Sal: 39 / Hejmar: 469 / Çile 2021
Halkımızın direnişi Özgürlük Hamlesini zafere taşıyacaktırÇile 2021
Mustafa Karasu Kapitalist modernite sisteminin dünyada bir kriz içinde olduğu tartışmasızdır. Azami kâr yasası, büyümediği takdirde ağır kriz yaşama gerçeği, kapitalist ülkeler ve uluslararası tekeller arası rekabet, birçok ağır ekonomik sorunları beraberinde getirmektedir. Ancak kapitalist modernite esas olarak toplumsal, kültürel ve siyasal alanda kriz yaratır. En az bunlar kadar önemli olan doğada yarattığı krizlerdir. İnsanlıktan söz ediyorsak esas olarak bu alandaki krizleri öncelikle önemsemek gerekir. Toplumsal, kültürel ve siyasal alandaki krizler insanlığı insan olmaktan çıkarmayla ilgilidir. Ekonomik sömürü ve bu alandaki adaletsizliğin yarattığı toplumsal, kültürel, siyasal sorunlar vardır. Bu sorunlar kıtlıklar ve ekonomik imkanların azlığından kaynaklanmıyor. Bunlar da kapitalizmin doğasından kaynaklanıyor. Ekonomik sömürü, krizler ve yarattığı sorunlar da kapitalizmi gereksiz ve aşılması gereken bir sistem haline getirmiştir. Ancak bugün en ağır sorunlar kapitalizmin insanlığı insan olmaktan çıkarma sorunlarıdır. İnsanın toplum ve doğa ile ilişkisi temelinde var olma gerçekliğini ortadan kaldırdığı gibi insanlığın tarih boyu yarattığı tüm değerleri de ayaklar altına almış durumdadır. İnsanlık ontolojik ve tarihsel varoluş olarak yaşayacaksa kapitalist moderniteden kurtulması gerekir. Sadece ekonomik sorunlar ve krizler üzerinden kapitalizmi ve modernitesini değerlendirmek eksik kalır. Bu bakış kapitalizmin ömrünün uzamasını sağlar. Dolayısıyla kapitalizmin yarattığı sorunlara bütünlüklü bakmak çok önemlidir. Özellikle de yarattığı kültürel, toplumsal ve siyasal sorunlar ve bu yönlü krizlerini iyi çözümlemek çok önemlidir. Hatta, siyasal sorunları çok dillendirerek toplumsal ve kültürel sorunları geri planda ele almak da yanlıştır. Bu açıdan günümüzde toplumsal ve kültürel sorunları daha fazla irdelemek gerekir. Yoksa insanlığın yaşadığı ağır sorunları büyük oranda anlayamayız. Siyasal değerlendirmeler toplumsal ve kültürel sorunlarla birlikte düşünülürse anlam kazanır İnsanlığın varoluşu toplumsaldır. Ne yaratmışsa bu toplumsallığı içinde yaratmıştır. İnsan yavrusu ve bireyi de bu toplumsallığı içinde insan bireyi olmuştur. Bireyi yaratan da bu toplumsallığıdır. Dolayısıyla toplumsallık ve toplumun dışında bir bireyden söz etmek mümkün değildir. Böyle bir bireyden söz ediliyorsa bu insanlığa ait bir birey değildir. Artık onu insan sıfatında ele alamayız. Onu başka bir tanımlama içine sokmak gerekir. Eğer bugün dünyamızdaki krizi insanlıktan çıkma krizi olarak ele alırsak en doğru yaklaşımı göstermiş oluruz. Sadece ekonomik krizden söz etmek kapitalist modernitenin kirli ve insanlık dışı yüzünü örtmek olur. Ya da kapitalist modernitenin yarattığı krizlerle kapitalist modernite öncesi krizler arasındaki bu temel fark gözden kaçırılmış olur. Kapitalist modernite özellikle son yüz yıllardaki bilimsel ve teknik alanda yaşanan gelişmeleri öne sürerek kendi karakterini gizlemeye çalışıyor. Devrimciler, demokratlar ve insanlık değerlerini savunan herkes bu duruma izin vermemelidir. Bu yazımızda dünya, Ortadoğu ve Kürdistan’la ilgili siyasal değerlendirme yapacağız. Siyasal değerlendirmeler üzerinde yapılan yoğunlaşmalarımız insanlık açısından en temel sorunlar haline gelen toplumsal ve kültürel sorunları göz ardı etmemelidir. Siyasal değerlendirmeler eğer kapitalist modernitenin insanlık açısından yarattığı toplumsal ve kültürel sorunlarla birlikte düşünülürse anlam kazanır. Eğer böyle ele alınmazsa kapitalizme karşı yürüttüğümüz mücadele ciddi bir eksiklik taşır. Siyasal değerlendirmeden önce böyle bir yaklaşımı ve uyarıyı ortaya koymamız gerekiyor. Yoksa biz de yanlış bir algıya yol açan yanılgıların parçası haline geliriz. Kapitalist moderniteye karşı mücadele edenler, toplumları özgür ve demokratik yaşama kavuşturmak isteyenler siyasal değerlendirmeler yanında toplumsal ve kültürel sorunları ele almazlarsa mücadelelerinde büyük eksiklikler yaşarlar. Öte yandan siyasal değerlendirmeler yapılırken her zaman kapitalist moderniteden kaynaklı uygulanan yanlış siyasi tarz ve yöntemlerle bunun karşısında Demokratik Modernite güçlerinin siyaset tarzı ve yöntemlerini belli düzeyde ortaya koymamız da önemli olmaktadır. Eğer mücadeleler halklarla birlikte olacaksa, halkın yönetimi olan gerçek demokrasi hedefleniyorsa siyaset tarzının ve toplumların demokratik yapılanması gerçeğinin de nasıl olması gerektiğinin gösterilmesi gerekir. Günümüz dünyasına, kapitalizmin hakim olduğu dünya demek gerekir. 1900’lü yılların başında, dünyanın bölüşülmedik alanlarının kalmadığından söz edilirdi. Bu nedenle 20. yüzyıl savaşları emperyalist güçler arasındaki paylaşım savaşları olarak değerlendirildi. Bugün ise kapitalizmin girmediği alan kalmamıştır. Dünyanın global bir köy haline geldiği söylenmektedir. ABD’de üretilen bir tekniğin ve metanın kısa zamanda dünyanın her köşesine gittiği söylenerek dünyanın yeni karakterine gönderme yapılmaktadır. Bazı yönleriyle dünyada yaşanan sorunlar giderek ortaklaşmaktadır. Bu açıdan özellikle toplumsal ve kültürel sorunlar farklılıklar taşısa da her yerde ortaya çıkmaktadır. Kapitalist modernitenin toplumsal ve kültürel olarak çürütücü yanı, tüm toplumları yakından etkilemektedir. ABD şu anda dünyanın en krizli ülkelerinin başında geliyor Bugün dünyanın her yerinde ağır sorunlar yaşanmaktadır. Ancak sorunlara çözüm bulacak bir politika olmadığı için sağ ya da popülist iktidarlar yönetim haline gelmektedir. Bunlar çözümsüzlüğün ve alternatiflerin ortaya çıkmadığı dönemlerin iktidarlarıdır. Ya sorunları bastırarak çözmek ya da halkları aldatarak sorunlara çözüm buluyormuş algısı yaratmak bu iktidarların karakterleri olmaktadır. Gerçek çözüm gücünün ortaya çıkmadığı zamanlar, bunlar denize düşenlerin yılana sarılması misali iktidar olma fırsatı yakalamaktadırlar. Ancak bunların sorunlara çözüm bulmak bir yana daha da ağırlaştıracağı açıktır. Şu anda dünyamız açık bir denizde rotasını kaybetmiş ve nereye gideceği bilinmez biçimde dalgalarla boğuşmaktadır. Günümüz dünyasındaki mevcut siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel durumu böyle ifade etmek yanlış olmayacaktır. Şu anda insanlığın sorunları çok karmaşık hale gelmiştir. Sorunlar tek tek ülkelerdeki iktidarların sorunu değildir. Ya da şu sorunu çözersek diğer sorunlar da çözülür demek büyük bir yanılgıdır. Günümüzün sorunu sadece yaşamdaki bir boyutla ilgili değildir. Yaşamın her alanında sorunlar bulunmaktadır. Çözümü de bütünlüklü olmak zorundadır. Bunun anlamı da, hem tek tek ülkelerde hem de dünyada sorunların sistemsel olduğudur. Kapitalist moderniteyi aşmayı hedeflemeyen hiçbir politika, çaba ve mücadelenin kalıcı sonuç alması mümkün değildir. Sadece bazı yaralara kesin