ilginin, arayışın büyüdüğü, Önder Apo’nun düşüncelerinin yaşanan sistem krizine çözüm oluşturduğu bugün daha fazla kabul görüyor, etki ediyor. Bu anlamda çokça değerlendirildiği üzere Önder Apo ve PKK her geçen gün daha fazla evrenselleşiyor, tüm insanlığın kurtuluş adresi haline geliyor. Dünyanın dört bir yanından Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne ilişkin gelişen eylem ve etkinlikler bu gerçekliğin dışa vurumu oluyor. Hiç kuşku yok ki, Önder Apo’nun Kürdistan ve Ortadoğu’yu aşarak dünyayı etkileyen bir düşün insanı, siyaset aktörü ve önderlik haline gelmesi, sistemin sahipliğini yapan güçleri korkutuyor.
Kapitalist modernist güçler kendi alternatiflerinin bu topraklarda yeşerdiğini görmekteler
Ortadoğu’da emperyal güçlerin kurduğu yapının çatırdadığı ve bir dağılmayı yaşadığı görülmektedir. Deyim yerindeyse dikiş tutmaz bir hal söz konusudur. Uluslararası hegemon siyasetin ve bölgesel güç olma iddiasındaki yapıların yaşanan krize bir çözüm olmadıkları aşikardır. Buna karşın Önder Apo’nun demokratik toplum, Demokratik Ulus projesine halklar büyük bir sempatiyle yaklaşmakta ve umut olarak görmekteler. Gerek Kürdistan’da gerekse de bölgede böylesi bir gerçekliğin yaşandığı söylenebilir. Şüphesiz, Önder Apo’nun bölgede belirleyici bir rol oynaması, hem bölgesel hem de uluslararası emperyal güçlerin saldırılarını da arttırmaktadır. Bu anlamda ilk saldırılar Önder Apo’ya yönelik olmakta, onu sınırlandırmayı esas almaktadır. Kapitalist modernist güçler kendi alternatiflerinin bu topraklarda yeşerdiğini görmekte ve engellemek için her türlü yola başvurmaktan çekinmemektedir. Fakat Önder Apo öncülüğünde gelişen Özgürlük Hareketi’nin de tüm bu saldırılara rağmen her geçen gün daha fazla büyüdüğü ve etkili olduğu görülmektedir. Kuşkusuz bu bir mücadele sürecidir ve ideolojik, siyasal, sosyal alan başta olmak üzere yaşamın tümünde kıyasıya devam etmektedir.
Türk devleti tarafından 2014 sonbaharında karar altına alınan ve 2015 baharıyla birlikte hayata geçirilen ‘Çöktürme Eylem Planı’nın Önder Apo ve PKK’ye yönelik saldırılarda bir aşama olduğu, ciddi bir bölgesel ve uluslararası destek ile sürdürüldüğü bugün daha fazla görülmekte ve değerlendirme konusu yapılmaktadır. Türk’ün yaşatılmasını Kürt’ün yokluğu üzerinden ifadeye kavuşturan bu plan dahilinde başta Önder Apo olmak üzere Özgürlük Hareketi’ne ve halka dönük tarihte eşine az rastlanır bir saldırı politikasının devreye konulduğu ve mutlak sonuç almanın hedeflendiği biliniyor. Türk devlet aklının yekvücut bir biçimde hareket ettiği bu süreçte, her ne kadar büyük bedeller verilip, zorlanma durumu yaşansa da, Türk devletinin gelişen direnişle tam bir çöküş aşamasına getirildiği saklanamaz bir gerçektir. Kürt’ün yokluğu üzerine kurulan strateji gelinen aşamada devleti yıkımın eşiğine getirmiş, siyasal, sosyal, ekonomik olarak ayakta durmakta zorlanan, kriz içinde krizle boğuşan bir yapı ortaya çıkmıştır.
