Sal: 40 / Hejmar: 470 / Sibat 2021
23. yılda 15 Şubat Komplosu’nu ‘Özgürlük Zamanı Hamlesi’nin zaferiyle yenelim!Sibat 2021
PKK Yürütme Komitesi PKK’nin tüm kadro ve sempatizanlarına! Değerli Yoldaşlar! Hareket ve halk olarak yeni bir Şubat ayına girdik. Tarihi 15 Şubat Uluslararası Komplosu’nun 22’nci yılı tamamlanıyor, komplonun ve komploya karşı mücadelenin 23’üncü yılına giriyoruz. Tam 23 yıldır ABD öncülüğündeki uluslararası komplo saldırılarına maruz kalıyoruz ve komployu yenilgiye uğratabilmek için tüm gücümüzle etkili bir özgürlük mücadelesi yürütüyoruz. Önder Apo 23 yıldır Uluslararası Komplo saldırılarına ve onun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı insanüstü bir direniş yürütüyor. Hareketimiz ve halkımız ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla Önderliğimiz etrafında bir ateşten çember oluşturarak direnmiş ve bu kahramanlık direnişinde binlerce şehit vermiş bulunuyor. 15 Şubat Komplosu’na karşı mücadelenin 7’nci yıldönümünde, yani 8’inci Şubat ayına girişte PKK Yeniden İnşa Komitesi üyesi Viyan Soran Yoldaş, ‘İmralı sistemiyle birlikte yaşanmaz’ diyerek kendisini ateş topu yapmış ve ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai direnişinin İmralı işkence ve tecrit sistemi paramparça edilip Önder Apo fiziki özgürlüğüne kavuşana kadar kesintisiz devam edeceğini net bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. Bütün bunlar temelinde, bir yandan komployu ve tüm komplocu güçleri lanetlerken, diğer yandan da hareket ve halk olarak bizleri var eden özgür insanlık ve halklar önderi Önder Apo’yu, 22 yıllık tarihi İmralı direnişi öncülüğünde gelişen ve Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın dört bir yanında büyük bir cesaret ve fedakârlıkla sürdürülen özgürlük direnişini selamlıyoruz. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai direniş şehitleri ve Viyan Soran şahsında tüm özgürlük ve demokrasi mücadelesi şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 23’üncü yılda, 15 Şubat Komplosu’na karşı ‘Özgürlük Zamanı’ direniş hamlesi temelinde Kürdistan’ın tamamında ve dünyanın dört bir yanında Önderlik ve şehitler çizgisinde daha güçlü savaşacağımızı ve daha büyük kazanacağımızı belirtiyoruz. 23’üncü yıla büyük bir hamlesel mücadele içerisinde giriyoruz Değerli Yoldaşlar! Çok açık ki, tarihi 15 Şubat Uluslararası Komplosu’na karşı kahramanca yürütülen özgürlük direnişimizin 23’üncü yılına ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesi’yle giriyoruz. Dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında ‘Tecride, İşgale, Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi temelinde tüm hareket, halk ve devrimci-demokratik güçler olarak büyük bir mücadele yürütüyoruz. Peki bu ne anlama geliyor? Açık ki 22’nci yılda yürüttüğümüz direnişle ABD, TC ve KDP ittifakının Özgürlük Hareketimizi imha ve tasfiye planlarını boşa çıkarttığımız ve yenilgiye uğratmış olduğumuz anlamına geliyor. Gerçekten de kahraman gerillamızın ‘Cenga Heftanîn’ devrimci hamlesi temelinde geliştirdiği öncü eylemler ve bunun etrafında Kürdistan’ın dört bir yanında ve yurtdışında kadınların, gençlerin, tüm halkımızın ve dostlarımızın ABD-TC-KDP gerici-faşist ittifakının imhacı ve tasfiyeci saldırılarına karşı geliştirdiği direniş, çok önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bunu son aylarda herkes görmekte ve tartışmaktadır. Bu temelde de Hareketimiz 12 Eylül 2020 tarihi itibariyle tecridi kırmak, AKP-MHP faşizmini yıkmak, TC işgaline son vermek, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü etrafında Kürdistan’ı özgür, Türkiye ve Ortadoğu’yu demokratik yapmak için büyük bir devrimci direniş hamlesi başlatmış bulunmaktadır. İşte 15 Şubat Komplosu’na karşı 23’üncü yıl mücadelesine tüm hareket ve halk olarak, tüm dostlarımız ve devrimci-demokratik güçler olarak böyle bir devrimci direniş hamlesi içerisinde girmekteyiz. Hatırlanırsa, Komploya karşı 21’inci yıl mücadelesine de hareket ve halk olarak bir direniş hamlesiyle girmiştik; “Tecridi Kırma, Faşizmi Yıkma ve Kürdistanı Özgürleştirme” Hamlesi temelinde İmralı işkence ve tecrit sistemini kırabilmek için 200 gün süren Büyük Açlık Grevi etrafında topyekûn bir Devrimci Halk Savaşı direnişi yürütmüştük. Komploya karşı yeni mücadele yılına böyle bir hamle ile girişimiz bizi önemli sonuçlara da götürmüştü. Tecridi kırıp, geçici de olsa İmralı kapılarının açılmasını sağlamıştı. Yaşanan yerel seçimlerde AKP-MHP faşizminin tarihi bir yenilgi yaşamasına yol açmıştı. Böylece İmralı işkence ve tecrit sistemini, Önder Apo üzerinde uygulanan ve hiçbir hukuk kuralıyla da bağdaşmayan söz konusu sistemi dünya genelinde teşhir ederek, sahipleri tarafından bile savunulamaz ve sürdürülemez hale getirdi. Kısaca 21’inci mücadele yılına hamleyle girişimiz gerçekten Hareketimize önemli kazanımlar sağlatarak, Uluslararası Komplo zihniyet ve siyasetinin ciddi biçimde darbeler almasına neden oldu. Şimdi 23’üncü mücadele yılına da, ‘Özgürlük Zamanı’ direniş hamlesi çerçevesinde tüm Hareket, halk ve dostlarımız olarak, yine büyük bir hamlesel mücadele içerisinde giriyoruz. Hedefimiz AKP-MHP faşizmini yıkmak, İmralı işkence ve tecrit sistemini parçalamak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve bunun etrafında Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye ve Ortadoğu’nun gelişimini yaratmaktır. Dikkat edilirse iddiamız güçlü, amacımız büyüktür. Gerçekten de bu iddiayı hayata geçirecek ve amacı başaracak bir ortama sahibiz. Dolayısıyla Komplo’ya karşı 23’üncü direniş yılına hareket ve halk olarak girişimiz her zamankinden daha iddialı ve güçlü olmaktadır. Bu temelde daha güçlü savaşıp daha büyük kazanımlar elde edeceğimiz, AKP-MHP faşizmini yıkarak Türkiye ve Ortadoğu’daki demokratikleşmenin önünü açacağımız, küresel kapitalist modernite sisteminin Koronavirüs benzeri salgınlardan da faydalanarak halkları daha çok sömürmesine ve yine KDP işbirlikçiliğinin Kürt varlık ve özgürlük mücadelesine daha fazla zarar vermesine engel olacağımız kesindir. ‘15 Şubat’ı Unutma ve Unutturma!’ Değerli Yoldaşlar! KCK Yürütme Konseyimiz bu 23’üncü Şubat’ta yürüteceğimiz her türlü direniş eyleminin ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemiz temelinde ‘15 Şubat’ı Unutma ve Unutturma’ şiarıyla yapılmasını kararlaştırmış ve de bu kararı tüm yoldaşlara ve yurtsever halkımıza ulaştırmış bulunuyor. Demek ki hareket ve halk olarak 23’üncü Şubat’ı böyle bir somut şiar temelinde karşılıyoruz. ‘15 Şubat Komplosu’nu Unutma ve Unutturma!’ şiarıyla, Şubat ayının her gününü faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında devrimci-demokratik eylemliliğin yükseldiği günler haline getirmek istiyoruz. Kuşkusuz bu şiarın gereğini başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm halk ve devrimci-demokratik güçler olarak yerine getireceğiz. Komploya karşı 23’üncü direniş yılına girişi tarihin en büyük özgürlük ve demokrasi hamlesinin geliştiği süreçlerden biri yapacağız. Çünkü bizim için, PKK kadro ve militanları için, yurtsever Kürt halkı için, devrimci-demokratik güçler ve tüm özgür insanlık için gerçekten de 15 Şubat unutulmaz ve de unutturulamaz. 15 Şubat’ı, halkımızın ‘kara gün’ diyerek ifade ettiği gerçekliği hiç unutabilir miyiz? Önder Apo’nun ‘Kürt Soykırım Günü’ olarak ilan ettiği 15 Şubat’ı unutmak mümkün müdür? Açık ki, unutmak ihanettir. Kürt gerçeğine ihanet, özgür yaşam gerçeğine ihanet, Önderlik ve şehitler gerçeğine ihanet demektir. Böylesi ihanet etmiş güçler olmayacağımıza göre, 15 Şubat’ı, onun içerdiği soykırım ve Uluslararası Komplo gerçeğinin derin anlamını hiçbir zaman unutmayacağız. Sadece unutmamakla da kalmayacağız; aynı zamanda büyük bir iç mücadele temelinde ruhumuzdan, duygularımızdan ve düşüncelerimizden tümden söküp atacağız; uluslararası komplocu zihniyet ve siyasete karşı büyük bir kin ve öfkeyle özgürlük ve demokrasi mücadelesini her alanda yaratıcı yöntemlerle çok güçlü bir biçimde geliştireceğiz. Çok açık ki; 15 Şubat’ın içerdiği Uluslararası Komplo ve soykırım gerçeğini her zaman iliklerimize kadar hissedeceğiz. İşte böyle bir duyguyla da düşmana büyük öfke ve kin duyacağız, bunun yarattığı devrimci enerjiyle de Uluslararası Komplo’ya karşı, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı seferberlik düzeyinde sürekli mücadele edeceğiz. Bu temelde yüz yıldır Kürtlüğe dayatılan soykırımı, onun en alçakça kullandığı komplocu saldırı yöntemlerini kırıp yenilgiye uğratacağız. Çok iyi biliyoruz ki Uluslararası Komplo demek; soykırımcı zihniyet ve siyasetin imha ve tasfiye amaçlı saldırısı demektir. Dolayısıyla bu saldırı kırılmadıkça, ona yol açan zihniyet ve siyaset yenilmedikçe Kürtlüğün var olma ve özgür yaşama şansı yoktur. Hiç kuşkusuz uluslararası komplocu saldırı ile komploya karşı gelişen özgürlük ve demokrasi direniş gerçeği iç içe gelişen bir sarmal durumundadır. Komplocu saldırı, her türlü özgürlük eğiliminin örgüt ve eyleme dönüşme aşamasında onu yok etmek için gündeme getirilirken, her komplocu saldırıya karşı da varlık ve özgürlük için yeni direniş eğilimleri ve tutumları ortaya çıkmıştır. Yani Kürt tarihinde komplo ve direniş (ya da isyan denen şey) böylece son yüz yılda bir sarmal biçiminde hep var olmuştur. Şêx Seîd ve arkadaşlarına karşı komplocu saldırı tezgâhlandı Sömürgeci-soykırımcı güçler ilk komplocu saldırılarından birini 15 Şubat 1925’te Şêx Seîd ve arkadaşlarına karşı geliştirmişlerdir. O dönemde yeni oluşturulan TC devletinin Kürt’ü inkâr eden ve imha etmek isteyen yaklaşımlarına karşı Kürt toplumunda çok büyük bir huzursuzluk ve rahatsızlık oluşmuştur. Ortaya çıkan bu büyük tehlikeyi Azadî Cemiyeti gibi birçok örgütlenme ve aydın yapılanmaları görmüş, dolayısıyla TC’nin saldırıya geçmesini önlemek, Kürt varlığını ve özgürlüğünü sağlamak için çeşitli arayışlara girişip, önemli bir örgütlenme ve birlik oluşturma çabası yürütmüşlerdir. İşte bu durumu gören sömürgeci-soykırımcı güçler, daha Kürt yurtseverlik bilinci yeterince örgütlü ve eylemli hale gelmeden, ona erken doğum yaptırma anlamında komplocu yöntemlerle 13-14-15 Şubat tarihlerinde Şêx Seîd ve arkadaşlarına karşı bir komplocu saldırı tezgâhlamışlardır. Böylece gelişmekte olan yurtsever hareketi plansız ve örgütsüz bir direniş içerisine çekerek ağır bir biçimde saldırmış, ezip imha etmişlerdir. Söz konusu saldırı temelinde geliştirdikleri ‘Şark Islahat Planı’ denen ideolojik ve stratejik programlarıyla da Kürt soykırımının planlı uygulamasını başlatmışlardır. Bugün söz konusu bu komplocu saldırının 97’nci yılına girilmektedir. Bu planlı soykırım saldırısının 50’inci yılına doğru gidilirken, bu soykırım gerçeğini derinden hisseden ve ona karşı Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini geliştirmeyi hedefleyen yeni bir güç olarak Önder Apo ve PKK gerçeği çıkış yapmıştır. Önder Apo’nun bütün ruhsal, duygusal ve düşünsel çıkışının ve varoluşunun temelinde, Kürt halkına dayatılan ve on yıllara yayılan bu vahşi soykırımcı saldırıyı durdurmak, Kürt halkının özgürce var olup yaşam sürdürdüğü yeni bir siyasi ortamı yaratmak yatar. Bu temelde PKK hareketi, tamamen komploculuğa ve soykırıma karşı Kürt halkının varlık ve özgürlük hareketi, özgür Kürtlüğü savunma ve geliştirme hareketi olarak doğmuş ve şekillenmiştir. Demek ki Önderliksel doğuşun ve PKK biçimindeki varoluşun temelinde işte bu gerçeklikler vardır: Soykırıma karşı olmak, Kürtlüğü yok ederek Kürdistan’ı TC egemenliği altında Türk ulusal yayılmasının bir alanı haline getirmeye karşı çıkıp fırsat vermemek, Kürt varlığını ve özgürlüğünü savunmak, bunun öncü gücü, savaşçı gücü, fedai gücü, özsavunma gücü olmak! Önder Apo’yu diğer önderliklerden ve PKK’yi diğer Kürt hareketlerinden ayıran en temel gerçeklik, işte bu soykırımcılığı ve onun karşısında özgürce var olmayı doğru ve derinlikli bir biçimde anlamak olmuştur. Diğer birçok güç, özellikle reformist-milliyetçi akımlar iğdiş edilerek sömürgeci sistemin bir parçası haline getirilir, ‘sömürgeci sistem altında da Kürt varlığı ve yaşamı olur’ gibi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ham hayale kapılarak kendisini sömürgeci-soykırımcı sistemin bir ucu haline getirirken, Önder Apo ve PKK gerçeği bu zihniyet ve siyaseti reddederek, özgür Kürt varlığının ve yaşamının ancak sömürgeci zihniyet ve siyasetin yıkılması ve soykırımın tümüyle durdurulmasıyla mümkün olacağını öngörmüş ve bu temelde kendisini örgütleyip eylemli kılmaya yönelmiştir. 