Sal: 39 / Hejmar: 469 / Çile 2021
Kapitalizmin demokratik devrimlere saldırı yöntemleri ve bunun Rojava Devrimi’nde yenilenen taktiklerÇile 2021
Cihan Eren Kapitalist sistemin beş yüz yılık ömrü, karşı devrimcilikte tecrübe kazanmış olmasından, demokratik toplum karakterindeki devrimleri tasfiye etmesinden kaynaklanıyor. Bu anti-toplumcu karakterinin temel ideolojisi ise liberalizmidir. Rêber Apo’nun, ‘Uygarlık-Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı’ adlı Savunmasında geçen şu tespiti, kapitalist modernitenin karşı devrimciliğini çok iyi anlatmaktadır; “Benim için açıktır: Kapitalist modernitenin asıl gücü ne parasından ne de silahından kaynaklanmakta; sonuncusu ve en güçlüsü olan sosyalist ütopya da dahil, tüm ütopyaları her renge bürünen ve en değme sihirbaza taş çıkartan kendi liberalizminde boğması, onun asıl gücünü oluşturmaktadır.” Kapitalist sistem, insana inandırıcı tek bir şey sunamayan bir sistemdir. Bunun için adına yemin edilecek tek bir değeri de yoktur. Kapitalizmin insanı ve ‘tanrıyı öldürdüğü’, hayatı ‘demir kafese’ aldığı da bilim insanlarınca çok önceden tespit edilmiştir. Kapitalizm yaratıcı ve geliştirici özelliği olmayan ancak insanlık değerlerini yutarak şişen bir düzenek gibidir. Bu bağlamda obezite hastalığı kapitalizmi tarif edebilir. Liberalizmiyle ‘şişmeye, şişirilmeye’ ilericilik ve gelişmişlik diyecek kadar gerçeklik karşıtı, hakikat düşmanıdır. Az sayıdaki bir kesimi ‘şişiren’ bu sistem, toplumu, toplumsallığı ise bir deri bir kemik kalmış Afrikalı çocuk durumuna sokabilmiştir. Kapitalizm, toplumun yarattığı değerleri toplumdan çalmakla kalmayan, arakladıklarını sahibine satarak para kazanan hırsızlık düzenidir. Bu özelliği onun, yaşamak için sürekli saldırgan konumda olmasına yol açmıştır. Topluma yararlı şeyler sunduğu için değil, insanlığa faydalı değerleri yok ettiği için ayakta kalabilmiştir. Hiçbir iktidar sistemi kapitalizmin yaptığını yapmayı aklına getirmemiştir. İster mitolojik, ister dine dayalı iktidarlar olsun, devletçi sistemlerin tümü, toplumun yarattığını çok az da olsa topluma geri verebilmiştir. Çoğu değerleri de çıkarlarına hizmet edecek biçimde de olsa kullanmasına izin vermiş, özen göstermiştir. Kapitalizm ise toplumsal olanı ele geçirdikçe güçlenmiştir. Örneğin; yirmi dört saat çalışanın, emek verenin değil, çalanın doyduğu, zenginleştiği bir sistem olması bundandır. Bu sistem, varlığını insanlık karşıtı düşünce, kültür ve yaşam biçimleri inşa ederek ve bunları 7/24 bıkıp usanmadan propaganda ederek ayakta kalabilmiştir. Adına ‘yumuşak güç’ dediği vurucu unsurlarının yetmediği yerde, sertin de serti silahlarını devreye koymaktan geri durmamaktadır. İnandıramayan bir sistemin nasıl ayakta kalabildiği tartışılması gereken önemli bir konudur. Herhangi bir değere inanmayan, bağlanacak değerler sistemi bulamadığı halde ‘yaşıyorum’ diyebilen insanın, yaşam dediği şeyin ne olduğunun anlaşılması gerekir. Ahlak ve manevi doygunluk üzerine kurulmuş toplumsal yaşam kanunuyla mukayese edildiğinde, kapitalist uygarlık çağının yaşam dediği olgunun hiçlik ve boşluk gibi bir şey olduğu anlaşılmaktadır. Kapitalizm, maddi nesnelerle doldurduğu dünyamızda her şeye maddi bir karşılık koyarak, toplumu manevi olarak derin bir boşluğun içine sürüklemiştir. Boşalan insan, en küçük bir yele kapılacak kadar ‘hafiflediği’ için, o boşlukta gittikçe daha derinlere sürüklenmektedir. Kapitalizmde açığa çıkmış ancak bilimsel tartışması henüz yeterince yapılmamış bir gerçekliktir bu. İnsanın varlığını hissettirecek ‘ağırlığı’, sahip olduğu enerjisine bağlıdır. İnsan bu özelliğiyle diğer maddelerden ve diğer canlılardan ayrışmıştır. İnsan dışındaki diğer varlıkların ‘ağırlığı’, kütlesine ve hacmine bağlıdır. İnsandaysa enerjisine bağlıdır. Enerji; insandaki ruh, maneviyattır. Kapitalizm insanı ruhsuzlaştırmış, bireyi kendi içinde derin bir hiçlik, boşluk duygusuna sürüklemiştir. Bu sistemde ‘bir deri bir kemik kalmış Afrikalı çocuk,’ manevi dünyası eritilmiş herkestir. İşte kapitalizmin, üzerinde iktidarını kurduğu insanlık böyle bir şeydir. Ne kendisi ne de yarattığı ‘kölelik’ düzeni, Sümer uygarlığındaki kadar bile toplumsal ve anlamlı değildir. Kapitalist sistemin toplum karşıtlığı hiçbir zaman bu kadar açığa çıkmamıştır Doksanların başında yukarıdaki tabloyu zafer diye sunan kapitalizm, son on yılda sistemin yol açtığı durumların kendi varlığını sürdürebilmek için bile tehlike teşkil ettiğini görmeye başlamıştır. Bu gelişmenin doğru değerlendirilerek mücadelenin büyütülmesi halinde bu sürecin topluma yarar sağlayacak imkanlar; mücadelesiz kalınması halindeyse çok büyük tehlikeler barındırdığını söylemek kehanet olmayacaktır. Kapitalist sistemin toplum karşıtlığı, bu kadar derin ve ciddi şekilde daha önce hiç bir zaman açığa çıkmamıştı. Hem toplumla çelişkisi hem de iç çelişkileri o kadar derindir ki, bu gerçekliğini artık gizleyememektedir. Kriz ve çözümsüzlük, temel yapısında ve kurumlarında yaşandığı için