Sal: 39 / Hejmar: 469 / Çile 2021
PKK’nin Güney’de çok işi varKanûn 2020
Rêber Apo’nun 1995 Haziran değerlendirmelerinden derlenmiştir Güney Kürdistan sorunu, tarihsel olarak bir Türkiye sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin İngiliz emperyalizmiyle anlaşarak Misak-ı Milli sınırlarından taviz vermiş olması, sorunun özünü oluşturuyor. Bu sorun hiçbir zaman ortadan kalkmamış, için için devam etmiştir. Yine Irak’ta Temmuz Devrimi ardından BAAS rejiminin iktidara gelmesi ve yeni rejimin kendine göre bir devlet yapısı oturtması da çelişkilere yol açmıştır. Bilindiği gibi, Kürdistan’da 1960’lardan itibaren yeni bir isyan dönemi başlamıştır. Bu isyanın bir önderlik tarzı, bir toplumsal dayanağı, dış ittifakları ve ilişkileri var ve son derece dengesizdir. Dahası, Irak rejiminin kendisi de dengesizdir. Çünkü; başta petrolden kaynaklanmak üzere son derece dışa bağımlıdır. Bu nedenler onu dış politikayla, bölgeyle son derece uğraşır durumda bırakmaktadır. Zaman zaman Suriye ile birleşiyor, Birleşik Arap Devleti adını alıyor. Mısır ile olmuyor, bozuluyor; derken bir kez daha denemeye çalışıyor. Bu ülkeler BAAS Partisi’nin seksiyonları tarafından idare ediliyor. Çelişki var ve şiddetleniyor. Daha önce belirtildiği gibi, Irak petrol nedeniyle ya her an dışa bağımlı olacak ya da tam bağımsızlığın bedelini ödemek zorunda kalacaktır. Bunu iyi değerlendirelim. BAAS rejimi, Irak’ta özellikle bir zamanların Sovyet-ABD çelişkisini değerlendiriyor. Bu, dünya çapında bir çelişkidir. Irak rejimi, Sovyetlerden yardım alarak doğuyor. Ardından İran rejimi doğuyor ve ona karşı Irak Batı’dan büyük destek alıyor. Aldığı bu büyük destek, Irak rejimini dev bir ordu gücüne kavuşturuyor. Bu, büyük ve şişirilmiş bir ordu gücüdür ve savaşmak, savaşı İran’a doğru geliştirmek, hatta Türkiye’ye doğru da geliştirmek zorundadır. Su meseleleri var, Arap aleminde birlik sorunu var, Kuveyt sorunu var. Zaten Kuveyt’i Irak’ın bir parçası olarak düşünüyorlar. Dolayısıyla son derece çelişkilidir; bu nedenle kontrol altına alınması gereken bir güç oluyor. Bu doğrultuda Körfez Savaşı’nın dayatılması gerekiyordu. Bu dayatma da Kürt sorununu öne çıkarıyor. Rejim ya Kürt sorununu halledecektir ya da başkaları bu sorunla rejimi halledeceklerdir. Böylece Güney Kürdistan sorunu, uluslararası bir sorun haline geliyor. Irak rejimi ne pahasına olursa olsun bu sorunu çözmek isteyecektir. Bunun için de gerektiğinde Halepçe türü katliamlar dayatılıyor; gerektiğinde otonomi türü siyasal çözümler dayatılıyor. İran-Irak Savaşı döneminde birden çok güce bağımlı olan işbirlikçi önderlik bundan yararlanamadı 1960’lar sonrası Kürt hareketine de kısaca değinmeliyiz. Bilindiği üzere Kürdistan’ın aşiretçi-feodal yapısı olduğu gibi devralındı. Irak 1958’lere kadar bir krallık olarak idare ediliyordu. Yani feodal bir rejimdi. Güney Kürdistan’da ise geniş bir otonomiye sahip Kürt aşiret ve şeyhleri vardı. Devrimden sonra bunların bir kesiminin İran rejiminden ve dolayısıyla Amerika’dan da yardım alması, bir kesiminin ve özellikle Komünist Parti’nin de Sovyetlerden destek alması, yerel burjuvazinin kendine göre politik bir çıkış yapması 1960’lardaki Kürt isyanına yol açtı. Barzani önderliği tipik Kürt şeyh ve aşiret geleneğinin, feodal gücün simgesiydi; en güçlünün o olacağı açıktı ve öyle de oldu. Talabani önderlikli çıkışın ise kent ara tabakasının, bu arada hızla gelişen küçük