Sal: 39 / Hejmar: 469 / Çile 2021
Apocu hareketin gelişim tarihi içerisinde PKK’lileşme hamleleriKanûn 2020
Cemal Şerik Apocu Hareketin ortaya çıkışı belirli bir tarihsel ve toplumsal zemine dayanmaktadır. Tabii bu, onu var eden temel dayanaklar olmaktan öte bir anlam ifade etmektedir. Çünkü Apocu Hareket, 1923’lerle başlayan ve 1970’li yıllarda sonuca götürülmek istenen ulusal yok oluşun tüm belirtilerinin yaşandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ulusal yok oluşa, toplumsallığın yitirilmesine karşı bir direniş anlamına gelmektedir ve onun bilincine sahip demokratik uluslaşmaya doğru atılan ilk adımdır. Apocu Hareket, varlığını Kürdistan toplumunun Demokratik Uygarlık toplumu olma özelliklerine ve direnişçi geleneğine dayandırmıştır. Ancak çıkışı kendiliğinden değil iradi bir çabanın sonucudur. Kuşkusuz Önder Apo’nun ilk isyanıyla başlayan arayışları ve onda her geçen gün daha da belirgin hale gelen Önderlik özellikleri böyle bir çıkışın gerçekleşmesinde en temel etmendir. O günkü koşullarda Kürdistan toplumundaki Demokratik Uygarlığa dayalı toplumsal ve direnişçi özellikler, uluslararası alanda ve Türkiye’de devrimci, sosyalist hareketler lehine olan dalgalanma ile Önder Apo buluşması olmasaydı, Apocu Hareket’in varlığından söz etmek mümkün olmazdı. Elbette Kürdistan ve Kürtlerde, Kürdistani düşünceleri savunanlar vardı. Fakat bunların varlığı bir direniş hareketinin ortaya çıkışı için yeterli değildi. Önder Apo, o günkü koşulları doğru tahlil etmiş ve olası yaşanabilecekleri önceden görmüştür. Başûrê Kurdistan’da Barzani KDP’sinin yaşadıkları ortadaydı. Ondan etkilenen diğer Kürdistan parçalarındaki oluşumlar, ondan daha kötü bir görüntü vermekteydi. Bunlara dayanarak yapılacak olan olası bir çıkışın başarı şansı yoktu. Devrimci Doğu Kültür Ocakları-DDKO’nun pratiği de ortadaydı. Kendini anlatmaktan bile uzaktı. Zaten sınıfsal özelliği bundan ötesine geçmeye el vermiyordu. Bakurê Kurdistan’da başlayan, Başûrê Kurdistan’da son bulan Sait Kırmızıtoprak-Doktor Şivan çıkışı da bu belirlemeyi doğrulamıştı. O da bir çıkış yapmak istemiş, ancak bir komplo sonucunda katledilmekten ve tasfiye olmaktan kurtulamamıştı. O dönemde Türkiye’de gelişen Devrimci Gençlik Hareketleri de vardı. Türkiye’de var olan sol gelenek ile Çin ve Küba Devrimi’nden, Vietnam Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nden; Mao, Che Guevara, Fidel Castro, Ho Chi Minh gibi devrimci önderlerden; Avrupa’da yükselen 1968 Gençlik Hareketi’nden etkilenmişlerdi. Önder Apo da, devrimci, militan özellikleri öne çıkan bu hareketlerden etkilenmişti. O güne kadar var olan arayışları, onlara doğru yönelmişti. Ancak ondaki arayışların sürekliliği, kendini bununla sınırlandırmasına olanak tanımamakta, Kürdistani olan arayışlarını da korumaktaydı. Her defasında ulaştığı sonuç onu daha ileriye doğru bir arayışa, çıkış yapmaya götürüyordu. Çocukluğundan beri hep bunu yaşamıştı. “İlk isyanı” ve çocukluk yıllarında geliştirdiği arkadaşlık ilişkileri, kadın ve ailesinin düşman kabul ettiği ailenin çocuğu ile kurduğu arkadaşlık, arkadaşlığa verdiği önem, görüneni olduğu gibi kabul etmeyen ve hakikatin ne olduğuna yanıt arayan yaklaşımı ve cevabını aradığı sorular, pratik yönelimlerle buluşan ve süreklilik arz eden arayışları, pratik uygulama gücü, cami hocası arkasında namaza durması ve başında olduğu bir namaz grubu oluşturması, ilk okuldan başlayarak tüm öğrenimi boyunca başarı derecesinde sürekli ilk sıralarda, örnek bir öğrenci olarak kabul görmesi hep böyle bir gerçekliğin dışavurumuydu. Önder Apo’nun Türkiye’deki Devrimci Gençlik Hareketi’yle olan ilişkisi de böylesi bir gelişim çizgisi içerisinde gelişti. Fakat bu buluşma, arayışlarının sona ermesi anlamına da gelmedi. Aksine yeni arayışların tetikleyeni olma gibi bir anlam ifade etti. Farkına vardığı hakikat, onu Demokratik Türkiye, Özgür Kürdistan fikrine daha da yaklaştırdı. Bu sefer de bu fikrin nasıl gerçek kılınacağının arayışı içerisine girdi. Apocu Hareket de süreklilik içerisinde olan böylesi bir arayış ve mücadele ile ortaya çıktı. Kürdistan’da sömürgeci, soykırımcı TC devletine karşı ilk adım bu şekilde atılmış oldu. Ancak atılan bu adım, silahlar patlatılarak atılmamıştı. Sadece Kürdistan’ın sömürge olduğu düşüncesi, çok sınırlı sayıda kişinin katıldığı bir toplantıda açıklanmıştı. Çıkılan bu yol; Kürdistan’da yeni bir dönemin ve tarihin, yeniden yazılmaya başladığının bir göstergesiydi. Bu dönemde kutsal kitaplarda denildiği gibi “Başlangıçta söz vardı.” Bu söz etrafında bir grup, örgütlenerek kendini ideolojik, iradi, devrimci güç haline getirecekti . Stratejik hamle dönemleri Apocu Hareketi, oluştuğu tarihsel ve konjonktürel süreçle açıklamak yeterli değildir. Sosyo-psikoloji ile doğrudan olan ilişki ve bağının da görülmesi gerekmektedir. Tarih, siyaset ve sosyal bilimciler, ekonomistler, düşünce insanları vb 1950’ler sonrasına dair yaptıkları dünya tahlillerinde yaşanan sosyal değişim ve sürece müdahale anlamına gelen devrimci, karşı-devrimci hamlelerin birbirlerine karşıtlık temelinde oluştuklarına dikkat çekmektedir. Kapitalist modernitenin kesin damgasını taşıyan karşı-devrimci müdahaleler, Ortadoğu ve çevresindeki ülkelerde gelişen bağımsızlıkçı, özgürlükçü, demokratik arayışları durduramadığı gibi; sınıfsal yönlerin öne çıktığı, sosyalist düşünce, devrimci mücadelede yol ve yöntem arayışlarının gelişmesinin de önünü alamamıştır. Özellikle 1960’ların sonlarına doğru Filistin, İran, Türkiye vb ülkelerde görüldüğü gibi bu kendini çok somut bir şekilde göstermiştir. 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren dünya genelinde işçi sınıfı hareketlerinde, sömürge halkların kurtuluş mücadelelerinde, gençlik örgütlenme ve eylemlerinde ciddi kabarışlar yaşanmıştır. Avrupa’daki, “Gençlik Devrimi” diye adlandırılabilecek olan 1968 Gençlik Hareketleri dünyanın birçok ülkesinde de gençlik mücadelelerinin fitilini ateşleyici bir rol oynamıştır. Bu miras ve gelişmelere dayalı olarak da, 1970 ve 1972 yılları arasında Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından (1970) Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, aynı yıl Mahir Çayan ve arkadaşlarınca Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi, daha sonra İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları tarafından 1972 yılında TKP-ML kuruldu. Apocu Hareket de 1970’li yılların başlarında ağırlıklı olarak bu devrimci hareketlerin izlediği yolu takip eden bir yaklaşımla, kendi ülkesi ve halkının kurtuluşu hedefiyle çıkışını gerçekleştirmiştir. Bu dönemde başlatılan mücadele, bugüne kadar, Birinci PKK’lileşme Hamlesi, İkinci PKK’lileşme Hamlesi dönemlerinden geçmiş, şimdi de Üçüncü PKK’lileşme Hamle dönemi içerisinde bulunmaktadır. BİRİNCİ PKK’LİLEŞME HAMLESİ (1973-1984) Apocu Hareket’in gelişim tarihi içerisinde Birinci PKK’lileşme Hamlesi; grup oluşumu ve partileşme dönemi olarak birbirinin tamamlayıcısı olan iki farklı süreci içermektedir. Bu hamle döneminin ilk süreci olan ideolojik grup oluşum dönemi, Önder Apo etrafında bir araya gelen grup oluşumu ve örgütlenmesidir. Parti örgütlenmesi de amatör grup örgütlenmesinin aşılarak yerini belirlenmiş olan program ve tüzük etrafında bir araya gelmiş olan profesyonel devrimcilerin, ilişkilerde resmiyetin öne çıktığı örgütlenme düzeyini ifade etmektedir. Buna göre de ideolojik grup oluşum süreci, Apocu Hareket’in 1973 ve 1978 yılları arasında olan dönemini kapsamaktadır. Ancak PKK tarihi açısından bu yılları iki farklı süreç olarak ele almak gerekmektedir. İlk süreç 1972’den 1976’ya kadar olan yıllardır. Bu yıllar arasında Apocu grup daha çok içe kapalıdır. Dar bir grup görünümü vermektedir. 1976 ve 26-27 Kasım 1978 Parti kuruluş toplantısına kadarki yıllar ise kitleselleşme yıllarıdır. Partileşme dönemini de 1978 ve 1984’e kadar yaşanan süreç anlatmaktadır. Ancak bu belirleme, 1984’de partileşme sürecinin tamamlandığı anlamına gelmemektedir. Çünkü; Apocu Hareket için partileşme bir an ve dönemle sınırlı değildir; süreklilik ifade etmektedir. O nedenle partileşme doğrultusunda atılan ilk adımda olduğu gibi bugün de değişen koşullara ve üstlenilen görevlere, sorumluklara bağlı olarak partileşme, partilileşme başarılması, ulaşılması gereken hedefler arasındadır. Apocu Hareket’in ortaya çıkışı ve örgütlenme tarzı, o günkü koşullarda Kürdistan’da ve Türkiye’de oluşan, ortaya çıkan örgütlerden farklıdır. Herhangi bir resmi örgüt adını kullanmadan, kendilerini “Kürdistan Devrimcileri” olarak ifadelendirmiş olmaları, yine farklı çevreler tarafından bu grubun “Apocular”, “Ulusalcılar” gibi isimlerle adlandırılması, bu şekilde tanınıyor olması da bunun somut göstergesidir. Diğer oluşum ve örgütler kendilerini dergi, dernek etrafında ve kullandıkları resmi bir isimle, belirlenmiş merkezi bir yapılanma olarak örgütlerken, Apocu Hareket bunlardan farklı bir çıkışı esas almıştır. Dernekler açılmamış, dergi çıkarılmamış, resmi bir örgüt kurulmamıştır. Önder Apo tarafından ideolojik bir çıkış gerçekleştirilmiş ve onun düşüncelerini benimseyenlerin birliğini, ortak hareket etmesini esas alan bir ilişki ağı içerisine girilmiştir. Bununla da sınırlı kalınmayarak sağlanan ideolojik birlik, güçlü bir ruhsal şekillenişe ve ortak davranışa dönüştürülmüştür. Önce “örgüt” ya da “parti” kuralım denilmemiştir. Öncelikli görev, Kürdistan Devrimi’ne öncülük edecek olan kadronun oluşumu olarak belirlenmiştir. Örgüt, parti vb örgütsel düzenlenişler, dergi, gazete gibi yayın organlarının çıkarılması hep bu atılacak ilk adıma göre belirlenecektir. Bu yönüyle Apocu Hareket’in gelişim diyalektiği, Kürdistan ve Türkiye’de oluşan diğer grup ve örgütlerinkinden farklı bir yol izlemiştir. Yeni Kürdistan toplumsallığına öncülük edecek ve onun sosyo-psikolojik özelliklerine sahip bir kadronun oluşumu ilk hedef olarak belirlenmiştir. Örgütsel anlamda yaşanacak olan tüm gelişmeler de, öncelikli olarak belirlenmiş olan bu hedefe bağlı olarak ele alınmıştır. Görüşler ve hedefler doğru belirlenmiş olsa da böyle bir kadroya ulaşmadan hedeflere ulaşmanın mümkün olamayacağının öngörüsüyle hareket edilmiştir. Bu anlamda kadroya sadece örgütlenme yapan, mücadele eden, bağlı, dürüst, fedakâr, militan vb olarak bir yaklaşım gösterilmemiştir. Kadro, yeni bir toplumsal sistemin inşasını önce kendinde başaran, öncü olarak kabul edilmiştir. Bu doğrultuda sağlanan gelişmelere bağlı olarak bir öğrenci, aydın gençlik hareketi olmaktan çıkılarak kitlesel bir hareket olma yönünde adımlar atılmış, o zamana kadar Apocu grubun hareket tarzını belirleyen ilişki tarzı gözden geçirilerek yeniden düzenlenmiştir. Bu yönüyle de 1973’de atılan adım 1976’da örgütsel anlamda atılan ikinci bir adımla tamamlanmış, yeni bir örgütlenme ve mücadele sürecine girilmiştir. Bu, Apocu grubun kitleselleşme süreci olarak tarihe geçmiştir. a-İdeolojik grup oluşum süreci TC