Sal: 40 / Hejmar: 470 / Sibat 2021
Sorununuz bizi okumamak değil, bizi anlamamak, kavramamak ve uygulamamaktırCotmeh 2020
Rêber Apo’nun 10 Ocak 1994 tarihli çözümlemesinden derlenmiştir Arabistan’da İslamiyet ilk çıktığında, oldukça da çığrından çıkan, karanlıklara gömülen ve cehaleti iliklerine kadar yaşayan çöl Araplarına, o zamanki bütün böyle insanlara, Kur’an, “Oku” adıyla indirilmiştir. Diğer bir deyişle Kur’an, “Oku” kelimesiyle başlar. Şimdi bizdeki durum buna benziyor. Biz “Anla” diyoruz. Biraz okuyorsunuz ama anlama yeteneği çok zayıf. Anlamak derken de; işin esasını, özünü anlayın. Hiç olmazsa bunu kutsal amaçlar doğrultusunda bir yaşama, bir inanca ve bir çabaya dönüştürün. Günlük raporlara baktığımızda, mücadele gerçeğimizde, delilerin bile içine giremeyeceği saptırmalar var. Bunun en temel nedeni kendini doğru dürüst terbiye bile edememektir. Hatalarınızı, çektiklerinizi ve yaşama kıymanızı hiçbir ulusunkiyle kıyaslayamazsınız. Çok kof bir gurur, kupkuru bir inat, hiçbir şey bilmediği halde bildiğinde bile bile ısrar, imha olacağını bildiği halde bile bile bu yanlış adımda diretme, basit bir tutku uğruna en yüce değerlere ters düşme durumu aslında ne köylülük ne de küçük-burjuvalıkla izah edilebilir. Düşkünlükte sınır tanımama, kendini yitirişte her türlü kuralsızlığa girme, her türlü kaybetmeye doğru götüren yaşama takılıp gitme, hazırlanmayı aklına getirmeme, muazzam yanlışlarla yürüme, bunun dayandığı her türlü kaybedilmiş kişilik özelliklerinin farkına varmayan bir gafil yaşama durumu söz konusudur. Bile bile bu kadar talimat-perspektif niye özümsenmiyor, neden layıkıyla bağlı kalınmıyor? Ne derdiniz var? Çok zengin misiniz, çok akıllı mısınız? Değil. Peki halen kendini bir çocuktan daha şımarıkça ateşe atmaktan tutalım işleri bozmaya kadarki tutum nedir? Bu, neyle izah edilecek? İyi ki benim fırsatım var, kendimi biraz böyle gözden geçiriyorum. Bu temelde biraz sözünüzü kesmeye, bu korkunç gafletin veya gidişatın önünü almaya çalışıyorum. Aksi halde bırakalım ulusal kurtuluşu veya devrimi, bakıyorum bu halinizle bir şey kurtaramazsınız. Kendi gücünü bu kadar anlamayan, kendi gerçeğini bu kadar farketmeyen kişi neyi yaşayabilir? Gözünüzün önünde o kadar hatalar işlenirken, o kadar yapabileceğiniz işler varken, ‘Ben insanım, bazı insani yeteneklerim var, harekete geçirmeliyim’ diyen bir tekiniz çıktı mı? Çok kaba çaba, çok kendini beğenmişlik dışında bunları söylüyorum. Bir işe düzen vermeyi, bir işin gidişatını belirlemeyi ve bunun sağlıklı gelişmesine göz-kulak olmayı acaba kaç kişi aklına getirdi? Düşünüyorum, bu kişiler başıma niye bela? Soruyorum, neden böylesiniz? Ne yapmak istiyorsunuz? Anladık, terbiye görmediniz; anladık saptırıldınız; anladık, bilmem ne hale getirildiniz. Ama biz de insanız, öğrenmeye çalışıyoruz. Niye bu kadar öğrenmeye ve anlamaya karşı tepkili olacağız? İç düşmanlık özelliklerini konuşturtmayacağız Doğru bir şeyi kavramak kötü mü? Yaşam için güç-kuvvet sahibi olmak kötü mü? Çalışmalarımıza bakın; kimler kimleri nasıl daraltıyor ve kimler kimi adeta yaşamdan nasıl çekip koparıyor? Bu, düşmanın yaptığı iş değil midir? Ülkeyi yaşanamaz hale getiren, toplumu darmadağın eden ve herkesi böyle birbirine karşı kışkırtan, bölüp yöneten düşman değil midir? Biz bunları nasıl yutacağız? Tamam alçakgönüllüyüz, tamam sosyalist yöntemi uyguluyoruz fakat düşmanı bu kadar konuşturmak da ne kurnazlıktır ne de bizim aptallığımıza veya şöyle böyle yaklaşımlarımıza yorumlanabilir. Sizi anladık; bu dünyada kendinizi her şeye layık görüyorsunuz veya her türlü yola düşürüyorsunuz. Fakat biz buna karşı parti adına bir adım attığımızda, bir şeyler kavrayacaktınız. Bu gevezelik, bu sağırlık, bu dilsizlik, bazen öyle, bazen böyle olmak nedir? Hala doğru dürüst bir toplantı yaptıramıyoruz, doğru dürüst bir tartışmayı geliştiremiyoruz. Hepsi neredeyse birbirinin gözünü çıkarma ve yer kapma savaşımındadır. Başkaları için vezirlikten tutalım hamallığa kadar her işin en iyisini yapabiliyoruz veya içimizdeki hainler, gafiller bunu yapabiliyor. Kendi işlerimize gelince hiç yakışmayan bir tarzda tekme atıyoruz. Şu anda ben büyük bir kısmında bunu görüyorum. Doğru yol, doğru iş diyorum, o, aynen böyle bir tekmeyi, hem de inanılmaz bir uyuzlukla atıyor. Tabii buna karşı çatlar insan. Biraz sabır ve direnç gücümüz olmazsa, Önderlik olayında her şey allak bulak olur. Bu kadar yılların kadrosu olacaksın ama bir işe saygıdeğer bir yaklaşım göstermeyeceksin! Üstelik bütün bu haltlar şimdi bizim adımıza karıştırılıyor. Kendi başlarına yapsalar, neyse. Yetkiyi, imkan ve fırsatı bizden alarak, hatta kendilerini bize bağlayarak yapıyorlar bunu. Mecburen sorumluluk duyacağız. Yıllardır ben en gelişkin PKK’lilere