Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Kürdistan’daki katmerli sömürgecilik yenilgi aşamasındadırKanûn 2020
Murat Karayılan Türk soykırımcı sömürgeciliğine karşı mücadelemiz bugün tarihinin en önemli aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Önder Apo’nun çıkışından bu yana geçen 47 yıllık süreç içerisinde Hareketimiz birçok önemli-kritik süreç ve aşamalardan geçmiştir. Ancak şimdi içinde bulunduğumuz süreç ve mücadelemizin gelmiş olduğu aşama, öncekilerden çok daha önemli ve stratejik bir aşamadır. Bu tarihi aşamada yaşanacak gelişmeler, Hareketimizin, Önderliğimizin, halkımızın ve de bölge halklarının geleceğini belirlemede, tayin etmede önemli bir yere sahip olacaktır. Öncelikle şunu vurgulamak gerekiyor ki; Türk devlet rejiminin soykırımcı duruşunu zayıflatmak, ona karşı mücadelede başarılı olmak ve onu çıkmaza sokmak öyle kolay bir iş değildir. Kolay olmadığını biz, yaşanan tarihi pratik süreçlerde çok iyi gördük, görüyoruz. Şimdiye kadar Türk soykırımcı-sömürgeci devlet yapısına karşı mücadele ve başkaldırı bir yana, ister hak isteme mücadelesini yürüten sol-sosyalist-demokratik hareketler olsun, isterse de Kürt, Ermeni, Rum, Asuri-Süryani ve diğer halklar olsun, kim hak istemişse ve bunun için başını biraz kaldırmışsa, bu devlet bütün gücüyle üzerlerine gitmiş, vahşi uygulama ve katliamlarla hak isteyenler yok edilmişlerdir. Bu devlet sistemi, farklı bir rejim biçimidir. Kan dökerek ve döktüğü kan üzerinde inşasını gerçekleştirmiş, devamını sağlamış bir devlet gerçekliğidir. Bugüne kadar bir tek Hareketimize karşı başarılı olamamış, mücadelemizi yok edememiş, elinden gelen her şeyi ortaya koymasına rağmen mücadelemiz karşısında kendini çöküşün eşiğine getirmekten kurtaramamıştır. “Kimsenin başaramadığını biz başarmalıyız” Bu konuda bizim en önemli avantajımız, Önder Apo’nun daha ilk adımdan itibaren Türk burjuva devlet yapısı ve karakteri üzerinde durması ve onun Kürdistan üzerindeki sömürgeci tarzını çözümleyerek işe başlamış olmasıdır. Bu devlet gerçekliği karşısında hiçbir yanılgıya düşmeden, eğer ilk adımdan itibaren bu tarzda bilinçli bir yaklaşım olmasaydı, mutlaka Hareketimizi de bir şekilde boşa çıkartır ve tasfiye ederdi. 27 Kasım 1978’de gerçekleşen partimizin kuruluşundan hemen sonrasındaki günlerde yaşanan Maraş Katliamı ile ilgili olarak Önder Apo kaleme aldığı değerlendirmede, sömürgeci Türk burjuva devletinin karakterini ve Türk burjuvazisinin oluşum tarihini, şeklini detaylı bir biçimde çözümlemişti. O değerlendirmede, üzerinden bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen şimdi bile önemle üzerinde durulması gereken çok önemli tespitler vardır. Türk burjuvazisinin, diğer ülkelerdeki gibi normal yollarla burjuvalaşmadığını, daha çok devlet içinde yer alarak palazlanan ve Ermeni, Rum, Asuri-Süryani ve Kürt halkının zenginliklerine el koyma ve talanla sermaye sınıfının şekillendiğini belirlemiş ve bu nedenle Türk burjuva devletinde katliam, hırsızlık ve talanın temel bir karakteri oluşturduğunu geniş bir biçimde çözümleyerek ortaya koymuştu. Zaten Önderliğimiz, devleti bu tarzda doğru okuması nedeniyle henüz 12 Eylül faşist cuntası gelmeden tehlikeyi sezmiş ve örgütün devamlılığını sağlamak amacıyla yurtdışına çıkışı gerçekleştirerek gerekli tedbirleri almıştı. Özet olarak; belirtilen tarzda şekillenen Türk burjuva sınıfı ve onun en son şekillendirdiği TC devletinin temel özelliğinin katliam, el koyma, talan ve soykırım olduğu o zamanlar çarpıcı bir biçimde ortaya konulmuştu. Önderlik, “Kimsenin başaramadığını biz başarmalıyız” diyerek yola çıkmış ve bu temelde önce başaracak olan kişiliği ve toplumu yaratmayı önüne hedef olarak koymuştur. Bu temelde Önderlik bitmez tükenmez çabalar sergileyerek kişilikte ve toplumda gerçekleştirdiği çözümleme, eğitim ve dönüşümlerle sonuç alma ve yenilmez bir irade açığa çıkarma temelinde direnişi geliştirdi. Yani Mazlumların, Ferhatların, Kemallerin, Hayrilerin daha ilk günden çelikleşen iradesi, yine Egîdlerin ve Zîlanların kahramanlaşan iradeleşmelerine dayanan bir partiyi yaratarak düşmanın tarihten gelen o katliamcı, yok edici, teslim alan, bitirmeyi dayatan politikaları karşısında durarak onu yenmeyi başarmıştır. Kürdistan toplumunda, en son Cizîr direnişinde Mehmet Tunç ve Asya Yüksellerin şahsında açığa çıkan büyük fedakârlık ve kahramanlığı sergileyen bir toplumun şekillendirmesiyle bu mücadele bugünlere kadar gelebilmiştir. Bu gerçeklik olmasaydı, bu direniş, bu vahşi-soykırımcı-sömürgeci devlet gerçeği karşısında bu düzeye gelemezdi. Çünkü karşımızdaki düşman sıradan bir düşman değildir. Normal egemenlik sürdüren ve egemenliğine karşı gelişen hareketleri normal yöntemlerle yenmeye çalışan bir yapıdan ziyade, tümüyle yok edici yöntemlerle üzerine giden bir sistemdir. Sadece vurup kıran, yok eden ve katliamlar geliştiren değil, öncelikle entrika, kandırma ve komplo yöntemleriyle vahşice sonuç almayı geliştiren faşist zihniyete sahip bir yapıdan söz ediyoruz. Bu anlamda teslim alma, işbirlikçiliği geliştirme, baştan çıkarma ve sonuç olarak hepsini silip süpürme yöntemlerinde oldukça tecrübeli bir geleneğe sahiptir. Osmanlı’dan bu yana devletin geleneğinin yürüttüğü yöntemler bu açıdan çok meşhurdur. 1924’ten beri Kürdistan’da katıksız bir fiziki ve kültürel soykırım yürürlüktedir Mustafa Kemal 1919’da Samsun’a çıkar çıkmaz, ilk iş olarak Kürdistan’a gelerek Erzurum ve Sivas kongreleriyle Kürtlerin desteğini alarak işe başladı. Hatta 200 Kürt askerinin güvenliğinde Ankara’ya kadar gitti. Eğer başlangıçta, ilk adımda Kürt halkının ve Kürt ileri gelenlerinin sağlamış oldukları bu destek ve verdikleri cesaret olmasaydı, belki Mustafa Kemal’in başlatmak istediği hareket daha başlangıçta yenilgiye uğrayabilirdi. Bu açıdan burada Kürt ileri gelenlerinin sağladığı destek, başarıda önemli bir rol oynamıştır. Kaldı ki daha sonraki yıllarda da aynı destek etkin bir biçimde sürdürülmüştür. Bu yüzden Mustafa Kemal ve o zaman ki cumhuriyet kurucuları, fazlasıyla Kürt-Türk kardeşliğinden, birliğinden, yine Kürt özerkliğinden bahsetmişler, sözler vermişlerdir. Bu, çeşitli biçimlerde kayıtlara da geçmiştir. Hatta ‘Türk’ kavramı yerine ‘Türkiye halkı’ kavramı kullanan ilk meclis, Ocak 1921’de, Kürt Muhtariyeti yani özerkliği kararını almıştır. Ne hazindir ki, aynı aylarda “muhtariyet istiyoruz” diyen Koçgirî’de Kürt halkının üzerine giderek katliam yapmaktan ve 10 binden fazla insanı katletmekten de geri durmadılar. Bir taraftan Meclis’te muhtariyet kararı