devleti’nin ilk 25 yılında Kürdistan’a damgasını vuran politikası, soykırım, sürgünler ve fiziki katliamlardı. Bunu takip eden ikinci 25 yılında ise; Kürdistan’da uygulanan hakim politika, yağma, talan ekonomisi ve kültürel soykırım saldırıları altında, dili, kültürü ve Kürt toplumsallığını, hakim Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmesiydi. Apocu Hareket de, TC devleti’nin ikinci 25 yılını tamamlandığı, “Kürt sorunu diye bir sorun kalmadı” dediği bir süreçte, 1973’de ortaya çıktı. İdeolojik ve politik olarak Kürdistan tarihinde o güne kadar yaşanmış olan geleneksel karşı koyuşları değil, bilimsel sosyalist öğretiyi ve onun üzerinde kendini yapılandıran bir mücadele çizgisini esas aldı. Apocu Hareket’le eş zamanda ortaya çıkan farklı eğilim ve gruplar da vardı. Onlar da DDKO’nun devamı olarak, Devrimci Doğu Kültür Derneği-DDKD adı altında örgütlenmeye başladı. Hatta DDKD’de yer alanlar arasında kendilerinden başkasını devrimci, sosyalist olarak görmeyenler bile vardı. Onların ellerinde olan imkânlar Apocu gruptan çok daha fazlaydı. En azından maddi imkânlar, çevre vb olarak herhangi bir zorlanma yaşamamaktaydılar. Çoğunlukla da feodal, zengin, maddi varlığı iyi olan ailelerden gelmekteydiler. Maddi imkanlara dayanarak kendilerinin, ailelerinin konumunu güçlendirmek ve kişisel bir statü elde etmek; milletvekili, bürokrat vb olmak gibi bir amaçla “yükseköğrenim” kurumlarına gelmişlerdi. Bunun ötesine geçen başka bir amaçları yoktu. Bunlar devrimci olduklarını söyleseler de devrimci güçleri, belirledikleri amaçları önünde engel olarak görmekteydiler. Şeklen Kürtlüklerini bu doğrultuda kullanmaktan geri kalmamaktaydılar. Yayınladıkları dergilerde, kurdukları derneklerde de daha çok bu görüşlerin propagandasını yapmaktaydılar. Aralarında devrimci, yurtsever düşünce ve duyguda kararlı ve samimi olan kişiliklerin varlığı, onların bu özelliğini değiştirmemekteydi. 1970’lerin başında Türkiye’de, Ankara’daki “yükseköğrenim” kurumlarında yer alan Kürdistanlı öğrenciler arasındaki ilişki, arayış ve düşünce yapılanmalarında da benzeri bir durum söz konusuydu. Direniş ile teslimiyet, ihanet çizgisi karşı karşıya bulunmaktaydı. Ancak, önceki dönemlerden farklı olarak aralarında sınıfsal ayrılıklar söz konusuydu. O zamana kadar okuma-yazma bilenlerin, farklı düzeylerde de olsa kurulmuş okullara gidenlerin neredeyse tamamı Kürt egemen sınıflarına mensup olanlardan oluşmuştu. Kürt yoksullarının ve kıt-kanaat karnını doyurabilen köylü çocuklarının çalışmak ve ağaya hizmet dışında önlerinde duran başka bir seçenekleri yoktu. Daha sonra bunlara yoksul, dar gelirli Kürt köylü çocukları da eklendi. 1960’lı yılların sonlarına gelindiğinde de “yükseköğrenim” kurumlarında öğrenim görmek için bulunan Kürdistanlı öğrenciler arasında işçi ve yoksul köylü ailelere mensup olanların nicelik oranı, egemen sınıflara mensup olanlardan daha fazla artış kaydetti. Kuşkusuz, bunun sonuçları da olacaktı. İşçi ve yoksul köylü ailelere mensup olanlar tercihlerini devrimci, sosyalist düşüncelerden yana yaptılar. “Geleneksel din olarak gösteri yönü güçlü olan İslam sofuluğundan uzaklaşıp, Leo Huberman’ın Sosyalizmin Alfabesi kitabı ile laik din olarak sosyalizme takılmam ve yeni müritliği bu görünüm altında sürdürmem lise son sınıftayken başlamıştı.” sözleriyle de dile getirdiği gibi Önder Apo sol, sosyalist düşüncelerle bu yıllarda, Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde okurken karşılaştı. Üniversite okumak için gittiğinde bu karşılaşma İstanbul’da tanışmaya dönüştü. DDKO’nun tartışmalarına da katıldı. Öncesinde Kürt ve Kürdistan üzerine duyarlılıkları vardı. Fakat tercihini devrimci, sosyalist hareketlerden yana yaptı. Onu en çok etkileyen de, daha sonra kurulacak olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin kurucularından Mahir Çayan oldu. Önder Apo’nun yapmış olduğu bu tercih Kürdistan’dan Türkiye kentlerine okumak için gelmiş olan birçok Kürdistanlı öğrenciden farklıydı. KDP etkisine girmemişti. İdeolojik ve siyasal olarak DDKO’yu benimsememişti. Kuşkusuz böyle bir tercihte bulunan sadece Önder Apo değildi. Birçok Kürdistanlı genç, Önder Apo ile benzer bir tercihte bulunmuştu. Hatta bunlar arasında devrimci gençlik hareketinin öncü kadroları arasında yer alan Hüseyin Cevahir, Ömer Ayna gibi birçok Kürdistanlı genç de yer almaktaydı. Önder Apo, 12 Mart 1971’deki askeri faşist darbesi karşısında da bu pozisyonunu korudu. Ankara-Mamak Askeri Cezaevi’nde yedi ay gibi bir süre tutsak olarak kaldı. Zindanda arayışlarını daha da derinleştirdi. Böylesi bir süreçte 12 Mart faşizmi katliamlarına rağmen, toplumda devrimci, sosyalist düşünce ve mücadeleye duyulan ilgi ve sempatinin önüne geçememişti. Aksine bu katliamlar 12 Mart faşizmine karşı misliyle tepkiye, öfkeye dönüşmüştü. Bir nevi ‘rüzgar ekip, fırtına biçmişlerdi.’ Çubuk Barajı’nda yapılan toplantı 12 Mart’tan sonra, özellikle de 1973 ile kendini çok net bir şekilde gösterdi. İşçi ve öğrenci örgütlenmelerinde, eylemlerinde hızlı bir artış yaşandı. Önder Apo da o yıllarda zindanda yaşadığı ve çıktıktan sonra da devam ettirdiği yoğunlaşmalarına, yaşanan devrim sorunlarına çözüm bulma temelinde yeni bir biçim kazandırmaya başladı. Önder Apo, yaşadığı bu yoğunlaşma düzeyini çevresinde kendine en yakın gördüğü arkadaşları ile paylaştı. Kürdistan ve ‘Türkiye devrimleri nasıl bir arada yürüyebilir’ sorularına cevap aradı. Bunu yaparken, bağımsız ülke örgütlenmesinin önemle üzerinde durdu. 1973 Mart’ında Çubuk Barajı’nda yapılan toplantının ardından açığa çıktığı gibi, farklı sınıf ve katmanlarla bir araya gelinerek Kürdistan’da anti-sömürgeci devrimci bir örgütlenme ve mücadelenin geliştirilmesinin olanağı yoktu. ‘Fas tipi’ sömürge ülkelerde bir nevi cephe anlamına gelebilecek bu tür örgütlenmeler oluşturularak anti-sömürgeci, bağımsızlıkçı hareketler geliştirmek mümkündü. Ama Kürdistan’da bunu sağlamak mümkün değildi. 1970’li yıllarda Kürdistan’da, TC devleti ile işbirliği yapan, adeta onların bir eki haline gelmiş olanlarla böyle bir çıkışı gerçekleştirmek nerdeyse olanaksızdı. Çubuk Barajı toplantısından sonra da bu çok açık bir şekilde görüldü. O toplantıya katılanlardan sadece bir kişi (Fuat-Ali Haydar Kaytan arkadaş), Önder Apo ile yol arkadaşlığına devam etti. Çubuk Barajı toplantısı sonrasında Önder Apo’ya katılarak onunla yola devam eden ilk grup oluşumunda yer alanlar da daha çok yoksul, dar gelirli, yaşamını kıt-kanaat sürdüren, emekçi, işçi, köylü ailelere mensup olan aydın üniversite öğrencileri oldu. Yaşanan bu katılımlarla Apocu Hareket olarak çıkış gerçekleştirilmiş oluyordu. Atılan ilk adımla fiilen doğuşunu yapan gruba biçim kazandıracak ve ona rengini verecek olan da grubun bu özelliğiydi. Grup öğrenci aydın gençlikten oluşmaktaydı. Önder Apo da bir üniversite öğrencisiydi. İlk çıkış itibarıyla Apocu Hareket’e anlam kazandıracak olan da Önder Apo’ydu. 1973 yılının başlarında çıkışını yapan Apocu grup; devrimci, yurtsever, militan özelliklere sahip olan üniversiteli aydın gençlerden oluşmuş, ideolojik ve felsefik olarak da o günün verili koşullarından etkilenmişlerdi. Hem teorik hem de doğrudan sosyalist düşünceleri savunuyor ve geliştirilen tezleri de onunla temellendirerek açıklıyorlardı. O günkü koşullarda devrimcilik, sosyalistlik adına yola çıkıldığında temel benimsenmesi gereken düşünce ve kullanılan argümanlar oradan alınıyordu. O nedenle Apocu grup oluşumunda, sorunları ele alış ve çözüm yaklaşımında reel sosyalist düşünce yapısının etkisi vardı. Ön gördüğü ulusal sorun ve sınıfsal sorunun iç içe olan çözümünde, mücadele yaklaşımında, bunlara bağlı olarak strateji ve temel taktikte, devrim ve sosyalizm gibi tüm konularda iktidar perspektifi ile hareket etmekteydiler. Ulusal sorunun çözümünde ön görülen devrimin, bir iktidar sorunu olarak ele alınıyor olmasının bundan başka bir sonuç ortaya çıkarması mümkün değildi. Böyle de olsa pratiğin dili daha farklı olacak; teorik olarak dile getirilenleri aşan bir gelişim seyri içerisine girilecekti. Bunun sağlanmasında belirleyici olacak olan da, Apocu Hareket’in kendi iç diyalektiğiydi. Bu da kendiliğinden değil, Önder Apo’da ifadesini bulan devrimci bilinç ve iradeyi ifade eden önderlik gerçeğine bağlı olarak gelişecekti. Önder Apo’nun ilk yol arkadaşları arasında, “Hâlâ hatırımdadır: ‘Sömürge Kürdistan’ kavramını ilk defa düşünceme ve yüreğime indirdiğimde bayılmıştım. Ev ortağım, büyük insan Haki Karer o halimi gördüğünde, Kürt olmadığı halde, şehadete erişinceye kadar yeni oluşumun gerçek önderi gibi hareket etmekten asla çekinmedi. Yoldaşlığın gerçek timsaliydi.” dediği Haki Karer ve Kemal Pir gibi Kürdistanlı olmayanlar da vardı. Yoldaşlıkları, kaldıkları evde sürdürdükleri komün yaşamındaki ortaklaşmaları ve paylaşımlarıyla başlamıştı. İlk tartışmaları orada yaşanmış ve görüş birliğine varmışlardı. Bu yönüyle de Apocu Hareket onların şahsında komünal, demokratik ve enternasyonal bir karaktere sahip olarak çıkışını gerçekleştirmişti. O andan itibaren her şey bu temeller üzerinde yükseldi ve ilkeler belirlendi. Reddedilen sınıf ve sosyal tabakalara benzeşilmeyecekti. Bu anlamda ne işçileşilecek ne de köylüleşilecekti. Sömürge bir ülkenin, toplumunun bir ferdi olarak da kalınmayacaktı. Eğer elde bir imkân varsa o da tamamen mücadelenin hizmetine sunulacaktı. Bir başka ifadeyle sistemle bağlar koparılacaktı. Apocu Hareket saflarında biçim kazanan kadronun özellikleri bunlarla da sınırlı kalmayacaktı. Önder Apo’nun da dikkat çektiği gibi kadrolar düşünce yapılarının bir gereği olan yaşam, mücadele, üslup, tarz, yol ve yönteme sahip olacaklardı. Bu yönleriyle de kendilerini toplum içerisinde kapitalist modernite dışında farklı bir kültürü, yaşamı, alışkanlıkları, hareket tarzını temsil edenler olarak konumlandırarak bir çekim merkezi ve ilgi odağı haline getireceklerdi. Daha dar grup çalışmaları tamamlanmadan, örgütlenmeye başladıkları Ankara-Tuzluçayır ve etraflarında edinmeye başladıkları kadro adayları ile de bu doğrultuda bir mesafe almaya başlamışlardı. Buna dayalı olarak da Apocuların ismi, Kürdistan’a grubun kendisinden önce ulaşmıştı. Apocu Hareket’in ortaya çıkışından iki yıl sonra 1975 yılının Mart ayında alınan ülkeye dönüş kararı ile bunun sağlanması için somut pratik adımlar da atılmış oldu. Alınan bu karar doğrultusunda da; soykırımcı TC devletinin sömürgeci, ırkçı, faşist, mezhepçi karakterine karşı direnişçi özelliklerini koruyan, toplumsal ve sınıfsal olarak sol, devrimci düşünce ve eğilimlere açık olan, Dersim, Elazîz, Çewlîg, Dîlok, Êlîh, Riha, Semsûr, Qers, Agirî gibi Kürdistan şehirlerine gidildi. Alınan bu kararla uzun, zorlu ve engellerle dolu bir mücadele dönemine de girilmiş oldu. Büyük fedakârlıklar ve özveri gerekiyordu. Sosyal-şoven anlayışlarla, reformist, milliyetçi eğilimlere karşı; derneklerde, okullarda, kahvelerde, mahallelerde, sendikalarda tartışmaya dayalı ısrarlı bir ideolojik mücadele başlamıştı. Bunları başarmak için bir yandan örgütlü faşist güçlere karşı şiddete varan bir mücadele, diğer yandan da grupsal ve bireysel eğitimler yapılıyor; yetmez, yanılgılı kapitalist modernite yaşam biçiminin, düşünce yapısının etkilerine karşı kişilik mücadelesi veriliyordu. Ancak, dezavantajlara rağmen ısrarlı bir mücadeleyle halkın ilgi odağı haline gelinerek, taraftar bir çevre edinilmişti. Örgütlenme çalışmaları neticesinde öğrenci, aydın gençlik ile kendini Apocu Hareket’te gören, aradıklarını bulan; işçi, köylü, ‘işsiz’, yoksul, emekçi sınıflara mensup yurtsever, devrimci duygu, düşünce, heyecan ve coşku ile dolu genç erkek ve kadınlar saflara katılmaya başlamıştı. Böylece oluşan taraftar ve sempatizanlarıyla yaygın bir kitlesel hareket haline gelinmiş oldu. İlgi odağı haline gelinerek kat edilen bu gelişme düzeyi, grup oluşum sürecini yaşayan Apocu Hareket için örgütlenme faaliyetlerinde önemli dönüm noktalarından biriydi. Öğrenci, aydın gençlik hareketi olmaktan çıkılarak, kitlesel bir hareket haline geliniyordu. Artık aynı tarz ve yöntemlerle hareket etmek ve çalışmaları yürütmek yeterli gelmiyordu. İlk çıkışta belirlenen görev ve üstlenilen sorumluluklar, o güne kadar atılmış olan adımların daha ötesine geçmeyi gerektiriyordu. Bu da, örgütsel faaliyetlerde yeni bir çıkışın yapılması demekti. 