15 Şubat 1925’te Şêx Seîd ve arkadaşlarına karşı komplocu saldırı olarak başlatılan ve daha sonra da Agirî’de, Dersim’de, Başûr’da, Rojhilat’ta geliştirilen soykırımcı imha saldırılarına karşı büyük bir öfke ve nefretle kendisini devrimci bilimin ilkelerine göre şekillendirerek bilinçlendirmiş, çağdaş bir özgürlük ve demokrasi hareketi haline getirmeyi bilmiştir. Dikkat edilirse; tarih, Önder Apo’yu ve PKK’yi doğrulamıştır. Geçen süre içerisinde yaşanan gelişmeler, Önder Apo’nun ve PKK’nin ideolojik, politik, örgütsel ve askeri çizgisinin doğru olduğunu, dolayısıyla Kürt özgürlüğü temelinde ciddi gelişmeler yarattığını net bir biçimde ortaya koymuştur. Bunun karşısında ilkel ve reformist milliyetçi akımların aslında sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin birer uzantıları olduğunu, çoğunlukla onlar tarafından beslendiğini, esas olarak da Kürdistan’da radikal-toplumcu bir özgürlük hareketinin gelişimini engellemek için var edilip ayakta tutulduklarını net biçimde göstermiştir. Önder Apo’nun bu temelde 1970’li yıllarda geliştirdiği özgürlük çizgisi ve onun eylemli kılınmış hali olan PKK öncülüğü, 1980’li yıllarda kahramanlık çizgisinde yürüyen büyük bir gerilla direnişiyle sürdürülünce ve 1990’lı yıllarda da Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin ve özgürlük gerillasının yenilmez gücüyle özgürlükte ısrar edince, tıpkı 15 Şubat 1925’te Kürt yurtsever bilincine, örgütlülüğüne ve güçlerine karşı dayatılan komplonun bir benzeri ve çok daha ağırı, küresel kapitalist modernite sisteminin örgütleyip planladığı bir saldırı olarak 9 Ekim 1998 tarihinden itibaren Önder Apo gerçeğine dayatılmıştır. ‘Komplo’ deyip geçmemek lazım 9 Ekim 1998 Komplosu’yla Önder Apo imha edilmek, bu temelde PKK tasfiye edilip küresel kapitalist modernite sisteminin bir planlaması olan Kürt soykırım zihniyet ve siyaseti hayata geçirilmek ve tamamlanmak istenmiştir. 9 Ekim Komplosu’yla istenen başarı elde edilemeyince de 15 Şubat 1999 Komplosu gündeme getirilmiş, Önder Apo İmralı işkence ve tecrit sistemi altına alınarak idam edilmek ya da ideolojik-siyasi olarak imhaya uğratılıp bu temelde PKK’nin tasfiyesi ve Kürt soykırımının tamamlanması sağlanmak istenmiştir. Peki, bütün bunları burada bir kez daha bu biçimde niçin belirtiyoruz? Çok açık ki komployu, komplocu saldırı yöntemini doğru ve yeterli bir biçimde anlamamız gerekiyor da onun için. Çünkü komplocu saldırı, basit bir biçimde ortaya çıkmıyor. Yine sıradan bir saldırı olmuyor. Tam bir provokatif oyunbazlık, düzenbazlık içerisinde, karşı tarafı yanıltarak yürütülen bir saldırı durumunu ifade ediyor. Sömürgeci-soykırımcı düşmanın her sıkıştığında bu yöntemi etkili bir biçimde kullandığını da görüyoruz. İşte 1925 Şubat’ında Şêx Seîd ve arkadaşlarına da komplocu yöntemle saldırdılar. Komplo kurdular, iç ihaneti geliştirdiler. Kürt yurtsever bilincini daha örgüt ve eyleme dönüşmeden çatışma içerisine çekerek ezdiler. Benzer bir durumu 1930’ların başında Agirî-Zîlan hattında yaptılar. Daha belirgin olarak 1937-38’de Dersim’de yaptılar. Seyîd Riza ve arkadaşlarına da komplocu yöntemlerle tuzak kurdular. Hatta yalan söylediler; ‘Gel görüşelim, sorunları çözelim’ dediler. Seyîd Riza ve arkadaşları buna inanıp görüşmek üzere belirlenen yere gidince de kurdukları alçakça tuzağı harekete geçirdiler. Kendileriyle görüşmeye giden Kürt temsilcilerini tutup idam ettiler. Benzer uygulamayı Başûrê Kurdistan’da da görüyoruz; Şêx Mehmud Berzencî’ye de İngilizlerin ve diğer güçlerin yaptıklarının bundan hiçbir farkı yoktur. Aynı gerçeklik Rojhilatê Kurdistan’da da yaşanıyor; Qazî Mihemmed ve arkadaşlarına, yine Simko Şikakî ve arkadaşlarına yapılanın da benzer komplocu saldırılardan farklı olmadığı açık bir biçimde biliniyor. Demek ki ‘komplo’ deyip geçmemek lazım. ‘Komploculuk vahşidir’ diyerek yanılmamalıyız. Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi olarak öyle bir düşmanla karşı karşıyayız ki; her türlü komplocu yöntemden soykırım uygulamasına kadar insanlık suçu kabul edilen tüm yöntemleri uygulamaya koymaktan geri durmayan bir gerçeği var. O halde düşmanımızı doğru tanımak ve böyle bir düşman karşısında var olup mücadele edebilecek dikkati, duyarlılığı, tedbiri gösterebilmek açısından komploculuğu, komploculuk karşısındaki duruşu iyi anlamamız gerekiyor. Diğer yandan, bu komplocu saldırılar bir amaç temelinde ortaya çıkıyorlar. Peki neyi gerçekleştirmek istiyorlar? Amaçları nedir? Çok açık ki komplolar, Kürt soykırımını gerçekleştirmek için uygulamaya konan bir saldırı oluyorlar. Uluslararası komplo dediğimiz saldırının kendisi, Kürt’ü inkâr ve imha eden zihniyet ve siyasetin pratiğe geçirilmesini içeriyor. Dolayısıyla Kürt inkârı ve imhasıyla kopmaz bir biçimde bağlıdır. Kürt soykırım zihniyet ve siyasetiyle bağlıdır. Söz konusu zihniyet ve siyasetin imha ve tasfiye amaçlı saldırısı olmaktadır. O halde komplocu yöntemin gerçekleştirmek istediği amacı anlamak, çok daha büyük bir önem taşımaktadır. İşte bu gerçekleri en çok irdeleyen, tarihsel olarak bilince çıkartan bir güç olarak Önder Apo gerçeği, 1970’lerin başından itibaren Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin düşüncesini, teorisini, programını, örgütünü, stratejisini ve taktiklerini geliştirerek parti öncülüğünü, özsavunma gücü olarak gerillasını, kadın ve gençlik hareketini, bunlar temelinde topyekûn bir halk direnişini ortaya çıkartmayı başarmıştır. Kürt sorununu tamamen açığa çıkartarak sömürgeci-soykırımcı zihniyeti darbeleyip iyice teşhir etmiştir. ‘Artık bu temelde siyaset işleyebilir, Kürt sorununun demokratik çözümü imkân dâhilinde olabilir’ diye düşünerek ve sömürgeci-soykırımcı güçlerin de daha önceki hareketlere ve önderliklere yaptıkları gibi ‘görüşme ve demokratik siyasi çözümün önünü açma’ yönünde gösterdikleri eğilime de dayanarak Avrupa’ya çıkmak, Avrupa demokrasisi çerçevesinde ulusal sorunların kendi kaderini tayin hakkı temelindeki demokratik siyasi çözümlerini gerçekleştirmek istemiştir. Bizi hareket ve halk olarak böyle amansız bir mücadele yürütmek zorunda bırakan neydi? Peki, Önder Apo’nun söz konusu hareketine dayatılan nedir? Çok açık ki, 9 Ekim günü kim vurduya getirerek imha etmeyi planladılar. Bu, gerçekten de alçakça bir komployu ve katliamı ifade etmektedir. Çok iyi biliyoruz ki, komplocuların Uluslararası Komplo’yu tezgâhlarken ilk planlı hedefleri, Önder Apo’nun fiziki imhasının gerçekleştirilmesidir. Bunu başaramayınca, büyük bir sürek avı biçiminde dünyanın dört bir yanında takip etmişler, en sonunda istihbarat güçlerinin denetimi çerçevesinde 15 Şubat Komplosu’nu, yani Önder Apo’yu kaçırarak İmralı işkence ve tecrit sistemi altına almayı gerçekleştirmişlerdir. Denebilir ki, önceki direnişlerde yaşananları en iyi bilen ve bu konuda en çok uyanık davranan bir güç olarak Önder Apo, söz konusu hareket tarzını neden esas almıştır? İşte bu noktada da şunları ifade ediyoruz: O zamana kadar yaklaşık 30 yıla yakın yürüttüğü mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlara dayanmak istemiştir. Yani Kürt sorunu temelinde tarihsel gerçekleri aydınlatmak, teorik çerçeve ortaya koymak, ideolojik-siyasi program oluşturmak, örgüt ve eylem geliştirmek, kısaca Kürtler açısından ve genel sorun kapsamında Kürt sorununun çözümü için gerekli bütün verileri ortaya çıkartmak biçiminde yürüttüğü çalışmalar ve sağladığı gelişmelere dayanmak istemiştir. Belli ki artık Kürtler açısından sorun çözülmüş ve bir muhatap ortaya çıkmıştır. Türkiye ve dünya açısından da Kürt gerçeği ve Kürt sorunu olayı yeterince aydınlatılmıştır. Dünyada en çok sözü edilen kavram da ‘Ulusların, Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı’ olmaktadır. Ulusal demokratik hakların tanınması ve sorunların demokratik yöntemlerle çözümü olmaktadır. O halde, mevcut gelişmeler temelinde tüm bunların Kürt sorununun çözümüne de uygulanmasına fırsat vermek için her türlü riski ve tehlikeyi göze alarak böyle bir yönelim içeresine girmiştir. Peki, Önder Apo’nun bu kadar açık, çözümleyici ve iyi niyetli yaklaşımına karşı sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin dayattığı ne olmuştur? Tıpkı önceki süreçlerde olduğu gibi, yeni bir imha ve tasfiye dayatması olmuştur. 15 Şubat komplo gerçeği bize net bir biçimde bunu göstermektedir. Dikkat edilirse, Önder Apo Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü altın tepside Avrupa siyasetinin ve o çok sözü edilen demokrasisinin önüne koymuştur. Bu güçlere çözümü altın tepside sunmuştur. Peki, Avrupa demokrasisi denen sistemin yaptığı ne olmuştur? Önder Apo’nun CIA komplosuna kurban gitmesi için ellerinden gelen bütün desteği ABD ve CIA’ye vermek olmuştur. İşte bizim bu gerçekliği çok iyi görüp doğru anlamamız gerekiyor. Dikkat edilirse 22 yıldır Önder Apo, Hareketimiz ve halkımız İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı, yani 15 Şubat Komplosu’na karşı büyük bir direniş yürütüyor. Böyle bir direniş içerisinde binlerce de değil, on binlerce şehit verdik. On binlerce yaralımız, gazimiz oldu. On binlerce tutsak verdik. Halk olarak dünyanın dört bir yanına savrulduk. En zor koşullarda yaşar ve mücadele eder hale geldik. Adeta yaşamı durdurduk. Gerçekten de Önder Apo’nun deyimiyle, “Olacaksa bir yaşam ya özgür olacak ya da hiç olmayacak” deyip, özgür yaşamı elde edebilmek için tarihin en büyük mücadelesi içerisine girdik. Şimdi bizi hareket ve halk olarak böyle amansız bir mücadele yürütmek zorunda bırakan neydi? Çok açık ki 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 komplo gerçeğiydi. Önder Apo’nun Kürt sorununu açığa çıkartıp Kürtler açısından çözüm muhatabını yaratarak sorunu var eden güçlerin önüne Kürt sorununun demokratik çözümünü koyması karşısında, Kürt sorununu yaratan güçlerin buna dayattıkları imha ve tasfiye amaçlı komplocu saldırılarıydı. Bu gerçeği, Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin 23’üncü yılına girerken de daha derinden bilince çıkartıp anlamamız gerekiyor. Kürt sorununun gerçekte ne olduğunu, kimler tarafından yaratıldığını, dolayısıyla nasıl çözülebileceğini bütün bu tarihsel olaylara ve yaşanan gelişmelere bakarak doğru ve yeterli bir biçimde anlamamız büyük önem taşıyor. Bir kere daha benzer hatalara düşmemek için, Kürt varlığını ve özgürlüğünü garantileyecek bir bilinci, iradeyi, örgüt ve eylem gerçeğini ortaya çıkartma ve kendi özgücümüzle mücadele edip yaşama gücünü gösterebilmek için, bu tarihsel gerçekliği derinliğine anlamak ve bilince çıkartmak önem taşıyor. Belli ki bu konuda sorular çoktur. Örneğin, düşman kimdir? Kürt soykırımı ne demektir? Kürt sorunu nasıl bir sorundur? Kimler tarafından ve ne zaman ortaya çıkartılmıştır? Nasıl bir soykırım dayatmasıdır? Yüz yıldır hangi yöntemlerle sürdürülmektedir? Ancak nasıl çözülebilir? İşte bu sorulara doğru ve yeterli cevap verebilmemiz için son yüz yıllık tarihi, Kürt sorununu, soykırım gerçeğini ve onun pratikleştirme yöntemi olarak komplocu saldırıları doğru ve derinlikli bir biçimde anlamamız şarttır. Kürtlüğü yok edebilmek için Önder Apo’nun imhasını öncelik olarak gördüler Değerli Yoldaşlar! Önder Apo’ya yöneltilen 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 komploları, Kürt soykırım zihniyet ve stratejisini hayata geçirip başarmak için geliştirilmiş bir vahşi saldırı olmaktadır. Bu saldırıyı kararlaştıran, planlayan ve uygulayan güçler aslında Kürt sorununu yaratan ve Kürt soykırımını kararlaştırıp planlayan güçlerdir. 