Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
12 Eylül faşizmini yenilgiye uğratan PKK AKP-MHP faşizmini de yenilgiye uğratacaktırCotmeh 2020
Nedim Seven 12 Eylül 1980 faşist darbesi NATO bünyesinde Gladyo’nun geliştirdiği faşist bir darbe olarak tarihe geçmiştir. Bu faşist darbeyle 12 Eylül cuntasının iktidara getirilmesi, askeri rejimin yönetim erki olarak ülkeyi yönetmesi ve şu anda dahi Türkiye’nin yönetildiği 1982 anayasası, NATO Gladyosu’nun ve onların görevlendirdiği askeri cunta yönetiminin eseri olmaktadır. 12 Eylül 1980’lere gelinmeden önceki süreci ana hatları ile Önder Apo’nun “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı çözümlemelerinden alıntı yaparak anlamlandırmak önemli olmaktadır. Önder Apo kısa ve somut olarak 1970’ler Türkiye’si için şu belirlemeleri yapmıştır: “1970’ler Türkiye’si yavaş yavaş dünya çapında yaşanan devrim ve karşı devrimin etkisi altına giren bir Türkiye idi. Nitekim 1968 gençlik devrimi ve 1980’deki ekonomik ve askeri karşı devrimler (24 Ocak ekonomik kararları ve 12 Eylül askeri operasyonları) sonucunda kendini kalın duvarlar örerek korumaya çalıştığı bu dünyaya dahil olmaktan kurtaramadı. Dünya çapında yaşanan kapitalist sistem bunalımı, Türkiye’de kendisini Beyaz Türk faşizminin bunalımı olarak yansıttı. Kapitalist modernitenin bunalımı Türk ulus devletinin bunalımı demekti. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri, sivil faşist unsurların bastıramadığı devrimci hareketlerin ancak askeri darbe ile durdurulabildiğini gösterir. Sistemin bu en muhkem kalesi sürekli karşı devrimci sivil faşist hareketlerle takviye edilen askeri darbelerle korunabilmektedir. 1925’ten beri başta Kürt kimliği olmak üzere, faşist moderniteyi tehdit eden tüm kültürel varlıklara ve demokratik kıpırdanışlara karşı savaş halinde olan Beyaz Türk komplocu sistemi açığa çıkıp teşhir oldukça, daha da çılgınlaşıyordu. 12 Eylül darbesi NATO Gladyosu tarafından planlandı NATO Gladyosu’nun en güçlü operasyonel güçlerine sahipti. Tüm siyasi yapılanmaları avucunun içine almıştı. Sınırlı ölçüde kontlorden çıkış ya sivil odaklarla bastırılıyor ya da bu güçler yetmeyince tüm ordu harekete geçiriliyordu. Proto Siyonist bir sistem olarak rol irca ettiği için küresel hegemonik güçlerce destekleniyordu. Halkını bu denli kontrole alan başka bir örnek yoktur. Dolayısıyla Beyaz Türk faşizmi-modernitesinin bunalıma girmesi küresel sistemi yakından ilgilendiriyordu. 12 Eylül faşist darbesiyle bunalımdan çıkmak istendi. Ekonomik alanda dışa açılma ve küresel finans sistemi ile bütünleşme, ideolojik alanda laik milliyetçilikle birlikte Türk-İslam milliyetçiliğine yönelme ve laikçi ulus devleti, Türk-İslam ulus devleti ile takviye etme temel politikaları oldu. 12 Eylül darbesi NATO Gladyosu’nun en kapsamlı eylemiydi. Tüm Ortadoğu halklarının devrimci-demokratik eylemlerini kalıcı bir biçimde bastırmakla görevliydi. Günümüze kadar bu rolünü sistemin tüm sivil faşist odakları ve yarı militer unsurları ile birlikte yürütmeye çalışmaktadır. İktidar ve muhalefetiyle tüm siyasal partiler aynı çarkın birer dişlisi olarak en önemli rolü oynamaktadır.” 1970’lerden 12 Eylül darbesine kadar gelen siyasal atmosferin çok somut tahlil edildiği Önder Apo’nun yukarıda alıntılanmış belirlemeleri, günümüzde de yeni Türkiye cumhuriyeti için geçerliliğini korumaktadır. 