de, ne yapacağını bilemeyecek duruma düşmüştür. Fakat yaşananlar karşısında ne yapacağını bilememesi, bilgisizliğinden ya da tecrübesizliğinden ileri gelmemektedir. ‘Ya inisiyatifi tümden kaybedersem’ korkusunu derin yaşamaya başlamıştır. Bu nedenle sonuçsuz ve kavga dolu ‘maçı’ uzattıkça uzatmak istemektedir. Kapitalist sistem hiç olmadığı kadar çaresizdir. Artık liberalizmi de beş para etmemeye başlamıştır. Daha önce muhaliflerini aldatarak, satın alarak ya da küçük tavizlerle kendine bağlayarak etkisiz kılan, bu yöntemle sonuç alamayınca da savaşlar çıkartarak tasfiye eden sistem, artık bu yöntemini de eskisi kadar kullanamamaktadır. Elinde, sorunları derinleştirmekten, çözümsüz bırakıp kan dökmekten ve dökülen kanlar üzerinden kendini kurtarıcı olarak sunmaktan başka seçeneği kalmamış gibidir. Kapitalizm artık halklara, yalan dünyasından başka ‘tutunacak’ bir şey sunamıyor. Dikkat edilirse, ‘yeni dünya, gelişmiş Avrupa, fırsatlar ülkesi, demokratik hukuk devleti, liberal demokrasi, serbest piyasa, ekonomik kalkınma, kadın hakları, bireysel haklar, insan hakları vb...’ iddialı ajitasyonunu duymayalı on beş yıldan fazla zaman oldu. Yalanı ve istismarı sürekli ve aralıksız ajite edip propaganda ederek ancak ayakta kalabilen bir sistemin on yıldan fazladır dilini yutmuş gibi susması önemsenmelidir. Sistemin son on yıl içinde halklara sunduğu tek yenilik, kendi merkezinde Trump, Ortadoğu’da da Erdoğan ve DAİŞ rejimi olabildi. Kapitalist modernite derin ve büyük bir çıkmaz içindedir Kapitalizm artık topluma sadece mühendislerin, yazılımcıların geliştirdiği makineleri propaganda edebiliyor. Daha önce halklara ‘hukuk, demokrasi, modernlik, gelişmişlik’ propagandası yapabilen sistem, son yirmi yıldır, makineleri kullanmasını önermekten başka bir yenilik sunamıyor. Ve insanı bu makinelerle korkutarak zapturapt altında tutmaya çalışıyor. Aslında toplumun ve yaşamın sürüklendiği boşluğu bu örnek yeterince açıklamaktadır. Toplumda teknik gelişmelerin yol açtığı bir hareketlenmenin olduğu doğrudur. Yeni teknik gelişmelerin üretim araçları olarak kullanılmasıyla üretim ilişkilerine etkide bulunduğu, 19. yüzyıldan kalma endüstriyalizme dayalı çalışma kültürünü değiştirmeye başladığı da bir o kadar doğrudur. Ancak dikkati çekmek istediğimiz nokta; bu çok önemli gelişmenin toplumsal ve siyasal propagandasının geçmişte yaşanmış benzer durumlar kadar yapılmamasıdır. Üzerinde düşünülmesi gereken noktalardan birisi de budur. Kabaca kendini fabrika düzeni olarak tanımlayan ve sanayileşme adı altında yüz yıllardır propaganda yapan sistem, yaşadığı krizde fabrikalar küçülüyorken, bazıları da kapanıyorken, oluşmakta olan sistemi neden tanımlamıyor? Böylesi tarihi bir zamanda toplumu neden öldürücü bir virüs ile hareketsiz bırakmaya çalışıyor? Cevabı oldukça basit; elinden başka bir şey gelmiyor da ondan. İçinde bulunduğumuz zaman aralığı ilk sınıflı ve devletçi uygarlık kabul edilen Sümerlerin ortaya çıktığı döneme çok benziyor. Ancak tersinden bir benzerliktir bu. Sümer meşruiyetini bol üretime, yazı, matematik, astronomi gibi insanlığın ilk defa kullandığı bilim-teknik gelişmelerine borçludur. Sümer, mucize gibi bu yeniliklerden aldığı güçle, kadının iradesini kırarak köleci sınıf ve uygarlık düzenini kurmuş ve devletçi uygarlık çağını başlatmıştı. Günümüzdeki bilim ve teknolojisi ise ister-istemez bilimi ve bilgiyi yaydığı için sınıfsallaşmanın, devletin zayıfladığı çağı başlatmıştır. Sümer, kadın iradesini kırdıktan sonra, topluma köle olmayı kabullendirmiştir. Bugün kadın, toplumun en devrimci gücü haline gelmiştir. Dolayısıyla kadın bilinçlenmesi ve mücadelesi tarihin hangi yönde seyrettiğinin belirleyenidir. Kapitalizm artık iki cephede savaşıyor diyebiliriz. Bu cephelerden biri, en şiddetli savaşını verdiği halkların, emekçilerin, kadın ve gençliğin, demokratik toplum ve demokratik özerk sistem cephesidir. Diğer cephe ise, çıkmazda olduğu için sistemin kendi kendisiyle savaşıdır. Kapitalist sistem kendini İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’lara kadar demokrasinin yaratıcısı, sahibi ve temsilcisi, 1990’ların başındaysa ‘tarihin sonu’ diyerek ebedi sistem diye sunmuştu. 2000’li yılların başından itibaren ise faşizmi cilalayarak sunacak kadar vahşileşti. Böylece sistem, Trump ve Erdoğan gibi ahlaksız, her türlü kötülüğü normalleştiren, yalancılıkta sınır tanımayan, cahil tipleri halklara lider adı altında sunacak kadar çaresiz olduğunu göstermiş oldu. Kısacası; kapitalist modernite derin ve büyük bir çıkmaz içindedir. Bu derin ve büyük çıkmaz insanlığın kaderi değildir. Buna karşı hızla alternatiflerimizi devreye koymak zorundayız. Alternatiflerimizi yaşamsallaştırmak için her zamankinden çok güçlü olduğumuzu bilmeliyiz. İmkan ve olanak sahibi olduğumuza da inanmalıyız. Yeniyi yaratmanın tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar mümkün olduğunu idrak etmeliyiz. Kapitalist modernite tümden kaybetmemek için kendisine karşı