Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
KDP gerçeği ulusal bir sorundur bu sorunla mücadele tüm Kürtlerin görevidirÎlon 2020
Cîhan Eren Tarihsel ve toplumsal gelişmelerin kendi yasaları ve ruhu vardır. Önemli ve kritik tarihsel süreçler denilen ve yaşamın radikal değişiminin daha kolay olduğu dönemlerde, iradi müdahaleler toplumsal gerçekliğe daha fazla yön verme şansı elde ederler. Böyle dönemlerde iradeleri ile toplumsal gelişmelere yön vermeye çalışan kadrolar ve örgütler, fikirlerine içten inanır ve bu inançlarını doğru politik taktiklerle pratikleştirirlerse, toplumun yaratıcı özünden güç alır, sürdürücü rol oynamış karakteristik özelliklerini güncelleyerek devrimsel gelişmelere yol açabilirler. Onlara yeni değerler ekleyebilirler. Önemli olan o tarihsel anı tespit etmek ve ona müdahale edecek cesareti, kararlılığı ve fedakârlığı gösterebilmektir. Her halk gibi Kürtlerin de kendilerine göre bir ruhu, karakteristik özellikleri vardır. Tarihsel veriler Kürtlerin kendine ait orijinal kültürel yapılarının ve ruhlarının daha köklü olduğunu göstermektedir. Bunun nedeni Kürt halkının tarihsel geçmişi, bu geçmişin yaratıldığı Kürdistan coğrafyası ve çevresinde yaşanan gelişmelerdir. Maddi ve manevi kültür zengini Kürtler, Pakistanlı yazar Tarık Ali’nin deyimiyle ‘işlenmemiş elmas’ gibidir. Her halkın toplumsal tarihinin ürünü olan kimlik ve inanç değerleri işlenmesi gereken elmas gibidir. Günümüz açısından önem teşkil eden şey, elmasın nasıl işlendiğini anlamak, nasıl işleneceğini bilmektir. İşleme işi, tarihe ve tarihsel gelişmelere doğrultu veren eylem olmaktadır. Elmas, işlenmesi zor, sert bir yapıya sahiptir. İşlendikten sonra değer kazanan başlıca madenlerdendir. Kültürel kimlik değerleri de böyledir; işlenir ve yaşamsal ihtiyaçları karşılayacak doğrultu kazandırılırsa değer ve anlam kazanırlar. Tarih biliminin arkeoloji, etnoloji gibi bilimlere dayanması çok değerli veriler sunmasını beraberinde getirmiştir. Araştırmalar Kürdistan coğrafyasının merkezinde yer aldığı Mezopotamya’nın, insanlık tarihine öncülük ettiğini kanıtlamıştır. Kültür tarihi ve yapısı incelendikçe, Kürtlerin bu tarih içindeki yerleri de her gün biraz daha netleşmektedir. Kürtler bir yandan mücadele ederken bir yandan da bu tarihleriyle daha sağlam buluşuyor. Bu hem heyecan veriyor hem de irade ve mücadele etme ruhu kazandırıyor. Tarih sadece geçmiş değildir, insanı gerçekleştiren zaman ve mekandır Bilindiği gibi bizzat Kürtlerin kendisi de halen şu çarpıcı soruya yanıt aramaktadır; Halk olarak, İskender seferlerinden beri savaşıyoruz, direniyoruz; ne tam kazanabiliyoruz ne de işgalcilere, sömürgecilere yenilip onlara benzeşebiliyoruz, peki neden? Bu bizim kaderimiz mi? Aslında öykü İskender seferlerinden çok öncesine kadar uzanıyor. Kürtlerin bunca saldırı ve işgale rağmen nasıl oluyor da halen halk olarak varlıklarını sürdürdükleri de Kürtlerin kafasında yanıt bekleyen bir diğer sorudur. İşte bu ve benzer tüm soruların yanıtı kadim geçmişte gizlidir. Ve Kürt Alevilerin deyimi ile kal-u beladan beri sorulan bir soru halini almıştır. Aslında Kürtler bu ve benzer sorularla kendi etnik özelliklerine göre Rêber Apo’nun ‘Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz’ tespitinin anlatmak istediği gerçekliği anlamaya çalışıyor. Soru sormak iyidir. Doğru soru sormak ise hem iyi hem doğru hem de güzel bir eylemdir. Bu eylem özgürlük bilincini oluşturmaya başlama, yola koyulma anlamına gelmektedir. Tarih sadece geçmiş değildir, insanı gerçekleştiren zaman ve mekandır. Geçmiş bugün yaşanıyorsa, tarihin bir parçasıdır. Unutulmuş geçmiş tarih olmaz. Çünkü unutulmuş geçmiş, yaşanmamış demektir. Unutmak, geçmişte olup biten bir vakayı, yaratılmış maddi kültür değerini, yeri ve zamanını zihninde en gerilere atmak ya da silmektir. Ancak öyle anlar vardır ki istemese de insan, o yaratıcı geçmişin kendini dayatan hatırlanma isteğinden kurtulamaz. Bu ilkin insanda anlamı bilinmeyen, ne olduğu tam anlaşılmayan bir duruma yol açar. İşte tarihle buluşmak, tarihi yenilemek ve günümüzü yeniden inşa etmek, o dayanılmaz dayatmaya zihnin kapılarını açmaya başlamakla olur. Kürtler için özgürlük mücadelesi, halk tarihimizin kendini dayatan ‘Beni anımsa, yaşa ve özgürce güncelle’ emrine verilmiş yanıt olmaktadır. Kürt halkı, PKK mücadelesiyle birlikte bir bilinçlenme dönemini yaşamaya başlamıştır. Kürtler bilinçlenip kendilerini adeta yoktan yaratır gibi yaratmaya başladıklarından beri, olup bitenleri en zor zamanlarda daha derin ve çarpıcı hissetmeye başlamıştır. Örneğin; Uluslararası Komplo’da yediden yetmişe tüm Kürtlerin ayağa kalkması, komplo planlarını önemli oranda durdurması, DAİŞ saldırılarının yoğunlaştığı dönemde Kobanê etrafında birleşmesi, dört parça Kürdistan ve yurtdışından binlerce Kürt’ün savaşmak için yüzünü tehlikenin geldiği yöne çevirmesi tarihsel ruhun harekete geçmesidir. Kuşkusuz bu ruhun canlanmasında, doğru hedefe yönelmesinde, aktığı kanalın, örgütlü mücadelenin olması tetikleyici olmuştur. Tetiğin hareket ettirici olduğu doğrudur. Ancak ‘şarjörde’ harekete geçecek ‘mermi’ olmasa tetiğin boşa çekileceği de doğrudur. Kürtler olarak halen bu iki örnekte gösterdiğimiz gibi en kritik anda harekete geçme noktasında olduğumuzu bilmek durumundayız. Unutmamak gerekir ki; bugün yaşanan her gelişme çok önemlidir. Çünkü bugün, yıllarca sürecek gelişmelere biçim verecek ve yarınlar için tarihi olacak özelliklere sahip bir zaman dilimidir. Yönetme hakkını kullanmamak asimilasyonu ve kültürel soykırımı kabul etmek demektir Kürt halkı olarak tarihimizi daha iyi ve derin anlamak, bilince çıkarmak zorundayız. Neler yapmamız gerektiğini, nasıl bir mücadele verirsek özgürlüğü kazanacağımızı çok daha derin kavramak mecburiyetindeyiz. Kürt halkı olarak geçmişten biriktirip getirdiğimiz sorunlarla boğuşuyoruz. Halk olarak diğer halklardan en belirgin farklılıklarımızdan biri de, yaşadığımız sorunların tarihle bağı, karakteri ve büyüklüğüdür. Tabii ki tüm halklar, emekçiler binlerce yıllık geçmişin bugüne taşıdığı sorunları yaşamaktadır. Çözüm için mücadele etmektedir. Fakat Kürtler, birçok halktan farklı olarak yığılmış sorunlarla boğuşmaktadır. Örneğin; vatan-yurt, diliyle kendini ifade etme, kimlik değerleriyle yaşama gibi birçok temel mesele halkların nerdeyse tümü açısından önemli oranda sorun olmaktan çıkmıştır. Kendi kendini yönetme hakkı, birçok halkın en azından düşüncesinde sorun olmaktan çıkmış, kendi ulus egemenlerinin yönetmesini yanlış da olsa doğal bir hak olarak kabul ederek bu sorunu düşüncede aşmıştır. Halklar açısından tüm yanlış ve eksikliklerine rağmen aşılmış bu tür sorunlar, Kürtler için halen talep edilen statü ve haklar noktasında durmaktadır. 