Sal: 40 / Hejmar: 470 / Sibat 2021
Garê direnişi sadece Kürtlerin değil tüm Ortadoğu halklarının zaferi olmuşturSibat 2021
Cemil Bayık 2020 yılı insanlık tarihi açısından çarpıcı bir yıl olarak geçti. Bir taraftan kapitalist modernitenin insanlığın başına bela ettiği Koronavirüs, diğer taraftan kapitalist modernitenin merkezi haline gelen ABD’nin yaşadığı sorunlar, bunun sistem içindeki yansımaları, diğer taraftan başta kadınlar olmak üzere sistem karşıtı güçlerin kapitalist moderniteye karşı mücadelesi, 2020 yılını daha sonraki yılları etkileyecek önemli bir yıl haline getirmiştir. Kapitalist modernitenin, Koronavirüsü toplumların mücadelesini engelleme aracı haline getirmesi de 2020 yılının diğer önemli bir boyutu oldu. Özellikle Türkiye gibi yoğun bir siyasal mücadelenin sürdüğü ülkelerde egemenler, Koronavirüsü tam bir toplumsal baskı ve mücadeleyi engelleme aracı haline getirdiler. Kürt halkının özgürlük mücadelesi açısından da 2020 yılı, Uluslararası Komplo’nun yeni koşullarda planlanıp aktif olarak harekete geçirildiği bir yıl oldu. Kapitalist modernist güçler, bölge gericiliği ve Türk devleti birlikte ortak düşman gördükleri Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için harekete geçtiler. Özgürlük Hareketimizi tasfiye etmek isteyen bu güçler 2020 yılını, komployu sonuca götürmek için hazırlık yılı haline getirdiler. Zaten 2018 6 Kasım’ında Partimizin 3 yöneticisi için ABD’nin aldığı karar; komplonun Özgürlük Hareketimizin yöneticilerini tasfiye etme temelinde güncellendiğini, Rêber Apo’ya yönelik komplonun, Özgürlük Hareketimizin yöneticilerini tasfiye ederek sonuca götürmek istendiğini açıkça ortaya koymuştur. Bu komplonun pratik yürütücüsü TC ve KDP, destekçileri de başta ABD olmak üzere uluslararası kapitalist modernist güçler olacaktı. Komplo, gerillanın hakimiyetinin bulunduğu Medya Savunma Alanları’nda tamamlanmaya çalışıldığı için Irak da bu komploya dahil edilmek istenmektedir. KDP, bu komploda etkin rol alabilmesi için YNK’nin de bu sürece dahil edilmesini dayatmaktadır. ABD ve TC üzerinden baskı yapılıp YNK komploya dahil edilmeye çalışılmaktadır. 2020 yılı aynı zamanda Irak ve YNK’nin komploya dahil edilme çabalarıyla geçmiştir. Bunun için KDP ve TC’nin YNK üzerinde her türlü yol ve yöntemle baskı kurduğu görülmüştür. Özellikle YNK içinde birliği engelleyen sorunlar KDP ve TC tarafından çıkarılmaktadır. Zînê Wertê, Xinêre ve Heftanîn saldırıları YNK ve Irak’ın komploya nasıl dahil edilmek istendiğini de gözler önüne sermiştir. Zînê Wertê’de KDP, YNK’nin hükümet içinde olmasını gerillayla karşı karşıya getirme vesilesi yapmaya çalışmıştır. Hükümetin ortak gücü örtüsü altında YNK’yi de Zînê Wertê geriliminin içine sokmak istemiştir. Zînê Wertê’de görüşme yapan 3 gerillanın yerlerine dönerken vurdurulması, aslında KDP tarafından savaşın başlatılmasını ifade ediyordu. KDP ile savaşın başlaması an meselesiydi ancak sağduyulu yaklaşarak, fedakârlık yaparak bu savaş içine girmedik. 3 gerilla KDP tarafından vurdurulmuştu. KDP-TC işbirliği açık olarak kendini göstermişti. Yapılan provokasyona rağmen savaşa girmeden Zînê Wertê’de güçlerin geri çekilmesini sağlamaya çalıştık. YNK, KDP’nin Zînê Wertê’deki yaklaşımını benimsemese de KDP’nin tutumunda değişiklik olmadı. Zînê Wertê gerilim noktası olarak sürmeye devam etti. Hala da her an çatışmanın çıkacağı bir gerilim noktasıdır. Bizler kutsallığın mücadelesini yürütüyoruz Xinêre ve Heftanîn saldırısının bir amacı da PKK ile Irak’ı karşı karşıya getirmek olmuştur. KDP, Xinêre’de Irak sınır güçleri ile gerillayı karşı karşıya getirmek istemiş, Irak sınır güçlerinin Kürt komutanı bu dayatmayı kabul etmemiş, gerillalarla bir uzlaşma yolu bulmak için görüşme yaparken KDP’nin verdiği istihbaratla görüşme yapan gerilla komutanı ile birlikte katledilmiştir. Türk devletinin yaptığı hava saldırısının istihbaratını Zînê Wertê’de gerillanın katledilmesinde olduğu gibi KDP vermiştir. KDP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için TC ile birlikte hareket ettiği Heftanîn saldırısıyla daha da net bir biçimde görülmüştür. Türk devletinin Heftanîn saldırısından sonra KDP yetkililerinin ‘Irak gelsin sınırlarını korusun’ çağrısı yapması, tamamen Irak ile gerillanın karşı karşıya getirilmesini amaçlamıştır. Başka zaman Türk devletine dayanarak Irak’la anlaşamayan KDP, bu defa Irak askerlerini Medya Savunma Alanları’na çağırmıştır. Irak, sınır birliklerini paravan yaparak kendi askeri güçlerini gerillanın hakim olduğu Medya Savunma Alanları’na sokmak istemiştir. Heftanîn ve Metîna alanlarında yeni askeri noktalar oluşturmuştur. Özellikle gerillayı kuşatacağını düşündüğü yerlere askeri güç yerleştirmiştir. Garê’ye güç kaydırması ve gerilla alanlarını kuşatmaya yönelmesi ile KDP’nin amacı daha net anlaşılmıştır. Daha doğrusu Özgürlük Hareketimizin değerlendirmelerini doğrulamıştır. Zînê Wertê’de KDP’nin provokasyonunun kapsamlı bir saldırı planının parçası olduğunu söyledik. ABD-TC ve KDP’nin Özgürlük Hareketimizi tasfiye etmek için bir planda anlaştıklarını, Zînê Wertê provokasyonu ile bunu devreye koyduklarını vurgulamıştık. Bu planla KDP’nin Medya Savunma Alanları’nı kuşatması, gerillanın hareket alanını daraltması, bu temelde TC’nin saldırarak gerillayı tasfiye etmesi hedeflenmiştir. Yani KDP örs, TC de çekiç olacaktır. KDP’nin TC’nin saldırdığı her yerde PKK’yi suçlayarak bu saldırılara meşruiyet kazandırması da üstlendiği diğer bir rol olmaktadır. Kuşkusuz KDP’nin bu rolü oynamasında ABD’nin desteği ve teşviki vardır. PKK’yi etkisizleştirerek KDP’yi Kürdistan’da tek etkili siyasi güç haline getirme anlayışı da bu işbirliğinin diğer bir motivasyonu olmaktadır. KDP’nin bu tutumu Kürt halkının özgürlük mücadelesini dört parçada olumsuz etkilemektedir. Kürt düşmanlarını Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme konusunda cesaretlendiren bir tutum olmaktadır. Soykırımcı sömürgeci Türk devleti Özgürlük Hareketimizin etkili olduğu her yere saldırmaktadır. Rêber Apo ve PKK’nin etkisinin kökünü kazımak istemektedir. Rêber Apo’nun ideolojik-politik çizgisi ve PKK’nin mücadelesi tasfiye edilmeden Kürt soykırımının amacına ulaşamayacağını bilmektedir. Çünkü bu hareketin yarattığı zihniyet ve bu temelde şekillenen özgür Kürtlüğü tasfiye etmesi zordur. Bu açıdan Rêber Apo’nun ideolojik-politik çizgisi, örgüt anlayışı ve bu temelde gelişen mücadelesi etkisizleştirilmeden egemen güçler öngördükleri amaçlarını gerçekleştiremez. Bunun için Bakurê Kurdistan’da görülmedik bir baskı düzeni kurmakta ve saldırılarını süreklileştirmektedir. Rojava’da sürekli saldırdığı gibi yeni işgal saldırılarına hazırlanmaktadır. Bunun için birçok güçle siyasi ilişki kurmakta, tavizler vererek, Türkiye’yi pazarlayarak Rojava Devrimi’ni boğmayı amaçlamaktadır. Özellikle Suriye’nin şekillendirilmesinde ABD ile belli bir uzlaşma içine girdiği