sağlıklı bir toplantı yaptıramadım. Biz bir merkez oluşturalım dedik. Ama orada da en söylenmesi gereken sözleri söylemezler. Rolü, yetkisi nedir, bazı hususlar mutlaka nasıl açılmalıdır konusunda ağızlarını tutarlar. Ama en olmadık yerde, gerekmediği ve kurallara da uygun olmadığı halde bir bakarsın her şeyi konuştururlar. En temel ilkeleri ağza almazken, diğer taraftan en tartışılmaması gereken hususları dile getirmekten tutalım en gayri ciddi konulara kadar seviyesizce bir alışkanlık tarzını ise konuştururlar. En layık olunmayan yerde en layık olmayan kişiliklerle her türlü yaşamı götürebilirler. Ama en yüce kişiliklerle çok tarihi diyebileceğimiz bir ihtiyaç için, ‘Bir şeyler yap, yürüt, bir araya getir’ dediğimizde gözlerini kapatıyorlar. Mesela ben, yüzde bir şey yaptırılabilecek bir kişiyi bile değerlendiriyorsam, sen en iyi mücadele arkadaşlarını değerlendiremezsen, senin sosyal-siyasal mücadelen nerede kalır? Tarihte bir şey daha söylenir: Hz. Musa’nın meselesi vardır; Beni-İsrail, yani bugünkü Yahudi toplumunun en eski hali söz konusu olduğunda, bunlar da oldukça ‘lanetlidir’ deniliyor. Artık neye benziyorlar, bize benzerlikleri var mı, bilemiyorum ama ‘lanetli’ deniliyor. Veya Hz. Musa bir türlü bunlarla başedemiyor. O zaman haklarında alınan kararlar var; buna göre dünyanın dört bir tarafına dağılıyorlar. Buna ‘Yahudi diasporası-dağıtılması’ denilir. Aslında hayli çarpıcı! Büyük ihtimalle uygarlaşma sürecine girecekler fakat çeşitli nedenlerle bu sağlanamıyor. İmparatorluklarla anlaşmazlıkları da oluyor. Sonuçta, 2.500 yıldır dünyanın her tarafını bir Yahudi sorunu dolduruyor. Yahudilik şimdi, dünyayı yöneten bir akıl gücü, bir ekonomik güç, bir siyasal güç, bir bilimsel güç. Yetersiz söz ve eylem düşmana hizmettir Tabii PKK’nin dile getirmek istediği gerçekleri herkes layıkıyla özümseseydi, çok akıllı eylem adamları olmanız zor olmayacaktı. Siz temel hatayı; PKK’yi tarihi anlam, önemi ve de zorunluluğu biçiminde anlamak yerine, parti adına her şeyi kendine yakıştırmakla yaşanacağını, bize çok kötü yutturulmuş alışkanlık ve yetersizliklerle yürünebileceğini sanmakla yaptınız. İşte parti içinde sosyal-siyasal mücadele dediğimiz olay budur. Düşmanın dayattığı özelliklerle mücadelede saf bağlamak çokça ve yaygınca görüldüğü gibi ya gafilce imhalara ya da haince sonuçlara yol açıyor; bu arada çok ucuzca ölümlere götürüyor. Düşmanın direkt-dolaylı etkileri olmazsa, bu, böyle oluşur mu, gelişir mi? Bu anlamda kendinizi anlamaya çalışın diyoruz. Düşmanı mı konuşturuyoruz, kendi özgür yaşam gerçeğimizi mi? Kendi parti programımızı mı yaşıyoruz, yoksa ne idüğü belirsiz dayatılan özellikleri mi yaşıyoruz? Biraz derinlikli düşünmeniz gerekecek. Düşmanla ayrım çizgilerimizi çizeceğiz. Eylemimizin ne kadar halkın eylemi, ne kadar işbirlikçilerin ve düşmanın eylemi olduğunu ayırt edeceğiz. Bunun için gerekirse çok konuşacağız, gerekirse çok eylem yapacağız. Böylelikle bir devrimci, bir eylem adamı, bir iyilik adamı için çok gerekli olan doğru yolun yolcusu, eylemcisi olmayı başarırız. Şimdi benim sözüm ve eylemimin niçin düşmana bir hizmeti olsun, niçin düşman benden yararlansın, bir yetersizliğimi, bir yanlışlığımı niye kötü kullansın, niye bana karşı kullansın? Ben o zaman kendimle uğraşır ve kendimi hizaya getiririm. Kendisini düşmana karşı ayarlamayan bir adam bir halkı nasıl düşmana karşı ayağa kaldırabilir? Şimdi bizim bazı arkadaşlar bir demagoji geliştirmiş; her türlü lafazanlık, her türlü davranış bozukluğu, her türlü eylem, örgüt ve çaba yetersizliği içinde dolanıp duruyorlar. Ağzına biraz sözcük yerleştirildi, şimdi eveleyip geveliyor. Biz buna fazla tahammül edemeyiz çünkü, kendimize zarar veriyoruz. Sözü ve eylemi bu kadar çarpık ve yetersiz olan kişi, düşmana hizmettedir. Evet bunu çok iyi bileceğiz. Verilen söze layık olmanın biricik yolu şudur: Söz, eylem ve yaşamın düşmana darbe olması. Eylem adamı dediğin, ‘Konuşacağım her söz düşman için bir darbedir, bir eylemdir, bir yerinden vurmaktır; diğer bütün hareketlerim öyledir; ve özellikle yetkim-sorumluluğum varsa, bir komutansam, bir öndersem sen gör düşmana günleri nasıl zehir edeceğimi veya hakkıma-hukukuma nasıl sahip çıkacağımı; bunun için savaşıyor ve örgütleniyorum, bunun için eğitim veriyorum’ diyen kişidir. Doğru tarz böyle olur. Kendinizden ne anladınız? Siz şimdi bunu cehalete yorumlayamazsınız ki? Biz size anlatıyoruz. Hep, ‘Cahil kaldım, dar kaldım ve tıkandım’ demek ayıp değil mi? Bu laflarla kendinizi aldatmanız ayıp değil mi? Bu yaşa gelmişsin, daha doğru dürüst kavrayamazsan, ben nasıl seni akıllı adam yerine koyarım? Saygıdeğer bir tavrın olmazsa, ben sana nasıl değer biçerim? Zamanınız vardı, öyle fazla yorulmuş, yıpranmış da değilsiniz. Öyleyse