21. yüzyılda bir halkın kendi anadilinde eğitim için, kendi kendini yönetme ve kimliğinin siyasi kabulünü istemesi için mücadele eden nokta da olması iyi bir durum değildir. Ancak zorumuza gitse de gerçeklik budur. Bundan kaçmak, bu gerçekliği görmezden gelerek kendini kandırmak, bu sorunların çözümü için gerekli mücadeleyi vermemek olmaz. Kendisini diğer halkların konumunda görmek, vatan, dil, kültür sorunlarını çözümsüz bırakmak, kendini yönetme hakkını kullanmamak ve bunlar olmasa da olur, demek varlığından vazgeçmek, toplum olarak kendini öldürmektir. Asimilasyonu ve kültürel soykırımı kabul etmek demektir. En doğal insani haklarımıza neden sahip olmadığımız ve kullanamadığımız meselesini anlamak, kendimizden kaynaklı sebeplerini daha fazla görmemiz gerekmektedir. Tüm toplumsal sorunların biri iç diğeri dış olmak üzere temelde iki nedeni vardır. Toplumsal yapı esasta da iç dinamikleri ile hareket eder. Her türlü ihtiyacını iç dinamiklerini işleterek karşılar, sorunlarını çözer, ilerleme kaydeder. Bir toplum iç dinamiklerini çalıştıramaz duruma girmiş ya da sokulmuş ise durağanlaşmış, çürüme sürecine girmiş, başka toplumlar içinde yok olma halini yaşıyor demektir. Dış etmenler de toplumların içini etkilemek ister. Buna karşı iç yapıda dışa açılan kapıyı tutan düşünce ve diğer kültürel barajlar süzgeç rolü oynar, savunma yapar. Bir toplum dışarıdan gelen etkileşimleri olumlu ve olumsuz olanlar ayrımına tabi tutmaz, her şeyi içine alırsa o halkın sağlam kurumları ve özsavunma dinamikleri kalmamış demektir. Kendine has özellikleri çok zayıflamış her türlü virüse açık hale gelmiş demektir. İkincisi; bugününü inşa edecek tarihsel ruhunun köreldiği anlamına gelecektir. Kürt halkı olarak binlerce yıldır direndiğimiz ancak ne tam kazandığımızı ne de yenildiğimizi hep söyleriz. Ve bunun nedenlerini anlamaya çalışıyoruz. O zaman neden hep direnişçi konumda olduğumuz ve buna rağmen istenildiği gibi kazanamadığımızı ve düşmanlarımızın da istedikleri gibi bizi yenemediklerini tüm derinliği ile anlarsak bu sorunu çözebiliriz. Rêber Apo’nun da belirttiği gibi bu sorunun cevabı Kürt tarihinde gizlidir. İşte bu nedenle Kürtler olarak tarihimizle hesaplaşır gibi hesaplaşmalı, ‘Tarih şimdidir’ ilkesini unutmadan kendimizi sorgulamalıyız. Bu, son direniş hamlemiz olan PKK çizgisindeki mücadeleyle, bugünümüzü ve yarınlarımızı kazanmamızı sağlayacak yegâne yoldur. Kürtler tarihin şafak vaktinde insanlığa en büyük hizmeti sunmuş bir halktır Kürtler binlerce yıldır kültürel, siyasi, askeri olarak direniyor tespiti, Kürtlere ilgi duyan herkesin ortak görüşüdür. Halk direnişimiz binlerce yıllık geçmişe dayanıyor olsa da kazanımları, yenilgileri, tecrübeleri ve anılarıyla etkili olan ve bugünkü söylemlerimiz ve tutumlarımız üzerinde doğrudan etkide bulunan dönem, esasta son iki yüz yılık geçmişimizdir. Kürtler bu süreci değerlendirirken istedikleri sonuçları elde edememenin nedenini ortak bir tespitle, birlik olamamaya bağlamaktadır. Bu, halk olarak son iki yüz yılık tarihimizden çıkardığımız en çarpıcı ve doğru sonuçtur. Ancak yaşadığımız dönemde doğmuş tarihi fırsatlardan yararlanmak için bu tespitin söylem olmaktan çıkması zorunluluk haline gelmiştir. Yoksa bu tespit iyi bir temenni olmanın ötesine geçemez. ‘Birlik olmak zorundayız’ denilirken tarihsel pratikten çıkarılmış bir dersten bahsedildiğine göre, bundan kendine ben Kürt’üm, diyen herkesin sorumlu olduğu, biri halk tarihi bakımından biri de egemenler açısından olmak üzere iki anlamının olduğu ortaya çıkar. Bir diğer husus; Kürtler birlik derken, hem birlik içinde olmadıklarını hem de birlikleri önünde engel olanlar olduğunu ifade etmiş oluyorlar. İkincisi iç dinamiklerle büyük kazanma imkanının birlikten geçtiğini anlatmak istemektedir. Madem birlik ile kazanacağımıza inanıyoruz ve birlik de bizim bir iç meselemizdir, kimler neden ve niçin birlik olmaya gelmiyor? Kürtlerin büyük kazanmasını içerden kim, neden istemiyor? Bu soru Kürtler söz konusu olduğunda, tarihe uzanarak yanıtlanması gereken bir soruya dönüşüyor. Çünkü; Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında devlet birlikleri yanında birçok sivil toplum kurumu, siyasi parti aracılığıyla farklı halkların kendi aralarında kurdukları birlikler varken, aynı tarih, kültür, dil ve inanca sahip birkaç on milyonluk Kürtlerin 21. yüzyılda birlik sorununu tartışıyor olmaları, Kürt birliğinin sağlanamamasının nedenini, tarihsel ve iç nedenlere dayandığını gösteriyor. Tarihsel olduğu kadar güncelliğini de ifade ediyor. Kürtler tarihin şafak vaktinde insanlığa en büyük hizmeti sunmuş bir halktır. Önderliğin savunmalarında ve onlarca araştırmacı tarihçinin eserlerinde belirttiği gibi proto-Kürtler insanlığın yerleşik yaşama geçişine öncülük etmiş bir toplumdur. Tarım ve köy devrimine öncülük ederek oynadıkları bu tarihsel rol, insanlığın beslendiği, var olması önündeki tüm engellerin aşıldığı gelişme çağı da oluyor. Sonuncusu Xerabreş (Göbeklitepe) kalıntılarında ortaya çıkmış arkeolojik veriler gibi daha birçok örende ortaya çıkarılmış veriler buna ışık tutuyor. Bu, Kürt halk ruhunun ne kadar gelişkin, üretici ve yaratıcı olduğunu gösteriyor. Kendisi için yaptığını başkaları ile paylaşma duygusunun güçlü olduğuna işaret ediyor. Eşitlikçi, paylaşımcı bir kültürü temsil ettiği anlamına geliyor. Topraklarına, köy şahsında yerleşkelerine bağlı olduklarını gösteriyor. Kısacası; Kürt insanın özelliklerine temel teşkil eden, öz kazandıran, biçimlendirip kültüre dönüştüren kadim bir geçmişe sahip olduğumuzu daha iyi biliyoruz. Başından beri Kürt kültürü ile iktidar kültürü arasında çatışan, savaşan bir ilişki vardır Tarihte öncülüğünü proto-Kürtlerin yaptığına inandığımız eşitlikçi, paylaşımcı, demokratik toplumsal yaşam yanında bir de Sümer uygarlığı ile kimlik kazanmaya başlamış egemen sınıfların yaşam ve kültürü vardır. Önderliğin savunmalarında, birçok tarihçinin araştırmalarından ‘bal gibi süzerek’ çıkardığı Kürt tarihinden öğrendiklerimizi bilince çıkardıkça, kendimizi, dünyamızı daha iyi tanımaya başladık. Önderliğin tespitlerinden sadece Kürt halk tarihini öğrenmiyoruz. Kürtler içindeki egemenleri de daha iyi tanıyoruz. Genelde egemenleri ve iktidarları, özelde de Kürt soylu egemen ve iktidarların özünü, değişmez karakterini, kendini güncelleme