Kürdistan özgürlük gerillasının Garê Zaferi’yle daha fazla ayyuka çıkan ve artık gizlenemez bir boyuta ulaşan devlet içindeki krizin esasen bir zihniyet krizi olduğuna şüphe yoktur ve ancak yıkılarak aşılması gerekmektedir. Bu anlamda faşist iktidar ile herhangi bir biçimde uzlaşı söz konusu değildir. Dikkat edilirse AKP-MHP faşist iktidarı zorlandıkça, meşruiyet yitimi arttıkça saldırılarını daha da katmerli kılmakta ve bu sayede ayakta durmak istemektedir. Herhangi bir şekilde geri adım atmanın sonlarını getireceğini düşünmekte ve bundan dolayı da elden geldiğince saldırgan politikalara devam etmektedir. AKP-MHP faşist iktidarı psikolojik üstünlüğün devrimci demokratik güçlerde olduğunun farkındadır. Attığı her adımın kendisine olumsuz olarak döndüğünün bilincindedir. Bundan dolayı baskı ve zor ile tekrardan eski siyasal atmosferi yakalamayı hayal etmekte, bu biçimde ayakta durmanın hesaplarını yapmaktadır.
Zayıflayan iktidarın yerine aynı zihniyette farklı güçler geçirmek istiyorlar
AKP-MHP faşist iktidarının gerek içerde gerekse de dışarda, son beş yılda izlediği temel siyasetin Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni bitirme üzerine kurulduğu biliniyor. Faşist iktidarın hem iç kamuoyundan hem de dış hegemon güçlerden PKK’yi bitirme hedefiyle destek aldığı ve tüm yatırımını bu alana yaptığı görülüyor. Fakat nihai sonucun Kürdistan Özgürlük Hareketi lehine olduğuna şüphe yoktur. AKP-MHP faşist iktidarı askeri zor ve baskı ile PKK’yi zayıflatacağını, Kürt halkını teslim alacağını planlamış fakat ne PKK’yi zayıflatmış ne de Kürt halkına geri adım attırmıştır. Gelinen aşamada zorda olan, yıkılmak ile yüz yüze olan AKP-MHP faşist iktidarıdır. Gerillanın Garê Zaferi’yle bozguna uğrayan savaş konsepti kendisiyle birlikte bir tartışma başlatmış ve bu tartışmalar artarak devam etmektedir. Faşist iktidar sadece devrimci demokratik güçler tarafından değil, iktidarın eklentisi konumundaki parti ve yapılar tarafından da eleştiriye tabi tutulmakta ve değişmesi gerektiği ifade edilmektedir. Açık ki, PKK’yi zayıflatmış, özgür Kürt iradesini kırmış bir iktidar bugünkü durumda olmayacaktır. Eğer bugün faşist iktidara her yerden eleştiriler yöneltiliyor, değişmesi gerektiği dile geliyorsa bunun öncelikle PKK öncülüğünde gelişen Kürt halkının direnişi ile bağı vardır. Ki, bu direniş de Önder Apo’nun İmralı’daki direnişini örnek alma temelinde gelişmektedir.
Bu anlamda AKP-MHP faşist iktidarı için yolun sonuna gelindiği değerlendirmesi abartılı değildir. Bu iktidara PKK’yi zayıflatma-bitirme, özgür Kürt iradesini kırma rolü verildi. Fakat gelinen aşamada zayıflayan, bitme noktasına gelen ve iradesi kırılanlar kendileri olduğu için artık var olan pozisyonlarını korumaları mümkün değildir. Bu noktada sistem içi arayışların olduğu, zayıflayan, teşhir olan iktidarın yerine aynı zihniyette farklı güçlerin geçmek istedikleri, geçirilmek istendikleri görülmektedir. Ki, asıl tehlike de bu yönlüdür. Sistemin sahipleri Türkiye’deki iktidarın büyük bir meşruiyet kaybı yaşadığını görmekte ve tedbir almak istemekteler. Kendi politikalarına uygun birilerini hazırlamadıklarından bir süre daha var olan ile ülkeyi yönetme bir tercih olurken, yanı sıra alternatifi yine sistem içinden şekillendirme de diğer bir tercih olmaktadır. Elbette ki, bu noktada devrimci demokratik güçlerin mücadelesi önemli bir rol oynamakta, oynayacaktır da.