1952’de Türkiye’nin NATO’ya alınması ile birlikte ABD, İngiltere ve İsrail stratejik siyasi ittifakının politik çizgisi, tüm dünyada olduğu gibi esasta Ortadoğu ve Türkiye’de de kapitalist modernitenin çıkarlarını korumak, geliştirmek olmuştur. Kapitalist modernitenin 1970-80’lerde Türkiye’ye biçtiği rol de NATO’nun öngördüğü jandarmalık rolüdür. Türk devletinin oluşum itibarı ile dayandığı zihniyet İttihat Teraki zihniyetidir. 1920’ler öncesi İttihat Teraki hareketinin ırkçı-milliyetçi politikası devletin yapısından zihniyetine, anayasasından politikalarına kadar belirleyici olmuş, İttihaçıların uyguladığı soykırım politiklarını cumhuriyet de devam ettirmiştir. Özü itibarıyla ırkçı-faşist ve militarist bir yapıya sahiptir. 1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri her türlü demokratik, devrimci çıkışın bastırılması ve devletin bu militarist karakteri ve faşizmin daha köklü ve kalıcı hale getirilmesi amacıyla yapılmıştır. 12 Eylül darbesiyle meşru, demokratik, devrimci muhalefetin tümden tasfiyesi hedeflenmiştir 12 Eylül 1980 darbesi de özü itibarıyla faşist, ırkçı ve militarist özelliklere sahiptir. 12 Eylül faşist darbesi dönemin Türk kurmayları ve ordu generalleri olan Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya ve 5 kişilik kuvvet komutanlarından oluşan, Milli Güvenlik Konseyi olarak adlandırılan askeri yönetim tarafından gerçekleşse de, darbe koşullarında ABD yetkilileri, “Çocuklarımız iyi iş başardı” açıklaması ile NATO Gladyosu tarafından planlandığını itiraf etmişlerdir. 12 Eylül faşist darbesinin ortaya çıkardığı kısa bilançolara dahi bakılırsa, nasıl bir soykırım, kültür-kırım, siyasi-kırım yaşandığı net anlaşılacaktır. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Kenan Evren’nin komutası ve yönetiminde Milli Güvenlik Konseyi oluşturuldu. Milli Güvenlik Konseyi de 1982 anayasasını oluşturdu. 1980-83 yılları arası üç yıllık bir süreçte Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da yaşanan toplumsal kırımın resmi belgelere dayanan sonuçları şöyledir: Türk Meclisi lağvedildi, anayasa ortadan kaldırılıp 1982 ırkçı-faşist anayasası manipülasyonla ve askeri zor yöntemleri ile sözde referanduma sunularak kabul edildi. Tüm siyasi partiler kapatıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan atıldı, 230 bin insan yargılandı, 571 kişiye idam cezası verildi, bunların 50’sinin idamı infaz edildi. İdamların sembol devrimci ismi 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşı büyütülerek 19 Mart 1980’de idam cezası verildi, 13 Aralık 1980’de idamı Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirildi. Faşist Evren bu idam için, “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü kullanmıştır. 171 kişinin işkencede öldürüldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunup yayın yasağına maruz kaldı. Çeşitli mesleklerden 30 binin üzerinde insan sakıncalı görülerek işten atıldı. Devletin resmi belgelerinde bu bilgiler kayda geçmiş olsa da 12 Eylül faşist darbesinin gerçek bilançosu çok daha ağırdır. Esas olarak yüzbinlerce insanın gözaltına alındığı, işkenceden geçirildiği, on binin üzerinde insanın sakat kaldığı, sadece yasal partiler değil, esasta tüm demokratik ve devrimci muhalefetin soykırım ve toplum kırım politikaları ile fiziki olarak yok edilmesinin hedeflendiği, özellikle de sol devrimci muhalefetin tümden tasfiyesinin hedeflendiği bir faşist darbe özelliğine sahiptir. NATO’nun ve kapitalist modernitenin çıkarlarının öngördüğü bu faşist 12 Eylül darbesi ile Türk ulus devleti ırkçı, milliyetçi, faşist ve Türk-islam sentezi politikası ile takviye edilerek TC’nin, Ortadoğu’da kapitalizmin ileri karakolu ve jandarma rolünün pekiştirilmesi hedeflenmişti. 