Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Özgürlüğü sağlama zamanı!Îlon 2020
Mustafa Karasu Tarih boyu ekonomik, toplumsal, kültürel gelişmeler temelinde eski dengelerin anlamsızlaşmashamlı, yıkılması sonrası bölgesel ya da dünya savaşlarıyla siyasal dengeler yeniden kurulur. Bu kuşkusuz göreceli bir dengedir. Göreceli bir denge olsa da her zaman bu göreceli denge içinde de değişiklikler olabilir. Kapitalizmin gelişmesiyle artık dünyada bölgelerin birbirinden kopuk değil de birbirini etkileyen temelde olması, yeni dengelerin kurulması savaşlarının bölgesel olmaktan çıkıp dünya çapında olmasını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle emperyalizm çağının başlamasıyla birlikte büyük savaşlara dünya savaşları denmiştir. Emperyalizm çağı denmesi, dünyanın bütün alanlarının çeşitli güçler tarafından paylaşılmasını ifade etmektedir. Böyle olunca yeni bir paylaşım da, dünyadaki bu büyük askeri, siyasi güçlerin savaş içine girmesiyle gerçekleşmektedir. Kapitalizmin önceki aşamaları, kapitalist ülkelerin kamplaşarak, kutuplaşarak birbirlerine karşı şiddetli cephe savaşları vermesini beraberinde getirmişti. 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başıyla birlikte kapitalizmde önemli düzeyde değişiklikler yaşanmıştır. Özü ve karakteri değişmemiştir. Sömürücülüğü, azami kâr yasası ve rekabet doğasında hakimdir. Bilimsel teknik devriminin de hızlanmasıyla birlikte küreselleşen kapitalizm dünyada sınırların birbirine kapalı olmasını kabul etmeyen bir özellik kazanmıştır. Kapitalizmin doğasına ve gelişimine zarar veren bir etken olması nedeniyle eski dönemlerde olduğu gibi dünyanın belirli yerlerinin paylaşılması, bazı güçlerin hegemonyası temelinde diğer güçlere kapatılmasına tüm kapitalist güçlerin karşı olduğunu görmekteyiz. Bu yönüyle küresel tüketim toplumu denilen bugünkü aşamasında kapitalist ülkelerin artık keskin kamplara bölünme ve cepheden savaşlar içine girmeleri söz konusu olmamaktadır. Kamplara bölünmeden ama sistem içi mücadelenin de süreklileştiği yeni bir mücadele dönemine girilmiştir. Önder Apo bu durumu, kapitalist güçlerin piramit biçiminde basamak basamak yer almaları ve kendi iç mücadeleleri sonucu basamakların yer değiştirmesi biçiminde ifade etmiştir. Bu yönüyle Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz günümüz dünya savaşı, kapitalizmin bu yeni özelliklerinin geldiği aşamanın da yansıması olmaktadır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezi Ortadoğu olmuştur Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte eski dengeler dağıldığından, yeni göreceli dengelerin oluşması gerekiyordu. Zaten eski dengelerde var olan kimi güçlerin bu dengelerde yerini kaybetmesi, güçsüzleşmesi sonucu doğal olarak başka güçlerin bu güçlerin etki alanlarına girmesi, oraya yerleşmesi mücadelesini ortaya çıkaracaktı. Nitekim Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bugüne bu yeni dengelerin oluşması mücadelesi sürmektedir. Ancak kapitalizmin yeni aşamasının özelliklerinden dolayı Birinci ve İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi cepheden savaşıp 3-4 yılda sonuçlanma gerçekleşmemektedir. Yeni dengelerin oluşması, geçen yüzyılda olduğundan farklı olarak daha uzun süren bir savaş sürecinden sonra belirlenecektir. 1991’deki Körfez Savaşı’ndan beri böyle bir savaş gerçeği vardır. Bu dünya savaşı niye bu kadar uzamaktadır sorusunun cevabı; kapitalizmin, emperyalizmin yeni özelliklerinde aranmalıdır. Bu özellikler anlaşıldığında, neden 30 yıldır böyle bir dünya savaşın sürdüğü de anlaşılır. Bugün Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Kuşkusuz dünya dengelerinin oluşması açısından başka önemli coğrafyalar da vardır. Örneğin; Uzak Doğu’nun yeni dünya dengelerinin oluşmasındaki rolünden söz ediliyor. Ancak yine de Ortadoğu ve çevresi yeni dünya dengelerinin oluşmasında belirleyici öneme sahiptir. Bu yönüyle Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezi Ortadoğu olmuştur. Sorunu sadece petrol kaynaklarının sömürülmesinde görmek de yetersizdir. Petrolün olmadığı dönemde de Ortadoğu her zaman dünya dengelerinin kurulmasında önemli rol oynamıştır. Yine Ortadoğu’ya yakın olan, Ortadoğu’daki toplumsal, kültürel gelişmelerden doğrudan etkilenen Avrupa’nın da dünya dengelerinin kurulmasında yeri bilinmektedir. Bu açıdan bu coğrafyanın dünya dengelerinin kurulmasında dün olduğu gibi bugün de önemli yer tutacağı açıktır. Ana kıta olan Avrasya’nın merkezinde de aslında Ortadoğu bulunmaktadır. Afrika’nın da 21. yüzyılla birlikte önemli bir ekonomik, toplumsal, kültürel güce ulaştığı dikkate alınınca Ortadoğu’nun önemi daha da iyi anlaşılır. Bugün Doğu Akdeniz’deki mücadeleyi sadece bir petrol, doğal gaz kaynaklarına indirgemek de yanlış olur. Ortadoğu’nun Avrupa ve Afrika’yla birleştiği alandır. Rekabet ve mücadele denizler üzerinde sürse de böyle bir rolü vardır. Artık denizler eskisi gibi sadece sularla anılmamaktadır. Bugün kıta sahanlığı denen her ülkenin kendi kıyılarıyla ilgili, deniz alanlarıyla ilgili hassas olması denizlerin kara coğrafyaların bir parçası gibi ele alınmasındandır. Doğu Akdeniz’i bu kadar önemli hale getiren Ortadoğu gerçeğidir. Üçüncü Dünya Savaşı sürerken Ortadoğu ülkeleriyle ilişki, Ortadoğu ülkelerinin konumu ve tutumu dengelerin nasıl şekilleneceğini gösterecektir. Bugün Ortadoğu’da gerçekleşen yeni ittifaklar, Doğu Akdeniz üzerinde gerçekleşen ittifaklar, İsrail’le Arap dünyası arasındaki ilişkilerin gelişmesi, Türkiye’yle komşularının yaşadığı sorunlar tamamıyla Ortadoğu’nun Üçüncü Dünya Savaşı’nda da dünya dengelerinin oluşmasındaki belirleyici rolüyle ilgilidir. Soğuk savaş döneminde bile Ortadoğu’da dengelerin bozulması çok hassas bir konuydu. Bırakalım sınırların değişmesini, Ortadoğu ülkelerinin iç siyasi sistemlerinin değişmesi bile çok önemli gerilimler ve çatışmalar ortaya çıkarabilirdi. Bu açıdan iki kutuplu dünyanın sürdüğü 20. yüzyılda her iki kutup da Ortadoğu politikalarını sürdürürken çok dikkatli davranıyorlardı. Çünkü buradaki herhangi sert bir çatışma çok büyük çatışmalara yol açardı. Başka yerde gerilim yüksek tutulabilirdi ancak Ortadoğu’da gerilimin yükseltilmesinin ağır sonuçları olabilirdi. Bugün de aynı gerçekliği görüyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde şiddetli olarak karşı karşıya gelen, birbirlerini olabildiğince zorlayan güçler sıra Ortadoğu’ya gelince çok dikkatli davranmaktadırlar. Bunun en somut örneği ABD ve Rusya’nın Ortadoğu’da birbirlerine çok dikkatli yaklaşmaları, birbirlerinin durumunu gözetlemeleridir. ABD hegemonyasında tek kutuplu bir dünya gerçekleşmedi Suriye’de bunu en açık biçimde görmekteyiz. Suriye’de hem ABD hem de Rusya var. Yan yanalar, yakınlar. Öyle ki savaş uçaklarını kaldırdıklarında birbirlerine haber veriyorlar. Birileri bir yere hareket ederken diğerlerinin konumunu dikkate alıyor. Bu, Ortadoğu’daki dengelerin, siyasal ve askeri mücadelenin ne kadar hassas olduğunu gösteriyor. Dünyanın başka bir yerinde olsa herhalde herhangi bir siyasi gücü tümüyle devre dışı bırakan, gerileten bir zorlama içine girebilirlerdi. Kuşkusuz artık günümüzde kapitalist sistem içi güçlerin birbirlerine karşı cepheden savaşmalarını beklememek gerekiyor. Küreselleşen kapitalizmden söz ediliyor. Önceleri ABD, diğer ülkelerin, sermayenin serbest ve güvenli dolaşımına, tüketim maddelerinin güvenli dolaşımına yönelik engellerine şiddetle karşı çıkarken, bu engelleri ortadan kaldırmayı kapitalizmin en büyük gücü olarak kendisine görev bilirken, bugün ABD’den sonra kapitalizmin en fazla gelişme gösterdiği ülkelerin başında gelen Çin de sermayenin ve metaların serbest ve güvenli dolaşımını istemektedir. Öyle ki ABD, Çin’deki bu hızlı gelişme nedeniyle geçmişte en hararetle savunduğu, hatta bunun için kavgalar, savaşlar içine girdiği sermayenin ve tüketim maddelerinin serbest ve güvenli dolaşımını sınırlayan tutumlar almaya yönelmiştir. Kuşkusuz ABD hala sermayenin ve metaların serbest ve güvenli dolaşımını savunmaktadır. Bu gerçeklik gösteriyor ki, küreselleşen bir kapitalizm vardır. Cepheden kamplaşmalarla belirli alanların diğer ülkelere kapatılması hiçbir kapitalist ülkenin, uluslararası şirketlerin çıkarına değildir. Bu yönüyle de savaşların, mücadelelerin yeni karakterleri, kapitalizmin bu özelliklerine göre yürütülmektedir. Nitekim Üçüncü Dünya Savaşı denen Ortadoğu merkezli savaşta, bu yeni dünya savaş gerçeğinin karakterinin en somut halini görmekteyiz. Kapitalizmin bu aşamasında, önceleri söylenildiği gibi ABD’nin hegemonyasında tek kutuplu bir dünyanın gerçekleşmediğini görmekteyiz. Kuşkusuz ABD birçok gelişmede etkisini ağırlığını ortaya koymaktadır. Ancak bu kapitalist sistemin tek kutuplu olduğunu göstermiyor. Evet, kapitalizm küreseldir. Bu yönüyle kapitalizmin karşısında farklı bir ekonomik, toplumsal, siyasal, askeri güç bulunmuyor. Kapitalist sistem dışında reel sosyalizm döneminde olduğu gibi ayrı bir sistem gerçeği bulunmamaktadır. Bu ayrı bir konudur, sistem içinde tek bir gücün hakimiyetinin var olduğunu söylemek ayrı bir konudur. Yaşananlardan görüyoruz ki, kapitalist sistem içinde tek bir gücün hakimiyeti ya da tek kutuplu siyasal durum yoktur. İttifakların, ilişkilerin hızla değiştiği, kaygan olduğu, çok farklı güç odaklarının bulunduğu bir dünya gerçeğinden söz edebiliriz. Buna çok kutupluluk denir mi, denmez mi ayrı bir tartışma konusudur. Ama çok farklı gruplaşmaların, ittifakların, ilişkilerin bulunduğu bir gerçektir. Ama bunlar da kendi içinde sürekli değişiklik arz etmektedir. Bu yönüyle Üçüncü Dünya Savaşı’nı değerlendirirken bu yeni özelliklerine, karakterine göre değerlendirmek gerekiyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşına göre değerlendirilirse o zaman yanılgılara, yanlış değerlendirmelere gidilir. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezileştiği Ortadoğu’da ABD ve Rusya’nın bir mücadelesi vardır. Öte yandan Çin de Avrupa Birliği de Ortadoğu’da kendi etkinliklerini göstermeye çalışmaktadırlar. Avrupa Birliği ABD’nin konumundan, Çin ise Rusya’nın konumundan yararlanıp bu bölgede etkin olmak istemektedir. Ancak bunun Birinci ve İkinci Dünya Savaşındaki gibi kamplaşma biçiminde olmadığı açıktır. Şu gerçek görülmektedir; Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı bir dönem daha devam edecektir. Sonunda bir gücün diğer güçleri tümden dıştaladığı değil de bir gücün diğer güçlerden daha etkin olduğu bir denge oluşacaktır. Diğer güçlerin konumunun, dengelerde ne kadar yer alacağı ise önümüzdeki yıllardaki mücadele sonucu belirlenecektir. Ne Rusya ne Çin ne de Avrupa Birliği tümden dıştalanacaktır. Ama ekonomik açıdan Çin’in de Japonya’nın da Rusya’nın da bu alanda bulunacağı öngörülmektedir. Bu ülkeler siyasi açıdan da bölgede belli düzeyde varlıklarını hissettireceklerdir. Rusya’nın Suriye’de daha fazla etkin olması gereceği de ortaya çıkabilir. Ancak bu dünya savaşının sonunda ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in ya da herhangi bir ülkenin Ortadoğu’da halkların ya da yerel güçlerin iradesini tanımayan bir egemenlik, bir hegemonya biçimi sağlamaları zordur. Hem halkların iradesi yeni dengelerde yerini alacak hem de yerel siyasi, ekonomik güçler de yeni Ortadoğu düzeninde belli düzeyde varlıklarını sürdüreceklerdir. Bu açıdan eski hegemonya biçiminden daha gevşek bir siyasi ve askeri etkinlik düzeyinin ortaya çıkacağı açıktır. Tüm ülkeler belli düzeyde halkların iradesini dikkate almak ve belli düzeyde demokratikleşme adımları atmak zorunda kalacaklardır. Bunu dikkate almadan Ortadoğu’da siyasal istikrarın sağlanması söz konusu olmayacaktır. Türk devleti boyunu aşan işlere girişmektedir Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı’nda Suriye’de olduğu gibi Türk devleti etkin yer almak istemektedir. Eski dengeler yıkılırken Osmanlı imparatorluğu hayalleriyle ya da büyük devlet olma genlerinin varlığıyla yeni dengelerde kendisini etkili kılmak istemektedir. Suriye’deki işgalleri, çeteleri örgütleyip Suriye’de ve başka yerlerde kullanması, Başûrê Kurdistan’da, Medya Savunma Alanları’nda işgaller yapması, Şengal’e sürekli saldırması Türk devletinin yeni politik yönelimini ortaya koymaktadır. Ancak Türk devletinin bu yeni politik yönelimini ortaya koyması tabii ki birçok güç tarafından rahatsızlıkla, tepkiyle karşılanmaktadır. Araplar zaten tutumlarını açıkça ortaya koymuşlardır. Türk devletinin eskisi gibi Arap coğrafyasında hegemonya kurmasını kabul etmeyeceklerini açıkça göstermişlerdir. Tabii Araplar bu tepkiyi gösterirken çeşitli devletlerin ve siyasi güçlerin desteğini de almaktadırlar. Belki Türk devletinin askeri, siyasi gücü karşısında zayıf görünseler de hem petrolden dolayı ekonomik kaynaklara sahip olmaları hem de ABD, Avrupa, Çin, Japonya gibi ülkelerle ilişki içinde olmaları bu ülkelerin Türk devletine karşı açık net tutum koymalarını beraberinde getirmiştir. Bu açıdan Türk devletinin Ortadoğu’daki işinin kolay olmadığı açıktır. Öte yandan Doğu Akdeniz’deki hamleler ve Libya’ya müdahaleler karşısında aldığı tepkiler de Türk devletinin boyunu aşan işlere giriştiğini, elindeki askeri güç ve imkanlara dayanarak yaptığı yönelimlerin Türkiye’ye ters yönde döneceğini göstermektedir. AKP-MHP faşizminin askeri yönelimi ve işgalleri birçok gücün sadece tepkisini almamış, ürkütmüştür de. AKP-MHP’nin dış saldırıları ve işgalleri iktidarını ayakta tutma politikasının bir parçası haline getirmesi Türkiye’yi böyle bir tehlikeyle, çıkmazla karşı karşıya getirmiştir. Kuşkusuz işgalleri sadece iktidarlarını ayakta tutmak için yapmamışlardır. İktidarlarını ayakta tutma yaklaşımıyla Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezme ve soykırıma uğratma politikalarının örtüşmesi, bu faşist ittifakı saldırgan hale getirmiştir. Ancak bu politikanın dünya genelinde kabul görmediği, benimsenmediği görülmektedir. Bu yönüyle yürüttüğü Kürt politikasının da Türkiye’yi çıkmazla karşı karşıya getirdiği açıktır. Aslında Kürt sorununa yaklaşımı ve bundaki çıkmazı Türkiye’yi bu noktaya getirmiştir. AKP-MHP iktidarının savaşla kendini koruması, kendini iktidarda tutması yaklaşımı da Kürt sorunuyla bağlantılıdır. Çünkü; Kürt sorununda demokratik çözümü değil de ezmeyi ve soykırımı amaçlayan bir iktidar; otoriter ve faşist olmak zorundadır. Bu yönüyle de iç ve dış güçleri karşısına alma durumu ortaya çıkmaktadır. Yaşadığı bu çıkmazı da zorla, savaşla, baskıyla aşmaya çalışınca Ortadoğu’da da, Doğu Akdeniz’de de, bir bütün olarak dünyada da geniş bir karşı cepheyle karşılaşmıştır. Bu da siyasal çıkmazını daha da derinleştirmiştir. AKP-MHP iktidarı, işgaller ve askeri güç gösterileriyle birçok şeyi elde ettiğini sanırken, bu politikayla büyük kaybetme riskiyle karşı karşıya gelmiştir. Eğer Kürt halkı, demokrasi güçleri, Ortadoğu’nun demokratik güçleri Türk devletinin saldırganlığından, işgalinden rahatsız olan güçler ortak tutum takınırsa Türk devletinin bu saldırganlığı büyük bir bozgunla sonuçlanacaktır. Bu büyük bozgunun yollarını bizzat AKP-MHP faşist iktidarının politikaları döşemiştir. Bu politikalar içte de, dışta da zayıf etkenlere ve dengelere dayanmaktadır. Yürüttüğü politika ve saldırganlıkla dayandığı iç dengeler, dış dengeler ve kurduğu ittifaklar arasında çelişki ve ters orantı vardır. Dolayısıyla bu iktidara karşı, bu işgalci faşist güce karşı direnildiğinde, mücadele edildiğinde, bu saldırılardan zarar görenler ortak tutum takındığında Türk devletinin bu faşist politikası yerle bir olup yıkılacak, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacaktır. Mücadele edildiğinde, sağlam tutum takınıldığında gelişmelerin bu yönde olacağı görülmektedir. Türk devleti her ne kadar ABD ve Almanya’ya dayansa da bu dayanakları kendisine her konuda destek verecek durumda değildir. ABD, Türkiye’yi Ortadoğu ve Suriye’nin şekillenmesinde kullanmak istemektedir. Yine İran’ın geriletilmesinde, İran’a yönelik politikalarında kullanmak istemektedir. Bu yönüyle Türkiye’nin belli bir dış desteği olduğu söylenebilir. Almanya, Türkiye’yi kontrolünde tutmak istemektedir. Tarih boyu, özellikle son iki yüzyılda Almanya’nın Türkiye üzerinde yoğun politika yürüttüğü, ekonomik, kültürel, siyasal ilişkilere girdiği bilinmektedir. Bu yönüyle Almanya da bölge politikaları açısından Türk devletini kullanmaktadır. Türk devleti, ABD ve Almanya gibi önemli iki büyük gücün belli bir desteğini almaktadır. Yine ABD-Rusya çekişmesinde jeopolitik konumunun önemini kullanarak şantaj yapıp Rusya’yla çeşitli ilişkilere girdiği de açıktır. Rusya da kendi amaçları doğrultusunda Türkiye’yi bazı yerlerde kullanmak istemektedir. Belki bunlar Türkiye’ye hala belli bir nefes vermekte ve hareket alanı sağlamaktadır. Ama bu dayanakları Türkiye’nin mevcut politikalarını destekleyecek, sonuca götürmesini sağlayacak destekler değildir. Sadece mevcut siyasal sınırları içinde kalacak Türkiye’yle kurulan ilişkilerdir. Bunun ötesinde Türkiye’nin Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de hakim olmasına destek verecek, Tayyip Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin düşündüğü hayallerin gerçekleşmesinin önünü açacak ittifaklar ve siyasal güçler değildir. Bu yönüyle Türk devleti denizcilik deyimiyle tornistan yapacaktır. Nitekim Doğu Akdeniz’deki gemisini çekmesi, geneldeki tornistanın en somut ifadesi olmaktadır. İsrail artık kendini tamamen Türkiye’ye dayandıran bir politika izlemeyecektir Üçüncü Dünya Savaşı’nda şu anda en keskin kamplaşma Ortadoğu’da yaşanmaktadır. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezinin Ortadoğu’da olmasından kaynaklanmaktadır. Arap ülkeleri bir araya gelmektedir. İsrail’le Arap ülkelerinin ilişkileri gelişmektedir. Bunlar tamamıyla Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde etkili olmak isteyen ittifaklardır. Tabii ki İran’ın Suriye’yle ittifakı vardır. İran da Suriye’yle ittifak temelinde, yine Irak’ta Şii varlığını kullanarak güç olmak istemektedir. Ancak Irak’taki ABD varlığı, yine Sünni Arapların etkisi, Esad yönetiminin İran’ı Suriye’de etkin kılacak düzeyde etkin olmaması bu ittifakın gücünü sınırlamaktadır. Kuşkusuz İran’ın belli bir gücü ve etkisi vardır. İran’ı ve Şii etkisini Ortadoğu’da tümden etkisizleştirmek mümkün değildir. Özellikle Irak’ta belli bir güce ulaşmaları Şiilerin Ortadoğu’da belli bir güce kavuşmasını beraberinde getirmiştir. Bundan da en fazla İran yararlanmaktadır. Şimdi ABD ve Sünni Arap dünyası İran’ın bu güçten yararlanmasını sınırlandırma çalışmaları yürütmektedirler. Ancak Ortadoğu’da Şii-Sünni dengesinin eskisinden farklı olarak devam edeceği açıktır. Artık Şiileri etkisizleştirmek mümkün değildir. Özellikle İran gibi tarihi bir güç varken ve Şiiler Irak’ta da artık belli bir güce ulaşmışken İran’ı bölge politikalarından tümden dışlamak ve etkisizleştirmek kolay değildir. Bu açıdan ABD’nin İran’ı tümden etkisizleştireceği ya da bölgede tümüyle Sünni hakimiyetin sağlanacağı gibi yaklaşımlar çok gerçekçi değildir. Ancak Sünni nüfusun Ortadoğu’daki yoğunluğu, İran’ın Ortadoğu’da istediğinden fazla etkili olmasının önüne de geçecektir. İran’ın siyasal etkisinin ne düzeyde olacağı, önümüzdeki dönemdeki siyasal mücadelenin sonucunda belli olacaktır. İsrail’in Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve diğer ülkelerle ilişkilerini dikkatle takip etmek gerekir. İsrail’in artık kendini tamamen Türkiye’ye dayandıran bir politika izlemeyeceği açıktır. İsrail, Türkiye’ye açıkça ben senin rehinen olamam, sadece sana dayanmam, mesajı vermiştir. Özellikle Türkiye’nin çeteleşmiş işbirlikçi bir siyasal İslam yaratmasına ve bununla Ortadoğu’da etkili olmak istemesine İsrail tepki göstermiştir. Bunu da radikal siyasal İslam’dan rahatsız olan Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirerek yürütmektedir. Bunu Ortadoğu’da dengeleri değiştiren bir hamle olarak görmek gerekiyor. İsrail’in Arap dünyasıyla ilişkilerini küçümsememek gerekiyor. Bunu sadece Sünni Araplarla bir ilişki olarak ele almak yanlış olur. Sünni bir devlet olan Türkiye’yi dengeleme, Türkiye’nin politikalarına karşı verilmiş bir cevap da olmaktadır. Eğer Filistin sorununda bir çözüme gidilirse bunun sonucu İsrail-Arap ittifakının genelleşmesi durumu ortaya çıkabilir. İsrail mevcut sınırlarını kabul etme temelinde bir çözüme giderse, bölgede Araplarla ittifakı yeni dengeler ortaya çıkarabilir, çıkaracaktır da. Bu da Türkiye’nin yayılmacılığını engelleyen bir etken olacaktır. Öte yandan Türk devletinin belli İslami kesimleri askerleştirmesi, çeteleştirmesi ve çeşitli yerlerde kullanmasına da bir tepki olarak görmek gerekiyor. Eskiden Türk devleti, İsrail ilişkisini kullanarak bölgede etkili olmak istiyordu. Hatta Kürt soykırımını gerçekleştirmede, Özgürlük Mücadelesi’ni ezmede İsrail ilişkisini kullanıyordu. İsrail ilişkisi üzerinden ABD’yle ilişkilerini yürütüyordu. ABD ilişkisini özellikle İsrail ilişkisi temelinde sağlayabiliyordu. Bu yönüyle ABD’den güçlü bir destek alıyordu. Şimdi İsrail’in Arap dünyasıyla ilişkileri Türkiye’nin ABD’den aldığı desteğin de sınırlı olmasını beraberinde getirmektedir. Artık İsrail, Türkiye’nin ABD’yle güçlü ilişki kurmasının bir aracı olmaktan çıkmış, hatta