22 yıldır yaşanan komplo gerçeğinden baktığımızda çok net bir biçimde görüyoruz ki; Kürt sorununu ortaya çıkartan güçler, aslında kapitalizmi küresel hegemonik hale getiren güçler olmaktadır. Küresel kapitalist sistem Kürt’ü yok sayıp, yok edilmesinin önünü açmıştır. Dolayısıyla Kürt sorunu; Kürt halkını imha ve tasfiye etme, tarihten silme sorunudur. Yani bir soykırım gerçeğidir. Bunu fiziki katliamlarla, demografyayı değiştirerek, Kürtleri anayurtlarından yani Kürdistan’dan sürerek, asimilasyona dayalı kültürel soykırımı en üst düzeyde geliştirerek yapmaktadırlar. Kısaca Kürt sorunu; bir Kürt soykırım olayıdır. Bunu planlayıp ortaya çıkartan güçler de, küresel kapitalist sistem olmaktadır. Böyle olunca Uluslararası Komplo’yu kimin kararlaştırdığı, planladığı, uygulamaya koyduğu açık bir biçimde anlaşılır olmaktadır. Zaten pratik olarak da çok iyi biliyoruz ki; Uluslararası Komplo’yu ABD yönetimi kararlaştırmış, planlamış ve uygulamaya koymuştur. ABD’deki Demokrat Partili Bill Clinton yönetiminin tüm bu kararlaşma ve uygulamayı geliştirdiği artık herkes tarafından bilinmektedir. Böyle bir komplocu saldırının başarıya götürülmesinde İsrail’in, Almanya, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin, dönemin Mısır yönetiminin ve Rusya ile Yunanistan yönetimlerinin önemli bir payı olduğu bilinmektedir. Bugün kendini çok daha fazla açığa çıkarmış olan Kürt işbirlikçi-ihanetinin de söz konusu komplonun uygulanmasında ve 15 Şubat’ın gerçekleştirilmesinde önemli bir payı olmuştur. Tabii komplocu güçler, komployu başarıya ulaştırmada Özgürlük Hareketimizin zayıf ve yetersiz yaklaşımlarından da yararlanmışlardır. Önder Apo ‘sahte dostluğu ve yetersiz yoldaşlığı’ komplonun yapılmasını sağlayan, 15 Şubat’ın gerçekleşmesine yol açan temel etken olarak değerlendirmiştir. Peki, komplocu saldırıyla ne yapılmak istenmiş ve bu saldırı nasıl uygulanmıştır? Çok iyi biliyoruz ki, Önder Apo 9 Ekim’de kim vurduya getirilerek imha edilmek, bu temelde PKK tasfiye edilerek Kürt soykırımı başarıya götürülmek istenmiştir. Önder Apo’nun büyük sezgisi, öngörüsü ve doğru tarzıyla söz konusu plan boşa çıkartılmıştır. Artık imhanın öngörüldüğü gibi başarılamayacağı ortaya çıkınca, bu sefer gündeme 15 Şubat Komplosu getirilmiştir. 15 Şubat Komplosu’yla Önder Apo’nun idamı, PKK’nin bu temelde tasfiyesi ve yine Kürt soykırımının bunlara dayanılarak tamamlanması hesaplanmıştır. Çünkü; Önder Apo ve PKK gerçeği var oldukça Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini başarıya götürmek, bu temelde oluşturulan planları başarılı bir biçimde uygulamak mümkün olmamaktadır. İfade ettiğimiz gibi, Önder Apo ve PKK gerçeği Kürt varlığının ve özgürlüğünün garantisi ve özsavunma gücüdür. Kürt sorununu yaratan sömürgeci-soykırımcı güçler, Kürtlüğü yok edebilmek için Önder Apo’nun imhasını ve PKK’nin tasfiyesini hep olmazsa olmaz bir öncelik olarak görmüşler ve uygulamak istemişlerdir. Önder Apo’nun derin çözümleyici, Komplo’yu en geniş biçimde tanımlayıcı, Kürtlere olduğu kadar Türkiye halklarına ve onların geleceğine dönük de bir komplo olduğu gerçeğini ortaya koyup etkili bir şekilde savunucu yaklaşımları karşısında idam planı da boşa çıkartılmıştır. Komplonun planlanıp yürütülmesinde gardiyanlık rolünden başka etkileri olmayan TC yöneticileri, idamı kendi çıkarları için uygun görmeyince, bu sefer gündeme İmralı çürütme politikası gelmiştir. Yani Önder Apo İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde herhangi bir etkinlik gösteremez hale getirilerek, ideolojik-siyasi varlığı ve etkinliği bitirilmek istenmiştir. Önder Apo’nun ideolojik-siyasi yenilgisine dayanılarak da PKK’nin dağılması, bu temelde Kürt soykırımının önünün açılması hedeflenmiştir. Önder Apo, tarihin en ağır baskı ve işkence yeri olan İmralı koşullarında söz konusu mücadeleyi, geliştirdiği savunmalarla kazanmayı bilmiştir. Bülent Ecevit hükümetinin Avrupa demokrasisinin öngördüğü bireysel haklar temelindeki ‘Kürt çözümünün’ karşısına ‘Demokratik Ortadoğu-Özgür Kürdistan’ çözümünü çıkartarak İmralı mücadelesini de kazanmıştır. Dolayısıyla Uluslararası Komplo planını İmralı koşullarında uygulamakla görevli olan Ecevit hükümeti görevini başaramayınca bir anda çökmüş, bu sefer komployu pratikleştirmek için dinci ve milliyetçi çizgide bulunan Tayyip Erdoğan ve arkadaşları görevlendirilmiştir. Tayyip Erdoğan’ın kurduğu AKP’nin 3 Kasım 2002’de tek başına iktidara getirilmesi durumu bu temelde ortaya çıkmıştır. Aslında ne Tayyip Erdoğan bir siyasetçi ne de AKP bir siyasi partidir. Herhangi bir seçim kazanma durumu da söz konusu değildir. Peki, o halde gerçekleşen nedir? Çok açık ki, Önder Apo’nun, Hareketimizin ve halkımızın direnci karşısında yenik düşen sosyal-demokrat, milliyetçi ve liberal koalisyondan sonra Türkiye’de ayakta kalan tek çizgi olarak dinci ve milliyetçi AKP, Uluslararası Komplo’yu yürütmek ve İmralı mücadelesini kazanmak için görevlendirilmiştir. Yani bu topluluk normal bir parti ve iktidar değildir. Uluslararası Komplo’yu hayata geçirip başarıya götürmekle görevlendirilmiş bir faşist güruhtur. Faşist-soykırımcı bir özel savaş güruhudur. Onların çeşitli dönemlerde Kürt’ten söz etmeleri, İmralı’da ve Oslo’da görüşmeler yapmaları, kendilerine göre ‘Kürt açılımları ve çözüm süreçleri’ geliştirmeye çalışmaları, aslında Uluslararası Komplo’yu başarıya götürmek üzere geliştirilen özel savaş taktiklerinden başka bir şey değildir. Dikkat edilirse bu güruh, başlangıçta Kürt toplumunu İslam’a bağlılığı nedeniyle aldatarak Önder Apo ve PKK’den kopartacağını umut edip ‘İslam çözümü’ adı altında Kürtlere yakın bir siyaset izlemeye çalışmıştır. Bir yandan halk tabanını Önderlik ve Parti’den koparmayı, diğer yandan PKK’yi içten parçalamayı ve bu temelde sonuca gitmeyi öngörmüştür. Bununla yeterince sonuç alamayınca, özellikle içten dayatılan 2002-2004 tasfiyeciliği Önder Apo’nun büyük çabalarıyla tasfiye edilip bu plan boşa çıkarılınca, yine AKP’nin ‘İslam Ümmeti’ yaklaşımının aldatıcılığı ve çözümsüzlüğü Önder Apo’nun paradigma değişimi temelinde geliştirdiği ‘Kürt sorununun Demokratik Konfederalizm sistemi ile çözümü’ projesi temelinde aşılınca, bu sefer AKP yönetimi kendisini devlet içinde güçlü ve etkin hale getirebilmek için bir ara süreç yaşamak zorunda kalmıştır. 2005 ile 2009 arasındaki dönemi böyle değerlendirebiliriz. Aslında bu süreci, Komplo’yu başarıya götürmekle görevlendirilmiş olan AKP’nin, ABD desteğiyle TC’yi ele geçirme ve kendisini devlet haline getirme süreci olarak da değerlendirebiliriz. Nitekim bu dönemde baskı ve şiddet yanında çeşitli ılımlı söylemleri, güya Kürt sorununu çözecekmiş gibi yaklaşımları ileri sürerek Kürtlerde beklenti yaratmayı ihmal etmemiştir. Aslında daha sonraki süreçte de bu tür oyunlara başvurmaktan geri durmamıştır. Peki ne zamana kadar? Ta ki bütün bu oyunları, hileleri, bu temeldeki planları bozulup boşa çıkartılana ve kendisi de devleti ele geçirip bir devlet olarak kendisini örgütleyene kadar. Bunları gerçekleştirdikten sonra MHP ile ittifak yaparak gerçek yüzünü net bir biçimde ortaya koymuştur. Çeşitli hile, oyun ve aldatmalarla Önder Apo’yu etkisiz kılma, PKK’yi içten tasfiye etme ve Komplo’yu başarıya götürmeyi sağlayamayınca, bu sefer MHP ile anlaşarak ve Türkiye’de açık bir faşist diktatörlüğü inşa ederek özel savaşı her boyutta tırmandırıp Kürtlüğün fiziki imhası ve soykırımını gerçekleştirmeye yönelmiştir. Kendimizi kandırmayalım ve aldatmayalım! Şimdi bu kısa özeti çok açık ki şunun için yapıyoruz: Dikkat edilirse, söylenenler ve çeşitli dönemde yapılanlar toplu ele alınıp her türlü hile ve oyun ayıklanıp gerçek açığa çıkartıldığında görünen şu oluyor; 22 yıldır Uluslararası Komplo’yu yapan güçler Önder Apo’yu ve PKK’yi imha ve tasfiye planlarından asla vazgeçmemişlerdir. 22 yıldır söyledikleri ve yaptıkları tamamen bu sonucu almayı başarmak içindir. Her şeyi böyle bir sonuç almanın hizmetine koşmuşlardır. Bu 22 yıl boyunca özel savaşı tüm boyutlarıyla en ileri düzeyde derinleştirmiş ve uygulamışlardır. Türk özel savaşı, tarihte ulaştığı en üst düzeyi, planlı ve bütünlüklü yaklaşımı ifade etmektedir. Aslında bu 22 yıl boyunca özel savaş kapsamında her türlü saldırıyı yapmışlardır. On binlerce Kürt gencini “bölücü, terörist” diyerek alçakça katletmişlerdir. On binlerce Kürt gencini, kadınını, yurtseverini zindanlara doldurmuşlar, çoğunu sorgusuz ve yargısız bir biçimde en ağır baskı ve işkence altında tutmuşlardır. Milyonlarca Kürt insanını Kürdistan’dan Türkiye’ye ve dünyanın dört bir yanına göçertmişlerdir. Kürdistan’ın çok değişik alanlarına dünyanın dört bir yanından topladıkları devşirme toplulukları yerleştirerek Kürdistan’daki demografyayı değiştirmeye, Kürt nüfusunu azaltmaya çalışmışlardır. Ekonomik sömürgeciliği, siyasi baskıyı en ileri düzeye çıkarmışlardır. Yaşamı, ekonomiyi, karnını doyurmayı bir soykırım aracı haline getirmişlerdir. Asimilasyonu en ileri düzeyde geliştirmişlerdir. Okullarla, medyayla, sanat ve edebiyatla ırkçı-faşist bir Türklüğü daha çok geliştirerek Kürt toplumunu asimile edebilmek için her türlü saldırıyı yürütmüşlerdir. Nihayetinde bunu Bakurê Kurdistan’la sınırlı tutmamışlar, Efrîn’i, Serêkaniyê’yi, Girê Spî’yi işgal etmişlerdir. Bütün Rojavayê Kurdistan’ı işgal etmekle tehdit etmektedirler. Yine Heftanîn’den Xakûrkê’ye kadar Başûrê Kurdistan’ın sınır hattında önemli bir coğrafya parçasını işgal etmişlerdir. Bu işgali daha çok artırmak, Şengal’e kadar uzatmak istedikleri açıktır. Günlük olarak bunun planını yapıyorlar, bunun hazırlığı içindeler, ilişki ve ittifakını oluşturmaya çalışıyorlar. Nitekim fırsat ve imkânını bulurlarsa Rojava ve Başûrê Kurdistan’a dönük işgalci saldırılarını daha da genişletmekten asla geri durmayacaklar. Tabii tüm bu süreç boyunca da İmralı’da işkence ve tecrit sistemini ağırlaştırarak geliştirmişler, Önder Apo üzerinde tam bir fiziki ve psikolojik baskı, işkence ve tecrit sistemi oluşturarak bir çift cümlesinin bile Kürt halkına ve insanlığa ulaşmasına fırsat vermemişlerdir. Kuşkusuz bütün bunları uygulayan Tayyip Erdoğan yönetimidir, AKP-MHP ittifakıdır, TC devletidir. Ama unutmayalım ki; bu devlet tüm bunları yaparken en büyük desteği ABD’den görmüştür. ABD yönetimi çeşitli çıkar çelişkileri nedeniyle bazen eleştiriyor olsa da, aslında Önder Apo ve PKK’ye karşı, yani ‘terör’ dedikleri güce karşı saldırı adı altında AKP-MHP faşizminin Kürtlere dönük soykırım uygulamalarının hepsine destek vermiştir. Nitekim Rojava ve Başûrê Kurdistan’a dönük işgal girişimlerini de ABD onaylamıştır. Hatta teşvik etmiştir. Yine NATO ve Avrupa’nın çeşitli güçleri benzer yaklaşımlar içinde olmuşlardır. Rusya ve İran gibi güçler çeşitli çıkarlarını, TC’nin PKK’ye yönelttiği saldırıya destek vererek Türkiye’den elde etmeye çalışmışlardır. KDP işbirlikçiliğinin de böyle bir komplocu imha ve saldırı planına tam bir koltuk değneği olduğu, kılavuzluk eden korucular gibi öncülük edip en büyük desteği verdiği açıktır. Kısaca şunu belirtelim: AKP-MHP faşist ittifakında ifade edilen TC gerçeğinin Kürt soykırımından zihniyet ve siyaset olarak asla vazgeçmediği, bunu da bütün Türkiye toplumuna yaymak için büyük bir çaba içerisinde olduğu açık bir gerçektir. Bu konuda asla bir yanılgı olmamalıdır. Mevcut haliyle ABD-Avrupa-Rusya gibi güçler söz konusu soykırımcı saldırıları açık bir biçimde desteklemektedirler. KDP gibi işbirlikçiler de böyle bir soykırım saldırısının ‘Truva Atı’ rolünü oynamaktan geri durmamaktadırlar. Bu konuda asla süreci yanlış anlamamak, olup bitenlere yanlış bir açıdan bakmamak, dolayısıyla kendini aldatmamak gerekir. Elbette yürütülen büyük mücadele ile Kürt sorunu bütün dünyaya taşırılmış, dünya halkları, kadınları, gençleri, işçi ve emekçileri, devrimci-demokratik güçleri tarafından Kürt halkı ve özgürlük mücadelesi tanınır hale gelmiştir. Yine esasta çıkar çelişkileri gereği birçok güç ihtiyaç duydukça Kürt sorunundan söz etmektedir. TC’nin içine girdiği faşist-çeteci yapı birçok gücü tehdit edip korkutmakta, dolayısıyla buna karşı bir tedbir olarak bazı çevreler Kürt sorunundan söz etmektedirler. Ama bundan öteye Kürt sorununu, soykırıma karşı Kürt halkının varlık ve özgürlük hakkı olarak çözmeyi öngören, böyle bir zihniyet ve politika oluşturan bir dünya ve bölge egemen siyaset gerçekliği ortada yoktur. Bunu herkes, hepimiz, tüm yoldaşlar ve yurtsever halkımız iyi görmeli, iyi anlamalıdır. Özellikle partili yoldaşlar iyi anlamalı ve halkımıza da iyi anlatmalılar ki, kendini kandırma olmasın, hile ve oyunlara gelinmesin, yanlış tutum ve hesaba girilmesin, dolayısıyla