alınıyor, öbür taraftan da muhtariyet isteyen Koçgirî halkının üzerine bu denli şiddetle gidiliyor. O zaman Meclis’te gösterilen tepkiler karşısında göstermelik soruşturma, görevden alma gibi yöntemlerle tepkilerin üzerini örtüyorlar ama o katliamı yapan komutan ve komutanları farklı yerlerde daha üst görevlere getirdikleri de biliniyor. Aslında daha baştan samimi olmadıkları, Kürtleri ve uluslararası kamuoyunu yanıltmak için bu kararı aldıkları ve bu yönlü tavır ve tutum sergiledikleri anlaşılıyor. Ne zaman ki Britanyalılar ve Fransızlar, Kürdistan’dan pay alma pahasına Kürt halkının inkarını kabul edip bu temelde Lozan Anlaşması’nı imzaladı, işte o zaman henüz yeni kurulmuş olan ve büyük oranda Kürt desteğini kendisine temel yapan Türk devleti, büyük bir nankörlük ve kalleşlikle o zamana kadar dayandıkları Kürt halkını inkar ve imhada karar kıldı. Bu temelde Kürdistan halkını, oluşturulan cumhuriyet sistemi dışında tutarak yok etmeyi ve enkazı üzerinde Türkleştirmeyi esas alan 1924 Anayasası’nı oluşturdular. O zamandan beri Kürdistan’da katıksız bir fiziki ve kültürel soykırım siyaseti yürürlüktedir. Bu haksızlığa karşı yeterince örgütlenmemiş, strateji ve taktik konularda oldukça zayıf bir şekilde gelişen bölgesel itirazlar ve direnişler büyük bir kırımdan geçirilerek, Kürdistan’da ağır trajedilerin yaşanmasına yol açmışlardır. Salt o civarda direnişçiler iki karakol bastı diye 2-3 gün içerisinde Geliyê Zîlan bölgesinde yaşayan tüm köylüleri toplayarak kadın, çocuk, ihtiyar demeden herkesi kurşuna dizen bu devlet zihniyeti, tarihte eşine ender rastlanan bir ırkçı ve soykırımcı kafa yapısıyla karşı karşıya olduğumuzun çarpıcı bir örneğidir. Öncesinde Şêx Seîd İsyanı süreci, yine sonrasında yaşanan Dersim Soykırımı’nda on binlerce insanımızın bu biçimde katliamlardan geçirildiğini biliyoruz. Kısacası; TC devleti, oluşum sürecinden bugüne, ırkçı, soykırımcı zihniyet yapısı ve Kürt düşmanlığı üzerine bina edilmiştir. Asker-sivil, sistem içindeki bütün kadrolarını bu zihniyet yapısı üzerinde eğiterek yetiştirmiştir. Bu yüzden şimdi sistem içerisinde ister sağ, ister sol tüm devlet kadrolarına bakıldığında, bu temel üzerinden eğitilerek şekillendirildikleri görülür. Ortak bileşkeleri Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Bu zihniyet yapısıyla kadrolarını şekillendirerek devlet oluşumunu gerçekleştirmiştir. Bu yüzden Kürdistan üzerindeki sömürgecilik, asla normal bir sömürgecilik değildir. Önder Apo, daha başta bu sömürgeciliği ‘katmerli sömürgecilik’ olarak tanımladı. Sonra onu daha da açımlayarak, bunun esasında bir soykırım olduğunu belirledi. Bu yüzden Kürdistan üzerindeki sömürgecilik sıradan bir sömürgecilik değildir. Dünyada bilinen başka bir örneği yoktur. Doğrudur; bazı ülkelerde asimilasyon, eritme vb uygulamalar, ‘tek millet-tek devlet’ ekseninde görülen örnekler vardır ama bu denli dehşet bir biçimde hem öldürerek hem asimile ederek, katliamı ve asimileyi iç içe uygulayan herhangi bir örnek dünyada yoktur. Bu sömürgecilik ülkemizi işgal edip sömürmekle kalmayarak ülkemizin var olan her şeyine el koyduğu gibi, insanlarımızın beynine de el koyarak, “ya boyun eğip köle olmayı kabul edeceksin ve kendini inkar edip Türkleşeceksin ya da öleceksin” diyen bir soykırımcı sömürgeciliktir. Önder Apo’nun çıkışı Kürtlerin yeniden dirilmesini de beraberinde getirdi Kürdistan’daki sömürgecilik, Önder Apo’nun da belirttiği gibi, çok katmerli bir soykırım sistemidir. Egemen soykırımcı devlet sisteminin sadece polisi, askeriyesi değil, var olan bütün devlet kurumları aynı hedef üzerinde yoğunlaşmakta ve Kürdistan’da Türkleştirmenin geliştirilmesi, Kürt toplumunun fiziki ve kültürel soykırımdan geçirilmesi için sistem bütün varyantlarıyla çalışarak amaca ulaşmak istemektedir. Dikkat edelim; cumhuriyet döneminde hiçbir direniş liderinin ve direnişçilerin mezarları yoktur. Direniş liderlerinin mezarları bilinmeyen yerlerdedir; direnişçilerinki de toprağa gömülmüştür ve belirsizleştirilmiştir. Şimdi bizim şehitliklerimize saldırarak ortadan kaldırmak istemesi de aynı amaç doğrultusunda soykırımcı bir faaliyettir. Çünkü; toplumumuzu belleksiz hale getirmek, tarihe ve direnişe ait hiçbir şeyi geride bırakmamak, unutturmak ve toplumu asimile ederek Türkleştirmek istemektedir. Mezarlara saldırmasının başka hiçbir anlamı yoktur. Bu açıdan çok daha derinlikli bir sömürgeci anlayışla karşı karşıyayız. Bu, onun iç ayaklarıdır. Bir de bu sömürgeci inkar ve imha, diğer bir deyişle soykırım siyasetinin dayandığı dış ayak vardır. Zaten en çok sorun yaratan, yani özgürlük mücadelesi önünde engel çıkaran, içteki uygulamaların sırtını dayadığı sistem, bu dış egemenlik sistemidir. Küresel hegemonik sermaye güçlerinin Ortadoğu’da inşa ettikleri sistem, Kürt halkının dörde bölünerek inkar ve imha edilmesine dayanan bir sistemdir. Yani sadece Kürdistan üzerinde egemen olan dört bölgesel devlet değil; aynı zamanda uluslararası emperyalist güçlerin de kendi sistemlerini bu temel üzerinde inşa etme ve kurma durumu sözkonusudur. O yüzden Kürdistan, pek tabii ki sadece bölgesel bir sömürge ülke değil, uluslararası bir sömürgedir. Onun üzerindeki soykırım siyaseti de uluslararası bir siyaset olduğu için, bu egemen devletler çok rahat bir biçimde planlarını uygulayabilmektedirler. Yani Kürdistan’ı özgürleştirmek için, onu bu soykırım kıskacından kurtarmak için, kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki sistemini parçalamak şarttır. Bu sistemin üzerinde kurulduğu dengeleri yıkmadan, Kürdistan’da bir özgürleşmenin gelişmesi mümkün değildir. Zaten Kürt sorunu için ‘kördüğüm’ denilmesinin nedeni de budur. Önderlik, kurt kapanına atıfta bulunarak buna “Kürt Kapanı” da dedi. Katmerleştirilmiş sömürgecilik de esasen bunu içeriyor. Kısacası, sadece iç ayağa dayanan bir sistemden söz etmiyoruz. Aynı zamanda daha kapsamlı, uluslararası güçlere dayanan bir sistem durumu söz konusudur. Bu nedenle, sömürgeci hegemonik güçlerin tüm istihbarat birimleri bu çerçeve üzerinde durmakta ve bölgedeki sömürgeci devletlerle işbirliği halinde faaliyet yürütmektedirler. Yine hem bu uluslararası hegemonik güçlerin istihbarat faaliyetleri hem de sömürgeci Türk devletinin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin yürüttüğü bütün özel savaş uygulamalarının en temel amacı da, kökeni öteden beri Kürt toplumunda var olan işbirlikçi bir alt yapıyı örgütlemektir. Öteden beri feodal sınıf katmanlarından bir işbirlikçi-ajan yapının Kürdistan’da ihanetçi bir ayak durumuna getirildiği