ABD ile Türkiye’nin ilişkilerini zayıflatan bir etkene dönüşmüştür. Bunun da mutlaka bölgede siyasal sonuçları olacaktır. Siyasal sonuçları da, Türk devletinin izlediği politikaların ve hedeflerin sınırlanmasını beraberinde getirecektir. Hatta İsrail-Arap ittifakının gelişmesi Türk devletinin Kürtler üzerinde yürüttüğü soykırım politikasına karşı bir tutum haline gelecektir. Nitekim İsrail başbakanının Türk devletini Kürtleri soykırıma uğratmakla suçlaması, yine Arapların Türk devletinin Kürtlere yönelik politikasına karşı tutum takınmaları, Türk devletinin Kürt politikasında önüne çıkacak engellerden olacağı görülmektedir. Türk devletinin yürüttüğü Kürt soykırımı politikası ile Arap dünyasına yönelik tutumu doğal olarak Kürtlerle Arapların yakınlaşmasını ve ittifak kurmasını beraberinde getirmektedir. Her ne kadar Türkiye KDP ilişkisini kullanarak, Başûrlu siyasal güçlere de baskı yaparak PKK’yi tasfiye temelinde soykırım politikasına belli bir destek bulsa da, bu ilişkinin de çok güçlü temelleri yoktur. Mücadele yürütüldüğü takdirde, işbirlikçi Kürtleri kullanma temelinde bölgede etkili olma ve Kürt soykırımını yürütme politikası da sonuçsuz kalacaktır. Türk devletinin Kürt soykırımı temelinde Ortadoğu’da etkin olma politikası, Kürt halkının özgürlük mücadelesi, Kürt-Arap ittifakı ve Kürtlerin Türk devletinden rahatsız olan ülkelerle kurduğu ilişkilerle boşa çıkarılacaktır. Türk devletinin hiçbir zaman oyun kurucu bir rolü ve etkisi olmadı Şu anda Türk devletinin Ortadoğu, Doğu Akdeniz politikaları bir bütün haline gelmiştir. Bu yönüyle de siyasal ittifaklar ve mücadele sadece Suriye cephesinde, hatta sadece Ortadoğu kara kıtasında kalmayıp, Ortadoğu’yla Doğu Akdeniz’in siyasal güçlerinin bir araya geldiği bir ittifak ve mücadele haline gelmiş bulunmaktadır. Bu da doğrudan Türkiye’ye karşı bir ittifak haline dönüşmektedir. Doğu Akdeniz politikası, Ortadoğu’daki saldırganlığı, bunların hepsi bir araya gelince Libya’da da geniş bir cepheyle karşılaşmış, ilk başta belli bir adım atsa ve belli sonuçlar alsa da giderek bu yürüttüğü politika sadece Libya’da ve Doğu Akdeniz’de değil, Ortadoğu’da ve genelde Türkiye’yi zayıflatan, Türkiye’yi zorluklarla karşı karşıya getiren bir durum ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar NATO, ABD, Almanya Türkiye’yle bu güçler arasında belli bir uzlaşma yaratmaya çalışmak istese de Türkiye’nin bu süreçten düşündüğü gibi kazançlı çıkmayacağı, hatta güç ve etki alanı kaybedeceği açıktır. Türk devletinin hiçbir zaman oyun kurucu olarak bir rolü ve etkisi olmadı. Oyun bozucu olarak tavizler koparmaya çalışıyordu. Şurada oyun bozarım, bu oyun bozuculuğu ve zorlukları çeşitli güçlerden taviz almak için kullanırım, politikası yürütmüştür. En başta da bu oyun bozuluculuğunu, yarattığı zorlukları çeşitli güçler üzerinde baskı kurarak Kürt soykırımında uyguladığı politikasına destek bulmak ya da soykırım uygularken bunların engellerini ortadan kaldırma yaklaşımıyla hareket etmiştir. Ancak Türk devleti şimdi bu oyun bozuculuğunun, bu çeşitli güçleri zorlayıcılığının olumsuz etkisiyle karşı karşıya kalmıştır. Oyun bozucu olup, zorlayıp sonuç alıcı olmak isterken bu oyun bozuculuğu, zorlayıcılığı cezalandıracak, bundan hesap soracak bir karşıt cepheyi, siyasal gelişmeyi bizzat kendi politikalarıyla yaratmış bulunmaktadır. Bu yönüyle Türkiye’nin şu andaki durumu gerçekten kritiktir. Türk devletini ciddi tehlikelerle karşı karşıya getirmiştir. Bunu artık giderek Türkiye içinde de daha yüksek sesle ifade eden çevreler vardır. Türkiye’de birçok kesim, sadece muhalefet değil, askeri ve sivil bürokrasi de AKP-MHP iktidarını, herkesi düşman hale getirmek, bütün komşularla karşı karşıya gelmek, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de bölgesel bir ittifak bulamamakla eleştirmektedir. Bunun Türkiye’yi tehlikelerle karşı karşıya getirdiği söylenmektedir. Bu yönüyle şimdiye kadar bu işgal ve saldırgan politikasına içte destek alırken, dışardaki bu zorlanma karşısında içteki bu ittifak ve destek de zayıflamaktadır. Bu destek kaybı sadece dış politikada gerilemesini değil, giderek bu iktidarın çökmesini de beraberinde getirecektir. Özellikle Türkiye gibi iç politikayla dış politikanın birbirini çok etkilediği bir ülkede dış politikadaki yanlışlıkların bu iktidara kaçınılmaz biçimde faturası olacaktır. Her ne kadar Tayyip Erdoğan bağırarak, çağırarak biz şöyle ulusal çıkarlarımızdan taviz vermeyiz, herkese meydan okuruz, yedi düvele karşı koyarız, dese de dış politikada ortaya çıkan mevcut durum Türkiye’nin daha önce de belirttiğimiz gibi Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olması durumuna yol açacaktır. Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de kimse şantajlarına boyun eğmeyecektir. Dış politikada yaşadığı çıkmaz, Türkiye’nin Almanya ve ABD’ye daha fazla bağımlı olmasıyla sonuçlanacaktır. Çünkü, öyle bir duruma gelmiştir ki; çok büyük tehlikeler ve büyük kaybetmelerle karşılaşmıştır ve çok zorlanmaktadır. Şimdi Almanya’dan, ABD’den destek almaktadır. Öyle ki, bir zamanlar Almanya’ya her türlü hakareti yapan AKP’nin kalemşörleri Almanya’ya övgüler düzmektedir. Çünkü; hiçbir dayanakları kalmamıştır. ABD-Rusya arasındaki çelişkiden yararlanarak, Rusya’ya dayanamayacağı bir noktaya gelmiştir. Gelinen aşamada Rusya’nın Doğu Akdeniz ya da bölge politikalarında Türkiye’ye destek vermesi söz konusu olamaz. Yunanistan’a yönelik tehditlerine Rusya da ‘evet’ diyemez. Bu yönüyle Türkiye’nin içte ve dışta herkesi karşısına alma faşist politikası iflas etmiştir. Kürt düşmanlığına dayalı politikası iflas etmiştir. İktidarını sürdürmek için şovenizmi ve dış işgalleri kullanma politikası iflas etmiştir. Böylelikle AKP-MHP faşizmi kendisini ayakta tutacak araçları kaybetmektedir. ABD Rojava’da KDP çizgisini etkili kılmak istiyor Türk devleti bu kaybedişini, bu durumu Rojava’ya, Şengal’e saldırarak, Başûr’daki saldırılarını genişleterek gidermeye çalışmak isteyecektir. Ancak siyasal cephede yaşadığı kaybetme, Türk devletinin tüm dünyada saldırgan, işgalci ve faşist karakterde olduğunun görülmesi, onun siyasal zeminini, meşruiyetini daha da zayıflatmıştır. Böyle bir güce karşı mücadele yürütüldüğünde Rojava’da, Şengal’de, Medya Savunma Alanları ve Başûr’da yapacağı saldırganlığı da büyük bir bozgunla sonuçlanacaktır. Bu yönüyle Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz’e yönelik politikalarından önceki siyasal dengeler değişmiştir. Hem de Türk devletinin aleyhine değişmiştir. Kuşkusuz Türk devleti Doğu Akdeniz’de, Libya’da tavizler vererek özellikle Suriye ve Irak’ta Kürt halkına karşı yürüttüğü soykırım politikasına destek almak isteyecektir. Buralarda vereceği tavizin karşılığı Kürt soykırımına destek istemek olacaktır. Böyle bir politika yürüteceği açıktır. Zaten Türk devletinin şu andaki bütün politikaları Kürt soykırımını tamamlamaya ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmeye dayandırılmıştır. Özgürlük Hareketi’ni ezdiğinde tüm Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmesi ve Ortadoğu’ya yayılması önündeki en büyük engeli kaldırmış olacaktır. Rojava’daki işgalleri de bu amaçla yapmıştır. Bu işgallerle Kürt soykırım politikasında belli mevziler elde etmek istemiştir. Ancak sonuçta kaybeden Türkiye olacaktır. Bu kaybetmeyi Kürdistan’a yönelik yeni saldırılarla telafi etmeye çalışsa da artık bu saldırganlığına karşı güçlü bir direniş ortaya çıkacaktır. Kürt halkının Araplarla ve dünya halklarıyla dostluğu, kardeşliği, yine Türkiye’den rahatsız olan güçlerden aldığı desteklerle Türk devletinin bu saldırganlığı ve işgal harekatları da kırılacaktır. Sadece Doğu Akdeniz’de, Libya’da değil, Kürdistan’a ve Ortadoğu’ya yönelik politikalarında da tornistan edecektir. Şu anda Ortadoğu’daki savaş Doğu Akdeniz’e de kaymıştır. Doğu Akdeniz’deki mücadeleyi Ortadoğu’daki mücadelenin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Doğu Akdeniz’de Rusya’nın Türkiye’den yana olamayan, Türkiye’yi desteklemeyen bir pozisyonu bulunmaktadır. Suriye’de de aslında Rusya’yla Türkiye arasında bir mücadele vardır. Suriye’de de Rusya, Türkiye’yi sınırlamak istemektedir. Rusya özellikle Idlib gerçeğinde gördü ki; ABD Türkiye’yi Suriye’nin şekillenmesinde kullanmak istemektedir. Yine Serêkanî’de, Girê Spî’de Türk devletine izin vermesinin nedeni iki boyutludur. Buralarda Türk devletinin varlığını yaratarak Suriye’nin şekillenmesinde kullanmayı hedeflemektedir. Diğer taraftan ABD, Türkiye baskısıyla Kürtleri sıkıştırıp kendi politikasına mahkum etmeyi hesaplamaktadır. Bu yönüyle Kürtlerin tutumu hem Rusya hem de ABD açısından kritik bir durum arz etmektedir. Bu nedenle de hem ABD hem de Rusya Kürtleri kendi politikasına çekmek istiyor. Kürtler ise üçüncü çizgileri dolayısıyla her iki güçle ilişki içinde olsa da kendi projeleri doğrultusunda bir çözümü kabul ettirmeye çalışıyor. Bu yönüyle Suriye’de yoğun bir mücadele var. Türkiye zaten çeteler ve kendi güçleri üzerinden Suriye’de etkili olmak istiyor. Kuzey-Doğu Suriye’deki Rojava devrimcilerinin etkisini sınırlamaya çalışıyor. Şu anda Suriye’de ABD, Rojava devrimcileriyle ENKS’yi buluşturarak, yine KDP’yi bu işin içine sokarak Rojava’yı, Kuzey-Doğu Suriye’yi kendi politikası doğrultusunda kullanmak istiyor. Zaten askerlerini Suriye’nin doğusunda bulundurmasının nedeni hem Suriye siyasetinde etkili olmak hem de burada öngördüğü KDP-ENKS’nin etkili kılındığı Rojava politikasını yürütmek içindir. Orada Rojava devrimcilerinin ideolojik, siyasi etkisini kırmak, giderek KDP ekseninde ve KDP çizgisine yakınlaşmış, devrimci demokratik yapılanması sınırlandırılmış, devrimci demokratik iddiaları zayıflamış bir Rojava, Kuzey-Doğu Suriye yaratmak istemektedir. ENKS’yi çok etkili kılmak istemesinin nedeni budur. Bir taraftan Türkiye baskısını kullanırken, diğer taraftan da ENKS’nin söylediklerini kabul etmez ve KDP’yi bu işin içine katmazsanız size siyasi destek vermeyiz, Türk devleti gelir buraları işgal eder, biçiminde şantaja, tehdide dayalı bir politika yürütmektedir. ENKS Efrîn’de Türk devletiyle, sömürgecilerle işbirliği yapıp soykırımcı güçleri, çeteleri Efrîn’e soktuğu gibi, Türk devletinin Serêkanî ve Girê Spî’ye girmelerini meşrulaştıran ve teşvik eden bir rol oynamıştır. Bu işgallerde ENKS ortaktır. Türk devleti KDP ve ENKS’yle ilişkilerine dayanarak Kürtlere karşı değiliz, PKK’ye, terörizme karşıyız, diyerek buraları işgal etmiştir. Zaten ne KDP ne de ENKS bu işgallere karşı çıkmıştır. Kürdistan’ın en güzel ve değerli şehirleri işgal edilirken sessiz kalmışlardır. Bu yönüyle