mücadele veren hareket ve örgütlere karşı boş durmamaktadır. Kendisi çökme korkusundan adım atamaz ve toplumu çürüttükçe çürüten konumunda ısrar ederken, demokratik toplumcu mücadelelere karşı her türlü silahını kullanmaktan çekinmemektedir. Sosyalist ideoloji karşısında yenildiğini anlayan kapitalist modernite güçleri ‘kaptan’ değiştirdi Kapitalist sistemin devrimci hareketlere karşı amansız savaşı, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra yeni bir konsepte kavuşturulmuştur. Sosyalizmin Leninist çizgide pratikleştirilmesi, ihtilal ruhuyla güçlendirilmesi, sistemin bugünkü korkusuna benzer korkular yaşamasına neden olmuştu. Bu korku ve panik, ‘Büyük Buhran’ da denilen 1929 ekonomik krizi şeklinde halklara yansıtılmıştı. Faşizme zemin yapılan bu ekonomik kriz, SSCB’ye karşı savaşacak güçler, devletler yaratmak için kullanıldı. Sonuçta Hitler, Mussolini, Franco ve Salazar gibi faşistler piyasaya sürüldü. Halkların, kapitalist düzenin yarattığı ekonomik krizi fırsat bilerek geliştirdiği mücadelesi, faşizmle tehdit edildi. Özellikle Avrupa’daki devrimci dinamikler berhava edildi. Böylece İkinci Dünya Savaşı’na gidildi. İkinci Dünya Savaşı’nın temel amacı; faşistleri Hitler liderliğinde bir araya getirip SSCB’ye saldırtmak, SSCB’yi yıkmak ve dünya halkları için umut olmak kadar gerçeklik olmaya başlamış sosyalizmi bir daha anılmayacak şekilde bitirmekti. Savaş sonrası planlanan, daha doğrusu arzulanan olmadı. SSCB, doğu Avrupa’yı ele geçirince, dünyanın altıda birinde hakim sistem oldu. Bundan moral ve cesaret alan halklar, ulusal kurtuluş hareketleriyle kapitalist moderniteye karşı yeni direniş cepheleri açtı. Sosyalist ideoloji karşısında yenildiğini anlayan kapitalist modernite güçleri, ‘kaptan’ değiştirdi; İngiltere sistem liderliğini ABD’ye bıraktı. Ve demokratik toplumcu arayış geleneğini temsil eden devrimlere karşı yeni bir mücadele stratejisi devreye konulmaya başlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra başlatılıp, 1990’ların sonuna kadar sürdürülen toplum ve demokrasi karşıtı, kadın düşmanı kapitalist modernite karşı saldırısında, belli başlı üç silahını kullandı diyebiliriz. Bu silahlardan birincisi; ulus devletleri, BM ve NATO gibi uluslararası ittifak ve birlikler yoluyla koordine etmek, güçlerini birleştirmek ve ortak hareket ettirmek oldu. Çünkü; kapitalizmin has evladı faşistlerin, sosyalist güçler karşısında yenilmesi, sistem sahiplerinin en vurucu örgütü olan ulus devletleri bir araya getirmeden sosyalizme karşı savaşamayacaklarını göstermişti. ABD, sistem liderliğini ele geçirmesiyle ilk adımlarını böyle atmaya başlamıştı. Modernitenin ikinci silahı; ‘ekonomik kalkınma’ kavramıyla sunulan ve süreç içinde neo liberalizm adı altında piyasaya sürülen politikası oldu. Neo liberalizm, yoksulluğun nedenlerini devletçiliğe bağlama, işsizliğin sebeplerini gizleme yanında, emeğin pazarlanmasında bireyi koca bir sistem karşısında tek başına bırakma yöntemiyle sosyalist devrim isteyen işçi sınıfının ve ezilen halkların umutlarını saptırma saldırısı olarak geliştirilmiştir. Neo liberalizmin devlet eleştirisinin sanıldığı gibi ulus devlet eleştirisi olmadığı, bu kavramla sosyalist ekonomik politikaları teşhir etmeyi temel amaç edindiği bilinmektedir. Böylece neo liberalizmin tam bir ikiyüzlülük ve yalancılık olduğu da fazlasıyla netleşmiştir. Ekonomiyi geliştirme, zenginliği artırma, paylaşımı adil gerçekleştirme düşüncesi değil, anti-sosyalist düşünce olduğu da kısa sürede açığa çıkmıştı. Kapitalizm imtiyaza dayalı liberal özgürlük anlayışının daha yararlı olduğunu iddia etti Kapitalist sistemin demokratik devrim mücadelelerine karşı kullandığı üçüncü önemli silahıysa; hukukun üstünlüğü ve demokrasi kavramları üzerine kurduğu ajitasyonudur. Hukukun üstünlüğü adı altında yasalar önünde eşitlik, demokrasi adı altında serbestlik ikinci paylaşım savaşından sonra hiç gündemden düşürülmedi. Ve bugün de, utangaçça da olsa kullanılmaya devam edilmektedir. Bu iki kavram üzerinden geliştirilmek istenen algı da çok basitti: Sosyalist sistemin ‘Yaşamın her alanında herkes eşittir’ ilkesinin karşısına, herkesin hukuk önünde eşit olması gerektiği ilkesini çıkarıyordu. Bunun eşitlik ilkesine daha uygun bir politika olduğu iddia ediliyordu. Kapitalizm demokrasi adı altında sunduğu serbestlik kavramıyla da halka, sosyalist sistemde ‘konut edinme, seyahat etme, iş ve yaşanacak yerleşke seçme gibi’ özgürlüklerin olmadığını anlatıp durdu. Böylece evsizliği, sokaklarda yatıp kalkmayı özgürlük, henüz ayrı ev kuracak yaşa gelmemiş biri için bile hazırda bekleyen konut politikasını saptırarak, baskıcılık şeklinde propaganda edebildi. Daha genel anlamdaysa, sosyalizmin eşit paylaşım ve ekonomik özgürlüğe dayalı özgürlük anlayışının değil, imtiyaza, ayrıcalığa dayalı liberal özgürlük anlayışının daha doğru ve yararlı bir özgürlük tanımı olduğunu iddia etti. Sosyalist ideoloji ve dünya görüşünden formüle edilmiş bir model olan reel sosyalist