12 Eylül faşist cuntası 1968 devrimci gençlik ruhunun, ulusal kurtuluş ve sosyalist devrimlerin etkisini kırmak, önlemek, Türkiye ve Kürdistan’da demokratik, devrimci yapıların, örgütlerin ve mücadelelerin gelişmesinin önünü için geliştirilmiştir. Yasal muhalefet bastırılıp beklemeye alınmış, esasta meşru, demokratik, devrimci muhalefetin tümden tasfiyesi hedeflenmiştir. 1960’lar sonrası Türkiye’de gelişen demokratik, devrimci, sol muhalefetin 1971 darbesinde sisteme entegre edilmesi hedeflenmiş, 1980 darbesinde tümden tasfiye planlanmıştır. Onun için toplumu aydınlatan, öncülük eden radikal devrimci muhalefete çok sert yönelim sergilenmiş, bir taraftan örgütlü yapılar ve devrimci önderler imha edilmeye çalışılırken, diğer taraftan MİTdevlet patentli provokatör kişi ve yapılarla devrimcilerin birbirine vurdurulması hedeflenmiştir. binlerce insanın zindanlara atılması, zindanlarda teslimiyete zorlanmaları, fiziki ve nefsi her türlü insanlık dışı uygulamalara tabi tutulmaları, 12 Eylül faşist cunta yönetiminin uyguladığı zindan politikaları oluyor. Bu vahşetin en insanlık dışı örnekleri Diyarbakır Zindanı’nda sergilenmiştir. Tıpkı Vietnamlı devrimci ve yurtseverlere Saygon zindanlarında uygulanan vahşet burada Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimciere uygulanmıştır. “Burada öyleleri var ki, kafalarını koparsanız düşüncelerinden ve inançlarından vazgeçiremiyorsunuz” Dışarda ve zindanlarda bu vahşet uygulamaları ile demokratik-devrimci muhalefetin neredeyse tümden teslim alındığı 12 Eylül faşist uygulamalarına karşı en sonuç alıcı ve örgütlü tepki Diyarbakır Zindanı’nda tutulan PKK’li devrimci tutsakladan gelmiştir. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’nın 21 Mart 1982 Newroz eylemi, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengîn, Eşref Anyık yoldaşların 17-18 Mayıs 1982’deki, tarihe “Dörtlerin Gecesi” olarak geçen eylemi ve tarihe yön veren 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eylemi ile 12 Eylül faşist cuntasının halklara ve topluma karşı adeta bir karabasan gibi dayatılan faşist uygulamalarına büyük bir darbe vurularak ideolojik olarak yenilgiye uğratılmıştır. Nitekim darbenin şefi Kenan Evren Diyarbakır Zindanı’nı işaret ederek, “Burada öyleleri var ki, kafalarını koparsanız düşüncelerinden ve inançlarından vazgeçiremiyorsunuz” itirafında bulunmuştur. 14 Temmuz eylemi ve ardından 15 Ağustos 1984’te gerilla savaşının başlatılması ile ırkçı, milliyetçi ve militarist darbenin politikaları hüsrana uğratılarak, faşizmin toplum kırımının önü alınmıştır. 12 Eylül faşist darbesi ile hedeflenen en temel şeylerden biri de Türkçü-ıkçı bir kimlik ve kişiliğin toplumda oluşturulmasıdır. Kapitalist moderniteye bağımlı, demokrasi karşıtı, kültürel ve sosyal olarak yozlaşmış, şovenist tek tip insan ve sürü bir toplum yaratılması hedeflenmiştir. Adeta “Kızıl Elma Ülküsü”nde geçen tüm dünyayı Türk’ün yarattığı, dünyayı Türklerin yönetmesi gerektiğine dayalı ırkçılıkla motive edilen bir toplumun inşası başlatılmıştır. 