1976 yılının Ocak ayında ülkeye dönüş kararının alındığı Ankara-Dikmen’de yapılan toplantı ardından Haki Karer Agirî’ye, Mazlum Doğan da Êlîh’e (Batman) gitti. Bir yıl sonra, 1976 31 Aralık’ını 1977 1 Ocak’ına bağlayan günde Ankara Dikimevi’nde gerçekleştirilen bir yıllık değerlendirme toplantısında ise “Kürdistan Devrimci Gençlik Birliği” adıyla yürütülerek yoğunlaştırılması kararına varıldı. Alınan bu kararla da 1973’ün ilk aylarında başlayan dar grup çalışması tamamlanmış ve kitleselleşme sürecine girilmiş oldu. Apocu Hareket’in hem örgütsel ve kadrosal hem de kitlesel gelişimi ve halk üzerinde artan etkisi soykırımcı TC devletinin de harekete geçirmişti. Bunun bir sonucu olarak da, soykırımcı TC devleti Apocu Hareket üzerine daha özel bir yaklaşım içerisine girerek yöneldi. Bununla da yetinmeyerek, mücadele tarihi içerisine Pilot (Necati Kaya) örneğinde görüldüğü gibi ajanlarını sızdırmak istedi. Kontrolündeki, kendini ‘solcu’, ‘devrimci’ vb olarak gösteren kimi kişi ve çevreleri de kullanarak saldırttı. Haki Karer’in şehadetine karşılık olarak partileşme Apocu Hareket’in kitleselleşmesi, karşı saldırıların hedefi haline gelmesini de beraberinde getirdi. Ankara’da bir kaza sonucu yaralanan Ali Doğan Yıldırım, polisin doktorlara baskı ve müdahalede bulunması nedeniyle şehadete (3 Temmuz 1976) ulaştı. Aydın Gül, (7 Mart 1977)’de Dersim’de katledildi. Doğu Perinçek tarafından yönetilen Aydınlık Gazetesi (Bugünkü Vatan Partisi)’nin başını çektiği Milli İstihbarat Teşkilatı-MİT uzantıları tarafından karşı propaganda ve ihbar kampanyası başlatıldı. Polis takibi altına alınarak tutuklananlar oldu. Böylesi bir süreçte bu tür kişiliklerin de rol oynadığı bir komplo ile Haki Karer Yoldaş 18 Mayıs 1977’de Antep’te (Dîlok) katledildi. Haki Karer’in katli bir tesadüf değildi. Kapsamlı ve genel bir planın parçasıydı. Haki Karer’in katlinden kısa bir süre önce, 1 Mayıs 1977 günü İstanbul’da bir provokasyon düzenlenmiş, onlarca emekçi katledilmiş ve yüzlercesi yaralanmıştı. Bu provokasyon ile adım adım, zamanın Kara Kuvvetler Komutanı Namık Kemal Ersun’un başında olduğu faşist bir darbe planı uygulamaya konulmuştu. Apocu Hareket de bu darbe planının doğrudan hedefiydi. Zaten Haki Karer’in katlinden kısa bir süre sonra, aynı yılın Haziran ayının ilk günlerinde, Ankara’da, Önder Apo’ya karşı (bizzat Önder Apo’nun ön görüsü ile boşa çıkarılan) bir komplo düzenlenmişti. Haki Karer’in bir komplo ile katledilmiş olmasının neden ve sonuçlarını çözümleyen Önder Apo, sadece oynanan oyunu boşa çıkarmakla kalmadı, Apocu Hareket’e daha ileri adımlar attırdı. Haki Karer’in şehadetine karşılık olarak Partileşme mücadelesini başlattı. Kürdistan’da sağlanan kitleselleşmenin vardığı düzey de bunu olanaklı kılmaktaydı. Bu temelde Bakurê Kurdistan’da ve örgütlü olunan Türkiye kentlerinde örgütlenme çalışmalarına hız verildi. O zamana kadar zayıf olunan Kürdistan kentlerinde örgütlenme çalışmaları genişletilerek belirli bir gelişim düzeyi sağlandı. Apocu Hareket artan taraftar ve sempatizanlarıyla büyük bir güce ulaştı. Urfa-Hilvan’da (Riha-Curnê Reş) geliştirilen mücadeleyle yenilgiye uğratılan feodal-işbirlikçi yapılanma yerine, demokratik, toplumsal yaşamın bir prototipi olarak; ahlaki-politik işleyiş ilkeleri olan, kendi kendini yöneten, savunan, eğitimini yapan, sorunlarını çözen özellikleri olan bir halk yönetiminin oluşumuna gidildi. Bununla da kalınmayarak Hilvan’da (Curnê Reş) feodal işbirlikçi yapı ve soykırımcı TC devletinin yaşam ve örgütlenme biçimine, hakimiyetine geçici olarak son verildi. Êlîh’te halkın oylarıyla seçimin kazanıldığı belediye ile özgür, demokratik belediyecilik hareketinin örgütlendirilmesinde ilk adımlar atıldı. Birçok sendika, fabrika ve çalışma alanında işçi, emekçi komiteleri kuruldu. Bu yaşananlar Apocu Hareket’in daha geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Ağalığa ve işbirlikçiliğe karşı mücadeleyle elde edilen başarı; işçi, köylü ve yoksul halk kesimleri etkileyerek saflarına katılmasını sağladı. Böylece, sömürgeciliğe ve onunla işbirliği halinde olan ağalığa ve onların Kürdistan’da hakim kıldıkları sömürgeci feodal-komprador düzene karşı konulabileceği, onunla mücadele edilerek yenilgiye uğratılabileceği pratik olarak kanıtlanarak yeni bir gelenek başlatılmış oldu. Önder Apo’nun da dile getirdiği, “1973-1976 dönemini dar grup dönemi olarak alırsak, 1976-1978 yılları kitleselleşme dönemiydi. Her iki dönem de başarıyla atlatılmıştı. Sorun ondan sonra neyin nasıl yapılacağı sorunuydu. Gençlik grubundan ve kitlelere yayılımından sonra atılacak adım partileşme mi, askeri eylem örgütü mü sorusunun yanıtlanmasına bağlıydı. Bu teknik soruna partileşme biçiminde cevap vermeye çalıştık.” belirlemesi, artık pratikleştirilecekti. Zaten 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’in katledilmesinin ardından böyle bir kararlaşma ve hazırlık içerisine girilmişti. b-Partileşme süreci Apocu Hareket ya da o zamanki bilinen adıyla Kürdistan Devrimcileri, 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’in katledilmesini takiben partileşme kararı almış, daha sonra yaptığı toplantılarda da çalışmalarını gözden geçirerek, atılacak adımlara dair kararlaşmalar içerisine girmişti. Bunun bir sonucu olarak da parti program taslağı hazırlanmış ve daha parti kuruluş kongresi yapılmadan (Yayın Kurulu vb) resmi görevlendirmeler yapılmıştı. Kürdistan Devrimi’nin manifestosu olarak kabul edilen “Kürdistan Devrimi’nin Yolu” da Parti kuruluş kongresinden önce hazırlanmış ve örgüt yapısına dağıtımı yapılmıştı. Ardından Parti Kuruluş Kongresi 26-27 Kasım 1978’de gerçekleştirildi. Apocu Hareket, partileşme kararıyla kat edilen örgütsel gelişmeye resmiyet kazandırdı ve bu gelişmenin ihtiyacına yanıt olacak; tarz, yöntem ve mücadeleyi esas alan bir ilişki ve örgütlenme içerisine girdi. İdeolojik grup dönemini aşmaya başlayan ilişki tarzı ve örgütsel düzenleniş; bir disipline tabi olunan, profesyonelliği, gizliliği esas alan, parti kuruluş kararıyla devrimci sürecin öncü örgütünün, partisinin inşası temelinde örgütsel bir yapılanmaya ve konumlanışa kavuşturulmaya çalışıldı. Bunu sağlamak için de yapılan toplantılarda resmi görevlendirmelerde bulunularak parti komiteleri kurulmaya başlandı. Parti Kuruluş Kongresi sonrası daha aradan bir ay geçmeden yaşanan Maraş (Merêş) Katliamı ardından ilan edilen sıkıyönetimle, soykırımcı TC devleti ile açıktan karşı karşıya gelindi. Böylece o zamana kadar feodal, işbirlikçi, ajan yapılanmalara karşı yürütülen mücadelenin kapsamı daha da genişledi. Artık devlet, o güne kadar kullandığı güçlerin arkasında durma yerine önüne geçerek Apocu Hareket’e karşı doğrudan özel, kirli savaşını yürüten bir pozisyona geldi. Kürdistan Devrimcileri imzasıyla dağıtılan bildiriyle içerisine girilen sürecin temel özelliğine dikkat çekilerek hazırlıklı olunması gerektiği yönünde perspektif verildi. Ancak önceden yapılan planlamalar doğrultusunda çalışmalara devam edilmekten de geri kalınmadı. Önder Apo’nun Rojavayê Kurdistan’a geçerek mücadelenin devamlılığını sağlama çıkışı ardından 31 Temmuz 1979 günü, Kürdistan’da feodal işbirlikçi yapısının en önde gelen temsilcilerinden, Adalet Partisi milletvekili M. Celal Bucak’a karşı yapılan eylemle PKK’nin kuruluşu ilan edildi. Yine aynı dönemde, İran’da faşist şah rejiminin yıkılmasına neden olan halk ayaklanmasının yarattığı elverişli koşulları değerlendiren Önder Apo’nun perspektifleri doğrultusunda, elverişli koşulları Kürdistan Devrimi’nin kazanımına dönüştürmek için Mehmet Karasungur Yoldaş, Rojhilatê Kurdistan’a çalışma yürütmek amacıyla gitti. Apocu Hareket’in mücadele tarihindeki örgütlenme çalışmalarında atılan en stratejik adımlardan olan, önce Önder Apo’nun daha sonra da Mehmet Karasungur’un Kürdistan’ın diğer parçalarına gidişi yaşandı. Nasıl ki, Kürdistan Devrimcileri, ideolojik grup olarak oluşum sürecini yaşadıkları Ankara’dan, kaynağa yani Kürdistan’a dönerek partileşmişse, Parti ilanından sonra Rojava ve Rojhilatê Kurdistan’a girişle de PKK’nin Kuruluş Bildirgesi’nde hedefleri arasında yer alan “Bağımsız, Birleşik ve Demokratik Kürdistan” idealine ulaşmak için stratejik adımlardan bir diğerini de hayata geçirdi. Böylece PKK ideolojik ve siyasal olduğu kadar fiilen de Kürdistan’ın diğer parçalarının örgütlü öncü partisi halini gelmede önemli bir adım atılmış oldu. Önder Apo, Rojavayê Kurdistan’da geliştirdiği ilişki ve bunlara dayalı olarak yarattığı örgütlenme ile Suriyeli sol örgütler ve Filistin hareketleriyle ilişkilendi. Bu ilişkilerle de Ortadoğu sahasına açılım sağladı. Rojava ve Rojhilatê Kurdistan’a, Ortadoğu alanına yönelik içerisine girilen bu çalışmalar devam ederken, Bakurê Kurdistan’da düşman saldırıları daha da artmıştır. Êlîh’te halkın oyuyla belediye başkanlığına seçilen Edip Solmaz polis ve işbirlikçi-ajan yapılanmalar tarafından katledilmiş, başta Urfa-Hilvan, (Riha-Curnê Reş) Siverek (Sêwereg) olmak üzere Bakurê Kurdistan’da güçlü halk ve kadro örgütlenmelerin olduğu yerleşim merkezlerinde Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Ferhat Kurtay ve daha başka öncü kadroların da tutsak alındığı baskınlarda yoğun kitlesel tutuklamalar yaşanmış, daha önce vurulan, ciddi darbelerle hareketsiz kılınan faşist-kontra, ajan-işbirlikçi yapılanmalar canlandırılarak Apocu Hareket’e karşı saldırıya geçirilmiştir. Böylesi bir süreçte yeni planlamalar geliştirilmiş ve bunları pratikleştirmekle görevli kılınan Kemal