çözüm olmayan pansumanlar yapılabilir. Bu açıdan günümüz siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunlarını değerlendirirken bunun bir sistemsel sorun olduğunu ve kapitalist moderniteden kaynaklandığını görmek gerekmektedir. Alternatif ortaya konulmadan bu sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir. Kapitalist modernitenin merkezi olarak sayılan ABD’de yaşananlar ortadadır. ABD dünyanın birinci ekonomik gücü olarak kabul edilmektedir. Askeri alandaki üstünlüğü tartışmasızdır. Siyasal sistemi ise kapitalist ülkeler içinde demokratik geleneklere ve yerel demokrasiye sahip bir ülke olarak gösteriliyordu. Ancak şu anda dünyanın en krizli ülkelerinin başında geliyor. Daha doğrusu kapitalist modernite, merkezinde derin bir kriz yaşıyor. Zaten dünya sistemlerinin sorunları merkezlerde derinleşir, kapsamlılaşır ve ağırlaşır. Kapitalizm bir toplumsal, kültürel ve siyasal çürüme sistemi ise bunun en yoğun halinin merkezlerinde yaşanması anlaşılırdır. Dünyanın başka yerlerinde daha ağır sorunlar yaşayan ülkeler de vardır. Türkiye bunların başında gelmektedir. Bu tür ülkeler ise sistemin taklidi ya da karikatürize edilmiş halleri olduğu için böyledirler. Merkez ağır sorun yaşarken diğer kapitalist modernist ülkelerin bu sistem içinde kalarak sorunlarına çözüm bulmaları zaten mümkün değildir. Kapitalist modernitenin günümüzde ekonomik olarak yarattığı en temel sorun ülkeler arası gelir uçurumu olduğu gibi, ülke içinde de gelir uçurumunu artırmaktadır. ABD şu anda dünyanın en büyük ekonomisi olmasına rağmen üst gelir grupları ile alt gelir grupları arasındaki uçurumun en fazla olduğu ülkedir. ABD’deki alt gelir gruplarının dünyanın başka ülkelerindeki alt gruplardan daha fazla gelire sahip olması bu gerçekliğin yarattığı sorunları hafifletmez ya da alt gelir gruplarının sorunlarının hafif olduğunu göstermez. ABD’deki uçurum çok fazlalaşmıştır. Sadece ekonomik olarak bakıldığında bile ABD’nin sorunu daha ağırdır. Hele maddi uygarlığın bulunduğu bir ülkede maddiyat toplumsal kesimler içinde de öne çıkar. Bu da sorunlara neden olur. Tüketim toplumunun en fazla geliştirildiği bir yerde de bu yönlü ekonomik sorunlar birçok sorunu beraberinde getirir. Sistem içi çözümler krizleri sonlandırmaz, sadece bir süre yumuşatabilir ve erteleyebilir Ekonomik sorun böyleyken toplumsal ve kültürel sorunlar ABD’de daha da ağırdır. Toplumun dağıtılması, bireyciliğin geliştirilmesi ABD’de de zirveye çıkmıştır. ABD bu yönüyle toplumsal ve kültürel krizin çok derinleştiği bir ülke haline gelmiştir. Aslında ABD’de neredeyse toplum kalmamıştır. Bireycilik o kadar derinleştirilmiştir ki, bireysel sorunlar öne çıkmaktadır. Bu yönüyle sadece bireyci reflekslerin öne çıktığı, toplumsal reflekslerin tüketildiği bir lümpenleşme söz konusudur. Bireycilik ve bu temelde şekillenen lümpen kişiliklerin yoğunlaştığı bir ülke gerçekliğinden söz etmek gerekir. Lümpen kişiliğin özelliği değersizliktir yani toplumsal değer olmamasıdır; ABD’deki bireycilik böyle bir yığın ortaya çıkarmıştır. Aslında ABD’de de son ortaya çıkan ve Trumpçı olarak bilinen kesimlerin özelliği böyledir. Belki milliyetçilik ve dincilik de başka bir motivasyon aracıdır. Bunlar bile böyle bir lümpenizmden ayrı değildir. Örneğin; Trump gibilerinin kışkırttığı dinsel duyguların tepkisi de toplumsal değerleri savunmak yönünde değildir. Böyle olsa kapitalist moderniteye ve sisteme karşı çıkmaları gerekir. Sistem karşıtı güçlere düşmanlık yapan Trump’ın yanında yer almaları, bunların karakterini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bunları toplumsal değerleri savunan dindarlar olarak görmemek gerekir. Trump bir taraftan kapitalist modernitenin has temsilcisi olarak sistem karşıtı güçlere, kadınlara, farklı toplumsal kesimlere düşmanlık yaparken, diğer taraftan sistemden memnun olmayan ya da toplumun de klase kesimleri olarak ifade edilen lümpenlere seslenmektedir. Neredeyse kendisini sistem karşıtı göstermektedir. İşte toplumsal sorunların ağırlaştığı, çözümsüzlüğün kol gezdiği bir dönemde sistemin ürettiği serseri mayın gibi gezen bu kesimler bir ajitasyonla kendilerine düşman gösterilene saldırmaktadır. Toplumsal kriz en kirli ve düşmüş kesimde kendini böyle dışa vurmaktadır. Bazılarının sandığı gibi kapitalizmin merkezinin yaşadığı kriz başka modernist güçleri öne çıkarmayacaktır. ABD’deki kriz Avrupa’nın da Çin’in de Rusya’nın da krizidir. Sistem krizi ilk önce sistemin en tekamül etmiş alanında ortaya çıkmıştır. Sonrasında diğer ülkelerde yaşanacaktır. Hatta daha kabasını ve derin halini. Sistem içi çözümler krizleri sonlandırmaz sadece bir süre yumuşatabilir ve erteleyebilir. Özellikle alternatifinin tam devreye girmediği süreçte bunlar gerçekleşebilir. Eğer sistem içi de olsa krizlere müdahale edilmezse bu tür krizler her yerde beklenmelidir. Ancak şimdiden sistem içi bazı çözüm arayışları başlamıştır. Biden’in Demokrat Parti içindeki rakibi Sanders’ın İlerici Enternasyonal oluşumuyla böyle bir arayış içinde olduğu görülmektedir. Sistem krizine ABD içinde bir çözüm bulma arayışına girilmesi de anlaşılırdır. Çünkü; krizin ne olduğunun en iyi biçimde ABD’de anlaşılma imkanı vardır. Çünkü; sistem krizinin verileri ABD’de daha kapsamlı biçimde kendini ortaya koymaktadır. ABD’de, Batı Avrupa demokrasileri için bile örnek gösterilen bir siyasi sistem vardı. Belki başkanlık sistemiydi. Ancak hem meclis ve senato güçlüydü hem de yerel demokrasi güçlüydü. Seçimle gelen belediye başkanı ve valilerin yetkilerinin ne kadar fazla olduğunu kongre binası baskını vesilesiyle bir daha gördük. Sistem kendi içinde otoriter eğilimleri sınırlayan bazı dengeler oluşturmuş. Yani farklı burjuvazi kesimleri arasında bir ilişki ve uzlaşmayı ifade eden bir siyasi sistem oluşturulmuş. Yaşanan son olaylar bunun da bir gerçek demokrasi olmadığını, sınırlı bir demokratik zemini bile koruyamadığını göstermiştir. Avrupa’da 4 yılda bir seçimle oluşturulan parlamenter sistem denilen demokrasi deneyimi, İkinci Dünya Savaşı öncesi faşizmin iktidara gelişini engelleyememişti. Bu nedenle savaş sonrası Avrupa’daki siyasi sistem sorgulanmış, bu tür eğilimleri engelleyecek, parlamento üzerinde sürekli etkide bulunacak baskı gruplarının oluşturulması durumu ortaya çıkmıştı. Avrupa’da geliştirilen ve baskı grupları olarak tanımlanan bu sivil toplum örgütlerinin halkın yönetimi olan demokrasiyi sağlamadığı da Avrupa’da her gün daha iyi görülmektedir. Ne ABD ne Avrupa deneyimi sorunları çözecek bir demokrasi niteliğindedir. ABD’de tarihsel olarak devletin güçsüzlüğü bile kapitalist modernite koşullarında demokratikleşmenin gelişip güçlenemeyeceğini kanıtlamıştır. Uzak Doğu’da hangi kapitalist modernist gücün hakim olacağı önem kazanmıştır Kapitalist modernitenin 400 yıllık serüveni insanlığın sorunlarına çözüm bulamayacağını göstermiştir. Kuşkusuz