kendimizi kandırmayalım ve aldatmayalım! Güç kaynaklarımızı görmezden gelerek kendimizi zayıf duruma düşürmeyelim. Bunlar son derece büyük önem arz eden gerçekler olmaktadır. Peki niye bunları ifade ediyoruz? Çünkü; bir çevre birkaç kelime söyledi mi, hemen zayıfın ruh hali gereği içimizde ciddi yanılgılar ortaya çıkıyor, ağır beklentiler oluşuyor. Çeşitli güçlere karşı değerlendirmelerimiz hatalı oluyor. Dolayısıyla doğru politika izleme, taktik geliştirme, var olan imkân ve fırsatları yeterince değerlendirme gücünü gösteremiyoruz. Aşırı derecede kendini kandıran, yanılgılar içerisine giren, dolayısıyla beklentiye düşen, hele hele bunu dış güçlerden, soykırımı ve komployu yürüten güçlerden çözüm bekler gibi bir duruma düşen yaklaşım ve tutumlar fazlasıyla ortaya çıkabiliyor. Bu da imkânlarımızı ve fırsatlarımızı doğru görüp yeterli değerlendirmemizi engelliyor. Böyle yanılgılara düşmemek ve kendimizi doğru pratikleştirebilmek için, AKP-MHP faşist-sömürgeci-soykırımcı gerçeğini doğru görmemiz, bunun geçici bir şey olmadığını ve TC devletinin özü olduğunu bilmemiz, söz konusu TC devletini de bugünkü BM’nin, NATO’nun, ABD ve Avrupa’nın stratejik müttefik olarak desteklediklerini kesinlikle iyi anlamamız gereklidir. Uluslararası Komplo olayını doğru anlamamız gerekmektedir Değerli Yoldaşlar! Çok açık ki bize dayatılan soykırım gerçeğini doğru anlamamız ve Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini başarıyla yürütebilmemiz için öncelikle Uluslararası Komplo olayını doğru anlamamız ve bu komployu planlayan ve uygulamaya koyan güçleri yeterli bir biçimde tanımamız gerekmektedir. Nitekim Önder Apo bütün yoğunlaşmalarını ve çabasını bu husus üzerinde geliştirmiştir. Uluslararası Komplo’ya yol açan, İmralı işkence ve tecrit sistemini ortaya çıkartan ve sürdüren tarihsel gerçekliği, küresel iktidar ve devlet sistemini, Kürt sorununu ve onu ortaya çıkartan güçleri açığa çıkartıp söz konusu soykırımcı zihniyet ve siyaseti yargılamaya çalışmıştır. Bu konuda tarihi öneme sahip önemli kazanımlar ve büyük başarılar da ortaya çıkartmıştır. Tarihsel toplum gerçeğinin sadece iktidar ve devlet sistemi olmadığını, uygarlığın sadece merkezi devletçi uygarlıkla sınırlandırılamayacağını, kadın öncülüklü Neolitik devrimin ve tarım-köy toplumunun gelişimini, doğal toplumu ve demokratik uygarlığı tanımlayarak aslında iktidarcı ve devletçi uygarlığın tarihsel toplum süreci içerisinde bir yarılma ve sapma olduğunu, bütün sorunların da söz konusu bu uygarlık sapmasından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Kürt sorununu da hem bu beş bin yıllık iktidar-devlet sistemiyle hem de bu sistemin son modernitesi olan kapitalist modernite sistemiyle ve özellikle onun son yüz yılda yaşadığı küresel hegemonik gerçekliğiyle bağlantılandırmıştır. Bunlar temelinde, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini yürüten bir güç olarak kendisine yöneltilen saldırının söz konusu tarihsel temele dayanan, iktidar ve devletçi uygarlık eliyle, onun günümüzdeki temsilcileri olan kapitalist modernite sistemi tarafından geliştirildiğini ortaya koymuş, böyle bir sistemin nasıl insan düşmanı, kadın düşmanı, toplum ve doğa düşmanı olduğunu, nasıl kanserojenik bir hastalığı ifade ettiğini açık bir biçimde herkese göstermiştir. Böyle kanserleşmiş bir zihniyet ve siyasetten kurtulmanın yolu olarak da, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin de başarı yolu olacak şekilde Demokratik Modernite çözümünü geliştirmiştir. Bu çözüm yolunu da Demokratik Özerkliğe dayalı Demokratik Konfederalizm sistemi ve Demokratik Ulus İnşası olarak tanımlamıştır. Bu tarz bir çözüm gücünü geliştirerek, Uluslararası Komplo’yu düzenleyen kapitalist modernite güçlerinin nasıl bir özgürlük ve demokrasi düşmanı, kadın ve halk düşmanı olduğu gerçeğini ortaya koymuş, tarihsel olarak bu güçleri yargılamış ve mahkûm etmiştir. Kuşkusuz böyle bir düşünce sistemi geliştirmek demek, Uluslararası Komplo’yu ve onu yaratan sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratıp aşmak, halklar için, kadınlar ve gençler için, tüm ezilenler için Demokratik Özerklik ve birlik çerçevesinde yeni özgür ve kardeşçe bir yaşamın yolunu açmak demektir. Hareketimiz de Önder Apo’nun geliştirdiği bu düşüncelerle kendisini eğitmiş ve örgütlemiş; bu temelde toplumu, kadınları, gençleri, halkları, insanlığı eğitmeye, kendini örgütleyip eylemli kıldığı oranda Kürtleri ve diğer halkları da eylemli kılmaya çalışmıştır. Bu temelde ağır mücadele süreçleri yaşanmış, yoğun faşist-soykırımcı saldırılara karşı direnilmiş, on binlerce şehit verilmiş, zindan işkencelerine göğüs gerilmiş, yokluğa ve zorluğa karşı durulmuştur. Kısaca; 22 yıldır 15 Şubat Uluslararası Komplosu’na karşı Önder Apo’nun yürüttüğü varlık ve özgürlük mücadelesine hareket ve halk olarak katılınmaya ve bu mücadele zafere götürülmeye çalışılmıştır. Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz: Doğru anlaşılıp etkili pratikleşme gerçekleştiği oranda söz konusu mücadele büyük başarılar elde etmiş, devrimci kazanımlar ortaya çıkartmıştır. Ama doğru anlaşılmayıp etkili bir mücadele içerisine girilemediği, yanılgılarla, yanlışlıklarla, kendine görelikle, bireycilikle kalınıp pasif, etkisiz bir duruş gösterildiği oranda da imkân ve fırsatlar heba edilmiş, gereken gelişmeler sağlanamamış, devrimci özgürlük mücadelesinin büyük başarısına gölge düşürülmüştür. Düşman Uluslararası Komplo temelinde bize saldırıyor Çok açık ki her Şubat ayında, yani komplo ve komploya karşı direnişin her yıl dönümünde biz, komplo gerçeğini daha doğru ve yeterli anlamak için, yine komploya karşı Özgürlük Mücadelemizi daha başarılı yürütebilmek için kendimizi yeniden sorguluyor, yeni bir kararlaşmaya ve planlamaya yöneliyoruz. Çünkü; düşman Uluslararası Komplo temelinde bize saldırıyor. Hareket ve halk olarak Uluslararası Komplo biçiminde kendini planlamış ve programlamış olan bir faşist-soykırımcı saldırıya karşı direniyoruz. Böyle bir saldırıyı kırmayı, onun dayandığı soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratmayı, bu temelde Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini zafere götürmeyi, buna dayalı olarak Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini geliştirmeyi hedefliyoruz. Şimdi bu 22’nci yıldönümünde de kuşkusuz bunları daha bütünlüklü ve derinlikli bir biçimde yapmalıyız. Hem düşman gerçeğini daha doğru, derinlikli ve bir bütünlük içinde anlamalıyız hem tarihsel toplum gerçeğimizin bilincine daha doğru varmalıyız hem de 22 yıldır Uluslararası Komplo’ya karşı yürüttüğümüz mücadelenin ideolojik-siyasi-askeri-örgütsel boyutlarını, stratejik ve taktik durumlarını tekrar tekrar sorgulayarak, olumlu ve olumsuz yönlerinin derslerini çıkartıp 23’üncü mücadele yılına taşıyarak kendimizi bu temelde hazırlamalıyız. Kendimizi daha derinden anlar, daha kararlı, daha planlı ve daha doğru bir tarz, üslup ve yeterli tempoyla direnir, mücadele eder hale getirmeliyiz. Şimdi bu temelde ele aldığımızda, 22 yıl gerçekten az bir zaman değildir. Uzun bir zaman geçmiştir. Artık birçok çevre komployu da, komploya karşı yürüttüğümüz mücadeleyi daha da derinlikli bir biçimde anlamaya ve değerlendirmeye çalışmaktadır. Komplo neydi? Nereden geldi? Ne kadar başarılı oldu? Komploya karşı direniş hangi sonuçları verdi? Direniş hangi aşamalardan geçti? Hangi tarz ve taktiklerle yürütüldü? Ne tür stratejik aşamalar kaydetti? Dolayısıyla ne tür başarılar kazandı ve kazanımlar elde etti? İşte bunlar temelinde sorgulanmaktadır. Buradan baktığımızda şunları görüyoruz: Kuşkusuz komplo küresel ve çok ağır bir saldırıdır. Korkutucu ve ürkütücü bir saldırıdır. Baştan beri böyle bir saldırı karşısında durulup durulamayacağı, direnilip direnilemeyeceği, Uluslararası Komplo’nun yenilip yenilemeyeceği sorusu hep gündemde olmuştur. Birçok çevre tarafından söz konusu sorular sorulmuş ve cevaplar oluşturulmaya çalışılmıştır. Daha ilk günden Uluslararası Komplo’ya karşı durulamayacağını, ona karşı mücadele edilip başarı kazanılamayacağını düşünen, savunan, kendisini o anlayışa kaptıran duruşlar ve tutumlar hiç de az olmamıştır. Hareket içinde karamsarlık, kötümserlik, daha sonra da her düzeydeki tasfiyecilik öz itibariyle böyle bir anlayışa dayanarak gelişmiştir. Komplocular 22 yıldır yürüttükleri mücadeleden sonuç alamamışlardır Şimdi geçen 22 yıl bu temelde daha çok sorgulanmayı gerektirmektedir. Bir yanıyla 22 yıl boyunca direnilmiş ve dayanılmış olması, bu temelde Uluslararası Komplo’nun başarısının önlenmiş olması önemlidir. Çünkü; 15 Şubat gerçekleştiğinde komployu gerçekleştiren güçler PKK’ye 6 ay ömür biçmişlerdi. “6 ay sonra PKK’nin esamesi bile okunmayacak” diyorlardı. Yani kendilerinden bu kadar emindiler. Kendileri açısından 15 Şubat’ın böyle büyük bir başarı olduğunu düşünüyorlardı. Şimdi aradan 44 tane 6 ay geçti ve uluslararası komplocu güçler hala saldırı halindeler. İşte 2018 Kasım’ında yönetimimiz hakkında yeni kararlar alarak komployu güncellemeye çalıştılar. PKK’ye karşı komplocu mücadeleyi yeni planlara kavuşturma çaba ve tutumu içine girdiler. Bu durum gösteriyor ki; başarısızdırlar ve 22 yıldır yürüttükleri mücadeleden sonuç alamamışlardır. Kuşkusuz işin bir boyutu budur. Ancak bir boyut bu olmakla birlikte, yani 22 yıllık mücadele içinde komplo birçok kez boşa çıkartılmış ve komplocu birlik parçalanmış, komplo ciddi bir biçimde darbelenmiş olsa da hala yürürlüktedir. Kısaca; komplo tümden yenilmemiş, soykırımcı zihniyet ve siyaset tamamen alt edilememiş, dolayısıyla Kürt sorununun özgürlükçü çözümü her yönüyle gerçekleşmemiştir. Hala komplocu güçler yeni planlar oluşturmaya, yeni saldırı yöntemleri devreye koymaya, bu temelde komployu başarıya götürmeye çalışmaktadırlar. Bu da hala başlangıçtaki soruları, komploya karşı mücadele edilerek sonuç alınıp alınamayacağı sorusunu hep gündemde ve canlı tutmaktadır. Nitekim bazı bireyci, orta sınıf denen kesimlerde irade kırılması, zayıflama, komploya karşı mücadele etme gücü gösterememe, giderek mücadele edip zafer kazanılacağına dair inanç ve umudu kaybetme gibi eğilimler açığa çıkmaktadır. Bunu açıkça görüyoruz. Bu tür eğilimler çeşitli biçimlerde kendilerini partimize, özellikle partimizin yönlendirdiği halkımıza da dayatmaya çalışmaktadır. Kuşkusuz bizim de söz konusu eğilimlere karşı doğru görüşler temelinde etkili mücadele ederek hem Partiyi hem de halkı netleştirmemiz, 23’üncü yıl mücadelesini böyle bir netleşme ve kararlaşma temelinde yürütmeyi bilmemiz gerekmektedir. Bunun için de 22 yılda nelerin kazanıldığını, nasıl bir mücadelenin verildiğini, bu mücadelenin hangi sonuçları ortaya çıkardığını, bu sonuçların tarihsel olarak insanlık için, Kürt halkı için, kadınlar ve gençler için neler ifade ettiğini çok iyi görmemiz, anlamamız ve ortaya koyup toplumu ve insanlığı bu temelde bilinçlendirmeye çalışmamız gerekmektedir. Kısaca; 15 Şubat Komplosu’na karşı 22 yıllık büyük mücadelenin tarihi sonuçlarını tüm boyutlarıyla ele almak ve değerlendirmek gereklidir. Bunu her yoldaş derin bir yoğunlaşmayla, yine yoldaşlarıyla tartışarak yapabilmeli, bu temelde bilincini yenileyebilmeli, 22 yılda yürütülen büyük mücadele ile elde edilen kazanımları görerek iradesini ve iddiasını pekiştirmeyi bilmelidir. Kuşkusuz biz burada bu durumu tüm boyutlarıyla değerlendiremeyiz. İfade ettiğimiz gibi, bunu her yoldaş kendi bulunduğu zeminde kendisi yapabilmeli ve sonuçlarını çıkartabilmelidir. Böyle bir yoğunlaşmaya ve kendini yenilemeye yardımcı olması itibariyle biz burada sadece birkaç husus üzerinde duracağız. Tarihteki Kürt direnişlerinin yapamadığını Önder Apo yapmıştır Birinci olarak; 22 yıllık mücadelenin çok önemli bir kazanımının Önderliğe dayatılan imha ve idamın boşa çıkartılması, böylece Önderliksel sürekliliğin komployla kesilmesinin önlenip sürekliliğin sağlanmış olması olduğunu belirtebiliriz. Bu durumun Kürt halkının tarihsel varoluşu ve geleceği açısından hayati önemde olduğu, başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenler açısından da büyük bir anlam ve önem ifade ettiği tartışma götürmeyen bir gerçektir. 