kendinizi hizaya getirin. Şuna yanıyorum: Söz vererek ülkeye gittiler ama halkın da başına bela oldular, kendilerini de mahvettiler, ayrıca birçok değerimizi de gömdüler. Yüzde yetmiş beşi belki öyledir, bizden görev-yetki alanların yaptığı budur. Ben de söz verdim, neden ben sözüme karşı tutarlıyım? Mademki kendini bile koruyamıyorsan, kendini mantık ölçüleriyle yaşatmıyorsan, o zaman ne diye kendini de, bizi de aldatıyorsun? Ama bütün bunların hepsi sevdalı bir yaşam serserisi. Nasıl yaşayacağını bilmiyor. Gözü bir paraya, bir yiyeceğe, bir içeceğe takılıyor veya yaramazlığı sonuna kadar reva görüyor. Canı uyku istiyor, uykuya yatıyor, hiç uyanmıyor. Şimdi büyük bir kısmı böyle; gözü rahatta, gözü düşkünlükte, gözü yaramazlıkta, gözü sahtelikte. Hatta habire de bizi aldatıyor. Zorlu olana göz dikmiyor, mutlaka bir imkanı-fırsatı değerlendirmiyor veya hazırlamıyor, hatta çok sınırlı olandan başlayıp geliştirmeyi hiç aklına bile getirmiyor. Ve böylece karşımıza da çıkıp yalan söylüyorlar. Yani tüm bunlar adeta bize bir hastalık gibi, bir mikrop gibi etkide bulunuyor. Tabii uyarıyorum, böyle yapmayın, belaysanız gidin belanızı başka yerde arayın diyorum. Yetki ve görevlerle bu kadar oynamak, hiçbirimize yarar sağlamıyor. Ben zorla sana gel eyleme katıl demedim. İlle beni kullanmak istiyorsan, ben de devrimin kendini savunacağını hatırlatıyorum. O zaman da, ‘Kendimi yere atarım, şöyle engel yaptırırım, zarar veririm’ dersen, bu, bir iç tehdit, bir iç engel durumunu oluşturur. Yani o belalılar gibi güya bizden taviz koparacak! Ben de sizin gibi kendimi aldatamam ya! Hayret! Biz alnımızı biraz dik tutmak için buraya mücadeleye geldik, onlar habire eski alışkanlıklarını, utanmazlıklarını bize dayatacaklar. Biliyorsunuz insan için şeref, onur çok önemli; olmadı mı hayvanlardan betersin. Ben halkın üzerine fazla gitmiyorum çünkü, şimdilik partimizi terbiye etmeye çalışıyoruz. Dünyanın yüzkarası bir Kürt gerçeği olduğunu biliyorsun. Senin için büyük bir hedefe ulaşma, büyük bir utanmazlıktan kurtulma sorunu var. Bu ayarsızlıkla, bu ölçüsüzlükle kimse seni kabul etmek istemiyor. Düşman yüzde yüz haksız olduğu halde dünyayı başına kaldırmış, sen bunlardan hiçbir sonuç çıkarmayacak mısın? Ben bütün gelişmemi neye borçluyum? Bu utanmaz duruma, bu büyük haksızlığa, bu insanın nefes alamayacağı ortama son vermeye. Bu, hepiniz için geçerlidir. Ben çok erkenden şunu söyledim, “Biz de bu tip insanız, bu tip adamız” diyenlere büyük bir öfkeniz olmazsa siz Kürdistan’da namuslu eylem adamları olamazsınız. Ben yürürken, görürken aslında her şeye karşı savaş halindeyim. Fırsatım olsa, örgütü daha güçlü yaratsaydım, insanların kötü yanlarını daha sert kılıçtan geçirirdim. Neden bu duyguyla yüklüyüm? Çünkü kötülükler var. Tabii kılıçtan geçireyim derken, kaba anlamda söylemiyorum; yapılması gereken, büyük bir kısmını eğitime almak, örgütlülüğe almak, savaşa çekmek ve böylece ıslah etmek anlamında söylüyorum. Ülkeye ve halka yüzümü çevirdiğimde halen de böyle yürüyorum. Siz, halkın içinde yaşarken, ülkeye yerleşirken, neden öfkeniz azaldı veya öfkenizi niye doğru yönlendirmediniz? Neden büyük bir inatla bu utanmaz durumlara son vermenin büyük çabasına girişmediniz? Ben ruhunuzun ne olduğunu anlamak istiyorum. Halkın içindesiniz, ülkenin şu parçasındasınız. Bizim buralarda bile içimiz içimize sığmıyor, kafamızda, ruhumuzda her gün vurduğumuzu vuruyoruz, yaşattığımızı yaşatmaya çalışıyoruz. Senin derdin büyük, senin neyle karşı karşıya olduğun belli. Ben buna dayanarak söylüyorum: Neden siz o zaman akıllı olmadınız ve halen yapımızın büyük bir kesimi niye yaramazlık ölçüleri dahilinde hareket ediyor? Bir başına bırakıldığında düşmanın her türlü imhasına açık bir durumu niye yaşıyorlar? İşte politika dediğimiz olay, buna çare bulma sanatı oluyor. Politikanın ABC’si, bunu hiçbir gerekçeyle yaşamamak, kabul edilemez bu duruma çare olmaktır. Neden çok engin, çok derin yürüyen bir kişilik gelişmiyor? Bu durumları görememekten, bunun politikasına ulaşamamaktan dolayıdır. Böyle oldunuz mu iyi asker olamazsınız, hele iyi komutan hiç olamazsınız. Sırf bu durumlara bir çare olmak için ben gerçekten nasıl yaşadığımı iyi biliyorum. Sizlere çok gerekli olan hususları zamanında yetiştirmek için bu büyük tempoya kendimi nasıl mecbur ettiğimi iyi biliyorum. Bunu kendi keyfim için yaptığımı mı sanıyorsunuz? Hayır, mutlak anlamda özgürlüğe ihtiyacı olan, ölüm-kalım sürecinde bulunan bir halkın kurtuluşuna önderlik edecek bir öncü güce verilmesi gerekeni vermek için yapıyorum. Ben de sizin gibi kendimi aldatamam ya! İkiyüzlülük etsem, zaten yaşamam mümkün değil. Her türlü yetersizliği ben kendime layık görsem, bu iş çok erkenden biter. Kendini ıslah