Avrupa’da burjuvazi ve kapitalizme ait olmayan Rönesans’ın ve halk devrimlerinin yarattığı olumlu değerler vardır. Burjuvanın sömürüsünü artırmak için bilimi kullanması ve bu temelde bilimsel-teknik olarak bazı gelişmelerin yaşanması kapitalizmin toplumsal sorunları çözmek bir yana ağırlaştırdığı gerçeğini örtemez. Maddi uygarlığın manevi değerlerle toplumsallaşan ve bu nitelikteki insani değerleri yaratan insanlığın hiçbir sorununu çözemeyeceği görülmüştür. Bu yönlü metafizik karakteri olan insanlığın maneviyattan kopuk olarak varlığını sürdüremeyeceği anlaşılmıştır. Bu açıdan doğru metafizik ve doğru maneviyat insanlığın olmazsa olmazı durumundadır. Bu açıdan maddi uygarlığın zihniyetiyle yetişmiş siyasi zihniyetlerden ve toplum bilimcilerden insanlığın sorunlarını çözmesini beklemek doğru olmaz. Esas sorun haline gelen toplumun dağılması ve kültürel yozlaşmaya, maddi uygarlığın bakışıyla çözüm bulmak mümkün değildir. Çünkü bu kesimler, maddi imkanlar, konformizm ve ekonomik anlayışla sorunları ve çözümünü ele almaktadırlar. Bu da sorunu anlamama ve çözümsüzlüğün devamı demektir. Zaten bugün de dünyadaki ve ülkelerdeki sorunlara böyle bir yaklaşım vardır. ABD ile Çin ve Rusya arasındaki sorunlara esas olarak ekonomik temelde bir siyasi bakış vardır. Bu ülkelerde toplumsal ve kültürel anlamda farklı bir görüş ve bu temelde mücadele ya da sorunlara yaklaşım yoktur. Çünkü; tümü de kapitalist moderniteyi esas almaktadır. Zihniyetleri de benzerdir. Yaşanan toplumsal ve kültürel sorunlarda belli bir geriden takip olsa da benzerdir. Kapitalist modernist güçler arasındaki mücadele esas olarak ekonomik alanda yaşandığı için çözümleri de bu eksende aranmaktadır. Bu gerçeklik kapitalist modernist dünyadaki zihniyetle dünyada yaşanan sorunlara çare bulunamayacağını göstermektedir. Aslında 20. yüzyılda bile bazı manevi değerler de gözetilirdi. Kapitalizmin küreselleştiği ve tüketim toplumunun hakim olduğu günümüzde zihniyet tamamen maddi ve ekonomik hale gelmiştir. Zaten bu nedenle insanlığın sorunları tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar artmıştır. Dikkat edilirse kapitalist modernist güçler arasındaki mücadelenin Uzak Doğu’ya kayacağı, kaydığı söylenmektedir. Çünkü; dünya nüfusunun çoğunluğu, yani tüketim yapacak insanlar orada bulunmaktadır. Kapitalist güçler açısından tüketim yapacak insanların varlığı önemlidir. Nasıl ki kapitalizm için enerji önemliyse, tüketecek insanların varlığı da en az bunun kadar önemlidir. Bu açıdan Uzak Doğu’da hangi kapitalist modernist gücün hakim olacağı önem kazanmış bulunmaktadır. Ortadoğu enerji kaynakları açısından önemini korurken, Uzak Doğu da tüketici insan potansiyeli açısından önemli hale gelmiştir. Çünkü günümüzün kapitalizmi tüketimin sürekli artırılması üzerinde yaşamaktadır. Ancak 3 kıtanın kavşağında bulunması, Avrupa’ya da yakın olması nedeniyle Ortadoğu hala önemini korumaktadır. Öte yandan tarih boyu uygarlık merkezi olmuş kültürel ve toplumsal karakterinin güçlü olduğu bir bölgedir. Dinsel bağnazlık, dogmatizm ve tutuculuk bu değerlerin dinamik ve etkili hale gelmesini engellese de, bu coğrafya bu yönlü gücünü bugün de her bakımdan göstermektedir. Toplumsal ve kültürel sorunların insanlığın temel krizi haline geldiği günümüz dünyasında bu sorunlara doğru çözüm bulmanın coğrafyası olma zemini de çok güçlüdür. Bugün Ortadoğu büyük bir çatışma alanı halinde olsa da, insanlığın sorunlarına çözüm bulacak bir coğrafya olmaya adaydır. Bu açıdan Ortadoğu’daki siyasal, toplumsal ve kültürel sorunların değerlendirilmesi ve doğru çözümlere kavuşturulması önem kazanmıştır. Öte yandan Kürt halkının özgürlük mücadelesinin verildiği coğrafya olarak da buradaki tüm gerçekliklerin doğru analizle anlaşılması ve bu çerçevede doğru mücadele yürütmek önemlidir. Dünyanın diğer tüm alanlarında kapitalist modernist güçler arasında bir mücadele yürürken, Ortadoğu’daki mücadelenin önemli bir boyutu da bu coğrafyanın kapitalist moderniteye karşı durmasıdır. Bu açıdan bu coğrafyadaki mücadeleler daha karmaşık ve tarihsel derinliği olan mücadelelerdir. Tarihin en eski devlet geleneklerinin bu coğrafyada olması bölge ülkelerinin durumunu da önemli hale getirmektedir. İran ve Türkiye Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı’nın içinde olan ve siyasal gelişmelere etkide bulunan güçlerdir. İslamiyet’le birlikte tarihte etkin yer edinmiş Araplar da bu coğrafyanın en temel halkıdır. İslamiyet ve Hıristiyanlıktan önce bu coğrafyanın en etkili inancı olan Yahudilik ve dayandığı İsrailoğulları da bu coğrafyanın siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik yaşamında önemli yeri olan bir güçtür. Yukarı Mezopotamya, yani Kürtlerin vatanı da, ataları da insanlığı ve kültürünü ilk ortaya çıkaran bir özelliğe sahiptir. Tüm bunlar Ortadoğu’daki sorunların da, bu sorunlara çözüm mücadelesinin de ne kadar zorlu olacağını, olduğunu göstermektedir. Arap-İsrail ilişkilerinin gelişmesini olumlu görmek gerekir Ortadoğu’da mücadele sadece ABD müttefikleri ile Rusya ve Çin arasında geçmemektedir. İran, Türkiye, Araplar, İsrail ve Kürtler bu mücadelenin diğer önemli aktörleridir. ABD ve Rusya bu siyasi güçlerin bazılarıyla ilişki içinde olurken, bazılarıyla da çekişme ve çatışma halindedir. Bazı güçlerle ilişki ve çelişki diyalektiği içindedir. Ortadoğu karakteriyle, safların her zaman net olmadığı bir mücadele alanıdır. Bugün müttefik olan yarın karşı karşıya gelecek güçler olabiliyor. Müttefikler arasında da sorunlar yaşanabiliyor. ABD, Türkiye ile sorunlar yaşadığı gibi müttefik olan Rusya ve İran da zaman zaman karşı karşıya gelebiliyorlar. Bu açıdan Ortadoğu’da ilişki ve çelişkileri statik ve dogmatik bir yaklaşımla ele almak yanlış politik tutumlara götürebilir. Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı içinde Arap-İsrail ilişkilerinin gelişmesi İslamiyet’in ortaya çıkışından beri süren bir sorunun çözümünde önemli bir adım olmaktadır. Hatta İsrailoğulları ile Araplar arasındaki sorun çok eskilere dayanmaktadır. Hz. Musa ve kardeşi Hz.Harun öncülüğünde sürgün edildikleri Mısır’dan çıktıktan sonra bugünkü Filistin-İsrail topraklarına yöneldiklerinde de yerleşik Araplarla uzun süren çekişme ve çatışma yaşamışlardır. Bu çekişme ve çatışma İslamiyet’le yeni bir boyuta kavuşmuştur. Bu çatışmanın bir boyutu dinsel olsa da kavimsel yönü çok eskidir. Bu açıdan Arap-İsrail sorununun çözümü binlerce yıla dayalı bir husumetin sona erdirilmesi olur. Kuşkusuz bu durum Ortadoğu’daki siyasal dengeleri ve ilişkileri de önemli düzeyde etkiler. İsrail, devlet olduktan sonra Ortadoğu’da varlığını Türkiye’ye dayandırarak sürdürmeyi esas aldı. Böylece hasmı Araplar karşısında bir denge unsuru yaratmış oluyordu. Türkiye ise İsrail üzerinden ABD desteğini alarak bölgede etkili olmayı ve Kürt soykırımını tamamlamayı amaçlıyordu. ABD ve Avrupa’nın