görülmektedir. Soykırımcı sömürgeci Türk devleti Rojava Devrimi’nin tasfiyesi için Suriye ile ilişki geliştirmektedir. Bu yönüyle başta Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye olmak üzere Suriye genelinde çok kirli ve çirkin bir politika yürütülmektedir. Farklı güçlerin Kürt düşmanlığı ve PKK karşıtlığından yararlanarak Rojava Devrimi boğulmak istenmektedir. Şengal’de de PKK ve gerillanın Êzidîlere kazandırdığı özgürlük anlayışı da TC-KDP-Irak ve ABD’nin kirli çıkar ilişkileri üzerinden boğulmak istenmektedir. Bu ilişki ve ittifaklar tamamen özgürlük ve demokrasi düşmanlarının kimler olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yönüyle Özgürlük Hareketimizle bu güçler arasındaki mücadele sadece Kürt soykırımını amaçlayanlara karşı mücadele değildir. Aynı zamanda Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi önünde engel olan güçlere yönelik bir mücadeledir. Bu açıdan tarihi anlamı yüksek bir mücadele yürütmekteyiz. Bizler kutsallığın mücadelesini yürütüyoruz. Kutsallık atfedilen, her türlü değeri koruyan bir hareket olduğumuz tartışmasız bir gerçeklik haline gelmiştir. Böyle bir mücadele zaten Ortadoğu’da gerçekleşebilirdi. Çünkü bu coğrafya, lanetin ve kutsallığın coğrafyasıdır. Özgürlük Hareketimiz kutsallığın değerlerini kendisinde somutlaştırırken; lanetliğin tüm özellikleri de karşımızdaki güçlerde somutlaşmaktadır. Şengal’de 9 Ekim’de gerçekleştirilen ittifak, tüm bu kirli politikaların en açık biçimde ortaya konulmasıdır. İnsanlık tarihinin en kirli ve çirkin ittifakı Şengal üzerinden kurulmuştur. Bu nedenle bu ittifak içinde olan güçler bile Şengal’e yönelik 9 Ekim saldırı planını sahiplenememiştir. DAİŞ karşısında Êzidîleri soykırımla karşı karşıya bırakan güçlerin şimdi Êzidîlerin özgürlük güçlerini ve özerklik kurumlarını hedeflemesi tarihin en çarpıcı ironisi olmaktadır. 9 Ekim anlaşmasını yapanlar ve arkasındaki destekçilerinin DAİŞ’le aynı amaçta birleştikleri görülmektedir. Özgürlük ve demokrasiden korkanların ne kadar kirli ve acımasız olacaklarının en büyük kanıtı, Şengal’de Êzidîlerin özerkliğini ortadan kaldırmayı amaçlayan bu anlaşma olmaktadır. Belki bu ittifak içinde olan güçlerin gerekçeleri ve amaçları farklı olsa da, ortak paydalarının insanlık ve demokrasi düşmanlığı olduğu kesinleşmiştir. PKK’nin tasfiyesinin tüm Kürtlerin özgür yaşamının tasfiyesi olduğunu göremeyen bir akıl var Komployu yeni koşullarda güncellemek isteyenlerin ilk amacı Özgürlük Hareketimizi tasfiye olacak bir konuma getirmektedir. Bu kadar saldırı ve yönetimin hedeflenmesi bu amaçladır. Özgürlük Hareketimiz, Türkiye’ye karşı mücadele edecek bir güç olmaktan çıkarılmak isteniyor. Bu nedenle Medya Savunma Alanları’na süreklileşen bir saldırı yapılmaktadır. Gerillanın Bakurê Kurdistan ve Medya Savunma Alanları’nda etkisizleştirilmesi, Türkiye’ye karşı mücadele edemeyecek biçimde bazı alanlara sıkıştırılması ve burada kontrol altına alınarak kendi amaçları doğrultusunda kullanılması amaçlanmaktadır. Nasıl ki Rojhilatê Kurdistanlı parti ve örgütler, Başûrê Kurdistan’da bazı yerlere çekilip çeşitli devletler KDP ve YNK tarafından kullanılır hale getirilmişse, şimdi de Özgürlük Hareketimiz böyle bir konuma çekilmeye çalışılmaktadır. Bu plan aynı zamanda TC ve KDP’yi tamamen kendi amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen ABD ve bazı devletlerin çıkarı için şekillendirilmiştir. Nasıl ki Önderliğimiz üzerinden komplo gerçekleştirilerek Türkiye ABD’nin Ortadoğu politikasında daha fazla kullanılmak istenmişse, benzer bir durum da güncellenen komplo gerçeğinde bulunmaktadır. Kürtleri kurban etme temelinde amaçlarına ulaşmak istemektedirler. KDP ise dar ufku ve parti çıkarları doğrultusunda Kürtlerin soykırımıyla sonuçlanacak böyle bir planın parçası yapılmaktadır. PKK ve gerillanın tasfiyesinin tüm Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamının tasfiyesi olduğunu göremeyen bir akıl vardır. Kendilerinin elde ettiği imkanların PKK varlığı ve mücadelesi ortamında oluştuğunu göremeyen bir siyasi şekillenme vardır. Kontrol altına alınan gerilla ve Özgürlük Hareketi başta ABD ve uluslararası güçlerle çelişki içinde olan güçlere karşı konumlandırılmak istenmektedir. Bu bir gün Irak, bir gün İran, bir gün Suriye, bir gün de Türk devletine karşı kullanılabilir. Hatta gerektiğinde artık kendilerine hizmet edemeyecek duruma düşmüş KDP’ye karşı bile kullanılacaktır. ABD koordinatörlüğünde güncellenen Uluslararası Komplo’yu böyle anlamak gerekmektedir. Mücadelenin kurallarının değiştiği bir dönemdeyiz Bu komplo iktidardan düşmüş Trump hükümeti ve onun Ortadoğu’daki görevlileri tarafından planlanmıştı. Kuşkusuz bu komplo devlet çıkarları için planlanmıştır ancak hükümetlerin tercihi de bu komplonun şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu açıdan bu komployu uygulama biçimi Biden iktidarı döneminde nasıl olacaktır, bunu da önümüzdeki dönemde göreceğiz. ABD tarihinde ilk defa demokratlar ve cumhuriyetçilerin bu düzeyde karşıt hale geldiği bir kamplaşma içine girdiği açıktır. Bu açıdan Biden ile Trump politikaları arasında belli bir fark olacağı görülmektedir. Politik yaklaşımdaki bu büyük farklılığın Trump zamanında şekillendirilmiş komplo planında da bazı değişiklikler yaratması mümkündür. Amaçlarda pek farklılık olmasa da yol ve yöntemlerde farklılık olması beklenebilir. Öte yandan ABD ile TC arasındaki kimi sorunlar da komplonun içerdiği planlarda bazı değişiklikler ortaya çıkarabilir. Bu da ABD ve bazı ortaklarıyla Özgürlük Hareketimiz arasındaki mücadelenin zemininde yeni boyutlar ortaya çıkarabilir. Zaten Özgürlük Hareketimiz bu güçlerle bir mücadele içindedir. Yeni politik yaklaşımımız cepheden karşı karşıya gelmeden bir mücadeleyi öngörmektedir. Günümüzün siyasi koşulları bazı yönleriyle bunu dayatmaktadır. Kapitalist modernist güçler de artık her koşulda cepheden sert bir mücadeleyi kendi çıkarlarına görmediği gibi; sistem karşıtı güçler de cepheden sert bir mücadeleye girmeden kapitalist modernist güçlerle ideolojik ve politik bir mücadele içine girmektedirler. Özcesi mücadelenin kurallarının değiştiği bir dönemdeyiz. Zaten dünya tarihinde karşıt güçlerin mücadele kuralları, yol ve yöntemlerinin değiştiği dönemler görülmüştür. Daha doğrusu ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel gelişmeler mücadele koşul ve kurallarında değişiklikleri beraberinde getirmektedir. Rêber Apo kapitalist modernite güçleri ile sistem karşıtı güçlerin süreklileşen bir iç içe mücadele dönemine girdiklerini tarihsel toplumsal gerçeklik içinde ortaya koymuştur. Buna da devlet+demokrasi demiştir. Bu gerçeklik aynı zamanda sürekli mücadele içinde dengelerin değiştiği bir diyalektiği ifade etmektedir. Kuşkusuz bu esas olarak da sürekli demokrasi lehine dengelerin değiştiği, devlet ve sistem güçlerinin sınırlandığı bir mücadele diyalektiği olmaktadır. Kapitalist modernite güçleri içinde ise iki siyasi eğilim ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelere göre bir çatışma içine girmiş bulunmaktadır. Silikon Vadisi denilen yerde bilimsel teknik devrimin yarattığı iletişim ve bilişim teknolojilerinin öne çıkması ve ekonomide giderek ağırlık kazanması, bu ekonomik gelişmenin gerektirdiği siyasal anlayış ile silah teknolojisinin ağırlığını koyduğu siyasal anlayış arasında bir gerilim ve mücadele ortaya çıkarmıştır. Silikon Vadisinin ürettiği teknik ve onun ürünleri daha barışçıl ve kavgasız dünya isterken, silah sanayi tekellerinin çıkarları ise çatışmaların varlığının sürdüğü bir dünya siyasal sistemini arzulamaktadır. Biden ve Trump’ta somutlaşan siyasal kavganın önemli bir boyutu bu gerçeklikten ileri gelmektedir. 