işgalde suç ortaklarıdırlar. İşgali belki Türk devleti yapmıştır ama bunu meşrulaştıran KDP-ENKS olmuştur. Bu yönüyle KDP’nin, ENKS’nin bu işgallerdeki rolü Türkiye’deki CHP, İyi Parti, diğer muhalif güçlerden daha fazladır. Onlar iktidarın politikasını desteklemişlerdir. KDP ve ENKS ise Türk iktidarının bu işgallerini meşrulaştırmıştır. Eğer KDP’nin, ENKS’nin buralarda onayı ve desteği olmasaydı Türk devleti böyle kararları almakta zorlanırdı, alsa bile pratikleştirmesi zorlaşır, buna karşı direnildiğinde de kısa sürede yenilgiye uğratılırdı. Eğer Türk devleti Efrîn’de o kadar katliam ve Kürt düşmanlığı yaparak işgalini sürdürebildiyse bunda KDP’nin ve ENKS’nin kazandırdığı meşruiyetin çok önemli etkisi vardır. Serêkanî ve Girê Spî’nin işgal edilmesinde önemli rolleri vardır. Serêkanî ve Girê Spî işgal edilmeden önce ENKS’liler, hainler, işbirlikçiler, PKK düşmanları Türk devletine mektuplar yazarak, biz de bu işgalde yer almak istiyoruz, demişlerdir. Yani çeteler gibi Türk devletinin askeri olmak istemişlerdir. ABD, ENKS eliyle Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek istiyor Şimdi ABD bunları Rojava Devrimi’nin ortağı yapmak istiyor. Hatta hakimi haline getirmek istiyor. Çünkü Rojava Devrimi’nin en önemli gücü onun ideolojik siyasal yapılanmasıdır. Bu ideolojik siyasal yapılanma dağıtılıp bir iktidar bölüşmesi haline getirilirse Rojava devrimcileri kaybeder. Bir iktidar bölüşmesi, Rojava Devrimi’nin karakteri, doğası değildir. Onu güç yapacak etken değildir. Onu güç yapacak esas etken iktidarın olmamasıdır. İktidar dışı toplumsal yapılanmaya, demokratik yapılanmaya dayanan bir devrim olmasıdır. Bunu bıraktığı an, yüzde 50 değil, yüzde 60-70 bile Rojava devrimcilerinin elinde olsa ENKS gibi iktidarcı, sömürücü güçlerin hakim olacağı bir siyasal, toplumsal ve ekonomik sistem ortaya çıkacaktır. Şimdi ABD, ENKS eliyle bunu gerçekleştirip devrimi tasfiye etmek istemektedir. Kuşkusuz Rojava devrimcileri, Rojavalı Kürtler, Kürtler arası birlik kurarak ENKS gibi örgütlerin Türk devletinin politikasının parçası olmasını engellemeye çalışıyorlar. Birliklerini yaratarak saldırılara karşı kendilerini güçlendirmek istiyorlar. Ama ENKS’nin, KDP’nin dayattığı, ABD’nin istediği sistem ise Kürtlerin birliği temelinde işgale karşı mücadele etme, demokratik bir Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye ortaya çıkarma değildir. Burada Kürtlerin birliği amaçlanmıyor. Aksine işbirlikçi ve demokratik olmayan Kürt’ün bu devrimi çalmasını, devrimi tasfiye etmesini, bu devrimin hakim olduğu topraklarda kendilerini iktidar yapmasını hedefliyor. Böylece halk üzerinde zulüm ve baskı aracı haline gelecek bir siyasi proje, Rojava devrimcilerinin önüne konmak istenmektedir. Tabii ki Kürtler arası birlik olsa iyidir. Kürtler, Türk devletini bırakıp işgalcilere karşı tutum alsa, mevcut demokratik sistemin parçası olarak Rojava’da yer alsa iyidir. Ama onların istediği demokratik bir Rojava’da özgürce örgütlenmek, siyaset yapmak, demokratik bir ülkenin ve toplumun, siyasetin, siyasal yapılanmasının parçası olmak değil, ele geçirmektir. Rojava ve Kuzey Doğu Suriye’deki demokratik sistem ve kazanımlar bize teslim edilsin, deniliyor. Rojava’da oluşan demokratik sistem tasfiye edilsin deniliyor. Halkın güç olduğu demokratik sistem, yönetim tasfiye edilerek iktidarcı bir sistem kurulsun, yukarda da bu iktidar belirli kesimler tarafından paylaşılsın, yaklaşımı içindedirler. Yani devrimi tasfiye etme, devrimi sömürücü, iktidarcı kesimlere teslim etme dayatması yapılmaktadır. Kadın Özgürlükçü Ekolojik Toplum Paradigması’na dayalı Demokratik Konfederalist sistem, Demokratik Özerklik ortadan kaldırılmak isteniyor. Sadece Kürt toplumu üzerinde ağalık yapılacak, egemenlik kurulacak iktidarcı bir sistem hedefleniyor. Öte yandan ENKS denen kesimler Türk işgaline de karşı değiller. Türk işgalinin ortadan kaldırılması, Türk devletinin politikalarına tutum alınması gibi yaklaşımları yok. Çünkü; KDP’nin Türk devletine karşı tutumu yok. Rojava Devrimi’nin tasfiye edilmesinde ABD, Türkiye ve KDP ortaklık yapmaktadır. Amaçlanan; ENKS içindeki Kürt gruplarının sistem içine nasıl dahil edileceği değildir. Orada Önder Apo çizgisindeki Rojava devrimcileri nasıl tasfiye edilecek, bu tartışılıyor. Zaten ABD de Türkiye’ye söz vermiş; ben oradaki bütün PKK etkisini tasfiye edeceğim, ortadan kaldıracağım, senin kabul edeceğin Kürt oluşumu yaratacağım, demiş. Tabii Türk devleti işbirlikçi Kürt’e de karşı. Orada eğer devrimci demokratik Kürt oluşumu tasfiye edilirse bu sadece Rojava’da değil, bütün Kürdistan’da, bütün parçalarda Kürtleri zayıflatacak ve Rojava’daki bu kazanım, yaratılan devrim sonunda boğulacaktır. Çünkü; Kürtlerin en demokratik devrimci gücü tasfiye edildiğinde Kürtlerin en temel ve dinamik güç kaynağı ortadan kalkmış olacaktır. Kürtlerin güç kaynağı ortadan kaldırıldığında, Rojava Devrimi de tasfiye edilecektir, Başûr’daki oluşan statü de ortadan kalkacaktır. Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve kazanımları bir bütün olarak tasfiyeyle karşı karşıya kalacaktır. Bu açıdan şu anda Rojava’da ENKS’yle yapılan görüşmeler bir yönüyle devrimci güçlerle Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek isteyen güçler arasındaki bir mücadeleyi de ifade ediyor. Devrimci demokratik güçler ENKS’yi demokratik sistem içine çekmek, burada özgür ve demokratik siyaset yapmalarını, demokratik sistemin parçası haline gelmelerini sağlayarak Türk devletinin işbirliğinden, ihanetinden kurtarmaya çalışmaktadır. Onlar ise bir Kürt birliği yaratma, oradaki demokratik sistemi koruma, demokratik sistem içinde yer alma değil de bu demokratik sistemi tümden tasfiye etmek ve ele geçirmek isteyen bir anlayışla ve yaklaşımla hareket etmektedirler. Eğer ENKS’nin gerçekten demokratik sistem içinde yer alması, Kürt birliği içinde yer alması istenseydi KDP Başûr’la Rojava sınırlarını kapatmaz, aynı Türk devletinin asker yığması gibi Rojava’nın bütün sınırlarına asker yığmazdı! KDP, sınırı kapatarak ve asker yığarak Rojava devrimcileri üzerinde siyasal baskı yapmaktadır. Rojava devrimcilerini teslim almak, kendi isteklerini kabul ettirmek için böyle bir kuşatma yapmaktadır. Nasıl ki Mexmûr kuşatılarak teslim alınmak isteniyorsa, benzer biçimde Rojava da kuşatılarak teslim alınmak istenmektedir. Rojava devrimci güçleri samimi bir şekilde Kürtlerin birliğine dayalı demokratik bir Kuzey-Doğu Suriye, demokratik bir Rojavayê Kurdistan yaratmak istemektedirler. Bütün Kürt siyasi eğilimlerin, düşüncelerin Rojava’da özgürce çalışıp siyaset yapması önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Yine belli düzeyde bu güçlere imkanlar, fırsatlar sağlamaya çalışmaktadırlar. Ancak KDP’nin ve ENKS’nin yaklaşımı, Türk devletinin baskıları, ABD’nin devrimi tasfiye etme yaklaşımları Rojava’daki bu görüşmelerin nasıl sonuçlanacağı konusunda olumsuz etkiler yapmaktadır. Hatta öyle ki, yapılan açıklamada Barzani’ye teşekkür edilirken, 20 yıl Rojava Kürtlerini eğiten ve devrimin gerçekleşmesinde büyük etkisi bulunan Önder Apo’nun ismi anılmak istenmiyor. Rojava’daki devrim, oradaki bütün kazanımlar Önder Apo çizgisiyle, Önder Apo’nun yarattığı halk ve militan gerçekliğiyle ortaya çıktığı halde Rojava’da devrim yoktur diyen, yıllardır Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek isteyen Mesut Barzani’ye, KDP’ye teşekkür edilecek ama Önder Apo’nun ismi zikredilmeyecek, bu devrime en büyük desteği veren PKK etkisi de orada tümden tasfiye edilecek! Böyle bir şey olabilir mi? Bunu hangi vicdan, ahlak, zihniyet kabul eder, hangi hakkaniyet ölçüsü buna evet diyebilir. Bu yönüyle Rojava’daki yapılan görüşmelerin hala belli sıkıntıları aşmadığı anlaşılmaktadır. Kuşkusuz Rojava’daki devrimci demokratik güçler bu sıkıntıları aşmaya, Türk devletinin, dış güçlerin istediği biçimde değil de halkın istediği biçimde bir demokratik birlik, demokratik siyasal yapılanma ve ülke yaratmaya çalışmaktadırlar. Rusya’da yapılan anlaşma tüm kesimlere verilmiş bir mesajdır ABD’nin, KDP’nin, TC’nin, Rojava devrimcilerinin Kürtler arası birlik zihniyeti ve yaklaşımını istismar edip sömürerek Rojava Devrimi’ni tasfiye etme, devrimcilerin etkisini kırma politikası yürütmesi karşısında Rusya da bir hamle yapmıştır. Türkiye, ABD ve KDP’nin düşündüklerinin kendi siyasal anlayışına zarar vereceğini düşünerek MSD’yle HİP-Halkın İradesi Partisi arasında ittifak yapılmasını sağlamıştır. Bunu da Rojava devrimcilerinin, Kuzey-Doğu Suriye halklarının üçüncü çizgi dedikleri çizginin pratikleşmesi doğrultusunda bir adım olarak görmek gerekiyor. Rusya’da gerçekleşen protokole dikkat edilirse Kuzey-Doğu Suriye’deki sistemi çok net olmasa da kabul eden bir anlayış vardır. Yine Suriye’nin demokratikleşmesini ifade edebilecek maddeler vardır. Bu yönüyle Rojava devrimcilerinin baştan beri biz Suriye içinde, Suriye’nin demokratikleşmesi ve Rojava’nın, Kuzey-Doğu Suriye’nin özerkliğinin tanınması temelinde bir çözüm istiyoruz, anlayışına yakın bir protokol ortaya çıkmıştır. Bunu da Suriye genelindeki siyasal mücadelenin, Kuzey-Doğu Suriye ve Rojava’daki siyasal mücadelenin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Rojava devrimcileri tabii ki kendi demokratik sistemlerini, kendi devrimci demokratik kurumlarını kabul edebilecek en yakın çözümü tercih edeceklerdir. Şu anda Kuzey-Doğu Suriye halklarının, Rojava devrimcilerinin ortaya koydukları proje dışında üzerinde uzlaşılacak başka bir proje yoktur. Ne çetelerin ne Suriye’nin ne de ENKS’nin ve Türkiye’nin projesi üzerinde uzlaşma sağlanabilir. Bu kesimlerin düşündükleri Suriye’ye, Suriye’nin büyük çoğunluğu karşı çıkar, kabul etmez. Nitekim kabul edilmemektedir. Ama Rojava devrimcilerinin, Kuzey-Doğu Suriye halklarının ortaya koyduğu çözüm, üzerinde uzlaşılacak çözümdür. Mevcut rejimle de bu proje etrafında bir uzlaşma sağlanabilir. Suriye’nin çeteler dışındaki, ister siyasi İslamcı olsun, ister İslami olmayan muhalif kesimler olsun, üzerinde uzlaşabilecekleri proje Rojava devrimcilerinin ortaya koydukları Demokratik Suriye Projesidir. Yine Suriye’deki Aleviler, Rojava devrimcilerinin projesiyle rahatlıkla uzlaşma gerçekleştirebilirler. Dürziler rahatlıkla böyle bir projeyi destekleyebilirler, bunun parçası olabilirler. Zaten Demokratik Ulus anlayışı olduğu için, farklı inançları, etnik toplulukları içinde taşıdığı için şu anda Kuzey-Doğu Suriye’de Arap-Kürt ittifakı vardır. Yine Müslüman Araplar ve Müslüman Kürtlerle Hristiyan Süryanilerin ve Ermenilerin ittifakı vardır. Demokratik Ulus anlayışı temelinde