edemeyen, kendisini hiç olmazsa düşmanına karşı biraz yaşatabilecek bir plana, bir anlayışa kavuşturamayan kişinin sonu ne olur? Böyle birinin varlığı acaba neye hizmet ediyor? Bu soruyu herkes kendine sormalı. Düşünün ki, ben her gün bu açmazlarla karşı karşıyayım. Bir türlü durumu kendi kişiliklerinde çözmeyenleri, çözmeye yanaşmayanları, her türlü sıradanlığı, her türlü yetersizliği çok normal karşılayıp ‘yaşayabiliriz’ diyenleri gördükçe soruyorum, diğer işlere nasıl el atarız? Tüketici kadro tipine göz açtırmayacağız! Dedim ya, işte anlama ve özümseme konusunda çok yüzeysel ve sığ geliştiğiniz için sizce de kabul edilmeyen ve sizi de zor duruma düşüren her şey ortaya çıktı. Evet, bizi de anlayamama büyük bir suçunuz, yetmezliğiniz olarak ortaya çıktı. Çünkü ben, ilk andan günümüze kadar işin gerekleri üzerinde büyük bir ciddiyetle durduğum gibi her an ne yapılması gerektiği sorusuna aklım yettiğince, çabam elverdiğince karşılık verdim. Bunu yanımdakilere de bin defa tekrarladım. Aydınlatma görevimi, uyarma görevimi ve imkanlar oranında destekleme görevimi kesinlikle bir saniye bile ertelemedim. Bir yoldaşlıkta ne biterse onu fazlasıyla vermeye çalıştım. Bütün bunlar sizin de bu yolun sağlam bir yolcusu olmanız içindi. Yani ‘inşallah’la, ‘maşallah’la olmaz ama belki bu sefer doğru anlarsınız. Ben hiçbir zaman hiçbir adımımda ve hatta ilk grubumuzun oluşumunda, ardı sıra yetmezliklerin bu kadar çıkabileceğini düşünmemiştim. Halen de attığım her adımımda; yoldaşlar en iyisini düşünür, yapar ve buna göre yaşarlar derim. Bu anlayışı kesin benimsemelisiniz çünkü, sahtelik yaraşmaz, büyütmez ve herhangi bir yere de götürmez. Alışkanlıklarınızın hepsi düşmandan kalmadır, hepsi köhnemiş, içinde hiçbir şey, özellikle güç geliştirmeyen, doğruluk ve güzellik sağlamayan çirkinliklerle, yanlışlarla doludur; atın bunları gitsin. Tüketici kadro tipi diyoruz; tüketici kadro tipi nedir? Yoldaşını öldürüyor, tüketiyor, iflasa götürüyor. Hiç böyle kadro-komutan olur mu? Gözümüzün içine baka baka, bunlar yanımızda oluyor. Sizin ciddiyetiniz, eleştiri gücünüz, uyarı gücünüz, ilkelere-kurallara bağlı olma gücünüz nerede kaldı? En önemlisi de bu yetmezlerle, bu serserilerle birlikte yaşamaya nasıl razı oluyorsunuz? Çaresizsiniz. Ben açık söyleyeyim: Tamam, her yere gücüm ulaşmaz ama benim sahamda, partimizde, halkımızın tüm iş, yaşam alanlarında bu tipe göz açtırmayacağız. Ağlamaya, sızlamaya hiç gerek yok. Tüketecekmiş, kendini şöyle abartılı dayatacakmış! Bunun olmayacağını niye kestiremediniz veya bu baylara biz niye anlatamadık? Kaldı ki biz aksini de, neden çaresiz, zavallı olunduğunu da kabul etmiyoruz. Bu da bize yakışmaz çünkü, biz her yerde çareyiz. Artık bunu ispatlayan hareket, ‘gücüm yetmedi aldandım, çaresiz kaldım’ demeyi kabul etmez. Başta dağdakiler olmak üzere, hemen herkes bizim sahip olduğumuz imkanlardan daha fazlasıyla işin içindedir. Beynini, o bedenini herkes bu işe doğru verecek. Kendini doğru dürüst düşünceye vermeden bir davayı kazanmak nerede görülmüştür? Siz tarihte bunu nerede gördünüz? Doğru dürüst kendini yetiştirmeden, terbiye etmeden bir davanın kazanıldığını nerede gördünüz? Türk gerçeğine bile bakalım, adamlar Ortadoğu’ya gelirken İslamiyeti taklite öyle giriyorlar ki, bir Arap’tan on kat daha Müslüman kesiliyorlar; halen de büyük bir kısmı böyle. Birkaç yüzyıldır emperyalizmden öğreniyorlar, en sağlam müttefik olmakla övünüyorlar. Yani sırf kendilerini yaşatmak için, kendi egemenlik tarihlerini bin yıldır böyle yazdırıyorlar. Sen yüzde yüz haklısın, sen yaşama mutlak muhtaçsın, öyleyse sen de bir şeyden öğren! “Hamal geldik, hamal gideriz; ancak bize binerler, sağımıza, solumuza sürekli vurur götürürler” diyen yaşamı ben ne yapacağım! Allahın zavallısı, sefili, çaresizi! Siz bu yaşamı ne yapacaksınız? Anlamamak ve çaresizlik bir kader değildir İşte bu patlamalı, öfkeli, her türlü yalan-yanlışa açık kişilikleriniz kendini böyle hissettiriyor. Bol bol da ağlamak ve yalvarmak! Düşünün, bir jandarmaya, bir polise, bir ağaya ne kadar yalvarılır! İnsana yakışan bu mudur? Hepsi işsiz güçsüz; bir çare bulunamayacak mı? Bizim karşı-gerçeklerimiz, bütün bunlara karşı olmaktır. Gerçeklerimiz buna dayanarak oluşturulmuştur. Bu doğrudur ve gücümüzü de buradan alıyoruz. Sizler de ancak bu karşı-gerçeklere sahip olmakla güçlenmeyi sağlarsanız, bunu kuvvetle telaffuz etmek kadar gereklerini eyleme dönüştürmeyi başarırsanız, o zaman hareket adamısınız. Bunları şunun için söylüyorum: Çoğunuza kalsa, aslında gelişmeler durmalı veya bir-iki gelişme oldu mu, başınız dönmeli. Ben büyük tecrübeme dayanarak bunu nasıl ciddiye alabilirim? Laneti bu kadar tanıyan, utanmazlığı bu kadar gören birisi, sizin çok mükemmel bir duruma