devletler sistemi, 1990’ların başında blok olarak dağılınca, kapitalizm ‘tarihin sonu’ geldi iddiasında bulundu. Bu aynı zamanda liberalizmin büyük bir heyecanla zaferini ilan etmesi anlamına geliyordu. Karşı devrimci bir ideoloji olan liberalizmin reel sosyalist bloğu dağıtması, onun doğruluğundan ve maharetinden ileri gelmiyor. Reel sosyalist bloğun dağılmasına neden olan temel gerçeklik, reel sosyalist yorumun sosyalizmi yanlış uygulamasıdır. Önder Apo’nun derin analizleri sayesinde bu belirleyici faktörü bugün daha iyi kavramış durumdayız. Ancak reel sosyalist bloğun dağılmasıyla oldukça tuhaf bir gelişme yaşandı; liberalizme dayanarak tarihin sonunu ilan eden kapitalist iktidar sistemi, ilk on yılda içinden çıkılması pek mümkün olmayan ve derinleşerek bugüne gelen krizin içine sürüklenmeye başladı. Ve ‘tarihin sonu’ kehaneti tersinden gerçekleşti. Liberalizm kendi eliyle kendi sonunu getirdi. Bu, karşısında örgütlü ve sistematik bir mücadele olmadan ve üstelik en büyük muarızı dağılmışken yaşanmaya başlandı. Tabiri caizse, karşıtı olan sistemin çökmesiyle içinden çıkılması zor bir krize saplanıp kalmanın kendisi bile, liberalizm denilen ideolojinin ne kadar içi boş ve büyük bir yalancılık olduğunu daha net ortaya koymuş oldu. Kapitalist sistemin demokratik devrim arayışlarına karşı kullandığı araçları eskisi kadar sonuç alıcı silahlar olmaktan çıkmıştır. BM ve NATO, adeta sadece adı kalmış kurumlara dönüşmektedir. BM, en basit siyasi bir meselede bile karar alamayacak kadar etkisiz, hiçbir sorunu çözemeyecek kadar içi boş bir örgüt olmuştur. NATO, Türkiye gibi kendisinin yarattığı ve beslediği, uydu bir devlet tarafından boşa çıkarılacak kadar anlamsız ve yetkisizdir. Özellikle de 1950’lerden itibaren halklara, kalkınma ve sanayileşme adı altında sunulan klasik manadaki endüstriyalizm, bizzat kapitalist sermayedarların tekeline geçmiş bilim-teknik alanındaki gelişmelerle adeta gereksiz kılınmıştır. Hukukun üstünlüğü ve demokrasi propagandasıyla sunulanların geldiği düzeyi anlamak içinse Trump ve Erdoğan gibi kişiliklerin politikalarına bakmak yeterlidir. Sonuçta halkların, kadınların, işçi ve emekçilerin ikinci paylaşım savaşından sonra yürüttüğü mücadelelerine karşı kullanılan kapitalist argümanların tümü ya iddialarının hilafına işlemekte ya da sadece adı kalmış, içi boş kurum ve örgütlere dönmüş bulunmaktadır. Böyle bir ortam, yazımızın başında da vurguladığımız gibi halkların, kadınların, gençliğin, emekçi sınıfların mücadele etmesi halinde devrime fırsat sunarken, kapitalist saldırılara sessiz ve tepkisiz kalınması halinde kıyametin kopabileceği koşulları barındırmaktadır. Aslında içinde bulunduğumuz zaman aralığının en önemli özelliği de, böyle bir yol ayrımı olmaktadır. Böyle bir siyasi ortamın bir diğer anlamı, karşı devrim güçlerinin demokratik devrim cephesinde yer alan hareket ve örgütlere karşı şiddetli bir mücadele içinde olduğudur. Bu gerçekliği anlamayanlar yenilip gidecektir. Bilince çıkarıp gereğini yapanlar ise kapitalizm karşısında mutlaka kazanacaktır. Tarihin seyri, toplumsal gelişme kanunu böyle işlemektedir. 21. yüzyılın demokratik sosyalist hareketinin genel doğrultusunu Rêber Apo ortaya koymuştur. Rêber Apo’nun savunmalarında belirttikleri, aynı zamanda devrim ve karşı devrim arasındaki mücadeleler tarihidir. Demokratik Uygarlık, Demokratik Modernite kavramsallaştırması aynı zamanda tarihteki ve günümüzdeki devrimci güçlerin yaşam, kültür, mücadele ve toplumsal-siyasal sistemlerini anlatmaktadır. Devletçi-sınıflı uygarlık kavramsallaştırması da karşı devrimcilerin benzer yapılarını kapsamaktadır. Demokratik Sosyalizmin, demokratik toplum inşası ve demokratik özerk sistem yapısallıklarıyla pratikleştirilmesi, yaşamsal kılınması, bu inşaların yol ve yöntemlerine yoğunlaşmak kadar karşı devrimin başvuracağı saldırıların biçim ve yöntemini anlamak da önemlidir. 20. yüzyıl boyunca kapitalist sistemin, demokratik toplum arayışına dayanan mücadelelere karşı hangi kavram ve kurumlarıyla savaştığını ana başlıklarıyla vermeye çalıştık. Ve seçilen temel argümanların sosyalist ideolojinin temel ilkelerine karşı savaştırılacak içeriklerle sunulduklarını da kısaca hatırlatmaya çalıştık. Her iki gücün 21. yüzyıla yeni arayışlar ve tedbirlerle girdiğini, demokratik sosyalist güçlerin Önder Apo’nun geliştirdiği paradigma öncülüğünde güçlü fikirler, ideolojik ve siyasi kavramlar, donanım ve mücadele yöntemiyle girdiğini; kapitalist sistem güçlerininse son örneğini Trump ABD’sinde gördüğümüz gibi büyük bir kriz, çelişki ve çatışma içinde girdiğini anımsattık. Buradan yola çıkarak 21. yüzyıl mücadelesinde karşı devrimin kullanacağı saldırı silahlarını anlamak ve çözümlemek daha mümkün olacaktır. Demokratik devrim güçleri kapitalizmin kendini yeniden pazarlamasına aldanmamalıdır Genel bir ifadeyle belirtirsek; 1980’lerden beri evrensel düzeyde ideolojik üstünlüğünü yitirmiş demokratik sosyalist dünya, ilk defa Önder Apo’nun düşüncesiyle