1990’lı yıllarda kapitalist modernist güçler arasında kendini hissettiren bu siyasal farklılık, bugün ciddi gerilimlere yol açan bir düzeye kavuşmuştur. ABD’de gerçekleşen kongre baskını, bu siyasal farklılığın ne düzeye geldiğini gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Kapitalist modernist güçler içindeki bu siyasal farklılık tabii ki Ortadoğu’daki politik uygulamalara da yansımaktadır. Bu da doğal olarak bizlerin de mücadele yol ve yöntemlerimizde bazı değişiklikler ortaya çıkaracaktır. Bunun pratiklerini de bundan sonra çeşitli biçimlerde göreceğimiz açıktır. Bu gerçeklik, yoğun bir mücadele içinde olduğumuz soykırımcı sömürgeci Türk devleti için de geçerlidir. Türk devleti daha şimdiden Biden iktidarına bazı tavizler vererek yürüttüğü soykırım politikasını sürdürmek istemektedir. Çıkar ortaklığımız farklılıklarımızdan fazladır, biçiminde ifade edilen yaklaşımla Biden yönetimine, senin politikalarına ayak uydururum, senin bölgedeki çıkarlarının doğrultusunda hareket ederim, diyerek Kürt halkı ve demokrasi güçlerine karşı yürüttüğü politikalara sessiz kalınmasını istemektedir. Açıkça ABD’ye yaltaklanmaktadır. Ancak Türk devletinin mevcut politikasının Biden iktidarı ile uyuşması zor gözükmektedir. Bu açıdan Biden iktidarının seçimden önce belirttiği gibi bu iktidarla anlaşma yerine yeni bir iktidar alternatifini yaratma çabası içinde olacakları daha yüksek bir olasılıktır. Ağır baskılara rağmen Türkiye’deki AKP karşıtı muhalif güçlerin ayakta kalmaya çalışmaları ortaya çıkan yeni siyasi durumun kendilerinin önünü açacağını düşünmelerindendir. Sadece iç siyasal durum değil, dış siyasal durum da AKP-MHP iktidarının ayakta kalmasını fazlasıyla zorlaştırmış bulunmaktadır. Garê saldırısı Hareketimizi tasfiye stratejisinin önemli bir aşaması olarak planlanmıştı Bu durumu gören AKP-MHP iktidarı, içerdeki konumunu güçlendirerek kendini tek siyasi tercih olarak ayakta tutmaya çalışmaktadır. Tüm siyasi muhalifleri üzerinde ağır baskı kurması bu nedenledir. Bir taraftan bu baskıyı süreklileştirirken, diğer taraftan bazı başarılar sağlayarak toplumun desteğini almaya yönelmektedir. AKP-MHP iktidarının ayakta kalmak için dışarda bazı başarılar elde etmeyi siyasi bir tarz haline getirdiği bilinmektedir. Son Garê saldırısının başka boyutları bulunmakla birlikte bir boyutu da, PKK’ye büyük darbe vurarak bunun başarısı üzerinden iktidarını sürdürmeyi hedeflemiş olmasıdır. AKP-MHP iktidarının Garê’ye yönelik saldırısı, Trump iktidarı döneminde planlanan komplonun bir parçası olduğu gibi, AKP-MHP iktidarının Kürt soykırımına dayalı ittifakının iktidarını sürdürmenin bir hamlesi biçiminde gerçekleşmiştir. Çok yönlü amacı olan Garê saldırısı aynı zamanda Özgürlük Hareketimizi tasfiye stratejisinin önemli bir aşaması olmaktadır. KDP’nin ve Türk devletinin 2020 yılındaki Zînê Wertê, Xinêre ve Heftanîn saldırıları 2021 yılında Özgürlük Hareketimizin tasfiye edileceği biçimindeki planlamanın önemli adımları olmuştur. Zaten KDP’nin kapsamlı kuşatma yaptığı Garê’de saldırının yapılması bir rastlantı değildir. Kuşatma da bu saldırının bir parçası olarak yapılmıştır. Dolayısıyla KDP de bu saldırının bir parçası olarak yerini almıştır. TC’nin özellikle Medya Savunma Alanları’na saldırısı, 2018’de ABD’nin PKK, KCK ve HPG yönetimimize yönelik aldığı kararla startı verilen güncellenmiş komplonun pratiği olmaktadır. Garê saldırısı bu komplonun pratikleşmesinde önemli bir adımı ifade ediyordu. Öyle söylenildiği gibi sadece esirlerle ilgili bir harekat değildi. Bunu 10 Şubat’ta başlayan saldırılardan sonra AKP-MHP hükümetinin özel savaş elemanlarının televizyonlarda yaptığı konuşma ve analizlerde gördük. Zaten Türk milli savunma bakanı Hulusi Akar’ın Bağdat’ta yaptığı görüşmelerde, PKK ile 40 yıldır savaşıyoruz, bize çok zarar verdi, artık PKK’yi ortadan kaldırmak istiyoruz, diyerek destek istemesi, böyle bir kapsamlı operasyon yapılacağı konusunda Irak’ı bilgilendirme amacını taşıyordu. Irak’ın ne düzeyde destek verdiği bilinmemekle birlikte sessiz kalmasını sağlamak istedikleri, tehdit ve şantaj ifade eden bu ifadelerden anlaşılmaktadır. Hulusi Akar, genelkurmay başkanı ve MİT yöneticilerinin tüm KDP yetkilileri ile görüşmesi de Garê saldırısı ile ilgiliydi. Genelkurmay başkanı bu nedenle bu görüşmelere katılmıştır. Zaten Garê’ye yönelik bir saldırının KDP’nin haberi olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Bunu bir çocuk bile bilir. KDP’nin bu planlama içinde yeri neydi, bunu da harekat genişledikçe daha net öğrenecektik. Ancak bu saldırıdaki yerini sınırlı biçimde öğrendik. Türk devleti elindeki teknik araç ve silahlarla işgal saldırısının kapasitesine inandığı için KDP’yi daha çok destekçi biçiminde tutmayı; bu saldırının meşruiyetini sağlayan güç olarak kullanmayı yeterli görmüştür. Öte yandan KDP, Kürt kamuoyu içinde çok teşhir olduğundan, sınırlı katılmasının harekatın başarısı için daha iyi olacağı da düşünülmüş olabilir. Çünkü Başûr halkı, KDP’nin TC ile açık savaşa girmesini kabul etmeyip ayağa kalkabilirdi. Zap’ta Amediye ve Deralok halkının; 2019’da da Şeladizê halkının Türk işgal güçlerine yönelik ayağa kalkması hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bu açıdan KDP’nin harekatın gidişatının netleşmediği bir anda katılmasının riskleri düşünülmüş olabilir. Ancak KDP’nin açık bir biçimde bu harekata katılmaması Kürt halkının tutumunun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Türk devleti durdurulmazsa Osmanlı’ya rahmet okutturacak faşist bir hegemonya kurulacaktır Garê’ye yönelik harekat sadece Irak ve Başûrê Kurdistan’da değil, Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek bir harekat olarak planlanmıştır. Gerillaya darbe vurulduğu takdirde TC’nin sadece Başûrê Kurdistan üzerindeki ağırlığı, etkisi artmakla kalmayacak, Irak’ta siyaseti belirleyecek bir güç haline gelecekti. Tayyip Erdoğan, biz kan döktüğümüz yerden çekilmeyiz; zaten buralar yüzyıllardır bize aitti, diyerek sadece Başûrê Kurdistan’ı değil, Irak’ı da ipotek altına alacaktı. Bu açıdan Garê’de Türk