burjuva kesiminin öncülüğüne oynayacağı ama onun da ağa ve şeyh kökeninden güç almadan yaşayamayacağı biliniyordu. Yine komünistlerin durumu vardır ki, onların da dönemin ‘kapitalist olmayan yol’ teorisine göre bir Irak rejiminin yanında, bir isyanın yanında sallantılı bir durumu yaşayacakları açıktı. Sonuçta bu iktidar savaşımından özellikle ordu içinde daha örgütlü olan BAAS Partisi başarılı çıktı. Komünistleri Kürt hareketine karşı iyi kullandı. Kullandıktan sonra da çoğunu idam ederek gerisini attı. Küçük burjuva aydın gelişimini de aşiret önderliğine karşı kullandı. Böylece Barzani önderliğini zayıflattı ve bildiğimiz gibi 1975’te İran’la anlaşarak tamamen ezdi. 1975’lerin sonlarında artık Irak BAAS rejimi oturmuş bir rejimdi. Kendisine karşı geliştirilen direnişler de cılızdı ve daha çok dış destekliydi. İran-Irak Savaşı döneminde Irak’taki Kürt hareketi çok iyi gelişebilirdi. Ama bilinen hastalıklı önderlik, birden çok güce bağımlı olan işbirlikçi önderlik bundan yararlanamadı. Komünistler, bir türlü bilinen orta yolcu konumlarından kurtulamadılar. Gelişme ve güçlenme imkanını son derece oportünist bir politikayla bertaraf ettiler. Körfez Savaşı’na doğru gelindiğinde, aslında Irak rejimi Saddam önderliğinde Bağdat’ta sıkışıp kaldı. Kürtlerin sonuna kadar iktidar olma durumu vardı. Ama yine bilinen önderlik, son derece ölü, devrimle bağını çoktan koparmış, dışarıda şu ya da bu gücün işbirlikçiliğine oynamaktan öteye bir yeteneği olmayan durumda kaldı. Barzani önderliği eski aşiret kalıntılarını canlandırmaya, yine klasik olarak İran ya da Türkiye’ye dayanma durumunu sürdürmeye çalışıyor. Küçük burjuva önderlik ise daha çok emperyalist devletlere açılmak isteyerek, aynı politik tarzla yol almaya devam etti. Komünistler ise reel sosyalizmin çözülüşüyle zaten tanınmaz hale gelmişlerdi. 1991 Mart ayında Irak rejimi tüm ordusunu Güney Kürdistan’dan çekmek zorunda kaldı. Halk tümüyle silahlı ve ayaktaydı. Ama olmayan önderlik, devrimden ve halkın iktidarından korkan önderlik tam bir engel pozisyonuna girerek gelişmelerin önünü kapattı. ABD’nin ‘Çekiç Güç’ kalkanının da devreye girişiyle, bilindiği gibi büyük bir devrimci durum imkanı bir devrimle değerlendirilip zaferle taçlandırılamadı. PKK’nin çabaları da cılız olmaktan öteye götürülemedi. 1992’deki yarı teslimiyet biçimindeki sığıntı durumu ve bunun neredeyse teorik ve siyasi bir çizgi haline getirilme çabası, görevli diye yollananların peşmerge ağalığına özenmekten öteye bir rol oynayamamaları, PKK için ciddi bir devrimci çıkışı zorlaştırdı. Geçmişten günümüze gelindiğinde durumun tamı tamına böyle olduğunu görüyoruz. Peki, bu durumun ana özellikleri nedir? Irak’ta, ABD’nin önderlik ettiği büyük bir ambargo durumu yaşanıyor. Birincisi; rejimin eli kolu bağlanmıştır. İkincisi; aslında Kürt işbirlikçi önderliği yine çok sınırlı çıkarlar temelinde ‘Çekiç Güç’e dayanarak yaşatılmaya, hem ondan yararlanmaya hem de ona yararlı olmaya müsait bir pozisyonda tutulmaya çalışılıyor. Halkın ulusal demokratik talepleriyle, hatta halkın normal bir sosyal yaşamıyla bile pek alakası yoktur. Dolayısıyla gün geçtikçe aralarındaki çekişmenin de bir sonucu olarak tecrit oluyorlar. Halk ise orta yerde, devrimci bir önderliğin olmayışından ötürü derin bir çıkmazı yaşıyor. Maalesef acıyla söylüyoruz ki; bu halk, yöneticileri sayesinde, Türk işgal birliklerinin elinden bir somun ekmeği almak