12 Eylül faşist generalleri ülkenin her tarafına, arazinin en stratejik noktalarına ve zindanların en kuytu odalarına kadar, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ ‘Her Türk asker doğar’, ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ gibi ırkçı sözleri kazıyarak, toplumsal tarihin beyinlerde ve yüreklerde çarpıtılmasını hedeflemişlerdir. Hatta bu zihniyete itiraz eden, tepki gösteren kim olursa olsun, hedefe konulmuş, linçlere tabi tutulmuştur. ‘Türklüğün esasları’na uymayanın tek hakkı ölüm olmuş, ölüme mahkum edilmiştir. 12 Eylül faşizmi bu anlamda Türklüğü yeniden kurgulayarak Türk-İslam sentezli yeni bir toplumsal yapı ve kişilik ortaya çıkarmayı hedeflendi. Faşist cuntanın hazırladığı1982 anayasası da bu amaçlara göre oluşturuldu. Bu anayasaya göre, kapatılan siyasi partilerin güya ‘ülkenin huzur ve güveliği’ tahsis edildikten sonra yeniden kurulmasına izin veriliyordu. Esas olarak ise generaller particilik ve seçim oyunlarına başladı. Milliyetçi Demokrasi Partisi bunun somut örneği ve ilk başkanı da emekli general Bülent Ulusu idi. ANAP, Milliyetçi Çalışma Partisi, Doğru Yol Partisi, Refeh Partisi vb güya yeni yeni parti adları olsa da özünde devlet partileri olarak nitelenebilecek partiler yeniden ısıtılıp sahaya sürülerek ve demokrasi oyunları oynanmaya başlandı. Süleyman Demirel’in Adalet Partisi Doğru Yol Partisi adını aldı. Faşist şefi Alparslan Türkeşin partisi MÇP oldu, kısa süre sonra da yeniden MHP oldu. CHP de devletçi özelliğini yitirmeden siyasete katıldı. Tek yenilik Turgut Özal’a kurdurulan ANAP oldu. Refah Partisi de MSP’nin yerini aldı. 1970’lerin siyasi figürleri Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan devletin milli çıkarları gereği rollerini oynamaya devam ettiler. İrili-ufaklı diğer partiler de birer süs eşyası olmaktan öteye, demokratik açıdan hiçbir şey ifade etmiyordu. 1983’ten günümüze kadar TC’de iktidara gelen partiler veya koalisyon hükümetlerinin politikaları kesinlikle 12 Eylül cunta anayasasını aşan bir durumda olmadı. İktidara kim gelirse gelsin ilk olarak eline MGK’nin ‘Kırmızı Kitabı’ uzatıldı ve uyanlar iktidarda kaldı, uymayanlar alaşağı edilmekle tehdit edildi. ANAP ve Turgut Özal biraz bunun dışına çıkınca 17 Nisan 1993’te suikast/zehirlenme ile bunu yaşamı ile ödedi. Bülent Ecevit’in DSP’si biraz çizginin dışına çıkınca Ecevit hastalık ve yaş bahanesi ile saf dışı edildi. Rehaf-Yol hükümetinde Necmettin Erbakan da biraz farklı davranınca 28 Şubat darbesi ile alaşağı edildi. Kısacası 1982 Anayasası ve Kırmızı Kitap esaslarına uymayan kim olursa olsun tasfiye edildi. TC’nin 1982 Anayasasının esasları ırkçılığa dayanıyor. Hatta 66. maddesinde şöyle der: “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Buna göre anayasa teklik esaslarına göre düzenlenmiştir. Onun için ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ denilmektedir. AKP özünde Türkçü, Turancı ve Panislamcıdır AKP de 2002’de iktidara geldiğinde Beyaz Türklük esaslarına Türk-İslamcılığı da takviye ederek, 12 Eylül faşist zihniyet ve ruhuna uygun hareket etmeye devam etti. AKP’nin 2002’de iktidara getirilme sürecini anlamak için esasta 1999’da cezaevinde kısa bir süre göstermelik tutulan Tayyip Erdoğan ile o mekanda yapılan