Kürt soykırımına göz yumması, Türkiye’nin İsrail ile kurduğu ilişkilere dayanıyordu. Şahlık döneminde İsrail-İran ilişkileri de çok sıkıydı. İsrail, Türkiye’nin özellikle AKP iktidarı döneminde kendisini İslam’ın ve Arap dünyasının hamisi gibi göstermesi ve İsrail’e karşı hasmane tutum içine girmesi yeni arayışlara girmesine neden oldu. Artık sadece Türkiye’ye dayanamazdı. Türkiye’yi tümden bir tarafa itmese de, dengeleyecek yeni ilişkiler gerekiyordu. Bu açıdan Araplarla ilişkiyi düzeltme arayışına hız verdi. Bu konuda ABD ve İngiltere gibi ülkeler de destek oldu. Kuşkusuz hala İsrail ile Arap ülkeleri arasında sorun olsa da, her iki taraf da Türkiye’yi dengelemek için ilişki içinde olmayı kendi çıkarlarına uygun görmektedirler. Eğer bu ilişki doğru temellere oturur ve kalıcı olursa bundan tüm Ortadoğu halkları yararlanır. Aslında İsrail’in Ortadoğu’ya kazandıracağı çok şey vardır; yeter ki Siyonist yayılmacı stratejiyi ve bunun politik oyunlarını terk etsin. İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin eski düzeyde olmaması Kürtler açısından da olumlu sonuçlar doğurur. İsrail’le ilişki üzerinden ABD ve Avrupa’nın soykırım politikalarına destek olmasında bazı sorunlar yaşar. Bu da Kürtlerin yararlanacağı politik bir zemin sunar. Bu açıdan Arap-İsrail ilişkilerinin gelişmesini olumlu görmek gerekir. Araplar bu ilişkiyi İran’a karşı kendi konumlarını güçlendirme ve İsrail’le birlikte İran’a yönelik politika izleme temelinde ele alırken İsrail, İran’a karşı tutumunda Arapları da destekçisi haline getirmeyi amaçlamaktadır. Belki kısa vadede bu ilişkinin İran’ı sıkıştırma gibi bir etkisi olsa da, İsrail orta ve uzun vadede İran’la ilişkili olmayı hedefler. Zaten İran’a karşı sert bir mücadele içinde olması, mevcut rejimin İsrail’in müttefiki olacak bir ülkeyi İsrail karşıtı yapması nedeniyledir. İran’da siyasi bazı değişimler olduğunda, İsrail’in İran’la ilişkileri düzeltmek isteyeceğini görmek gerekir. İran’ın İsrail karşıtlığı yapması devrimi diğer Arap ülkelerine yayması amacıyla ilgiliydi. Bu konuda istediği sonucu alamadı. Öte yandan Arapların İsrail’e yanaşması durumu ortaya çıktı. Bu durum orta vadede İran’ın İsrail karşıtlığını yumuşatması ve adım adım İsrail’le ilişki kurma içine girmesini gündeme getirebilir. Hatta giderek Türkiye’yi frenleme konusunda İsrail’le ortak bir tutum ortaya çıkabilir. Özcesi; İsrail’in Türkiye’ye karşı duyduğu güvensizlik ve bu temelde kuracağı yeni ilişkiler, Ortadoğu’daki siyasal ilişkilerde yeni bir denge durumu ortaya çıkarır. Türk devletinin Kürt düşmanlığında öncü olan bu politikası sonucu Kürt-Arap ilişkileri de geliştiğinde, Ortadoğu’daki siyasi durumun karakteri çok önemli bir değişiklik yaşar. Türkiye’nin Kürt düşmanı politikaları ve Ortadoğu’da hakimiyet arayışı, Ortadoğu’da gerçek bir barış ve demokratikleşme önünde engeldir. Demokratikleşmenin de, istikrarın da, barışın da önündeki en temel engel güç, Türkiye’dir. Türkiye’nin bu karakterine dayalı saldırganlığı püskürtüldüğünde, Ortadoğu’da tüm halklar için olumlu sonuçlar ortaya çıkaracak gelişmeler yaşanacaktır. Türkiye’nin dayandığı güç kaynakları zayıflamıştır Türkiye’nin son zamanlarda Avrupa ile ilişkileri düzeltme söylemleri içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışma sonucudur. AKP-MHP ittifakına dayalı politikalar sadece bu iktidarın çöküşünü getirmemekte, Türkiye’nin de dış politikada çöküşünü ve bunun sonucunda büyük tehlikelerle karşılaşmasını beraberinde getirmektedir. Sadece mevcut iktidar değil, devlet aklı da bu tehlikeyi görmüş durumdadır. AKP iktidarı da bunu gördüğünden bu çıkmazdan bir çıkış aramaktadır. Bu nedenle reformlardan ve AB ile ilişkileri geliştirmekten söz etmektedir. Çünkü; Kürt soykırımını gerçekleştirme ve demokrasi güçlerini ezme konusunda o kadar pervasız oldular ki, Avrupa Birliğini bile tehdit eder bir siyasi konuma geldiler. Bu ilişkinin de sınırını zorladılar. Bir taraftan iç ve dış politikada sıkışma, diğer taraftan AB’nin tahammül sınırlarına dayandıklarını görmeleri, AB ve ABD’ye daha yumuşak mesajlar verme durumunu ortaya çıkardı. Aslında bu mesajlarla AB ve ABD’yi biraz daha oyalama ve mevcut politikalarını bir süre daha yürütme amacı da bu söylem değişikliğinin başka bir nedeni olmaktadır. Ancak AKP iktidarı öyle bir faşist politika yürütmüştür ki, mevcut politikayı bıraksa dahi iktidarını sürdürmesi açısından dayanacağı bir siyasi ve toplumsal zemin bulamayacaktır. AKP’nin mevcut politikalarından çark ederek kendini kurtarması zordur. Bu nedenle Türkiye’de mevcut iktidarın değişmesi koşulları olgunlaşmıştır. Eğer demokrasi güçleri mücadeleyi yükseltirse bu iktidar aşılır ve Türkiye’de belli bir demokratikleşme zemininde uzlaşma sağlayan bir yönetim bloğu ortaya çıkabilir. Bu olmadan mevcut iktidarı düşürmek zordur. Zaten ayakta kalması, esas olarak etkili bir muhalefet gücünün ortaya konulamamasındandır. Türkiye içerde konumunu güçlendirmek ve ayakta kalmak için dışarda saldırgan politika yürütüp şovenizmi kışkırtmış olsa da bu birçok dış gücün Türkiye’ye karşı öfkesini artırmıştır. Hala bazı dış destekleri olsa da bu önemli düzeyde zayıflamıştır. Türkiye’nin jeopolitik konumunu nedeniyle dış politikasının tüm politikaları etkileme gerçeği dikkate alınırsa Türkiye’nin üzerinde yürüdüğü dengelerin sarsıldığından söz etmek mümkündür. Bu açıdan Türkiye’nin dayandığı güç kaynaklarının zayıfladığını görmek gerekir. Tayyip Erdoğan, kendilerini güçlü göstermek için hala üst perdeden konuşsa da iktidar olarak en zayıf durumu yaşadığı açıktır. Bu açıdan şimdi hem iktidarını kurtarma peşinde hem Türk devletini dış politikada içine düşürdüğü zayıf konumdan çıkarmanın hesaplarını yapmaktadırlar. Türkiye’nin Rusya ile politikaları da sınıra dayanmıştır. Çünkü; siyasi dengelerin elverdiği ikili oynamanın da bir sınırı vardır. Eski politikayı sürdürmek Türkiye’nin dayandığı dengeleri alt üst eder. Eski müttefiklerini bırakıp Rusya ile müttefik olması da yeni dengeler yaratır ki, bunu da Türkiye’nin göze alması mümkün değildir. Aslında Avrupa ve ABD’nin zayıflıkları ve korkularına dayanarak birkaç yıldır bu politikayı yürüttü. ABD ve Avrupa’da biraz ilke, biraz irade olsaydı, Türkiye’yi çoktan dışlamaları gerekirdi. Ancak hiçbir siyasi ahlak ölçüleri olmadığı, sadece maddi çıkarlar düşünüldüğü için Türkiye’ye sert tutum almadılar. Şimdi bazı yaptırımlardan ve tutumlardan söz etseler de çok anlamlı değildir. Kaldı ki, bu yaptırımları da kuşa çevirerek gündeme getirmişlerdir. Bu açıdan Türkiye de, Avrupa da yeniden ilkesiz, sadece maddi çıkara dayalı ilişkiler geliştirebilirler. Rusya ile eski ilişkiler yürütülemese de tümden ilişkileri koparmayacakları görülebilir. Soğuk savaş döneminde bile Rusya ile bazı ilişkiler içine girildiyse şimdi daha rahat bu ilişkileri sürdürebilirler. Ancak ne olursa olsun Türkiye’nin