yeteneğini, politikalarını ve taktiklerini yakından tanıyor ve anlamaya çalışıyoruz. Sümer uygarlığından beri halklar ile egemenler arasında devam eden bir mücadele vardır. Egemenler, iktidar kültürüyle ayrı bir ‘insanlık’ durumuna yol açmıştır. Duygusu, aklı ayrı işleyen bir dünyadır bu. Yoksul bir emekçi olarak, ezilen bir halk ve cins olarak sahip olunan duygu ve akılla pek kolay anlaşılmaz bir gerçekliktir bu. ‘Halkların yarattıklarının asıl sahibi benim, tanrısal olanım ben ve bu nedenle halkların emekleri üzerinde yaşamak doğal hakkımdır’ zihniyetine sahip bu kesim, kandırmada, yalan söylemede, gerçeği ters yüz etmede, komplo kurarak insanları tuzağa çekip imha etmede, karşısındakini küçük görmede, zora girdiğinde fitne ve fesat çıkarıp kan dökmede, çıkarlarına uyuyorsa soykırımın her biçimini yapmada ustalaşmıştır. Bu yöntemleri kullanmayı da kendine hak görmektedir. Bunlara politika, siyaset diyebilmektedir. İktidar kültürü, Kürt ana ve atalarının öncülük ettiği eşitlikçi, paylaşımcı demokratik toplum yaşam değerlerine ve mekanlarına saldırarak var olmuştur. Bu nedenle başından beri Kürt kültürü ile iktidar kültürü arasında çatışan, savaşan bir ilişki olagelmiştir. Kürt kültürüne ve ülkesine dışarıdan saldırıların böylesine uzun bir geçmişi vardır. Saldırganlar değişmiş ancak saldırı biçimi ve amacı değişmemiştir. İktidar unsurları güçlendikçe toplumu daha fazla etkilemiş, denetimine alarak biçim vermiştir. Ve süreç içinde hemen hemen her etnik grup içinde egemen sınıf olarak doğuşunu gerçekleştirmiştir. Böylece insanlık biri egemenler diğeri demokratik değerleri temsil eden kesim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kendi başına incelenmesi gereken bu konu yazımızın dışında olduğu için ayrıntısına girmiyoruz. Belirteceğimiz noktalar Kürt egemenlerini daha iyi tanımamıza yardımcı olacak, bugünün Kürdistan’ındaki toplumsal, siyasal ve kültürel vaziyeti anlaşılır kılacak konular olacaktır. Egemenlerin varlıklarını sürdürmek için vazgeçemedikleri özelliklerinin başında doymak bilmez egolarını tatmin etmek, sınır tanımaz taht, saray ve saltanat sevdalarını gidermek gelir. Yani toplumun tümünü ele geçirme ve istedikleri gibi yönetme heveslerini tatmin etmek egolarının başında gelir. Bu amaçlarını gerçekleştirme yolunun da içinden çıktıkları halka hâkim olmaktan geçtiğini bildikleri için işe buradan başlarlar. Bu aşamayı tamamladıklarında sıra yakın çevrelerine hâkim olma savaşlarına gelir. Burayı da zapt ederlerse daha uzak toplumlara, bölgelere saldırmaya girişirler. Kürdistan, tanrısal söze konu olacak kadar kutsal bir ülkedir Sümer, ilk uygarlık merkezi olduğu için kendini içerde tahkim eder etmez yöneldiği ilk topluluk Kürtler, yurt ise kadim Kürdistan coğrafyası olmuştur. Mitoloji ve dinlerde okuduğumuz birçok öykü bu saldırganlığı ve karşısındaki direnişi anlatmaktadır. Habil-Kabil kavgası, cennet ve cehennem inancı, tufan ve Nuh peygamber anlatısı gibi daha birçok inançsal kıssa, Kürtler ve Kürdistan’la doğrudan ilişki içinde doğmuştur. Hz. İbrahim’e mihmandarlık eden direniş kültürümüz, Tevrat’ta tarif edilen cennet, Kur’an’da Hz. Nuh’un yeniden yaşama başladığı mekân gibi daha birçok veri, kültürümüzün ve ülkemiz Kürdistan’ın, tanrısal söze konu olacak kadar kutsal olduğunu gösteriyor. Bu örnekler, Kürt toplumunun hangi değerler temelinde var olduğunu, hangi topraklar üzerinde yaşadığının kutsal metinlerdeki anlatısı oluyor. Görüldüğü gibi Kürtlerle zalim egemenler arasındaki kavga, peygamber öykülerine konu olacak kadar eski, derin ve kutsal bir kavgadır. Kürtler olarak bir de bu nedenle bugünümüzü daha derin anlamalı ve gerekli dersleri çıkarmalıyız. Peygambersel çıkışın ilki ve yeniden yaşamın ikincisinin neden Kürdistan’da başlatıldığının tarihsel şifreleri üzerinde hiçbir önyargıya düşmeden düşünmeli ve anlamalıyız ki, bugün olup bitenleri tam manasıyla kavrayabilelim. İktidar yaratıcısı Sümer egemenlerinin iç meselelerini hal ettikten sonra saldırdıkları ilk kültür, Kürtlerin temsil ettiği kültür ve yaşadıkları coğrafyadır. Tarihsel veriler halk olarak Kürtlerin mitolojik çağlara öncülük eden bir zihniyete, maddi kültür zenginliğine sahip olduğunu yeterince kanıtlıyor. Dinler çağına da kendi düşünce kodlarıyla, kültür yapısıyla öncülük ediyor. İlk kitaplı din kabul edilen Zerdüştlüğü ahlak ve felsefe olarak toplumlara sunuyor. Sami din geleneğini topraklarında kültürüyle tetikleyerek belki de ona da öncülük ediyor. İslam zamanına alimleri, tasavvufçuları ile mezhep ve tarikatları geliştirerek katılıyor. En saf ve temiz duyguları ile inanarak dini geleneğin temsil ettiği ahlakiliğin ve adil yaşamın sürmesine katkı sunuyor. Kısacası Kürtlerin kültürel olarak tarihsel çağlar içinde anlatarak bitiremeyeceğimiz katkıları, egemenlere karşı çağ açan direnişleri olmuştur. Ve hepsi de tarihte sabittir. Kapitalist çağa kadar da Kürtler halk ve kültürel kimlik olarak bulunduğu coğrafyanın en canlı ve yaratıcı halklarından biridir Halk olarak Kürtlerin, karşısında direnç gösterirken başarılı olamadığı, yok edici asimilasyon ve soykırım tehlikesini atlatmada çok zorlandıkları, varlıklarının tartışma konusu olmaya başlandığı dönem, kapitalist modernite çağıdır. Kapitalist çağa kadar da Kürtler, halk ve kültürel kimlik olarak bulundukları coğrafyanın en canlı ve yaratıcı halklarından biridir. Temel eksiklikleri, verdikleri emeklerin sonuçlarını koruyacak, geliştirecek siyasi yapılar kuramamalarıdır. Siyasal kurumlarının olmaması, olanlarınsa yarardan çok zarar vermesi, özünde bir önderlik sorunudur. Bu sorundan ötürü de sürekli çalışmış, didinmiş halk olmalarına rağmen değerlerine yeterince sahip çıkma yeteneğini gösterememiş, böylece değerleri her zaman işgalci-talancı güçlerce alınıp kullanılmıştır. Başta Türk egemenleri olmak üzere komşu halklar içinden peydahlanan egemenlerin tümü, Kürt halkının emeklerinden beslenmiştir. Kapitalist modernite çağında siyasi kurumsallığın olmaması yanında çağın gelişmelerini karşılayacak kültürel yaratıcılık da gösterilemeyince ‘Kürtler bir halk mı, değil mi’ tartışmasına zemin yaratılmış oldu. Belirtmeye çalıştığımız gibi yerleşik yaşama ve mitoloji çağına öncülük etmiş, kutsal metinlerde adı geçecek kadar etkili olmuş bir kültürün, cennet bir ülkenin kapitalist modernite döneminde ‘var mı, yok mu’ tartışmasına alınması kabul edilemezdir. Tarihin başlangıç dönemlerinden son beş yüz yıla kadar da varlığını etkili hissettirmiş bir halkın ruhu böyle bir hakarete, yok saymaya evet diyemezdi. Son