biliniyor. Yani bir de içte dayanılan ve sürekli beslenen bir işbirlikçi çizginin etkin kılınması durumu vardır. Dikkat edelim; Partimiz kurulma sürecinde iken, bir taraftan Hilvan-Siverek’teki işbirlikçi feodallerin saldırıları ve onlara karşı gelişen direniş varken, diğer taraftan Maraş Katliamı, yine faşist-ajan-kontra yapıların çeşitli yerlerde uyguladıkları suikast ve katliamlarla yüz yüze gelinmişti ve partileşme süreci böyle bir atmosferde Önderliğimiz tarafından gündemleştirilmişti. Mücadelenin bütün bu iç-dış saldırılara karşı durabilmesi için partileşmenin şart olduğu belirtilmiş, ulusal direniş kararının alınması suretiyle partileşme süreci de başlatılmıştır. Özellikle Kürdistan’da oluşturulan bu ihanet çizgisi ve feodal-komprador ajan ağı parçalanmadan nefes bile alınamayacağı gerçeği karşısında, mücadelenin o dönemde daha fazla bu halkada derinleştiği bilinmektedir. Hareketimiz, bütün bu boğucu tuzakları ve engelleri Önder Apo’nun ideolojik, politik, örgütsel ve taktik yönlendiriciliğinde tarihsel destansı direnişleri sergileyerek bugünlere gelmeyi başarmıştır. Türk devleti zorla, katliamlarla ve soykırım siyasetiyle Dersim direnişinin bastırılması ardından Kürdistan’da askeri işgal sürecini tamamladı. Aslında uzun bir süre “Kürdistan’da okul açalım mı, açmayalım mı” konusunda ikilem de yaşıyorlar. Bir kesim, “Bunlar okumasınlar; cahil kalsınlar ve öyle yürütelim” demekte ama esas baskın gelen kesim ise, “Hayır; bunlara okullarda Türkçe öğretelim, Türkleştirelim” görüşünü dayatmaktadır. Zaten Şark Islahat Planı’nın amacı da buydu. “Türkleştirmeyi böyle başarabiliriz” dediler ve daha yaygın bir biçimde 1955-60’larda hızla Kürdistan’da okullar açtılar, yollar yaptılar. Bu temelde fiziki soykırım süreci ardından asimilasyon tarzıyla kültürel soykırım süreci derinleştirildi. 30 yıllık sessizlik ve yürüyen beyaz soykırım politikası ile artık Türkleştirmeyi başardıklarını ve Kürt meselesini bitirdiklerini düşündüler. Şimdi Önder Apo’ya bu kadar kin gütmelerinin nedeni, bitirmiş oldukları Kürtlüğü Önderliğimizin yeniden ortaya çıkarması ve yaratmasıdır. Çünkü Önder Apo’nun tarih sahnesine çıkışı, Kürtlerin yeniden diriliş sürecini beraberinde getirdi. Hareketimizin tüm barışçıl çözüm çabalarına AKP’nin yanıtı: İmha konseptleri Özellikle 1984 tarihi 15 Ağustos Atılımı’yla başlayan silahlı mücadele temelinde gelişen direniş, Kürdistan toplumunda bir diriliş sürecini yaratarak yeni bir dönemi getirmiştir. Esas olarak PKK’nin geliştirdiği Şanlı 15 Ağustos Hamlesi’nin başarısı, Türk devletinin asimilasyon ve soykırım politikasının yenilgisiydi. Bu nedenle Önder Apo 1993’te, “Artık sorun açığa çıkmıştır, imha ve yok olmanın önüne geçilmiştir, Türk devleti de bu sorunu görmeli ve artık siyasal yollarla çözülmesinin önü açılmalıdır” diyerek ateşkes ilan etti. Böylece hem ideolojik hem kültürel hem siyasi, diplomatik ve askeri açılardan sömürgeci-soykırımcı sisteme karşı daha kapsamlı bir cepheden mücadele süreci başladı. Daha sonra ilan edilen ateşkesler de siyasal planda Türk devletinin soykırımcı sistemi ve politikasını ciddi anlamda zorlamıştır. Türk devleti, bu ateşkeslerin hepsinden özel savaş politikalarını geliştirmek için yararlanmaya çalıştı. Biri Oslo’da, biri de İmralı’da olmak üzere yaklaşık 3’er yıllık diyalog süreçleri de yaşandı. Bu diyalog süreçlerinin nihayetinde heyetlerin üzerinde ortaklaştığı Oslo ve Dolmabahçe protokolleri hazırlandı. Bunlar özel savaş hükümetine sunuldu ama bu her iki protokolün karşılığı Hareketimize karşı savaş ilanı oldu. Çünkü; bu devletin düşünsel dağarcığında Kürtleri bir halk ve millet olarak kabul etme, onlarla eşit-özgür temelde bir arada yaşama fikriyatı yoktur. Onlar hep Kürtleri köleleştirip, zorla Türkleştirmenin malzemesi olarak kullanmayı esas alıyorlar. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bütün hükümetler Kürdistan’ı özel-gizli planlar temelinde yönetmişlerdir. Yani TC’nin açık yasaları Kürdistan’da hiçbir zaman geçerli olmamıştır. Kürdistan’da geçerli olan gizli-özel savaş politikalarıdır. Başta, 1925’te kararlaştırılan ve yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı, sonrasında ise farklı adlarla güncellenen versiyonlarıyla Kürdistan yönetilmiştir. Şark Islahat Planı’nın en son versiyonu, sözüm ona ateşkesin sürdüğü ve diyalogların devam etmekte olduğu 31 Ekim 2014’te gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu tarafından karar altına alınan Çöktürme Planı’dır. Düşünün; yani bir tarafta ateşkes var, Önderliğimizle ve HDP heyetiyle müzakereler var ve tartışmalar yürütülüyor ama öbür taraftan devlet oturuyor, resmi bir biçimde Çöktürme Planı’nı karar altına alıyor. O planda, “Diz çöktürmek için gerekirse binlerce kişinin katledilmesi” kararı da açık açık yer alıyor. Yani demek ki, bu sürdürdüğü diyalog vs süreçleri bir oyalama taktiği ve özel savaş perspektifi temelinde ele alıp kendilerini hazırlama süreci olarak değerlendirmişlerdir. Şu ana kadar da Erdoğan hükümetinin üzerinde yürüdüğü plan budur. Bu Çöktürme Planı temelinde 6 yıldır Kürdistan’da yürütülen bir soykırım savaşı vardır ve buna karşı halkımızın direnişi vardır. Bu açıdan, TC devletinin bütün hükümetleri birer özel savaş hükümeti olarak rol oynamışlardır. Ama mevcut Erdoğan hükümeti, devlet içindeki bütün kesimlerin ortaklaştığı bir ultra özel savaş hükümetidir. Devlet sistemi içerisinde bulunan ırkçı, ulusalcı, siyasal İslamcı ve sol ulusalcılar dahil herkesin desteklediği, güncellenmiş İttihat Terakki Cemiyeti çizgisini esas alan bir hükümettir. Bütün bu kesimlerin üzerinde hemfikir olup birleştikleri en temel konu ise Kürt düşmanlığıdır, Kürdistan’da soykırım siyasetinin sürdürülmesidir. Aslında onları bir araya getiren temel olgu da budur. Bu aynı zamanda, Hareketimiz ve halkımız karşısında derin devletin örgütlediği son hamlesidir. Türk devleti, böyle bir özel savaş hükümetiyle sonuca gitmek istemiştir. Bu temelde son 6 yıldır bir savaş var. Esas olarak ise; 31 Ağustos 2016’dan bu yana, belirttiğimiz bu devlet bileşkesinin netleştiği hükümet yapısıyla Kürdistan’da yürütülen bir soykırım savaşı daha derin ve geniş bir biçimde sürdürülmektedir. Bu hükümet öncelikli olarak İmralı üzerinde mutlak tecrit ve psikolojik işkence ile Kürdistan Savunma Güçleri’ni tasfiye etme, Rojava Devrimi’ni boğma ve ortadan kaldırma, Şengal özerkliğini tasfiye etme, Hareketimizi Medya Savunma Alanları’ndan söküp atma, mevcut yönetimimizi ve koordinasyonunu tasfiye ederek Hareketin komuta kontrol merkezini