dincilik, mezhepçilik, milliyetçilik bir tarafa bırakılmış, bütün farklı etnik topluluklar ve inançlar demokratik sistemde buluşmuşlardır. Hepsi kendi kültürüyle, kimliğiyle, inancıyla yaşayabileceği bir demokratik sistem ortaya çıkarmıştır. Bu, tabii ki Suriye’nin şekillenmesinde en temel model olacaktır. Bu yönüyle Rusya’da yapılan anlaşma bütün kesimlere verilmiş bir mesajdır. Suriye’de, demokratik Suriye isteyen muhaliflere de, rejime de, Kürtlere de verilmiş mesajdır. Kuzey-Doğu Suriye’deki Araplara verilmiş mesajdır. Yani herkes kendisini böyle bir protokolde bulabilir, denmiştir. Kuşkusuz o protokolün birçok maddesi müzakere konusudur. Tartışmayla ve müzakereyle netleşecektir. Ama ilkesel yaklaşım olarak o maddeler çerçevesinde uzlaşmalar ortaya çıkabilir. Yani uzlaşmaları sağlayacak ifadeler, maddeler bulunmaktadır. Bu yönüyle onu da Suriye’deki siyasal mücadelede önemli bir adım, önemli bir hamle olarak değerlendirmek gerekecektir. Suriye’de zaten siyasal mücadele sürmektedir. ABD de, Rusya da vardır. Zaman zaman alanda gerilim çıkmaktadır. Şu açıktır; ABD orada asker bulundurmakla hem Suriye siyasetinde etkili olmak hem Kürtler üzerindeki etkisini sürdürmek hem Başûrê Kurdistan üzerindeki etkisini artırmak hem de Irak’taki güçlerle birlikte Irak siyasetinde askeri güç dengelerinde etkili olmak istiyor. Bu yönüyle Kuzey-Doğu Suriye’nin doğu kesimlerinde ABD’nin askerlerinin bulunmasını sadece oradaki petrollerle izah etmek bu gerçeği görmemek olur. O sadece ABD’nin politikalarını, amaçlarını gizlemek için ortaya attığı bir gerekçe olarak görülmelidir. KDP Irak’ı sınıra çağırarak Irak ve PKK’yi karşı karşıya getirmeyi amaçlıyordu Irak üzerindeki siyasal mücadele de yoğunlaşmış durumdadır. Irak’ta da siyasal bir kriz vardır. Birçok gücün müdahalesi ve istikrarsızlık vardır. Toplumun rahatsızlıkları üst seviyededir. Yine DAİŞ Irak’ta varlığını, etkinliğini sürdürmektedir. Tüm bunlar, Irak’taki siyasal ve askeri mücadelenin uzun süreceğini göstermektedir. Bazı yerlerde askerlerini çekmesi ABD’nin Irak üzerindeki etkisinin azaldığı, azalacağı anlamına gelmiyor. Artık tekniğin gelişmesiyle birlikte askere eskisi gibi fazla ihtiyaç duymamaktadır. Eskiden beş bin askerin yapacağı işi şimdi iki bin asker yapmaktadır. Bu yönüyle ABD şuradan buradan askerini çekti, derken yeni savaş tarzının, savaşta teknik etkeninin, insan unsurunun eskisinden daha az kullanılması gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Zaten belli güçlerini de Başûrê Kurdistan’daki üslerine çekmiştir. Buradaki askeri güçleri, her an her yere müdahale edecek düzeydedir. İran da Irak üzerindeki etkisini sürdürmek istemektedir. Şii nüfus üzerinde etkisi vardır. Bu tarihsel bir ilişkidir. Bu açıdan bu ilişkinin, bu etkenin mevcut İran’daki iktidardan bağımsız olarak da var olduğu ve olacağı açıktır. Öte yandan Sünniler de Irak’ta bir güçtür. Tarih boyu hep etkin olmuştur. Bu bakımdan Sünnilerin Irak siyasetinde etkisiz kılınmaları mümkün değildir. Dolayısıyla Sünnilerin siyasal sistemin içinde yer almasıyla istikrar sağlanabilir. Sünnilerin dışlandığı bir siyasal sistemi hakim kılmak mümkün değildir. Öte yandan Türkiye Irak üzerinde etki yapmak istiyor. Hem ABD hem KDP ilişkilerini kullanarak Irak siyaseti üzerinde baskı kuruyor. Bu, Türkiye’nin gücüyle de açıklanamaz. ABD desteği ve KDP ilişkisi olmadan Türkiye’nin Irak’ta, Başûrê Kurdistan’da fazla etkili olması söz konusu olamaz. KDP de ABD ve Türkiye ilişkisinden, Irak’taki hükümetin zayıflığından yararlanarak Irak’a sürekli şantaj yapmaktadır. Şantaj yaparak kendi isteklerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Şengal konusunda böyle bir yoğun baskısı vardır. Irak üzerinde baskı yaparak Şengal’in kendi istediği biçimde şekillendirilmesini, Şengal’de kendisine yer verilmesini dayatıyor. Tabii bunu yaparken Türkiye’nin Şengal’e yönelik saldırılarını da kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor. Yine Mexmûr konusunda Irak’ı sıkıştırıyor. Oradaki ambargo uygulamasına, Mexmûr’u teslim alma politikasına Irak’ın sessiz kalmasını, engel olmamasını ve destek vermesini sağlamaya çalışıyor. Burada da Türkiye’nin saldırılarını kullanıyor. Bu yönüyle KDP, Irak’a karşı bir şantaj politikası yürütmektedir. Sünnilerin de mevcut rejime rahatsızlığını kullanmaktadır. Ortaya çıkan bir durum da Türkiye, KDP ve Irak’ın da içinde olduğu, ABD’nin desteklediği PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme konseptidir. Bu konsept uzun zamandan beri hazırlanmaktadır. Nisan ayında KDP’nin gelip Zînî Wertê’ye yerleşmesi de bu tasfiye planıyla bağlantılıydı. Zînî Wertê’ye asker getirildiği zaman KDP’nin tutumu çerçevesinde KCK’nin açıklamaları oldu. Bu açıklamalarda Zînî Wertê’ye KDP’nin asker yerleştirmesinin sadece Zînî Wertê’yle sınırlı bir adım olmadığını, bunun Kürt Özgürlük Hareketi’ni, PKK’yi tasfiye etmenin bir parçası ve adımı olduğu ortaya konuldu. Bir tasfiye konseptinin olduğu yönünde kapsamlı değerlendirmeler yapıldı. 16 Haziran’da Türk devletinin Heftanîn başta olmak üzere Medya Savunma Alanları’na, Şengal’e ve Mexmûr’a yoğun hava saldırıları yapması ve ardından Heftanîn’e asker indirerek işgal saldırısına başlaması, KCK’nin Zînî Wertê’ye KDP’nin asker gönderdiği sırada yaptığı değerlendirmeleri doğrulamıştır. KDP bu işgal saldırılarına ses çıkarmazken, hatta PKK’nin varlığından dolayı Türk devleti saldırıyor, diyerek Türk devletinin saldırılarını ve işgal harekatlarını meşrulaştırırken, şimdi de Irak üzerinden tasfiye planı içindeki rolünü örtmeye çalışıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye planının aktif bir aktörü ve destekçisi olduğunu, bu planın ortaklarından, bileşenlerinden olduğunu gizlemek için sınır Irak’a aittir, Irak gelsin sınırları korusun, biçiminde çağrılar yapması, tamamen kendi gerçeğini gizlemek ve saptırmaya yönelik açıklamalardır. Irak’a yaptığı bu çağrılar temelinde KDP, Türkiye’yle birlikte, ABD desteğiyle Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme planını örtmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle ısrarla Irak’a çağrılar yapıldı. Böylece birkaç amacı birden gerçekleştirmek istedi. Bir taraftan kendi yüzünü gizlerken diğer taraftan Irak sınır birliklerini getirerek PKK’yle Irak’ı karşı karşıya getirmeyi hedefledi. Irak sınır birliklerinin yerleşmesini sağladıktan sonra kendisi bütün gerilla alanlarını kuşatarak ya da girerek Türk devletiyle birlikte hedefledikleri PKK tasfiye planını gerçekleştirmeyi hesaplamışlardır. PKK’yi tasfiye planı, 9 Ekim’de başlatılan komplonun yeniden planlanmasıdır Bu plana destek veren ABD’dir. Irak’ın bu tasfiye planının parçası haline gelmesi de ABD baskısıyla ve dayatmasıyla olmuştur. Kuşkusuz Türkiye de dayatıyor, KDP de dayatıyor. Irak’ın da bu dayatmalara karşı çıkacak fazla gücü olmadığından belli yönleriyle isteyerek, belli yönleriyle de istemeyerek böyle bir plana katılmaktadır. Zaten bir ABD’li yetkilinin Irak, KDP, Türkiye bir olsun, PKK sorununu çözsün, halletsin, demesi Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için oluşturulan konseptin, planın ifşası olmuştur. Ya da böyle bir planı pratikleştirin, talimatı olmuştur. Böylelikle hem planı desteklemiş, pratikleşmesini sağlamak istemiştir hem de çeşitli güçlere ben bu planı destekliyorum, PKK’nin yanında olmayın, mesajı vermiştir. Bu yönüyle planın önüne çıkacak engelleri etkisizleştirmeyi amaçlamıştır. Bu tasfiye planını 1998’de Önder Apo’ya yönelik 9 Ekim’de başlatılan komplonun yeni koşullarda planlanması, harekete geçirilmesi olarak değerlendirmek gerekiyor. O zaman da Özgürlük Mücadelesi’nin karargahı etkisizleştirilip tasfiye edilmek isteniyordu. Şimdi de Özgürlük Hareketimizin karargahının var olduğu düşünüldüğü alanlar işgal edilerek 1999 komplosunun amacı gerçekleştirilmek ya da tamamlanmak istenmektedir. Bu açıdan şu anda gerçekleştirilen tasfiye konsepti, saldırılar herhangi mevzi saldırıları, yıpratma saldırıları değildir. Tamamen bütünlüklü bir komplonun, tasfiye planının harekete geçirilmesidir. Komplo, tasfiye konsepti böyle kapsamlıysa o zaman buna karşı mücadelenin de bütünlüklü, kapsamlı ve uzun süreli olması gerekmektedir. Bu komplo boşa çıkarılacaksa bu komplonun karakterinin görülmesi, bütün bileşenlerinin iyi tespit edilmesi, bütün boyutlarının anlaşılması gerekir. Böylelikle hem doğru bir mücadele çizgisi tutturulmuş olur hem de doğru yol ve yöntemler izlenir. Bu konseptin boşa çıkarılması için Özgürlük Hareketimizin tüm güçleriyle harekete geçmesi önemlidir. Bu komplonun zayıf yanları görülerek konsept zayıflatılmaya, konseptin ayaklarının zayıflatılması temelinde de yenilgiye uğratılması gerekir. Bu yönüyle komploya karşı bütünlüklü, planlı, uzun vadeli ve sürekli bir mücadele yürütülmelidir. Bu komploya katılanların yanında gönülsüzce katılanlar da var. Bu nedenle onların bu komplonun yanında olmalarını engellemek mümkündür. Yine bu komplonun içinde bulunsa da komploya tümüyle istekli katılmayan Irak gibi güçlerin bu komplo içinde etkin olmalarının, aktif olmalarının önüne geçmek gerekiyor. KDP’nin, TC’nin bu komploya katmak istediği YNK, Goran, Yekgirtu İslami gibi bütün güçlerle ilişkilenilerek bunların böyle bir komplodan uzak durmalarını sağlamak da önemlidir. En önemlisi de bu komploda etkin yer alan KDP’nin komplodaki varlığını etkisizleştirmek ve bu komplo içindeki saldırılarını boşa çıkarmaktır. Bunun için de başta Başûrê Kurdistan olmak üzere, dört parça Kürdistan halkını ve kamuoyunu harekete geçirmek, KDP’nin bu plan içindeki rolünü teşhir ederek onun bu planda aktif biçimde yer almasının önüne geçmek gerekmektedir. Çünkü; bu planda en saldırgan güç TC olarak görülmekle birlikte, en önemli rol ise KDP’ye verilmiştir. Bu rolde çekiç Türk devleti olacaksa, örs görevi de KDP’ye verilmiştir. Kuşatma görevi KDP’ye verilmiştir. Zînî Wertê’de KDP’nin asker yığması, Xinêre’de Irak sınır birliklerinin arkasına sığınarak belirli alanlara yerleşmesi, Heftanîn, Metîna gibi yerlerde sınır güçlerinin yakınında ya da farklı alanlara askeri güç kaydırması bu amaçlıdır. Türk devletinin saldırılarına gerilla alanlarını kuşatmayla ve daraltmayla destek olmaktadır. Bu plan 16 Haziran’da aktif olarak harekete geçirilmiştir. Sadece Heftanîn değil Metîna, Zap, Avaşîn de işgal edilmek isteniyordu. Bir bütün olarak Türkiye sınırındaki Medya Savunma Alanları işgal edilecekti. Böylelikle PKK, KDP’nin kuşatması temelinde Türk devletine karşı mücadeleden alıkonulmaya, sonra da etkisizleştirilip teslim alınmaya çalışılacaktı. KDP böyle bir uğursuz planın