Önder Apo tecrit politikasını reddetmiş mücadele çağrısı yapmıştır
AKP-MHP faşist iktidarı gitmemek için her türlü çılgınlığı yapacak durumdadır. Faşist iktidar olası bir yönetim değişikliğinde yargılanmaktan korkmakta ve böyle bir durumla yüz yüze gelmemek için tüm imkanları seferber edip ayakta kalmak istemektedir. Faşist iktidar kendisini yıkımın eşiğine getirenin Önder Apo’nun İmralı’da geliştirdiği direniş ve PKK mücadelesi olduğunu bilmektedir. Bundan dolayı birincil hedefi yine Önder Apo ve PKK’dir. Bilindiği üzere 14 Mart günü Önder Apo’nun sağlık durumu ile ilgili basına düşen haberler oldu. Kürt halkının ani tepkisi sonucu iki gün sonra Bursa başsavcılığından bir açıklama yapıldı ve Önderliğin sağlık durumunun iyi olduğu dile geldi. Şüphesiz bu açıklama kimseyi tatmin etmedi ve eylemler devam etti. Bu haberle de bağlantılı olarak 2021 Newroz’u Önderlik Newroz’u haline geldi. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere Newroz’u mücadele alanı haline getiren halkımız böylece 2021 yılının da nasıl geçeceğini en üst düzeyde belirlemiş oldu. Faşist Türk devleti, Kürt soykırımını sonuca götürme hesapları yaparken bunun karşısında her alanda direnen Kürt halkıyla karşılaşmaktadır. Bugün Rêber Apo’nun İmralı’da sürdürdüğü amansız direniş Özgürlük Hareketimizi de gerillayı da zindanları da halkımızı da demokrasi güçlerini de direnişe çekmekte, Önderlikten aldığımız ruhla direniş her geçen gün boyutlanmakta ve büyümektedir. Çöktürme planı hesabı yapanlar bu direniş karşısında çökeceklerdir.
2021 Newroz’u da göstermiştir ki Kürt halkı Rêber Apo’nun da dediği gibi bir Newroz halkı haline gelmiştir. Varlığını ve özgürlüğünü korumak için hiçbir bedelden çekinmeyeceğini dosta, düşmana gösteren Kürt halkı, birlikte yaşadığı halkları da yanına alarak, onlarla birlikte mücadele ağları örerek hem kapitalist modernitenin tüm toplum dışı dayatmalarına hem de faşist sömürgeci-soykırımcı devlete karşı dağda, şehirde, yaşadığı her yerde direnişi büyütmektedir. Önder Apo etrafında oluşturduğu direniş çemberinin ne kadar güçlü olduğunu Garê’den 8 Mart’a ve Newroz’a kadar tüm direniş alanlarında sergilediği duruşla göstermiştir. Çünkü Önder Apo’nun sağlık ve güvenliğini kendi varlık gerekçesi olarak gören Kürt halkı, Önderliğe ilişkin her türlü yaklaşımın, saldırının karşısında nasıl durduğunu Uluslararası Komplo döneminde dünyada eşi benzeri olmayan direnişiyle göstermiş, bugün de aynı ruh ve kararlılıkla Önderlik etrafında kenetlenmeyi bilmiştir. Newroz direnişi de bu kenetlenişin ete kemiğe bürünmüş hali olmaktadır. Newroz’da ‘Bijî Serok Apo’ sloganını haykıran halk gerçeği, tüm saldırılara, baskılara ve özel savaş dayatmalarına karşı en net duruştur.
2021 Newroz’unun gösterdiği bir başka gerçek de 6 yıldır süregelen ‘Çöktürme Planı’nın sonuçsuz kalması ve uygulayanların çökme noktasına gelmesidir. Her türlü ağır baskı karşısında eğer bugün 8 Mart ve Newroz alanları yüzbinlerle doluyorsa bu planın geçerliliği kalır mı? Bu plan imha konseptini önüne koymuş ve bunun için askeri, siyasi, kültürel ve sosyal her alanda saldırılarını en vahşi düzeyde sürdürürken hala bir halk alanlara bu düzeyde akıyor ve ‘Bijî Serok Apo’ sloganı etrafında kenetleniyorsa çöken kimdir? Newroz işte bu soruların da cevabı olmuş, yeni bir sürecin başlangıcı olan Garê Zaferi’nden aldığı ruhla 2021 yılının nasıl bir mücadele ve eylem yılı olacağını ortaya koymuştur. Eylül ayında ilan edilen ‘Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi de bu bahar hamlesiyle rotasına girmiş, sonuca giden yolda önemli bir mevzi olan 8 Mart ve Newroz ile taçlanmıştır.