görüşmelere bakmak önemlidir. Basına ve kitaplara yansıyan, ABD’nin yeni bir siyasal oluşum için Türkiye’de ve Ortadoğu’da mekik dokuduğu idi. Teklif öncelikle CIA ajanları veya ABD’liler tarafından BBP’nin suikaste kurban giden Lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na götürüldü. Türk-İslam sentezli, Yeşil Kuşak projesine uygun, fakat Beyaz Türk bir kişilik ve partinin öngörüldüğü anlaşılıyor. Muhsin Yazıcıoğlu hala bilinmezliğini koruyan nedenler ile teklifi reddediyor. Bunun üzerine ABD’li yetkililer cezaevindeki Erdoğan ile görüşerek AKP’nin oluşumunun ilk adımını atıyorlar. Erdoğan’ın ‘Minare’ şiirini okuması da bununla ilintili ve mağduriyeti-mazlumiyeti oynama amaçlıdır. Bana göre Erdoğan bilinçli olarak zindanda tutuldu, mağduriyet imajı verildi ve Erbakan’a karşı Milli Görüş parçalanarak, kapitalist modernite politikalarına entegre edildi. Yeni oluşuma sözde Ilımlı İslam imajı verildi. Yani Beyaz Türk’e Yeşil Türk kuşağı geçirildi ve siyaset alanına sürüldü. AKP aynı zamanda IBDA-C geleneğinden faydalandı. Bu biçimiyle Erbakan’ın partisini ‘yenilik’ adına böldüler. Erbakan’ın deyimi ile, “Emperyalizmin uşaklığına soyundular.” AKP’nin özü esas olarak ırkçı-milliyetçiliğe dayanıyor. Dönem dönem sermayenin çıkarlarına uygun farklı söylemleri olsa da, esasta tekçilik siyasetini esas alıyor. İktidara getirildiği 2002 yılından 2004’e kadar muhaliflerle ve Kürtlerle uzlaşıyı seçmesi esasta kendi iktidarını perçinleme amaçlıdır. AKP özünde Türkçü, Turancı ve Panislamcıdır. Çok iyi incelenirse Yusuf Akçeri’nin, “Üç Tarz-ı siyaset” esaslarına bağlı siyaset yürütüyor. O da Panturanizm, Pantürkizm ve Panislamizm olmaktadır. Bugün AKP-MHP iktidarının Lozan Antlaşmasını yetersiz bulması, 2023 ve 2071 hedefleri bu zihniyeti açığa vurmaktadır. Bu zihniyete göre; özünde İslam kültürü de, Turan ülkesi de, tüm Osmanlı imparatorluğunun sınırları ve hatta tüm dünya da Türklük ve Türk halifeliği esaslarına göre şekillendirilmelidir. Onun için Osmanlı’daki komplo ve entrika yöntemleri ile tüm muhalifleri şiddet, baskı ve işkence ile bertaraf etmeyi hedefliyor. Ondandır ki tekçi zihniyetin ürünü olan Erdoğan, AKP’nin oluşumunda yer alan tüm arkadaşlarını şahsi iktidarı için bertaraf etti; sol, sağ, liberal, muhafazakar tüm muhalifleri paramiliter olarak oluşturduğu polis ve asker gücü ile yok ediyor. Taciz, tecavüz, işkence yöntemleri ile faşizmi her alanda körüklüyor. Çok bilinçli olarak derin devletin elemanları olan Hakan Fidan, Süleyman Soylu gibi tipler ile topluma karşı kültürel, sosyal ve siyasal soykırım politikalarını son yıllarda daha açık uygulamaktadır. Erdoğan ve AKP iktidarda kalabilmek için gözü karaca herşeyi yapar; paraya, ticarete ve sermayeye tapar. Örneğin; kendi iktidarı için yıllarca Gülen Cemaati ile ortaklaştı. Hatta bu ortakları eliyle Kürtleri ve demokratik, devrimci muhalefeti yok etmek istedi. İşini bitirince de Fethullah Gülen’i düşman ilan etti. Militarist yapıyı kullanarak sözde “Vesayete son veriyoruz” adı altında Ergenekon ve Balyoz davalarını açtırdı. Ardından göstermelik yargılamalar sonrası Ergenekon ekibi ile ‘Kırmızı Kitap’ üzerine anlaştı. Onunla da yetinmeyerek sözde ‘ülkenin bekası’ özde ise Türk ırkçılığının esasları üzerine Devlet Bahçeli ile anlaşarak gerçek zihniyetini açığa vurdu. Meydanlarda da açık açık, “tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek dil” diyerek, 12 Eylül 1980 faşist darbesinin temsilciliğini ve sözcülüğünü günümüzde de yapıyor. 