içindedir. Ancak Heftanîn direnişi bu planı sekteye uğratmıştır. Heftanîn’de çakılı kalmalarına yol açmıştır. Heftanîn sonrası planlarını uygulamaya koyamamışlardır. Kuşkusuz bu planları hala yürürlüktedir ve pratiğe geçirmek isteyeceklerdir. Özcesi, Başûrê Kurdistan’ın bütün stratejik alanlarını ele geçirerek PKK’nin Türk devletine karşı mücadelesini zayıflatma, bu temelde de adım adım PKK’yi kuşatma ve etkisizleştirmeyi düşünmektedirler. Irak’ı da sınır birlikleri adı altında gerillanın etrafına getirerek kullanmaya çalışmaktadırlar. Sınır birliklerinin çoğu KDP’lidir. KDP, bunları da kendi çıkarları doğrultusunda kullanacaktır. Sınır birlikleri yerleştikten sonra esas olarak KDP pêşmergeleri bu alanlara yerleşerek Irak’ı örtü olarak kullanmanın sonuçlarını almak isteyeceklerdir. Zaten gerilla kuşatılıp belirli alanlar ele geçirildikten sonra KDP’nin yüzünün açığa çıkması da, KDP açısından o kadar önemli görülmeyecektir. Çünkü; KDP hedeflerine ulaşmış, PKK zayıflatılmış olacaktır. PKK zayıfladıktan sonra KDP ne kadar teşhir edilse de kendine göre bu teşhiri etkisizleştirip boşa çıkarabilecektir. Böyle bir yaklaşımla tasfiye planı içinde, kendini göstermeden ama aktif biçimde yer almaktadır. KDP’nin şu anda plan içindeki konumunu bu çerçevede görmek lazım. Zaten sadece Başûrê Kurdistan’da gerilla alanlarını kuşatmıyor. Rojava sınırını da boydan boya kuşatarak tasfiye konseptine bir de bu yönüyle katılıyor. Zaten Mexmûr’da kuşatmayı bir yıldan fazladır sürdürmektedir. Şengal’e bir taraftan çeşitli pêşmerge güçlerini yığarken, diğer taraftan da Irak’a baskı yaparak ve Türk devletinin hava saldırılarını teşvik ederek Şengal’de de benzer bir kuşatmayı ve benzer biçimde kendisini etkin kılma politikasını sürdürmektedir. Başûrê Kurdistan Türkiye’nin mandasıdır KDP gerçekten Kürdistan tarihi açısından çok olumsuz rol oynamaktadır. Bütün bu saldırılarını bilinçli yapmaktadır. Tabii ki dar ufuklu olması, Kürt gerçeğini, Ortadoğu gerçeğini, düşman gerçeğini yeterince görmemesi KDP’nin böyle bir işbirliği ve gaflet içine girerek Kürt tarihi açısından ihanet olan böyle bir planın aktörü olmasını beraberinde getirmektedir. Türk devletinin politikaları açıktır. Kürdistan’da Kürt halkını soykırıma uğratmak, Bakurê Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek temel hedefidir. Bunun parçası olarak da Başûrê Kurdistan’ı ve Rojava’yı işgal edip buraları da Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Zaten defalarca Kuzey Irak’ta yaptığımız hatayı Kuzey Suriye’de yapmayacağız, demişlerdir. Yani fırsatını bulduğu zaman bu hatayı telafi edeceklerdir. Kerkûk, Musil ve Hewlêr Türk şehridir, diyorlar. Tel Afer’de de Türkmenlerin varlığını dillendirerek hedeflerinin gerekçesi haline getirmek istiyorlar. Tarihsel olarak da Osmanlı’nın hakim olduğu alanlar olduğuna dayanarak 1919 Sivas Kongresinde Musil ve Kerkûk, Misak-ı Milli içine alınmıştı. Her fırsatta Misak-ı Milli’yi dillendirmeleri, bu işgal ve ilhak amaçlarının somut kanıtı olmaktadır. Zaten Erdoğan buraların kendilerine ait olması gerektiği temelinde Lozan başarısızlıktır, demiştir. Lozan başarısızlıktır, demesinin arkasında eskiden Osmanlı imparatorluğunun buralarda hakim olması vardır. Kuzey Suriye’de Rojavayê Kurdistan’ın işgal ve ilhak edilmesi, Başûrê Kurdistan’a yönelen işgaller bu amacı gerçekleştirmek içindir. Başûr ve Rojavayê Kurdistan’ı kontrol ettikten sonra Arap dünyasına yönelecektir. KDP bunları belli düzeyde görüyor, duyuyor. Ancak büyük bir gafletle sanki Türk devletinin bunları yapamayacağını sanıyor. Dayısı ABD’nin, Avrupa’nın ve İsrail’in Türk devletini engelleyeceğini düşünüyor. Gerçekten tarihi bir gaflettir. Güncelle kendini çok fazla sınırlamaktır. Yarını görememektir. Bir ay sonra, bir yıl sonra siyasal dengelerin nasıl değişeceği belli değildir. Bu yönüyle gelecekte Türk devletinin bütün Kürdistan’ı işgal edip soykırıma uğratacağını görerek bunun tedbirlerinin alınması gerekiyor. Türk devletinin tüm Kürdistan’ı işgal edip soykırıma uğratmak istemesinin önüne geçilmesinin temel yolu da Kürtlerin birliğidir, Kürt mücadelesinin bütün Kürdistan’ın parçalarında güçlü hale gelmesidir. Güçlenen bu mücadelenin ortaklaşması, Kürt düşmanı saldırganlara, işgalcilere ortak tutum alınması ve saldırıya karşı direnilmesidir. Güvence budur. Kürtlerin şu anda yerine getirmesi gereken en temel görev budur. Bu görev yerine getirilmediği takdirde ister subjektif, ister objektif olunsun Kürt tarihi karşısında gaflete ve ihanete düşülmüş olunur. Şimdi böyle bir dönemden geçiyoruz. Başûrê Kurdistan’ın en stratejik alanlarının Türk devletine teslim edilmesi zaten Başûrê Kurdistan’ın Türkiye’ye teslim edilmesidir. Şu anda bile Başûrê Kurdistan ipotek altındadır. Kazanım deniliyor, Başûrê Kurdistan federasyonu deniliyor ama ipotek altında bir federasyondur. İpotek altında olunduğundan, ipotek altında tutan her zaman bu kazanımlara el koyabilir, Başûrê Kurdistan federasyonunun varlığına son verebilir. Şimdi zaten Başûrê Kurdistan’da böyle bir ipotek altında olma durumu yanında bir manda yönetimi vardır. Başûrê Kurdistan, Türkiye’nin mandası durumundadır. Öyle özgür değildir. Tamam, Kürtlere, Kürt işbirlikçiliğine belirli imkanlar verilmiştir. Dünyada emperyalistler böyle manda yönetimlere başvurmuşlardır. Ama Türk devleti bunu bile bir geçici durum olarak görmektedir. Bugün orayı yönetenler görünürde Başûrlu Kürtlerdir ama manda durumundadır, ipotek altındadır. Yarın Türk devleti fırsatını bulduğunda bu görünen durum da ortadan kaldırılacak, tümüyle bu alana hakim olmak isteyecektir. Bu gerçekliğin görülmemesi, kafayı kuma gömmek olur. Bu tür durumlar gündeme geldiğinde 2017 referandumunu hatırlıyoruz. Hatırlamakta haksız mıyız? O sırada Türk devleti, tutumunu açıkça ortaya koymuştur. En ağır, yenilmeyecek yutulmayacak hakaretler yapılmış ve saldırılarda bulunulmuştur. Açıkça sizin iradeniz yok, siz kimsiniz, denilmiştir. Zaten şimdiki yaklaşımı da budur. Başûrê Kurdistan yönetiminin öyle sanıldığı gibi bir iradesi yoktur. Irak’a karşı da iradesi yoktur. Türk devletine, çeşitli güçlere dayanarak Irak’a kendisini dayatmaktadır. Yoksa toplumun gücüne dayanarak, doğru politika ve stratejiyle Kürtlerin birliğine dayanarak Irak’la masaya oturmamaktadır. ABD, İsrail, Türkiye’nin destekleri, bu destekler temelinde KDP’nin belirli bir şantaj gücüne kavuşması söz konusudur. Bunun dışında KDP’nin, Başûrê Kurdistan federasyonunun halka, demokratik sisteme, demokratik ilişki ve ittifaklara dayanan bir gücünden söz etmek mümkün değildir. KDP birkaç şehirde iktidar uğruna Kürdistan’ı pazarlıyor Başûrê Kurdistan halkı ve Başûrlu siyasi güçler bunu görüyor. Tüm Kürtler de bunu görüyor. İtiraz da ediyorlar ancak KDP belli kazanımların varlığını istismar ederek, kendisini Kürt halkının siyasi iradesi olarak gösterip Kürt’e kaybettiren işbirlikçi gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Hatta bu yanlış politikaya karşı müdahale etmeye çalışan güçleri ezip susturarak işbirlikçiliğini ısrarla sürdürüyor. KDP’nin ulusal politika izlediği yoktur. Geleceği düşünen bir politikası da yoktur. Birkaç şehir üzerinde iktidar olmak istiyor. Birkaç yerde iktidar olma pahasına tüm Kürdistan’ı pazarlıyor. Bakurê Kurdistan’ı Türkiye’ye pazarlamıştır. Tamamen Türkiye’ye teslim etmiştir. Bakurê Kurdistan’da Türkiye’nin her türlü soykırım politikasına destek vermiştir. Rojava’da izlediği politika açıktır. Küçük bir devletçik uğruna, Kürdistan’ın yüzde 25’i üzerinde devlet kurma uğruna Kürdistan’ın yüzde 75’ni feda ediyor. Şunu da belirtelim; mevcut yüzde 25 de ipotek altındadır, mandadır. Burası üzerinde de hakimiyeti yoktur. Hala Kürdistan’ın diğer parçalardaki mücadelenin varlığı nedeniyle burada kendini yönetim yapabiliyor ve koruyabiliyor. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadele ezilip tasfiye edildiğinde, elindeki bir iki şehri de KDP’ye bırakmayacaklardır. Bu yönüyle Başûrê Kurdistan’daki siyasi güçlere, Kürt halkına çok büyük görevler düşüyor. KDP’nin bu oyunlarını bozmada en büyük sorumluluk Başûrê Kurdistan halkına ve siyasetçilerine aittir. Hem Başûrê Kurdistan’ı kurtarmak ve özgür ve demokratik bir yaşama kavuşmak için bu gereklidir hem de dört parça Kürdistan’a karşı sorumluluğun gereği KDP’nin politikalarına karşı çıkmak ve dur demek gerekmektedir. Kürdistan’ın tüm parçalarının aleyhine olan bu politikaya dur denilmezse, Başûrê Kurdistan da kaybedecektir. Bu gerçekliğin tüm Kürt halkı, Başûrê Kurdistan siyasi güçleri ve hala KDP gerçeğini görmeyen diğer Kürt siyasi çevreleri ve bazı kesimler tarafından da görülmesi, doğru ulusal ve yurtsever tutumun ortaya konulması gerektiğini düşünüyoruz. Yakın zamanda Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ve KDP’li olan Irak dışişleri bakanı Fuat Hüseyin ABD’ye gittiler. Oradaki açıklamalar da Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme planı doğrultusunda yapılan açıklamalardı. KDP’li olan dışilişkileri bakanı ve Kazımi Irak anayasası farklı güçlerin topraklarında bulunmasına izin vermiyor, diyerek Türk devletinin saldırılarını meşrulaştırmış, KDP’nin ihanetini normalleştirmişlerdir. Zaten ABD’de bu konuları kapsamlı konuştukları da anlaşılıyor. Yakın günlerde ABD’li bir yetkilinin Türkiye, KDP ve Irak Şengal’de sivil çözüm bulsun, demesi de tümüyle tasfiye planının ortaya çıkardığı söylemlerdir. Bu açıdan Kürt halkının, Kürt aydınlarının, Kürt demokratik güçlerinin, Ortadoğu’daki tüm demokratik güçlerinin bu tasfiye planını ciddiye alması gerekmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme planının sadece Kürtlere değil, tüm Ortadoğu halklarına zarar vereceğini görerek, bu plana karşı Ortadoğu halkları ve demokrasi güçleri de bir tutum göstermelidirler. İran’a doğrudan bir askeri müdahale beklemek yanılgıdır İran’a yönelik de farklı bir saldırı planının, kuşatma planının yürütüldüğü bilinmektedir. ABD bunun başını çekmektedir. Trump’ın daha gelir gelmez nükleer silah anlaşmasını iptal etmesi bu gerçekliğin ifadesidir. Bir yönüyle de İran, Trump iktidarının kendini ayakta tutmak için kullandığı bir araç haline gelmiştir. İran’ı düşmanlaştırma, sürekli bunu gündeme getirme ve buraya yönelik yürüttüğü adımlarla kendini iktidarda tutmak istediği anlaşılmaktadır. Kasım Süleymani’ye yönelik suikast girişimi de Trump’ın iktidarını ayakta tutmak için yaptığı sansasyonel bir hamleydi. Gerçekten de Koronavirüs ve Koronavirüsün ABD’de yarattığı ağır sorunlar olmasaydı Kasım Süleymani’nin vurulması Trump iktidarının önemli düzeyde elini güçlendiren bir hamle olacaktı. Şimdi