Kürt halkı bulunduğu her yerde yaptığı eylemler, gerçekleştirdiği kutlamalarla Önder Apo ile beraber olduğunu, Özgürlük Hareketi ile birlikte yürüdüğünü bir kez daha deklare etti. Kuşkusuz Kürt halkının Newroz’da verdiği mesajı dost, düşman herkes aldı, değerlendirdi, değerlendiriyor. Kürt halkı Newroz ile bir kez daha Önder Apo’ya en üst düzeyde bağlılığını ifade etti, Özgürlük Hareketi’nin izinde yürüdüğünü söylemiş oldu. Ki yapılan değerlendirmelerde hem kitlesellik hem de verilen mesajlar açısından 2021 Newroz’unun tarihi bir rol oynadığı fazlasıyla dile geldi, tartışma konusu oldu. Kürt halkının Newroz’da devletin son beş yılda izlediği siyasete cevap verdiği, direniş ve mücadeleden yana tavır sahibi olduğu bir kez daha görüldü.
Fakat Önderliği sahiplenme Newrozlarına dönüşen kutlamalara, yine dünyanın dört yanında gelişen Önderliğe özgürlük eylemlerine rağmen hala Önder Apo’dan net bir bilgi alınmış değildir. 25 Mart günü kardeşi ile görüşme gerçekleştiren Önder Apo’nun telefonunun kesilmesi, var olan sorulara yenilerini eklemiş, kaygıları arttırmıştır. Asrın Hukuk Bürosu’ndan yapılan açıklamada, Önder Apo’nun görüşmelerin engellenmesini kabul etmediği belirtilmiştir. Yine Önder Apo’nun kardeşi, Önderliğin bu tarz bir görüşmeyi asla kabul etmediğini, bunun hukuki de olmadığını, doğru da olmadığını söylediğini kamuoyuyla paylaşmıştır. Önder Apo yapılanın çok tehlikeli olduğunu, devletin yanlış yaptığını ifade ederek avukatların bizzat adaya gelerek görüşmenin gerçekleşmesini istemiştir. Kuşkusuz, bu değerlendirme Önder Apo’nun var olan tecrit politikasını reddetmesi kadar ondan daha da fazla mücadele çağrısı olmaktadır. Önder Apo tutumuyla direniş çağrısı yapmış, halkımızı mücadeleye davet etmiştir. Görülüyor ki, Türk devleti bir telefon görüşmesinin dahi sağlıklı koşullarda yapılmasını engellemiş, görüşmeye müdahale ederek soykırımcı-sömürgeci tutumunu bir kez daha ortaya koymuştur. Elbette ki, Önder Apo’dan bilgi almak sevindiricidir ve Kürt halkı bu haberle büyük bir sevinç yaşamıştır. Fakat hala belirsizliğin devam ettiği, İmralı’daki durumun net olmadığı anlaşılmaktadır. Önder Apo ile doğrudan görüşme yapılana dek eylemlerin aralıksız süreceği, gelişecek direniş ile İmralı kapılarının açılacağı kesindir. Açık ki önümüzde dönemin temel gündemi Önder Apo’nun durumu olacak; ilk adım olarak onun talep ettiği temelde avukat görüşmesini sağlamak, ardından İmralı tecridini kırarak Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlamak olacaktır. Önder Apo son telefon görüşmesindeki tutumuyla direnişi yükseltme çağrısında bulunmuş, imralı işkence sisteminin parçalanması gerektiğini ifade etmiştir. Önümüzdeki dönem, bu çağrıya cevap temelinde gelişecek mücadele ile şekil kazanacaktır.