kapitalizm karşısında ideolojik üstünlük kazanmıştır. Bunun karşı devrim cephesi için anlamı; hızla ideolojik saldırı silahlarını geliştirmek ve devreye koymak olacağı kesindir. ABD’de Trump’ın temsil ettiği, bazı yanlarıyla Hitler’den de geri teorik ve pratik işleyişin terk edilmesi, bunda sonuç alamayan kapitalist sistemin, içinde olduğu krizi çözmek için farklı bir arayış içinde olduğuna yorumlanabilir. Kimileri ‘seçim oldu iktidar değişti, bu neden bir arayışın işareti olsun ki’ şeklinde düşünebilir. Bu doğru bir düşünce değildir. Çünkü; hiçbir seçimden sonra ABD’de kapitalizminin sembolü kongre binası basılmamış, içerde insanlar öldürülmemiştir. Şimdiye kadar hiçbir ABD başkanı zorla yerinden edilmemiştir. Daha da önemlisi, sistem Trump gibi kişilerin eline pek nadiren düşmüştür. Böyle bir kişiliğin ABD’nin yarısına yakınının oyunu almasıysa, kapitalist modernetinin insanı düşürdüğü durumu anlamak için çarpıcı bir veridir. Trump ve Erdoğan gibi erkeklerin toplumdan oy yoluyla da olsa destek alması derin bir sistemsel krizin yaşandığını göstermektedir. Unutmayalım ki; bu tür kişilikler Hitler’den bile daha ahlaksız, aşağı ve faşisttirler. Kapitalist sistem 2000’li yılların başından itibaren aşamadığı kaosunu, bu tür kişilikleri lider diye sunarak aşmayı hedefledi ya da aşacağını sandı. Aşılamayan krizin derinleşmesiyle sistem yeni bir karar verdi; bu tür kişilikleri kullanarak toplumu bunlardan önceki sistem işleyişini, ideolojik argümanlarını arar duruma getirmek. Ve bunu kısmen başarmış oldu. Böylece Trump’ın alternatifi olarak Biden sunulmuş oldu. Bu taktikle, sisteme içeriği muğlak ya da eskiden denenmiş kimi argümanları makyajlayarak piyasaya yeni argümanlarmış gibi sunarak topluma çözüm gibi gösterme hesapları yapıldı. Benzer bir gelişmeyi son on yıldır Ortadoğu’da zaten yaşıyoruz. DAİŞ ile halkların nefretini kazanmış Ortadoğu ulus devlet sistemlerine nefes aldırıldı. Ulus devletlerin ‘kendimizi değiştiriyoruz’ sözüne halkların kolay aldanmasına ortam yaratıldı. Ortadoğu gericiliğinin bir numaralı sebebi ve temsilcisi Türk devlet geleneği, bir kez daha model olarak sunulmaya yeltenildi. ABD’nin kapitalist sistemin amiral gemisi olması, Ortadoğu’nun tarih boyunca tüm gelişmelerin belirlendiği coğrafya olması hasebiyle bu iki alana bakarak Demokratik Modernite güçlerinin ve devletçi uygarlık güçlerinin günceldeki durumlarını daha kolay anlamak mümkün olabilmektedir. Bu iki mekanda yaşanan gelişmeleri irdelediğimizde karşılaşacağımız ilk şey, kapitalizmin toplumu kendine mecbur etmek için en çirkin, en faşist dayatmalarla eski biçimlerini yeniden pazarlamaya çalışması olduğu görülecektir. O zaman demokratik devrim güçleri en başta kapitalizmin kendini yeniden pazarlamasına aldanmamalı ve buna karşı halklara alternatif toplumsal sistemler önermelidir. Buradan çıkarılacak başlıca sonuç; çağın devrimciliğinin alternatif demokratik yaşam, kültür, mücadele ve sistem önermek olduğudur. Böyle bir devrimciliğin tüm yetmezliklerine rağmen etkili olacağının ispatı, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim bölgesindeki gelişmelerdir. Buradaki gelişmelerin Demokratik Ulus çizgisi temelinde halkların ve kadınların özgürlüğü için büyük gelişmeler yarattığı ve kapitalist moderniteye ciddi bir alternatif olmaya başladığını da sistem saldırılarının düzeyinden çıkarmak mümkündür. Kapitalist sistemin, Trump ve Erdoğan’ın Rojava Devrimini birlikte boğma saldırıları geliştirmesi, bu gerçekliği yeterince göstermektedir. Bu iki tipin politikalarıyla kapitalist sistemi içerden ikiye bölmesi, sistemi demokratik toplum çizgisindeki devrime karşı başarısız kılması tasfiyelerini beraberinde getirdi. Bu da, kapitalist sistemin, Biden liderliğindeki ABD eliyle Rojava Devrimine, Kuzey ve Doğu Suriye yönetimine ‘senin dediklerin olmaz, yapmaya çalıştıkların gerçekleşmez, onun yerine alsana cilalanmış liberal Avrupa sosyal demokrasisi’ diyerek yeni bir saldırı konseptini devreye koyacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, demokratik devrim çizgisindeki toplumsal gelişmenin tehdit, şantaj ve askeri saldırılar yerine ideolojik çizgisinden saptırarak teslim alma saldırıları çok daha fazla devreye konulabilir. Diplomatik yöntem çok daha fazla abartılarak karşı mücadelede kullanıma sokulabilir. ‘21. yüzyıl kadın yüz yılı olacak’ İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, devrimci anlamda yenilikçi olanların kazanacağı kesin gibidir. Çağımızın, değişim dönüşümünde demokratik toplum inşaları yeniliğin kendisidir. Bunu Önder Apo’dan okuyoruz. Sistemsel yeniliğin ekolojik ve kadın özgürlükçü olmasının da, olmazsa olmazlardan olduğunu Rêber Apo belirtmiştir. Görüldüğü gibi çağımızda geçerli olan demokratik çizginin gerektirdiği özelliklerin tümü, kadın gerçekliğinin de özellikleri olmaktadır. Bunlar kadına dayalı toplumsallığın kendisinde de var olan özelliklerdir. Demek ki Önderliğin, ‘21. yüzyıl kadın yüz yılı olacak’ belirlemesini