dağıtmayı hedef olarak önüne koymuştur. Böylece Çöktürme Planı’nı hayata geçirmeyi hedeflemiştir. Konulan bu hedef, sadece Türk devletinin önüne koyup yürütmek istediği bir hedef değildir. Zaten Türk devletinin bir başına bunu gerçekleştirmesi de mümkün değildir. Önderliğimize ve Hareketimize karşı geliştirilen Uluslararası Komplo’yu güncelleme ve tüm komplocu güçleri yeniden aktifleştirmeyi planladılar. Bu son 6 yıllık savaşta bir hedefleri de; sürekli uluslararası alanda propaganda yapma, baskılama yapma, Rojava Devrimi’ni ‘terörist’ olarak gösterme ve bu temelde Uluslararası Komplo’yu yeniden canlandırmaktı. Ama bu konuda sorun yaşadılar. Çünkü; Uluslararası Komplo’ya katılan güçlerin hepsini bu sefer katamadılar. Önderliği esir alma sürecinde 34 devlet direkt veya endirekt bir biçimde Uluslararası Komplo’ya dahil olmuşlardı. Şimdi ise, tabii ki NATO Gladiosu yoluyla gizli destek sunanlar var fakat açıkça görünen Türk devleti, ABD ve bir de KDP’yi bu plana dahil edebilmişlerdir. Bu da Uluslararası Komplo çizgisinin zayıfladığını göstermektedir. Önceki gibi geniş bir kesime dayanmıyor. Aslında TC, Kürdistan’da KDP’ye, dışarıda ise ABD’ye dayanarak Uluslararası Komplo’yu palazlandırmak istiyor fakat bu gelişmiyor, sadece kendileriyle sınırlı kalıyor. Bu temelde Uluslararası Komplo’nun yıldönümü olan 9 Ekim 2019’da Rojava Devrimi’ne karşı bir saldırı başlatıldı. Ama uluslararası düzeyde buna karşı büyük bir tepki gelişti. Rojava direniş güçleri ve halkımız da direnince, geri adım atmak zorunda kaldılar. Aslında ABD’nin Trump yönetimiyle birlikte esas olarak Rojava Devrimi’ni bitirmeyi amaçlamışlardı. Fakat başaramadılar. Sadece Serêkaniyê ve Girê Spî-Til Ebyad’ın işgaliyle sınırlı kalmak zorunda kaldılar. Medya Savunma Alanları’na dönük 2016’dan bu yana başlangıçta Ertuş-Zap hattında, daha sonra Govendê-Avaşin hattı ile Xakurkê’de ve son olarak da Heftanîn’de ki işgal saldırılarında yedikleri darbeler nedeniyle ilerleyemediler. Planları ilerlemek olmasına rağmen bunu yapamadılar. Özellikle Heftanîn direnişinde belirli düzeyde yeni dönem çizgisi temelinde gerillanın sergilediği direniş performansı düşmanı şaşkına uğrattı. Daha geniş alanlara açılmanın kendileri için bir felaket olacağını düşünerek planlarını uygulayamayıp, ertelediler. Aynı biçimde 2020 9 Ekim’inde Irak devletini de dahil ederek, Şengal’e karşı Irak-KDP anlaşması adı altında bir hamle gündemleştirdiler ama bunu da başaramazlar. Bu konuda da sonuçsuz kalacaklardır. Hem askeri hem siyasi açıdan deneseler de sonuçsuz kalacakları şimdiden bellidir. Düşman amaçlarına ulaşmak için Kürtler arası bir çatışmayı da yaratmak istiyor. Maalesef isminde Kürdistan kavramı geçen KDP de Hareketimiz üzerindeki imha planına ortak olmuştur. Şimdi Türk devletine siyasi desteğin yanında, ortak istihbarat faaliyeti yürüterek istihbari destek de sağlamaktadır. Bunun klasik adı ihbarcılıktır. Yani her yerde gerillayı Türk devletine ihbar etme faaliyetini yürütmektedir. Buna karşı tabii tedbir almak gerekiyor ama bunun daha da ileriye taşınabileceğini, 1997’deki gibi Türk devletiyle ortak operasyonlara da dahil olabileceğini hesap etmemiz lazım. Dolayısıyla biz provokasyonlara meydan vermemeli, böyle bir sürecin gelişmesini önlemeye çalışmalıyız. Bunun için gereken hassasiyeti göstermeliyiz. Ancak bu tek taraflı yürüyen bir süreç değildir. Dolayısıyla Hareketimize karşı belirtilen temelde kapsamlı saldırılar da gelişebilir. Buna dönük gereken tedbirleri almamız ve her ihtimale hazır olmamız da gerekmektedir. Sömürgeciliğin tasfiye hesaplarını Bakur gerillası boşa çıkarıyor En önemlisi de Bakur’dur. Bakur’da Önderlik üzerindeki mutlak tecrit, psikolojik işkence ile birlikte demokratik siyaseti ve bir bütünen toplumsal alanı tam bir siyasal soykırım politikasıyla şiddet, baskı, şantaj ve tutuklamalarla, yine seçilmişlerin yerine kayyumların atanmasıyla, ne denli özel bir savaş ve soykırım siyasetinin yürütüldüğü herkes tarafından biliniyor ve bütün dünya yaşananları izliyor. Çünkü yaşanan hukuksuzluk, kanun dışılık, her türlü ahlaki normun dışındaki tecritten başlayan ve kayyumlara kadar giden Türk faşist rejiminin zorbalıkları herkes tarafından görülecek düzeydedir. Bütün bunlarla amaçları, Önderliğimizi tavize zorlamak, görüşlerinin kamuoyuna yansımasını engellemek, halkı teslim almak ve çaresiz bırakmak; başta HDP olmak üzere Kürdistan ve Türkiye sol ve demokratik güçlerinde parçalanma yaratmak, etkisiz kılıp, dağıtmaktır. Bütün bu faşizan baskıların, hukuk dışı uygulamaların amacı budur. Ama ne İmralı’dan ne halktan ne de demokratik siyaset alanından istediklerini alamadılar. Bütün bu alanlarda Türk soykırımcı-sömürgeci devletin bu uygulamaları direnişle karşılandı. Türkiyeli sol-demokratik kesimlerde buna dönük daha fazla tepki gelişti. Demokrasiden yana olan tüm kesimlerin ortaklaşma zemini daha fazla güçlendi. Fakat TC’nin asıl amacı Bakurê Kurdistan’da gerillayı tasfiye etmektir. Çünkü onlar, gerillanın tasfiyesinin diğer tüm kurumların da tasfiyesini sağlayacağını düşünüyorlar. Halkın moralsizleşerek teslim olacağını, böylece sindirmeyi başlatabileceklerini hesaplıyorlar. Bütün bunların önünde engel olan şey, gerillanın Bakurê Kurdistan’daki varlığıdır. O yüzden sürekli rakamlardan bahsediyor ve başarmak üzere olduklarını belirtiyorlar. Bir yerde bir yoldaşımızı şehit etmişlerse, sürekli 2’ye katlıyorlar ve gerillanın bir daha güçlenemeyeceğini bütün basın-yayın organlarında en üst ağızdan hep bir psikolojik bombardıman tarzında propaganda ediyorlar. Bunun nedeni; kitlelerimizin umudunu kırma ve böylece teslim almayı sağlamadır. Ama bu noktada gerillanın varlığı, zaman zaman eylem yapması, asker cenazelerinin kaldırılması bütün bu planlarını alt-üst ediyor. Bir yerde adeta gerillanın salt kendini savunması bile, onların bu hesaplarını boşa çıkaran birer darbe olmaktadır. Bir de eylemselliği geliştirmesi, büsbütün yalanlarını yerle bir etmekte ve kitlelere moral vermektedir. Gerillanın mücadelesi artık Kürdistan sınırlarını aşmıştır Kürdistan’da gerillanın Türk sömürgeci-soykırımcı güçlerine karşı direnişi geliştirmesi, hem Kürdistan’da hem Türkiye’de ve hem de Ortadoğu’da, hatta dünyada büyük ilgiyle izlenen bir durumdur. Zaten gerillanın Türk sömürgeciliğine karşı mücadelesi artık sadece Kürdistan’ı ilgilendirmiyor. Bu mücadele Kürdistan’ın sınırlarını çoktan aşmıştır. Sorun artık bölgesel bir sorun olduğu gibi, gerillanın Bakurê Kurdistan’daki mücadelesi de uluslararası düzeyde çok yakından takip