40. yılında 12 Eylül faşist cuntasının zihniyet ve pratiğinin günümüzdeki temsilcisi, AKP-MHP faşist iktidarı olmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı işgalcidir, işkencecidir, tecavüzcüdür. Toplumun yozlaşmasına yol açan uygulamaları ile ırkçı, ayırımcı, ötekileştirici dili ve zihniyeti ile Kenan Evren rejimine adeta taş çıkarırcasına uygulamalar yapıyor. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da yüzbinlerin zindanlara doldurulmasına, ülkenin her köşesinde ırkçı saldırıların yaygınlaşmasına, genç kadınlara, çocuklara yapılan militarist taciz ve tecavüzlere, ormanların yakılmasına, tarihi mekanların endüstriyel projeler uğruna yok edilmesine, talana, hırsızlığa yol açan AKP-MHP faşist politikalarıdır. AKP-MHP 12 Eylül faşizminin insanlık dışı tüm uygulamalarını yaşamın her alanında sürdürmekte, günlük olarak toplumsal yapıyı dumura uğratarak sahte, berduş, ayyaş ve sorumsuz ama dinci ve ırkçı kişiliklerin yaratılmasına yol açıyor. Yasak ve asimilasyon politikaları ile farklılıkları yok ederek, var olan toplumsal değer ve zenginlikleri iliklerine kadar sömürüp yozlaştırarak üzerinden iktidarını sürdürmek istiyor. 12 Eylül faşist iktidarına karşı nasıl ki demokratik, devrimci mücadele ile karşı konulmuşsa, günümüzde bu zihniyetin politik temsilcileri olan Erdoğan ve Bahçeli faşist iktidarı da ancak güçlü bir devrimci, demokratik, anti-faşist mücadele ile yenilebilir. 12 Eylül faşist iktidarı ilk kapsamlı darbeyi zindanda almıştır Şüphesiz 12 Eylül faşist cunta rejimine karşı toplumun tüm kesimlerinden tepki gelişmişse de, en örgütlü ve radikal mücadeleyi PKK önderlikli Kürdistan Özgürlük Hareketi vermiştir. PKK’nin mücadelesi 12 Eylül faşist darbe rejiminin başarıya ulaşmasını önlemiştir. Önder Apo’nun, öngörüleriyle faşist darbeyi önceden sezmesi, 1978 Maraş Katliamı’na ilişkin değerlendirmeleri, özellikle 1978’de Haki Karer Yoldaşın katledilmesinde rol alan ajan-işbirlikçi, devletçi yapıların tehlikelerini çok önceden görerek, tespit etmesi ve bunun üzerinden Ortadoğu’ya çıkışı Kürdistan Devriminin tasfiyeden kurtularak büyük gelişmeler yaratmasını sağlamıştır. Bir taraftan Önderliğin bu çıkışı, diğer taraftan 1980-1982 arası zindan direnişleri, 12 Eylül faşizminin başarıya ulaşmasını engellemiştir. 21 Mart 1982 Mazlum direnişçiliği, 17-18 Mayıs 1982 Dörtlerin direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi tüm demokratlar, devrimciler başta olmak üzere muhaliflerin hepsinde yeni bir ruh ve yeni bir umut yaratmıştır. Denilebilir ki; 12 Eylül faşist iktidarı ilk kapsamlı darbeyi zindan cephesinden almıştır. Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek, Akif Yılmazların direnişi tüm topluma ışık olmuştur. Apocu direniş ruhu, 12 Eylül faşist rejiminin baskılarına boyun eğmeyerek, yeniden yaşama sevinci yaratmıştır. 