Trump hem iktidarını ayakta tutma açısından hem de İran’ın Ortadoğu’da hamlelerini sınırlandırmak, Ortadoğu’da ABD etkisini zayıflatan konumunu geriletmek ve püskürtmek için İran’la bundan sonra da uğraşacağı anlaşılmaktadır. Zaten sürekli yaptırımlarla İran’ın ekonomik sorunlarını ağırlaştıran bir politika yürütmektedir. Böylelikle içerde halkın yoksullaşmasını ve ekonomik sıkıntı çekmesini sağlayarak toplumu harekete geçirmek istenmektedir. Öte yandan çeşitli siyasal güçlerle ilişki kurarak da İran’ı kuşatmak istemektedir. Bu yönüyle önümüzdeki dönemde İran’a yönelik ABD’nin yeni hamleleri de gerçekleşebilir. Trump’ın seçimi kazanmasının riske girdiği bu dönemde ABD’nin bazı hamleler yapmak isteyeceği açıktır. Çünkü; şu anda seçimlerde Joe Biden’ın çok az da olsa önde görünmektedir. Mevcut durumda Biden’ın kazanma ihtimalinin daha fazla olduğu söylenmektedir. Bir iki ay önce Biden’ın oyları daha yüksekti ama son zamanlarda Trump’ın bu açığı kapattığı, yüzde 12’ye kadar çıkan farkı yüzde yüzde 6’lara kadar düşürdüğü söylenmektedir. Hatta bu düşme trendinin devam ettiği de söylenmektedir. Öte yandan yakın zamanda Trump’ın Ekim ayında Covid-19 aşısını artık kullanacağız, piyasaya süreceğiz, demesi de seçimleri etkileyecek bir hamle niteliğindedir. Tüm bu gerçekler düşünüldüğünde İran’ı bazı politikalarla sıkıştırmaya çalışacağı görülüyor. Ekonomik yaptırımlar yoğunlaştırıldı. İran içinde zaman zaman önemli noktalarda patlamalar meydana geldi. Ancak şu bir gerçektir; İran’a yönelik Irak’a ve Suriye’ye olduğu gibi doğrudan bir askeri müdahale beklemek bir yanılgıdır. Böyle bir beklenti politikada yanlışlıklara götürebilir. ABD, İran’ı sıkıştıracak ve zorlayacaktır. Ancak bunu böyle doğrudan askeri müdahalelerle yapması beklenmemelidir. Belki zaman zaman belirli hava saldırıları, vuruşları olabilir. Kendilerine göre stratejik gördükleri ya da nükleer silah var dedikleri yerleri bombalamaları mümkündür. Ancak bunun da sık olmayacağını, doğrudan askeri güçleri İran’a çıkarma biçimiyle bu saldırıların genişletilmeyeceğinin de bilmek gerekiyor. İran’daki mücadele daha da karmaşıktır. Belki ABD Türkiye’yi yanına çekerek, Irak’ı önemli oranda İran’ın etkisinden çıkararak ve bazı Kürt güçlerini doğrudan İran’a yönelterek İran’ı daha fazla sıkıştırabilir. İran yönetiminin demokratik olmaması ve baskıyı artırmasına yönelik İran toplumunda bir tepki ve öfke var. Zaman zaman bunlar kendisini açığa vurmuştur. Yine Kürt sorununun çözümsüzlüğü Kürt halkında İran’da bir değişim olması gerektiği inancını yükseltmiştir. İdamlara gösterilen tepkiler bulunmaktadır. Bütün bunlar İran içinde mevcut iktidara, rejime karşı toplumsal muhalefet güçlerinin potansiyelinin olduğunu, her an harekete geçebileceğini ortaya koymaktadır. Ancak bir programı, hedefi olmadığı ve daha çok tepkisel geliştiği için baskılar karşısında bu hareketler gerilemekte, tekrar kabuğuna çekilmektedir. Ama İran toplumu dinamik bir toplumdur. İran İslam devrimini yapmış bir toplumdur. Bugün İran İslam devrimini yapan, o devrimin kültürü ve etkilerini yaşayan halk şimdi mevcut iktidarı da zorlamaktadır. Bu yönüyle İran rejimi, devleti için esas muhalif güç, esas zorlayıcı güç iç dinamiklerdir. İran toplumunun haksızlığa, zulme karşı tepki gösterme özelliğidir. Öte yandan İran’ın Rusya ve Çin’le ilişkileri sıradan ilişkiler değildir. Rusya ve Çin, İran’ın tümüyle ABD denetimine girmesini istemedikleri için İran’a her türlü desteği vermektedirler. Yakın zamanda İran’ın Çin ve Rusya’yla yaptığı anlaşmalar sadece İran’daki ekonomik ambargoyu kırmakla açıklanamaz. Kuşkusuz bu boyutu da vardır. Ama esas olarak İran’la kurulan ilişkilerin, İran’ın bölgede ABD denetimine girmeyecek bir konumda kalmasını sağlamak amaçlıdır. Bunun için de İran’a her türlü desteği vereceklerdir. ABD, İran’a doğrudan müdahale ettiği takdirde İran’ı ABD için bir bataklık yapma politikası yürüteceklerdir. ABD de Rusya’nın ve Çin’in bu yaklaşımlarını görmektedir. Bu yönüyle doğrudan askeri müdahale yerine İran’ı sıkıştırma, zayıflatma, İran’daki tepkileri yükselterek İran’da kendi istedikleri doğrultuda bir değişiklik yapma anlayışları bulunmaktadır. Bu açıdan İran’ı değerlendirirken ABD gelecek müdahale edecek, İran’ı hemen yıkacak, biçimindeki yaklaşımlar, İran’ı böyle ele alan yaklaşımlar kesinlikle doğru değildir. Bu tür yaklaşım ve anlayış içinde olanlar doğru politika üretemez, İran’daki siyasal sorunlara, krizlere doğru ve etkin müdahale edemezler. Bu yönlüyle İran gerçeğini doğru anlamak ve bu temelde de İran’daki mevcut rejime karşı tepkili halk güçlerine, demokratik güçlere, çeşitli toplumsal kesimlere ulaşmak ve onlarla birlikte İran’ı demokratik bir değişime uğratma mücadelesi içinde olmak önemlidir. İran’da bir mücadele gereklidir ama bu mücadele ABD’nin ve çeşitli güçlerin düşündüğü gibi dışardaki müdahalelerle ya da İran’ı biraz ABD çizgisine getirmek isteyen baskılarla değil de İran’da gerçekten demokratik değişim yaratacak, İran’ın iç dinamiklerine dayanan toplumsal güçlerle İran’daki değişimi yaratmak temel politika olmalıdır. Böyle bir halk hareketliliğini, politikayı ne Çin ne Rusya ne mevcut rejim engelleyebilir. Ama böyle yapılmaz da işbirlikçiliğe dayanan, çeşitli güçlerin dışardaki müdahalelerini esas alan yaklaşımla hareket edilirse İran’daki bir demokratik devrime ve değişime imkan sunan mevcut objektif zemin provoke ve sabote edilmiş olur ve bundan da halk güçleri değil, bizzat İran’daki mevcut iktidar güçleri yararlanır. Bu yönüyle dış güçlere dayanmayan bir İran politikası, İran’da halkların kardeşliğine dayalı bir değişim politikasını esas almak doğrudur. Sadece Kürtler açısından değil, bütün İran halkları açısından da doğru politika budur. Hatta mevcut rejimin kendini değiştirip dönüştürmesine fırsat tanıyacak, İran toplumlarında var olan hak, adalet, eşitlik ve kardeşlik değerlerine dayalı yeni bir İran’ın şekillenmesi söz konusu olabilecektir. Bu İran’ın değişimidir. Ama bu değişim için de dış güçlerin esas alınmaması gerekir. Mevcut rejimdeki halka dayanan kesimleri de içine alan bir genel toplumsal harekete dayalı mücadelenin İran’da siyasal değişim açısından en gerçekçi, doğru ve sonuç alıcı politika olduğu söylenebilir. Türkiye Rojava’daki kazanımları soykırım politikasına darbe olarak görmektedir Son on yılda Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı gerçeğinde ortaya çıkan en temel gerçek Türk devletinin bölgede en temel statükocu güç olduğu, demokratik değişimlerin ve gelişmelerin önünde en temel engel teşkil ettiği, sadece ve sadece Kürt soykırım politikaları doğrultusunda hareket ettiği görülmüştür. Bunun da Ortadoğu halklarının ve uluslararası güçlerin çıkarına olmadığı anlaşılmıştır. Türk devleti Kürt düşmanlığı politikalarından dolayı herkesin de Kürt düşmanlığı politikalarına destek vermesini istemektedir. Bu politikalar bölgesel ve uluslararası güçlerin politikalarıyla çelişmekte ve uyuşmamaktadır. Kuşkusuz Türk devletinin Kürt soykırımcı politikalarına destek veren güçler de vardır. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı düşman olan, savaşan güçler de vardır. Ancak yine de Kürt Özgürlük Hareketi’ne düşman olan güçlerin politikasıyla Türklerin politikası tümüyle örtüşmemektedir. Bu da Türk devletinin politikalarında sıkıntılar ve sorunlar yaratmaktadır. Çünkü Türk devleti Kürt işbirlikçiliğine bile tahammül etmeyen, Kürt işbirlikçiliğiyle sadece PKK’yle mücadelesine destek verdiği ölçüde ilişki kuran bir karakterdedir. Kürt işbirlikçiliğine bu çerçevede bakan politikaları, bölgede Kürt işbirlikçiliğini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen uluslararası güçlerin politikalarıyla ister istemez çelişmektedir. Türk devleti Kürt politikası nedeniyle birçok güçle karşı karşıya geldiği gibi, Osmanlı’dan kalma yayılmacı ve büyük devlet olma eğilimi de bölge halklarıyla ve uluslararası güçlerle Türkiye’yi karşı karşıya getirmiştir. Türk devletinin Kürt ve demokrasi düşmanlığı, sadece kendi çıkarlarını düşünen politikaları Ortadoğu’da Türk devletini çıkmaza sokmuştur. Türk devlet geleneğinde, karakterinde bulunan Kürt düşmanlığı bu ortamda da en yoğun biçimde sürdürülmektedir. Hatta diğer alanlarda taviz vererek, başka güçlerin politikalarının parçası olarak Kürt soykırımına destek almak, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istemektedir. Bu açıdan Türk devletinin politikası Kürtler için çok büyük tehlikeler arz ediyor. Ortadoğu’da eski dengelerin yıkıldığı ve yeni dengelerin kurulma süreci olan Üçüncü Dünya Savaşı koşulları Kürtler için muazzam fırsatlar sunduğu gibi, Türk devletinin karakterinden ve saldırganlığından ve Kürtler arası birliğin yaratılamamasından dolayı çok ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Özellikle Kürt işbirlikçiliğinin Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kullanılması soykırım tehlikesini daha fazla artırmaktadır. Zaten Bakurê Kurdistan’da Kürt halkı üzerinde uygulanan politika tamamen bir soykırım politikasıdır. Kürt’ün varlığını ortadan kaldırma politikasıdır. Hatta bunu gerçekleştireceklerine inanmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye’deki tüm siyasi ve toplumsal güçleri bu soykırıma destek vermeleri için zorlamaktadırlar. Nitekim bu soykırım politikasına destek vermeyen herkesi hain ilan ederek üzerine gitmektedirler. Bu gerçeklikler Türk devletinin Kürtler üzerinde nasıl bir politika yürüttüğünü gözler önüne sermektedir. Rojava işgali de tamamen bu soykırımcı politikanın bir parçasıdır. Orada Kürtlerin kazanım elde etmesini tehlike olarak görüyorlar. Rojava’daki kazanımları soykırım politikasına darbe vurma, bu soykırım politikasını olumsuz etkileme olarak gördüğünden orada herhangi bir Kürt oluşumuna tahammül edemiyor, bu nedenle saldırıyor. Diğer yandan Rojava Devrimi’nin ve yarattığı demokratik Kuzey-Doğu Suriye sisteminin, Suriye’nin demokratikleştirilmesine zemin olacağından korkuyor. Çünkü Suriye’nin demokratikleşmesi demek; Türkiye’nin Kürt sorunu başta olmak üzere farklı etnik ve dinsel toplulukları ezme politikasının akamete uğraması, etkisizleşmesi, boşa çıkması demektir. Bu yönüyle Türk devletinin demokrasi düşmanlığı çok fazladır. Çünkü demokrasiden Kürtler, Aleviler ve başka topluluklar yararlanır düşüncesiyle Ortadoğu’da hiçbir yerde demokratikleşme istemiyor. Ortadoğu’da demokratikleşme başladığında bu, Türk devletinin Kürt soykırımı amaçlı Türk-Sünni İslam sentezine dayalı politikalarının çökeceğini, Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını engelleyemeyeceğini, Ortadoğu’ya