ordusunun bozguna uğratılması sadece Başûrê Kurdistan’ın değil, Irak ve Ortadoğu’nun da savunulması olmuştur. Garê’de Türk ordusunun bozguna uğratılması Türk devletinin saldırganlığına karşı Ortadoğu halklarının ve demokrasi güçlerinin ittifakını daha fazla geliştirecektir. Şu görülmüştür; Türk devleti durdurulmazsa Osmanlı İmparatorluğuna rahmet okutturacak faşist bir hegemonya kurulacaktır. Osmanlı İmparatorluğunun zamanında halkları ve inançları planlı ortadan kaldırma politikası yoktu. İşgalci faşist TC’nin hegemonyasında başta Kürtler ve Araplar olmak üzere Türk-İslam sentezi içinde olmayan tüm halklar ve inançlar baskı ve katliam altında kültürel ve inançsal soykırıma uğratılacaktır. Yeni Türk devlet zihniyetinin Osmanlı İmparatorluğundaki zihniyetten yüz kat daha kötü insanlık ve halklar düşmanı olduğu görülmüştür. Özgürlük Hareketimizin büyük direnişi ile bu gerçekliği ortaya çıkarması, başta Kürtler ve Araplar olmak üzere halklar ve toplumlar içinde bu bilinci yaratması Ortadoğu halklarının en büyük kazanımı olmuştur. Bu açıdan Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi önünde engel olan soykırımcı-sömürgeci Türk devletine karşı halkların mücadelesi daha bilinçli ve örgütlü gelişecektir. Türkiye halkları da devlet içindeki asker ve sivil bürokrasinin Türk burjuvazisiyle birlikte Türkiye’yi sonu belirsiz maceraya sürüklediğini görmüştür. Bu gerçeklik hem Türkiye’de hem de Ortadoğu genelinde Kürtlerle Demokratik Ulus çerçevesinde demokratik ittifakların gelişimini sağlayacaktır. Halklar arası demokratik ittifakta Kürtler köprü rolünü oynayacaktır. Ortadoğu’nun kaderini, Kürtlerin öncülüğünü yaptığı demokrasi ve özgürlük çizgisi ile Türk devletinin öncülüğünü yaptığı demokrasi ve özgürlük düşmanı çizgi arasındaki mücadele belirleyecektir. Tarih Kürtlere böyle bir rolü yüklemiş bulunmaktadır. Daha doğrusu Türk devletinin soykırımcı-sömürgeci karakterinin tehlikesini en yakından yaşayan Kürt halkı, bu rolü üstlenmekle karşı karşıya gelmiştir. Soykırımcı Türk devletinin karakteri, Kürtlerin böyle bir rolle mücadele etmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Garê direnişi Kürtlerin kaçınılmaz olarak üstlendiği bu tarihi rolün en somut ifadesi olmuştur. Başta Kürtler olmak üzere tüm Ortadoğu halkları gerillanın Garê başarısını bir bayram duygusuyla karşılamışlardır. Bir nevi Demirci Kawa’nın zalim Dehaq’ın sarayını başına yıkmasının sevinci gibi bir sevinci, Newroz ayına girerken Ortadoğu halkları bir daha yaşamıştır. Bu duygunun yaşatılması PKK’nin öncülük yaptığı Kürt halkının özgürlük mücadelesinin Ortadoğu ve dünyadaki etkisini daha ileri bir düzeye çıkarmıştır. Gerillanın ve Özgürlük Hareketimizin itibarı birkaç kat daha artmıştır. Bu durum Ortadoğu’yu Demokratik Ulus çizgisinde tarihine yakışır hale getirmek isteyen Rêber Apo’nun isteğinin ve özleminin de yerine gelmesi olmaktadır. Rêber Apo’nun tarihi Ortadoğu çözümlemeleriyle yeni bir zihniyet ve yeni bir Ortadoğu gerçekliği ortaya çıkmaktadır. Zaten Ortadoğu’yu tarihine yakışır hale getirmek için Demokratik Ulus anlayışında halkların ve inançların barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşaması ve birbirini güçlendirmesinden başka bir yol yoktur. Bu tüm peygamberlerin, evliyaların, ermişlerin, dervişlerin, bilgelerin, alimlerin özlemlerinin gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Zulmün ve baskının insanlık tarihinde yarattığı böyle sonuçlar vardır. Her baskı ve zulüm, kurtuluş yolunu da ortaya çıkarmıştır. Şimdiden Özgürlük Mücadelesinin şahsında bu gerçekliği bir daha yaşamaktayız. Türk devlet zihniyeti Süleyman Soylu kadar kalitesiz faşist ve insanlık düşmanıdır Özgürlük mücadelemiz tabii ki en başta da Türk egemen güçlerinin karakterini gözler önüne sermiştir. Türkiye’de egemen sınıfların ve Türk devlet gerçeğinin bu düzeyde açığa çıkarıldığı başka bir dönem olmamıştır. Mücadelenin gerçekleri açığa çıkarma gücünün kanıtı, mücadelemizin Türk devlet gerçeğini tüm boyutlarıyla deşifre etmesidir. Özgürlük mücadelemiz soykırımcı sömürgeci faşizmi o kadar zorlamıştır ki, bir bir tüm maskelerinin düşmesini sağlamıştır. Öyle ki, Türk devlet zihniyetinin en somut hali olan Devlet Bahçeli, Süleyman Soylu ve Tayyip Erdoğan’ın ipliğini pazara çıkarmıştır. Türk devlet zihniyeti, Süleyman Soylu kadar kalitesiz, faşist ve insanlık düşmanıdır. En başta da Kürt düşmanıdır. Şimdi Erdoğan, Bahçeli ve Soylu üçlüsü kendilerini tamamen Kürt soykırımını tamamlama, Kürtleri Türkleştirme ve Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme amacına adamışlardır. Bunun için de her yolu denemektedirler. Vatan söz konusu olduğunda her şey teferruattır, sözünü sadece insanların, toplumun gözünü boyamak için söylemişlerdir. Bu sözün aslı; Kürt soykırımını gerçekleştirme söz konusu olduğunda her şey onlar için teferruattır. Kürt soykırımı söz konusu olduğunda onlar için her şey teferruattır. İnsanlık değerleri de, hak da, hukuk da, yasalar da teferruattır. İşkence yapmak, katliam yapmak, karakollarda gençlere tecavüz etmek, ne kadar insanlık dışı uygulama varsa onlar da teferruattır. Kürtleri soykırıma uğratmak için bunlar da yapılır! Şimdi böyle bir devlet gerçeği vardır. Bu üçlü şahsında Türk devlet gerçeği kendini somut hale getirmiş ve açığa vurmuştur. Türk devlet gerçeğinin bu kadar açığa vurulması, teşhir edilmesi Türkiye’de yaşanacak bir değişimin, bir demokratikleşmenin de köklü olmasını sağlayacaktır. Soykırımcı sömürgecilikle bu kadar sert mücadele, bu devletin köklü değişimi ile sonuçlanacaktır. Köklü bir değişim olmadan bu devletin karakterini ya da yarattığı kötülükleri ortadan kaldırmak mümkün değildir. Mücadelemiz Türk devlet gerçeğini o kadar gün yüzüne çıkarmıştır ki, kendi müttefikleriyle de çelişir hale getirmiştir. Önceleri soykırımcı sömürgeci Türk devleti ile daha rahat ilişki kuruyorlardı. Çünkü ABD ve Avrupa’nın sözde savunduğu değerlerin çiğnenmesi gerçeği görülmüyordu. Ya da Türk devleti kendini bölgesel ve uluslararası güçlerle karşı karşıya getirecek politika ve tutumlar içine girmiyordu. Ne var ki mücadelemiz Türk devletini zorladıkça, Türk devleti müttefiklerinin de kabul etmeyeceği tutumlar içine girmiş ve bu yönlü bazı adımlar atmıştır. Sadece kendisinin hassas olduğu ve kendisini ilgilendiren Kürt soykırımını gerçekleştirme amaçlı adımlar atınca, bu da Türk devletinin gerçekliğini ortaya çıkarmış; müttefikleriyle karşı karşıya gelme durumlarını yaratmıştır. Kürt soykırımını tamamlamak için her türlü insanlık dışı yola başvurması da bu devleti tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Böylece Kürtler üzerinde soykırımcı sömürgeciliğin iç değil, dış desteklerini de zayıflatmıştır. Her ne kadar faşist baskı ve şovenizmi kışkırtma ile içerde kendini ayakta tutmaya çalışsa da bu da kırılma noktasına doğru götürmektedir. AKP iktidarı çok zayıf olduğu için riskli bir harekat yapmıştır. Bozguna uğrayınca da hem muhalefet hem de devlet içinde bazı güçler tarafından eleştirilmiştir. Bu durum, zayıflayan AKP-MHP-Ergenekon ittifakını daha da zayıflatmıştır. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı için Garê bir dönüm noktasıdır, eskisinden daha fazla şöyle böyle yapacağız, dese de esas olarak AKP iktidarı için bir kırılma noktasıdır. Garê bozgunu, bu iktidarın ömrünü kısaltmıştır. Kuşkusuz bu durumdan çıkmak için bazı hamleler yapabilir. Medya Savunma Alanları’na dönük yeni saldırılar içine girebilir. Çünkü; iktidarı götürecek bu bozgunu unutturmayı hesaplayabilir. Ancak siyasi durum eskisi gibi lehine olmadığından yeni bir harekat iktidardan düşmesini kesinleştirecektir. Çünkü; bundan sonra yapacağı her saldırı, savaşı hem Başûr’da hem de her yerde daha kapsamlı, derin ve uzun süreli hale getirir. Şimdi de böyle bir hazırlık içine girdikleri düşünebilirler. Zaten Garê tekil bir plan değildi. Başarılı olsalardı daha yaygın bir işgal harekatı geliştireceklerdi. Ancak harekat tersine döndü. Garê’ye saldırı yapıldığında bizzat savunma bakanı Hulusi Akar, dost ve müttefiklerin desteğiyle bu harekatı gerçekleştirdiklerini itiraf etmiştir. Sanırız artık müttefiklerinin eskisi gibi destek vermeleri de söz konusu olmayacaktır. Türk devletinin saldırısıyla birlikte başta Kürtler olmak üzere tüm siyasi güçler, Türk devletiyle diplomatik yoldan sorunları çözmenin mümkün olmadığını daha iyi görmüşlerdir. Mevcut Türk devlet zihniyeti ancak ve ancak direnildiği takdirde geriletilebilir. Bu nedenle Türk devletine karşı Rojava’da, Şengal’de, başka yerlerde de sadece direnilerek sonuç alınabilir. Eğer direnilirse, içerde ve dışarda büyük yalnızlığı yaşayan bu faşist iktidar ve politikaları kaçınılmaz bir yenilgiyle karşılaşır. Bu açıdan tam da bu iktidarı yenilgiye uğratma zamanıdır. ‘Dem Dema Azadiyê’ Hamlemiz, 2021 yılında daha da etkili hale gelecek ve bu iktidarı yıkıma götürecektir. Zaten içerde ve dışarda bu kadar saldırgan olması zayıflığının sonucudur. Bu zayıflık ve iktidarlarını kaybetme korkusu söylemlerine de yansımaktadır. Türk devleti Garê yenilgisinin acısını HDP’den çıkarmak istemektedirler HDP’ye görülmedik düzeyde saldırmaları da yenilgi psikolojisinin sonucudur. Yenilginin acısını HDP’den çıkarmak istemektedirler. Aslında HDP şimdiye kadar 100 defa kapatılabilirdi. Zaten kapatmaktan beter hale getirmişlerdir. HDP’yi kapatma konusunda kâr-zarar hesabı yapmaktalar. Dünyaya karşı özel savaş yürütmek ve iktidarın faşist karakterinin ve uygulamalarının üstünü örtmek açısından HDP’nin varlığını gerekçe göstermektedirler. Bu nedenle kapatma yerine baskıyı süreklileştirmek, tutuklamalarla etkisiz kılma yöntemini izlemektedirler. Zaten bu baskı altında kendini etkisiz konumda tutan HDP, AKP-MHP iktidarına karşı yetersiz bir duruş içinde bulunmaktadır. Kuşkusuz direnmektedirler. Ancak yapabilecekleri çok şey de vardır. Zaten 30 yıllık mücadeleleri HDP’yi demokrasi mücadelesi içinde önemli bir konuma getirmiştir. Türkiye halklarının önemli devrimci demokratik geleneklerini de içlerinde bulundurduklarından, gücü küçümsenmeyecek bir parti konumundadır. Şu bir gerçektir ki, AKP-MHP faşist iktidarı tüm Kürtlerin de önemli bir siyasal bilince kavuşmasına yol açmıştır. AKP-MHP-Ergenekon ittifakının izlediği politikalar sonucu bu iktidardan bir şey beklenemeyeceği, bu iktidara karşı sadece mücadele edilerek amaçlara ulaşılacağı netleşmiştir. Her ne kadar AKP-MHP ittifakı zaman zaman bazı beklentiler yaratarak kendilerine karşı mücadeleyi zayıflatmaya çalışsalar da, şimdiye kadar HDP yönetimleri bu oyuna düşmemişlerdir. Bu iktidardan beklentili olmak sadece ve sadece faşist iktidara güç verir ve ömrünün uzamasına yol açar. Bu açıdan hiçbir toplumsal ve siyasal çevre bu iktidardan beklenti içinde olmamalı, aksine mücadele daha fazla yükseltilerek bu iktidarın sonu getirilmelidir. Sadece ve sadece bu iktidar düşürüldüğünde Türkiye’de iyi şeylerin önü açılabilir. Bu açıdan antifaşist ittifakı genişletmek önem arz etmektedir. Şu anda ilk hedef, bu iktidarın düşürülmesi olmalıdır. Kürt halkı bu iktidar gibi soykırımcı-sömürgeci faşist bir iktidar görmemiştir. Şimdiye kadarki tüm soykırımcı-sömürgeci güçlerin yaptıklarının toplamını aşan uygulamaların sahibi bir iktidardır. Bu iktidara karşı Kürtlerin ve Türkiye demokrasi güçlerinin ittifak yapması şarttır. Ne Türkiye demokrasi güçlerinin ne de Kürt demokratik güçlerin bu iktidarı tek başına yıkma gücü bulunmaktadır. Bu açıdan HDP’yi sadece Kürt partisi haline getirmek isteyen eğilimler yanlıştır. Bu yaklaşımlar, soykırımcı sömürgeci güçlerin amaçlarına hizmet eder. Onların Kürtleri yalnızlaştırıp soykırıma uğratma politikalarına zemin sunar. Bu açıdan Türkiyeli demokrasi güçleriyle ittifak çok önemlidir. Son zamanlarda MİT, AKP-MHP iktidarı ve KDP’den kaynaklanan HDP’yi sadece Kürtlerin partisi haline getirme çabalarına da karşı konulmalıdır. Kuşkusuz Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden gerçek anlamda demokratikleşme olmaz. Bu açıdan Türkiye toplumunun Kürt sorunu konusunda eğitimi için Türk devletinin Kürtlere yönelik politikaları konusunda halkı bilinçlendirme ve demokratik çözümün ortaya konulması da önemlidir. Bunu da ancak ve ancak Türkiye demokrasi güçleriyle Kürt demokratik güçlerinin demokratik ittifakı ve demokrasi mücadelesi sağlayabilir. AKP ve Tayyip Erdoğan kadar İslam’ı istismar eden başka parti ve lideri olmamıştır AKP iktidarının MHP ve Ergenekon’la bütünleşmesi hak, adalet ve vicdan ölçüleri olan Müslüman toplumu da gerçek demokrasi mücadelesi içine çekmektedir. Şimdiye kadar siyasal İslamcı kesimler demokrasiyi önemsemediler. Sadece kendilerini düşünen bir siyasal anlayışa sahiptiler. Şimdi bu çevrelerin önemli bir bölümü de inanç özgürlüğünün de demokratikleşmeden geçtiğini gördüler. Çünkü AKP ve Tayyip Erdoğan kadar İslam’ı istismar eden ve İslami değerlerle çelişen başka bir parti ve lideri olmamıştır. İslam, kendi iktidarı için araç konumundadır. Onun için Rêber Apo, AKP için Muaviye İslam’ı dedi. Bu açıdan bu Muaviye İslam’ına karşı demokratik İslam’ın gelişmesi ve güçlenmesi imkanı artmıştır. HDP bu demokratik İslami kesimlerle buluştuğunda AKP-MHP iktidarının düşüşü kaçınılmaz olacaktır. Bu açıdan demokratik İslam anlayışımızı geliştirmek, demokrasi ittifakının temel bir bileşeni haline getirmek çok çok önemlidir. Böylece İslam’ın hak, adalet, vicdan ve eşitlik değerleri, demokrasi güçlerinin değerleri haline gelir. Demokratik İslam’ın değerleri toplumcu demokrasinin değerleri haline getirildiğinde sadece Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu’da Muaviye İslam’ının, yani iktidarcı devletçi İslam’ın sonu getirilerek gerçek toplumcu demokratik İslami değerlerle Ortadoğu’nun zihniyeti de, çehresi de değişecektir. Bu açıdan toplumcu demokratik İslam gerçekliği ile demokrasi güçlerinin buluşması çok çok önemlidir. Böylece tarihin en büyük siyasi adımlarından biri atılmış olacak; bu da zihniyet devrimini yaratarak toplumculuğun ve dinlerin coğrafyası olan Ortadoğu’yu dünya demokrasisinin merkezi haline getirecektir. 