için oltadaki yeme saldıran yüzlerce balık gibi küçük bir yeme saldıracak duruma gelmiş; kendisini avlayan avcının oltadaki yemine böylesine koşturulacak kadar acı bir duruma düşürülmüştür. Hiçbir işbirlikçi güç bu gerçeği inkar edemez. Yine devrimcilik adı altında faaliyet gösteren hiçbir kişi veya güç bunu başka türlü izah edemez. Kendi halkının bu durumuna seyirci kalanların, bilerek veya bilmeyerek ona devrimci bir iradeyle müdahale etmeyenlerin sorumlulukları, en az bundan birinci dereceden sorumlu olanlarınki kadar ağırdır. Neden halkın taleplerine bir Güney Amerika veya Afrika rejimi kadar çözüm gücü olamıyorlar Günümüzde Saddam’ı bu durumdan sorumlu tutmak artık mümkün değildir. İktidar olup olmadığı belli olmayan mevcut güçler “Irak rejimi ambargo koyuyor” diyorlar. Hayır, Irak’ın kendisi ambargo içindedir. Irak rejiminin bu topraklarda bir tek askeri bile yoktur. Bu halkı eğitim ve örgütlemeden alıkoyacak hiçbir Irak baskısı da yoktur. ‘Çekiç Güç’ ise zaten yardımcılarıdır. Türkiye ile de işleri normaldir. Peki, neden iktidar olamıyorlar? Neden halkın taleplerine bir Güney Amerika veya Afrika rejimi kadar çözüm gücü olamıyorlar? İşbirlikçilik bile belli ölçülerde bir devlet ya da federasyon olabilir. Bu neden gerçekleşmiyor? Görünüşte hiçbir engel yoktur. Mevcut güçlerin yapabildikleri şey, gümrüğe kimin el koyacağı, diğer bazı menfaat durumları varsa onlara kimin el koyacağı kavgasını yapmaktır. Hemen şunu belirtelim ki, biz bu güçlerle ilişki geliştirdik. Bize karşı savaşmalarına rağmen, hala ilişkide olmaya devam ediyoruz. Yine yurtseverlik temelinde, bütün Kürdistan halkının ulusal demokratik talepleri etrafında, Güney halkının daha insani, sosyal, siyasal ve ulusal demokratik çıkarları temelinde büyük bir ısrarla ilişki kurmaya çalıştık. Halen bu ilişkimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Kardeşçe, hatta özelliklerini vurgulamaya çalıştığımız Türk özel savaşıyla geliştirdikleri ilişki kadar bir ilişkiyi bizimle de geliştirmelerini istedik. Ama görüyoruz ki, Türk özel savaşının niteliği belli olduğu, hatta Güney Kürdistan’ın varlığını imha etmek ve onu insansızlaştırmak için mümkünse Irak rejimiyle anlaşarak tamamen bitirme doğrultusunda Türk özel savaşının çabalarını gün be gün izledikleri halde, bugün bu güçler birkaç kuruş para, bir çuval gıda, gümrükten iki tarafın yararlanması vb için yalvarıp duruyorlar. Temel sorunları bunlardır. Bize göre ise bunlar gündemi saptırmaktır, halkın temel ulusal ve siyasal iktidar sorununa hiç cevap vermemektir. Bunlar yapay bir gündem oluşturarak, halkın temel çıkarlarına aykırı sorunları öne çıkararak, üstüne üstlük halkı çatıştırarak, kendi çok basit şahsi, aile ve dar klik çıkarlarını gözetmekten öteye gidemiyorlar. Hiç şüphesiz halk bundan şiddetle rahatsızdır ve şiddetle çözüm aramaktadır. Sözüm ona bu federe meclis ve hükümet ettiklerini sananlar, son Güney Operasyonu’na seyirci kaldılar. Doğru dürüst sert bir tavır koyup, “Bu özel savaş şu anlama gelir; tarihte böyle bir özü var, bütün Kürdistan’ı insansızlaştırmayı amaçlıyor” demediler. Bunlar çok somut olduğu halde, tek bir açıklama yapamadıkları gibi, yapanların açıklamaları da, “TC bizi niye Ankara’ya çağırmıyor?” yönünde oldu. TC’yi Güney’de biraz sıkıştırdık. Bundan çıkardıkları sonuç, Ankara’ya heyet yollamak oldu. Biz öteden beri, “Ankara’yla ilişkilerinizin olmasına sonuna kadar