edilmektedir. Bu nedenle düşman da gerillaya çok fazla yönelmeyi ve mutlaka sonuç almayı kendi çalışmalarının merkezine koymuş bulunuyor. Bu konuda çeşitli askeri taktikleri ve psikolojik savaş araçlarını şimdiye kadar yoğun kullandılar. Medya Savunma Alanları’nı ve belirli düzeyde Bakur alanlarını sürekli bombalamaya tabi tuttular. Mevcut durumda belki de dünyada en çok bombalanan alan, Medya Savunma Alanları olmuştur. Bütün bunlarla gerillaya darbe vurmak, gerillanın Bakur mücadelesini tökezletmek, onu Medya Savunma Alanları’nda hapsetmek ve böylece sonuca gitmek istemektedir. Onlar esas olarak; NATO’nun derin Gladio biriminin onlara sağladığı imkanlarla teknolojik araçlar elde ederek, böylece istihbaratlarını güçlendirmek ve özellikle İHA ve SİHA gibi tekniklerle üstünlüğü sağlamak istediler. Bütün amaçları budur. Bunun için belirttiğimiz birim yoluyla Almanya, İngiltere, İtalya, Kanada, Ukrayna gibi ülkelerin her birinden bir parça getirerek bu tekniği oluşturuyorlar. Örneğin; bir yerden güdümleme parçasını, diğer yerden motorunu, diğer yerden farklı bir parçasını satın alarak Türkiye’ye getirip monte etme ve böylece gelişmiş silahlara sahip olarak sonuç almayı hedefliyorlar. Bu konuda kurdukları çeşitli kurumlar adına propaganda yaparak milli icatlar yaptıklarını belirttiler ama foyaları bir bir ortaya çıktı. Esas olarak, NATO üyesi devletlerin ticaret adı altında gizli olarak sundukları bu biçimdeki desteklerle İHA-SİHA gibi teknikleri elde etmektedirler. Kürdistan halkı ve Özgürlük Mücadelesi, özellikle DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaşla bütün dünyada sempati topladı. Kürt halkının bir kamuoyu gücü oluştu. İşte küresel sermaye güçleri bundan korkuyor ve bundan dolayı iki yüzlülük yapıyorlar. Onun için el altından, gizli bir şekilde parça parça destek sunuyorlar. Çünkü; onlar da Kürdistan’da HPG gerilla güçlerinin başarısını istemiyorlar. Küresel güçler, HPG’nin NATO’nun ikinci ordusu karşısında başarılı olmasının, beraberinde Ortadoğu’da ve dünyada yeni bir devrimci dalgayı ve mücadeleyi geliştireceğini iyi biliyorlar. Bu yüzden de karşıdırlar. Yani bir ölçüde Türk devletinin bütün soykırımcı politikalarını desteklemeseler bile, kimi Avrupa ülkeleri gibi bazı devletler eski tarzda Uluslararası Komplo’ya dahil olmasalar bile gerillanın da başarısını istemiyorlar. Bu kapitalist modernite merkezleri, aynı zamanda Önderliğimizin geliştirdiği Demokratik Modernite Paradigması’ndan korkuyorlar. Demokratik Modernite’ye dayalı bir gerilla hareketinin zafer kazanması demek, dünyada yeni bir umut ışığının doğmasına ve gayet tabii yeni bir sürecin küresel düzeyde başlamasına yol açabilir. İşte küresel sermaye güçleri bundan korkuyorlar. Onlar Sovyetlerin yıkılışından sonra hep kapitalist sistemin alternatifsiz tek sistem olduğunu iddia ettiler. Ama şimdi Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite Paradigmasıyla demokratik sosyalist alternatifin var olduğunu, bu alternatifin kapitalizmi aşacağını ortaya koymasıyla birlikte bunlarda bir ürkme başlamıştır. Kapitalist moderniteye karşı Demokratik Modernite güçlü bir alternatif olarak dünya çapında etkili bir rol oynamaya adaydır. Rojava’da sınırlı da olsa atmış olduğu adımlar ve Demokratik Ulus perspektifi temelinde gelişen halkların kardeşliği, birliği ve Demokratik Ulus gerçeği, Ortadoğu sorunlarının çözülmesi yolunda önemli veriler ortaya koymaktadır. Bu yüzden özellikle de Bakur’da gerillaya karşı Türk ordusunu destekliyorlar. Ama bütün bunlara rağmen, Türk ordusu ve Türk devleti gerilla karşısında istediği sonucu elde edememiş, başarılı olamamıştır. AKP rejimi, tarihinin en zor dönemini yaşıyor Mevcut durumda Türk devleti, bölge ve dünya politikasını tamamen Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni tasfiye amacı ekseninde şekillendirmiştir. Bu devlet, iç-dış, ekonomik, siyasi, diplomatik ve askeri her açıdan sonuç almak için bütün imkanlarını ayaklandırarak, adeta kendini sıkıştırarak, ne kadar olanağı varsa hepsini ortaya koyarak bize karşı savaşı yürütmektedir. Bir yandan cambaz gibi ABD-Rusya arasında oynama yoluyla her ikisinden de yararlanmaya çalışırken, diğer yandan Ortadoğu’da istediği doğrultuda sonuç almak için İhvan-ı Müslimin, El Nusra ve DAİŞ çizgisindeki çetelerle ittifak yapmaktadır. Zaten İhvan-ı Müslimin’i açık savunuyorlar ama diğer ikisi terör listesinde olduğu için onlarla ilişkileri MİT ve Erdoğan gizlice yürütüyor. Onlar bu cihadist grupların gücünden yararlanarak hem Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni bastırmak hem de Ortadoğu’ya neo-Osmanlı perspektifle açılımı gerçekleştirmek istiyor, aynı zamanda bu çetelere dayanarak Avrupa devletlerini tehdit ve baskı altında tutmak istiyorlar. Aslında uluslararası hegemonik güçlerden aldığı teknolojik ve siyasi destekle birlikte, içeride Kürt işbirlikçi çizgisinden aldığı destek ve yine DAİŞ-El Nusra-İhvan-ı Müslimin çizgisindeki çetelerden oluşturduğu sözüm ona Suriye Milli Ordusu adı altındaki çapulcu çetelerden aldığı desteklere rağmen içeride hiçbir sonuç alamamıştır. Hareketimize karşı yürüttüğü savaşta sonuç almayınca dışarıya açılmayı bir çözüm olarak görmüştür. Özellikle Erdoğan’ın bazı boşlukları da görmesiyle birlikte, Libya ve benzeri alanlara yönelerek kaynak aramaya başlamıştır. Nerede petrol yatakları var ise oralara yönelmek istediler. Çünkü bu savaş, Türkiye ekonomisini tüketti. Kendisine tek destek sunan ise gerici Katar Emirliği’dir. Ajan bir gelenekten gelen bu Emirliğin sağladığı oldukça yüksek mali imkanlara rağmen, Türk devletinin ekonomisi bu savaşı kaldıramayacak düzeye geldi. Bunun için de kaynak arayışına girdiler. Libya’ya ve Doğu Akdeniz’e dönük müdahaleleri bu nedenledir. Yani ekonomik kaynak aramaktadırlar. Bunların bütün derdi, PKK’ye karşı savaştır. Hareketimize karşı savaş yürütebilmek için, bu amaçla para bulmak için her kapıyı çalıyorlar. Mümkün olan her olanağı devreye sokmak istiyorlar. Ancak bilindiği gibi bu yönlü girişimlerin her birisi bir yerde bölgesel ve uluslararası güçlerin tepkileri ve engelleriyle karşılaştı ve tıkanmayı yaşadılar. Şu anda Tayyip Erdoğan’ın Libya’ya dönük hayal ettiği planlar boşa çıktı ve tıkandı. Yine Akdeniz’e, hatta Ege’ye dönük kabadayıca girişler yaptı, bağırdı, çağırdı fakat uluslararası güçlerin, özellikle de Avrupa Birliği’nin tavır almasıyla birlikte oradan da geri adım atmak zorunda kaldı. Bu her ne kadar devam eden bir süreç olsa da, sonuç alamayacağı açığa çıkmıştır. En son elinde kala