önemsenmesi, kadın mücadelesinin etkili inşa gücünü tanımlayan bir belirleme olmanın da ötesinde bir anlama sahiptir. Bu belirlemenin önemi, kadın öncülüklü toplumsal gelişmelerin geleceği belirlemesinden kaynaklanmaktadır. Kadın öncülüklü mücadelenin geleceği belirlediğini, karşı devrim cephesinden kadına dönük yapılan saldırıların niteliğinden ve derinliğinden de anlamak mümkündür. Trump ve Erdoğan şahsında somutlaşan sistemin kadına saldırısının vardığı boyutlar gözler önündedir. Kadına dönük saldırıların karşı devrim saldırısının en tehlikelisi, şiddetlisi olduğuna şüphe yoktur. Malum bu iki erkeğin kişiliği şahsında somutluk kazanmış sistemin eseri olan DAİŞ’in, tam bir kadın düşmanı olması tesadüf değildir. Tümüyle yenilgiye uğratılıp ortadan kaldırılmamış olsalar da, bu üç temsilcinin politikalarının ortaya çıkardıkları, kapitalizm gibi bir sistemi bile tehlikeye düşürmüştür. Bunu da kadın konusunda Biden ABD’sinde ilk defa ortaya çıkan gelişmelerden anlamak mümkündür. Bunlardan en popüler olanı başkan yardımcısının ilk defa kadın, üstelik bir melez olmasıdır. Kamala Harris, dünya kadın hareketinin mücadelesine karşı kapitalist sistemin bir tedbiri olarak düşünülebilir. 21. yüzyılda kapitalizmle kadınlar arasında devam eden büyük mücadelenin derinleşerek süreceği, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gerçekliğinde ve PAJK pratiğinde zaten ortaya çıkmıştır. PAJK çizgisinin sınırlı pratik ifadesi olan Kuzey ve Doğu Suriye kadın mücadelesinin dünya kadınlarına verdiği ilham, yaydığı cesaret, sonuçlarını bugünden kestiremeyeceğimiz büyüklükte demokratik gelişmelere yol açacağını daha şimdiden belirtmek mümkündür. ABD’de Trump’ın temsil ettiği sistemin ilk yenilgisinde ABD’li kadınların mücadelesinin rolü belirleyici olmuştur. Amerika’daki kadın mücadelesinin Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin kadın özgürlük çizgisiyle ortaya çıkardığı demokratik gelişmelerden, Rojava Devrimi üzerinden etkilendiğini söylemek yanlış olmaz. Bunu, Trump’ın Erdoğan’ı Devrime saldırtmasından, Erdoğan’ın ise DAİŞ’i saldırtmasından anlamak mümkündür. Bu tespite somut kanıt, kadın kentiyken işgal edilen Efrîn’de yaşananlardır. Faşistten de faşist sistemin nasıl bir şey olduğunu Efrîn’de olup bitenler fazlasıyla izah etmektedir. İkinci kanıtımızsa, Erdoğan Türkiye’sinin kullanımında olan erkeklerden teşekkül ENKS adlı grubun, Özerk Yönetime dahil olma şartlarından birini, eşbaşkanlık sistemini kaldırmaya bağlamasıdır. Bu grupların üç beş aileden oluşuyor olmasına rağmen, ABD gibi sistem güçlerinin bunlara misyon biçmesi, bir iradeleri ve demokratik bir düşünceleri varmış gibi göstererek devrime dayatması kapitalist sistemin Kuzey ve Doğu Suriye’de kadın özgürlük çizgisini ne düzeyde hedeflediğini göstermektedir. Görüldüğü gibi Rojava merkezli devrim, en çok da kadın özgürlük çizgisine yönelik saldırılara maruz kaldı, kalacaktır. En çok kadın özgürlük çizgisi saptırılmak istenecektir. Bu saldırıya karşı en etkili silahın jineoloji ve özgür kadın örgütlülüğünü geliştirmek olacağı kesindir. Demokratik devrimle karşı devrimin mücadele içinde olduğu önemli alanlardan birinin de, ekoloji olduğu bilinmektedir. Trump-Erdoğan kapitalizmi, bu konuda da ‘şöhret’ sahibidir. Trump’ın, sistem güçlerinin ekolojik hareketleri etkisiz kılmak için liberal anlayışla düzenlediği birçok çevre anlaşmasından dahi çekilmesi, dünya gezegeninden, canlılardan, ekosistemden bana ne diyecek kadar insanlıktan uzak biri olduğunu göstermişti. Erdoğan ise güzelim Anadolu coğrafyasını sırf yandaşlarını zenginleştirmek için ya betonla doldurdu ya da maden şirketlerine satarak altını üstünü oydurdu. Tarım alanlarını yok etti. Böylece o da kendi çapında ekosistemi bozdu. Efrîn başta olmak üzere, Bakurê Kurdistan’daki çevre saldırıları da, Erdoğan Türkiye’sinin ekoloji düşmanlığıyla izah edilmelidir. Ekolojik mücadele, talepleri gereği doğal olarak devrimcidir ve anti-kapitalisttir Devrimci güçlerin ekolojik toplum kavramsallaştırmasıyla ifade ettiği mücadelenin ne kadar önemli olduğunu, Koronavirüs salgını bir kez daha göstermiş oldu. Tarımın insanlık için anlamı ve gerekliliği bir kez daha görüldü. Canlıların doğasıyla oynamanın zararları da hakeza daha iyi anlaşıldı. Özellikle son on yıl içinde yaşananlar, ekolojik mücadelenin ne kadar hayati olduğunu anlamak için yeterlidir. Daha önce ‘ya sosyalizm ya barbarlık’ sloganı adeta ‘ya ekolojik toplum ya yok oluş’ biçimine dönüşmüştür. Ekolojik mücadele, talepleri gereği doğal olarak devrimcidir ve anti-kapitalisttir. Sistem, bu gerçeği gördüğü için özellikle örgütlü ekolojik mücadeleye karşı yeni tedbirler devreye koymaya başlamıştır. Kendi cephesinden ekolojik mücadele önderleri, mücadele modelleri yaratmaya ağırlık vermiştir. İçine girilen dönem, devrimci güçlerle karşı devrim güçleri arasında kıyasıya bir ideolojik ve siyasi mücadelenin başladığı dönemdir. Kapitalist sistemin içinde bulunduğu krizli durum, kendini