karşıyız” demedik. Bu ilişkileri geliştirirken sadece Kürdistan’ın kurtuluşu ve devrimi değil, kendi menfaatlerinizi bile dikkate alan bir tutum içinde olun dedik. Çok dar çıkarlar üzerine değil, daha geniş bir iktidarlaşma sorununu tartışalım; Ankara ile ilişkiye girmeden önce, Kürdistan sorununun düzeyini değerlendirelim dedik. Bütün Kürdistan’da, Kuzey’de ve Güney’de gerçek nedir? Kuzey’deki devrimin acil sorunları nedir, Güney’de sorun nedir? Federe Meclis veya Hükümet deniyor. Ortada bir federasyon var mı? Yoksa neden yok, varsa ne kadar geliştirilir? Geliştirilmesi için nasıl dayanışma ve güç birliği içinde olabiliriz? Yani nasıl geniş bir cephe kurabiliriz? Bu konularda çeşitli mektuplar yolladık, kapsamlı değerlendirmeler de sunduk. Buna rağmen hala ne idüğü belirsiz, muğlak tutumlar içindeler. Çok geri bir aile yaşamını örgütlemek için Türkiye’ye yalvarıyorlar Öyle anlaşılıyor ki, halk öyle istediği için bu tutumu göstermiyorlar. Zaten halk çok acil taleplerine ve sorunlarına çözüm istiyor. Birçok ulusal, siyasal, demokratik, ekonomik, sosyal ve kültürel sorun iç içe geçmiştir. Hatta moral sorunu var ve çözüm bekliyor. Bunlar hiç göz önüne getirilmiyor. Büyük ihtimalle Türkiye’nin bazı beklentilerine, “PKK’ye dikkat edin” dayatmalarına cevap ayarlamaya çalışıyorlar. ABD’nin bazı talepleri vardı: “Bekleyin, zayıflayan Irak rejimi düşebilir. Bu rejim düşerse yeni durumlar doğar, sizlerle birlikte değerlendiririz” diyordu. Kaldı ki, Irak’ta belki de gideni yüz kat aratacak yeni iktidarlar gelebilir ama yine de bunun beklentisi içindeler. Hiç mi bir devrimci faaliyet, bir iktidar çalışması imkanı yoktur? Çokça var ama sahip çıkmıyorlar. Güney Kürdistan’da milyonlarca genç işsiz, güçsüzdür. Ancak kendilerinden ses çıkmıyor. Sadece, onlara düşkün bir yaşam için para lazım, diyorlar. Çok geri bir aile yaşamını örgütlemek için Türkiye’ye yalvarıyorlar, emperyaliste yalvarıyorlar, giderek yarın Irak rejimine de yalvaracaklar. Sonra da ‘Bu yaşamı kurtaralım’ diyecekler. Bu dar ekonomik sorunlarından dolayı, yalnızca Silopi hududunda yüzlerce yoksul köylüyü acımasızca kurşunlara hedef ettiler. Bu hudutlarda ölenlerin sayısı belki de binleri buldu. Yoksul köylü insanların mayınlarla parçalanması bu politikanın bir sonucudur. Bu insanları gerilla temelinde örgütlememize karşı çıkmasalardı, büyük bir köylü kurtuluş ordusu, bir ulusal kurtuluş ordusu kurabilirdik. Milyonlarca genç var ve sefalet içindeler. Bırakın, bunları devrime çekelim diyoruz. Hayır diyerek bunları birbirlerine kırdırttılar. Temel ulusal talepleri için, asıl düşman için bir araya gelsinler dediğimizde engel çıkarıyorlar. Çünkü; onlar için önemli olan Türkiye ile ilişkileridir, Türkiye’den alınacak bir milyon dolardır. ‘Çekiç Güç’ ilişkisidir, onların generalleriyle her hafta düzenli toplantılar yapmaktır, elçiliklerdir, her tür istihbarat örgütünün müsteşarlarıyla ilişkilerdir. Bunlarla sonuna kadar toplantı ve ilişkiye evet derler ama milyonlarca gencin eğitilerek halk ordusuna alınmasına hayır derler. Yine bunları siyasi bir cephede örgütleyelim, ulusal demokratik bir cepheyi geliştirelim, her şey bunu hem zorunlu hem de olanaklı kılıyor dediğimizde reddediyorlar. Yine böl, parçala, aşiretçiliği körükle, kişiler etrafında savaş ağalığını körükle, varolan olanakları da bunun için seferber et, şu veya bu dış güç istediğinde sık sık birbirleriyle çatıştır yaklaşımı