kala, Azerbaycan’ı tahrik ederek Ermenistan’a karşı yeni bir savaş cephesi açmak kaldı. Oradan da istediği sonucu alıp alamayacağını süreç gösterecek. Mesela taraf olmak istedi; masada olmak istedi ama Rusya ile çeşitli ilişkiler geliştiriyor olmasına rağmen böyle bir rol ve pozisyon kazanmadı. Bu savaş aslında Rusya’nın belli bir planlaması çerçevesinde gelişiyor. Tayyip Erdoğan ve onun mafya tarzında oluşmuş olan çevresi, bunun üzerine atlayarak, “Türkiye’de şovenist bir heyecan dalgası yaratamaz mıyız, buradan sonuçlar çıkaramaz mıyız?” diye girişimlerde bulundu, halen de bulunuyorlar. Ama yine de yapılan anketler, istedikleri sonucu elde edemediklerini gösteriyor. Aslında bunlar bir yerde Türkiye’deki milliyetçi duyguları okşayarak, onları geliştirerek zayıflayan tabanlarını güçlendirmek istiyorlar. Fakat bir türlü bunu tutturamıyorlar. İşte Kürt halkını düşman gösterme, bunun propagandasını yapma, “Kürtler ülkemizi parçalayacak, terör devleti kuracaklar; bu Türkiye’nin parçalanması anlamına geliyor, biz Türkiye’yi kurtarmak için yeni bir milli kurtuluş savaşı veriyoruz” diyerek milliyetçi duyguları hep canlı tutmak istediler. Bu belli bir yere kadar götürdü onları ama artık toplumda fazla heyecan yaratmıyor. Bunun için ezelden beri düşman diye gösterdikleri diğer bir ulus olan Yunan ve Rumlara karşı harekete geçtiler, gerginlik yarattılar. Yunan adalarının kıyılarına gidip, ‘orada petrol arıyoruz’ diyerek Navtex ilan ettiler. O gerginlikte de hem uluslararası düzeyde tepki gördüler hem de Türkiye toplumunda da çok büyük bir heyecan açığa çıkmadı; oy oranları yükselmedi. Ardından yıllarca en çok düşman olarak işledikleri Ermenilere yöneldiler. Aslında bu konuda Azerbaycan’ı kullandılar. Önce tahrik ettiler, SİHA ve değişik silahlar verdiler, oraya çeteleri gönderdiler ve Ermenilere karşı bir savaş başlatmaları için onları kışkırttılar. Savaşı bu temelde başlattılar. Bu konuda Erdoğan kendisinin oyun kurucu olduğunu düşünüyordu ama aslında oyun kurucu olan Putin’di. Çünkü; Rusya da Ermenilere biraz ders vermek ve mevcut Ermeni yönetimini hizaya çekmek istiyordu. Aslında bu açıdan Türkiye’ye biraz zemin de açıldı. Erdoğan da bundan yararlanabileceğini sandı ve deyim yerindeyse yangına körükle gitti. Eğer ki bunların sonucunda toplumda, “Ermenilere karşı savaş var, tek millet olduğumuz Azeri kardeşlerimize saldırı vardır; bunu en iyi bir biçimde Erdoğan ve bu hükümet karşılayabilir” algısı gelişmiş olsaydı, erken seçime gideceklerdi. Ama böyle bir yükseliş olmamıştır. Bu propagandalarını hala sürdürüyorlar. Bütün basın-yayın organları sürekli bu konuyu işliyor. Ancak Erdoğan bir konuşmasında bu propagandaların az olduğunu ve yeterli gelmediğini söylemiştir. Yani şimdi de kendi propagandacılarını suçluyor ve onları yetersiz görüyor. “Ben bu kadar şey yaptım; hem Kürtlerle hem Yunanlarla hem Ermenilerle savaşmayı göze aldım ancak siz yeterince ajitasyon yapamıyorsunuz, dolayısıyla şovenist-milliyetçi duyguları heyecanlandırarak harekete geçiremiyorsunuz” diyerek kendi basın-yayın organlarına ve propagandacılarına eleştiri yapıyor. Çünkü beklentisi, bu yaptığı psikolojik savaş girişimleriyle toplumda bir algı yaratmak, toplumu yeniden kendi etrafında toparlamaktı. Ama bu konuda da başarılı olamadı. Gerillanın performansı TC devletini ürkütmektedir Dolayısıyla şimdi hükümet, tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Çünkü; bir taraftan ekonomik çöküş gittikçe derinleşiyor, işsizlik ve açlık var, gözler önünde olan derinleşen bir sosyal ve siyasi kriz vardır. Kürdistan sorununda ise, “Ben şunu başardım, tehdidi ortadan kaldırdım” diyemeyecek durumda. Doğru, bir taraftan, “Biz PKK’yi bitirdik, bitiriyoruz, sayıları 400 kadar kaldı, gittikçe daha da azalıyor” diyorlar ama diğer taraftan ise, “PKK Ermenistan’a güç göndermiş, oraya destek sunmuş, Rojava’da yüz binlik bir ordu kurmuş, Şengal’i ikinci bir Qendîl yapmış, ABD ile birlikte Türkiye’yi parçalayacak” diyor. Yani kendi kendisini yalanlıyor. Bir taraftan ‘bitiriyoruz’ diyorlar, diğer taraftan da ordusunun yüz binleri aştığını, büyük bir tehlike haline geldiğini iddia ediyorlar. Aslında Erdoğan’ın eleştirdiği o propagandacılar bu yüzden başarısız oldular. Çünkü hep, “bitirdik, başardık” diyorlar ama öbür taraftan da tehdidi göstermek için, “PKK’nin tehdidi var, Silêmanî’yi ele geçirmiş, Hewlêr’i de ele geçirecek, zaten Rojava’yı ele geçirmiş” diyerek aslında PKK’nin ne kadar büyüdüğünü yansıtmış oluyorlar. Dolayısıyla politikaları birbirini boşa çıkardığı için Erdoğan’ın dediği gibi büyüyen PKK özgürlük mücadelesinin üstünü örtmeyi başaramamışlar ve sonuçsuz kalmışlardır. Yani sonuçsuz kalmasının, etkili olmamasının nedeni, bu yalan dolanlarla birbirlerinin etrafında dönüp birbirlerini boşa çıkarmalarıdır. Bu yüzden psikolojik savaşın propaganda aygıtları ile yürütülen mücadeleleri istedikleri sonucu elde etmemiştir. Gerçeklerin üstünü örtmeyi başaramamışlardır. Esasen durum budur. Bu konuda kendi tabanlarına sürekli bir umut aşılarken, böylece devrim güçlerine ve Kürdistan halkına karşı da psikolojik savaş argümanlarını oluşturuyorlar. Ancak bunları söylerken hiçbir zaman, “Biz çok güçlü, yetenekli, kabiliyetli, manevra gücü yüksek bir askeri sistem geliştirdik; böylece gerillaya karşı savaşabilecek ve başarı kazanabilecek bir düzeye ulaştık” diyemiyorlar. Böyle bir şeyden zaten ümitlerini kesmişler. Çünkü; kara güçleri zaten gerilla karşısında yenilmiştir. Onlar da gerillaya karşı savaşamayacaklarını biliyorlar. Hem gerillanın yürüttüğü 37 yıllık savaş hem de en son bütün dünyanın gözü önünde DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaşta onlar gerillanın performansını gördüler ve bu performans onları ürkütmektedir. Bir yerde 2 arkadaş olsa, 2 taburları o arkadaşların üzerine gitmeye cesaret edemezler. Onun için önce teknikle havadan roketleri gönderiyorlar, sonra çeteleri de dedektör olarak önlerine koyup geliyorlar. Bu, dünyanın en sinsi ve korkakça savaş tarzıdır. Onlar bu tarzla sonuç almak istediler. O yüzden sürekli daha gelişkin teknik bulduklarını, özellikle bu keşif uçağını adeta her şeyleri haline getirerek onun sayesinde sonuç aldıklarını ve artık onunla sonuca gideceklerini söylediler. Bu biçimde yıllarca topluma propaganda yaptılar ve kendi kitlelerine umut aşılarken, Kürdistan halkına karşı ise psikolojik savaş yürüttüler. Şimdi de, “Biz daha fazla yükseye çıkabilen ve gerillanın sesini duymayacağı bir keşif uçağı geliştiriyoruz” diyorlar. İşte Ukrayna’dan bir