kırk beş yıllık gelişmeler o tarihsel özün ve ruhun, Rêber Apo şahsında PKK mücadelesine dönüşerek güncellendiğini yeterince kanıtlamıştır. Bunu ancak kutsal metinlerde zalimler, ahlaksızlar, münafıklar, mal ve mülk biriktiren hırsızlar olarak geçenlerin safında yer alanlar inkâr edebilir. Bunlar dışındaki Kürtler, görme imkanı olan vicdan sahibi her halktan milyonlarca insan, gerçekliğin böyle olduğuna rahatlıkla şahitlik etmektedir. Kürt halkının tarihsel geçmişi bu kadar etkili, geliştirici ve sağlamsa, içinde bulunulan durumu nasıl izah edebiliriz? Bu da açıklık getirilmesi gereken bir diğer önemli husus oluyor. Kürtlerin bilimsel düşünce çağında, neden insanlık ailesinin çok gerisinde kaldığı konusu belli boyutlarda tartışılmıştır. Kürtlerin, olumlu ve olumsuz yanlarıyla güncel durumunu izah edebilmek için Kürt toplumundaki egemenleri de tanımamız gerekir. Çünkü; son beş bin yıldır hiçbir halk sadece demokratik toplum halinde yaşamıyor. Son beş bin yıldır da halklar kültür yaratmaya, geliştirmeye, emek vermeye devam ediyor. Ancak halkların tüm bu emeklerini siyaset, yönetim, örgütleme denilen alanları ele geçirdikleri için egemenler kendi çıkarları için kullanıyor. Daha çok da onların kültürü hakim ve belirleyici oluyor. Egemenler siyaset ve yönetimin iktidar gruplarını ele geçirmesiyle birlikte, halkların emeklerini hem tüketiyor hem de ihtiyaç duyulduğunda yeniden yaratılması için zemin sunuyor. İktidarlar siyaset ve yönetim yoluyla kültürel üretime ya destek oluyor ve bir süre katılıyor gibi yaparak teşvik ediyor ya da çıkarları için biçim vererek gelişmesine belli katkılar sağlıyor. Kürtlere baktığımızda bu iktidar kurallının işlemediğini görüyoruz; Kürtlerin kadim tarihte halk olarak sürekli yaratıcı olduklarını ancak siyaset sanatında ve yönetme işinde başarılı olamadıkları için emeklerini bir araya getiremediğini, eldeki fazlasını doğru kullanamadığını, sürekli çalışmalarına rağmen bu özelliklerinin kendilerini yoksul bıraktığını, bu sürecin yüzlerce yıl boyunca devam etmesinden kaynaklı Kürtlerin kapitalist modernite çağına adeta takatten düşerek girmesine yol açmış olduğunu görüyoruz. Bu genel belirlemeleri biraz daha açımlamalıyız ki, somut verilerle ele almaya çalışacağımız bundan sonraki güncele dair değerlendirmelerimiz daha iyi anlaşılabilsin. Bugünkü gerçekliği ele alırken bu tarih ile bağı daha kolay kurulabilinsin. İktidar yaratıcısı Sümer egemenlerinin iç meselelerini hal ettikten sonra saldırdıkları ilk kültürün Kürtlerin temsil ettiği kültür ve yaşadıkları coğrafya olduğunu belirttik. Tarihi verilerle yorumladığımızda bu saldırılara karşı, Kürtlerin destanlara ve mitolojilere konu olacak kadar muazzam bir kültürel ve özsavunma direnişi gösterdiklerini de görüyoruz. Ünlü Agade’nin Laneti destanı, Kassitlerin varlığı, Newroz destanı bu direnişleri anlatmaktadır. Proto-Kürt egemenlerin başlayan dış saldırılar karşısında iki çizgide hareket ettiklerini de, yine tarihten okuyoruz. Birincisi; etnisitesi ile birlikte direnenler, ikicisi; Gılgameş destanında geçtiği gibi sömürgecilere yol gösteren ve Enkidu şahsında konuşturulan ihanetçilerdir. Bunlar, Kürt etnisitesinden kabileleri, yani kendi geldikleri toplumun Huvava ismiyle liderlerini kastederek, ‘Bunu af etme, öldür, yoksa yeniden size karşı koyarlar’ cümlesiyle özetleyebileceğimiz ‘kraldan daha kralcı’ duruşları ile hainlikte sınır tanımayanlar olarak kayıt altına alınmıştır. Kürt egemenleri bu geleneğini tek tanrılı dinler çağında da devam ettirmiş, bu da halkı büyük felaketlerle karşı karşıya getirmiştir. Kürtlerde birlik olamama halktan değil egemenlerden kaynaklanan bir sorundur İktidar kültüründe, egemenler içinden ya zorla ya da ikna ederek bir grubun diğer egemen gruplara baskın gelmesi, iktidarı ele geçirenin diğerlerine belli bir pay vererek yanına çekmesi âdettendir. Kürt egemenlerinde bu kural da her zaman işlememiştir. Her egemen önce ait olduğu etnisitesiyle ilişkilerini düzenleyerek güç olmuştur. Bu iktidar olmak isteyenlerin güçlenmeleri için tabiri caizse ‘altın kural’dır. Halk içinde gerektiği kadar karşılık yaratıp varlığını kabul ettirenler, ikinci adımda kendi sınıfındaki diğerleri ile ilişkilerini düzenleyerek yerini daha da sağlamlaştırmıştır. Kürt egemenleri iktidarın adeta evrensel kuralı gibi her zaman ve mekânda geçerli bu geleneği de işletmemiştir. Kürt egemenlerinin tek tanrılı dinler çağındaki duruşu bu sebeplerden ötürü daha fazla tahripkâr olmaya başlamıştır. 17. yüzyılda Ehmedê Xanî’yi isyan ettiren gerçeklik bir yanıyla da budur. Ve dikkat edilirse o da, temel sorunun birlik kuramamak olduğunu söylüyor. Kast ettiği birlik sorunu, egemenlerin yaşadıkları çağa göre olmayan politik tutumlarının neden olduğu sonuçlardır. Demek ki bugün de bize kaybettirecek en büyük tehlike birlik olmamaktır, derken yeni bir şeyden bahsetmiyoruz. Fakat bununla halk olarak Kürtlerin değil, Kürt egemenlerin durumunu, tutumunu, politikalarını kast ettiğimizi de Ehmedê Xanî’den de biliyoruz. Birlik sorunu, Kürt egemenlerinin kendi aralarında ve Kürt halkıyla ilişkilerinin evrensel iktidar ilişkilerine göre kurulmamasından doğan bir sorundur. Başka bir ifade ile halkın değil egemenlerin sorundur. Halktan değil egemenlerden kaynaklanan bir sorundur. Kürt egemenleri daha önce bir araya gelemeyerek, bugün ise bir araya gelme imkanlarına karşı gelerek birlik olmayı engelliyor ve en büyük zararı Kürt halkına vermeye devam ediyorlar. Kürt egemenlerin iki çizgide oluşmuş geleneği içinde, süreçle öne çıkacak olan; varlığını halka karşı dış güçlere bağlayanlar olmuştur. KDP adıyla düşünen akıl, konuşan dil Kürt egemenlerinin tarihsel geleneğinin günümüzdeki temsilidir Bu genel belirlemeler ışığında günümüzü ele aldığımızda; KDP adı altında örgütlenmiş geleneğin, Kürt halkının emeklerini, işgalci güçlere pazarlayarak var olmaya çalışan Kürt egemenleri geleneğinin son temsilcisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Dolayısıyla son dönemlerde Kürtlerde daha yoğun tartışılmakta olan KDP adı altındaki örgüt, siyaset, hanedan, aile, tarikat ve Kürtlüğün böylesine tarihsel bir geçmişi vardır. Halk olarak işe önce buradan bakalım ki, neyle uğraştığımızı bilelim. Bu ad altındaki olgunun hangi sapmadan kaynaklandığını, ne tür sorunlar ve tehlikelere yol açtığını ve açacağını köklü anlayabilelim. Köklü anlayabilelim ki, köklü de çözebilelim. Bir yanlış anlamaya mahal vermemek için son söylenmesi gerekeni başta söylemekte yarar var: KDP’nin, Türk devletinin