Asıl hedef HDP fikriyatıdır
AKP-MHP faşist iktidarı Hareketimizin yürüttüğü ‘Özgürlük Hamlesi’ karşısındaki zorlanmasını aşmak, Önderliğe özgürlük talebini gündemden düşürmek ve yaşadığı siyasal krizi ötelemek için HDP’ye kapatma davası açtırmıştır. Kuşkusuz milyonlarca yurttaşın desteğini alan, Kürt halkının ve Türkiye’de demokrasi talep eden tüm kesimlerin legal demokratik alandaki temsilini yapan HDP’yi siyaseten kapatmak mümkün değildir, faşist iktidar da bunu bilmektedir. Fakat böylesi bir girişimde bulunarak, hem HDP’yi savunmaya çekip zayıflatmak, yapabilirse aktif siyasetten almak istemekte hem de HDP’ye yönelik bu saldırgan yaklaşımından sonuç alabilirse kendisine muhalif cephede bulunan diğer partilere yönelmek istemektedir. Şüphesiz, eğer başarılabilirse HDP’nin kapatılması hedeftir fakat yönelimin sadece bu amaçla olmadığını da görmek gerekir. Bilindiği üzere HDP bir Önderlik projesi olarak gündeme geldi ve Türkiye siyasetinde belli bir etki de yarattı. 7 Haziran 2015 seçimlerinden başarıyla çıkan HDP’ye iktidarın yönelerek belli bir sınırda tutma girişimleri bilinmektedir. Son birkaç yıldır bu çerçevede bir saldırı ile yüz yüze kalmasına rağmen HDP’nin sınırlandırılamadığı hatta giderek daha fazla insanın etrafında bir araya geldiği siyasal merkez haline geldiği görülmektedir. Faşist iktidar kendisine alternatif olarak gelişen siyasetin esas olarak HDP’de şekillendiğini görmekte ve engel olmak istemektedir. Şüphesiz mesele sadece belli kişilerin siyaset dışına çıkarılması, siyaset yasağı değildir. Asıl hedef HDP fikriyatıdır. Bugün bu düşüncenin temsilini HDP yaptığı için hedef olmakta yarın başka bir parti benzer bir politik çizgide siyaset izlerse bu defa o hedef olacaktır. Anlaşılıyor ki, HDP yönetimi de bu saldırıların ne amaçla yapıldığını görmekte ve her koşulda direniş tutumu içinde olmaktadır. Ki sonuçta belirleyici olan da bu direniş tutumu olacaktır.
Kadınlara yönelik saldırılara hız verilmiştir
AKP-MHP faşist iktidarının hedefindeki bir diğer toplumsal kesim kadınlar olmaktadır. Dikkat edilirse Önder Apo’ya yönelik sağlık gündemi, Newroz, HDP’ye yönelik kapatma davası ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması aynı zaman diliminde gerçekleşti. Faşist iktidar kendisine tehdit olarak gördüğü kesimleri hedefleyip tasfiye etmeye çalışmakta fakat her seferinde de direnişe çarpıp durmaktadır. Kürdistan özgürlük gerillasının Garê Zaferi’nden halkın büyük bir moral aldığını, direnerek sonuç alma bilincinin geliştiğini gören AKP-MHP faşist iktidarının Newrozları yasaklamayı göze alamadığı görülmektedir. Herhangi bir yasaklama durumunda toplumsal bir patlamadan çekinildiği için genelde Newroz kutlamalarına sessiz kalınmış, izlenmekle yetinilmiştir. Bu noktada bir kez daha sözü direnenler söylemiş, 8 Mart’ta zirveye çıkan kadın direnişi Newroz’da genelleşerek faşist rejimin yüzüne inen bir tokada dönüşmüştür. Fakat diğer yandan HDP’ye dönük saldırılara benzer bir biçimde kadınlara yönelik saldırılara hız verilmiştir.
AKP-MHP faşist iktidarı nasıl ki HDP şahsında 3. Yol siyasetinden korkuyorsa benzer bir biçimde toplumun yarısından fazlası olan kadınlardan ve daha da somut olarak örgütlü kadın mücadelesinden korkmaktadır. Bu nedenle kadını koruyan, irade kılan her türlü girişimin, oluşumun karşısında durmakta ve engel olmaya çalışmaktadır. Hatırlanırsa bu iktidarın geri adım attığı ilk konulardan biri İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili olmuştur. Geçmiş süreçte bu sözleşmenin iptali gündeme gelmiş fakat kadınların örgütlü mücadelesi karşısında geri adım atılmıştı. Görülüyor ki, şimdi geçmişte atılamayan adım atılarak, kadın özgürlük mücadelesi zayıflatılmaya çalışılmakta, iktidar karşısındaki önemli bir muhalif odak tasfiye edilmek istenmektedir. Kuşkusuz iktidarın bu planına karşı Özgür Kadın Hareketi öncülüğünde daha ilk günden başlayan eylemler giderek daha yaygın bir biçimde sürmekte ve sonuç almaya doğru gitmektedir.
Tüm bu saldırılar gösteriyor ki; faşist iktidar karşısında tek tek mücadele odaklarının bir demokrasi cephesinde bir araya gelmesi ve mücadeleyi ortaklaştırması zorunludur. Elbette her bir odağın, yapının, kesimin ayrı, özgün gündemleri olacaktır fakat hepsinin de faşist iktidardan kurtulma, aşma sorunları vardır ve ancak birleşerek bunun başarılacağı da görülmektedir. Faşist iktidar, sözün gerçek manasıyla en zor dönemini yaşamaktadır. Ne yapsa inandırıcı olamamakta, sözünü dinletememektedir. Bundandır ki, kendisini güçlü-ayakta gösterme adına en olmaz denileni yapmakta, en pervasız saldırılara girişmektedir. Fakat gerçekliğin böyle olmadığı pratikleriyle ortadadır. Dikkat edilirse, Garê sonrası Soylu ve Akar görünmez olmuştur. Artık eskisi gibi üst perdeden yapılan konuşmalara pek kimse itibar etmemekte, ciddiye dahi almamaktadır.