içindeler. Bu düşman politikasına alet olmak değil de nedir? Yurtsever demokratik politika nedir? Halkın birliğine gelmek, halkın siyasal birliğine, cephe birliğine gelmek aklınıza gelmiyor mu? Niçin buna gelmiyorsunuz? “Bunların zamanı değil” veya “Federe meclis var, federal hükümet var” diyorlar. Peki, bu hükümet nerede? Hiçbir yerde! Kendi içinde işlemezdir, gümrük dışında tek bir fonksiyonu yoktur. O da çatışma nedenidir. Yani parayı kim alacak meselesiyle uğraşıyor. Halkın birliği siyasal birlik, büyük güç demektir. Şunu hemen açıklayalım ki; milyonlar siyasal temelde birleştirilir ve bir halk ordusu oluşturulursa, Güney halkı tek başına Ortadoğu için bir devrim kalesi olur. Bu, Güney halkının sadece ekonomik sorununun, gıda sorununun çözülmesi değil, moralinin ve siyasal gücünün de doruğa çıkması demektir. Devrime bu kadar muhtaç hiçbir halk olmadığı gibi dünyada devrimci koşulların bu kadar hazır olduğu bir başka toprak parçası da yoktur. Ama kullandırtmayan, buna gelmeyen, kaderini Çekiç Güç’e ve yarınki ihtimallere bağlamış, gerçekten önderlik demeye dilimizin varmadığı bir konumu işgal eden güçler, bütün çabalarımıza rağmen, bu yönlü bütün önerilerimize hala doğru dürüst bir cevap vermiyorlar. Neden? Çünkü kendi kaderlerini kendileri değil, başkaları çiziyor. Bir de kendilerine dayatılan çok düşkün bir yaşam tarzına takılmışlar. Halk iktidarının gelişmemesi için ne lazımsa onu yaptılar Oysa koşullar son derece elverişlidir. Bir iktidarsızlık durumu, muazzam bir siyasi boşluk var. Çok iyi biliyoruz ki, böyle bir siyasal boşluk Rus Çarlığı döneminde de oldu. Büyük Ekim Devrimi bu boşluktan doğdu ve dünyayı etkiledi. Birçok ülkede böylesi savaş süreçleri boşluk doğurur ve devrimler böyle doğar. İran-Irak Savaşının doğurduğu siyasal iktidar boşluğu sekiz yıl sürdü. 1990’dan beri de beş yıllık bir boşluk var. Birbirine eklersek, bu on üç yıllık bir boşluktur. Bir de 1960 ve 1970’lere kadar BAAS Partisi iktidarının henüz oturmadığı bir boşluk var ki, yaklaşık on yıllıktır. Hepsini toplarsak, yirmi üç yıldır Kürdistan’da bir iktidar boşluğu vardır. Bu iktidar boşluğu bir türlü doldurulamadığı gibi, iktidarsızlaşmak için, halk iktidarının gelişmemesi, ulusal demokratik taleplerin örgütlendirilmemesi ve çokça iddia ettikleri bir demokrasinin Irak genelinde gelişmemesi için ne lazımsa onu yaptılar. Çok geri bir toplumsal düzeyi ve şahsi çıkarlarını korumak için bunların oynamadıkları hiçbir dünya gücü, yalvarmadıkları hiçbir gerici güç yoktur. Yine birbirlerine karşı da yapmadıkları kötülük kalmamıştır. Ama sıra en hayati ve herkesi kurtaracak onurlu bir çalışmaya, bir devrimci savaşa geldi mi, onu bozmaya bire bir varlar. Hiç şüphesiz bunun nedenleri vardır. Burada yalnızca sosyal nedenleri saymayacağız, sınıf yapıları gereği böyledirler de demeyeceğiz, yine emperyalizmin işbirlikçileridir diyerek de işin içinden çıkmaya çalışmayacağız. Bu konular böylesi genellemelerle tam olarak anlaşılamaz. Bu yönlü tahliller de yapılmıştır, bunları tekrarlamak istemiyorum. Hiç şüphesiz sınıfsal, aşiretsel ve hatta ailevi ilişkiler ortamı bunları bu duruma getirmekte etkilidir. Bu güçlerin diplomatik ilişkiler adı altında yıllardan beri içine girdikleri ilişkiler var. Sömürgeci devletlerle bile mutlak vazgeçemeyecekleri ve hatta gırtlaklarına kadar battıkları ilişkiler var. Bunları bir çırpıda bir tarafa bırakamazlar. Çıkarları için her