dışarda da eski gücünü bulamayacağı, işbirlikçilik yapmaktan başka bir seçeneği olmadığı açıktır. TC, Kürtleri yalnızlaştırayım derken Kürtlerin mücadele dostları ve doğal müttefiklerini artırmıştır Türkiye 2015 yılından bu yana içerde ve dışarda öyle bir politika izledi ki, bu aynı zamanda Türkiye’nin içerde ve dışarda köklü politik değişimler yapmasını zorunlu hale getirdi. Ağır baskılar ve sert mücadeleler ortamı aynı zamanda köklü değişimlerin yaşanacağı zemini yaratır. Bu açıdan, Türkiye’nin önemli değişim ve gelişmelerin yaşanacağı bir sürecin arifesinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. AKP iktidarı Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için Türkiye içinde tüm demokrasi güçlerine ve kendileri gibi düşünmeyen herkese saldırdığı gibi, dışarda da saldırı yaptığı güçleri artırmıştır. Bu da, bu iktidara karşı içerde ve dışarda daha geniş bir yelpazede mücadeleyi ortaya çıkarmıştır. Bu açıdan Kürtleri yalnızlaştırayım ve ezeyim derken Kürtlerin soykırımcı sömürgeci faşist iktidara karşı mücadele dostlarını ve doğal müttefiklerini artırmıştır. Kürtlerin daha geniş bir yelpazede demokrasi mücadelesi yürütmesinin zeminini yaratmıştır. Baskılarla Kürt’e yanaşan herkese saldırarak sonuç almak isterken, tersi bir sonuçla karşılaşmıştır. Faşizme karşı direnilmeseydi, belki amaçlarına ulaşırlardı. Ancak başta Kürt halkının ve gerillanın bedeller ödeyerek yürüttüğü mücadele amacına ulaşmasını engellediği gibi, bu iktidarı yıkılmakla karşı karşıya da getirmiştir. Bu gerçeklik düşünüldüğünde, Kürt halkı dostlarını ve ittifaklarını artırarak mücadeleyi geliştirme fırsatı oluşmuştur. Özellikle üçüncü güç olma konumunu güçlendirme imkanı fazlasıyla artmıştır. Üçüncü güç olma konumunu ne kadar güçlendirirse AKP-MHP faşist ittifakına karşı mücadelede daha etkili hale gelir. Bu iktidardan rahatsız olanları daha fazla demokrasi mücadelesi içine çekebilir. Bu açıdan Türkiye’de esas olarak üçüncü güç olma konumunu güçlendirirken yeni ittifaklar ve dostlar da yaratılmalıdır. Yine doğal müttefikleri yaratmak da mevcut iktidarı yıkmada katkı sunar. Aslında soykırımcı sömürgeci güçlerin Türkiye’yi Kürtlere kapatma politikası 31 Mart-23 Haziran yerel seçimlerinden sonra önemli oranda kırılmıştır. O zaman izlenen taktiğin çok önemli siyasal ve toplumsal sonuçları olmuştur. Kürtleri yalnızlaştırma temelinde ezme politikasına önemli darbe vurulmuştur. Bunu Kürt halkının özgürlük mücadelesinde çok önemli bir kazanım olarak görmek gerekir. Bunu anlamamak siyasi olarak çok sığ bir yaklaşımı ifade eder. Kürt halkını özgürlüğe götürecek temel stratejinin politik boyutlarını görmemek olur. Kürt halkının mücadelesinin Türkiye halkları ve demokrasi güçleriyle birlikte ortak mücadele yürütme imkanları her zamankinden daha fazladır. Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi şahsında gençlik mücadelesinin canlanması da yıllardır faşizme karşı verilen büyük mücadelenin sonucudur. Eğer gerillanın büyük mücadelesi, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin direnişi olmasaydı Boğaziçi Üniversitesi’nin direnişi bu boyutta olmazdı. Direniş her zaman faşist güçleri teşhir eder. Toplumda karşılık bulamaz, siyasi olarak daraltır. Bu da yeni direnişlere zemin olur. Hatta ayaklanmaları bile ortaya çıkarır. Kuşkusuz kapitalist modernitenin toplumsallığı dağıtması ve bireyciliği geliştirmesi direnişler ve toplumsal mücadeleler için olumsuzluklar yaratmaktadır. Ancak Kürt halkının mücadelesi ve demokrasi güçlerinin direnişi o kadar haklı pozisyonda ki, faşizme karşı geniş bir toplumsal kesimin tepki duyması ve tutum ortaya koymasını sağlamaktadır. Şu anda tepkiler ve tutumlar çok geniş bir toplumsal harekete dönüşmemiş olsa da AKP-MHP faşist iktidarının toplumun çoğunluğunu karşısına aldığı açıktır. Sorunlar o kadar ağırlaşmıştır ki, şovenizmi şahlandırmak için yapılan tüm çabalar da istedikleri sonucu vermemektedir. Bu açıdan küçük büyük demeden yapılan her eylem ve mücadele bu iktidarın sonunu yakınlaştırmaktadır. ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlemiz başarıya ulaşacaktır ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı Hamlesi’ çerçevesinde Türkiye’de yapılan eylemler yetersiz de olsa bir mücadele duyarlılığı yaratmıştır. Son zamanlarda HDP’nin halkla gerçekleştirdiği buluşmalar, tüm baskılara rağmen halkın katılımı ve desteği faşizmin amaçlarına ulaşamadığının açık kanıtıdır. Amaçlarına ulaşamayan faşizmin de çökmesi kaçınılmazdır. Wan ve Batman’da halkın tüm baskılara rağmen kitlesel yürüyüş yapması da aslında bu gerçekliğin en somut kanıtıydı. Bu süreçte zindandaki yoldaşların direnişi de soykırımcı sömürgeciliğe karşı Kürt halkının iradesi olarak tutum koymayı ifade etmektedir. Onlarca cezaevindeki Kürt tutsakların tutumu ve eylemini dünyanın başka bir yerindeki cezaevi eylemleriyle karşılaştırmamak gerekir. Binlerce devrimcinin zindanda olması bir halkın siyasi iradesi anlamına gelmektedir. Tüm baskılara rağmen Kürt halkının ne zindanlardaki ne dışardaki ne de özgürlük dağlarındaki direnişi kırılabilmiştir. Mücadelenin tüm alanları ağır saldırılara rağmen dimdik ayaktadır. Bu nedenle ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı Hamlemiz’ başarıya ulaşacaktır. Bu hamlenin en önemli hedeflerinden olan AKP-MHP iktidarının yıkılması sağlanacaktır. Bu hamlenin direniş gücü sadece zindan değildir. Kürdistan’ın dört parçasındaki halkımızdır, gençliktir, kadındır. Zindanlar sadece bu mücadelenin bir parçası olarak görülmelidir. Bu açıdan diğer mücadele alanları zindan direnişinin destekçisi değildir. Direnişin esas aktörü zindan dışındaki güçlerdir. Diğer alanda çeşitli eylem yapan güçler kendilerini zindandaki arkadaşların destekçisi olarak görmemelidirler. Direnişin ağır yükünü zindandaki yoldaşlara bırakmamalıdırlar. Tabii ki tutsakların aileleri de bu direnişin önemli bir parçasıdır. Bu hamle Türkiye’de de, Bakur’da da bundan sonra daha da kapsamlılaşarak sürecektir. Covid-19 her yerde eylemlere katılımı zayıflatsa da, eylemlerin süreklileşmesi önemlidir. Sömürgeci Türk devleti ve kapitalist modernist güçler ve iktidarlar Covid-19’u halkın mücadelesini engellemenin gerekçesi ve fırsatı haline getirmişlerdir. Devrimci demokratik güçlerin her yerde bu eylemleri zengin yol ve yöntemlerle aşmaları gerekir. Kuşkusuz bu hamle Kürdistan’ın tamamında ve yurtdışındaki halkımızın hamlesidir. Kürdistan’ın hiçbir parçasında bu hamleyi gevşetmemek gerekir. Rojava da, Başur da, Rojhilat da bu hamleye etkin katılmalıdır. Kürt uluslaşmasının sembol alanı haline gelmiş Avrupa’daki halkımız zaten bu hamlelerde her zaman etkin yer almaktadır. Kürdistan’ın her parçasındaki direnişin parçası olan bir alanımızdır. Kürdistan’ın dört parçasından gelen halkımız Avrupa’da hem ulusal birliğin hem de ortak mücadelenin önemli güç kaynağıdır. Bu