Türkiye’nin hem ABD hem de Rusya ile denge siyasetinde yolun sonuna yaklaşılmaktadır
AKP-MHP faşist iktidarı içerde bu durumları yaşar, zorlanırken dışarda farklı bir durumda değildir. Doğu Akdeniz ile başlayan geri dönüş yolculuğunun peyderpey diğer yerlere yansıyacağı görülmektedir. BM ve ABD’nin ‘Libya’dan yabancı askerlerin çekilmesi’ açıklamasını; AB’nin ‘Türkiye’nin Suriye’de işgalci olduğu’ değerlendirmesini bu kapsamda ele almak gerekir. Dikkat edilirse, Türkiye ısrarlı bir biçimde ABD-AB ile ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Trump döneminde yaşanan boşluklardan faydalanan faşist iktidarın ABD ile AB’nin birlikte hareket edeceğini varsayarak böylesi girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Son yapılan ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere dışişleri bakanlarının ortak toplantısı, önümüzdeki dönemde özellikle stratejik konularda bu güçlerin birlikte hareket edeceğine dair güçlü işaretler vermektedir. Türkiye’nin geçen dönemdeki gibi boşluklardan faydalanıp rol kapması pek olası değildir. ABD-AB, Türkiye’nin radikal İslamcı çetelere dayanarak gerek bölgede gerekse de dünyada etkili olmaya çalıştığını görmekte ve bu durumu engellemek istemektedirler. Türkiye’nin denetimindeki çetelere karşı son dönemlerde yapılan açıklamalar (Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî bağlamında) bunun yansıması olmaktadır. Türkiye’nin içine girilen yeni dönemde eskisi gibi işgalci politikalarına destek görmeyeceği, tersine işgal ettiği yerlerden çıkarılması için güçlü bir zeminin açığa çıktığını söyleyebiliriz.
İdlib ve Fırat’ın batısındaki alanlarda Rejimin-Rusya’nın saldırıları Türk devletinin giderek bir tercih ile karşı karşıya geleceğini göstermektedir. Kuşkusuz soğuk savaş dönemindeki gibi kutupların olmadığı değerlendiriliyor ki, o koşullarda değiliz. Fakat ABD’nin S-400’lerle ilgili açıklaması da gösteriyor ki, Türkiye’nin hem ABD hem de Rusya ile denge siyasetinde yolun sonuna yaklaşılmaktadır. Belli ki Türkiye yönetimi, iki güç arasında gidip gelmeyi, bu süreci uzatmayı tercih edip, bir süre daha krizi ertelemek isteyecektir fakat her bir hegemon gücün stratejik hesaplarının buna fazla izin vermeyeceği de görülmektedir.
Rojavayê Kurdistan-Suriye’de önümüzdeki dönemde de yer yer çatışmaların yaşanacağını fakat belirleyici olanın toplumsal inşa çalışmaları olduğunu bilmek gerekmektedir. Elbette hem TC hem de Rejim ve destekçileri üzerinden Özerk Yönetim iradesini kırmaya yönelik saldırılar devam edecektir fakat örgütlü bir demokratik toplum mücadelesinin yeni dönemi şekillendireceğine kuşku yoktur.
Bununla birlikte işgal altındaki yerlere ilişkin mücadelenin boyutlanarak gelişeceği bir sürece girilmektedir. Özerk Yönetim temsilcilerinin de vurguladığı üzere, eğer geç kalınırsa Türk devletinin işgal ettiği yerlerde kalıcı olmaya çalışacağı anlaşılmaktadır. Tarihsel olarak da böyle bir geçmişe sahip olunduğu bilinmektedir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde işgal altındaki toprakların özgürleştirilmesi mücadelesinin hız kazanacağı görülmektedir.