ulaştığınızı, çok çok övülmeniz, abartılmanız gerektiğini nasıl söylesin? İşte PKK’de terbiye dediğimiz olay bu gerçeklerin bilinciyle olur. PKK’de askerileşmek veya eyleme geçmek, bunun örgütlülüğüyle hareket etmeyi içerir. PKK budur, ekmek su kadar gereklidir. Bunun için o kadar söylüyoruz. Umarım anlıyorsunuz, mutlaka anlamalısınız. Anlamamak bir kader değildir. Cahillik veya çaresizlik bir kader midir? Bazıları size bunu dayatmış, inanmayın. Benden öğreneceğiniz en iyi şey, bütün bunlara aslında bir çare olan, bir şeyler anlayabilen ve yapabilen kişi olmaktır. Benden başka bir şey alamazsınız veya beni başka hiçbir şekilde değerlendiremezsiniz. Kendinize biraz saygınız varsa, mutlaka anlamalısınız ve sapmadan yaşamalısınız. Aslında başka mümkünü yok, böyle yaşamalısınız. Başka türlü ne düşman aman tanır ne de biz ciddiye alabiliriz. Yanılmayın. Anladık, çok kötü büyütüldünüz, çok yanlışlıklarla örülü bir yaşamınız var ama artık aşalım. Başka türlü size yanıt olamayız, sizi taşıyamayız. Çare olamazsak çürürüz, kokuşuruz, yani konulacak bir mezarımız bile olmaz. Yaşam büyük sorumluluk olduğu için çok büyük ciddiyet gerektiriyor. Zaferi esas alan yıkılmaz Mevcut koşullarda her birinizin büyük çözüm gücü olmanız işten bile değil. Çünkü; her türlü savaşım silahı emrinizde. İsteyen askeri, isteyen siyasi, isteyen ideolojik, isteyen örgütsel, isteyen gizli, isteyen açık, isteyen büyük, isteyen küçük her türlü iş yapabilir. Boyuna, kuvvetine, anlayışına göre herkese iş imkanı vardır. Bu iş genelde de büyük işsizliğe bir çaredir. PKK deneyiminde çarenin olduğunu görüyorsunuz. Tabii ki, bunun iç disiplini olacaktır. Devrim en otoriter meslektir. Ordu en disiplinli meslektir. Tabii ki gerekeni yapacağız. Kaldı ki düşmanın ordusunda, patronun fabrikasında, ağanın mülkünde en büyük disiplinle çalıştırılıyoruz. Niye kendi ordumuzda, imalathanemizde, iş sahamızda disiplinli çalışmayacağız? Özellikle bundan sonra yine, ‘ordulaşmaya, partileşmeye kendini vermemiş, bilmem partileşme aşınmıştır’ tarzında safsatalarla kimse artık kendisini de, bizi de aldatmasın. Biz eskisi gibi eleştiriyle de yetinemeyiz. Açık söyleyeyim ki, yaşı-başı, kimliği-cinsiyeti ne olursa olsun, olumsuzlukta ısrar eden herkes çok sert bir tavırla yere serilir. Çünkü; parti ve ordu ciddi işlerdir. Madem komutanlık istiyorsunuz, mutlak anlamda kendinize hükmederek, gerekene uyarlayarak ister bir ayda, ister bir yılda böyle komutan olmak, size bağlı. Yoksa ben sizin yaramazlıklarınızı bundan sonra komutanlık adı altında niye kabul edeceğim? İkna çabamı bu kadar gösterdim, yetmiyor mu? Eğitim çabamı bu kadar gösterdim, halen sonuç çıkarmazsan, ben seni eski köle ilan ederim ve tekmeyi de sallar, atarım. Önünüze çıkacak hiçbir engeli normal kabul etmeyin. Bunun için gerekli olan her çabayı asla eksik etmeyin. Zaferin planlamasını en küçük bir işten en büyük savaşa kadar kendinizde yaratın. Gerekirse gece-gündüz düşünün, gerekirse müthiş çabayla karşılayın. Ve zaferi böyle esas alan kişi yıkılmaz, onun önünde durulmaz. Sağa sola saptırılamaz bir yürüyüşün sahibi olun. ‘Sözüm, eylemim budur’ derken, herkes sizi ciddiye alsın. Etrafınız bununla aydınlansın, bununla katılsın. Bununla çelişen ne varsa hepsine yerinde, zamanında karşı çıkın. Böylece safları dalgalandırarak, coşturarak yürütün. Yakışan da, emredilen de, mecburiyet altında yürütülmesi gereken de, büyük bir gönüllülükle ve coşkuyla katılım sağlanması zorunlu olan da budur. Siyaset, insanlık için sanatların anasıdır PKK düşüncesi büyük bir laboratuar hareketidir, siyasi laboratuardır. Hem bilimi vardır hem de uygulaması. Öncelikle de bir denemesi yapılır. Bu onun terbiyesidir. Örneğin; at terbiyesinin şöyle bir anlamı da var: At bir savaş aracıdır. Savaş aracı olduğu için ve savaş da çok hassas bir eylem olduğu için çok terbiye ister. Yüzyıllar, hatta bin yıllar at sırtında savaşla geçirildiği için de at terbiyesi çok önemli bir sanat olarak ortaya çıkmıştır. Seyislik, giderek siyaset ve ardından ordu eğitimi, siyasal kadro eğitimi için önem kazanmıştır. Kendimiz için siyaset; bütünüyle temel insan özelliklerimize yaşamı kapatan, gerek açık düşmanın baskı ve her türlü sömürü, tasfiye girişimlerine ve gerekse onunla bağlantılı olan her türlü işbirlikçiliğe karşı durmamız, düşünceden en büyük eyleme kadar yaptığımız her şey siyasettir. Halkın kurtuluşu, gerçek yurtseverlik temelinde siyaset biraz PKK ile başlayan bir olay oluyor. Tabii bunun bilimsel temeli vardır. İşte genelde bilimle temasımız, özelde bilimsel sosyalizmle bu işe başlamamız, bunu giderek bir ideoloji düzeyine getirmemiz, toplumsal gerçekliğimize uygulamamız, böylece yarattığımız gruplaşma çalışmasını bir parti programına kadar götürmemiz, yani bağımsızlık, demokratik bir siyasete kadar indirgememiz ve bir parti örgütlemesiyle tamamlamamız bizim siyasi uygulama durumumuz oluyordu. Bu kendimiz için siyaset yapma gerçeğine ulaşmamız demekti. Hatta biz çok erkenden buna, ‘İdeoloji-politika nedir?’ adlı bir broşürle karşılık verdik. O, halen önemini koruyan bir broşürdür. Siyaset ekmek, su kadar gereklidir. Dünyada en siyasetsiz bırakılan ülke, halk gerçeği durumundayız. Bu nedenle ülkemizi siyasetle günışığına çıkartıyoruz, halkımızı bu temelde canlandırıyoruz. Siyaset bilim olarak da insanlık için en yüce sanattır, hatta sanatların anasıdır. Hem bilimdir, hem sanattır. Bilimsel özelliği, bir olguyu, özellikle iktidar olgusunu incelemesindedir. Sanattır çünkü, uygulaması iradenin en yetkin kullanımını gerektirir. Yani bir ustalık, usta kişilerin işidir. Bu yönüyle de siyaset sanattır denilir. Hiç şüphesiz siyaset, bilimle, felsefeyle bağlantısını göz önüne getirecektir. Siyaset bu anlamda ‘gökte tanrıların mesleğidir’ diye de anlatılır; gökten inen meslektir. Çünkü; önce iktidar tanrı adına uygulanmak istendi ve hatta iktidarını uygulayanlar kendilerini tanrı diye yansıttılar. Bu, siyasetin ne kadar yücelerde seyrettiğini gösterir. Daha sonra yarı-tanrı krallar ortaya çıktı. Bu, siyasetin biraz daha geniş bir toplumsal kesime uygulanması sonucudur. İlk imparatorlar veya ilk siyasiler, birer tanrı gibidirler. Ama insanlık geliştikçe, tanrılar yarı-tanrı oldular ve giderek politikacı, bizim gibi insan durumuna geldiler. Ama halen de politikacı, toplumda kontrol edilen en yüce mevkidir. Bir halkı kötü bir duruma düşürmek istiyorsan veya onu başkalarının otoritesi altına vermek istiyorsan, onu siyasetten yoksun bırakırsın ve bu kendiliğinden gelir. Veya bir anlamda, bir halka, bir sınıfa ve hatta bir insana yapabileceğin en büyük kötülük, onu siyasetsiz bırakmaktır. Yine bir kişinin cüceliği, siyasetsizliği ile bağlantılıdır. ‘Siyasi olarak geriyim’ demek, ‘köleyim, cüceyim, düşkünüm’, yani ‘herhangi bir amacım, herhangi bir eylemim yoktur’ demektir. Dolayısıyla insanımıza, halkımıza yapabileceğimiz en büyük iyilik onu siyaset silahıyla donatmak, onu öz siyasetine kavuşturmak, bağımsızlık, özgürlük siyasetine ulaştırmaktır. Hiç şüphesiz siyasetin araçlarına ve partisine kavuşturmak halkına yapabileceğin en büyük iyiliktir. Yine bir kişiyi politikleştirmek, ona yapabileceğin en büyük yardımdır. Yüzyıllardan beri bizim halkımızın nasıl siyasetsiz bırakıldığını ve siyaset örgütünün, aracının nasıl elinden alındığını ve böylelikle ne kadar düşürüldüğünü ve hatta ulusal olarak imhanın önemli oranda nasıl üzerinde başarıyla uygulandığını görürsek ve bir anlamda bizim için siyasetten uzaklaştırılmanın, düşman siyaseti altına sokulmak olduğunu anlarız. En büyük sorunumuzun bu yabancı, bitirici siyasetlere karşı halkımızın öz kurtuluş siyasetini oluşturmak olduğunu hemen anlarız. Tarihten çıkaracağımız tek sonuç, siyasetsiz bırakıldığımızdır. Düşmanın ve işbirlikçilerinin siyaseti altında ulusallıktan, sosyal gelişmeden ve hatta insanlıktan çıkartıldığımızdır. Bu nedenledir ki düşman için böylesi bir siyasete ve halkımız için böylesi bir siyasetsizliğe karşı çıkılmıştır. Bunun için bilim, felsefe, ideoloji, yol belirleme, yani siyaset yapma kararı verilmiştir. Yol bulunmazsa, her düşmanın sana dayattığı ve neredeyse her aileye dek indirgediği bir yol olursa, o toplum, ‘deliler toplumu’ olmaktan kurtulamaz. Halkımızın önüne bin tane yanlış yol çizilmiştir. Bu yanlış yollarda yürüyen insanlar delirmez de ne olur? Kadro, siyaseti halka taşıran köprüdür İşte PKK bu anlamda akıl yolu, doğru yoldur. Halkımızın ezici bir biçimde şimdi bu yola girmesi bunun diğer bir doğruluk kanıtıdır. Çözüm yolu olmasaydı, bu mümkün müydü? Demek oluyor ki aslında PKK, halklar için çağdaş siyaset biliminin, politik sanatın Kürdistan gerçeğine uygulanmasının adıdır, onun bilimsel sosyalist temsilidir. Politikaya çeşitli felsefik, ideolojik yaklaşımların var olduğunu biliyoruz. Hatta dinin etkisiyle de yaklaşanlar olur. Ama PKK, politikaya daha çok bilimsel sosyalizmin kılavuzluğunda yaklaşım göstermiştir. Aynı zamanda din adına yapılan siyasetlerin, her türlü burjuva felsefesinden kaynaklanan milliyetçiliğin ve şovenizmin, yine sahte sol sosyalizm anlayışlarının eleştirisiyle önce işe başlamış ve sonra da kendi bilimsel sosyalizm yaklaşımına uygun olarak insanlığın kazanımlarına, halkların varlığına, haklarına saygılı olan -ki buna enternasyonalizm de denilir- bir ulusal kurtuluş siyasetinin özünde karar kılmış ve o gün bugündür bu doğru siyasi temelde bir çıkışın, bir savaşımın sahibi olmuştur. Hem bilime uygun olduğu için, hem halkın çıkarlarını esas aldığı için halkın desteğini kazanmada