yönüyle eylemleriyle hem bu birliği güçlendirmekte hem de mücadelenin ortaklaşmasını sağlamaktadır. Avrupa’daki halkımız bu rolünün bilincinde olduğundan, Koronavirüs salgını zamanında da eylemlerini süreklileştirerek bu hamlenin sürekliliğini ve güçlenmesini sağlamaktadır. Önderliğimiz tüm dünyada halkların sahiplendiği Önderlik haline gelmiştir Bu hamlede gençliğin daha aktif olması gerekir. Gençliğin her yerde böyle bir potansiyeli vardır. Özellikle Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da gençliğin yapacak çok şeyi vardır. Bakurê Kurdistan’da ve Türkiye’de gençliğin bir mücadele tarihi ve birikimi vardır. Özgürlük Mücadelemizin Kürt toplumunda, kadınında, gençliğinde yarattığı bilinç önemlidir. Bu bilinçle gençlik de, kadın da kendisini her alanda örgütleyebilir. Küçük büyük demeden eylemler yapabilir. HBDH ve YPS’nin yaptığı gibi otonom birimlerle her yerde etkili eylemler yapmak mümkündür. Zaten istihbaratın yoğunlaştırıldığı günümüzde teknik kullanmadan ve otonom örgütlenerek başarılı olunabilir. Tekniğin yüzde 1 de olsa işin içine girdiği bir yerde, ne örgütlenme ne de eylemsel çalışmalar başarılı olabilir. Şifre ya da şu bu sistem demeden tekniğin örgütleme ve eylemlerde hiç kullanılmaması gerekir. Buna ‘sıfır teknik kullanım’ da diyebiliriz. Artık her yerde devrimci mücadelenin temel ilkesi bu olmalıdır. Bu ilkeye uyulmadığı takdirde diğer çabalarda başarılı olmak mümkün değildir. Türkiye ve Bakurê Kurdistan pratiği bu gerçekliği fazlasıyla kanıtlamıştır. Bu hamlenin önemli bir boyutu da Önderliğin fiziki özgürlüğüdür. Bugün Önderlik sadece Kürt halkının değil insanlığın önderi haline gelmiştir. Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Paradigmasıyla kapitalist moderniteye karşı Demokratik Moderniteyi ortaya koyarak insanlığın sorunlarına çözüm yolunu göstermiştir. Önder Apo kadın özgürlükçü ve iktidarı hedeflemeyen örgütlü topluma dayalı Demokratik Konfederal sistemle bugün insanlığın kapitalist modernite içinde yaşadığı çıkmaza bir çare ortaya koymuştur. Şu anda insanlık kapitalist modernitenin yarattığı sorunlar karşısında çözümsüz ve çaresiz değildir. Bu da insanlığın önümüzdeki yıllarda Demokratik Modernite çizgisinde özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirerek kapitalist moderniteye karşı alternatif hale geleceğini göstermektedir. Zaten Önderliğin dünyanın her tarafında sahiplenilir hale gelmesi ve özgürlüğü için başta sendikalar olmak üzere kampanyalar başlatılması, bu gerçekliğin ifadesi olmaktadır. Soykırımcı-sömürgeci Türk devleti İmralı’da uyguladığı tecritle Önderliğimizi etkisiz kılmak isterken kendisi dünyada tecrit olmuş, Önderliğimiz ise tüm dünyada halkların sahiplendiği Önderlik haline gelmiştir. Sadece özgürlüğü istenmemekte, Demokratik Konfederal sisteme dayalı demokratik sosyalist çizgisi de halkların özgürlük ve demokrasi bayrağı olarak, halkların elinde yükselmektedir. Hamlenin böyle bir uluslararası güç kaynağı da bulunmaktadır. Eğer bu hamlede tecridin kırılması ve Önderliğin fiziki özgürlüğünün öne çıkması durumu yaşanmışsa bunu yaratan Önderliğin paradigmasının tüm halklar tarafından sahiplenilmesidir. Bu gerçeklik bizlere Önder Apo’nun paradigmasının, ideolojik ve teorik tezlerinin tüm dünya halklarına daha fazla tanıtma ve halkların kapitalist moderniteye karşı mücadelelerinin etkili hale gelmesini sağlama sorumluluğu da yüklemiş bulunmaktadır. Rojava’daki halkımız ile Kuzey ve Doğu Suriye’nin tüm halkları bir savaşa hazırlanmaktadır Türk devletinin Kürt düşmanlığında öncü olması tartışmasız bir gerçektir. Türk devletine işbirlikçi olan kesimler dışında tüm Kürtler, bu gerçeği çok iyi anlamışlardır. Türk devletinin Rojava’ya yönelik saldırılarını aralıksız sürdürmesi bunun açık kanıtıdır. Saldırılarının tek nedeni; Kürtlerin Rojava’da diğer halklarla birlikte özerk bir yönetim kurmaları ve kendi kendilerini yönetmeleridir. Ayn İsa’ya saldırısının Kürt düşmanlığı dışında hiçbir gerekçesi yoktur. Adım adım Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek istemektedir. Ayn İsa’ya saldırarak Kobanê ve Minbic’in Cizîrê bölgesi, ile ilişkisini koparmak istemektedir. KDP ve ENKS’nin politikaları da bu saldırıları meşrulaştırarak teşvik etmektedir. KDP ve ENKS, çetelerin Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Sipî’ye yerleştirilmesine karşı çıkmadığı gibi, Rojava Devrimi ve Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin zayıflaması açısından bu işgallerin parçası da olmuşlardır. Hala da buradaki işgallerin sonlandırılması için bir tutum ve mücadele içinde değildirler. Türk devletinin işgaliyle buralara yerleşen çetelerle siyasi ilişki ve ittifaklarını sürdürmektedirler. Türk devleti Ayn İsa’ya saldırı yanında, sürekli topraklarından göç edip Şehba alanına yerleşen Efrînlilere yönelik de saldırılar yapmaktadır. Son saldırıda bir kadın ve iki çocuk katledilmiştir. Daha önceki saldırılarda da birçok çocuk katledilmişti. Türk devletinin ne kadar Kürt düşmanı olduğunu tüm dünya öğrenmiştir. Rojava’da Kürt halkı da bu bilinçle Türk devletinin işgaline karşı tutumunu ve direnişini sürdürmektedir. Efrîn işgalini sonlandırmada kararlı oldukları gibi Firat’ın doğusunda Türk devletine karşı kapsamlı bir savaşa hazırlanmaktadırlar. Kuzey ve Doğu Suriye halkları Türk devletine ve işgaline karşı mücadele içine girmeden, Türk devletinin saldırıları püskürtülmeden özgür-özerk Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’nin korunamayacağının bilincindedirler. Artık sadece bir alanda direnerek Türk devletinin işgallerinin sonlandırılamayacağını görmüşlerdir. Bu bakımdan Rojava’daki halkımız ile Kuzey ve Doğu Suriye’nin tüm halkları bir savaşa hazırlanmaktadır. Bu savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin açıklamaları ve halkın tutumu, Türk devletiyle şiddetli bir savaş yaşanacağını göstermektedir. ABD ve Rusya aracılığıyla yapılan ateşkes ve anlaşmaların hiçbir değerinin olmadığı, sadece işgalleri ve saldırıları normalleştiren ve meşrulaştıran bir rol oynadığı anlaşılmıştır. ABD ve Rusya ile de ilişkili olunabilir, ancak onlar çıkarı dışında hiçbir şey düşünmezler. Çıkarları gerektirirse ve çıkarları örtüşürse tutumları olur, yoksa onlardan hak, adalet, eşitlik, demokrasi, ahlak ve vicdani olarak bir şey beklemek yanlıştır. ABD zaten Rojava Devrimi’ni saptırmak, ENKS üzeri KDP’yi etkili kılmak istemektedir. Daha doğrusu, KDP ve ENKS’nin bazı petrol alanları dışında Rojava ile bir ilgileri yoktur. Dar bir alandaki petrol bölgesini ele geçirerek Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’yi Türk devleti ve Suriye rejimine teslim etme dışında bir politikaları yoktur. Bu açıdan Rojava devrimcileri Kuzey ve Doğu Suriye halkları ile birlikte Türk devleti ve Suriye rejimine ve destekçilerine karşı direnerek kazanımlarını koruyabilirler. Kuşkusuz