türlü güce yalvarmaya, onlarla uzlaşmaya da değil, emirlerine girmeye son derece açıklar. Öte yandan devrimci bir durum söz konusu olduğu için zaman zaman devrimciliğe de ilgi gösterme zorunluluğu duyarlar. Burada önemli olan halkın yığınsal kesimleridir. Halk yoğun aşiretçi, kabileci ve aileci bağlardan ötürü çok geri durumunu bir türlü aşamıyor. Ekonomik ve sosyal sorunlar ve geri kültür düzeyi, onların hızla bir ulusal demokratik bilince kavuşmalarını engelliyor. Yıllardan beri hiçbir devrimci örgüt burada ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışması yürütmediği için kendisini olumlu yönlendirecek bir inancın sahibi değildir. Bütün bu etkenler birleşince, Güney’deki devrimci durum net olarak anlaşılıyor. Güney Kürdistan’da sözüm ona “iktidar sorununu hallettik” diyen güçlerin ne kadar iktidarsız olduklarını biliyoruz. Devrimle fazla ilişkiye geçmek istemiyorlar. Ulusal demokratik talepler dediğimizde canları sıkılıyor. Hiç olmazsa otonomiyi yakalayan bir iktidar durumuna bile girmiyorlar. ‘Çekiç Güç’ komutanlarının ne diyeceklerinin beklentisi içindeler. Hiç kimse bunu başta Güney halkımız olmak üzere hiç kimseye hiçbir gerekçeyle kabul ettiremez. Yarın ‘Çekiç Güç’ gitti diyelim. O zaman bu halk kimlerin acımasız insafına terk edilecek? Neden bugünü değerlendirmesin? Neden kendini ölüm kalım günlerine hazırlamasın? Bu güçlerin bu sorulara cevap vermesi gerekir. Eğer devlet, federe hükümet ya da meclis varsa, neden halkın bu acil sorunlarına hiçbir çözüm bulamıyor? Neden Kürdistan geneline ilişkin tek bir ileri adımın sahibi olamıyor? Demek ki, Güney’de ne devlet, ne federe hükümet, ne de meclis var. Kaderlerini Çekiç Güç’e teslim edenler, devrimci savaştan çekiniyorlar. Onların devrimci savaş diye bir sorunları olmadığı gibi gelişen devrimci savaşı engelleme görevleri vardır. Nitekim PKK’nin engellenmesi de özünde budur, yoksa PKK Güney’e el attı diye engellenmiyor. PKK varını yoğunu sarf ederek, orada Güney halkının, Kürdistan halkının, hatta Irak halkının devrimci mücadelesine yardımcı olmak için vardır. Onlar devrimci mücadeleyi geliştirir ve kendi öz güçleriyle ayakta dururlarsa, biz orada bir gün bile durmayız. Bunu çok açıkça söylüyorum. Ama biz her şeyden önce enternasyonalistiz; devrimci mücadelenin geliştirilmesi için oraya girer ve sonuna kadar mücadele ederiz. Biz yurtseveriz. Biz aynı zamanda sınıf devrimcisiyiz, halkın yanında yer alır ve sonuna kadar mücadele ederiz. Bu, devrimciliğin zorunlu bir gereğidir. Kaldı ki, biz buna zorunlu değiliz, bizi buna zorlayan düşmandır. Düşmanın kendisi bizden önce oraya birliği dayatmıştır. Kuzey için Güney’i kullanmak, Güney için Kuzey’i kullanmak istiyor. İncirlik’ten uçaklar kalkar, Güney’i kontrol eder. Güney’deki ‘Çekiç Güç’ etrafındaki kuvvetler Kuzey’i kontrol etmek istiyor. Güney modeli Kuzey Kürdistan’a taşırılmak isteniyor. Onlar hem de halkımıza hiç bir şey vermeden, bizden daha fazla Kuzey’e müdahale etmek istiyor. Bu sözüm ona önderlikler Ankara’da MİT elemanları ve özel savaş subaylarıyla masa başına oturarak, Kuzey Kürdistan’ı devrimden alıkoymanın planlarını yapıyorlar. Fırsat bulurlarsa bunun işbirlikçi örgüt modellerini geliştirmek istiyorlar. Bunların tayin ettikleri bazı elçiler var, görevlerini başaramamaları ayrı bir meseledir; ama 1990’lardan beri bu yönde yoğun bir biçimde uğraştıklarını, yine KDP’nin 1965’lerden beri bunun peşinde