12 Eylül’ün 40. yıl dönümünde, 12 Eylül ürünü olan AKP-MHP faşist iktidarına karşı ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi başlattık. Bu hamle Kürdistan’ın dört parçasında ve yurt dışında büyük bir ilgi gördü. Faşizmin saldırılarını ve amacını boşa çıkaran bir hamle oldu. Kürt halkını soykırımcı faşist iktidara karşı bütünlüklü bir mücadele içine çekti. Dört parçanın harekete geçirilmesi bir sinerji yarattı. Toplumda ve halkta direnme iradesini geliştirdi. Gerilla da böyle bir hamleyi başarıya ulaştırmak için motive oldu. Tüm gerilla eylemleri bu hamlenin parçası olarak geliştirildi. Garê zaferi de hamlemizin yarattığı motivasyonla, bu hamlenin başarılı kılınması için geliştirilen bir direniş olmuştur. Bu zafer, hamlenin başarılı olması açısından da fedaice kazanılmıştır. Zaten HPG Komuta Konseyi’nin toplantısı böyle bir motivasyonu yaratmıştır. HPG Komuta Konseyi toplantısında ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesinin başarıya ulaştırılması için gerillanın rolünü oynaması kararına ulaşılmıştır. Zaferin başarısında HPG toplantısının ve yarattığı motivasyonun da önemli rolü olmuştur. Cezaevlerindeki yoldaşlarımız her zaman olduğu gibi bu hamleye katılmışlardır. Ancak bu hamle tüm Kürdistan halkının ve demokrasi güçlerinin hamlesidir. Bu açıdan başarısı da başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm halkın mücadeleye aktif katılmasıyla sağlanabilir. Avrupa ve Rojava bu hamleye aktif biçimde katılmaktadır. Bakur’da her türlü baskı ve zulme karşı Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin direnişi de, ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesi eylemleri ve mücadelesi kapsamında olmaktadır. Başûrê Kurdistan’da her türlü baskı ve kısıtlamalara rağmen gençler ve kadınlar ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesine, işgale karşı çıkma ve Kürdistan’ı savunma doğrultusunda katılmaktadırlar. Kapitalist modernist güçler, soykırımcı sömürgeci Türk devleti Covid 19 salgınını tamamen halkın mücadelesini engellemek ve bastırmak için bir özel savaş aracı haline getirmişlerdir. Özellikle AKP iktidarı kadınların, gençlerin, emekçilerin ve Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini engellemek için Covid 19’u ‘Allah’ın lütfu’ olarak görmüşlerdir. İlk önceleri bizde yoktur, diye küçümserken, daha sonra ise bizde de var, şu bu tedbiri alalım, sokağa çıkmayalım, maske takalım, mesafeli olalım, diyerek en küçük bir topluluğa bile Covid 19 gerekçesiyle müdahale etmektedirler. Önceden eylemleri dağıtmak ve engellemek için çeşitli gerekçeler sıralanırken, şimdi buna Covid 19’u da eklemişlerdir. Halkımız, demokrasi güçleri, kadınlar ve gençler AKP-MHP faşizminin bunu özel savaş aracı olarak kullandığını görerek bu engellemelere karşı mücadele etmelidirler. Covid 19’u mücadeleyi engelleme aracı haline getirdiğini görerek zengin yol ve yöntemlerle bu özel savaş barikatını aşmalıdırlar. Dünyanın birçok ülkesinde halklar bu tür özel savaş engellerini yıkmışlardır. Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri de Mart ayından başlamak üzere AKP-MHP ittifakının Covid 19’u özel savaşın aracı olarak kullanmasını, mücadeleleriyle boşa çıkarmalıdırlar. 8 Mart, Garê zaferi ruhuyla kadınların ayağa kalktığı ve faşizmin ömrünü kısalttığı gün olmalıdır 8 Mart Dünya Kadınlar Günü artık dünyadaki en devrimci demokratik gün haline gelmiştir. Bu günü dünya demokratik devriminin en devrimci günü olarak ele alan kadınlar, dünyayı değiştirme rolünü üstlenmiş durumdadırlar. Her yıl dünyadaki demokratik değişim ve özgürlüklerin sağlanması mücadelesinde öncülüğü kadınlar ele almışlardır. Kadınlar üzerindeki 5 bin yıllık erkek egemenlikli sisteme karşı mücadele, onları insanlığın en özgürlükçü, en demokratik toplumsal gücü konumuna getirmiştir. Bu 8 Mart’ta kadınlar bu rollerini görerek her yerde ayağa kalkacaklardır. Dünya kadın özgürlük mücadelesinin öncü gücü olan Kürt kadınları, bu 8 Mart’ta da güçlerini göstereceklerdir. Metropollerde de Türkiyeli kadınlarla birlikte erkek egemenlikli sisteme meydan okuyacaklardır. Bu 8 Mart’ta kadınlar ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesine en büyük katkıyı sunacaklardır. Bugün dünyada en fazla kadın siyasi tutuklu Türkiye’de bulunmaktadır. Bunların yüzde 90’ı da Kürt’tür. Dünya kadınları bilmelidir ki; Kürt kadınları kadın özgürlük mücadelesi verdikleri için binlercesi zindandadır. Bu aynı zamanda Türkiye sınırları içinde kadınların özgürlük mücadelesinin ne kadar kapsamlı geçtiğini göstermektedir. Bu gerçeklik toplumun ve demokrasi güçlerinin kadına daha fazla sahiplenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Kadınlar mücadeleleriyle herkesi özgürleştirme mücadelesi vermektedirler. Bu 8 Mart, Garê zaferi ruhuyla kadınların ayağa kalktığı ve faşizmin ömrünü kısalttığı gün olmalıdır. Kadınlar Covid 19’un özel savaş aracı olarak kullanılıp mücadelelerinin engellenmesine müsade etmemelidirler. Mart ayı serhildanlar ayıdır. 8 Mart, Newroz ve Kahramanlık Haftası şehitleriyle kahramanlık ayı haline gelmiştir. Bu Mart ayı Garê direnişi fedaileriyle birlikte daha fazla kahramanlık ayı haline gelecektir. Kürt gençlerinin ve kadınlarının öfkesi şimdiye kadar görülmedik düzeydedir. Kürt halkı, Türk devletinin politikaları karşısında bu devletle yaşanamaz noktasına gelmiştir. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi olarak Türkiye halklarıyla, demokrasi güçleriyle çözümü tercih ediyoruz, bunda da ısrar edeceğiz. Halkımızın öfkesini ortaya koyması, bu iktidara karşı büyük bir mücadele içine gireceğini göstermektedir. Şu anda diz çöktürmek isteyenler karşısında diz çökmeyerek büyük bir direniş ortaya koyması, AKP-MHP iktidarının baskısını artırmasına yol açmış; bu da bu iktidarın sonunu yakınlaştırmıştır. AKP-MHP iktidarının politikaları bu Newroz’da halkımızın öfkesini ortaya koymasına vesile olacaktır. Kürdistan’ın tamamında ve yurt dışında bu gerçeklik görülecektir. Bakurê Kurdistan’da AKP-MHP-Ergenekon iktidarı Covid 19’u gerekçe göstererek halkın mahallelere, sokaklara, meydanlara çıkmasını engellemek istese de halkımız her yerde Newroz’u kutlayacaktır. Covid 19’u özel savaş aracı olarak kullanmasını aşmasını bilecektir. Faşist iktidarlar, sonu yaklaşan iktidarlar kendilerini ayakta tutmak için daha fazla baskıya yönelirler. AKP-MHP iktidarının şu anki tutumu bu yönde olacaktır. Ancak şimdiye kadar ki direnişçi tutum sürdürüldüğünde bu iktidarın ayakta kalma imkanı ve takati olmayacaktır. Bunu Türkiye’de de, dünyada da herkes görmektedir. Bu nedenle AKP-MHP iktidarının şantaj ve