20’nci yüzyılın sonunda küresel kapitalist modernite sistemi Önder Apo’ya saldırarak tüm devrimci sosyalistleri yenilgiye uğratmayı, Kürt Özgürlük Hareketi’ni geliştiren son Önderliği de katlederek Kürt toplumuna tarihsel olarak yaşadığı kaderi bir kere daha yaşatmayı, böylece Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni birikimsiz bırakıp büyüyemez ve zafere koşamaz hale getirmeyi sağlamak istemiştir. İşte imhanın ve idamın önlenmesi, uluslararası komplocu güçlerin tüm bu amaçlarını boşa çıkartmış ve başarısız kılmıştır. Deyim yerindeyse; Kürt’ün makus talihini yenmiştir. 19 ve 20’nci yüzyıllarda adeta bir kadermiş gibi algılanır hale gelen, ‘her Kürt direnişi ezilir, Kürt isyanları bastırılır, her Kürt önderliği imha ya da idam edilir’ biçimindeki algı ve yargı kırılmıştır. Başlı başına bu durum bile tarihi öneme sahiptir. Önder Apo’nun Uluslararası Komplo’nun dayattığı imha ve idamı yenilgiye uğratması, Önderliksel yürüyüşü kesintisiz bir biçimde Uluslararası Komplo’ya karşı direniş olarak da sürdürmesi bu anlamda çok önemli bir rol oynamıştır. Kürt halkında büyük bir moral, umut ve cesaret ortaya çıkartmıştır. Diğer yandan, söz konusu Önderliksel yürüyüşün bu biçimde sürekli kılınması ve neredeyse yarım asırlık bir Önderliksel yürüyüş haline getirilmesi çok önemli bir teorik, ideolojik, siyasi, örgütsel, askeri birikim ortaya çıkartmıştır. En büyük hazine değerinde bir düşünsel, manevi ve maddi birikime yol açmıştır. Tarihteki Kürt direnişlerinin yapamadığını Önder Apo yapmış, başına gelen kötülüğü bu biçimde, Önder Apo önlemiştir. Bu çok çok önemlidir. Tarihsel geçmişe bakıldığında görünen şudur: Bir direniş belli bir düzeye gelir, bazı birikimler ortaya çıkartır ama sonunda düşman vurur, ezer ve tüm o birikimleri yok eder. Böylece daha sonra gelecek bir direnişin sıfırdan başlaması gerekir. Kendisine veri olarak alacak hiçbir miras bulamaz. Nitekim Önder Apo, 1970’lerin başında yola çıkarken bunları açıkça söylemiştir. ‘Biz sıfırdan başlıyoruz’ demiştir. Niye? Çünkü; önceki önderlikler yenildiler, ezildiler. Mücadele için, dayanıp esas alacağımız bir mirasımız yoktur, demiştir. Niye? Çünkü; düşman saldırdı, ezerek yok etti ve herhangi bir miras bırakmadı. Belli ki Uluslararası Komplo ile Önder Apo’ya saldırırken de aslında Apocu direnişin başına getirilmek istenen aynı sonuçtu. İşte bu sonucu, Uluslararası Komplo’ya karşı, onun imha ve idamına, çürütme politikasına karşı yürüttüğü büyük mücadele ile ve bu mücadelenin başarısıyla, Önder Apo tersine çevirdi. Bir daha öyle bir sonucun yaşanmasına fırsat vermedi. Bu da yarım asırdır kesintisiz bir biçimde süren bir özgürlük mücadelesinin varlığına yol açtı. Bu büyük mücadele ise Kürt halkını özgür kılacak, Kadın Özgürlük Devrimi’ni geliştirecek, diğer halkların özgürlük mücadelesine büyük destek verecek çok tarihi öneme sahip düşünsel ve maddi birikim ortaya çıkardı. Kuşkusuz en önemlisi, düşünsel birikimin ortaya çıkartılması olmaktadır. Teorinin ve taktiğin yaratılmasıdır. Mücadele tarzının geliştirilmesidir. Kısaca ezilenler için kurtuluş yolunu gösteren bir çizginin ortaya çıkmasıdır. Esas olarak, ikinci planda üzerinde durmak istediğimiz büyük kazanım da bu olmaktadır. Yani Önder Apo, başta imha ve tasfiyeyi önleyerek Önderliksel yürüyüşün sürekliliğini sağladı. İkinci olarak da, İmralı mücadelesini kazandı. İmralı mücadelesinin kazanılmasından kast edilen nedir? TC’nin idamı gereksiz görüp İmralı işkence ve tecrit sistemini oluşturarak sürdürmesinin altındaki hesabı şuydu: Böyle bir sistem altında herhangi bir şey yapılamaz, yeni bir gelişme yaratılamaz, dolayısıyla Önderlik ideolojik ve siyasi olarak erir, tasfiye olur, PKK de Önderliksel düşünceden yoksun kalarak parçalanıp gider! Önder Apo herkesin başarılamaz dediğini başardı Nitekim İmralı sistemini yaratanlar, ‘Biz bir kere öldürmüyoruz, her gün onlarca kez öldürecek bir sistem yarattık’ diyorlardı. Bunu açıkça İmralı işkence ve tecrit sistemini örgütleyen kişiler söylemişlerdi. İmralı’daki koşullar bu şekildeydi. Dolayısıyla uluslararası komplocu güçler İmralı sistemi içerisinde artık Önderliğin yok olacağından, PKK’nin bu temelde tasfiyeyi yaşayacağından emindiler. Nitekim PKK’ye 6 aylık bir ömür biçiyorlardı. Daha fazla ömrünün uzayamayacağını söylüyorlardı. Peki, tüm bu ağır koşullara rağmen Önder Apo ne yaptı? Herkesin “Yapılamaz” dediği şeyi yaptı, başarılamaz dediğini başardı. Bunun için insanüstü büyük bir çaba gösterdi. Hiçbir insanın içine giremeyeceği bir çalışma tarzı, üslubu, temposu yarattı. Hiç kimsenin açık, serbest ortamda ya da dışarıyla daha çok ilişki kurduğu cezaevi ortamında yapamadığını, Önder Apo ağır tecrit koşullarında, İmralı zindanı ortamında yaptı. En küçük imkânı ve fırsatı büyük disiplinli bir yaşam ve çalışma içerisinde değerlendirdi. Bu koşullarda okuyamaz diyenlerin aksine daha fazla okudu. Düşünemez diyenlerin aksine daha çok düşündü. Yeni düşünce üretemez diyenlerin aksine daha derin düşündü. Geçmiş pratiğin zengin derslerini de sorguladı ve böylece büyük bir zihniyet devrimini gerçekleştirdi. Yeni bir Önderliksel doğuş yaşadı. Buna ‘Üçüncü Önderliksel Doğuş’ dedi. Önder Apo, gerçekleştirdiği paradigma değişimi temelinde tüm ezilenler için özgür yaşamın ve kurtuluşun yolunu açtı. PKK’nin baştan itibaren reel sosyalizm etkileriyle kendi içinde yaşadığı çelişkiyi ve ideolojik bunalımı çözdü. Kısaca; amaç-araç çelişkisini çözerek özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, dayanışma, paylaşım, demokratik komünal yaşam ile onu gerçekleştirmek için öngörülen iktidar ve devlet aracı arasındaki çelişkiyi ortaya çıkardı ve çözüme kavuşturdu. Devlet ve iktidarın büyük bir baskı, sömürü, soygun sistemi olduğunu, dolayısıyla özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokratik komünal yaşam, paylaşım gibi ilkelerin, baskı ve sömürü aracı olan devlet ve iktidarla gerçekleştirilemeyeceğini, tarih boyunca özgürlükçü akımların en büyük handikabının iktidar ve devlet aracından kopamaması olduğunu, dolayısıyla büyük mücadele vermesine rağmen zafer kazanamadığını, hatta önemli başarılar kazansa bile uzun erimli olarak bunları koruyamayıp yıkıldığını göstererek, bir daha böyle bir durumu yaşamamasını gerektirecek bir çözümü özgürlük akımı için geliştirdi. Kısaca; amaç-araç çelişkisini çözerek, amaca uygun araçlar geliştirdi. İlkelerde çok büyük bir değişiklik yapmadı. Yine özgürlük ilkesini, farklılıklara dayalı eşitlik ilkesini, demokratik komünal paylaşım ilkesini esas aldı. Fakat birincisi; bunları geleceğe bırakmadı, hemen yaşanılır kıldı, ikincisi ise; bunlara yeni ideolojik derinlikler yükleyerek geliştirdi. Neydi o? Kadın Özgürlük Çizgisi’ndeki derinleşmeydi. Toplumsal özgürlük ve demokrasi devrimini Kadın Özgürlük Devrimine bağladı. Bir de doğayla uyumu öngören toplumsal ekolojiye bağladı. Demokratik toplum olmanın ancak kadın özgürlüğüne ve ekolojik sisteme dayalı olarak gerçekleştirilebileceğini ortaya koyarak büyük bir ideolojik derinlik sağladı. Demek ki paradigma değişimi ile aslında iki boyutta önemli bir sonuç alındı: Birincisi; demokratik toplum olmanın önemli bir yolunun Kadın Özgürlük Devrimi’ne ve Ekolojik Devrime dayanmak olduğunu ortaya koydu. Demokratik toplumun iki temel ayağı olarak Kadın Özgürlük Devrimi’yle Ekolojik Devrimi tanımladı. İkinci boyutta ise; araç ile amaç çelişkisini çözdü. Demokratik toplum devriminin devlet ve iktidar aracı ile olamayacağını çözümleyerek, Demokratik Özerkliğe dayalı Demokratik Konfederalizm çözümünü ortaya çıkardı. Devlet ulusuna karşı Demokratik Ulusu tanımladı. Devlete karşı Demokratik Konfederalizmi tanımladı. Ulus devlet faşizminin tekçi, merkeziyetçi yapısına karşı ise Demokratik Özerkliği tanımladı. Her düzeyde farklılıkların kendini özgürce örgütleyerek her düzeyde oluşturdukları demokratik birliğe Demokratik Konfederalizm dedi ve bütün çelişkilerin toplumsal eğitim ve örgütlenmeye dayalı olarak yerelden geliştirilen demokratik çözümlerle aşılabileceğini ortaya koydu. İşte böyle bir çözüm projesi olarak hem teorik, felsefi, ideolojik düzeyde kendisini yenilemesi hem de paradigmasal olarak kendini çözüme götürmesi, Önderlik çizgisini, iktidar ve devlet sisteminin tarihsel olarak ortaya çıkarmış olduğu tüm toplumsal sorunlarının çözüm gücü haline getirdi. Bütün bu düşünce sistemini ‘kadın özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı demokratik toplumcu paradigma’ olarak ya da kısaca ‘Demokratik Modernite Çizgisi’ olarak tanımladı. Hazırladığı Savunmalarda tüm bunları en geniş bir teorik izaha ve ifadeye kavuşturdu. Böylece herkes için anlaşılır kıldı. Bu temelde, başta Kürt sorunu ve kadın sorunu olmak üzere iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı tüm toplumsal sorunlar için özgürlükçü çözümün yolunu aydınlattı. Çözümün teorisini, programını, tarz ve stratejisini ortaya çıkardı. Tüm ezilenler için özgürlük yolunu, kurtuluş yolunu gösterdi. Bütün bunlar da Önder Apo’yu hem Kürt sorununu çözecek tek Ulusal Önderlik olarak somutlaştırdı hem de ulusal düzeyi aşarak tüm ezilenlerin, tüm halkların, tüm insanlığın Özgürlük Önderi haline getirdi. Çünkü; tüm insanlık için özgür ve demokratik yaşamın yolunu, tüm ezilenler için özgürlüğün ve kurtuluşun yolunu, tüm halklar için demokratik devrimin yolunu çizen, açık bir biçimde gösteren haline geldi. Bilindiği gibi, Önder demek; yol çizen, yol bulan, yol gösteren, yol oluşturan, yol açan demektir. İşte Önder Apo da hem Kürt halkı için Kürt sorununun özgür ve demokratik çözüm yolunu gösterdi hem de başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenler için yaşadıkları sorunların çözüm yolunu gösterdi. Böylece Önder Apo, İmralı sistemi içinde Uluslararası Komplo’ya karşı yürüttüğü büyük mücadele ile hiç kimsenin yapamadığı, başka ortamlarda kendisinin de gerçekleştiremediği düzeyde bir zihniyet devrimi gerçekleştirdi; büyük bir entelektüel devrim yaşayarak yeni düşünceler ortaya çıkardı ve var olan zihniyet durumunun çelişkilerini çözdü. Dolayısıyla insanlığın baştan itibaren gelen düşünce sisteminde yeni bir sentezi ortaya çıkardı. Böylece sadece çağın sorunlarını çözen bir Önderlik gücü değil, aslında geçmişteki çözümsüzlüklerin nedenlerini aydınlatan ve gelecek için de insanlığa büyük yol gösteren bir düşünce gücü, bir deha haline kendini getirdi. “12 Eylül faşist-askeri darbesi gerçek siyasi kimliğine AKP ile kavuştu” Üçüncüsü; 22 yıllık komploya karşı mücadelenin ortaya çıkardığı çok temel bir siyasi kazanım olarak da AKP’nin her bakımdan yenilgiye uğratılmış olmasını gösterebiliriz. Kısaca daha önce de ifade etmeye çalıştık. AKP’den önce Türkiye’deki bütün akımlar Uluslararası Komplo’yu yönetmek ve başarmak için görevlendirildiler ve hepsi de Önder Apo’nun öncülüğünde yürütülen büyük direnişle boşa çıkartılıp başarısız kılındılar ve yenilgiye uğratıldılar. Sosyal-demokrat, liberal ve milliyetçi eğilimler bir koalisyon halinde en ağır bir biçimde yenilgi yaşadı. Zaten Türk ordusu daha önceki savaş sürecinde yenilmiş, çare bulunsun diye kendisini Uluslararası Komplo’nun kollarına atmıştı. Geriye kalan tek güç, biraz da bukalemunca siyaset yapan Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP idi. Kuşkusuz AKP deyip geçmemek lazım. Önder Apo, Demokratik Modernite Paradigması’nı genişçe izaha kavuşturduğu “Demokratik Toplum Manifestosu” adındaki 5 ciltlik kitabında çok kapsamlı bir AKP çözümlemesi yaptı. AKP’yi sadece Tayyip Erdoğan ya da başkalarıyla karıştırmamak, güncel yaklaşmamak gerektiğini değerlendirdi. Tarihsel dayanaklarını ortaya koydu ve İttihat ve Terakki Cemiyetinden gelen, CHP ve TC içinde var olan, DP’de, AP’de ve ANAP’ta yaşanan, 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi ile kendisini yeniden örgütlemek isteyen ve ‘Türk-İslam sentezciliği’ de denen faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin en üst düzeyde birlik oluşturması ve devletleşmesi olarak tanımladı. “12 Eylül faşist-askeri darbesi gerçek siyasi kimliğine AKP ile kavuştu” dedi. Bunun çok somut ifadesi de, AKP-MHP ittifakı oldu. Başlangıçta bazı hile ve aldatmalar geliştirebilsin diye AKP’yi yalnız iktidarda tuttular. Özgürlük Mücadelemizin ve Türkiye devrimci-demokratik hareketinin zorlaması sonucu yalnız başına iktidarda kalma gücünü kaybedince, bu sefer MHP ile birleştirdiler. MHP’nin temsil ettiği ırkçı, şoven, milliyetçi, Turancı, Türk-İslam sentezi denen ideoloji etrafında AKP-MHP birliğini oluşturdular ve böylece yeni bir faşist-soykırımcı diktatörlüğü ortaya çıkardılar. 