yeniden pazarlamaya ağırlık vermesine yol açmıştır. Bu yöntemi, onun yaşadığı çıkmazın ürünüdür. Kendini pazarlarken de aynı hamurdan yapılmış modellerini örnek göstererek kendince demokrasi, kadın özgürlüğü ve ekoloji propagandası yapmaya çalışacaktır. Liberal orta sınıfların hızla bunun çevresinde toplanma olasılığı güçlüdür. Toplumla, bu kesimler aracılığı ile bozulmuş ilişkilerini yeniden düzeltmek isteyeceğini söylemek mümkündür. Oldukça gelişmiş teknik-teknolojik araçları askeri savaş alanında kullanmaya ağırlık vererek, insan gücünü savaş ve çatışmalarda en aza indirgeyecek, buna da ‘barışçıl politika’ demeye başlayacaktır. Kapitalist sisteme kökten alternatif sistem arayışı içindeki güçlere karşı elindeki tüm araçları kullanmayı sürdürecektir. Alternatif sistem arayışçılarını tümden yok etmesi, eriterek kendine benzetmesi de oldukça zorlaşmıştır. Bunun için bu kesimleri mücadelesiz bırakmak en büyük taktiği olacaktır. Bunu da üç temel yoldan yapmakta olduğu görülmektedir. Karşı mücadelesinin birinci yöntemi; alternatif toplum modelleri sunan demokratik güçleri muhatap alıyormuş gibi yaparak zaman kazanmak, toplumsal sorunları diplomasiyle çözecekmiş havası yaratarak da mücadelesiz bırakma şeklinde ifade edebiliriz. İkincisi; mücadelesiz bıraktırıp kazanımlarını tasfiye ettiği devrimci güçler yerine, kendisinin hazırladığı grupları topluma demokratik yapılarmış gibi sunmasıdır. Örneğin; Kuzey ve Doğu Suriye’de ENKS adlı yapı tam olarak böyle bir işlev için kullanılmaktadır. Suriye’nin demokratikleşmesini isteyen çevreler yerine eli kanlı çeteleri muhatap alarak temize çıkarması da bu amaç içindir. Sistemin demokratik devrimsel gelişmelere karşı yeni dönemde üzerinde daha fazla duracağı üçüncü yöntemse; iletişim teknolojisini toplumsal bilincin oluşmaması için daha yoğun ve sistematik kullanması olacağını belirtmek gerekir. Bu yöntemle toplumda büyük bir cehalet yaratmak istemektedir. Bu konuda tam bir paradoksun yaşandığı bilinmektedir. Tıpkı bol üretimin olduğu çağımızda insanların açlıktan ölmesi gibi, bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı ve mümkün hale geldiği bir dönemde, toplum en gereksiz bilgilerle meşgul edilip, tam bir cehalet içinde bırakılıp sermaye şirketlerine teslim edilmek istenmektedir. Bencillik daha da derinleştirilmek suretiyle, hayvanlarla konuşunca ve de ilgilenince manevi tatmin yaşayan insandan, robotlarla hasbıhal edince tatmin olacak insana geçilmek istenmektedir. İnsanlık denilen olgu insandan alınmak istenmektedir. Daha da sıralayabileceğimiz saldırılar göstermektedir ki; toplumsallığı savunan ve demokratik toplumu inşa edenlerle kapitalist uygarlık sistemi arasındaki savaş giderek kızışacaktır. Tüm bu ideolojik savaşın siyasi ve askeri yansımaları da Üçüncü Dünya Savaşı olarak zaten farklı biçimler ve söylemlerle devam etmektedir. Bu mücadelenin önümüzdeki dönemde yeni taktik ve söylemlerle derinleşerek devam edeceği de kesindir. İnsanlık artık mevcut durumu kaldıramadığı gibi kabul de etmemektedir Sonuç olarak; dünya, bütün insanlık, büyük bir değişim geçirme zamanı ve aşamasındadır. Bu dönemin temel özelliği büyük dönüşümler, büyük devrimler ve gelişmeler zamanı olmasıdır. Kapitalizm ekonomik, toplumsal, kültürel yaşam vs bütün konularda, insanlık için ağır bir yük haline gelmiştir. Kendini çağın teknolojisinin arkasına gizleyerek sunması da, onu kurtaramayacaktır. Çünkü dünya, insanlık artık mevcut durumu kaldıramadığı gibi, kabul de etmemektedir. 5 bin yıllık kapitalist devletçi sistem çöküş aşamasındadır. Beş yüz yıllık kapitalist modernite sistemi açısındansa, onu ayakta tutacak ahlaki, vicdani ve toplumsal meşruiyet sağlayacak tek bir söylemi dahi kalmamıştır. Toplumu dağıtan, insanlığı bitiren bir sistemin var olması mümkün değildir. Kuşkusuz kapitalizm, bilimsel teknik devrimini de kullanarak, kendini dünyanın her tarafına yaymıştır. Birçok maddi güç ortaya çıkarmıştır. Bu ona birçok alanda topluma saldırma imkanı vermektedir. Özellikle maddi gücünü kullanarak etkinlik sağlama gayretini sürdürecektir. Ancak insanlık, maddi güçten ibaret değildir. Kaldı ki, toplumda sınıflar arasında, yine ülkeler arasında yarattığı gelir uçurumu, bu sistemin ne kadar gereksiz olduğunu kanıtlamaktadır. İnsanlığın geldiği düzey, bilimsel teknik devrimle vardığı aşama, insanlık için ihtiyaç olan her şeyi karşılayacak ve insanlığı özüne uygun yaşatacak imkanlara sahiptir. Bilimin özünde olan toplumsallık ve demokratiklik de bu imkana eklendiğinde, kapitalist uygarlığın son teknolojik gelişmelerini istese de amaçları doğrultusunda sonuç alıcı temelde kullanamayacağı anlamına gelmektedir. Kapitalizm, bireyciliğine güvenerek, egemenlerle ezilenler arasındaki perdeyi kaldırmıştı. Kendi eliyle “Maskesiz Tanrılar ve Çıplak Krallar Çağı”nı açmıştır. Şimdi bu ona ters dönmüştür. Değerlendirmemizin başında da belirttiğimiz, ‘ya bir adım atarsam sonum nereye varır’ kaygısı, biraz da bundandır. İmralı tecrit