Kürdistan’daki işgal ve ilhak saldırılarına destek vermesi, PKK’nin de buna karşı çıkması, KDP sorununu sadece PKK’nin sorunu yapmaz. Tüm Kürtlerin bunu bilmesinde yarar vardır. KDP adı altında bir yaşama dönüşmüş, örgüt ve siyaset olmuş Kürtlük, anlayabilirlerse bu yapı içindekiler için de artık büyük sorun ve tehlike teşkil etmeye başlamıştır. Her ne kadar bugün KDP adıyla bir parti söz konusuysa da bu adla düşünen akıl, konuşan dil anlatmaya çalıştığımız Kürt egemenlerinin tarihsel geleneğinin günümüzdeki temsilidir. Son siyasi ve askeri gelişmeleri ve KDP politikalarını ele aldığımız yazımızın önemli bir bölümünü tarihsel geçmişe ayırmamızın nedeni de budur. Bu yorumlarımızla yanlış bir şey söylemiyoruz. Binlerce yılık geçmişin güncelde yaşandığını, kendini KDP adı altında tekrar ettiğini belirterek suçlarını ağırlaştırmıyoruz. Sadece bir gerçekliğe parmak basıyor, ciddi bir tehlike ve soruna işaret etmeye çalışıyoruz. Ve tüm Kürtlere adilane bir yaklaşım olduğuna inandığımız bir öneride bulunmaya çalışıyoruz. PKK olarak nasıl ki kendimizi Kürt halk tarihinin olumlu olumsuz binlerce yılık geçmişinin ürünü olarak ele alıyor, kişilik çözümlemelerimizde, platformlarımızda kendimizi bu tarihin bir parçası olarak yargılıyor, olumlulukları halkımızın hizmetine sunmaya çalışıyor ve bundan gocunma bir yana övünç duyuyorsak, egemenlerin temsilcisi KDP’nin aynı yöntemle kendini ele almasını istiyoruz. Kürtler olarak buna hakkımız olduğunun bilinmesini istiyoruz. Her Kürt’ün KDP yönetiminden bunu istemesinin yurtseverlik görevi olduğunu da belirtmek istiyoruz. Madem Kürt egemenler, on yıllardır her şeyleri ile Kürtler için çalıştıklarını söylüyorlarsa onlar da tarihleri ile hesaplaşmalıdır. Çünkü; bunca yıl Kürtler için çalıştığını iddia eden bir insanın, siyasi örgütün hata yapmaması düşünülemez. Hata yapmamak Allah’a mahsustur. KDP yönetimi ilahlık iddiasında değilse bunu yapmak durumundadır. Örneğin; halkımızın adına Aşbetal dediği 1975’teki yenilginin sorumluları kimdir? Durup dururken yüz binden fazla pêşmergeyi birkaç günde silahsızlandıranlar kimlerdir ve neden bunu yapmışlardır? Bu kime ne kazandırdı? Halkımıza ne kaybettirdi? 2014’te Şengal’de on binden fazla pêşmerge gücünü çekip binlerce Êzidî’yi katliama maruz bırakan kimdir? Neden ve ne amaçla bunu yapmıştır? 21. yüzyılda Kürt kadınlarının dünyanın en lümpen ve alçakları tarafından köle pazarlarında satılmasına zemin sunan hangi akıl ve vicdandır? Hangi Kürtlük ve milliliktir? 2017’de adına bağımsızlık referandumu denilen referandumu yapıp ülkemizin bir parçasının yarısını kaybettiren kimdir? Hangi akıldır ve şimdi nerededir? Neden hesabını vermek bir yana altın kaplamalı saraylarda görüntü verebiliyor? Kürt egemenlerin tarihsel hesaplaşmaları bu ve benzer sonuçlar üzerinden olmak zorundadır. Halkımız bunları her zaman gündeminde tutmalıdır. Onlar özeleştiri yapmıyorsa halk yargılamalıdır. Bu, içinden geçtiğimiz dönemde binlerce yıllık arzularımızın gerçekleşmesi için çok önemli bir tutum ve duruştur. Halk olarak Kürtler, doğrusu yanlışıyla, fazlası eksiğiyle PKK adı altında kendini sınadı, sınıyor. Hatalarının bedellerini de ödüyor. Peki, kendisine Kürt diyen ve egemenlik taslayanların varsa bir gelenekleri, Kürt halkına karşı itiraf edecekleri tek bir suçları, özeleştiri verecekleri tek bir eksiklikleri yok mudur? Madem KDP, ‘Kürtler adına özerkliği ancak biz isteriz, bizim dışımızdakiler isterse biz engelleriz’ sözüyle Kürdistan’ın tek egemen gücü olduğunu iddia etmiş bir partidir, birkaçını yukarıda belirttiğimiz suçlar, hatalar ve eksiklikleri için kendisiyle hesaplaşmayacak mı? Özeleştiri yapıp af dilemeyecek mi? Yoksa, ‘Kürtler ayakkabımın üstündeki tozdur’ kafasıyla yaklaşmaya devam mı edecek? Çünkü içinden geçtiğimiz tarihi süreç KDP için kendisiyle hesaplaşmaz, alışıla geldik yol ve yöntemlerini değiştirmez, Kürt halkıyla birlikte mücadele etmezse ya Kürtlere büyük kaybettirip kendisi de kaybedecek ya da Kürtler çok büyük bedeller ödeyerek de olsa kazanır, kendisi tümden yok olacağı bir sürece girer. Kürt egemenlerinin tarihsel geçmişi ancak Kürt egemenlerinde var diyebileceğimiz özelliklere yol açmıştır. Bu özelliklerinden en belirgini ve stratejik kayıplara yol açanı ise tarihsel gelişmeleri geriden okumaktır. KDP’nin Kürtler için giderek daha büyük sorun olması, tehlikeli siyasi mecralara girmesinin de asıl nedeni budur. Kapitalist modernite çağında ulus devlet için mücadele eden Nakşî tarikatı kimlikli Kürt egemenlerinin son temsilcisi KDP olmaktadır İnsanlık son iki yüz yıldır bilimsel düşünce yönteminin hakimiyetinde yaşıyor. Bilimsel düşünce; bugün düşünebilen makinenin, makineleri çalıştırabildiği teknolojiler yaratmıştır. İnsan yapısından bilgi edinmek ve makinalar aracılığı ile bu bilgileri kullanmak çok önemli bir diğer gelişme olmaya başlamıştır. Bu çağın kendisiyle getirdiği önemli ve bir o kadar köklü siyasi yenilikler de vardır. Tüm insanlık, sınırların kaldırıldığından, ulus devlet yapılarının tümden kaldırılmak biçiminde olmasa da ulus devlet sisteminin miadını doldurduğundan, köklü değişimlerden bahsederken KDP, bir iki Kürt şehrine tutunmuş, ‘Burası benimdir, başka Kürtler buraya giremez’ dışında başka bir şey dilendirmiyor. İnsanlığın, özellikle koronavirüsle birlikte daha fazla görmeye ve tartışmaya başladığı gibi dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir gelişme hepimizi doğrudan ya da dolaylı etkilemektedir. Çünkü dünyamız, sıkça benzetildiği gibi bir köy haline gelişmiştir. Çağ bu gerçekliklere göre şekilleniyorken KDP aklı ve temsil ettiği gelenek, değil dünyanın herhangi bir yerindeki bir gelişmeyi, içinde yaşadığı Kürt halkının derdini, sorunlarını ve hatta kendilerine sunacağı desteği bile görmüyor, görmek istemiyor. ‘Ben altın kaplamalı saraylarımda yaşayayım, benden sonrası tufan’ aklıyla siyaset yapıyor. Çok zorlanırsam da Kürtleri kurban ederim, diyor. Bu yaklaşımın yol açtığı tehlikelerden ötürü yaşadığımız dönem Kürtlerin özgürlüğüne büyük fırsatlar sunuyor düşüncesinde olan tüm Kürtlerin dikkatli ve tutum sahibi olmasını gerektiriyor. Güncel gelişmeleri daha derin okumalarını dayatıyor. Kürt egemen sınıflarının tarihsel gelişmeleri geriden okumaları, zamanı geçmiş siyasi taleplerinin neden olduğu büyük zararlar, özellikle de ulus devlet sisteminin gelişmeye başladığı kapitalist modernite çağında yaşandı. 