Suriye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda çözüm, en doğru yoldur. Ancak bu çözümü de ABD, Rusya ve Türkiye önlemektedir. Zaten Suriye rejiminin de demokratikleşme temelinde çözüm yaklaşımı yoktur. Ancak mücadele ve toplumun demokratik örgütlenmesi işgalleri sonlandırıp Suriye sınırları içinde bir demokratik çözümü sağlayabilir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ancak mücadele ederek Suriye içinde varlığını koruyup demokratik Suriye’nin parçası olabilir. ABD, PKK’yi tasfiye edip yarattığı örgütlenmeleri kontrolüne almak istemektedir Türk devleti Kürt halkının Kürdistan’ın tüm parçalarındaki uyanışını her yerde tasfiye etmek için her türlü yol ve yöntemi mubah görmektedir. Öte yandan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için tüm ilişkilerini kullanmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için birçok güce Türkiye’yi pazarlamaktadır. Siyasi, askeri ve ekonomik potansiyelini başka güçlere sunarak, Kürt soykırımını tamamlamayı amaçlamaktadır. ABD ile bazı çelişkiler yaşasa da, PKK karşıtlığında ortaklaşma ve Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme konusunda hemfikirdirler. ABD’nin TC’yi Rojava’ya sokması, Irak, KDP ve Türkiye’yi bir araya getirerek Şengal’deki halkın özerk sistemini ve özsavunmasını ortadan kaldırmak istemesi, Medya Savunma Alanları’nın TC ve KDP işbirliğiyle kuşatılmasının arkasında ABD bulunmaktadır. ABD, PKK’yi tasfiye edip PKK’nin Kürdistan’ın tüm parçalarında yarattığı örgütlenmeleri ve mevzileri kendi kontrolüne almak istemektedir. Türk devletini, çeteleri, KDP’yi ve Irak’ı, PKK’yi zayıflatmada kullanmak istemesi bu amaçlıdır. Böylece ABD’nin de özgür Kürt’ü istemediği, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi gibi bir isteğinin olmadığı herkes tarfından görülmüştür. TC ve KDP gibi güçler de ABD’nin bu politikasından yararlanarak, Kürt halkının özgürlük mücadelesine saldırmaktadırlar. KDP ile TC’nin PKK’ye karşı ortak politika yürüttüğü açıktır. Ancak bu politika ABD’nin politikalarından bağımsız ele alınamaz. Trump döneminde bu politika kendini çok açık bir biçimde ortaya koymuştur. Biden döneminde bu politikanın ne kadar değişeceğini zaman gösterecektir. Ancak Biden’ın politikalarının ,Trump’ın bölge politikalarından bazı farklılıklar göstermesi beklenebilir. Yeni dışişleri bakanının Türkiye’yi ‘sözde müttefik’ olarak tanımlaması, Türkiye’nin tüm politikalarına destek vermeyeceklerinin işareti gibi görülebilir. Aslında Türkiye’ye, biz sana her türlü desteği verdik ancak sen bunu istismar ettin, diye en azından mevcut iktidarın bazı politikalarına sorun yaratacakları söylenebilir. Öte yandan Trump yanlılarının kongre baskınından sonra Biden’ın kendini daha fazla demokratik gösterme ihtiyacı duyması ve bu çerçevede Ortadoğu’daki demokrasi güçlerine duyarlılık göstermesi söz konusu olabilir. Yoksa ABD’nin imajını düzeltemezler. Şimdiye kadar dünyaya kendilerini böyle demokratik gösteriyorlardı. Bu nedenle Biden’ın başkanlık dönemi bir imaj tazeleme dönemi olabilir. Bu açıdan da Trump politikalarından ayrı bir yaklaşım gösterebilir. Aslında iktidarların değişikliğiyle ABD’nin dış politikasında köklü değişiklikler olmazdı. Ancak kongre baskınının bazı farklılıkları beraberinde getirmesi mümkündür. Türk devleti tehdit, şantaj ve baskıyla bölge politikasında etkili olmak istedi. Son olarak Irak’a ve Başûrê Kurdistan’a savunma bakanı ve genelkurmay başkanının gitmesi, MİT’in de bu görüşmelere katılması Türk devletinin yapacağı saldırıların siyasi ayağını oluşturmak istediğini göstermektedir. Bu görüşmelerden sonra ‘teröre karşı mücadelede iyi şeyler olacak’ açıklamaları yapmaları böyle bir amaçlarının olduğunu ortaya koydu. Zaten KDP’nin 2020 baharından beri Medya Savunma Alanları’nı kuşatmaya alması, Rojava sınırını tamamen kapatması, Mexmûr ve Şengal’e yönelik politikaları tamamen Türk devletiyle ortak hareket ettiklerini açıkça gözler önüne sermiştir. KDP tutumu ve yaptıklarıyla bu konuda kuşkuya yer bırakmamıştır. Kim Şengal’e ve Mexmûr’a saldırırsa DAİŞ’le aynı konuma düşecektir Zaten Ekim ayında KDP ile Irak Şengal’de özerk yönetimi tasfiye etme, özsavunma güçlerini etkisizleştirme anlaşması yapmışlardır. Bu anlaşmanın bir tarafı da Türk devletiydi. ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin de bu anlaşmaya destek verdikleri görüldü. Böyle kirli bir anlaşmaya BM de ortak edilmişti. Ancak Şengal halkının direnişi tüm bu oyunları bozdu. Çünkü anlaşmayı yapanlar, Şengal’i DAİŞ’e bırakıp Êzidîleri soykırımla karşı karşıya bırakanlardır. Êzidîlerin özerk yönetimi KDP’den de, Irak’tan da daha meşru bir güç olarak Şengal’de bulunmaktadır. Şengal’i bırakanların bir meşruiyeti kalmamıştır. Êzidîleri kim soykırımdan kurtarmış, Şengal’in DAİŞ’in eline geçmesini kim engellemişse o Şengal’de meşru güçtür. Meşruiyeti de sadece kağıtlar üzerinde yazılanlar belirlemez. Meşruiyetin ne olduğunun ortaya konulmasının da bir ahlaki, vicdani, adalet, hakkaniyet ölçüsü vardır. 2014 yılından sonra yaşananlar ortadayken Irak ve KDP’nin bir anlaşma yapıp direnenleri tasfiye etmek istemeleri eşkıyalıktır, edepsizliktir, zorbalıktır. Bunun da hiçbir meşruiyeti yoktur. Kim desteklese de böyle kirli bir anlaşmaya meşruiyet kazandıramaz. Aslında böyle bir anlaşma ve bu temelde gönderilen güçle Êzidîler korkutulup teslim alınmak istenmiştir. Ancak Êzidîler direnince bu plan yürütülememiştir. Anlaşmanın bir tarafı olan Irak hükümeti de bu anlaşmanın yürümeyeceğini görmüştür. Irak’ta hiçbir siyasi güç bu anlaşmaya destek vermiyor. Sadece Kazımi ve birkaç bürokrat ile bazı KDP’lilerin yaptığı anlaşmadır. Hükümetin çoğunluğunun da desteğini almayan bir anlaşmadır. ABD, Avrupa ve alet edilen BM de bu anlaşmanın yürüyeceğine inançlarını kaybetmişlerdir. Sadece TC ve KDP bu anlaşmanın uygulanması için Irak’a baskı yapmaktadırlar. Ancak Irak’ta birçok siyasi güç de en doğru çözümün, Êzidîlerle bir uzlaşma yapılması gerektiği kanaatine ulaşmıştır. Türk savunma bakanı Hulusi Akar’ın bir gündemi de Şengal’e ortak operasyon yapılmasıydı. Karadan olmasa da havadan destek vererek Irak ve KDP askeri güçlerini Şengal’e sokma planını dayatmıştır. Bu dayatmanın ne kadar kabul edildiğini bilmiyoruz. Ancak Irak’ı Êzidîlerin üzerine sürme dayatması yapılmaktadır. Bu çerçevede yakında Şengal’de Türk devletinin hava saldırıları artabilir. Ancak Şengal’de Êzidîler direnmekte kararlıdır. Şu açıktır ki, halk direnirse hiçbir güç Şengal’e giremez. Zaten halkın direnmeyeceği bilinse şimdiye kadar askeri güçler her alana sokulur, özerklik ve özsavunma tasfiye edilirdi. KDP ve Türk devleti Irak’a Şengal gibi bir dayatmayı Mexmûr için de yapmaktadırlar. Irak Şengal’deki gibi askeri güçlerini kamp çevresine yığabilir. KDP’nin yaptığı kuşatma böyle bir askeri kuşatmayla tamamlanıp kamp dağıtılmak istenebilir. Bu istek