Pir ve Mahsum Korkmaz’ın da içinde yer aldığı, Filistin kamplarında gerilla eğitimini tamamlayan gruplar ülkeye dönmeye ve alanlarına ulaşmaya başlamışlardı. Ancak talihsiz bir şekilde Kemal Pir’in tutsak düşmesi ve ardından çok kısa bir süre sonra 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin gerçekleşmesi yapılan planlamanın o günkü koşullarda pratikleştirilmesini engellemiştir. Önder Apo, Maraş Katliamı’yla ilan edilen sıkıyönetimle, olası yaşanacaklara dair yapmış olduğu belirlemelerde; saldırıların varacağı boyuta dikkat çekerek uyarılarda bulunmuş ve hazırlıkların yapılmasını istemiştir. Bu öngörüler doğrultusunda içerisine girilen hazırlıklarla da, 12 Eylül faşizmine hazırlıksız yakalanmanın önüne geçilmiştir. Askeri faşist darbenin ardından alınan geri çekilme kararı da böyle bir anlam ifade etmiştir. Alınan bu karar doğrultusunda da görev ve sorumlukları nedeniyle Bakur ve Türkiye’de çok sınırlı sayıda tutulan ve tutsak düşenler dışında kalan kadroların neredeyse tamamına yakın bir kısmı Önder Apo’nun yürüttüğü örgütlenme çalışmaları ve geliştirdiği ilişkilerle yaratılan yeni açılım alanlarına çekilmişlerdir. Bunlar yapılırken 12 Eylül faşizmine karşı hem ülke ve zindanlarda hem de geri çekilme alanlarında, yurt dışında mücadelenin yükseltmesi için öne çıkan görev ve sorumluklar da söz konusuydu. Zindanlarda Önderliğe, ideolojiye olan inanç ve bağlılıkları dışında ellerinde hiçbir imkan olmayan tutsakların, o zorlu süreçte yaşamlarını adayarak sergiledikleri direnişlere anlam vererek yerine getirilmesi gerekenler de bunlar arasında yerini almaktaydı. Bu çerçevede hem zindanlarda yaşanan direnişlere güç verilmesi hem de 12 Eylül faşizmine karşı birleşik bir direniş cephesinin örgütlendirilmesi ertelenemez görevler haline gelmişti. Bu şekilde uygulamaya konulan geri çekilme kararı, PKK için yeni bir başlangıç anlamına geliyordu. Bu başlangıcın temel özelliği de; kadronun değişen koşullarda, yürütülecek olan mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamaya hazır hale getirilmesi olarak belirlenmişti. Bu yönüyle Rojavayê Kurdistan önemli rol oynadı. Orada kurulan ilişkiler üzerinden Filistin hareketlerinin Lübnan kamplarına geçilerek gerilla savaşı için hazırlıklar yapıldı. Kadroların ideolojik, askeri, siyasi eğitimleri tamamlanmaya çalışılarak, alınan kararlar doğrultusunda ülkede kalan kadroların da geri çekilme çalışmasına hız verildi. Bu çalışmalar yürütülürken, yeni koşullara göre örgütsel düzenlenme çalışmaları da yapıldı. Tüm bunlar yapılırken bir çok iç sorunla da mücadele edildi. Bunların başında; değişen koşullara ve yapılan hazırlıklara bağlı olarak kadroların yeniden eğitilmelerinde karşılaşılan sorunlar, edinilmiş kişilik özellikleri; tarz, yöntem, aşılması gereken alışkanlıklar gelmekteydi. O zamana kadar geri planda kalmış, biriken sorunların çözümlenmesi gerekmekteydi. İdeolojik grup oluşumundan itibaren yürütülen yoğun mücadele pratiği ve karşılaşılan sorunlar da bunu kaçınılmaz hale getirmekteydi. Bunlar dışında daha farklı çözümlenmesi ve düzeltmesi gereken anlayış ve yaklaşım soruları da vardı. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesine karşı “nasıl bir mücadele” konusunda kimi öğelerde yaşanan kafa karışıklıklarının aşılması gerekiyordu. Bunların neden olduğu sorunlar aşılmadan, çözülmeden değişen koşullarda üstlenilen tarihsel rol, devrimci görev ve sorumlukların yerine getirilmesi mümkün değildi. PKK Birinci Konferansı ve İkinci Kongre’sinde yürütülen tartışmalarda, eleştiri ve özeleştirilerde, alınan kararlarda aşılması gereken bu sorunlar üzerinde durulmuş ve çözümü doğrultusunda bir mücadele içerisine girilmiştir. İKİNCİ PKK’LİLEŞME HAMLESİ (1984-2000) İkinci PKK’lileşme Hamlesi, Birinci PKK’lileşme Hamlesi’ni tamamlayan ve kendinde temsil eden bir süreç olma özelliğine sahiptir. İki ayrı dönem olarak ele alınmalarının nedeni de; Apocu Hareket’in mücadele tarihi içerisinde yaşadığı gelişim evrelerini anlatmak içindir. Birinci PKK’lileşme Hamlesi’nde olduğu gibi İkinci PKK’lileşme Hamlesi’ni de kendi içerisinde; Komutanlaşma-Ordulaşma ve Serhildanlar Dönemi olarak iki başlık altında ele almak gerekmektedir. a-Komutanlaşma, ordulaşma süreci “12 Eylül askeri darbesinin uygulamaları, Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere cezaevlerine doldurulan insanlara yönelik korkunç işkenceler ve tümüyle toplama kampına dönüştürülen toplumsal yaşam alanları bir an önce yeni stratejik hamleyi başlatmayı gerektiriyordu. İdamlar devredeydi. Ölüm oruçları başlamıştı. Ne yapılacaksa tam zamanıydı. Tarih gecikmeyi affetmezdi. Zaten özsavunma niteliğindeki eylemlilikler hiç durmadı; azalıp çoğalan bir seyir halinde hep devam etti. Yapılması gereken, bu eylemliliği daha üst bir noktaya sıçratmaktı. Bunun hazırlıkları da fazlasıyla gerçekleştirilmişti. Özgüce dayalı Halk Savaşı Stratejisi için fazla beklemek ve oyalanmak oportünizm anlamına gelecekti. Bu gerekçelerle daha 12 Eylül gerçekleşmeden, Temmuz 1980’de Kemal Pir ve Mahsum Korkmaz önderliğinde ilk grubu yeniden ülkeye yollamıştık. Daha sonra İran ve Irak üzerinden grup akışları devam edecekti. Dolayısıyla kritik 1982 yılı (özellikle Diyarbakır’daki işkence ve ölüm oruçları nedeniyle) bana göre mutlaka yeni hamle yılı olmalıydı.” Önder Apo’nun yapmış olduğu bu belirleme, Kürdistan Devrimi’nin gelinen aşamada başlatacağı yeni bir hamle dönemine işaret etmekteydi. Kürdistan’da Komutanlaşma ve Ordulaşma (askerileşme) olarak ele alınan bu döneminin ilk adımları, İkinci Parti Kongresi’nden sonra eğitimini tamamlayan kadroların Bakurê Kurdistan’a geçmek üzere Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da, sınırlar üzerinde hazırlanan kamplara ulaştırılmasıyla atılmıştı. Ancak yürütülen uzun, zorlu ve engellerle dolu olan bir çalışmayla ulaşılan Başûr’dan, Bakurê Kurdistan’a Hêzil Çay’ını geçerken (Kasım 1982’de) Şahin Kılavuz komutasında sekiz yoldaşın, 2 Mayıs 1983’te Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşların Qendîl’de şehadete ulaşmalarıyla başlayan bu süreç daha ilk başlangıçta yaşanan en ciddi zorlanmalardı. Bu zorlanmalara kimi yanılgılı yaklaşımlar da eklenince, İkinci Kongre planlamalarının pratikleştirilmesinde aksamaların yaşanmasına neden oldu. Kürdistan’da Silahlı Propaganda ve Gerilla Mücadelesi Dönemi’ne böyle bir zeminde yapılan hazırlıklarla girildi. Şahin Kılavuz ve 7 yoldaşın Hêzil Çay’ında yaşanan şehadetine rağmen Bakurê Kurdistan’a girişler devam etti. Bakur’a geçen ilk gerilla gruplarının önüne görev olarak da keşif, istihbarat ve üstlenme sorunlarının çözümü konuldu. Bunu sağlamaları için de, çok küçük gruplar halinde, öncelikli olarak görülen bölgelere gidilerek çalışmalara başlandı. Birkaç kişiden oluşan gerilla birlikleri belirli bölgelere yerleşti ve yoğun propaganda faaliyetleriyle örgütlenmeye başladılar. Ancak bu grupların hazırlık ve örgütlenme çalışmalarını öngörülen zamanı aşarak sürece yaymaları ve pratik önderliğin rolünü oynamada içerisine düştüğü yetersizlikler, eyleme geçilmesinde gecikmelere neden oldu. Önder Apo’nun yapmış olduğu eleştiri ve müdahaleler sonucunda hazırlıkları yapılan eylem planlamaları bölgelere ulaştırılarak eylem sürecine geçilebildi. Hêzên Rizgariya Kurdistan-HRK’nin ilan edildiği 15 Ağustos 1984 Gerilla Hamlesi de böylesi bir atmosferde başlatıldı. Üç hedefe; Eruh (Dihê), Şemdinli (Şemzînan) ve Çatak’a (Şax) yapılan eylem planlaması eksik uygulanmış olsa da, Kürdistan tarihi açısından “yeni bir başlangıç” anlamına geldi. Bu adımın siyasal anlamı daha güçlü oldu. Toplumu derinden etkiledi. Umutları yeniden yeşertti. Sömürgeciliğe sıkılan “İlk Kurşun” ve “Ulusal Diriliş Bayramı” olarak kabul edildi, ‘kahramanlık çağı’nın başlangıcı olarak tarihe geçti. İçerisine girilen ‘kahramanlık çağı’nı önceki dönemlerden ayıran temel özellikler vardı. Artık Kürdistan’da tarih ‘yas tutmayacaktı.’ Nuri Dersimi’nin intikam vasiyetinin gereklerinin yerine getirilmesine tanıklık edilecek ve bu yaşanacaktı. Bunun anlamı ise beyinlerdeki karakolların yıkılması ve zincirlerin kırılmasıydı. Eğer 15 Ağustos Atılımı’nın yarattığı etki doğru tahlil edilip gerekleri yerine getirilebilseydi kuruluş ilanı yapılan Silahlı Propaganda Birlikler’nin etrafında yaygın bir halk ordusunun örgütlenme olasılığı vardı. Fakat bu değerlendirilemedi. Düşman da bunu kendisi için bir fırsata dönüştürdü. Halk üzerinde baskısını daha da derinleştirerek, klasik politikasını, “Kür‘te karşı Kür‘tü kullanmayı”, “köy koruculuğu” yasası ile yeniden devreye koydu. Ancak 1986’da yapılan Üçüncü Kongre’de alınan ordulaşma kararı ile Arteşa Rizgariya Gelê Kurdistan-ARGK’nin kuruluşuyla yaşanan bu sorunlar savaş, eğitim ve bilinçlenmeyle aşılacak ve PKK’nin ön gördüğü disiplinli gerilla ölçülerine ulaşılacaktı. Bu güçle, savaş içerisinde öncüleşilecek, komutanlaşılacak ve büyüyerek ordulaşılacaktı. Her ne kadar büyüyen bu güç askeri, ideolojik, siyasi eğitim görse de, aralarında yerel, aşiretsel, aileden ve sistemden edinilen özellikleri aşamayanlar da bulunmaktaydı. Bu özellikleri koruyanların ortak noktalarda buluşmaları da söz konusuydu. Geriye çeken bu özellikler karşılıklı olarak birbirlerini besleyerek, gerillalaşma-ordulaşma ve Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin pratikleşmesi önünde ciddi engeller haline gelecekti. Özellikle de Parti ve öncülüğün zayıf kaldığı zamanlarda, kendini savaş bölgelerinde çok daha sarsıcı bir şekilde hissettirmekten geri kalmayacaktı. Silahlı Propaganda ve gerillanın gelişmesi ve düşmanı darbeleyecek bir güce ulaşmasıyla, Rojavayê Kurdistan’da işçi, köylü, esnaf, aydın, öğrenci vb toplumsal kesimlerin PKK’ye olan ilgi ve sempatisi arttı. Başta üniversitelerden olmak üzere, tüm bu toplumsal kesimlerden onlarca genç PKK saflarına geldi. İdeolojik, siyasi, askeri eğitimler görerek yerel çalışmalara ve gerillaya katıldı. Kürdistan Devrimi’nin öncü kadroları arasında yerini aldı. Bakur, Rojava, Türkiye metropolleri ve yurtdışı alanlardan yaşanan katılımlarda yer alan üniversite öğrencilerinin tercihlerini duygusallığın ötesine taşımaları, bilinç ve sorgulama düzeylerinin varlığı önemliydi. Yine farklı toplumsal kesimleri ve yurt dışını kapsaması, aritmetik olmanın ötesine geçen bir gelişimin önünü açtı ve giderek diğer Kürdistan parçalarında da katılımlar artmaya başladı. PKK’lileşmenin önündeki en büyük engel: Çetecilik-tasfiyecilik Komutanlaşma-ordulaşma özelliklerinin öne çıktığı dönem ile yaşanan önceki süreçler arasında farklılıklar vardır. Düşmanla yaşanan açık ve doğrudan savaşın bir tarafı, gücü haline gelinmiştir. Gerilla savaşının toplumda yarattığı derin etkilenme ve açığa çıkardığı potansiyel, 1985 Newroz’unda Eniya Rizgariya Netewa Kurdistan-ERNK’nin ilanıyla cephe örgütlenmesinde bir araya getirilerek, devrim denizinde ve gerilla ile Parti öncülüğünde bütünleştirilmiştir. Devrimde