tehditleri eskisi gibi sonuç vermemektedir. Bu açıdan hem bu iktidarın saldırgan olacağını görerek tedbir almak hem de saldırılar karşısında direniş göstererek bu iktidarın sonunu getirmek gerekir. Özellikle Kürt halkı kadın ve gençleriyle bu kahramanlık ayında, kahramanlarımızın izinde onların özlemlerini gerçekleştirmek için ayağa kalkmalı, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam iradesini güçlü biçimde ortaya koymalıdır. Kahramanlık ayı olan Mart ayında mücadeleyi yükselterek doğum gününde Rêber Apo’ya bağlılık ve fiziki özgürlüğünü sağlayacağımız sözünü vermeliyiz. Rojava’da TC saldırılarına daha kapsamlı bir direnişle cevap vermek gerekir Soykırımcı sömürgecilik Rojava’da yeni işgaller yapma peşindedir. Zaten sürekli Ayn İsa’ya saldırması Türk devletinin işgal politikasını sürdüreceğini göstermektedir. Halk ve özsavunma güçleri saldırılara karşı direnmektedir. Halkın geçen yıl ve bu yıl gösterdiği tutum Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinden yeterli dersi çıkardığını göstermektedir. Dış güçlerin isteği doğrultusunda yapılan anlaşmaların hiçbir anlamının olamadığı, tek yolun direniş olduğu ortaya çıkmıştır. Artık sadece Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî alanında değil, işgalciliğe karşı her alanda ve işgalciler püskürtülene kadar direnişin sürmesi gerekmektedir. Direnişin tüm Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye ve Suriye coğrafyası kullanılarak geliştirilmesi gerektiği açığa çıkmıştır. Suriye, Arap halkı da Türk işgaline karşıdır. Türkiye işgaline karşı direnme zemini güçlüdür. Bu açıdan Türk devletinin saldırılarına daha kapsamlı bir direnişle cevap vermek gerekir. Direnişi ve savaşı işgal sonlanana kadar kesintisiz sürdürmek başarıyı getirecektir. Türk ordusunun bir yere girmesini Türk devletinin daha fazla batağa saplanması haline getirmek gerekir. Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’nin direnişi çok meşru bir direniştir ve dünya halkları tarafından desteklenmektedir. Serêkaniyê’de direniş sürdürülseydi, kayıplar ne olursa olsun direniş yaygınlaştırılsaydı Türk devleti batağa saplanır ve işgal alanlarından geri çekilmek zorunda kalırdı. Böylece sonraları daha fazla kayıp vermenin önüne geçilebilirdi. Zamanında gösterilmeyen direniş, verilmekten çekinilen kayıplar daha sonra katbekat kayıp verilmesiyle sonuçlanmaktadır. Aslında Türk devleti Suriye’de de sıkışmış durumdadır. Mevcut hali sürdürmesinin zorlukları ve risklerini görmektedir. Öyle ki, Suriye ile anlaşma arayışları bile vardır. Her ne kadar Kürtler konusunda bazı anlaşmaları olsa da gelinen aşamada artık Türk devletinin Suriye ile anlaşması zor gözükmektedir. Aslında Suriye rejiminin Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi ile anlaşma yapması daha kolaydır. Ancak Suriye içinde ve dışında bazı güçler böyle bir anlaşmayı istemiyor. Öte yandan ABD de Suriye ile bir anlaşmayı sabote eden, engelleyen politikalar yürütmektedir. Ancak şu açığa çıkmıştır; Suriye’de ne TC’ye bağlı ABD ile ilişkili çeteler bir çözüm yaratabilir ne de mevcut BAAS rejimi. Sadece Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin öngördüğü Suriye üzerinde bir uzlaşma sağlanabilir. Bu açıdan şu anda Suriye’de konumu en güçlü olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk yönetimidir. Rojava’da ENKS ile devrimci güçler arasında görüşmeler sürmektedir. Ancak ENKS’nin politikaları ve ilişkileri bir uzlaşmaya varmayı zorlaştırmaktadır. ENKS’nin Efrîn ve Serêkaniyê işgalinde yer alan çetelerle ilişkileri ve gerçekleşen devrimi tümden ortadan kaldırarak halkın güç olması yerine bazı çevrelere yönetimi vererek bir iktidarın oluşmasını istemesi görüşmeleri tıkatan en önemli etkenlerdir. Öte yandan bu devrime rengini ve karakterini veren kadınların siyasal ve toplumsal alanda geri plana atılmasını dayatma yaklaşımları ENKS’nin bir uzlaşma arayışı içinde olmadığını göstermektedir. Devrimi yıkmak ve demokratik karakterini ortadan kaldırmak ENKS’nin amacı haline gelmiştir. Halkın iradesini dikkate almadan yerel demokrasiyi ve toplumsal demokrasiyi öldüren, üstte yönetimi yarı yarıya paylaşmayı dayatan bir yaklaşımı Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kabul etmesi mümkün değildir. Kadınlar, gençler ve halk demokratik yönetim iradesi olarak elde ettiği kazanımları tabii ki bırakmayacaklardır. Kuzey ve Doğu Suriye halkları kararlıdır. Mutlaka devrimi koruyacaklar; işgali sonlandırmak için de gereken direnişi göstereceklerdir. Êzidîlerin özerkliği bir haktır ve hiç kimse karşı çıkamaz Türk devleti ve KDP’nin baskısıyla Irak’ın KDP ile imzaladığı Şengal’deki özerk yönetimi dağıtma ve özsavunma güçlerini tasfiye etme planı boşa düşmüştür. Êzidîlerin iradesini yansıtmadığı için başarı şansı yoktur. Êzidîlerin özerkliği bir haktır ve hiç kimse karşı çıkamaz. Hangi Êzidî özerklik istemez! Herhalde 74 Ferman yaşamış bir halkın kendini yönetmek istemesi kadar doğal bir hak olamaz. Bu halkın tek ilacı kendi kendini yönetmesidir. Yani özerkliği ve özsavunmasıdır. Hangi çizgi, görüş olursa olsun bu Êzidîlerin hakkıdır. Daha doğrusu Êzidîlerin görüş farkı ne olursa olsun özerklikte birleşmeleri gerekir. Hangi Êzidî özerkliğe hayır diyebilir? Tüm Êzidîlere, siz kendi kendinizi yönetmek istiyor musunuz, özsavunmanızın Êzidî gençler tarafından yapılmasını istiyor musunuz, denildiğinde eğer üzerlerinde bir baskı yoksa yüzde 99’u ‘Evet’ der. Her Êzidîye açıkça, siz özerklik ve özsavunma istiyor musunuz, diye soralım. Ya da BM denetiminde bir referandum yapılsın, sonuç farklı çıkmayacaktır. Şimdi KDP’ye bağlı bazı güçler özyönetim ve özsavunmaya karşı çıkıyormuş. Eskisi gibi KDP’nin yönetimi altında ve DAİŞ gelirken kaçan askeri güçlerin korumasında bir Şengal istiyorlarmış. Bu tabii ki inandırıcı değildir. KDP ile çıkar ilişkisi olduğundan böyle konuşmaktadırlar. Herhalde özerkliğin yönetimi siz olacaksınız, dense kabul ederler. Ama üzerlerindeki baskı ve çıkar ilişkileri onları Êzidîlerin özerklik ve özsavunmasına karşı çıkan bir tutum içine sokuyor. Tabii ki Êzidîler bunları dikkate almaz. Özerkliği ve özsavunmayı kabul etmeyenler, işbirlikçi Êzidîler olarak görülürler. İşbirlikçi olan dün başkalarına, bugün başkalarına, yarın da başkalarına işbirlikçilik yaparlar. Onlar halktan kopmuş, çıkar ilişkileri nedeniyle kendi halkına ihanet edenlerdir. Şengal halkı da bilinçlenmiştir. Êzidîlerde bir zihniyet devrimi yaşanmıştır. Kadınların en önde olması bu gerçekliğin kanıtıdır. Artık Êzidîleri eskisi gibi kendini yönetmez zavallılar olarak göremezler. Êzidîler de örgütlenmiş ve öz bir irade kazanmışlardır. 