Türk devletinin isteğidir. Zaten Türk devletinin hava saldırıları yapması, KDP’nin kuşatma ve ambargo uygulaması, TC ve KDP’nin birlikte kamp içinde yarattığı ajanlarla karışıklık yaratmak istemeleri tümüyle kampı ya dağıtmaya ya da teslim almaya yöneliktir. Ancak binlerce şehidi olan Botan halkının parçası olan Mexmûr halkı bu saldırılara ve oyunlara karşı direnmektedir. Şehitlerine bağlılık ve güçlü yurtseverlikleri bu ağır baskılar altında direnmelerini sağlamaktadır. Ancak bu saldırıların devam edeceği anlaşılmaktadır. Hulusi Akar Irak’ta da, Hewlêr’de de Mexmûr’un nasıl dağıtılacağı konusunu tartışmıştır. Alınan bilgiler Irak’ın Şengal gibi Mexmûr üzerinde de askeri baskı yapacağı yönündedir. Kuşkusuz bu durum karşısında kamp halkı direnecektir. Çünkü; Şengal’e olduğu gibi buraya yönelik baskı ve saldırının TC ve KDP’nin istemi dışında hiçbir gerekçesi yoktur. Ne Şengal’in ne de Mexmûr’un Irak’ı rahatsız edecek, Irak aleyhine olacak bir tutumu ve faaliyeti olmamıştır. Aksine DAİŞ’e karşı direnişleriyle Irak’a en fazla gücü ve desteği vermişlerdir. Hewlêr’in kapısını Mexmûrluların tuttuğunu herkes bilmektedir. KDP de, Irak da Mexmûr halkına ve gerillaya teşekkür etmiştir. Irak başbakanı Haydar Abadi gerillaların Irak’ı savunduğunu açıkça dile getirmiştir. Bu açıdan Şengal ve Mexmûr direndiğinde tüm insanlık vicdanı onların yanında olacaktır. Kim Şengal’e ve Mexmûr’a saldırırsa DAİŞ’le aynı konuma düşecektir ya da TC ve DAİŞ adına buralara saldırmış olacaktır. Kuşkusuz Şengal ve Mexmûr’a yönelik saldırılar karşısında tüm Kürt halkı ve demokratik kamuoyu duyarlı olmalıdır. KDP’nin PKK’ye karşı tutumu tamamen düşmanca ve Kürt düşmanlarına ajanlık biçimindedir TC ve KDP, Özgürlük Hareketimize ve Önderlik çizgisine yönelik tasfiye hareketinin odağına Medya Savunma Alanları’nı almışlardır. Zînê Wertê’de gerilla alanlarına yakın askeri güç yığması, Xinêre’de gerilla alanlarına yerleşmek ve kuşatmak istemesi, Garê’de tamamen saldırı amaçlı askeri güçler konumlandırarak gerillayı kuşatma ve tüm yol hatlarını kesmeleri, TC’nin Heftanîn’e yönelik işgal harekatı, hava saldırılarının her gün sürmesi gerillanın Medya Savunma Alanların’dan çıkarılmasına yöneliktir. Bu saldırıya Irak’ı da ortak etmek istemeleri saldırılarını uluslararası hukuk çerçevesinde meşru ve haklı kılma çabasıdır. KDP açıkça, ‘Türk devletine yönelik savaşı bırakın’ demektedir. Gerillanın 40 yıldır bulunduğu alanları bırakması istenmektedir. PKK defalarca, aynı zamanda Başûrê Kurdistan statüsünün savunma gücüyüz, bu statüyü tanımama gibi bir yaklaşımımız yoktur, KDP ile savaşma gibi bir anlayışımız da yoktur, böyle bir savaş TC’nin işine yarar, neden böyle bir savaş içine girelim, demesine rağmen KDP hala Kürt kamuoyunu ve dünyayı aldatmak, saldırganlığını ve ‘TC ile işbirliğini meşrulaştırmak için statümüzü, yönetimimizi tanımıyorlar, pêşmergeye saldırıyorlar’ gibi yalan ve kara propaganda yapmaktadır. Daha da ötesi, PKK’ye karşı yürüteceği savaşa YNK, Goran ve İslami partileri ortak etmek için parlamentodan karar çıkarmak istemektedir. KDP açıkça söylem, tutum ve attığı adımlarla birlikte bir savaşa hazırlanmaktadır. Böyle bir savaşta TC’nin de hava desteği olacağı açıktır. Zînê Wertê’de ve Xinêre’de gerillaların katledilmesi bunun açık kanıtıdır. KDP şu anda Türk devletinin gerillaya karşı yürüttüğü savaşın ortağı olmuştur. Behdînan’da MİT’e istihbarat vererek yapılan hava saldırılarında çok sayıda arkadaşımız şehit düşmüştür. Türk devletinin PKK’ye yönelik istihbarat faaliyetlerine her türlü destek verilmektedir. Birçok kişinin TC ajanı haline gelmesinde KDP’nin istihbarat örgütü olan Parastin’ın rolü bulunmaktadır. Şimdiye kadar kendine rakip gördüğü Kürt partilerini soykırımcı sömürgeci Kürt düşmanları eliyle nasıl tasfiye ettirdiyse benzer bir politikayı şimdi PKK’ye yönelik uygulamaktadır. Şu anda KDP’nin PKK’ye karşı tutumu tamamen düşmanca ve Kürt düşmanlarına ajanlık yapma biçimindedir. Herhalde KDP, PKK’nin tasfiyesine inandırılmıştır. PKK tasfiye edilirse PKK’nin yarattığı değerlerin kendisine kalacağı söylenmiştir. Özcesi tarihte birçok Kürt kesiminin düşürüldüğü tuzağa KDP de düşürülmüştür. Ne tarihten ders alınmıştır ne de düşman tanınmaktadır. PKK tasfiye edildiğinde kendisinin ne duruma düşürüleceğini anlamayan tarihi bir gaflet yaşamaktadır. KDP’nin izlediği politikaya başka bir tanımlama bulmak mümkün değildir. Kuşkusuz PKK’yi tasfiye etme TC’nin isteği ve KDP’nin beklentisidir. Ancak bu, PKK tarihini ve Kürt halkının geldiği düzeyi anlamamaktır. PKK’ye bazı darbeler vurulabilir ama tasfiye edilemez. Bu saldırılar PKK’nin daha da güçlenmesinden başka bir sonuç vermez. PKK zaten zorluklara katlanarak, ağır bedeller ödeyerek gelişmiş ve kazanımlar elde etmiştir. Bu da Kürt’ün ve Kürdistan’ın özgürleştirilme kanunudur. Kürt’ü ve Kürdistan’ı özgürleştirme kanununun yaşanması ve yaşatılması sadece bu mücadelenin doğal sonuçlarıdır. Kürt halkının özgürlüğü böyle badireler ve engeller aşılarak sağlanacaktır. Zorluklara ve saldırılara karşı bu mücadele, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin en doğal durumudur. PKK bu bilinçle mücadeleyi geliştirmiştir, bu bilinçle mücadeleyi başarıya götürecektir. Kürt halkının mücadele diyalektiğinde, zorluklara karşı direnirsen gelişir ve büyürsün, gerçekliği vardır. Direnmeyenler, zorluklardan kaçanlar zaten Kürdistan’da kaybetmeye mahkumdurlar. Kürdistan Devrimi kolay olsaydı zaten PKK dışında ve öncesinde var olan birçok parti ve hareket bu mücadeleyi geliştirirdi. PKK, Kürt ve Kürdistan mücadelesi zor olduğu için tarih sahnesine çıktı; bu ihtiyaç PKK’yi ortaya çıkardı. Bu açıdan zorluklar ve saldırılar bizim için sadece ve sadece mücadele gerekçesidir. TC ve KDP’nin saldırıları önümüzdeki dönemde aratacaktır. Buna karşı dün olduğu gibi bugün de halkımızın desteği ve direnişi ile bu saldırılara karşı konulacaktır. Biz mücadele için varız. Bu mücadelede yerlerini alması gerekenler de sorumluluklarını yerine getirirlerse saldırganları yenilgiye uğratacak ve başarıya ulaşacağız. Tabii ki başta gençlik ve kadın olmak üzere halkımızın da bu mücadele içinde yerini alması gerekir. Sadece gerilla ve fedailerle sonuç alınamaz; halkla birlikte bu mücadele başarıya götürülecektir. Ancak Kürdistan gerçeğinde gerilla ve fedailik olmadan da mücadeleyi başarıya götürmek mümkün değildir. 2021 yılı büyük bir mücadele yılı olarak geçecektir. Kürtlerin düşmanları ve soykırımcılar Özgürlük Hareketi’ni ve yürüttüğü mücadeleyi ezmek ve Kürt soykırımı önündeki engeli kaldırmayı hedeflemektedir. Bizler de bu Kürt, demokrasi ve insanlık düşmanı güçlerin saldırılarını boşa çıkararak Kürdistan’ı özgürleştirip, Ortadoğu’yu da demokratikleştireceğiz. Ortadoğu’yu demokratikleştirme temelinde de Kürt’ün varlığını ve özgürlüğünü güvenceye alacağız.
| ||
© 2021 Serxwebûn |