Bilindiği üzere, PYNK ile ENKS arasındaki görüşmeler durmuş ve tekrardan başlayacağı dile gelmişti. Fakat bu ara süreçte Türkiye destekli çetelerin lideri Başûrê Kurdistan’a geldi ve KDP tarafından en üst düzeyde ağırlandı. Bu ziyaret dahi ENKS ve arkasındaki zihniyetin bu görüşmelere nasıl yaklaştığını anlamak açısından önemlidir. ENKS Rojava topraklarını işgal eden Türk devleti ile ilişkilerini sonlandıracak mıdır, sonlandırmayacak mıdır? Türk devletiyle bu düzeyde ilişki içindeki bir ENKS ile yapılacak görüşmelerin bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Anlaşılıyor ki, görüşmelerin ilerleyip ilerlememesi ENKS’nin Kürt halkı karşısında suç pozisyonunda olan güçlerle ilişkilerini kesmesi ve Kürt halkının hassasiyetlerini gözetmesine bağlı olacaktır.
Rojava Devrimi’nin enternasyonal karakteri, anti-kapitalist karakteri tartışmasızdır. Fakat yer yer devrimi görmeyip fazlasıyla dış güçlere bel bağlayan, her şeyi onlarla ifadelendiren yorumlar olmaktadır ki, bunun da gerçekliğe denk düşmediği görülmek durumundadır. Yine devrimde belirleyici bir rol oynayan güçleri görmezden gelen tutumların en fazla da toplumda rahatsızlık yarattığı, tepkilere neden olduğu ve aşılması gerektiği görülmektedir.
Başûr halkı Garê Zaferi’ni Qendîl’de kutlamıştır
Garê’ye dönük işgal saldırısının yenilgi ile sonuçlanması nasıl ki Türkiye’de ciddi siyasal tartışmalara, çalkantılara yol açmışsa Başûrê Kurdistan’da da benzer tartışmalara yol açmış, değerlendirmelere tabi tutulmuştur. İşgal girişimi öncesi sürekli ‘PKK’nin buralarda ne işi var’ diyen KDP yöneticileri gerilla zaferi ardından sessizliğe gömülmüşlerdir. Başûr halkı Garê Zaferi’nden büyük bir güç ve moral almış, bunu her fırsatta dile getirmekten çekinmemektedir. Dikkat edilirse, Qendîl Newroz’u oldukça kitlesel geçmiştir. Bu yıl Bakur, Rojava ve Rojhilatê Kurdistan’dan koşullardan kaynaklı çok çok sınırlı bir geliş olmasına rağmen Newroz’a katılım güçlü olmuş, Başûr halkı bir nevi Garê Zaferi’ni Qendîl’de kutlamıştır. Şüphesiz, bu oldukça anlamlı ve önemlidir. Başûrê Kurdistan halkı Newroz’da açığa çıkardığı iradeyle bir kez daha Kürdistan özgürlük gerillasının yanında olduğunu, kurtuluşu Özgürlük Hareketi’nde ve Önder Apo’da gördüğünü söylemiştir.
Başûr’da verili partilerin ne bir iddiası kalmıştır ne de halkın bunlardan bir beklentisi vardır. Halk Özgürlük Hareketi’ne büyük bir sempati ile bakmakta, yüzünü buraya dönmektedir. Bu noktada legal siyaset zemininin zayıf kaldığı, bu potansiyeli değerlendiremediği daha fazla anlaşılmaktadır. Garê Zaferi’nden Başûr’daki hemen herkes moral alıp, heyecan duyarken bunun siyaseti yapılamamakta, toplum yine var olanlara mecbur bırakılmaktadır.
KDP-Türkiye ilişkilerinin bölge yönetimi ile Irak arasında ciddi bir krize yol açtığı bilinmektedir. Aylar geçmesine rağmen hala Irak bütçesi onaylanmamıştır. Bu durumun bölge insanına doğrudan yansıdığı ve öfke biriktirdiği aşikardır. KDP’nin toplumsal önderler olarak değerlendirilebilecek gazeteciler, sivil toplum aktivistlerini tutuklaması toplumda ciddi bir rahatsızlık açığa çıkarmasına rağmen bu gündemi süreklileştirme, KDP karşısındaki tepkiyi görünür kılma sorunları devam etmektedir. Görülüyor ki, KDP de tıpkı AKP gibi meşruiyet sorunu derinleştikçe saldırılarını artırmakta ve toplumu sindirerek ayakta kalmaya çalışmaktadır. Fakat toplumun da patlamanın eşiğine geldiği görülmektedir.