motor bulmuşlar, o motor sayesinde 12 bin metre yükseye çıkabilen keşif uçağı yapmışlar. Bu keşif uçağı boşken 12 bin metre yükselirken, silah yüklüyken ise 6 bin metre çıkabiliyor. Şimdi de, “Bu uçak sayesinde artık PKK bitecek” diyorlar. Bir yıldan beridir bunun propagandasını yapıyorlar ve yıl başından beridir de kullandıklarını belirtiliyor ama bununla hangi sonucu elde etmişlerdir? Açık ki bunların amaçları aslında kendi çevrelerinde umut yaratmak, halka ve gerillaya dönük de psikolojik savaşı güçlendirmektir. Bu, teknolojik açıdan yeni bir icat mıdır? Hayır, bu tür araçlar zaten birçok ülkede var. Yalnız bu faşist zihniyet, mal bulmuş mağribi gibi üstüne atlayarak bunu bir psikolojik propaganda malzemesine dönüştürmüştür. Daha fazla yükseye kalkabilen bu türden keşif uçakları zaten vardı. Şimdi Türk devleti de dış çevreler desteğiyle elde etmeye tüm ağırlığını vermiştir. Ancak gerillanın da bu uçaklara karşı kullanabileceği tedbirler vardır. Gerilla hiçbir şey karşısında çaresiz olmadığı gibi düşmanın bel bağladığı teknolojik değişimler karşısında da çaresiz değildir. Bu bel bağladıkları yeni keşif uçakları, öyle engellenemez ve karşı tedbir geliştirilemez bir teknik alet değildir. Yeter ki bu konuda daha dikkatli, daha bilinçli bir hareket tarzı ve daha tedbirli, dönemin gerilla tarzı esas alınsın. Peki onlar bunu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Ancak amaçları Kürdistan toplumunu ve özellikle gerilla güçlerini etkileyerek psikolojik savaşta sonuç almak olduğu için bu kadar abartıyorlar. Yoksa hangi tekniği geliştirirlerse geliştirsinler, gerilla yine buna karşı farklı bir hareket tarzı veya teknik geliştirir, yine onları boşa çıkarır. Kısacası her şeyin bir tedbiri vardır ama onlar böyle bir aleti bulmakla artık zaferi elde edeceklerini sanıyorlar. Bunu en çok da adını zikretmeye gerek olmayan içişleri bakanı ile Erdoğan’ın damadı ve esasta MİT elemanı olan kişi söylüyor. İnsan öldürecek teknik üretmekten zevk duyan, kan içici olan bu kişiler, “Bunu bulduk; artık gafil bir biçimde avlayıp vuracağız” diyerek, haince bir biçimde vuruş tarzında yoğunlaşıyorlar. Bunlar, gerillayı nasıl haince ve korkakça vurabilirler, onun peşindedirler. Şimdi devlet bütün şürekasıyla “nasıl bir alet buluruz ya da yaparız da gerilla duymaz, birdenbire vururuz” çabası içerisindedir. Bir devletin kendini bu kadar düşürdüğü görülmemiştir. Kelle avcılığına oynayan, insan öldürmekten zevk duyan, bununla övünen bu alçaklar, sonuna kadar haksız oldukları bu savaşta Kürdistan’da sonuç almak istemektedirler. Ancak 21’inci yüzyılın gerçekliğine göre Önder Apo’nun ideolojisi ile kendisini donatmış olan Kürdistan özgürlük gerillası öncülüğündeki Kürdistan halkı ve öz evlatları, bu vahşi düşman ne yaparsa da yapsın, mutlaka onları yenilgiye uğratacaktır. Tabii bizlerin de bunu pratik ifadesine kavuşturmamız gerekiyor. Bunlar geçmişte atalarımızı kandırmış olabilirler. Seyîd Rıza boşuna, “Sizin yalanlarınızla baş edemedim bu bana dert oldu; ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” dememiştir. Bunların kırk çeşit yalan dolan ve hilekârlığı, bugün de savaş sahasında yansımasını buluyor. Bunların bütün yoğunlaşmaları hainlik ve namertçe bir savaş üzerinedir. Çünkü; korkaktırlar. Mert bir savaşa gelemezler. Bu yüzden hep bu tür aletler üzerine yoğunlaşıyorlar. Ancak bununla da sonuç alamayacakları, Apocu gerillanın yaratıcılığı ve iradesi karşısında tarihin yenilgisini alacakları kesindir. Şu an düşmanla zirvede bir savaş yaşanıyor Bu konuda bizim için önemli olan kendi durumumuzdur. Öncelikle şunu belirtelim ki; bu mücadele sadece gerilla sahasında yürütülmemektedir. Bugün Önder Apo’nun paradigması temelinde dünyanın dört bir yanında sürdürülen bir mücadele vardır. İdeolojik, siyasi, diplomatik, örgütsel ve kültürel bir mücadele yürütülmektedir. Bütün bu mücadele sahalarında tabii daha yaratıcı, daha girişimci ve sonuç alıcı yöntem ve taktiklere ihtiyaç olduğu gibi, en çok da gerilla sahasında yaratıcılığa, zengin taktiklere, dönemi doğru kavrama ve doğru okumaya ihtiyaç vardır. Çünkü; yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, mevcut durumda düşman gerilla halkasına yönelerek sonuç almak istiyor. Gerilla bu hareketin ana eksenidir, gerillanın sadece varlığı bile tüm toplumumuz için moral kaynağıdır, cesaret gücüdür. Dolayısıyla düşman bir gerillayı tasfiye etmek için gerektiğinde günlerce uçaklarını havada dolaştırıyor ve gerektiğinde onlarca savaş uçağını yönlendirerek alanın tümünü bombalayıp sonuç almak istiyor. Bunu tek bir gerilla için yapıyor. Bu, aslında bu devletin gerillanın heybeti karşısında nasıl bir psikolojiyi yaşadığını ve ne kadar korktuğunu gösteriyor. Tek bir gerillayı tasfiye etmek için o kadar efor sarf ediyorsa, o kadar ekonomik masraf yapıyorsa ve o kadar uğraşıyorsa, o zaman bu ülkenin gerilla olacak ve olan on binlerce evladı olduğuna göre bu devletin halinin felaket olacağı açıktır. Gerilla Kürdistan’da bitmez; aksine çoğalır. Her şehadet kendisiyle birlikte yeni bir doğuşu ve daha güçlü bir çıkışı yaratmaktadır. Yaşanan her şehadetin yarattığı etki, büyük bir güce dönüşüyor. Çünkü; şehadet bizde güçlü bir enerji kaynağıdır; güçlü bir motivasyon, cesaret ve amaca yönelme perspektifidir. PKK sinerjisini buradan alıyor ve düşmanın bu konuda başarısızlığa mahkum olduğu kesindir. Önemli olan bizim kendi durumumuzu görmemiz, kendi durumumuzu dönemin koşullarına göre uyarlayabilmemiz, kişilikte kendimize yönelerek ideolojik netlikle birlikte taktik zenginlik, bilinç, yetenek ve yaratıcılıkla dönem görevleri üzerine yürüyebilmemizdir. Kısacası, bu konuda gerillanın kendi ideolojik, örgütsel ve askeri durumu önemlidir. Biz esas olarak bu nokta üzerinde durmalıyız. Kuşkusuz bunun teknik boyutu da var. Giderek gerilla da artık tekniği daha sonuç alıcı kılmaya ve kullanmaya çalışacaktır. Ama biz biliyoruz ki en büyük teknik, insanın kendisidir. Bu, Önder Apo’nun çok çarpıcı bir belirlemesidir. Dolayısıyla iç yoğunlaşmamız, bizi başarıya götürecek ana yöntemdir. PKK’nin bugüne kadar gelmesinin ve her türlü zorluğun üstesinden gelerek başarıya yürümesinin temel yöntemi budur. Çözümü kendinde arama, kendinde bulma, kendine güvenme, kendinde güç ve enerji yaratma, cesareti bu biçimde yoğunlaştırarak akıllı bir tarzda, yaratıcı bir biçimde uygulama safhasına geçirme ile PKK sonuç almayı bilmiş ve başarmıştır. Bugün de Önder Apo’nun geliştirdiği bu sonuç alıcı yaklaşım tarzına daha çok ihtiyaç vardır. Yaşadığımız