12 Eylül 1980 darbesinin öngördüğü cumhuriyetin yeniden yapılanmasını ya da ‘İkinci Cumhuriyet’ denen gerçekliği ete-kemiğe AKP-MHP faşist diktatörlüğü ile büründürdüler. Bu gerçekleri işte bu biçimde açıkça görmeliyiz. Şimdi Uluslararası Komplo’yu son kertede başarıya götürmek için görevlendirilen güç, AKP-MHP faşist ittifakı oldu, oluyor. Açık ki bu güç de her aracı kullandı ve her yönteme başvurdu. Hiçbir ahlaki ve hukuki ölçü tanımadı. Bunlar temelinde tüm gücüyle saldırı yürütüp Önder Apo ve PKK gerçeğini etkisiz kılmaya, imha ve tasfiye etmeye, böylece Uluslararası Komplo’yu başarıya ulaştırmaya çalıştı. Ancak ortaya çıkan sonuç bellidir. Tüm bu faşist-soykırımcı saldırılara karşı yürütülen direnişin sonuçları ortadadır. Bunun AKP-MHP ittifakını başarısız kıldığı, aslında çöküşün eşiğine getirdiği, büyük ölçüde çözdüğü nettir. Bunu günümüzde artık herkes kabul ediyor. AKP-MHP faşist ittifakının ne zaman tümden çöküp çözüleceğini bekliyor. Yürütülen bu mücadele uzun bir sürece yayılmış olsa da bugün hem AKP’yi hem de AKP-MHP ittifakını tam bir yenilgi noktasına getirmiştir. Çözülüş ve çöküş içine sokmuştur. Bu gözle görülebilen açık bir gerçektir. Burada esas olarak şunu görmek gerekiyor: Aslında çözülen sadece AKP ya da AKP-MHP ittifakı değildir, dolayısıyla yenilen ve aşılan da sadece AKP ya da AKP-MHP ittifakı olmuyor; aslında AKP ve AKP-MHP ittifakı şahsında yenilgiye uğrayan ve aşılan kesinlikle TC sistemi oluyor. Bu sistemin de Osmanlı’nın kalıntıları üzerinde kurulduğunu, İttihat ve Terakki yönetiminin bir versiyonu olduğunu, faşist-soykırımcı ve savaşçı olduğunu, halk, Kürt ve kadın düşmanı olduğunu çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla söz konusu faşist, ulus devlet diktatörlüğü çöküyor, çözülüp aşılıyor. Aslında yaklaşık 150 yıla ulaşan bu faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilme ve aşılma süreci yaşanıyor. Peki bu ne demektir? Açık ki Türkiye yeni bir sürece, demokratikleşme sürecine giriyor; 150 yıllık ulus devlet zihniyet ve siyaseti, diktatöryası aşılarak adım adım demokratik Türkiye gerçekleşiyor demektir. Bu da kuşkusuz demokratik Ortadoğu anlamına geliyor. Türkiye’nin Ortadoğu’daki yapılanma üzerinde var olan belirleyici rolü dikkate alınırsa, bu gerçek açıkça görülebilir. Nasıl ki, geçmişte faşist ulus devlet yapılanmasının ve milliyetçiliğin gelişmesinde Türkiye öncülük ettiyse, şimdi TC’nin yıkılıp Türkiye’nin demokratikleşmesi de Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin gelişmesine öncülük edecek ve onun yolunu açacaktır. Önderlik düşüncesi tek çözüm gücü haline geliyor Burada dikkat edelim, özgürleşen Kürt, demokratikleşen Türkiye oluyor; demokratikleşen Türkiye de demokratikleşen Ortadoğu’yu ortaya çıkartıyor. Demek ki, Önder Apo’nun Demokratik Modernite Kuramı, Ortadoğu sorunlarının tümü için çözüm gücü haline geliyor. Herkesin çok karmaşık gördüğü, çözülmez sandığı, çözülemez dediği sorunlar için açık bir çözüm gücünü ortaya çıkartıyor. Şimdi Kürtler açısından Önderliksel süreklilik, özgürlük akımı açısından ideolojik derinleşme ve paradigma değişimi, amaç-araç çözümü nasıl büyük bir yeni çıkışı ifade ediyorsa, demek ki siyasi açıdan da AKP’nin aşılması, TC ulus devlet faşist diktatörlüğünün aşılması anlamına geliyor ki, bu da aslında Ortadoğu sorunlarının çözümünü, küresel sorunların çözümünü ortaya çıkartıyor. Bütün bunlar da siyasi ve askeri bakımdan bize neyi gösteriyor? Birincisi; Kürt sorunu ancak Önderlik çizgisi temelinde çözülebilir. İkinci olarak; Ortadoğu ve dünyada kapitalist modernite sisteminin yaşadığı derin kriz ve kaostan ancak Önderlik çizgisi ile çıkılabilir. Yani günümüzde kapitalist modernite sisteminin yaşadığı Üçüncü Dünya Savaşı’ndan insanlığı çıkarmak, yaşanan derin kriz ve kaostan insanlığı kurtarmak, bu temelde Ortadoğu’da yaşanan derin sorunlara çözüm gücü olmak ve tarihin en ağır sorunu haline getirilmiş bulunan Kürt sorununu çözmek ancak Önder Apo’nun geliştirdiği çözüm gücüyle, çözüm çizgisiyle mümkündür. Başka bir güç çözüm gücü olamaz. Nitekim olamadığı da ortadadır. Bütün diğer akımlar her türlü şiddet aracını da, yine ekonomik gücü de elde tutmasına rağmen krizi ve kaosu hafifletemiyor, herhangi bir çözüm yolu gösteremiyor. Tam tersine daha çok derinleştiriyor. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı’nı daha çok uzatıyor ve derin hale getiriyor. Neden? Çünkü; savaşı ortaya çıkartan, kriz ve kaosu yaratan güçler, sorunlara çözüm bulamıyor. Mevcut durumda Önderlik düşüncesi tek çözüm gücü haline geliyor. Savaştan çıkmanın, kriz ve kaosu aşmanın, Kürdistan’ı özgür, Türkiye ve Ortadoğu’yu demokratik yapmanın tek ve bütünlüklü projesi Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite devrimi oluyor. Demokratik Modernite inşasının her boyutta geliştirilmesi ancak böyle bir çözüm gücünü ortaya çıkartıyor. İşte 22 yıllık 15 Şubat Komplosu’na karşı yürütülen büyük mücadelenin Önderliksel düzeyde, Kürt özgürlüğü düzeyinde ortaya çıkardığı tarihi gelişmeler bunlardır. İdeolojik, felsefi, teorik, siyasi ve askeri bakımdan sağladığı büyük kazanım budur. Bunları hiçbir biçimde hafife almamak, küçük görmemek lazım. Bunların asgari bir düzeyde uygulanması, ABD ve NATO desteğinde olan faşist Türk ordusunun ve devletinin çökertilmesi, işlemez kılınmasıdır. Asgari düzeyde doğru uygulanması Başûrê Kurdistan’ın bu biçimde bir statü kazanmasına yol açtı. Rojava Özgürlük Devrimi’ni ortaya çıkardı. Bakurê Kurdistan’da 1990’dan bu yana durmadan direnen ve demokratik Ulusun en temel çekirdeğini oluşturan büyük bir toplumsal güç yarattı. Yeni bir toplum, yeni bir ulus oluşturdu. Bütün bunların temel güvenceleri olarak gerilla tarzını, özgürlük ideolojisini ve en temelde de Kadın Özgürlük Çizgisi’ni ve devrimci pratiğini geliştirdi. Yani her türlü saldırı karşısında direnme gücünü gösteren, ayakta kalan, yenilmezliği sağladığı gibi sürekli yeni başarılar getiren iki büyük gelişmeye imza attı: Birincisi; doğru gerilla tarzının açığa çıkartılması, ikinci olarak da; tarihi Kadın Özgürlük Devrimi’nin var edilmesidir. Kadın Özgürlük Devrimi ile gerilla tarzının her koşulda, her türlü ağır baskı ortamına karşı direnmenin ve başarılı olmanın temel ideolojik ve askeri gücünü ifade ettiği açıktır. 15 Şubat Komplosu’na karşı 22 yıllık mücadele bütün bunları daha çok pekiştirmiş, netleştirmiş, teorik ifadeye kavuşturmuş ve başta kadınlar olmak üzere bütün ezilenlerin hizmetine sunmuştur. Sistemin merkezi çatırdıyor Değerli Yoldaşlar, Burada 23’üncü komplo ve komploya karşı mücadele yılında yaşanabilecek olası gelişmeler üzerinde çok fazla durmak istemiyoruz. Çünkü bunları, Partimizin 43’üncü yılına girişte genişçe ele alıp değerlendirdik. Yine miladi 2021 yılına girişte de Hareketimizin bu yönlü değerlendirmeleri oldu. KCK düzeyinde, gerilla alanında, Özgür Kadın Hareketimiz düzeyinde geçmiş yılı değerlendiren ve gelecek yılın olası gelişmelerini ortaya koyan çok önemli ideolojik, siyasi, askeri değerlendirmelerde bulunuldu. Biz sadece son gelişmeler üzerinde durmak ve genel tanımları yaparak geçmek istiyoruz. Zaten dikkat edilirse çok yoğun, karmaşık ve hareketli bir politik-askeri süreç yaşanıyor. Her gün bir ya da birkaç yeni gelişme oluyor. Her gelişme baş döndürücü niteliktedir. Yeniden kapsamlı siyasi ve askeri değerlendirmelere yol açıyor. Bunu her gün yaşıyoruz ve günlük olarak da yapıyoruz. Günümüzün siyasi-askeri öncüsü olmak, başaran devrimci öncülük haline gelmek kesinlikle bu gelişmeleri görmekten, anı anına yeterli ve derinlikli değerlendirmeler, analizler yapıp doğru sonuçlar çıkartmaktan geçiyor. Bu çerçevede 23’üncü komplo ve komploya karşı mücadele yılının olası gelişmeleri neler olur diye sorduğumuzda, söz konusu yıla girerken yaşananlar aslında yıl boyu yaşanacakları aydınlatıyor diye cevap verebiliriz. Örneğin; küresel kapitalist sistem açısından durum son derece nettir, açıktır. Çok fazla ayrıntılarına girmeye gerek yoktur. Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz süreç yayılarak ve derinleşerek devam ediyor. Sistem kendi içinde yaşadığı kriz ve kaosa yönelik herhangi bir çözüm bulamıyor. Tam tersine çözüm için öngörülen adımlar başarılı olmadığı gibi, çözümsüzlüğü daha çok derinleştirme temelinde rol oynuyor. Örneğin; Türkiye’de Tayyipçilik diye bir çizgi geliştirilmeye çalışıldı. İktidar ve devlet sisteminin en köklü alanı olan Anadolu’da nasıl bir sonuca yol açtığı ortadadır. Yine küresel kapitalist modernite sisteminin öncülüğü olarak ABD, sorunlarını Trumpçılık diye bir yaklaşımla çözmek istedi. Ancak onun da ABD’nin, dolayısıyla kapitalist modernite sisteminin başına neler getirdiğini 3 Kasım seçimleri ve ardından yaşanan olaylarda net bir biçimde gördük. Çözüm diye ortaya konan modelin çözümsüzlüğü çok daha derinleştirdiği ve ağırlaştırdığı görüldü. Bundan kurtulmak için sistemin yönetim değişikliğine karşı nasıl bir tepkinin yaşandığı ibretle gözlendi. Öyle ki herkesin nerdeyse yıkılmaz, insanlığın ulaşabileceği en son model, istikrar adası dediği ABD sisteminin nasıl derin kriz ve kaos içinde olduğunu bu son aylarda ilginç olaylarla yaşayarak gördük. Neredeyse yeni bir darbe oluyordu. Meclis baskını olacak kadar ileriye gitti. İç siyasetteki çatışmanın ne kadar derin olduğu açık bir biçimde görüldü. Çok açık ki, bu tür olaylar eskiden Türkiye gibi ülkelerde, Ortadoğu gibi alanlarda yaşanırdı. Darbeler buralarda olurdu. Söz konusu baskınlar, sert siyasi-askeri çatışmalar buralarda yaşanırdı. Aslında sistem kriz ve kaosunu bu alanlara taşırıp çatışmaya dönüştürerek biraz hafifletirdi. Şimdi sistemin krizini hafifletebilmesi için bu alanlardaki darbelerin, çatışmaların da yetmediği açığa çıkıyor. Örneğin; bu kadar karmaşıklaştırılan Ortadoğu savaşı bile yetmiyor. Doğrudan sistemin merkezi çatırdıyor. Kısaca derin kriz ve kaos yaşadığını, ağır çelişkiler içinde olduğunu görüyoruz. Elbette bu önemli bir durumdur. Diğer yandan, bu durum çevre alanlarda ve bütün insanlıkta ağır bir kırılma yarattı. Kapitalist sisteme olan umudu, güveni zayıflattı. ABD efsanesini yıktı. Artık daha gerçekçi düşünme, kapitalist sistemin ne olduğunu ve neden aşılması gerektiğini daha doğru anlama gelişebilir. Yeni Joe Biden yönetimi bir umut gibi görülüyor. Hem ABD içinde hem de Avrupa ve diğer alanlarda ABD’nin sarsılan itibarını, yine bozulan ilişkilerini yeniden düzelteceği söyleniyor. Bazı biçimlerde bunu yapabilir ama tümden başarılı olması mümkün değildir. Başarılı olsaydı zaten Trump gibi bir yönetim ABD’de geçen dört yıl içinde iş başına gelmezdi. Bu çizgi başarısız, çözümsüz olduğu için Trump yönetimi iş başına gelmişti. Şimdi geçmişin çözümsüz yönetiminden şu an çözüm bekleniyor ki, bunun nafile bir beklenti olduğu ortadadır. Dolayısıyla kapitalizmin kriz ve kaosu derinleşerek devam edecektir. Bu da daha çok çelişki ve çatışma demektir. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı’nın daha çok yayılması, derinleşmesi anlamına geliyor. Kısaca sistemin çelişkileri, çatışmaları yayılarak sürecektir. Tabii böyle bir durum da ezilenlerin, halkların, kadınların kendilerini örgütleyip özgürlük ve demokrasi için mücadele yürütmelerinin yolunu açacaktır. TC’nin ve AKP-MHP faşist diktatörlüğünün söylemlerine kimse aldanmamalıdır Diğer yandan, tüm bu çelişki ve çatışmalarıyla küresel kapitalist modernite sistemi soykırımcı TC devletine ve faşist AKP-MHP diktatörlüğüne eskisinden fazla güç ve destek veremeyecek durumdadır. Kuşkusuz AKP-MHP yönetimini, diktatörlüğünü, TC’yi ayakta tutmaya, sistemi burada da korumaya çalışacaklar. Fakat çok fazla eskiyi aşan bir destek veremeyecekler. Çünkü; Trump’ın sistemi ne hale getirdiği ortaya çıktı. Aslında daha önce ve daha fazla bu durumu Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ikilisi yaratmışlardı. O açıdan başarısız kalan, tehlike oluşturan Trump, başarısız olup tehlike oluşturan Erdoğan-Bahçeli demektir. Aşılan Trump, aşılması gereken Erdoğan ve Bahçeli anlamına geliyor. Çok açık ki, kapitalist sistem Erdoğan-Bahçeli ikilisinin dayattığı faşist çeteciliği daha fazla taşıyamayacaktır. Her tarafa savaş açan işgalciliğe daha çok göz yumamayacaktır. Dolayısıyla TC ile kapitalist sistem arasındaki çelişkiler artarak devam edecektir. Biz ABD’deki yönetim değişikliğinin önemli siyasi-askeri sonuçları olacak derken, hiç kuşkusuz bunu mevcut yönetim herhangi bir demokratikleşme ve çözüm getirecek anlamında söylemedik. Tam tersine hem sistem içi çelişkilerin hem de sistemle AKP-MHP faşist diktatörlüğü arasındaki çelişkilerin daha çok derinleşeceği ve bunun da özgürlük ve demokrasi mücadelemize daha fazla imkân ve fırsat sunacağı anlamında ifade ettik. Açık ki bu tür değerlendirmeler doğrudur. Daha şimdiden belli fırsatlar, imkânlar oluşmaya başlamıştır. Önümüzdeki süreçte bu daha çok gelişecek ve derinleşecektir. İyi görebilen, doğru anlayan, önceden öngörerek hazırlıklı olan bir devrimcilik bütün bunları görebilir, söz konusu çelişki ve çatışmaların ortaya çıkaracağı imkân ve fırsatları özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmek için değerlendirebilir. Kısaca sistem içi gelişmeler ve sistemle AKP-MHP faşizmi arasındaki çelişki ve çatışmalar Özgürlük Mücadelemizi geliştirmek için eskisinden daha fazla imkân ve fırsat sunacaktır. Diğer yandan, TC’nin ve AKP-MHP faşist diktatörlüğünün durumu ortadadır. Yani böyle bir diktatörlüğün değişeceği, reformlar yapacağı, yenilikler geliştireceği biçimindeki söylemlerin hepsi hiledir, oyundur. Hiç kimse aldanmamalıdır. AKP-MHP ittifakı yapsa yapsa daha çok katliam yapar, saldırı geliştirir, baskı ve sömürü uygular, zulmü artırır. Kısaca içte ve dışta faşist diktatörlüğü geliştirir. Nitekim pratiğin de böyle olduğu ortadadır. Söylemlerin sözde Avrupa ve Amerika ile uyumlu hale gelmek için reform yapmak olmasına karşın, pratiğin faşist-soykırımcı saldırıları her alanda daha fazla yoğunlaştırmak olduğu açıktır. Dikkat edelim; Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de faşist baskı ve soykırımcı saldırılar daha da artıyor. Kadınlar üzerinde katliamlar, taciz ve tecavüz sürüyor. Gençliğe dönük özel savaş uygulamaları sürüyor. Demokratik siyaseti etkisiz kılmak için tutuklamalar, zindanlara doldurmalar sürüyor. HDP’yi kapatma, ESP’yi, diğer partileri etkisiz kılma yönündeki girişimler sürüyor. En küçük bir hak arama, demokratik talepte bulunmaya imkân ve fırsat verilmiyor. Aslında faşist baskı ve terör en üst düzeyde seyrediyor. Neredeyse herkesi tutukladılar. Adeta Kürdistan’da topluma öncülük edecek, umut verecek, yol gösterecek düşünce sahibi, örgütlü bir kişi bile bırakmak istemiyorlar. Sadece Kürdistan’da da değil, Kürt’e kim merhaba diyor, dostluk eli uzatmak istiyorsa aynı faşist baskı, terör ve katliam onun başına da patlıyor. İşte Bakurê Kurdistan’da Kürt’e biraz yaklaşan Türkler ya tutuklanıyorlar ya da katlediliyorlar. Kürt’e merhaba diyen Arap katlediliyor. İşte en son Haseke’de Arap kadınların katledilmesinde bunu gördük. Biraz nefes almak ve özgür yaşamak istiyorum, diyen kadın ağır katliam ve saldırılara maruz kalıyor. Hiçbir ölçü tanınmak istenmiyor. Rojava’ya ve Başûr’a dönük işgalci saldırılar devam ediyor. İran’la, ABD ve Avrupa ile görüşmeler, Rusya ile pazarlıklar, Irak ve KDP ile mekik diplomasisi, Türkiye’nin bütün değerlerini pazarlayarak Kürt soykırımını geliştirmek için imkân elde etme ve ortam yaratma çabasını tüm gücüyle sürdürüyorlar. Tam bir Kürt düşmanlığı, Kürt soykırımcılığı yapılıyor. Tabii bu Kürt düşmanlığı, aynı zamanda kadın düşmanlığı oluyor, demokrasi düşmanlığı oluyor. Kürt’e dönük faşist-soykırımcı saldırı, Kürtlerle ilişkilenmek isteyen herkese yöneliyor; Türk’e yöneliyor, Arap’a yöneliyor, Fars’a yöneliyor, Ermeni’ye yöneliyor, Süryani’ye yöneliyor, Avrupalıya yöneliyor, Amerikalıya yöneliyor. Öyle ki Türk basını, o sözde aydınım, konuşmacıyım diyenler, siyasetçiler ağızlarından nefret ve kan kusuyorlar, hakaret kusuyorlar. Yani her yönden çöküşün alametleri gözüküyor. Faşist sistem her yönüyle bir çöküş ve çözülüş içerisinde olduğunu gösteriyor. Bu çok net bir durumdur. Bunun için AKP-MHP faşizmi baskı ve sömürüsünü artıracak, içte baskı ve terörü geliştirecektir. Çünkü; ömrünü uzatabilmek için buna ihtiyacı var. AKP-MHP faşizmi, hiç durmadan HDP’yi “kapatırım” diye tehdit ediyor. Yine Rojava’yı tehdit ediyor, Başûr’u tehdit ediyor. Dahası o faşist çeteleri, MİT ve kontrgerillayı, DAİŞ’i en ileri düzeyde kullanıyor. Her yerde saldırı yapıyor. Biraz Irak yönetimi kendi istediğini kabul etmedi mi, hemen Bağdat’ta bombalar patlıyor. Avrupa’da biraz tepkiler mi oldu, hemen bomba patlıyor. Hazır çete güçleri var. DAİŞ var, öbür çeteler var. MİT yapıyor, diğerleri de üstleniyor. Mevcut AKP-MHP faşizmi böyle bir çete terörü, sistemi kurmuş durumdadır. Belli ki bütün bunları gücü yettiği oranda geliştirmeye çalışacaktır. Bu doğrultuda ABD’den de, Avrupa’dan da fırsat ve destek almaya çalışıyor, çalışacaktır. İsrail ile gizliden gizliye ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Rusya’nın, İran’ın desteğini almaya çalışıyor. Bunları da sürdürecektir. KDP işbirlikçiliği TC’ye dayanmadan yaşayamıyor Yine Kürt işbirlikçiliğinden, ihanetinden destek almak, TC’nin sömürgeci-soykırımcı varlığı açısından başta gelen bir öneme sahiptir. Bunu da sürdürmeye çalışacaktır. Zaten KDP ile bu düzeydeki ilişkilerini sürdürüyorlar. Tümüyle kendi korucuları gibi KDP’yi kullanmak istiyorlar. KDP yönetiminin de bu konuda gerçekten olumlu yönde herhangi bir duruşu gözükmüyor. Bazı çevrelere, bazı sınırlı şeyler söyleseler de, esasta TC ile tam bir birlik içinde olduklarını son görüşmelerde Kürt toplumunun gözünün içine soka soka gösterdiler. Artık bundan daha ne beklenebilir? Kürt’üm diyen, Kürt olarak var olmak ve özgürce yaşamak istiyorum diyen herkes bu gerçeği görmelidir. Yani AKP-MHP ile bu kadar dostluk yapan, Kürt katliamının baş örgütleyicisi olan Hulusi Akar’a bu kadar sarılan, Devlet Bahçeli ile müttefik olan bir Kürt siyasetinden ne beklenir? O bir Kürt siyaseti değil, aslında Kürtlüğü pazara sürmüş, kendi cebini doldurmak için çalışan bir işbirlikçi olabilir. Başka hiçbir şey olamaz. Bu yönlü bir ilişki ve ittifakın sürdürülmeye çalışıldığı da gözüküyor. Bu çevreler yeni saldırılar yapmaya çalışacaklar. KDP işbirlikçiliği TC’ye dayanmadan yaşayamıyor. ABD de bu yönlü şimdiye kadar hep teşvik etti. Şimdi ne kadar teşvik edecek bilemiyoruz. AKP-MHP faşizmi dışa saldırmadan; Başûr’da, Rojava’da, Şengal’de, Mexmûr’da askeri saldırılar yapmadan ayakta kalamıyor. Çünkü; Bakur’da ve Türkiye’de çok ağır faşist baskı ve terör uyguluyor. İçerde yaptıklarını kamufle edebilmek, toplumun tepkilerini önleyebilmek, içerdeki zulmü artırabilmek için dışardaki saldırılarını geliştirmesi gerekiyor. İşte bu baskı ve terörün üstünü maskelemek için şovenizmi, milliyetçiliği geliştiriyor. O nedenle, eğer yapabilirse yeni saldırılar yapmaya çalışacaktır. Her an da yapabilir. Mexmûr’a da, Şengal’e de, Rojava’ya da, Medya Savunma Alanları’na da geçmişten bu yana yürüttüğü saldırıları sürdürebilir. Daha geliştirmek isteyebilir. Fakat bu noktada şunları da görelim: AKP-MHP faşizmi içte faşist baskı ve terörü artırmadan, sınır dışına dönük de işgalci saldırılar yapmadan kendini ayakta tutamıyor. Bu bir gerçektir. Fakat içte faşist baskı ve terörü, dışa dönük işgali yıllardır uyguladı. Bunun için her türlü yöntemi de kullandı. Bu konuda herkesle de işbirliği yaptı. Artık yeni şeyler yapacak gücü kalmadı. Aslında AKP-MHP faşizminin yeni büyük çelişkisi bu temelde ortaya çıkıyor: Bir yandan faşist baskıyı, terörü ve işgali sürdürmeden ayakta kalamıyor; diğer yandan bunları sürdürebilmek için imkân ve fırsatları tüketmiş bulunuyor. Yani kullanacağı her şeyi kullandı. Geride herhangi bir yöntem, araç kalmadı. İmkân ve fırsat da kalmadı. En fazla eskiyi tekrarlayabilir. Parça parça bazı alanlara askeri saldırılar yaparak ırkçı-şoven milliyetçiliği tırmandırıp Türkiye’deki baskı ve terör uygulamalarını gizleyebilir ve kendini ayakta tutmaya çalışabilir. Bunu görmek, buna karşı da hazırlıklı ve dahası mücadeleci olmak lazımdır. Böyle bir durumda AKP-MHP’nin kendini ayakta tutmak için planladığı saldırılarına karşı direniş geliştiren değil de, aslında AKP-MHP faşizmini yıkacak, yenilgiye uğratacak, onun hiç beklemediği yerden ona saldıracak pratikler geliştirmek daha doğru ve yerindedir. Çünkü AKP-MHP faşizmi en zayıf dönemini yaşıyor. Çelişkileri çok yoğundur. Dolayısıyla direnişle birlikte doğru ve yaratıcı bir mücadele AKP-MHP faşizmini yıkacaktır. Bizim, Hareket olarak temel hedefimiz de AKP-MHP faşist diktatörlüğünü yıkmaktır. ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemizin temel hedefi budur. Komployu ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesiyle yenmenin imkân ve fırsatları vardır 2018-2019 hamlesinde İmralı tecrit sistemini bir düzeyde kırdık. Şimdi ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemizin temel hedefi AKP-MHP faşizmini yıkmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamaktır. Bu hedef doğrultusunda her alanda büyük mücadeleyi geliştireceğiz. Bunun için imkânlarımız ve fırsatlarımız da vardır. ABD-İran çelişkilerinin eskisi kadar KDP’ye ve TC’ye, yani AKP-MHP faşizmine güç ve destek vermeyeceği gözüküyor. Bu da bizim için önemli bir avantaj oluşturuyor. 2020 yılında Trump yönetiminin izlediği politikalar gerçekten AKP-MHP faşizmi ile KDP işbirlikçiliğine epeyce olanak sundu. Bundan yararlanarak PKK’yi imha ve tasfiye planlarını etkili biçimde yürütmeye çalıştılar. Ancak bu planları Heftanîn’de bozuldu. KDP’nin de, AKP-MHP’nin de hesabı daha Bağdat’a gitmeden Heftanîn’de bozuldu ve boşa çıktı. Şimdi yeni durumda ABD politikaları, İran ile yaşadığı çelişki ve çatışmalar bu güçlere çok daha fazla destek vermeyebilir. İran’da da seçimler var ve mevcut yönetim de çok zor durumdadır. ABD ve Avrupa ile yeniden bir ilişki düzenlemeye çalışıyor. Dolayısıyla KDP ve TC isteklerine ileri düzeyde evet demeyebilir. TC, İran’dan istediği düzeyde destek alamayabilir. Kısaca; komployu ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesiyle yenmenin imkân ve fırsatları vardır. 23’üncü yılda bunu gerçekleştirmek ihtimal dahilindedir. Hareket olarak iddiamız ve amacımız da budur. Dolayısıyla ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesini bu yılda zafere ulaştırmak, direniş hamlesinin zaferiyle de Uluslararası Komplo’yu tümden yenilgiye uğratmak mümkündür. Fakat son ifade ettiklerimizi tekrarlamakta yarar vardır. Faşizmi yenmek için daha yaratıcı olmaya ve daha etkili mücadele etmeye ihtiyaç vardır. Gerillanın daha yaratıcı yaklaşması, AKP-MHP faşizminin istediği yerde değil de kendisinin istediği yerde örgütlü ve hazırlıklı olarak eylemler yapan, saldırılarda bulunan, faşist diktatörlüğe darbe vuran bir eylem çizgisini geliştirmesi gerekiyor. Bunu dağda olduğu kadar ovada ve şehirde de, Kürdistan’da olduğu kadar Türkiye’de de yapması lazım. Yine kadın ve gençlik örgütlenmeleri, kitle hareketleri yeni ve yaratıcı eylem biçimlerine ulaşabilmelidir. Kalıcılığı olan, süreklilik arz eden bir eylemlilik düzeyi önem taşıyor. Yani sürekli faşizmi teşhir edecek, kadınları, gençleri, devrimci-demokratik güçleri etrafında toplayıp harekete geçirecek bir yaratıcı eylemliliğe kesinlikle ihtiyaç var. Yine dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesine sahip çıkılması ve böyle etkili bir eylemliliğin geliştirilmesi gerekiyor. Eğer bunlar parti öncülüğümüz tarafından gerçekleştirilirse, o zaman 23’üncü yılda Uluslararası Komplo’yu ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesini zafere taşıyarak yenmemiz mümkün olacaktır. Değerli Yoldaşlar! 