Irak’ta seçim gündemine rağmen siyasal kriz derinleşerek devam etmektedir. Öyle ki parlamentonun feshi tartışmaları dahi yapılmaktadır. Kazımi yönetiminin dış telkinlerle Şengal’e yönelik saldırıları sürmektedir. Şengal’de bir Êzidî-Şii geriliminin yaratılmak istendiği, merkezi Irak hükümetinin de bu politikaya objektif olarak katkı sunduğu görülmektedir. Şengal Özerk Yönetimi’nin yaptığı açıklamalar, 9 Ekim’de imzalanan ‘anlaşmanın’ uygulanması için girişimlerin sürdüğünü fakat Êzidxan halkının da direnişte kararlı olduğunu göstermektedir. Êzidî halkı DAİŞ saldırılarına karşı PKK öncülüğünde geliştirdiği direniş ile özsavunmasını, öz yönetimini inşa etmiş ve bugün de kendisini yönetmek istemektedir. Belli ki, 9 Ekim Komplosu’nu organize edenler Şengal’de sonuç almak, Êzidî halkını tekrardan teslim almak niyetindeler fakat artık Êzidî halkının geri adım atmayacağı, 9 Ekim’den bu yana gelişen direnişle sabittir. Açık ki, saldırılar ne boyutta olursa olsun Êzidî halkı özsavunma güçleriyle direnecek ve özerk Şengali kalıcı kılacaktır.
“Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesiyle psikolojik üstünlük ele geçirilmiştir
İran’ın içerde yaşadığı zorlanmanın bir benzerini dışarda da yaşadığı görülmektedir. Suriye özelinde Türkiye-Katar-Rusya’nın bir araya gelmesini İran karşıtlığı biçiminde yorumlayanlar çoktur ki, bu birlikteliğin İran karşıtı bir rol oynayacağı bellidir. Irak’ta ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyonun güç artırımına gitmesi, İran’ı daha fazla zorlayacaktır. Şengal’de hayata geçirilmek istenen planın bir ayağında da İran olduğu, İran’ı sınırlama amacı olduğu bilinmektedir. Her ne kadar İran yeni ABD yönetiminin özellikle nükleer enerji ile ilgili politikasından faydalanıp bir nefes almak istese de gelişmelerin pek de bu istikamette seyretmediği görülmektedir. İran etrafındaki kuşatma sürmekte, İran’ı sınırlama siyaseti daha da genelleşerek devam etmektedir. Kuşkusuz bu zeminde Rojhilat özgürlük güçlerinin mücadele imkanları artmaktadır. İran her ne kadar kendisini güçlü göstermeye çalışsa da gerçekliğin böyle olmadığını halklar bilmektedir. Bilindiği üzere şimdi gündemde yapılacak seçimler var ve rejimin temel gündemlerinden biri insanları bir biçimde sandık başına götürmektir. Çünkü seçimlere katılım oranı ciddi bir meşruiyet tartışmasına neden olmaktadır. Bu gerçeklik dahi, İran’daki halkın rejimden bir beklentisinin kalmadığını göstermekte, devrimci demokratik güçlerin mücadele zeminini güçlendirmektedir.
Sonuç olarak; Hareketimizin başlattığı “Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi Garê Zaferi ile yeni bir düzey kazanmış, 8 Mart ve Newroz kutlamalarıyla da halkın tümünü kapsayan bir noktaya erişmiştir. Kürt halkı bugün tekrardan bir ayağa kalkışı yaşıyor, başta Bakur olmak üzere dört parça Kürdistan’da bir direniş kararlılığı içindeyse, kuşkusuz bunun başlatılan hamle ile doğrudan bağı vardır. Merkezine Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü alan “Özgürlüğü Sağlama Zamanı” Hamlesi gerilla ve halkın ortak direnişiyle yeni bir boyuta evrilmiş, psikolojik üstünlük ele geçirilmiştir. Artık savunmada olan Kürt halkının düşmanlarıdır. Kürt halkının ve dostlarının her zamankinden daha fazla gündemi Önderliktir. Önder Apo ile sağlıklı bir görüşme yapılana kadar Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlüğü çerçevesinde bir eylemsellik kesintisiz olmalıdır. Görülüyor ki, Önder Apo’dan haber alma ve fiziki özgürlüğünü isteme temelindeki eylemsellik sonuç alana kadar kararlılıkla yürütülmelidir. | ||
© 2021 Serxwebûn |