zorlanmamıştır. Her ne kadar temel bir siyasi araç olarak parti örgütlenmemiz, tümüyle PKK siyasetine göre bir cevap teşkil etmemiş ve özellikle kadrolar belirlenen siyaseti kavrayıp uygulama gücünde olamamışlarsa da, bu siyasetin etkileyiciliği, çekiciliği halkımızı neredeyse kendiliğinden sürüklemiştir. Hatta kimi zaman kadro engellemelerine rağmen bu böyle olmuştur. Unutmayalım ki kadrolar, onların örgütsel ifadesi çok gerekli olmasına rağmen bu, bizde uzun bir süredir birçok yönüyle halka zarar veren bir konumda tutulmuş, doğru uygulaması gerçekleştirilmemiştir. Her şeye rağmen bu, halkın yüksek derecede siyasileşmesini, ordulaşmasını engelleyememiştir. Bu anlamda parti öncülüğü üzerinde çok durduk. Parti siyaset için gereklidir. Parti siyasetle halk arasında temel bir kavrayış, bir çekim kuvvetidir. Bu çekim kuvveti olmadan halkı sürüklemek de, savaşa çekmek de mümkün değildir. O açıdan parti üzerinde durmamız yerinde ve gerekliydi. Kadroyu oluşturmak çok gerekliydi. Ama kadro halka ve siyasete rağmen kadro olamaz. Kadro; siyaseti temelde özümseyen ve onu halka taşıran köprüdür. Böyle olursa, o bir parti kadrosu, bir halk önderidir. Siyaseti kavramayı hem tanım düzeyinde hem halka uygulama düzeyinde, yine hem partiye kavuşturma anlamında hem onunla ifade etme anlamında böyle değerlendirmeliyiz, böyle değerlendirmelisiniz. Yoksa “siyaset güç sahibi olmaktır, halkı bastırmaktır, partiyi kandırmaktır” dediniz mi, bir siyasi alçak olursunuz veya siyaseti kullanan bir sahtekar olursunuz. Bunu burjuva politikacıları, entrikacılar yapar. Siyaset en yüce meslek olarak Kürdistan’da ilk defa böyle çok gerekli ve yerinde olduğu, halk adına da ilk fırsat anlamında uygulandığı için bu sanatı hem bilinç düzeyinde hem de uygulama düzeyinde mükemmel temsil etmek konusunda özellikle kadrolar her şeyini ortaya koymak zorundadır. Çünkü siyaset, en yüce, en oynanmaması, en titiz davranılması ve en büyük sorumlulukla temsil edilmesi gereken bir sanattır. Yoksa çoğunuzun sandığı gibi ciddi bir terbiye yok; ‘siyasettir işte bana güç veriyor. PKK kadrosuyum inanılmaz bir güç elde ettim’ demek, siyasetle oynamak demektir. Siyaseten katil derler ya, o zaman siyaseten katledensin ve sonuçta siyaseten idam edilirsin. Çünkü; siyasetle gücü kullanmak, eğer halk için değilse, yüzlerce kişinin katli demektir. O açıdan siyasi temsilci olan kişi büyük bir hassasiyet içinde olacaktır. Attığı her adım, söylediği her söz -hele bizim gibi siyasete yeni başlayan bir halksa- çok büyük sorumluluk ister. Yerinde söz, yerinde davranış büyük önem taşır. Halen özellikle partimizde neredeyse bir hastalık durumundaki siyasi olarak geri ve dar olmak, yine ‘siyasi olarak tıkanmışım’ demek, kendini cani ilan etmek demektir. Kendini en belalı birisi olarak tutmak demektir. Buna hakkınız yok. PKK içine geliyorsunuz, ‘PKK’liyiz’ diyorsunuz, o zaman tam bir PKK siyasetçisi olacaksınız. PKK’nin siyasetini uygulamada, halka taşırmada, düşmanı önlemede mükemmel yürüteceksiniz. Onun için eğitimi, tecrübeyi çok iyi kazanacaksınız. Yani bir işin anlam, önemi böyleyse, o zaman size düşen onun gereğini yapmaktır. Ama neredeyse her türlü sınıf dışı veya her türlü halk dışı kişilik özellikleriyle ‘düşmanı tanıyamadım, gafil davrandım, ağalık etkisine girdim, kemalist etkiyi yürüttüm’ demek suç işlemek demektir. Siyasetsizlik kabalaştırır Halkın siyasi önderi ne demektir? Düşman etkilerine, sınıf dışı etkilere açıkmış, onları uzun süre temsil etmişmiş! En tehlikelisi ‘köleydim, fazla siyasi olmadım, yaklaşımlarımda siyasi temel yoktu’ dersen, sen yine durumu mahvettin! Siyasetsiz yol almak demek, önü mayın tarlasıyla dolu olan bir sahada yürümek demektir. Bu durumda paramparça olursun. Hele bir de öndersen, çok kişiyi sürükleme görevin varsa, o zaman her şeyi mahvedersin. Onun için oldukça siyasi olacaksın. Öngörün, siyasi tedbirin, siyasi araçların yerli yerinde olacak ki, böylesine amansız bir yol alışında fazla düşürmeden, fazla kaybettirmeden başarabilesin. Bunun için siyaset çok gereklidir. Siyasette bu anlamda en temel olan halkçı çıkarı -uzun vadeli çıkar diyoruz-, ulusal çıkarı, sınıfsal çıkarı görmek yetmez, yine onu uygun bir araçla, partiyle, örgütle yürütmek de yetmez, denetimle, büyük bir hassasiyetle işi takip etmek, kolektif olmak, disiplinli olmak gerekir. Bu siyasetin vazgeçilmez gerekleridir. Siyaseti biraz böyle anlayacağız, böyle uygulayacağız. PKK tarihini bu anlamda bir kez daha gözden geçirelim. Kendimizin PKK içindeki yaşamını, savaşımını bu temelde değerlendirelim. Bunun ne kadar politik, ne kadar politika dışı olduğunu görelim. Ne kadar yanlış politikalarla iç içe yürünmüştür? Bunu gözden geçirin ve siyaset dersinizden alacağınız güçle, yeterlilikle