23’üncü yılda 15 Şubat Komplosu’nu ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesinin zaferiyle yenecek bir partileşmeye ulaşmanın da, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai çizgisinde partileşmekle mümkün olacağı açıktır. Yani 23’üncü yılda zafer kazanmamızın imkân ve fırsatları vardır. Zafer kazanan bir parti öncülüğünü ortaya çıkartmak için koşullar her zamankinden uygun, imkân ve fırsatlar her zamankinden fazladır. Ama bunun için doğru bir anlayışa ve yaklaşıma ihtiyaç vardır. Önderlik ve şehitler çizgisinde doğru partileşmek esastır. Bu konuda ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ direniş çizgisi, zaferin yolunu aydınlatan niteliktedir. Yine ‘Viyan Çağrısı’ 15 Şubat Komplosu’na karşı nasıl durulması ve hangi temelde mücadele edilmesi gerektiğini önümüze koyan niteliktedir. Evet, izlediği tarz her zaman uygulanmaz ve de doğru olmaz. Ama ortaya koyduğu ölçü, İmralı işkence ve tecrit sistemiyle yaşanmayacağı, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşmadan yaşamın kabul edilmeyeceği, buna göre bir mücadeleciliğin geliştirilmesi, parti öncülüğünün kendisini tümüyle İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanmasına ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kilitlemesi gerektiği yönündeki mesajı ve çağrısı çok değerli ve anlamlıdır. Hareket ve halk olarak bunu esas aldığımız müddetçe AKP-MHP faşizmine vuramayacağımız darbe kesinlikle yoktur. AKP-MHP faşizmini ayakta tutacak güç kalmamıştır. Önderlik kendisini bütün ezilenlerin kurtuluş gücü yaptı Dikkat edilirse, esas engeller küresel kapitalist sistemden ya da AKP-MHP faşizminden ve KDP işbirlikçiliğinden gelmiyor. Yani Kürt sorununu yaratan ve ayakta tutmaya çalışan bu güçlerin büyük imkânlara ve fırsatlara sahip olmasından dolayı özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütemez ve zafere ulaştıramaz değiliz. Tam tersine şimdi özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütmek için her zamankinden fazla imkân ve fırsat var. Küresel sistemin nasıl çözüldüğünü, ABD’de yaşananlarda gördük. AKP-MHP faşizminin nasıl çöktüğünü her gün kendi içlerinde yaşadıklarından görüyoruz. KDP işbirlikçiliğinin Kürdistan’da hiçbir itibarının kalmadığını da açıkça yaşıyoruz. Hiçbir zaman KDP işbirlikçiliği şimdiki gibi Kürt toplumu içinde teşhir olmamıştı. Onun gerçek yüzü açığa çıkmamıştı. Umut bağlayan birçok güç vardı. Şimdi bunların hepsi yıkıldı, aşıldı. Dolayısıyla eskisi gibi Kürt toplumundan güç alması mümkün değildir. Sadece dış güçlerin, faşist-soykırımcı güçlerin verdiği imkânlar temelinde, onların verdiği görevleri yerine getirecek bir pozisyona düşmüştür ki, buna karşı Kürt toplumunun ulusal düzeyde büyük bir tepki verdiği de ortadadır. Bütün bunlar bizim için büyük avantaj oluşturuyor. O halde geriye ne kalıyor? Çok açık ki, Önderlik ve şehitler çizgisinde, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai direniş hamlesi çizgisinde doğru partileşmek, görev ve sorumluluklara yaratıcı bir tarzla ve başarıyla sahip çıkmak kalıyor. İşte bunu gerçekleştiren bir parti militanlığını yaratmamız, her şeyin belirleyicisi oluyor. Demek ki sorunlar kendi içimizde doğru anlayışları ortaya çıkartmayla ve doğru partileşmeyle aşılacaktır. Peki doğru partileşmek ne demektir? Çok açık ki, Önderlik gerçeğini doğru anlamak, doğru özümsemek, doğru benimsemek ve bu gerçekliği herhangi bir yoruma, revizyona tabi tutmadan yaratıcı tarz, kazanımcı üslup ve yüksek tempoyla hayata geçirmektir. Kesinlikle işte buna ihtiyaç var. Fakat işte bu noktada da sorunlar yaşıyoruz. Zayıflıklarımız ortaya çıkıyor. Kuşkusuz genelde değil ama çeşitli alanlarda sınırlı düzeyde ortaya çıkan yanlış anlayışlar ve sorunlu yaklaşımlar geneli de olumsuz etkiliyor ve zayıflatıyor. Açıkça görülüyor ki, Önderlik çizgisine bütünlüklü katılmakta, doğru anlamakta ve derin özümsemekte zayıflıklar yaşanıyor. Yani çizginin bir kısmına katılınıyor, bir kısmına katılınmıyor. Örneğin; sadece ulusal özgürlük düzeyinde Önderlik gerçeğini esas alma yaklaşımları çok fazla var. Sanki toplumsal özgürlük ve kadın özgürlüğü Önderlik çizgisinin gereği değilmiş gibi bir durum yaşanıyor. Yani Önderlik çizgisini bilmeme ve anlamama zayıflıkların ve başarısızlıkların nedeni olarak gösteriliyor ama yeni katılanlar dışındakiler için bu nedenlerin etkisi azdır. Kadro çoğunluğu için özümseme ve benimseme sorunu daha çok öndedir. Yani bu durum anlamamak ve bilmemek olmuyor. Aslında anlama ve bilme ileri düzeyde var. Fakat özümseme ve benimseme zayıf. Bu temelde bir sürü tartışmalar da ortaya çıkabiliyor. Önderliğin çözüm gücü dışımızda bazı güçler tarafından bilinçli olarak tartıştırılıyor ve bu durum kısmen içimizi de etkiliyor. Oysaki Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele içinde Önder Apo, Ulusal Önderlik düzeyini de aşıp küreselleşti, evrenselleşti. Tüm Ezilenlerin Önderliği, Kadın Önderliği, İnsanlık Önderliği, Halklar Önderliği haline geldi. Önderlik gerçeği, kendisini bütün ezilenlere kurtuluş yolunu gösteren bir Önderlik haline getirdi. Kendisini bütün ezilenlerin kurtuluş gücü yaptı. Bundan daha büyük hangi gelişme olabilir? Açık ki bununla ancak onur duyulabilir, gurur duyulabilir. Bundan çok büyük bir güç ve moral almak gerekir. Çok açık ki yaşanan bazı zayıflıkları dışımızdaki bazı güçler de çeşitli biçimlerde tahrik ediyorlar. İşte ‘PKK bu kadar süre mücadele etmiş ama sonuç alamamış ve gelişme yaratamamış’ gibi gerçekleri tahrif eden şeyler söylüyorlar. Özellikle Kürt işbirlikçiliği ve ihaneti bu tür saptırmaları Kürt toplumuna dönük yoğun propaganda ediyor ve bu propagandaların kısmen etkisi bize de yansıyor. Uluslararası Komplo karşısında yürütülen mücadele ile hiçbir başarı elde edilememiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu tür yalan ve saptırmalara karşı Önder Apo, ‘Benim Kürtlüğe yaptığım hizmeti inkâr etmek ancak zalim tanrıların işi olabilir’ dedi. Bugün sorunların çözüm gücü ve projesi olan tek gücün Kürdistan Özgürlük Hareketi olduğu, Önder Apo’nun Demokratik Modernite Kuramı olduğu çok nettir ve bu durum birçokları tarafından da kabul edilmektedir. Başka hiç kimsenin değil çözüm projesi, çözüm için doğru dürüst söyleyebilecek herhangi bir sözü bile yoktur. Peki o zaman daha niye bu tür sözler ediliyor! Çok açık ki, Önder Apo’nun ve PKK’nin mücadelesiyle Kürtler onur ve şeref kazandılar. Böyle bir mücadele ile Kürtlük kendisini tüm dünyaya tanıttı. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi dünya kadınlarının mücadeleye kalkmasına büyük katkılar yaptı. Dünya, Kürt halkını ve özgürlük mücadelesini Önder Apo ile, Kürt Kadın Özgürlük Mücadelesiyle, Kürdistan özgürlük gerillasının DAİŞ’e karşı, AKP-MHP faşizmine karşı yürüttüğü mücadele ile tanıdı. Şimdi herkesin reddettiği ya da bilmediği, tanımadığı bir Kürtlükten bütün insanlığın tanıdığı bir Kürt halk gerçekliğine gelindi. Evinden çıkamaz durumda olan kadından, dünya kadın özgürlük mücadelesine öncülük eden bir Kadın Özgürlük Devrimi’ne gelindi. Dünya gericiliğinin kaynağı olmaktan, dünya halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesine moral ve güç veren, ilham kaynağı olan bir özgürlük mücadelesi gerçeğine gelindi. Kürt halkı dünya halklarının moral gücü, öncü gücü olma konumunu kazandı. Kürt halkı ve Özgürlük Mücadelesi bütün ezilen insanlığa yol gösteren büyük bir Önderlik gerçeğini ortaya çıkardı. İşte şehitler gerçeği ve yürütülen mücadele böyle tarihi bir gelişme yarattı. Peki bundan daha büyük bir gelişme olabilir mi? Acaba başka hangi gelişme bekleniyordu? Eğer maddi şeyler deniliyorsa, Bakur’da o kadar siyasi etkinlik gelişmişti. Rojava Devrimi ortaya çıktı. Yani siyasi-askeri gelişmeler de az değildir. Ama kalıcı olan ideolojik gelişmedir, kültürel gelişmedir, teorik gelişmedir, düşünsel ve manevi gelişmedir. Bütün bunları da Önderlik ve PKK ile Kürt halkı en ileri düzeyde kazandı. Özellikle de Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele içerisinde bunları kazandı. Bu gerçekleri görmek, gerçekten de adaletli olmak, bunlardan onur ve gurur duymak, moral almak, heyecan ve coşku kazanmak ve bu durumun daha da gelişip başarıya gitmesi için çok yönlü ve daha etkili mücadele eder konuma gelmek gerekiyor. Doğru partileşmenin yolu nereden geçiyor? Şimdi bizdeki pratiğin gelişmesini olumsuz etkileyen başka bir yaklaşım da, Önder Apo’nun ortaya koyduğu ideolojik-siyasi programın günümüz için uygulanır görülmemesi oluyor. Evet reddedilmiyor, ‘doğrudur, güzeldir ama günümüz koşulları için çok uygulanır gibi değildir’ denilerek uzak duruluyor. Peki o zaman günümüzde ne uygulanacak? Açık ki ‘var olan düzene devam edilecek’ demeye getiriliyor. Belli ki böyle olamaz. Bu çok ciddi bir yanlıştır, saptırmadır ve bir oportünizm türüdür. Unutmayalım ki; bütün bu oportünist yaklaşımlar Uluslararası Komplo saldırısı karşısındaki kırılmadan, zayıflıktan ortaya çıktı. Önderlik gerçeğine bütünlüklü olmayan, faydacı yaklaşımlardan ileri geldi. Bu bakımdan söz konusu yaklaşımlar tehlikelidir. Şimdi de böyle yaklaşımlar içinde olmak, Önder Apo’nun ortaya koyduğu felsefi-ideolojik çizgiyi olduğu gibi benimseyip özümseyerek hayata geçirmek yerine kendine göre ilke ve ölçüler geliştirmek, yine çeşitli gerekçelere bağlayarak saptırmalar yapmak doğru değildir. Aynı zamanda bunlar tehlikelidir de. Örneğin; reddetmiyor gibi görünüp, ama ‘şimdi olmaz’ diyerek geleceğe ertelemek bir revizyonizmdir, Önderlik çizgisini saptırma durumudur. Önderlik çizgisi şimdi uygulanmaz ise, o zaman şimdi ne uygulanır? Açıkça anlaşılıyor ki mevcut düzen uygulanır. Unutmayalım ki böyle yaklaşanlara Önder Apo en ağır sözlerle tepki gösterdi. O bakımdan şunu bilmemiz lazım: Partileşme kavramını çok kullanıp ama ne anlama geldiği ve nasıl gerçekleşeceği üzerinde düşünmemek bir şey ifade etmiyor. Doğru partileşme ne demektir? Doğru partileşme nasıl olur? Bu soruları da sağlam bir biçimde kendimize sorup, onlara doğru ve yeterli cevaplar veren bir tutum sahibi olmamız gerekir. Peki, o zaman doğru partileşmenin yolu nereden geçiyor? Açık ki Önderlik çizgisini bütünlüklü bir biçimde ve bugün uygulanmak üzere benimsemek ve özümsemekten geçiyor. 24 saat partileşme, 24 saat gerillalaşma, 24 saat Önderlik çizgisinde yaşamı esas almaktan geçiyor. İşte bütün bunlar da ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla geliştirilen fedai direniş çizgisine girmekten, öyle bir çizginin militanı olmaktan geçiyor. Demek ki Uluslararası Komplo ve komploya karşı mücadelenin 23’üncü yılına girerken doğru partileşme temelinde de kendimizi sorgulamamıza ihtiyaç var. Önderlik ve şehitler çizgisinin neresindeyiz? ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ direnişçiliğinin neresindeyiz? Parti öncülük görevlerinin başarıyla yerine getirilmesinin neresindeyiz? Benzer soruları daha fazla sorup bunlara Önderlik çizgisinde doğru ve yeterli cevap veren konumda olmamız gerekir. Doğru partileşmek ancak bu tür soruları korkmadan, cesaretle sorma ve onlara çizgi temelinde doğru ve yeterli cevap verme ile olur. Eğer tüm parti kadro ve sempatizanları olarak bütün yoldaşlar 23’üncü mücadele yılına böyle yaklaşırsak, ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemizi zafere taşıyacağımız, bu temelde Uluslararası Komplo’yu tümden yenilgiye uğratacağımız kesindir. Bu anlamda komploya karşı 23’üncü mücadele yılı tarihin en büyük zafer yılı, Uluslararası Komplo’nun kesin yenilgi yılı, İmralı işkence ve tecrit sisteminin tümden parçalanarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuştuğu yıl olabilir. Parti olarak hedefimiz budur. Bu yılı bu temelde yürütme ve başarma kararlılığımız tamdır. Uluslararası Komplo’ya karşı bilincimizi bu temelde geliştirerek 23’üncü yılda daha güçlü savaşacağımız ve daha büyük başaracağımız kesindir. Tüm yoldaşları bunlar çerçevesinde bir kere daha toplu ve derinlikli değerlendirme yapmaya, soykırım ve komplo gerçeğini doğru ele alıp derinden anlamaya, Uluslararası Komplo’ya karşı Önderlik ve şehitler çizgisinde doğru partileşerek 23’üncü yıl mücadelesini komplonun yenildiği, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuştuğu bir yıl haline getirmeye çağırıyoruz! -Kahrolsun 15 Şubat Komplosu ve TC Faşizmi! -Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz! -Yaşasın Devrimci Halk Savaşı Direnişimiz! -Yaşasın ‘Özgürlük Zamanı’ Direniş Hamlemiz! -Bijî Rêber Apo! 1 Şubat 2021 | ||
© 2021 Serxwebûn |