2014 Fermanına karşı direniş Êzidîleri böyle bir bilince kavuşturmuştur. Zaten 2014 büyük soykırım tehdidi karşısında bu bilince kavuşmasalardı, kendilerini ölüme yatırmış olurlardı. Artık kendi değerlerine sahip çıkacak, kendini yönetecek ve savunacak bir Êzidî toplumu ortaya çıkmıştır. Çağdaş Derwêşê Evdîlerin şekillendirdiği bir toplum, binlerce yıldır Êzidîlerin özlemi olan inançları ve dilleriyle özgür ve demokratik yaşamı mutlaka gerçekleştirip koruyacaklardır. Dünyanın en meşru talebinde bulunuyorlar, en meşru direnişini yapıyorlar. Bu açıdan 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kararlıca direndiklerinde mutlaka Êzidîler kazanacak, özgür ve özerk Êzidxan’ı yaratacaklardır. Daha doğrusu yarattıkları özgür ve özerk Êzidxan korunacaktır. Başûr’daki toplumsal zihniyet ve siyasette yeni bir dönem açılmıştır Türk devletinin sadece Şengal’e değil, Mexmûr’a karşı da saldırı tehdidi vardır. Türk devleti Irak ve YNK üzerinde de baskı kurarak onları Özgürlük Hareketimize karşı çıkarmak istemektedir. Ancak Garê’den sonra Irak ve Başûrê Kurdistan siyasi güçlerinin tutumunda bazı değişiklikler olacaktır. Türk devletinin amacının Başûrê Kurdistan’ın tümü ve Irak olduğu görülmüştür. Garê’nin işgal edilmesi tüm Başûrê Kurdistan’ın Türkiye denetimine girmesi anlamına gelir. Bunu coğrafyayı bilen ve siyasetten anlayan herkes görebilir. Başûr siyaseti de, halkı da artık Türkiye’ye dur denilmesi gerektiğini anlamıştır. Bu açıdan Başûr’daki toplumsal zihniyet ve siyasette yeni bir dönem açılmıştır. Başûrê Kurdistan siyasetçileri bunu göremeseler de gerçeklik budur. Bu gerçekliği hangi siyasi güç önce görürse, Başûr’da siyasi inisiyatif kazanacaktır. Diğer yandan Başûr’da Kürtler açısından en doğru strateji, Başûr’un yerel demokrasiye dayanan demokratikleşmesi temelinde tüm Irak’ın demokratikleşmesini hedefleme olmalıdır. Devlet arayışları mutlaka bir dış güce bağımlılık ve işbirlikçilik temelinde gelişecekken, demokratikleşme temelinde bir ulusal ve siyasi mücadele, Kürtleri özgür iradeleri temelinde Irak’ta en güçlü konuma kavuşturacaktır. Demokratikleşen Irak’ta en büyük kazanan Kürtler olacaktır. Irak siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik yaşamında önemli güce kavuşacaktır. Çünkü; Irak’ta demokratik zihniyet ve potansiyeli en yüksek olan topluluk Kürtlerdir. Kürtler bu karakterleriyle sadece Irak’ta değil tüm Ortadoğu’da yükselen değer, yükselen halk haline gelirler. Milliyetçilik ve devletçilik Kürtleri zayıf ve marjinal kılarken, demokratik bir güç olarak Ortadoğu’nun en etkili gücü haline gelirler. Devlet arayışı Kürtlerin yüzde 70’ini soykırımcı-sömürgeci siyasetlere teslim etmek olurken, demokratikleşme stratejisi Kürtlerin tümünün, tamamen özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını sağlar. Gerçek yurtseverlik, gerçek Kürt severlik de budur. Milliyetçi, devletçi zihniyet Kürt’ün yüzde 70’ini soykırıma terk etme, hatta yüzde yüzünün soykırıma uğratılmasıyla sonuçlanır. Bu açıdan dört parça Kürdistan’da tüm Kürtlerin varlığını koruması, özgür ve demokratik yaşama kavuşması en iyi biçimde demokratikleşme stratejisiyle sağlanır. Milliyetçi yaklaşımlar Kürtlüğü savunma değil, büyük tehlikeler içinde yok olma sürecine sokar. Bu açıdan Başûrê Kurdistan’da demokratikleşmenin gelişmesi ve bu temelde Irak’ın demokratikleşmesinde temel aktör haline gelmeleri çok önemlidir. Doğru Kürtlük de, doğru strateji de budur. Irak, Rêber Apo’nun Demokratik Ulus anlayışı ve yerel demokrasiye dayalı demokratikleşme stratejisinin en etkin ve sonuç alıcı olacağı bir ülke konumdadır. Başûrê Kurdistan siyaseti buna yöneltildiğinde sadece Başûrê Kurdistan’ın değil Irak’ın çehresi değişecek ve Kürtlerin sadece Irak’ta değil, Ortadoğu’da itibarı yükselecektir. Dünya halklarının yönü Kürtlerin üzerinde olacaktır. İrani tüm topluluklarla demokratik birlik temelinde İran’ı değiştirme mücadelesine girmek gerekir Kürt halkının demokratikleşme stratejisiyle etkili olacağı bir yer de İran’dır. Demokratik İslam anlayışı Şii’si ve Sünni’siyle İran’da doğru anlaşılır ve Demokratik Ulusa dayalı demokratik mücadele birliği yaratılırsa İran, demokratik İslam doğrultusunda değişime uğratılarak demokratikleşmenin önemli bir coğrafyası haline gelir. İran tarih boyu halkların bir arada yaşadığı bir devlet ve ülke olmuştur. Eğer bu birlikte yaşam Demokratik Ulus anlayışı ile güncellenirse İran’da başta Kürtler olmak üzere tüm halkların güçleneceği yeni bir İran yaratılabilir. Kuşkusuz Kürtler her olasılığa hazırlanmalıdır. Ancak esas olarak dış bir işgali beklemeden, doğru siyasetin İran halklarıyla, İran içinde bir siyasi değişimin amaçlanması önemlidir. Dış güçlerden beklentili olanlar ne doğru bir siyaset izleyebilir ne de İran’ın değişiminde rol oynayabilir. Bu açıdan İrani tüm topluluklarla, inançlarla demokratik birlik temelinde İran’ı değiştirme mücadelesi içine girmek gerekir. Kürtler demokratik karakterleri ve Demokratik Ulus anlayışıyla İran’da da önemli bir rol oynayabilirler. Kürtler doğru strateji izlerlerse İran’daki tüm siyasi güçleri pozitif olarak etkilerler. Mevcut İslami rejimi demokratik İslam çizgisinde değişime zorlayıp halkların yerel demokrasi temelinde kendi kimlik, dil, kültür ve inanç özgürlüklerine kavuştukları yeni bir İran yaratılabilir. Ya mevcut İran yönetimi böyle bir uzlaşmaya çekilir ya da halklar demokratik birlikleriyle halkların özgür ve demokratik yaşama kavuştuğu yeni bir İran yaratır. Bunun için en başta dış güçlerden beklenti içinde olmadan İran içindeki dinamiklerle böyle bir İran’ı yaratma anlayışı ve çabası içinde olmak gerekmektedir. Tüm Kürtlerin kaderi mücadelemize bağlıdır Ortadoğu’da Üçüncü Dünya Savaşı sürmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı 20. yüzyılda soykırım altında olan Kürtler açısından büyük fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Ancak Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını istemeyen bölge devletleri ve gericiliği de Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını engellemek için tüm imkanlarını seferber etmiş durumdadırlar. Kürt düşmanlığında öncü olan Türk devleti, Özgürlük Mücadelemizi ezmek, Kürt soykırımını tamamlamak istemektedir. Bu açıdan büyük bir duyarlılık ve irade ile mücadeleyi geliştirmek çok önemlidir. Tüm Kürtlerin kaderi mücadelemize bağlıdır. Böyle bir tarihi sorumluluk içinde bulunmaktayız. Bu açıdan Kürtlerin de tüm imkanlarını seferber etmesi, tüm yeteneklerini en yüksek düzeyde pratiğe yansıtması gerekmektedir. Gerçekten tarihi bir dönemden geçmekteyiz. Var olma yok olma mücadelesi içindeyiz. Bunu anlamayan Kürt kendini ölüme yatırmış Kürt’tür. Öyle ki, Özgürlük Mücadelemiz sadece Kürtlerin değil, Ortadoğu’nun da özgür ve demokratik yaşamını belirleyecek bir güce kavuşmuştur. Bu yönüyle tüm insanlığa karşı borçlu olduğumuz bir mücadele içindeyiz. Tarih Kürtlere ve Özgürlük Hareketimize böyle bir rol vermiştir. Zaten Özgür Kürdistan, Demokratik Ortadoğu demektir. Biz de bu bilinçle rolümüzü layıkıyla oynayarak Özgür Kürdistan ve Demokratik Ortadoğu’yu gerçekleştireceğiz. | ||
© 2021 Serxwebûn |