tam bir politik kadro olmayı hedefleyin. Onu sağlam adımlarla temsil etmeye çalışın. Parti siyasetini bir tarafa bırakıp ağzına geleni söylersen, örgütlülük adına her türlü örgütsüzlüğü, önderlik adına her türlü bastırmacılığı uygularsan, o zaman sen halk üzerinde kontrasın. Cephe siyaseti, halk örgütlülüğüdür, halk yönetimidir. Halkın seni tutar, seni destekler; senin halka götürdüğün her şeyi ifade eder. O tutumu sergileyeceksin. Onun propagandasını, örgütleşmesini yeterince yapacaksın ki, bir halk siyasetçisi, bir halk önderi olduğun ortaya çıksın. Ama bizimkilerin yaptığı; halkın ilgisini boşa çıkart, halkın desteğini kötüye kullan, halkın başına bela kesil tutumudur ki bu, düşman siyasetinin borazancılığıdır. Bu çok yapıldı. Buna artık asla izin verilmez. Parti size halk üzerinde etkili olma şansı verdi diye, siz bu parti siyasetinin etkinliğini kötüye kullanamazsınız. Bu, ağır bir suç olur. Kim hangi sahada çalışıyorsa; ister gerillada, ister diplomaside, ister kültürel sahada, ister bir serhildanda olsun o, parti siyasetinin hem bilimsel düzeyde anlam, önemine hem sanat düzeyinde inceliklerine hakim olacak, onu böyle uygulamak için pürdikkat kesilecektir. Bu temsil yeteneği oldu mu, bunun bir siyasi önderlik olduğunu bileceksiniz. Bizim için de gerçekten bunun her şeyden önce geldiği bilinmelidir. Böyle bir siyasi önderlik olmadan ne savaş geliştirilir ne kültür konuşturulur ne maliye kontrol edilir ne de diplomasi temsil edilir. Bunun güncelliğe uygulanması gerektiğini söylemiştim. Emperyalist siyasetler ve bunun işbirlikçiler eliyle icrası hakkında; yine faşist TC sömürgeciliği ve onun özel savaşım siyasetleri hakkında gerekli olan hususlar daha da somutlaştırılır. Güney’deki işbirlikçilerin eliyle bu politikaların nasıl icra edilmek istendiğini, ayrıca sömürgecilerin bu konuda gündeme getirmek istedikleri taktikleri anlamakta zorluk çekmezsiniz. Siyasi bilincinizi günlük pratiğe, örgütlemeye, eyleme dönüştürdünüz mü, propagandaya kavuşturdunuz mu iyi bir pratik politikacısınız. Bize de pratik politikacılar gereklidir; lafazan, genellemeci politikacılar değil. Laf düzeyinde politika adına konuşmak aslında bir oportünistlik biçimidir ve sakıncalıdır. Bunun yerine pratik politika, yani ‘ne kadar örgütlüyorum, ne kadar eyleme çekiyorum’ diye kendine soran politikacılar bize lazımdır. PKK kadrosu, başarıyı kesinleştiren militandır Bütün bu anlattıklarımdan çıkarılacak sonuç; işte bir düşman iktidarı vardır, onu dağıtmak veya yıkmak, yerine ihtiyacımız olan halk iktidarını kurmaktır. Siyasetimiz bunun içindir. Siyasi iktidarı kurdun mu, onun da önderliğinde ekonomik inşayı, kültürel ve sosyal gelişmeyi sağlayacaksın. Siyasi olmayan çaba verimli olmaz. Tam siyasi amaca, özelliklere göre gelişen çaba en verimli ve en yüce çabadır. Çabalarınızı siyasileştirin. Hem de en anlamlı siyasi gerçeklerimize göre bu çabaları gösterin. Böyle yaparsanız sizin oldukça politikacı olduğunuzu ve çabalarınızda çok verimli sonuçlara yol açtığınızı göreceksiniz. Bu temelde her zamankinden daha fazla siyasi gerçeklerimizle hareket etmeye, siyasi seviyemizi geliştirmeye, başta parti safları olmak üzere, halkımızın içine de kendi siyasetimizi yaymaya büyük özen göstermeliyiz. Cephe siyasetimizi, gerilla siyasetimizi, parti temsiliyle mükemmel uygulayabilmeliyiz. Gerillada siyaset, gerilla savaşımının yoğunlaşmasıdır. Cephede parti siyaseti, serhildanın gelişmesidir. Diğer yandan kültür sahasında, mali sahada siyaset, maliyemizin güçlenmesi, kültürümüzün canlanması ve bütün bunların karşılıklı olarak savaşı geliştirmesidir. Bu kadar karşılıklı çalışma alanlarına anlam verirsek, siyasi yaklaşırsak, temsilini de mükemmel yaparsak, göreceksiniz ki başarı sağlanıyor. Bu temelde başarıyı yakalamak için mevcut geriliklerimizi aşmalıyız. Partinin öncü kadroları olarak, tam siyasi kadroları olmaya öncelik vermeliyiz. Bu temelde parti seviyesini tutturmakla bütün sahalara siyasi seviyeyi kazandırmalıyız. Böylece başarının en temel hususunu gerçekleştirmeliyiz. Bu konuda içine düşülen bütün yetmezlikleri, yanılgıları aşabilmeliyiz. Her zamankinden daha fazla önemli olan, böyle bir göreve engel tanımadan, sağa-sola yalpalamadan, yani oportünist siyasi sapmalara düşmeden, düşman tarafından geliştirilen siyasetlere alet olmadan oldukça bağımsızlıkçı, özgürlükçü siyasetlerimize derinden bağlı olarak kavrama ve uygulama gücümüzü sergilemeliyiz. Bu konuda hiçbir engel tanımayarak görevlerin üzerine yürürsek, göreceğiz ki başarı kesindir. Her zaman söylediğimiz gibi gerçek bir PKK militanı da bu temelde başarıyı kesinleştiren militandır. Yürüyüşünüzü bu temelde hazırlamaya büyük özen göstermelisiniz ve mutlaka da başarmalısınız. | ||
© 2021 Serxwebûn |