19. yüzyılda mîrlerin öncülük ettiği ayaklanmalarla başlayan bu süreç, Nakşîbendi şêxlerinin devreye girmesiyle sürmüştür. KDP şahsında adına Kürt mücadelesi denilen siyaset, bu geleneğin değişmiş bir versiyonu olarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Kürt beyleri, feodal devlet yapılarının, toplumu dine dayalı zihniyetle yönetmenin batı Avrupa da tümden aşıldığı, Ortadoğu halklarında da tartışılıp aşılmasına çalışıldığı bir dönemde feodal iktidar kodları ile yeni yeni işe koyulma arayışındalar. Tüm toplumların hatta egemenlerin kendilerini kurtardığı, kurtarmaya çalıştığı bir sistemi tam da yıkılıyorken istemek, bunun için mücadele etmek doğal olarak yenilgiyi baştan kabul etmek demektir. Silêmanîli Babanzadelerin, Soran beyliğinin, Botanlı Bedirxanîlerin siyasi mücadelelerinin özü böyle olmuştur. Bu çizginin peş peşe aldığı yenilgiler mücadele potansiyelini tüketince bu defa da Nakşî tarikatına mensup şêxlerin egemen sınıflar tarzında mücadelesi gündeme gelmiştir. Bu kesimin uluslaşma anlamında mîrlerden bir adım daha ileri oldukları Şêx Ubeydullah kişiliğinde görülebilmektedir. Ulus, ulus devletin temel harçlarından biri olarak tarih gündemine girip iktidar kültürünü belirleyen bir olgu olarak kabul edilince, bir kavmin, dinsel tanımından öte yeni ilkelerle tanımlanması geçerli olmaya başlamıştır. Bilimsel düşünceye dayandırılan bu tanımlama, toplumsal örgütlenmelerde de bir takım yeniliklere yol açmıştır. Nakşî şêxleri önderliğindeki mücadelede de bu değişimin görülmediğini, aşılmış kavim tanım ve tarifinin sürdürüldüğünü, dinsel örgütlenme modelinin terk edilmediğini görüyoruz. Mücadele etmiş Kürt şêxlerine baktığımızda ulus, halk derken dayandıkları fikirlerinin dini düşünce sınırlarını pek aşamadıklarını görüyoruz. Ulusal ilişki biçiminde feodal bağları aşarak gelişen yurttaşlığı, aşiret bağını ve tarikat müritliğini aşan ve bireye görece daha fazla serbest hareket etme olanağı tanıyan bilinçlendirmeyi gündemlerine almadıklarını biliyoruz. Kürtlerin ve Kürdistan’ın özgürlüğünü temel amaç edinmiş ve bu uğurda can verecek kadar inançlı olduklarını göstermiş olsalar da, yanlış yol hedefe götürmez, sözündeki gibi arzulanan sonuçlar elde edilmemiş, yenilgiden kurtulamamıştır. Bunu fırsat bilen düşman, halk üzerinde bir daha mücadele edemeyecek hale getiren soykırım politikaları uygulayarak, bir yenilgiden daha ağır sonuçlara yol açmıştır. Örgütlemelerinde ve mücadelelerinde esas aldıkları modelin, bu modelin dayandığı ideolojinin zamanı geçmiş düşünce olduğunu anlamak istememişlerdir. Bu yenilgilerin, Kürt egemenlerin özellikleriyle doğrudan bağını bir kez daha hatırlayalım. Mücadele edenlerin tümü zorlandıklarında, karşılarında savaştıkları güce teslim olup af dilemekten de geri durmamıştır. Bu bile tek başına Kürt egemenlerinin, Kürt halkının düşmanlarıyla aralarındaki ilişkinin ne olduğunu çok rahat göstermektedir. Kendilerine egemen diyenlerin, egemenlikten ne anladıklarını ifade etmektedir. Halkına karşı değil yabancı ve işgalci egemenlere karşı daha çok sorumlularmış gibi duran bu tutumları, yazımızın ilgili paragraflarında vurguladığımız Kürt egemenlerin halkın direnişine değil, dış güçlere daha çok güvendikleri ve onların yanında hareket ettikleri gerçeğinin günceldeki kanıtlarındandır. Kürt egemenleri içinde Nakşî kimlikleri ile siyaset yapanların neredeyse tümü sömürgeci soykırımcı Türk devletiyle birlik içindedir Kapitalist modernite çağında ulus devlet için mücadele eden Nakşî tarikatı kimlikli Kürt egemenlerinin son temsilcisi KDP olmaktadır. Yanlış bir anlama yol açmaması için bir parantez açarak Nakşîlik hakkındaki görüşlerimizi ve yaklaşımlarımızı belirtmek istiyoruz. Burada tarikat olarak Nakşîliğin kendisini değil, bu tarikatı kullanarak güç olmaya çalışan Kürt egemen sınıflarını değerlendiriyoruz. Kürt Nakşîliğinin temsil ettiği yurtsever bir damarın olduğunu biliyoruz. Mevlâna Xalit’ın dini yorumunun tutucu değil esnek olduğunu, çağın gelişmelerine uyum gösterebilecek özellikler barındırdığına inanıyoruz. Zaten böyle bir içeriğe sahip olmamış olsa bu tarikata dayanarak mücadele edilemezdi. Her zaman olduğu gibi Kürt egemen sınıfları halk kültürümüzü siyaset adı altında elinde tutarken yaptıklarının bir benzerini, Nakşî tarikatıyla siyasallaşırken de yaşamış, çok kötü sonuçlara yol açmıştır. Dikkat edilirse bugün de Kürt egemenleri içinde Nakşî kimlikleri ile siyaset yapanların neredeyse tümü sömürgeci soykırımcı Türk devletiyle birlik içindedir. Yurtsever Nakşîlerin kahir ekseriyeti, tarikatın yolunda, adaba göre inançlarını yaşamaya çalışan yoksullardır. İşte bu geleneğin olumlu ve olumsuzluklarıyla en iyi görüleceği son örnek Barzanî şêxlerinin yaptıkları ve KDP adı altındaki siyasallaşma gerçekliğidir. 19. yüzyılın ortalarında, Nehrî şêxlerinden halifelik alarak Barzan köyüne yerleşen ve Taccedîn ünvanıyla tanınacak olan bir şêxın etkisi ile başlayan tarikatın bu kolu, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar da Kürdistan’da etkili bir biçimde varlığını sürdürmüştür. Zêbarî aşiretine mensup oldukları belirtilen bu aile yerleştiği Barzan köyünden ötürü, Barzanî şêx ailesi olarak tanınmaya başlanacaktır. 1960’ların başına kadar da asıl varlıkları, Nakşîbendî tarikatı kimliği ile bilinmektedir. İkinci Selam döneminde, halkın sorunlarını çözdüğü için olumlu rol oynamıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı döneminde yaşanan sosyal, ekonomik, siyasi sorunların dayanılması zor koşullarında geliştirilen kolektif yaşam tarzıyla yoksul halka yardımları dokunmuştur. Osmanlı despotizminin, talancılığının ve gaspçılığının bezdirdiği halkın gücünü birleştirmesine vesile olunmuş, Osmanlı ile ilişkileri güçlü olan bölge beylerinin halka dönük baskılarına karşı tutum alınmış, halk içinde dayanışma duygusunu geliştirerek destek sağlamıştır. Bu durum Osmanlılarla karşı karşıya gelmelerine yol açmış, Osmanlılarla yaşanan çelişkiler neticesinde verilen mücadele, Şêx Selam’ın idamına yol açmıştır. 