sistemi, sistem güçleriyle devrimci güçler arasındaki savaşın ön cephesidir Kapitalizmin insanlığa hiçbir şey veremez hale geldiği ve toplumsal krizin görülmedik düzeye ulaştığı böyle bir dönemde Önder Apo, tarihin en devrimci düşüncesini, ideolojisini, teorisini, siyasal ve toplumsal yapılanma gerçeğini, bunun eylem biçimlerini, yapılanmalarını ortaya koyarak insanlığa büyük bir hizmette bulunmuştur. İnsanlığın onbinlerce yıllık birikimleri ile son 5 bin yıllık devletçi sisteme karşı mücadelede yaşananların ortaya çıkardığı tecrübeleri, Hz. İsa’dan, Hz. Muhammed’e, Marks’tan Lenin’e dünyadaki bütün filozofların ve bilgelerin, toplum ve siyaset bilimcilerinin ortaya koyduklarını çözümleyip sentezleyerek bir ideolojik duruş ortaya koymuştur. Bu gerçeklik, kapitalist uygarlık temsilcilerinin en büyük saldırılarını Önder Apo’ya yöneltmesinin de temel nedenidir. Uluslararası Komplo ve İmralı tecrit sistemi, sistem güçleriyle devrimci güçler arasındaki savaşın en ön cephesi olmaktadır. Dünya demokratik sosyalist hareketi, demokratlar, ekolojistler ve kadın özgürlükçüler bu gerçekliği giderek daha derin anlamaya başlamıştır. Ve Kuzey ve Doğu Suriye’de de yaşandığı gibi dünya devrimci hareketi giderek daha güçlü birleşmeye başlamıştır. Halklar birlikte mücadele etmektedir. Kapitalist sistemi en çok ürküten gelişmelerden biri de Demokratik Ulus çizgisindeki bu gelişmedir. Dolayısıyla kapitalist sistem Kuzey ve Doğu Suriye’de halkların Demokratik Ulus birliğini dağıtmak için de yoğun saldırı içinde olacaktır. Arap ve Kürtler arasında suni gündemler yaratmak isteyecektir. Türk devletiyle birlikte olan çeteleri bu amaç doğrultusunda daha yoğun kullanmayı deneyecektir. Önder Apo’ya ve Önder Apo’nun düşüncelerinin yaşamsalaştırılmaya çalışıldığı Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük sistem saldırılarını, dünya devrimci hareketiyle karşı devrimciler arasındaki savaşın ön cephesi olarak ele almak abartı değildir. Bunun için Üçüncü Dünya Savaşı’nda kazanılmış mevzileri korumak, yeni mevziler kazanmak, insanlık için hayatidir. Bunu da en rahat Kuzey ve Doğu Suriye alanında yapmak gerekmektedir. Başarılı bir mücadele için sistemin içinde bulunduğu gerçekliği analiz ederek siyasal değerlendirme yapmak, özsavunma merkezli direniş mücadelesini temel almak, faşistleri darbeleyip yok edecek taktikler üzerinde derinleşmek her zaman için gerekli olan doğrulardır. Bilindiği gibi özelde Ortadoğu, genelde de dünya koşulları artık eskisi gibi değildir. İki kutuplu dünya düzeni son bulmuştur. Artık Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi kapitalist devletlerin klasik yöntemlerle karşı karşıya gelip vuruşmayacakları netleşmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi bir güçle ilişki kurulduğunda diğer güçlere düşmanlık yapma ilkesi de ortadan kalkmıştır. İki kutuplu dünyanın yıkılmasıyla, herkesle ilişkilenilebilecek, birçok gücün çelişkilerden yararlanılabilecek siyasal durum ortaya çıkmıştır. Bu siyasal ortamdan devrimci güçlerin de yararlanması olanak dahiline girmiştir. Çok yönlü, esnek, bağımsız politika izleme imkanları bir hayli artmıştır. Hareket olarak Önderliğin çözümlemelerinden de yararlanılarak bu siyasal yaklaşım hem Rojava gerçeğinde hem Ortadoğu gerçeğinde uygulamaya konmuş, birçok güçle ilişkilenilerek ve çelişkilerden yararlanılarak halklara yeni bir umut, bir devrim ocağı ortaya çıkarılmıştır. Böyle bir siyasal ortamda yanlış anlayışlara kapılarak, çağın siyasal özelliği herkesle ilişkilenme imkanı veriyor, denilerek kim güçlüyse onunla ilişki geliştirmeyi esas almak, ilkesiz yaklaşmak yanlıştır. Bu anlayışla ilişkiler geliştirmek kayıplara neden olacaktır. Birçok güçle ilişkilenmeler, siyasal durumun fırsatları ve devrimci mücadelenin özgücüne dayanarak karşılıklı çıkar temelinde gerçekleştirilebilir. Fakat geliştirilen ilişkileri sistem güçlerine muhtaçlık üzerinden düşünmek ve böyle yaklaşmak büyük bir yanılgıdır. Bu anlayış, bu dönemde yapılacak en büyük yanlışlardan biri olacaktır. Örneğin; Kuzey ve Doğu Suriye devrimci güçlerinin Serêkaniyê’de yaşadıkları kayıplar, böyle bir anlayışın sonucunda ortaya çıktı. Görüldüğü gibi içinde bulunduğumuz dönem aynı zamanda güç kavramını da doğru tanımlamayı gerektirmektedir. Kapitalist sistem reklamcı, pazarlamacı ve sanal bir sistemdir. Halk güçlerine karşı büyük komplolar ve hilelerle aldatma numaraları, her zaman başvurduğu temel yöntemi olmuştur. Zaten pozitivist, formelci felsefesiyle toplumda yol açtığı bir algı ve bakış açısı vardır. Tüm bu özellikleri bilinmeden, daha doğrusu hatırda tutulmadan hareket etmek, yıkılmakta olan sistemi güçlü, her gün yeni bir filiz veren Demokratik Modernite güçlerini, devrimci güçlerin mücadele ve direnişlerini küçük görmeye götürür. Bu da en haklı ve ahlaklı olanların, insanlık için karşılık beklemeden can verenlerin yenilgisine götürür. Tersi tutum ve duruş ise demokratik devrimi geliştirir, başarıya ulaştırır. | ||
© 2021 Serxwebûn |