olduğunu çok iyi biliyoruz. T-KDP, Güney işbirlikçi önderliği tarafından MİT’e teslim edilerek, Kuzey Kürdistan halkını kontrol etmenin aracı kılınmamış mıdır? Hala bunu anlayamayacağımızı mı sanıyorlar? Yine birçok küçük burjuva örgütlenmenin Kuzey’de zorla yaşatılması Güneyli küçük burjuva önderliğin dayatmasıyla değil de nedir? Hatta daha PKK ortaya çıkmamışken, Kuzey Kürdistan’ın içine müdahale edenler kimlerdir? Botan’ı boydan boya kendi cephe gerisi ve gıda alanı olarak örgütleyen Güney’deki KDP değil de kimdir? Halen kendisine bağlı temsilcilerle, sözüm ona T-KDP’yi MİT’le en çok işbirliği içinde tutan Güney’deki KDP değil midir? Öyleyse kim kimin işine müdahale ediyor? Kuzey mi Güney’e, Güney mi Kuzey’e müdahale ediyor? Üstelik onlar bu müdahaleyi haksız ve işbirlikçi temelde, tehlikeli bir biçimde özel savaşa hizmet temelinde yapıyorlar. Güney’de olmaya hakkımız var “PKK’nin Güney’de ne işi var?” diyorlar. PKK’nin Güney’de çok işi var; mutlaka yerine getirmesi gereken görevleri var. Birincisi; her şeyden önce Kuzey Devrimine yönelik komplodan ellerini çekmeleri gerekiyor. İkincisi; zorla, çok haksız ve yapay olarak bölündüğü için; yurtseverlik ve demokratlığın gereği olarak, Kuzey ve Güney halkının birliğine, her iki halkın örgütlerinin bir araya gelmelerine şiddetle ihtiyaçları olduğu için; destek ve dayanışma içinde ortak bir savaşıma ihtiyaçları olduğu için, onların Kuzey’de, bizlerin de Güney’de olmaya hem hakkımız hem de ihtiyacımız vardır. Hepimiz aynı ülkenin ve aynı halkın çocukları, devrimci güçleri ve hatta siyasal örgütleriysek, birlik ve dayanışma için mutlaka yerine getirilmesi gereken görevlerimiz vardır. Amaçlar belirlensin, gelsinler, eğer amaçları doğruysa bütün Kuzey onların olsun. Eğer Güney’de devrimin amaçlarına aykırı bir durum varsa ve şartlar elveriyorsa, hele böyle bir boşluk varsa, bütün Kuzey halkı da Güney halkının imdadına gelmeli ve buranın devrimine katılmalıdır. Bunun önünde kim engel olabilir? Türk özel savaşından başka kimler buna karşı olabilir ve kim bu özel savaş politikasıyla işbirliği halindedir? Çok iyi biliniyor ki; bu özel savaş politikası sadece Kuzey halkına değil, Güney halkına yönelik de bir yok etme hedefini içeriyor. O halde hepimizin devrimci görevlerden ötürü bütün ülke sathında hem bulunma hem de mutlak savaşma hakkımız ve görevimiz vardır. Bunun Güneylisi de, Kuzeylisi de, hatta başka milliyetten devrimcisi de; eğer birazcık sosyalist ve enternasyonalist hedefleri önüne koyan birisiyse, yine kendi halkının özgürlük sorunuyla ilgiliyse, İran İslam devrimcisi de, Arab’ı da, Acem’i de düşünmek zorundadır; Irak’ın demokratı ve devrimcisi de, Türk’ü de düşünmek zorundadır. Ortada böyle bir özel savaş ve faşizm varsa, gerekirse hepsi Güney Kürdistan’da toplanmalı, orada bir devrimin üssünü inşa etmelidir. Öyle ki, bütün halklara bağımsızlık ve özgürlük taşısınlar. En doğrusu da budur. Bu sadece hakkımız değil, aynı zamanda vazgeçilmez bir görevimizdir. Yine yalnızca koşullar gerekli kıldığı için de değil, bir ilkeye bağlı olmanın da gereğidir. O halde hiçbir halk açısından buradaki devrimci savaşı geliştirmenin önünde karşı durmak için ideolojik, siyasal ve askeri gerekçe yoktur. Bunun ilkesi de yoktur, pratik tavrı da olamaz. Tam tersine, bir halka ve halkların kardeşliği ilkesine bağlı olmanın, yine özel savaş ve onun faşist ideolojik-politik saldırılarına karşı durmanın