önemli bir kazanım olan bu konumlanış ve mevzi tutma, maddi imkanlara ulaşma olanaklarının da yolunu açmıştır. Tam da bu noktada partili, devrimci bir duruşun sahibi olunacağı gibi parti dışı yanlış eğilimlerin baskın çıkma olasılığı da ortaya çıkmıştır. Yaşanılan bu kritik anlar ne kadar partileşildiğinin, devrimcileşildiğinin, yeni Kürt toplumsallığına girildiğinin ve bunların bir gereği olarak komutanlaşma-ordulaşma ölçülerinin ne kadar yakalandığının bir göstergesi olmuştur. Yoğun baskı, saldırılar karşısında nasıl safları terk edenler ortaya çıkmışsa, içerisine girilen bu süreçte, ortaya çıkan imkanlara konmak isteyenler de çıkmıştır. Aslında dikkatli bir şekilde ele alındığında görülecektir ki; safları terk ederek kaçmış olan da, maddi imkanlara konarak kendini yaşatmak isteyen de partileşmeyen, devrimcileşmeyen, gelinen sömürgeci kapitalist modernite “toplumunun” özelliklerinden kendini arındırmayan kişiliklerdir. Komutanlaşma-ordulaşma özelliklerinin öne çıktığı bu dönem; Önder Apo’ya katılmayan, PKK mücadelesinde kendini yeniden yapılandırmayan kişilikleri de açığa çıkarmıştır. Bu kişilik ve sınıf mücadelesinde Önder Apo’nun sürekli müdahalelerde bulunarak tedbirler alması ve aldığı tedbirlerle parti, çizgi dışı eğilimleri taşıyan kişilikler önünde engelleyici bir rol oynaması, şehitlerde temsilini bulan PKK kadro duruşunu netleştirdi. Buna rağmen, pratik önderliğin rolünü oynamada yeteriz kaldığı, kendini pratikleştiremediği yer ve zamanlarda; parti ve çizgi dışı eğilimlere sahip olan kişiliklerin kendilerini çok rahat bir şekilde etkin hale getirmiş olmalarına ve yaptıklarını Parti doğrusuymuş gibi göstermelerine de tanık olunmuştur. Daha doğrusu bu tür kişilikler sömürgeci kapitalist moderniteden aldıklarını, öğrendiklerini sanki Parti doğrusuymuş gibi uygulamaya koyabilmişlerdir. Elde tuttukları Parti yetkisine, komuta gücüne, üstlendikleri sorumluklara dayanarak, sömürgecilik altında yaşadığı kompleksli, bastırılmış, kendi özüne yabancılaşmış kişilik özellikleri, yaşadığı açlıklar büyük bir doyumsuzlukla, iğrenç dürtü ve güdülerini tatmin etmek için harekete geçmiş ve her şeyi elde etme arayışına dönüşmüştür. Adeta bir gerilla komutanı, parti sorumlusu olmaktan çıkılarak, rahatına düşkün, kendine sevdalı, sorumsuz, PKK mücadelesinin ortaya çıkardığı değerler üzerinde kendini yaşatan, keyif çatan; sempatizanlar, taraftarlar üzerinden amirlik, müdürlük yapan, devrimin kazanımlarını sınıfsal ve ailevi çıkarları için kullanan, halka lojistik deposu olarak bakan, gerilla adaylarını hizmetinde çalıştıran, bir derebeyi, savaş ağası haline gelenler de olmuştur. Bunlar yıkıcı ve tahrip edici rol oynamışlardır. Komplo ve basit ayak oyunları ile konumunu sağlama almak için önünde engel olarak gördüklerini katletme dahil sahte gerekçelerle çok basit bir şekilde tasfiye girişimlerinde bulunabilmişlerdir. Bunların sorumluluğu altında olan askeri güçlerde başına buyruk, ilişkilerde ahbap-çavuşluk, savaştan çok rahatını düşünen eğilimler, asi-avare tarz öne çıkarak, gerilla olmaktan uzaklaşma yaşanmıştır. Bir yandan gerillayı açıktan tasfiye eden bu tür parti ve çizgi dışı yaklaşımlar etkisini gösterirken, Önder Apo döneme ilişkin çözümlemelerinde şu değerlendireyi yapmaktadır: “Gerilla yönetimi, sağ sapma içinde bulunan kişilikler ve onlardan da beter biçimde ilkel kalmış, egolarını tatmin etmekten öteye gidememiş köylü kurnazları ve küçük-burjuva şarlatanlar birer soykırım olan bu uygulamaları seyretmişler, hatta yetmez ve yanlış pratikleriyle bu uygulamalarda bulunanlara en büyük desteği sağlamışlardır.” Gerilla alanları ve savaş dışında olan örgütlenme aslında gerilla ve savaşın tamamlayanı ve ayrılmaz bir parçası olan kimi mücadele alanlarında da, oraların özgünlüğünde ihanete varan, ucu istihbarat örgütlerine kadar dayanan ajan, tasfiyeci provokasyonlara rastlanmıştır. Böylece Stratejik Partileşme Hamleleri döneminde en görkemli, aktif ve sonuç alan süreçlerden olan komutanlaşma-ordulaşma özelliklerinin öne çıktığı böylesi bir süreç gerek içerden, gerekse de dışardan yapılan boşa çıkarma çabaları ile tasfiye edilmek istenmiştir. Önder Apo tarafından “Dörtlü Çete” olarak adlandırılan kontra-tasfiyeci provokasyon ve ihanet çizgisiyle gerilla alanlarında bu yapılmaya çalışılmıştır. Bir diğer mücadele alanı olan Avrupa ve zindanlarda da benzer tasfiyeci çizgiler kendini göstermiştir. Avrupa’da Çetin Güngör ve Kesire Yıldırım gibi kişiliklerde ifadesini bulan teslimiyetçi, Kemalist, küçük-burjuva ihanet çizgisi ve kendisini bu çizginin temsilciliğine yatıran, bu kişiliklerle ilişkili olan Hüseyin Yıldırım gibi kişiliklerin başını çektiği bir tafiyeci çizigi boyvermiştir. Bu işbirlikçi ihanetçi çizgi kendini Avrupa istihbarat örgütlerine ve sosyal demokrasisine dayandırmıştır. Yine zindanlarda teslim alınan, MİT tarafından hazırlanarak zindan direnişçiliğinin özünü boşaltma ve dayatılan rehabilitasyon politikalarıyla zindanlarda işkenceyle yapılamayanı yapmayı hedefleyen, daha sonra da Önderlik sahasına, gerilla ortamına taşırılmaya çalışılan Mehmet Şener provokasyonu ile sonuç alınmak istenmiştir. Uluslararası sermayeden güç alan, Gladio karargahlarında alınan kararları uygulayan sömürgeci, soykırımcı TC devleti, doğrudan cepheden yürüttüğü savaşın yanısıra özel kirli savaş taktikleriyle de sonuç almaya çalışmıştır. PKK öncülüklü mücadelenin üç sacayağı olarak gördüğü; gerilla, Avrupa ve zindanlarda Önder Apo çizgisini, PKK’yi tasfiye ederek hedefine ulaşmak istemiştir. Önder Apo, komutanlaşma-ordulaşma sürecinde karşılaşılan bu türden parti, çizgi dışılıkları, “Bunların ezici çoğunluğunun ajan olduğunu sanmıyorum. İçlerinde tek tük ajan olabilir. Büyük kısmının çeteci pratiklerinin psiko-kültürel etkilerden kaynaklandığı, sağ sapmanın, yetmez devrimciliğin ve yerine getirilmeyen sorumluluk anlayışının sonucu olarak geliştiği kanısındayım.” şeklinde değerlendirdi. “Bu anlayışın temsilcileri halk savaşını geliştireceklerine, kendi konumlarını korumanın ajanlıktan beter en iğrenç biçimlerine sevdalandılar. Bu temelde en değerli gerilla adaylarını hiç anlamı olmayan eylemlerle harcarken, gerilla savaşını geliştirebilecek dürüst komuta adaylarını da arkadan vuracak kadar alçaklaştılar. Özellikle Dörtlü Çete (Şemdin Sakık-Zeki, Şahin Baliç-Topal Metin, Halil Kaya-Kör Cemal ve Cemil Işık-Hogir) bu konuda tam uzman kesildi. Çetenin elebaşları ‘Ajanları tespit ediyoruz’ adı altında yaptırdıkları işkenceli sorgulamalarda büyük ihtimalle yüzlerce dürüst yoldaşın katledilmesine yol açtılar. Terzi Cemal-Ali Ömürcan ve Doktor Süleyman-Sait Çürükkaya gibi kaçkın birçok elebaşı, kadro ve savaşçı yeme makinesine dönüştü”. Tüm bu yaşanan sorunlar karşısında Önder Apo neredeyse tüm komuta ve savaşçı yapısını tahlil etti. Komutanlaşma-ordulaşma süreci tüm bu yaşanan olumsuzluklara rağmen Önder Apo’nun müdahaleleri, parti ve çizgi mücadelesinde ısrar eden Egîd-Mashum Korkmaz, Erdal-Mustafa Yöndem, Bedran-Mehmet Sevgat gibi yoldaşların ısrarlı yaklaşımları büyük bedeller ödeme pahasına da olsa gelişim çizgisini korudu. Niceliksel bir büyüme yaşadı ve güçlendi. PKK’nin sadece Kürdistan’ın bir parçasının değil tüm Kürdistan’da, yurt dışında da öncü parti olduğunu pratikte gösterdi. Kürt Ulusal Birliği PKK’de somut bir şekilde temsilini bulmaya ve anlam kazanmaya başladı. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise PKK mücadele tarihinde yeni bir gelişme sürecine daha girildi. b-Serhildanlar süreci 15 Ağustos 1984 Atılımıyla Kürdistan halkı gerillaya, meşru savunma güçlerine kavuşmuştu. 15 Ağustos 1984 Atılımıyla Kürdistan’da ve Türkiye’de askeri, siyasal, toplumsal ve kültürel olarak büyük gelişmelerin önü açıldı. Gerilla ordulaştı. O güne kadar evinden, köyünden çıkması engellenen ve hep erkekten sonra adı anılan kadınlar mücadele saflarına katıldıkça erkek egemenlikli cinsiyetçi düşünce ve yaklaşımlar kırılmaya başladı. Gerillada daha etkin olarak yer aldıkça özgün örgütlenme ve ordulaşma oluşturuldu. Kadın, serhildanlara öncülük yaptı. Öyle ki, Kürdistan’da fitilini ateşlediği yeni bir kültür devriminin, demokratik devrimin öncüsü haline geldi. Serhildanlarla, Kürdistan tarihinde yeni bir sürece girildi. Devletin, ağaların, jandarmanın Bakurê Kurdistan’da hükmü kalmadı. Halk kendi öz bilinci, gücü ve kimliğiyle tarih sahnesinde iradi bir güç olarak varlığını göstermeye başladı. Bununla da kalmayarak, 12 Eylül askeri faşist cuntasını gerileterek, Türkiye toplumunun, devrimci, demokratik güçlerinin de kendilerini ifade etmelerinin, örgütlenmelerinin önünü açtı. Bunun bir sonucu olarak da gerek Kürdistan’da, gerekse de Türkiye’de büyük emekçi ve halk hareketleri yaşandı. Türkiye’de 1980’li yılların sonlarına doğru başlayan ve giderek yaygınlaşarak büyüyen işçi-emekçi eylemleri, gösterileri, grevleri bunun somut göstergeleri olarak tarihe geçti. Bunlar Kürdistan tarihinde artık yeni bir mücadele sürecine girildiğini gösterirken, Kürdistan toplumu eskinin sömürge toplumu olmaktan çıktı, mücadele ederek dirilen bir halk haline geldi. Yeni bir ruhsal şekilleniş içerisine girerek bunun özelliklerni edindi. Artık sömürgeci TC devletinden, onun askerinden, polisinden, memurundan korkmuyordu. Gerillaya “bizim çocuklar” diyerek açıktan sahip çıkıyor, meydanlarda ölümün üzerine yürüyordu. Kürtler, öncesinde ‘kaçakçılık’ iddiasıyla devlet tarafından katledilen en yakınını bile tanımazlıktan gelerek sahip çıkmazken; şehitlerine sahip çıkıyor ve cenazelerini törenlerle toprağa veriyordu. Düğünler, törenler Kürtçe türkülerin, marşların söylendiği gösterilere dönüşüyor; halk bunların eşliğinde halaya duruyordu. Sömürgeci sisteme karşı esnaf kepenk, şoförler de kontak kapatarak yaşamı durduruyordu. Kadınlar için hapishane olan evlerin duvarları yıkılmıştı. Kadınlar, gençler, çocuklar serhildanların en etkin katılımcılarıydı. Sokaklarda açıktan, korkmadan Kürtçe konuşuluyor ve Kürtlere ait folklorik özelliklere sahip çıkılıyor, elbiseler giyiliyor, takılar takılıyor, renkler taşınıyordu. Tüm bunlar, Kürdistan’daki toplumsal kırılmanın yerine yeni bir toplumsallığın doğduğunu gösteriyordu. Bununla da kalınmayarak; Kürt olmayan topluluklar üzerinde demokratik, özgürlükçü düşünce ve eğilimlerin gelişmesini sağlayıcı etkide de bulunuyordu. ‘Diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta’ Kürdistan halkı böylesi bir süreçte mücadelesi ile kendi meşruiyetini yaratarak sömürgeciliğin engellerini, yasaklarını parçalamış ve bunu da Önder Apo’nun “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta” sözleri ile ifadelendirmekteydi. Bakurê Kurdistan’da başlayan bu yeni dönem, Kürdistan’ın diğer parçalarını da etkileyerek ulusal birlik yönünde güçlü düşünce ve umutların gelişmesinin önünü açtı. Yaşananların etkisiyle Kürdistan’ın diğer parçalarında bunun doğrudan sonuçları görülmeye