1914 yılında büyük kardeşi Selam’ın yerine şêxlık postuna oturan Şêx Ehmed, kardeşinin yolunda gitmiştir. Tarikat müritlerinin artmasıyla Barzanî şêxi cemaati adını almış topluluk, 1969 yılında Şêx Ehmed’in ölümü ile tarikattan siyasi parti kimliğine dönüşerek varlığını sürdürmeye başlamıştır. Barzanî köyü şêxlerinin örgütledikleri tarikat kolunun dinsel kültür içindeki yeri, bir tarikatın yapabileceklerinin ne çok ilerisinde ne de gerisindedir. Doğduğu ve geliştiği koşullar içinde değerlendirilirse; yoksullara yardım, sosyal sorunları çözme gibi yanları tarikat geleneği içindeki olumlu taraflarıdır. Tarikat ilişkilerinin bozulması, siyasi ve askeri ilişki biçiminin giderek hâkim olmaya başlaması Mele Mustafa’nın siyasi askeri bir kişilik olarak öne çıkması ve tarikat işleyişine müdahale etmesiyle başlamıştır. Mele Mustafa’nın müdahaleleri, tarikat etrafında oluşmuş dinsel birliği parçalamıştır. Xurşîdîler olarak bilinen topluluk tarikat geleneğini sürdürmeye çalışmış, Mele Mustafa ile hareket edenlerse KDP kimliği ile siyasal kimliği esas almıştır. Dini geleneği temsil eden mürit topluluğun çoğu 1983 Enfal hareketinde Irak Baas rejimce katledilmiştir. Katledilen ve sayıları beş ile sekiz bin arasında olduğu belirtilen Barzanilerin çoğu, tarikat ilişkisi içinde kalmış yoksul Kürtlerdir. Kısacası 1975’ten sonraki gelişmeler neticesinde sessizleşmiş, rahatsızlıklarını ve tepkilerini dillendiremeyen bir grup tarikat müridi ile ve çoğu bir ailenin etrafında mürit kültürü ve inancını siyasal ilişkiye çevirmiş daha geniş kesim kalmıştır. KDP adı altında siyasi ve askeri kesimi temsil eden Barzaniler, Başûr’daki zenginlikleri ele geçirip para elde etmeye başlayınca, tarikat geleneğine katılmamış diğer aşiretlerden insanları memur ve pêşmerge adı altında kendine bağlayarak sayısını artırmıştır. 1960’lardan itibaren belirgin bir kimlik kazanmaya başlayan tarikat müritliğinden siyasi parti üyeliğine geçiş, dünyada sol ve sosyalist hareketlerin gelişmelere damga vurduğu, özgürlük ve demokrasinin temel değer olarak ele alındığı, sömürgelerde işçi-köylü emekçilerin önderlik ettiği sosyalist kimlikli ulusal kurtuluş hareketlerinin zaferden zafere koştuğu bir dönemde gerçekleşmiştir. İşte burada sıkça bahsettiğimiz Kürt egemenlerin tarihsel gelişmeleri geriden okuma özelliklerinin yeniden devreye girdiğini görüyoruz. Kürdistan’da dinsellikten devşirilmiş ulusal çizginin başarılı olma şansının olmadığını 19. yüzyıldaki isyanlar zaten göstermişti. Ancak Kürt egemen sınıflarının tarihlerinden ders çıkarma gibi bir dertleri hiç olmadığı için kendilerini sürekli tekrar eden yenilgiler kaçınılmaz olmuştur. KDP adıyla yaşanan da özünde bu gelenek olduğu için 1975’de yenilmekten kurtulamamıştır. Kürdistan’da 20. yüzyılda başlayan ulus devlet sömürgeciliği, Kürtlerin yok edilmesi, kimliklerinin soykırımla ortadan kaldırılması üzerine kurulmuştur. Bu kapitalist iktidar kurallarına göre Kürt adıyla egemenlik iddiasında bulunabileceklerin çıkmasını tümüyle engellemiştir. Bu nedenle KDP defalarca yenilmiş olsa da egemenler adına mîrlik-şêxlik çizgisinde kalarak sahnede olmaya devam etmiştir. Bu durum işgalcilerin işini her zaman kolaylaştırmıştır. Çünkü bu duruş, çağdaş Kürt ulusal hareketlerin çıkışını engellemiştir. Sömürgeciler KDP adı altındaki egemen sınıf siyasetine, ağırlıkta da 1975’ten itibaren bazen doğrudan bazen de dolaylı bu görevi vermiştir. İran devleti, Irak KDP’si eliyle başta İran KDP’sini olmak üzere birçok devrimci yurtsever Kürt örgütünü, Türk devleti Irak KDP’si eliyle Bakur KDP’sini tasfiye ettirmiştir. Tümü belgeli ve ispatlı olan bu pratiklere siyaset, askerlik ve Kürtlük denilmeye devam edilmektedir. Sömürgecilerin yanında Kürt yurtseverlerine karşı savaşan Barzanîlerin KDP geleneği, 1980’lerde yönünü Başûr’daki yurtsever kişi ve örgütlere, 1990’lardan sonra da TC ile birlikte PKK’ye vermiştir. PKK’ye karşı TC’nin yanında durma, Kürt gençlerini verdiği istihbaratla Türk uçaklarına katlettirmesi biçiminde sürmektedir. Kürt halkının PKK öncülüğündeki direnişinin 1990 yılından itibaren ortaya çıkardığı gelişmeler, tarikat şêxliği-feodal liderlik karışımı olup KDP çatısı altında temsil edilen Kürt egemen sınıfa sermaye toplayacak olanaklar vermiştir. Egemen sınıf, bunu yeni bir şans olarak değerlendirmeye koyulmuş, asıl tahripkâr sonuçlar da bu aşamadan sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde yeniden devreye giren egemen Kürt sınıfları çizgisi, güç olmak için halkına karşı düşmanıyla ilişkilenme geleneğini güncellemiş, başta Başûr Kürtleri olmak üzere tüm Kürdistan için altın tepsideki şansın kaçırılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla 1960’lardan sonra tarikattan aldığı güçle derebeylik siyasi geleneğini kullanıp partiye dönüşen yapı, 1990’lardan itibaren tarikat-derebeylikten sermaye birikimine geçiş yapmaya başlamıştır. 2003’te Baas rejiminin yıkılmasıyla da ticaret burjuvazisi diyebileceğimiz sürece geçilmiştir. Bu değişimle birlikte tarikat müritliği bağlılığından memur maaşlarıyla kitleleri kendine bağlama, inanç yerine çıkar ilişkileri ile örgütlenme dönemi gelişmeye başlamıştır. Aşiret aidiyeti yerine para ve maaşa bağlanmış ilişki biçimi ile Kürt ulus devlet kimliği yaratılmaya çalışılmaktadır. ‘Ekmeğinizi muhtaç diğer müritlerle paylaşın, sofranızda her zaman bir misafirin yeri olsun’ inancıyla başlayan Barzanî köyü tarikat geleneği, kim daha çok dolar biriktirecek, kim yurtdışında daha çok mülk edinecek, kim daha pahalı arabaya binecek vs yarışının kıyasıya sürdüğü sermayedarlar birliğine dönüşmüştür. KDP’lilik; cebinde aç olana vermek için kuru ekmek taşıyan inançlı bir şêxle başlayıp, Kaliforniya’da eli milyon dolarlık villa almayı harcamadan saymayan, İstanbul Cihangirde mağaza kapatmayı normal gören siyasi liderliğe dönüşün adıdır. KDP’nin yürüttüğü siyasetin siyaset olmadığını anlatmak sadece PKK’nin görevi değildir KDP adı altında örgütlenmiş Kürt egemen sınıfının bazı üyelerinin milyarlarca dolar sermayeyi kontrol ettikleri uluslararası basına da yansımıştır. KDP’nin Türk devleti ile ilişkilerinin temelinde bu paranın güvence altına alınması vardır. Kürt halkı bu paraya kurban edilmek istenmektedir. Oysa ki kapitalist sermaye sahipleri bile çağ atladıklarını, artık ülke sınırlarını tanımayacaklarını, petrol satıp para toplamak yerine bilgi teknolojilerini geliştirerek sermaye biriktireceklerini ilan etmiştir. Bilgi üzerinde büyük yarış verilmektedir. Dünyamız yeniden şekillenmektedir. Hiçbir gücün stratejik müttefikinin kalmadığı bir dönemdeyiz. Ancak gel gör ki KDP çatısı altında toplanmış Kürt egemen kesimi, sırf Türk bankalarında paraları var diye, Kürt varlığı benim ölümümdür, diyen bu sömürgeci soykırımcı devletle ilişkilerini kesmek bir yana politikaları ile ona destek verebilmektedir. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin KDP siyasetine eleştirisinin doğru ve derinlikli anlaşılması gerekmektedir. Dikkat edilirse buraya kadar yaptığımız eleştirilerimizin çoğu, PKK çizgisini ölçü alarak yapılmış eleştiriler değildir. Buna gerek de yoktur. KDP bir Kürt partisi ise, Kürtler ve Kürdistan adlarını ağzından düşürmemeyi iyi bir şey olarak kabul ediyorsa temsil ettiği çizginin dünyadaki son durumuna bakarak kendini değiştirmelidir. Dolayısıyla son eleştiriler ve yaşanan gerginliğin iki siyasi parti arasındaki politika farklılığının ötesinde, tarihsel nedenlere dayandığı bilinmek durumundadır. Kürtler adına siyaset yapanların, aydınların, sanatçıların ve gazetecilerin bu konuda da rollerini oynaması gerekir. KDP’nin Kürt halkının hilafına soykırımcı düşmanla işbirliği içindeki politikalarına siyaset diyerek kendini sunmasına imkan verilmemelidir. KDP’nin yürüttüğü siyasetin burjuva sınıf anlamında bile siyaset olmadığını anlatmak sadece PKK’nin görevi değildir. Kimse KDP’den devrimcilik yapmasını beklemiyor. Eleştiriler bunun için değildir. Eleştiriler ve çağrılar ‘Kürtlerin çıkarlarını savun, savunamıyorsan da Türk sömürgeciliğinin Kürt soykırımına ortak ve destek olma!’ yaklaşımı içermektedir. Artık ulusal bir sorun halini almış olan KDP politikalarını eleştirmek, karşı durmak, ortak olmamak Kürt yurtseverliğinin bir gereğidir. Bu konuda yaşanan eksiklik, Kürtlerin tarih bilinciyle bağlantılı bir eksikliktir. Hangi egemen sınıfı ele alırsak alalım, hangi etnik kimliğe sahip iktidar güçlerine bakarsak bakalım değişmez iktidar kanunlarını işlettikleri görülecektir. Bu kanunlardan biri de; temsil ettiklerini iddia ettikleri halkın tümünü kendine bağlamak, tarihsel yurtları olan toprakları ele geçirmektir. Ne egemenliğini ne de ele geçirdikleri zenginlikleri ucuz ve kolayından yabancı bir egemenle paylaşmamaktır. Bu iktidar kanununa göre KDP iktidar anlayışını ve Kürt egemeni iddiasını değerlendirelim: Birincisi; Kürdistan’ın parçalarını birbirinden ayıran, parçaları birbirine yabancılaştıran ve Kürtlerin kafasına bunu yerleştirerek Kürt halkı arasındaki tarihi bağları yok edip güç dinamiklerini baltalayan KDP olmuştur. Özellikle de Başûr Kürtleri arasında diğer parçaları unutturan KDP’dir. Birkaç yıl öncesine kadar da KDP sadece Hewlêr, Silêmanî ve Dihok vilayetlerini kapsayan bölgeyi Kürdistan diye adlandırıyordu. Ülkenin yüzde doksan yedisini görmezden geliyordu. Ve halen KDP çizgisinde Kürtlük yaptığını iddia edenlerin önemli bir kesiminin kafasındaki Kürdistan, bu üç vilayetle sınırlı bölgenin ismi olarak karşılık buluyor. KDP, düşman tarafından ülke zenginliklerimizin talan edilmesine karşı çıkmak bir yana destek sunuyor. Hewlêr’in ne kadar Kürt şehri ne kadar Türk şehri olduğu artık tartışmalıdır. Tüm ticaret Türk şirketlerinin, sermaye Türk bankalarının eline geçmiştir. Bir Türk yetkili KDP ile başlattığı petrol alışverişinden sonra, ‘Lozan’da kaybettiğimizi kazanıyoruz’ diyebilmiştir. Kürtler sömürgecilerin çizdiği sınırları tanımamalıdır Soykırımcı Türk devletinin Kürtleri katletme politikasına PKK’nin gerekçe gösterilmesi ile de KDP gerçekliğe ters düşüyor. Şayet Türk sömürgeciliği PKK olduğu için Kürtleri katlediyorsa, köylerini yakıp yıkıyor ve boşaltıyorsa sormazlar mı Enfal’de 182.000 şehidin verildiği Baas katliamının sebebi de siz misiniz, diye. Sömürgeci saldırıları görmezden gelip, halkını saldırıların sorumlusu göstermek, Kürtler kimlikleri ve ülkeleri için mücadele etmesin, demektir. Bugün PKK Başûr’dan çıksın, diyenlerin dün bir çırpıda Musil ve Kerkûk’ü terk edenler olduğunu bilmek gerekir. Bunlar için ülke, oturdukları sarayları, paralarının olduğu yerdir. Bu zihniyet ve politika sahiplerinin yarın nereleri terk edecekleri, yurtseverlerden nereleri boşaltmalarını isteyecekleri belli değildir. Türk sömürgecilerine Başûr’un her yerinde askeri ve istihbarat üsleri açarken, PKK’ye, Başûr’dan çık, diyenin siyasetinden önce Kürtlüğü ve insanlığı tartışmalıktır. Tartışılmalıdır. Kaldı ki sadece Türklerin değil en az on devletin Başûr da askeri vardır. Kürtler sömürgecilerin çizdiği sınırları tanımamalıdır. Dünyanın bir köye döndüğü bir dönemde bir ülkenin kendi içinde sınırlar koyması, ülkesini iktidar gruplarının çıkarları uğruna bölgelere ayırması, hanedan devletleri döneminde kalmıştır. KDP’nin PKK’ye dönük söylemlerinde Kürt ulusunun çıkarlarını dikkate alan bir dil yerine hanedan devleti dili vardır. Tabii ki Kürdistan parçalarının mevcut statüleri, devletler arası hukukun neden olduğu bazı özgünlükler ve hassasiyetler vardır. Ancak KDP, bu hassasiyetleri, uluslararası hukuku soykırımcı Türk devletine karşı değil, PKK’ye karşı kullanmaktadır. Adeta yıkılmakta olan soykırımcı faşist Türk devlet ve iktidarının ölümünde kendi ölümünü görür gibi can simidi olmaya çalışmaktadır. Ölüm korkusu yaşayacağına, kendini değiştirip Demokratik Ulus çizgisine gel, halkının safında yer al, diyen çağrılara, köy kavgalarında, aşiret çelişkilerinde kullanılan sözlerle yanıt vermektedir. Neden olduğu kayıpları, yol açtığı sorunları PKK’ye yüklemeye çalışmaktadır. PKK başta Türk sömürgeciliği olmak üzere Kürt halkına saldıran düşmanların olduğu her parçada Kürt halkını savunma partisi ve gücüdür. Sonuç olarak KDP’lilik bir zihniyettir. Bir yaşam biçimi, örgüt modeli ve politik bir tarzdır. Tüm Kürtlerin en başta da Kürt aydın ve sanatçılarının bunu ulusal bir sorun olarak görmesi gerekmektedir. Bu zihniyet ve yaşam biçiminin, örgüt ve politik tarzın yeterince eleştirilmemesi, karşısında tavır alınmaması, sayarak bitiremeyeceğimiz eksiklikleriyle, suçlarıyla Kürtlük adına sürmesine zemin olmaktadır. Herkesin milliyetçiliğini, egemenlerin çıkarları için halklarına yaptıklarını eleştirirken, kendi halkımız içinde özgünlükleri ile aynı çizgiyi sürdürenlere ses çıkarmamak ahlâki değildir. Yurtseverliğe de terstir. KDP’liliğin örgütlenip siyasi ve askeri çalışmalara dönüştürülmesindeki dış bağlantıları, ilişkileri değerlendirmek pek gerekli değildir. Çünkü sorun Kürt halkının varlığına kasteden Türk sömürgeciliğinin KDP’yi Kürtlere karşı kullanma noktasına kilitlenmiştir. KDP-TC ilişkileri Kürdistan’ın dörde bölünerek tek tek yok edilmesi strateji üzerine kurulmuştur. Değişen dünya gerçekliği karşısında KDP’nin eski misyon ve görevlerine göre hareket etmesi, taraf seçmesi, politika belirlemesi kendisine de büyük zarar vermektedir. Bu çok somut olarak referandum döneminde ortaya çıkmıştır. Değişmemekte ısrar eden KDP, beklemediği zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu durumdan kurtulmak içinse Kürtleri kalkan yapmaya, gerekirse kurban etmeye çalışmaktadır. Asıl tehlike de budur. Sadece PKK’nin ya da PKK çizgisinde yurtseverlik yapanların değil tüm Kürtlerin bu gidişatı durdurma sorumluluğu vardır. | ||
© 2021 Serxwebûn |