gereği olarak, ister ideolojik, ister politik, ister pratik nedenlerle herkesin bir araya gelme, birlik olma ve savaşma doğrultusunda hakları ve görevleri vardır. Özel savaş istemiyorsa, onun dayandığı uluslararası ittifak istemiyorsa, varsın istemesin. Onlar halkımızın iyiliğini, halklarımızın iyiliğini ne zaman istediler ki? Onlar kendi çok sınırlı maddi çıkarları için, gerekirse halkların ölüm fermanına imza koymaktan, sonuna kadar halkların yok olmasına evet demekten başka neyin peşindeler? Eğer gerçek böyleyse, bunlara karşı bizim de sonuna kadar stratejik, taktik, ideolojik ve siyasi haklarımızın gereğini yapmak için birleşmek, dayanışma içinde olmak, savaşı çok yönlü geliştirmek ve bunun için her şeyi ortaya koymak gibi soylu ve gereklerinin yerine getirilmesinin zorunlu olduğu görevlerimize bağlı olmaktan başka hangi tutumumuz doğru olabilir, başka hangi tavra bağlı kalınabilir? Kürdistan halkının temel ulusal demokratik ve birlik taleplerinin de ötesinde, bugün anti-emperyalist olduğunu söyleyen İran İslam devleti, hatta Irak rejimi dediklerinde samimiyse, bunların da Kürdistan’ın bu parçasında yürütülecek devrimci savaşa karşı değil, destek olmaları gerekir. Dolayısıyla bu rejimlerin gerçek niteliklerini anlamak için, onları da bu devrimci savaşa destek olmaya çağırmak gerekir. Madem bölgeyi emperyalizm ve Siyonizm’in etkisinden çıkarmak, en azından zayıflatmak istiyorlar; o zaman gelsinler, Kürdistan’daki bu devrimci savaşı desteklesinler diyeceğiz. Dikkat edilirse, ayrı bir Kürt devleti demiyorum, bir Kürdistan federasyonu diyorum; bütün bölge halklarının ulusal bağımsızlıklarına ve demokrasilerine hizmet edecek bir eşitlik ve özgürlük federasyonu diyorum. Acem birleşmek istiyorsa, işte bir demokratik birleşme modeli; Arap birleşmek istiyorsa, işte bir Kürt federasyon modeli! Daha ne isteyebilirler? O halde söz konusu olan ve geliştirmek istediğimiz, bölge halklarının enternasyonalist dayanışması için de hiçbir endişe duymadan, kendi kurtuluşları için sonuna kadar destekleyecekleri bir devrimci savaş ve onun iktidar modelidir. Her devrimcinin olumsuz hiçbir gerekçe göstermeksizin, Güney Kürdistan’daki devrimci savaş ve halk federasyonuna, böylesine kilit bir rol oynayan ve çözümlendiğinde bütün halkların kurtuluşuna büyük bir ivme kazandıracak olan bu adıma güç vermeleri gerekir. Zaten dünya enternasyonalistlerinden bahsetme gereği duymuyorum. Çünkü; onlar için de aynı ölçüler geçerlidir. Bunlar güç vermezlerse ne olur? Şovenizmin kurbanları olmuş olurlar, savundukları ilkelerin yalancısı olurlar; anti-emperyalizmin ve anti-Siyonizm’in ancak lafazan bir temsilcisi oldukları ortaya çıkar; yine demokrasi lafazanlığıyla kendilerini aldattıkları ortaya çıkar. Oysa bunların en acil ve en gerçekleşebilir olan yolu, devrimci bir savaşa girişmek ve onun hızla gerçekleştirilecek iktidarını kurmaktır. Irak’taki mevcut rejimin bile, eğer kendisini ambargodan acilen kurtarmak ve bütün Irak halkının sorunlarına bir çözüm bulmak istiyorsa, bu adımı desteklemesi gerekir. İran da ambargoyla karşı karşıyadır, sıkışmıştır. İran’ın, yol almak istiyorsa, bir pencere olarak, bir gelişme yolu olarak buradaki mücadeleyi desteklemesi gerekir. Hele Türkiye’nin bütün anti-faşistlerinin, devrimcilerinin ve Suriye’nin bunu desteklemesi gerekir. Bu, politikalarının doğal bir sonucu olarak gerçekleşmek durumundadır. | ||
© 2021 Serxwebûn |