başlandı. Bunlar birer düş ve hayal değildi. Hakikatin kendisiydi. Kürdistan halkı ile sömürgeci devletin iki temel karşıt güç haline gelmiş olmasının bir göstergesiydi. İçerisine girilen bu sürecin temel özelliğini; gerilla mücadelesiyle serhildanların birleşmesi, bir başka ifadeyle kır-kent birliğinin sağlanması oluşturdu. Bununla, gerillaya dayalı halk savaşı doğrudan toplumu da içerisine almış oluyordu. Artık bu süreçle beraber, Bakurê Kurdistan’da işçi, yoksul köylü ve tüm ezilenler PKK saflarında yerlerini almaya başladı. Kürdistan’ın diğer parçalarından katılımlar daha da yoğunlaştı. Zaten böyle olması da kaçınılmaz bir sonuçtu. Gelişen ve etki düzeyi artan devrim mücadelesinin diğer farklı sınıf ve toplumsal kesimleri etkilemesi, o güne kadarki pozisyonlarını değiştirmeleri için gerekli olan koşulları yarattığı gibi Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşayan halkımızın da yönünü PKK’ye çevirmesine neden oldu; ulusal birlik düşünce ve eğilimlerini güçlendirdi. Düşman gerilemiş, PKK yeni mevziler kazanmıştı. Bakurê Kurdistan’da dirilişin tamamlandığı, sıranın kurtuluşa geldiği, ikili iktidarların tartışıldığı, Kürdistan Ulusal Meclisi’ni kurma girişimlerinin ağırlık kazandığı koşullarda bundan farklı bir sonuç da beklenemezdi. Bu süreçte, gerilla saflarına katılım oranlarında adeta bir patlama meydan geldi. Kürdistan’ın tüm parçalardaki köylerinden, şehirinlerden, Türkiye metropollerinden,yurtdışı alanlarından, üniversitelerden, öğrencisi, işçisi, köylüsü, esnafı, sanatçısı tüm toplumsal kesimlere varıncaya kadar binlerce Kürt, PKK saflarına katıldı. Genç kadın katılımları zirve yaptı, kadının rengi PKK saflarında çok daha belirgin bir hale geldi. Kadın katılımlarının ifade ettiği tarihsel anlamla, bu süreçte yaşanan katılımlar arasında nitelikleri gereği partilileşerek komutanlaşma ve ordulaşmada yaşanan boşluğu dolduracak, ulusal birlik düşünce ve mücadelesinin gelişip serpilmesine güç verecek bir potansiyele sahip olanların oranı oldukça fazlaydı. Sadece Bakurê Kurdistan açısından değil, Rojava ve Başûrê Kurdistan için de böyle bir belirlemede bulunmak mümkündür. Serhildanlar sürecinde yaşanan bu katılımlar ve yükselen toplumsal devrimci dalgalanma giderek Rojhilatê Kurdistan’ı da etkisi altına aldı. Ayrıca bu süreçte PKK’ye gerçekleşen katılımlar da: Arap Aziz-Nadir Şêx Hasan, Çerkez Hêlîn-Nermin Akkuş, Rojbîn Arap-Fatma Özen, Pir Kemal-Dursun Ustacan, Çiğdem-Hüsne Akgül, Ronahî-Andrea Wolf gibi Arap, Fars, Çerkez, Türk, Türkmen, Alman vb farklı kültür ve kimliğe mensup olanlar da yer aldı. Bu katılımlar PKK’nin Haki Karer ve Kemal Pir’lerle başlayan enternasyonalist karakterini daha da güçlendirdi. Bu katılımlar “Dörtlü Çete” pratiğinin etkili olduğu dönemde katledilen; partileşerek, komuta özelliklerine ulaşarak, dönemin öncülük görev ve sorumluluklarını yerine getirebilecek çok sayıda kadro ve gerilla adaylarının bıraktığı boşluğu doldurabilecek bir özellik taşımaktaydı. Önderliğin “Zafere Yürüyüş” adını verdiği eğitim devresine katılanların büyük bir kısmı bu katılımlardan oluşmuştu. Bu yönüyle de değişim ve dönüşüme hazırdılar. Ki, yaşananlar da bunu doğruladı. Bêrîtan-Gülnaz Karataş, Zîlan-Zeynep Kınacı ve Serhildan-Sema Yüce yoldaşlar da bu süreçte katıldılar. Her devrim sürecinde olduğu gibi Kürdistan’da yaşanan devrimin de karşılaştığı zorluklar oldu. Gerillaya katılımların sayısı bir anda binleri buldu. Gerilla ile halk serhildanları bütünleşerek Devrimci Halk Savaşı’na dönüştü. Savaş bölgeleri binlerce gerillanın kontrolünde olan “kızıl alanlara” dönüştü. Düşman güçleri garnizonlarına kapanarak hareket edemez hale geldi. Düşman -generalleri bu gerçekleri ifade ediyor- kimi Kürdistan kentlerini boşaltma hazırlıklarına başladı. Devrimin elde ettiği bu kazanımların, tamamlanan dirilişin, devrime dönüştürülmesi gerekirken, içerisine girilen ciddi yetersizlikler bunu engelledi. ‘Zafer sarhoşluğu’ ve ‘erken iktidar hastalığı’ gibi parti ve çizgi dışı eğilimler etkisini göstermeye başladı. Örgütlenme ve mücadele alanlarında da etkisini gösteren bu eğilimler büyük bedeller ödenerek, fedakârlık ve kahramanlık gösterilerek yakalanan devrimin, toplumsal bir örgütlenme ve siyasal şekillenişe dönüşmesini engelledi. Her ne kadar içerisine girilen böylesi bir dönemde erken iktidar hastalığı, zafer sarhoşluğu gibi kendini kaybeden, çizgi dışı hatalı yaklaşımlarla, öncülükte kimi yetersizlik ve sorunlar yaşanmış, yeni Kürt toplumsallığını engelleme saldırılarıyla karşılaşılmış olsa da; PKK, mücadelesine ve tarihsel yürüyüşüne devam etti. Daha önce kadroda somutlaşan yeni Kürt toplumsallığı genel Kürt toplumsal şekillenişi haline dönüşmeye başladı. Buna bağlı olarak; ‘Dirilişin tamamlandığı’ Kürdistan’ı özgürleştirerek, özyönetimine kavuşturmanın temel bir görev olarak belirlendiği bir döneme girilmiş oldu. ÜÇÜNCÜ PKK’LİLEŞME HAMLESİ (2000 ve SONRASI) ‘Kürdistan toplumsallığının yeniden inşası’ olarak adlandırılan bu dönem Kürdistan’da kapitalist modernite ile Demokratik Modernite güçleri arasında en yoğun çatışmaların yaşanmasına tanıklık etmiştir. Bu çatışmayı sadece askeri boyutuyla ele almamak gerekiyor. Çatışma sosyal, kültürel, ekonomik vb alanlarda, hatta kişiliklerde yaşanmaktadır. Bu dönemde Kürdistan Devrimi, Önder Apo’nun belirttiği gibi “komün, meclis, kooperatif, akademiler ve boyutlar” üzerinde örgütlenecek olan Demokratik Ulus inşa mücadelesi ile yeni bir aşama kaydederek kendini toplumsal bir devrime ve sisteme kavuşturmayı hedef olarak belirledi. Bunun karşısında ise kapitalist modernite çöken, iflas eden sistemini yeniden diriltmek için harekete geçerek, Kürdistan Devrimi’nin mücadeleyle elde ettiği kazanımları ortadan kaldırmak istemektedir. Bu hedefine ulaşmanın yolu olarak da; topluma karşı fiziki, kültürel, sosyal, ekonomik, tarihsel doku ve benzeri alanlarda tam bir kırıma dönüşen topyekûn hale getirdiği özel-kirli savaşı görmektedir. Her ne kadar 9 Ekim 1998 Uluslararası Komplosu, Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir dönüm noktası olarak kabul edilse de, aynı zamanda bu politikanın Kürdistan’da uygulamaya konulması anlamına da gelmektedir. Önder Apo’nun rehin olarak alınmasından günümüze kadar da bu soykırım saldırıları giderek tırmandırılarak devam etmektedir. Hala devam etmekte olan Üçüncü PKK’lileşme Hamle dönemini; artan toplum kırım saldırıları, Demokratik Ulus inşa mücadelesi olarak iki ayrı başlık altında ele almak mümkündür. a- Artan toplum kırım saldırıları 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinde olduğu gibi Uluslararası Komplo’yu salt siyasi ve askeri boyutları ile ele alamayız. Nasıl ki 12 Eylül; ekonomi, kültür, kadın, gençlik, çocuk nihayetinde de toplum kırım hedefi taşımışsa, Uluslararası Komplo’nun da Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve en genel anlamda da uluslararası alanda hedefinde bunlar yer almaktadır. Uluslararası Komplo sonrasında komployu planlayan, rol oynayan güçler ile işbirlikçilerinin öne çıkardıkları politikalar ve saldırılar bunu doğrulamıştır. Uluslararası komplocu güçler; Önder Apo’nun rehine olarak alınmasının ardından, Kürdistan’da komploya hız kazandırmak için harekete geçti. Bunun bir sonucu olarak PKK’yi içerden ele geçirmek için Ferhat-Botan tasfiyeciliği ile Başûrê Kurdistan’daki yönetim ortak edilerek yeni bir proje devreye konuldu. Bunu takiben İmralı’da cellat ve gardiyanlık rolünün verildiği soykırımcı TC devleti içerisinde bir nevi ‘iç darbe’ ya da ‘saray oyunları’ diyebileceğimiz yöntemler kullanılarak Bülent Ecevit’in başında olduğu DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti yıkılarak yerine Uluslararası Komplo’nun devamında kullanılmak üzere hazırlanan AKP, iktidar koltuğuna oturtuldu. Ardından da Irak’a yapılan askeri müdahaleyle Saddam Hüseyin rejimi devrildi. Aslında Türkiye ve Irak’ta yapılan bu yönetim değişiklikleri Uluslararası Komplo çerçevesinde atılan başka önemli adımlar olmuştur. Bu yönleriyle uluslararası komplocu güçler Bakur ve Başûrê Kurdistan’da Kürdistan halkına ve PKK’ye karşı ortak koordineli bir plan, program doğrultusunda harekete geçtiler. Asıl pratik görev ve sorumluluklar da ABD ve İsrail’in koruması altındaki Türkiye’de AKP’ye, Başûrê Kurdistan’da ise bölgesel yönetime daha doğrusu KDP’ye verildi. Uluslararası Komplo’yu takip eden yıllarda Bakur ve Başûrê Kurdistan’da yaşananlar hep bu güçler tarafından organize edilerek uygulamaya konulmuştur. Başûrê Kurdistan soykırımcı TC devletinin sömürge pazarının bir uzantısı haline getirilirken, Bakurê Kurdistan’da toplum kırım esasları üzerinden sömürgecilik yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Önder Apo’nun rehine olarak alınmasıyla küresel sermaye güçleri, işbirlikçisi TC devleti ve uzantıları tam da böylesi süreçte saldırılarını başlattı. Ferhat-Botan provokasyonu KDP himayesinde, PKK’yi tasfiye etmek için harekete geçti. Böylece Ferhat-Botan provokasyonu PKK’yi uğraştırıp, güçten düşürerek Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelede sınırlandırırken, soykırımcı TC devleti de, Bakurê Kurdistan’da saldırılarının kapsamını genişletti. PKK’yi, serhildanlar sürecinde gelişen yeni Kürt toplumsallığını, demokratik devrimi boğmak için sadece askeri ve siyasal olarak değil, ekonomik, sosyal, kültürel boyutlarıyla da saldırıya geçti. Başarılı olabilmek için ise devrimin Kürdistan’ı var eden özellikleri, onları anımsatan, çağrıştıran, yaşatan tüm toplumsal, siyasal, kültürel, ruhsal, yaşamsal dokuları yok ederek, yerine başka, yabancı dokuları nakletmeye çalıştı. Hasankeyf gibi tarihi, kültürel değerler ve mirasların yok edilmesini Kürdistan doğasının, tarihinin barajlarla su altında bırakılmasını, her yerin kalekol ve karakollarla donatılmasını, yolların girmediği tek bir dağ başı bırakılmak istenilmemesini, orman katliamlarını, Kürdistan kentlerinin yeniden dizayn edilmesini öngördükleri bu ‘doku naklinin’ gerçekleşmesinin en stratejik adımları olarak uygulamaya koydular. Uluslararası Komplo, Kürdistan Devrimi’nde yeni bir döneme girişin tetikleyicisi haline geldi Bu şekilde Uluslararası Komplo’nun ardından PKK’nin almış olduğu ‘geri çekilme’ kararı fırsat görülerek Kürdistan, ikame edilen askeri karakollarla, garnizonlarla, devlet kurumlarıyla, okullarla, parti ve derneklerle, ekonomik talanla, doğa katliamıyla, kadın-gençlik-çocuk kırımı politikalarıyla işgal edilmeye çalışıldı. Böylece Kürdistan’da etkisiz kılınan sömürgeci-soykırımcı TC devleti kendini yeniden görünür kılmak, etkisiz hale gelmiş olan işbirlikçi, feodal komprador yapıyı yeniden düzenlemek ve Kürdistan toplumunu da yeniden sömürgecilik cenderesi altına almak istemiştir. Küresel sermaye güçleri ve uzantısı TC devleti, Kürdistan toplumuna yönelik başlattığı bu saldırıyı bütünlüklü bir plan etrafında uygulamaya koydu. Küresel sermayenin, Ortadoğu’dan başlayarak hakim kılmaya çalıştığı Yeni Dünya Düzeni’ni kurma hedefi, onları Kürdistan’a yönelik böyle bir plan etrafından hareket etmeye yöneltti. Sadece Bakur değil Kürdistan’ın tamamı bu plana dahil edilmek istendi. Buna bağlı olarak Bakur ve Başûrê Kurdistan’da eş zamanlı harekete geçildi. Uluslararası Komplo’yla, Bakur ve Başûr’da olduğu gibi Rojavayê Kurdistan’da da kapitalist modernite güçleri kendi planlarını hakim hale getirmek için saldırılarına hız kazandırdı. Bu konuda Suriye rejimi ile küresel sermaye güçleri ve TC devleti ortak hareket etti. Soykırımcı TC devletiyle ortaklaşılarak uygulamaya konan bu saldırılarda Kürtler doğrudan bir hedef haline getirilerek iç örgütlülükleri dağıtılmak istendi, baskılar, tutuklamalar ve işkenceler yoğunlaştırılarak kitleselleştirildi. Bu plandan sonuç almak için de PKK saflarına Rojava’dan katılanlar için yasalar çıkararak, çağrıda bulundular. Rojavayê Kurdistan gençlerini Kürdistanlı olma bilincinden uzaklaştırmak, Önder Apo düşüncesinin, PKK’nin buradaki etkisini kırmak için gençler arasında uyuşturucu kullanımı, fuhuş ve çete gruplarının oluşumu teşvik edildi. 