12 Eylül faşizmi ikinci büyük darbeyi de 15 Ağustos 1984’te Şemzînan-Eruh devrimci atılımı ile yemiştir. Kahraman komutanlar Mahsum Korkmaz ve Abdullah Ekinci komutasında tarihte bir milat yaratılarak, ilk kurşun faşizme, işgalciliğe, sömürgeciliğe karşı cesaretle sıkılmış, darbecilerin hevesi kursaklarında bırakılmıştır. PKK 40 yıllık süreç içerisinde de Bakur, Başûr, Rojhilat, Rojava ve yurtdışında Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyada örgütlenerek, faşist ve ırkçı zihniyet ve politikaları boşa çıkarmıştır. Siyasi, askeri, toplumsal, kültürel, sanatsal ve yaşamın her alanında kapitalist moderniteye, ulus devlet sömürgeciliğine karşı geliştirdiği politika ve pratiklerle faşizmi yenilgiye uğratmıştır. Özellikle de MGK’nin ‘Kırmızı Kitap’ esaslarının anlamsız hale gelmesi, PKK hareketinin mücadelesiyle direkt bağlantılıdır. Güncelde de bu direniş Cenga Heftanîn’de hergün ve her an yaşanmaktadır. AKP-MHP faşizmi, 12 Eylül faşist zihniyetinin günümüz temsilcisidir. Milliyetçi, cinsiyetçi, dinci politikalarla iktidarını yürütme çabası içerisindedirler. Türk milliyetçiliğini Osmanlıcılık edaları ile canlı tutmaya çalışıyorlar. Özünde Türklük üzerinden geliştirdiği ırkçı formasyonla iç ve dış siyasetini şekillendiriyor. Her yerde Türklüğü üstün ırk olarak işliyorlar. Bu bir nevi Hitlervari bir siyaset çizgisidir. Hitler sonuçta hem kendisini hem de yandaşlarını intihara, yok oluşa götürmedi mi? Bu ırkçı anlayışın başarı şansı yoktur. Irkçılığı günümüzde hiçkimse benimsemiyor. AKP-MHP’nin bu politikası çökmeye mahkumdur. Buna karşı durmak, ırkçılığı teşhir etmek kadar öz savunma bilincini ve örgütlülüğünü her alanda geliştirmek gerekir. Bu ırkçı politikalar toplumun kutuplaşmasına yol açmaktadır. AKP-MHP iktidarı özellikle Süleyman Soylu ekibinin başa getirilmesi ardından cinsiyetçi saldırıları yoğunlaştırdı. Muhalif kadın örgütlerine ve şahsiyetlere yönelik polis, asker saldırıları, yine Batman, Şirnex, Mûş ve daha bir çok yerdeki kız çocuklarına devlet görevlilerinin taciz ve tecavüzleri, yoğunlaşan ve cezasız bırakılan kadın cinayetleri örgütlü kadının uyanışını hazmetmeyen AKP-MHP’nin cinsiyetçi yüzünün yansımalarıdır. İdeolojik olarak kadına karşı uygulanan politika İhvancılık çizgisini ifade etmektedir. Yaşamın her alanında cinsiyetçi politikalarla erkeklik öne çıkarılıp, katliamcı, hükümran bir ahlaksızlık topluma dayatılıyor. Bu zihniyet özelde de Kürt kadınına her alanda saldırılmasını çok planlı bir politika olarak geliştiriyor. Buna karşı mücadele daha fazla bilinç, daha fazla örgütlenme, daha fazla kadına yer verme ve öz savunmasını her alanda geliştirmekten geçiyor. AKP-MHP faşizmi 12 Eylül darbe rejiminin devamı niteliğindedir Erdoğan ve güruhunun İhvancı kesimlerle ilişkisi, DAİŞ ve radikal İslami gruplarla ilişkileri ideolojik olduğu gibi Ortadoğu halklarının dini duygularını da istismar amaçlıdır. AKP-MHP’nin iç politikalarında da dine yaklaşımı ticaret simsarları gibidir. Her seçim döneminde halkın bu duygularına hitap etmektedirler. Esas aldıkları iktidar islamıdır. Ebubekir Bağdadi’nin hilafetine halef olan Erdoğan’dır. Erdoğan ve AKP’ye göre iktidar İslamı her şeyin üstündedir. Halife de Türk olmalı, mezhebi de Hanefi olmalı. Özünde İslam’ı ve dini duyguları kullanarak, halkı galeyana getirerek iktidarlarını sürdürmek istiyorlar. Ayasofya Müzesi’nin cami yapılmasında da bu zihniyet ve din istismarcılığı kendini göstermiştir. AKP-MHP’nin dine yaklaşımı tamamen iktidarda kalma durumları ile doğrudan bağlantılıdır. Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının bu din simsarlarını görmesi, doğru tanıması ve karşısında mücadele edebilmesi için Ortadoğu İnançlar Topluluğu’nun özellikle bu konuya eğilmesi, Kültürel İslam ve Muhammedi dinin doğru anlatılması, halka ve kamuoyuna doğru ve sistemli aktarılması çok hayati önem taşımaktadır. Her türlü milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dinciliğe karşı ideolojik, politik, kültürel ve felsefi alanlarda örgütlenme ve mücadele etme devrimci-yurtsever bir görevdir. Bu alanlarda gelişebilecek her türlü fanatizme karşı net ve açık tavır konulmalı, karşı durulmalıdır. 12 Eylül faşist rejiminin geliştirdiği kişilik ile AKP-MHP rejiminin geliştirdiği kişilikler arasında zihniyet olarak fark yoktur. Her iki rejim de ırkçıdır, faşisttir. Her iki rejim de Türk ırkçılığına ve Türk milliyetçiliğine dayanıyor. 12 Eylül faşist darbe rejimi toplumu iğdiş etmiştir, toplumun sosyo-kültürel yapısını bozmuştur. AKP-MHP rejimi de toplum kırım, soykırım, kültür kırım politikalarını yürütüyor. Şüphesiz 12 Eylül cunta rejimi NATO-Gladyo patentliydi. AKP-MHP rejiminin bundan farkı; hegemonist, işgalci ve yayılmacı politikalarda ısrar etmesindedir. Sömürgecilik her iki rejimin de kodlarında vardır. Türklük ve sünni İslam dışındaki tüm kimlikler ve kültürleri yok sayıyorlar. 12 Eylül faşist rejiminin yaratmak istediği kimlik Beyaz Türk faşizminin milliyetçi kimliğidir. 1982 darbe anayasasının özünü tamamen koruyup sahiplenen AKP-MHP faşizmi, bu Beyaz Türk kimliğine yeşil kuşak geçirerek, 12 Eylül’ün önün açtığı siyasi İslam çizgisini daha görünür kılmaktadır. Irkçı-milliyetçi ve dinciliği esas alan bir kimlik, kişilik ve toplum yaratmak istemektedir. Dolayısıyla AKP-MHP faşizmi 12 Eylül darbe rejiminin devamı niteliğindedir. Tekçilik vazgeçilmez ilkesidir. Onun için rejim otoriter, sömürgeci ve faşist politikaları her yol ve yöntemi kullanarak yürütüyor. Bu tek tipleştirme politikasının ürünü olarak AKP-MHP faşizmi kendisi gibi düşünmeyen herkese baskı, şiddet, sindirme, tecrit, işkence politikalarını uyguluyor. AKP-MHP faşizmine göre amacına ulaşmak için her yok mubahtır. Onun için kendisi dışındakilere taciz, tecavüz, zulüm, işkence, tecrit uygulamasını normal görüyor. Onun için mafyavari ve paramiliter grupları toplumun her alanında örgütlemekte, cezaevlerinden bu unsurları çıkarmakta ve dilediği gibi kullanmaktadır. AKP-MHP iktidarı özellikle de Kürtler ve sol muhalif kesimlere, kadınlara düşmandır. Kendisi gibi olmayan herkesi düşman görüyor ve soykırımdan geçirmek istiyor. Tüm bu faşist, sömürgeci, kapitalist politika ve uygulamaların panzehiri, Önder Apo’nun Demokratik Ulus ve Demokratik Modernite Paradigması’dır. Bu paradigma tüm mücadele alanlarında; sosyal, kültürel, sanatsal, siyasal, hukuksal, ekonomik ve ekolojik alanlarda, devrimci-demokratik ve yurtsever bilinçle geliştirilirse, öz irade ve örgütlülükle özsavunmaya dayalı geliştirilirse özgür toplum açığa çıkarılabilir. Bu temelde atılacak ilk adım da Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgür çalışma koşullarının sağlanması olmaktadır. Nasıl ki 12 Eylül faşist rejimini 14 Temmuz Büyük Direnişi durdurduysa, 41. yılında da PKK önderlikli mücadele AKP-MHP faşist rejimini durduracaktır. KCK’nin başlattığı “Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” Hamlesi tüm Kürdistan, Ortadoğu ve yurtdışında AKP-MHP faşizminin işgal, tecrit, işkence ve faşist politikalarını yenilgiye uğratacaktır. | ||
© 2021 Serxwebûn |