dönem, mücadele tarihimizin en çetrefilli dönemlerinden biridir. Mücadelemiz artık sonuca doğru giderken, düşmanla zirvede bir savaş durumu yaşanıyor. Bu dönemde kim kimi yenerse, artık süreci o götürecektir. Eğer ki biz düşmanı yenip boşluğa düşürürsek, düşman tepe taklak gidecek ve bu faşist rejim Türkiye’de kalmayacaktır. Türkiye’de o zaman demokratik bir sürecin başlaması durumu söz konusu olacak ve Kürdistan’da da tabii ki farklı gelişmeler yaşanacaktır. Bu eksende yaşanan gelişmeler elbette etkisini bütün Ortadoğu’da da gösterecektir. Bugün bu mevcut İttihat Terakkici faşist rejim sadece Kürt halkı için değil, tüm bölge halkları için de büyük bir tehdittir. Türkiye halkı ve emekçi sınıfları için olduğu gibi Arap halkı, Asuri-Süryani halkı, Ermeni halkı, Fars halkı ve bütün bölge halkları için de bu faşist-ırkçı zihniyet bir tehdit unsurudur. Bu faşist-ırkçı zihniyetin yerle bir edilmesi ve yıkılması, mutlaka beraberinde demokrasiye açık bir sistem ve düzen getirecektir. Bu, bütün bölge halkları için yeni bir durum olacaktır. Özellikle Önder Apo’nun Demokratik Modernite çizgisi temelinde gelişmelere yol verebilmek için Ortadoğu bölgesinde halkların kardeşliği ve dayanışması temelinde devrimsel bir sürecin gelişmesi için gerekli koşulların olgunlaşması anlamına gelecektir. Kısaca bu hem halkımız hem de bölge halkları için önemli sonuçları beraberinde getirecek olan bir yeni süreç olacaktır. Böyle bir gelişme faşist rejim için de bir yıkım ve bir bitiş süreci olacaktır. Ancak tersini farz edersek; yani biz darbe alıp gerilersek, o zaman da düşman faşist sistemini kurumlaştırarak halkımız ve bölge halkları için daha büyük bir tehlike haline gelir. Zaten yenilmemiz mümkün değildir. Önderliğimiz ve Hareketimiz bunun tedbirini almıştır. Biz bir toplumsal gerçeğe dayanıyoruz. Haklı bir dava yürütüyoruz. Bizim tümden darbe alıp devre dışı kılınmamız asla mümkün değil ama diyelim ki bu dönemde başarılı olmadık ve istenilen amaçları gerçekleştiremedik; bu durumda devrimimiz birkaç yıl geriye gider, bizim için ve Önderliğimiz için tehlike büyür. Yani böylesine bir süreçteyiz. Bu açıdan gerçekten büyük bir sorumluluk gerektiren, her durum karşısında kararlıca çözüm yaratmanın bir devrimci duruş olarak geliştirilmesi gereken bir dönemden geçmekteyiz. Bu dönem bu açıdan çok önemlidir ve tarihidir. Dolayısıyla bu dönemin devrimci görevlerini yerine getirmek de bir o kadar kutsal ve tarihidir. Bizim için başarının ölçüsü Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür Partimiz PKK’nin 42’inci yılını tamamlayıp 43’üncü mücadele yılına girdiğimiz günlerden geçiyoruz. Partimizin 43’üncü mücadele yılını mücadelemizde abideleşmiş şehadetlerle karşılarken, kendi içimizde de partileşmeyi güçlendirerek ve Apocu militanlaşmayı yükselterek yeni mücadele sürecine girmeliyiz. Bilmeliyiz ki ne kadar partileşmeyi geliştirir, derinleştirirsek, zafere de o kadar yakınlaşmış oluruz. Biz partimizin 43’üncü mücadele yılına böyle bir misyon biçiyoruz. Bilindiği gibi sömürgeci-soykırımcı-faşist Türk devletine karşı yürüttüğümüz savaş, bugün önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Eskiden Türk devleti bize karşı savaşırken, arkasında tüm NATO güçleri olduğu gibi, Uluslararası Komplo’ya katılan tüm güçler ve yine Kürdistan üzerinde sömürge olan diğer devletlerle birlikte tüm Arap devletleri de destek sunuyordu. Hepsiyle ilişkileri vardı. Ama bugün bu faşist rejim uluslararası kamuoyunda teşhir olmuş, yürüttüğü ırkçı İttihat Terakkici, soykırımcı siyaseti deşifre olmuştur. Şimdi yanında kala kala bir tek ABD yönetimi (ki Trump’tan sonra ABD’nin izleyeceği politika da tartışma konusudur), KDP, Katar ve Azerbaycan kalmıştır. Bütün komşularıyla çelişki içindedir. Uluslararası sistemle sorunludur. Dış koşullar açısından bu faşist hükümeti yıkmanın zemini güçlenmiştir. İç koşullar bakımından da her gün mevcut AKP-MHP rejiminin nasıl çöküşe gittiğini izliyoruz. Sistem ciddi bir kriz içerisindedir. Hastalık ve yoksulluk ve bunalım her tarafta derinleşmektedir. Hareketimize karşı istediği başarıyı elde edemediği için rejim içte de bugün çok büzülmüş ve daralmıştır. Doğru; elinde istihbaratı ve tekniği var, saldırılar yapabilmektedir. Elinde polisi var, halkımızı, Türkiyeli sol, sosyalist ve Kürt demokratik siyasi güçlerini operasyonla tutuklamaktadır. Yani siyasi soykırımlarını yapabilmektedir. Savaşı bir biçimde istihbarat ve teknikle sürdürmektedir ama kendi içinde oldukça zayıflamış ve artık herkes tarafından ömrünün ne kadar kaldığı konusu tartışılır hale gelmiştir. Bunu sadece biz değil herkes söylüyor. Yani bu rejimin günleri artık sayılıdır. Ancak bizim için başarının ölçüsü Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. Biz Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamadan hiçbir zaman ‘başarılıyız’ diyemeyiz. Bu özgürlük yürüyüşünde en başta Önderliğin kendisi büyük bir iradeyle direnişi geliştirmekte ve bizim başarımız için yolu açmaktadır. Halkımızın yüksek fedakârlığı, yoldaşlarımızın en zor koşullarda bile yüksek fedakârlık ve kararlılıkla bugün dağda, zindanda, her tarafta direniyor olması; mücadelemizin Kürdistan’ın dört bir tarafından ve yurtdışından bütün dostların dayanışmasıyla güçlü bir hamleyle bugün gelişiyor olmasıyla “Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” sloganıyla yürütülen hamlesel çıkışın uluslararası düzeyde gördüğü rağbet ve katılım temelinde mücadelemizin yükselerek sonuca doğru gideceği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu dönemin başarısı, belirttiğimiz gibi Önder Apo’nun ve dolayısıyla Kürdistan’ın özgürlüğüdür. Kürdistan’ın özgürlüğünün de Türkiye ve bölgede yeni bir demokratikleşme dalgasını geliştireceği bilinen bir husustur. Biz şehitlerimize layık olmayı bilen ve bu temelde bugünlere kadar gelen bir hareketiz. Bu temelde başta Kasım Engin, Yılmaz Dersim, Egîd Civyan ve Amara Ronahî yoldaşlar olmak üzere son dönem şehitlerimizin anısını mücadeleyi yükselterek, kanlarını yerde bırakmadan hayallerini gerçeğe dönüştüreceğimizin sözünü bir kez daha yineliyoruz. Yüce şehitlerimizin ve Önderliğimizin çizgisinde derinleştiğimiz oranda başarıya ve zafere daha güçlü adımlarla yürümüş olacağız. Tüm yoldaşların bu çerçevede yoğunlaşmalarını derinleştirme ve bu perspektif temelinde dönem görevleri üzerine yürümeleri halinde kesin başarının yakın olduğuna inanıyor, bu inançla Partimizin 42’inci yıldönümünü kutluyor, 43’üncü mücadele yılında herkese üstün başarılar diliyoruz. | ||
© 2021 Serxwebûn |