12 Mart 2004’de Qamişlo Katliamı’nı yaptıkları böylesi bir süreçte, onlarca Bakurê Kurdistan’lı PKK’li oldukları gerekçesiyle soykırımcı TC devleti’ne teslim edildi. TC devleti ile Suriye rejiminin içerisine girdiği bu yönelim daha da derinleştirilerek anti-Kürt politika ve saldırılar en uç safhaya kadar vardırıldı. Bu durum 2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalara ve küresel sermaye güçlerinin yaptığı müdahaleye kadar da devam etti. Ancak Kürtler söz konusu olduğu zaman Suriye rejimi, TC devleti ile yaşadıkları soruna rağmen, işbirliği yapmak için mekanizmalarını, kanallarını açık tuttu. Bakur, Başûr ve Rojavayê Kurdistan’da Uluslararası Komplo sonrasında yaşanan soykırım saldırıları, Rojhilatê Kurdistan’da da kendine özgü yönleriyle devam etti. İran, TC, Irak ve Suriye devletlerinin yapmış olduğu anlaşmaların en temel özelliğini, egemenlikleri altındaki Kürdistan parçasına karışılmaması ve herhangi birinde yaşanacak ayaklanmalar karşısında birlikte bastırma hükümleri oluşturmaktadır. Uluslararası Komplo sonrasında bu politikayı, PKK’ye karşı çok daha stratejik bir şekilde uygulamaktan geri kalmadılar. Öyle ki, İran, 2007 yılının sonlarında PKK kadrosu Egîd Harran-Hikmet Demir’i idam ederek bir ilke imza attı. İran, 2011 yılında Rojhilat-Başûrê sınırı üzerinde PJAK gerillaları ile girdiği şiddetli çatışmalar sürecinde de TC devleti ile açıktan ortak hareket etti. 24 Eylül 2017 tarihinde Başûrê Kurdistan’da yapılan bağımsızlık referandumunun ardından Irak, İran ve TC devletleri ortak bir plan etrafında bir araya gelerek askeri işgal saldırısı başlattılar. Bu saldırılar sadece dört parça Kürdistan’la sınırlı kalmadı, yurtdışındaki Kürtleri de hedef aldı. Uluslararası Komplo’nun bir parçası olan Avrupa devletleri, Önder Apo’nun rehin alınmasıyla PKK karşıtı olan birçok kişi ve çevreyi açıktan destekleyerek, teşvik ederek PKK’yi tasfiye etmek için harekete geçirti. Gerek dört parça Kürdistan’da gerekse de yurt dışında Uluslararası Komplo’yla başlayan toplum kırımcı soykırım saldırılarına Kürdistan toplumunun verdiği yanıt komplocu devletlerin, güçlerin beklemedikleri bir düzeyde oldu. Uluslararası Komplo’nun duyulmasının ardından başta Avrupa olmak üzere yurtdışında yaşayan Kürtler, hiçbir çağrıya, davete gerek duymadan meydanlara çıktı, zindanlarda Mehmet Halit Oral’ın “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla başlattığı eylem ardından dünyanın dört bir yanında 64 Kürdistanlı bedenini ateşe verdi. Bakur ve Rojavayê Kurdistan’da halk Önderliğini sahiplenerek meydanlara çıktı, gençler özgürlük ve gerilla alanlarına akın etti. Başûrê Kurdistan’da yurtsever Kürdistan halkı Uluslararası Komplo’da rol oynayan işbirlikçiliği lanetleyerek Önder Apo’yu sahiplendi, gençler gerilla saflarına aktı. Erivan Kürtleri de Önderliği sahiplendi ve yapılan radyo yayınları tarihsel öneme sahip bir rol oynadı. Öyle ki, Kürdistan halkının bu sahiplenişi, Uluslararası Komplo’nun birinci dereceden sorumlusu ABD’yi bile şaşkına çevirirken, dönemin dışişleri bakanı Madeline Albgrith, Kürt halkının ögütlülüğü ve Önderliğini sahiplenme düzeyi karşısındaki şaşkınlığını, “Kürtlerin, Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesine tepki göstereceklerini biliyorduk ancak bu kadarını hiç kimse tahmin edememiştir” biçiminde itiraf etmek zorunda kaldı. Komplocu güçler hiç de beklemedikleri bir sonuçla karşılaşırken, Uluslararası Komplo, Kürdistan Devrimi’nde yeni bir döneme girişin de tetikleyicisi haline geldi. İçerisine girilen böylesi bir dönemde söz söyleme sırası sosyolojik bir tanım olarak meydanlara çıkan Apo Kürt’üne; tarihsel, felsefik, teorik ve siyasal bir belirleme olarak da demokratik uygarlık güçlerine gelmiştir. b- Demokratik Ulus inşa mücadelesi Uluslararası Komplo karşısında Kürdistan’da, yurtdışında meydanlara çıkanlar Önder Apo’ya olan bağlılıklarını gösterirken aynı zamanda kendilerini var eden değerlere de sahip çıkmışlardır. Uluslararası Komplo’nun asıl hedefinin de, bu değerler zincirini parçalamak olduğu bilinciyle hareket edilmiştir. Önder Apo’ya düzenlenen komplo haberini aldıklarında çağrı beklemeden harekete geçilmesi de bu bilincin dışa vurumudur. Kürdistan toplumu bu bilinci, PKK’nin onlarca yılı bulan ve büyük bedeller ödeyerek o güne kadar yürüttüğü mücadeleyle edinmiş, Uluslararası Komplo karşısında Önder Apo’nun etrafında kenetlenerek yeniden kazandığı toplumsallığını savunmuş ve özüyle buluşmuştur. Devam eden Uluslararası Komplo karşısındaki konumunu da bu öze bağlı kalarak belirleyerek dört parça Kürdistan’da, yurtdışında kesintisiz bir mücadelenin sahibi haline gelmeyi bildi. Bununla da, soykırım saldırıları karşısında serhildanlar sürecinde öne çıkan, “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta” belirlemesinin, iktidar ve geleneksel toplum dışında ele alınarak perspektifinin oluştuğu, yol ve yönteminin belirlendiği Kürdistan toplumsallığının yeniden inşa sürecine adım atmıştır. Kürdistan toplumunu böyle bir adımı atmaya götüren de Önder Apo’nun reel sosyalizme eleştirel bakış açısı ile sürekli bir kriz ve kaos halinde olan ancak karşı-devrimlerle ayakta kalabilen kapitalizm karşısında; üçüncü bir yol olarak geliştirdiği devrimci çözüm arayışı oldu. PKK’nin mücadele tarihinin ortaya çıkardığı, geleneksel toplum ve devlet dışında olan halk gerçekliği ise Önder Apo’nun bu çözüm arayışında yakaladığı en temel halka olma özelliğini taşımıştır. Buradan da yola çıkarak çözüm yolu olarak; devlet ve iktidar dışı toplum örgütlenmesini esas alan bir devrim modeli geliştirmiştir. Geliştirdiği bu görüşü daha sonra, KCK sisteminin örgütlenmesi olarak netleştirmiş, Demokratik Sosyalizm, Demokratik Ulus, Demokratik Özerklik, Demokratik Konfederalizm belirlemeleri ile formüle etmiştir. Uluslararası Komplo’nun devam ettiği koşullarda böyle bir sonuca ulaşmıştır. Bu çözüm, Önder Apo’nun Uluslararası Komplo’ya karşı verdiği yanıt olma özelliğini de taşımaktadır. Formüle edilen bu görüşlerin pratikleştirilmesinde gerekli olan hazırlıklar için ihtiyaç duyulan zamanı kazandıran da yine Önder Apo olmuştur. Rehine koşullarında tutulmasına rağmen, kazandırdığı zamanla geri çekilme taktiği uygulanabilmiş, ihtiyaç duyulan örgütsel düzenleniş ve konumlanış sağlanabilmiş, geliştirilen görüşleri bilince çıkarma ve kararlaşma içerisine girilmiştir. Oluşan bu elverişli koşullarda dört parça Kürdistan’da, yurt dışında devriminin o güne kadar izlediği yol, mücadele yöntemleri ele alınmış, ulaşılan sonuçlar doğrultusunda her alanın özgünlüklerinin dikkate alındığı yeni bir mücadele dönemi başlatılmıştır. Demokratik Ulus inşa mücadelesi olarak nitelendirilebilecek olan bu mücadele döneminde, dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında örgütlenme düzeyleri, hem özgünlüğü hem de karşılıklı birbirini etkilemeleri, edinilen kazanımlar, herbir Kürdistan parçasında aynı süreçlerin, sıfırdan yaşanılmasını bir zorunluluk olmaktan çıkarırken, yapılacak hamlelerle ortak bir seviyenin yakalanmasına imkan sunmuştur. Uluslararası Komplo’yla başlayan süreçte dört parça Kürdistan’da, yurtdışında yürütülen mücadelede buna dikkat edilmiştir. Buna bağlı olarak devrimin temel taktiğini pratikleştirecek olan öncünün örgütlenmesi, gerekli olan düzenleme, konumlanma ve hazırlıklar yapılarak her dört parça Kürdistan’da geliştirilecek olan Demokratik Ulus inşa mücadelesi temel görev olarak belirlenmiştir. Devlet+Demokrasi, Demokratik Özerklik, Demokratik Konfederalizm gibi birbirini reddetmeyen, içerisinde öz yönetimi ve meşru savunmayı, Devrimci Halk Savaşı ilkesini esas aşam ama siyasal, yasal, demokratik mücadeleleri de reddetmeyen görüşlerle Demokratik Ulus çözümü için yollar aranmaya, yöntemler geliştirilmeye çalışılmıştır. Ulus, bağımsızlık, demokrasi, özerklik, konfederalizm gibi kavramlara sözlüklerde yüklenen klasik anlamlardan farklı, devlet, iktidar dışı anlamlar yüklenerek, ele alış ve yaklaşım geliştirilmiştir. Dört parça Kürdistan’ın özgünlükleri reddedilmeden, her parçada bu görüşlerin pratikleştirilmesi için programlar hazırlanarak, çalışmalar yürütülmüştür. Önder Apo tarafından geliştirilen Demokratik Ulus çözümü, o güne kadar söz konusu olan ulusal sorunların çözüm yollarından farklı olduğu gibi ulusların kendi kaderlerini tayin hakkında öngörülen ayrı devlet kurma hakkı gibi belirlemelere yüklenen anlamdan farklıdır. Demokratik Ulusun kendi toplumsallığının siyasal olarak nasıl örgütlendirileceğini anlatmaktadır. Önder Apo’nun daha önce yapılanların dışında yapmış olduğu ulus tanımlaması da, siyasal örgütlenmenin nasıl bir biçim alacağını belirlemektedir. Kürdistan’da Demokratik Ulus çözümü, kendini bu dayanaklar üzerinde Kürt toplumsallığının yeniden inşası olarak PKK mücadelesinde yeni bir stratejik dönem olarak bir ifadeye kavuşturmuştur. Uluslararası Komplo’yla yaşanan süreçte dayatılan tüm imha saldırılarına rağmen dört parça Kürdistan’da belirlenen bu doğrultuda bir yürüyüş ve mücadelenin sahibi olunmuştur. Bakurê Kurdistan’da, anlamada, uygulamada içerisine girilen yanılgı ve yetersizliklere rağmen Konra-Gel, sonradan adı Koma Civakên Kurdistan-KCK olarak değiştirilecek olan Koma Komelên Kürdistan-KKK ilanıyla içerisine girilen örgütleme faaliyetleri, Özgür Yurttaş Hareketi ve meclislerini oluşturma, özgür belediyecilik ile Demokratik Toplum Hareketi’nin geliştirilmesi yönünde atılan adımlar ve bunu takip eden yıllarda meclis, komün, kooperatif, akademi ile Demokratik Ulus boyutlarını örgütleme çalışmaları bu doğrultuda atılan adımlardır. Soykırımcı TC devletinin “Çöktürme” adını verdiği imha planını devreye koyarak saldırılarına yeni bir boyut kazandırması karşısında yaşanan özyönetim direnişleri de atılan bu adımların ne pahasına olursa olsun savunulmasındaki kararlılığın bir göstergesi olmuştur. Rojavayê Kurdistan’da ise, 19 Temmuz Devrimi ile sosyolojik ve zihinsel olarak yeni bir form kazanmaya başlayan Kürt toplumsallaşması, uluslaşması, kendi sistemini oluşturma yönünde çok daha somut adımlar atma imkanına kavuşmuştur. Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da Demokratik Ulus inşa mücadelesi, Bakur ve Rojavayê Kurdistan’da içerisine girilen pratikleştirme mücadelesi gibi olmamıştır. Bu parçalarda atılan adımlara yön veren daha çok Demokratik Ulus inşa mücadelesinde öncülük sorunlarının çözümü, örgütlenme, özsavunma ile diğer Demokratik Ulus boyutlarının örgütlendirilmesi temelinde bir mücadelenin geliştirilmesi olmuştur. Böylece, Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da da Kürdistan toplumsallığının yeniden inşa döneminin ihtiyaçlarına yanıt olacak sonuçlar ortaya çıkmıştır. TC devleti soykırım saldırılarını daha da tırmandırmıştır Rojava Devrimi ve Kobanê’yi savunma direnişinde görüldüğü gibi, Kürdistan toplumsallığının savunulması ve yeniden inşasının dört parça Kürdistan’da yarattığı ortaklaşma dönem görevlerinin başarıyla yerine getirilebileceğini ortaya koymuştur. Ancak içerisine girilen böylesi tarihsel bir süreçte kimi yanılgılar, yetersizlikler ve eksiklikler, Önder Apo’nun sunduğu perspektif temelinde doğru tarz, tempo ve üsluba ulaşılmasını engellemiştir. Bunun bir sonucu olarak da, Bakurê Kurdistan’da Demokratik Ulus inşa mücadelesinin öne çıktığı ve temel görev olarak belirlendiği, PKK tarihine de Üçüncü Stratejik Partileşme Hamlesi olarak geçen bu döneme yanılgılı yaklaşılmıştır. Demokratik Ulus inşası denilince sanki Birinci ve İkinci Stratejik Partileşme döneminin özellikleri olan; kadroda partileşen, komutanlaşan özellikler önemini yitirmiş ve bunlara gerek kalmamış gibi yaklaşılabilmiştir. Sadece bununla da kalınmayarak, toplumsal alan örgütlenmesi, sistem içi sivil toplum örgütlenmeleri derekesine indirgenmiştir. Böyle olunca da orta sınıf eğilimleri, liberal, reformist özellikler başat kılınarak devrim yapma görev ve sorumluluğundan uzaklaşılmıştır. Uluslararası güçler ve soykırımcı TC devleti de bundan güç almıştır. Yaşanan böylesi bir süreçte uluslararası güçler siyasal, demokratik alanlara orta sınıf eğilimleri üzerinden müdahalesini yoğunlaştırarak etki gücünü arttırmaya çalışırken, TC devleti de soykırım saldırılarını fiziki, kültürel ve toplum kırım boyutları ile daha da tırmandırmıştır. Rojava’da devrimin ancak savaşan halk haline gelinerek savunulabileceği görüşünden uzaklaşılması gibi parti öncülüğü de, yaşanan iktidarlaşma karşısında ciddi zafiyete uğratılmış, burjuva liberal ve dar milliyetçi eğilimlere kapıları aralayan bir yaklaşım kendini gösterebilmiştir. Oysa Bakur ve Rojava’da yaşanan bu devrimsel süreçte, dönem sorunlarına çözüm olacak Demokratik Ulus inşasını pratikleştirecek olan partileşen, komutanlaşan kadro özelliklerinin daha da yetkin kılınması gerekmekteydi. Bunu başarmak için de Demokratik Ulus inşacısı olunacaktı. Demokratik Ulus’ta öncülük, özyönetim ve özsavunma ilkeleri bunları zorunlu kılmaktaydı. Bu temel özellikler olmaksızın Demokratik Ulus inşa mücadelesinin başarılı kılınması mümkün değildi. Nihayetinde Bakurê Kurdistan’da Özyönetim Direnişleri döneminde, bu alanlarda yaşanan boşlukların hangi sonuçları yaratacağı açığa çıktı. Partileşmeyen, komutanlaşmayan, Demokratik Ulus inşasında öncülüğü kendi şahsında somutlaştıramayan kadronun mücadelede başarılı olması mümkün değildir. Rojavayê Kurdistan’da da, 19 Temmuz 2012 sonrasında, gerek uluslararası güçler gerekse de soykırımcı TC devleti ve kontrolü altında olan DAİŞ, Cebhet El-Nusra gibi çete örgütlenmeleri eliyle yoğunlaşan saldırı ve katliamlar karşısında bunların neden olduğu zorlanmalarla karşılaşıldı. Siyasal, toplumsal kazanımları maddi imkanlar; Demokratik Özerk yönetimi iktidar; komün, kooperatif, meclis ve akademileri iktidar kurumları; halk savunma güçlerini düzenli ordu; özgüce dayalı devrim ve savunma yerine uluslararası güçlere dayanmayı; halk diplomasisi yerine, devlet diplomasisini öne çıkaran yaklaşım ve pratikler görüldü. Devrimin yaşadığı boşluklar ise uluslararası güçler ve soykırımcı TC devleti tarafından ENKS, DAİŞ ve diğer çete gruplar üzerinden ve Kuzeydoğu Suriye Demokratik Özerk yönetimine ve PYD’ye yapılan dayatmalarla doldurulmak istendi. Bakur ve Rojavayê Kurdistan’dan farklı yönleri olan Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da da örgütlenme, ideolojik, siyasal mücadele ve özsavunma ile geliştirilmesi gereken toplumsal inşa mücadelesinde yaklaşım sorunları yaşandı. Partileşme, komutanlaşma, Demokratik Ulus inşa öncüsü olma özellikleri bir arada olması gerekirken, kadroda bu konularda ciddi yetersizlikler görüldü. Hatta toplumsal inşa mücadelesi, adeta görmezden gelindi. Bunun bir sonucu olarak oluşan boşluklar; Kürt sorununa küresel sermaye güçleriyle ilişki halinde kendilerince “çözüm” arayan düşüncelerle, Ortadoğu’ya yabancı, kapitalist modernitenin pozitivist bakış açısı, yaşam biçimi ve kültürüyle, Başûrê Kurdistan’da Goran, Yeni Nesil Hareketi ve benzerleri, Rojhilatê Kurdistan’da da İ-KDP grupları, hizipleri, bunların türevleri tekrar canlandırılarak doldurulmaya çalışıldı. Partileşmede Stratejik Üçüncü Hamle Dönemi Bu yetersizlik ve eksiklikleriyle de olsa Kürdistan Devrimi’nde, toplumsallığın yeniden inşa mücadelesi önemli ve büyük kazanımlar ortaya çıkarmıştır. Rojava Devrimi’nin yaşadığı kuşatma ve saldırılar karşısında kendi kendine yeterli bir sistem oluşturma çalışmalarında elde ettiği kazanımlar, özgürlük gerillasının kendini yenileyerek yeni dönemin tarz ve temposunu yakalayarak Bakûrê Kurdistan’da ve Medya Savunma Alanları’nda mevzilerini koruyarak aktif bir hareketlilik ve eylemsellik içinde olması, Bakurê Kurdistan’da sömürgeci soykırım saldırıları karşısında gösterilen toplumsal direniş, siyasal ve toplumsal alanda kazanımların ve halk örgütlülüğünün korunarak, daha geniş alana yayma çalışmaları, Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da yürütülen mücadelede elde edilen kazanımlar ve örgütsel anlamda yakalanan düzey bunun somut bir ifadesi olmuştur. Yurtdışında kesintisiz bir şekilde süren yaygın kitle eylemleri ve zindanlarda yaşanan kitlesel direnişler de Kürdistan toplumsallığının yeniden inşa mücadelesine kendi cephelerinden katılıma dönüşerek güç vermiştir. Ancak elde edilen bu kazanımlara rağmen Kürdistan toplumsallığının yeniden inşa süreci, hala devam eden bir süreç olma özelliğine sahiptir. Sürekli olarak da karşı saldırıların hedefi halindedir. Bu saldırılar soykırımcı, sömürgeci devletler ile küresel sermaye güçleri tarafından kullanılan araç ve yöntemlerle daha da derinleştirilerek bir toplum kırım haline getirilmek istenmektedir. Partileşmede Stratejik Üçüncü Hamle Dönemi olarak kabul edilen yeniden inşa döneminin toplumsallığı da böylesi bir dönemde inşa edilmektedir. İdeolojik grup oluşum anından günümüze kadar Apocu Hareket’in tarihi bir mücadele tarihidir. Apocu Hareket bugüne kadar tüm kazanımlarını parti ve çizgi dışı etkenlere karşı yürüttüğü mücadeleyle elde etmiştir. O nedenledir ki, Demokratik Ulus inşa mücadelesi sadece Kürdistan toplumsallığının yeniden inşasında yaşanan sorunlara çözüm aramakla sınırlı kalan, dar pratikçiliği aşmayan yaklaşımlarla mümkün olmamaktadır. İnşanın önünde engel olan sorunların neler olduğunun üzerinde durularak, onlara karşı bir mücadelenin geliştirilmesi de gerekelidir. PKK tarihinden öğrenilenler, Bakur ve Rojavayê Kurdistan’da yaşanan Demokratik Ulus inşa mücadelesinden, Başûr ve Rojhilatê Kurdistan pratiğinden edinilen deneyimler ve çıkarılan sonuçlar da bunun ne kadar hayati olduğunu göstermektedir. Şimdi sıra, yaşanan tüm bu deneyimlerden çıkarılan sonuçlar doğrultusunda özgürlük mücadelesinin daha da yükseltilmesine gelmiştir. 12 Eylül 2020 tarihinde, “Tecride, İşgale, Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” şiarı ile başlayan Devrimci Demokratik Hamle de bunun ilanıdır. Başlatılan bu hamle sadece Kürdistan’ın bir parçası ile sınırlı değildir, tüm Kürdistan’ı ve yurtdışında yaşamak zorunda bırakılan Kürtleri de kapsamına almaktadır. Onun içindir ki, hedefinde Demokratik Ulus inşa ve savunma mücadelesi yer almış, planlama ve uygulamada her parçanın, yurtdışının özgünlükleri esas alınmıştır. Buna göre Bakur’da “Faşizme Son, Demokrasiyi Kurma, Adaleti Sağlama”, Başûr’da “İşgale Son, Kürdistan’ı Savunma”, Rojava’da “İşgale Son, Devrimi Koruma Zamanı”, Rojhilat’ta “İdamlara Son, Demokrasi Zamanı”, yurt dışında “Önder Apo’ya Özgürlük, Soykırıma ve İşgale Son Verme Zamanı” sloganlarıyla başlatılan hamlenin güvencesi olan Halk Savunma Güçleri, Demokratik Modernite gerillacılığı esasları üzerinde yükselttiği “Şimdi Özgürlük Zamanı” şiarıyla geliştirdiği mücadeleyle hamleyi sahiplenerek selamlarken, kadın ve gençlik öncülük görev ve sorumluğunun gereklerini yerine getireceğini ilan etmiştir. Hamlenin ilanından günümüze kadar yaşanan süre içerisinde de tüm Kürdistan ve yurtdışında yaşayan halkımız tarafından coşku ile karşılanarak sahiplenilmiş, yaşanılan her yer sürekli bir eylem alanı haline getirilmiştir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi, hamleyi Birleşik Devrim Stratejinin yaşamsallaşmasının önemli bir merhalesi olarak kabul etmiş, mücadeleyi Anadolu topraklarının derinliklerine, kentlerine taşıma kararlılığını açıklamıştır. Tüm bunların bir sonucu olarak da “Tecride, İşgale, Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” şiarıyla başlatılan Devrimci Demokratik Hamle sadece Kürdistan halkı için değil Türkiye, İran, Irak, Suriye halkları için de yeni bir mücadele dönemine girilmesi anlamına gelmektedir. Hedefinde; Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye, İran, Irak, Suriye’nin olması, Ortadoğu’da yoğunlaşan kapitalist modernite kaosuna devrimci çözümle son verme vardır. Bunun sağlanması için de, Demokratik Ulus bilinci temelinde; bireyciliğin, aileciliğin, aşiretçiliğin, maddiyatçılığın, mezhepçiliğin-dinciliğin, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin aşılarak hem her ulusun kendi içerisinde Demokratik Ulus birliğini hem de halklar arasında özgürlük, eşitlik temelinde demokratik konfederal birliklerin sağlanması için çaba içerisinde olunması gerekmektedir. Bugün Bakur ve Rojavayê Kurdistan’da, şoven-faşist-soykırımcı egemen devlet siyaset ve ideolojik yapılanmaları karşısında yaratılan ortak yaşam içerisinde olan halklarla atılan ciddi adımların, Rojhilat ve Başûrê Kurdistan ile yurtdışından da atılması gerekmektedir. Bu şekilde hem ulusal hem de halklar arasında sağlanacak olan demokratik, özgür birliklerle Demokratik Ulus inşası ve savunulması önünde var olan engeller aşılarak, Üçüncü PKK’lileşme Hamlesi’ne de yeni bir aşama kaydettirilmiş olacaktır. | ||
© 2021 Serxwebûn |