yayılma hayallerinin boşa çıkacağını düşünerek demokrasi düşmanlığı yapıyor. Kuşkusuz Türkiye, Kürtlerin ve Alevilerin varlığını kabul etme temelinde sorunları çözüp, demokratikleşme doğrultusunda adım attığında yumuşak gücüyle Ortadoğu’da belirli bir güce ulaşabilir. Bunun potansiyel imkanları Türkiye’de vardır. Nitekim AKP iktidarının ilk dönemlerinde demokrasiden söz etmesi, farklı siyasal eğilimlerle ilişki içinde olması Türkiye’nin Ortadoğu’da çekim gücü olan bir ülke haline gelmesi açısından önemli adımlardı. Gerçekten de Türkiye’ye yönelik olumlu eğilimler, istekler vardı. Ama AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanı politikasından, Kürtleri soykırıma uğratmak istediğinden dolayı Türkiye’de koyu faşist diktatörlüğe ihtiyaç duydu. Faşist diktatörlük demek içerde baskı, dışarda herkese düşmanlık demektir. Bunun sonucu da bırakalım etkili hale gelmesini, daha önce yumuşak gücüyle belli düzeyde etkilediği toplumların ve ülkelerin tepki duymasına yol açan bir Türkiye gerçeğini ortaya çıkardı. Türkiye’nin Başûr’daki politikaları açıktır. Başûr’da işgal harekatları yaptı. Xakûrkê’de bazı yerleri işgal etti, şimdi Heftanîn’de bazı yerleri işgal altında tutuyor ve sürekli saldırıyor. Yine Şengal’e, Mexmûr’a saldırıyor. Başûr’daki askeri güçlerini tahkim ediyor. Irak devletinin tüm ısrarlarına rağmen Başika’daki askeri güçlerini çekmiyor. Böyle bir Türkiye gerçeği var. Türk devletinin soykırım politikası püskürtüldüğünde Kürtlere düşman tüm güçler zayıflayacaktır Türkiye izlediği politikalarla en başta da Kürt halkı için büyük tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit herhangi bir hakkın çiğnenmesi, herhangi bir kazanımın ve avantajın kaybedilmesi değildir. Bu tehdit bir halkın tamamen soykırıma uğratılması tehdididir. Türkiye’yle çeşitli güçler arasındaki çıkar mücadelesinden farklıdır. Kürt’ün Türk devletiyle yürüttüğü mücadele herhangi bir siyasi çıkar elde etme mücadelesi değildir, tümüyle varlığını koruma mücadelesidir. Bu açıdan tabii ki Kürt halkı böyle bir iktidara, devlete karşı amansız bir mücadele verecektir. Bu soykırım politikasına karşı var olma mücadelesinin verilmesi, bu soykırım saldırılarının püskürtülmesi gerekiyor. Çünkü; bu soykırım saldırısını püskürtmediği müddetçe Kürtler yok olmayla karşı kaşıya geleceklerdir. Bu tehdit, yakın tehditten öte artık sonuç almak isteyen bir tehdit durumundadır. Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edeceğine kendisini inandırdığından, bütün askeri, siyasi, ekonomik gücünü Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için kullanıyor ve saldırıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ni etkisizleştirdiğinde tüm Kürtleri de soykırıma uğratacağına inanıyor. Bu soykırım politikası önünde engel kalmayacağını düşünüyor. Bu nedenle bütün politikalarını Kürt soykırımına endeksleyen, iç ve dış politikasını tümüyle bu soykırımın tamamlanmasına yönelten bir devlet gerçeği, saldırı gerçeği var. Bu saldırı Bakurê Kurdistan’a yönelik değil, Başûrê Kurdistan’a, Rojava’ya, Rojhilat’a ve bütün dünyadaki Kürtlere yöneliktir. Türk devletinin soykırımcı politikası kırıldığında, yenildiğinde Kürt sorununun İran’da da çözülmesi mümkün olacaktır. Bu yönüyle Bakur’da Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamı gerçekleşirse, Başûr’daki kazanımlar güvenceye alınırsa, Rojava’da bir çözüm olursa bu, İran’daki Kürt sorununun daha kolay çözülmesine de yol açacaktır. Kürt düşmanlığında öncü olan Türk devletinin soykırım politikası püskürtüldüğünde Kürtlere düşman tüm güçler zayıflayacaktır. Kürt sorununun çözümünde ayak direten tüm güçlerin politikaları boşa çıkacak, Kürt sorununun özgürlükler temelinde demokratik siyasal çözümü her yerde gündeme girecektir. Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında şu gerçeklik de ortaya çıkmıştır; Kürtler birlik olmadan bu saldırıları püskürtemezler. Çünkü, Ortadoğu’da tüm güçler politikalarını bütünlüklü yürütüyor. Genel bir Ortadoğu politikasına sahipler. İttifaklarını bu genel Ortadoğu politikası çerçevesinde gerçekleştiriyorlar. Sadece Suriye içine, Irak içine yönelik, Türkiye’ye ve İran’a yönelik değil, bir bütün Ortadoğu politikaları kurdukları ittifakları ve ilişkileri belirliyor. Ortadoğu genelinde bütünlüklü bir mücadele yürütmek ve kazanmak için ittifakların yapıldığı bir süreçte Kürtlerin güçlerini birleştirememesi, bütünlüklü bir politika izlenmemesi tarihi bir gaflet ve ihanet anlamına gelmektedir. Türkiye’nin, İran’ın ve Suriye’nin politikası bütünlüklü olacak, bütün ilişki ve ittifaklarını kendi amaçları doğrultusunda bir araya getirecek ama Kürtler, soykırım tehdidini ortadan kaldırmak, her parçada özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirmek için bir araya gelmeyecekler! Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bu yaklaşım tarihi bir gaflet ve ortaya çıkan tarihi fırsatların kaçırılması olur. Bunun sonucu da soykırımla karşılaşılır. Kürtlere yönelik bugünkü saldırıları yüz yıl, iki yüz yıl, üç yüz yıl önceki saldırılar gibi görmemek gerekiyor. 20. yüzyıl ulus-devlet yüzyılıydı. Farklı kimlikleri yok etme yüzyılıydı. Kürtler bu nedenle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Hala bu tekçi-milliyetçi ulus anlayışı kırılmamış ve devam ediyor. Bu tekçi ulus devlet anlayışı kırılmazsa önceki iki yüz yılda, üç yüz yılda, beş yüz yılda, daha önceki yüzyıllarda bütün saldırı, baskılara ve çıkarlara rağmen ayakta kaldık, bugün de ayakta kalırız, denilmez. Önümüzdeki on yıllarda Kürtler özgür ve demokratik yaşamlarına kavuşmazlarsa soykırımla karşı karşıya kalacaklardır. Böyle bir yakın tehlike vardır. Hatta yakın tehlikeden öte; Kürtler tehlikenin içindedir. Bu yönüyle de politikalarını, mücadelelerini bu gerçekliğe göre belirlemeleri ve pratikleştirmeleri gerekmektedir. Öte yandan Türk devleti sadece Kürt halkına değil, Türkiye halkına da düşman bir politika yürütmektedir. Türkiye halkları, Aleviler, emekçiler, kadınlar, gençler, demokrasi isteyen herkes bu iktidarın hedefindedir. Demokratikleşmeden Kürtler, Aleviler, farklı toplumsal kesimler yararlanır diye demokrasi düşmanlığı yapmaktadır. Bu kadar demokrasi düşmanlığının yapılmasının nedeni Kürt düşmanlığıdır. Bu yönüyle bugün Türkiye’de AKP ve MHP’nin belli tabanı dışında Türkiye halkının en az yüzde 60’ı bu iktidara karşıdır. Türk devletinin politikaları sadece Kürtleri, Türkiye halklarını değil, Ortadoğu halklarını da hedef almaktadır, onlara da düşmanlık yapmaktadır. Bu bakımdan Ortadoğu halkları da hatta Ortadoğu’daki mevcut iktidarlar da Türk devletinin politikalarına şiddetle karşıdırlar. Çünkü; Türk devletinin politikaları sadece Kürtler açısından bir soykırımı ifade etmiyor, tüm halklar açısından bir irade tanımama, irade kırma, zulüm ve baskı altına alma politikasıdır. Hamle kararı Kürt halkına düşmanlığın zirveye çıktığı bir dönemde alınmıştır Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de izlenen tüm politikaları değerlendiren KCK Yürütme Konseyimiz yaptığı toplantıda bir hamle kararı aldı ve bunu kamuoyuna ilan etti. Yürütme Konseyimiz yaptığı bu hamle ilanı ile AKP-MHP iktidarını yıkmanın, işgallere son vermenin tam zamanıdır dedi. Yine özgür yaşam gerçekleştirilecekse bunun tam zamanı olduğunu vurguladı. Önder Apo’ya özgürlük gerçekleştirilecekse bunun tam zamanıdır dedi. AKP-MHP faşizmini yıkmak da, tecridi ortadan kaldırmak da işgallere son vermek de, demokrasiyi kurmak da, adaleti sağlamak da ancak bu dönemde yürütülen mücadeleyle gerçekleştirilebilir. AKP-MHP iktidarı içerde ve dışarda en zayıf ve sıkışık dönemini yaşamaktadır. Toplumsal tabanı en fazla bu dönemde daralmıştır. Bu nedenle eğer Kürt halkı Kürdistan’ın tamamında mücadele yürütürse, tüm Kürtler ortaya çıkardıkları siyasal, toplumsal, askeri güçlerini birleştirirlerse Türk devletinin işgallerine son verebilir ve özgürlüğü sağlayabilirler. Önder Apo, özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulabilir, faşizm yıkılarak Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirilebilir. Bu yönüyle KCK’nin ‘Tecride, Faşizme, İşgallere Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ sloganıyla başlattığı hamle kararı, tarihi bir dönemde alınmış bir karardır. Kürt halkına düşmanlığın zirveye çıktığı bir dönemde bu karar alınmıştır. Bu karar Türk devletinin ABD desteği ve KDP işbirlikçiliğiyle Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve tüm Kürdistan’da soykırımı gerçekleştirme konseptinin, planının, komplosunun yürütüldüğü dönemde alınmıştır. Hamle aynı zamanda bu komploya karşı verilmiş bir cevap olmaktadır. Tüm Kürdistan halkının cevabı olmaktadır. Sadece Bakur’un, Başûr’un, Rojava ve Rojhilat’ın değil, dünyadaki tüm Kürtlerin cevabı olmaktadır. Sadece PKK’nin değil, soykırıma karşı mücadele eden ve karşı duran tüm siyasi güçlerin kararı olmuştur. Sadece bir parçada değil, dört parça Kürdistan’daki halkımızın ve dünyadaki halkımızın, Kürt aydınlarının ve dostlarının kararı olmaktadır. Bu hamle aynı zamanda Kürt’ün birliğini sağlama, birlik temelinde mücadeleyi birleştirme, ortaklaştırma, geliştirme ve düşmanı yenme iradesinin ortaya çıkarılmasıdır. Aslında fiili olarak Kürt’ün birliğini gerçekleştirme hamlesidir. Bu yönüyle hamleyle birlikte Kürtler mücadelelerini birleştireceklerdir. Mücadeleyi bütünlüklü ele alacaklardır. Mücadele bütünlüklü yürütülmeden özgür ve demokratik yaşam kazanılamayacağı bilinciyle Kürdistan’ın bütününde halkımız bu hamleye katılacak ve başarısı için tüm gücünü ortaya koyacaktır. Bu hamle bu yönüyle ulusal bilincin, ulusal birlik anlayışının, zihniyetinin ve tutumunun gelişmesine de büyük katkıda bulunacaktır. Kürdistan’ın dört parçasındaki mücadele aynı zamanda Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgür ve demokratik yaşamı gerçekleştirme hedefiyle paralel yürütülecektir. Bakur’daki mücadele Başûr’a güç verecek, Başûr’daki mücadele Rojava’ya ve Bakur’a güç verecek, Rojava’daki mücadele Başûr’a, Bakur’a ve Rojhilat’a güç verecek, Avrupa’daki mücadele ise Kürdistan’ın tüm parçalarına güç verecektir. Bu hamlede, her parçadaki halkımız özgür ve demokratik yaşamı için mücadele ederken, tecride, işgale ve faşizme karşı mücadele ederken, aynı zamanda Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadelenin de parçası, destekçisi ve bütünleyicisi olacaktır. Bu da hem tek tek parçalarda Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gelişmesini sağlayacak, işgallere karşı verilen mücadeleyi güçlendirecek hem de Kürdistan’ın tamamında özgür ve demokratik yaşamı yakınlaştıracak ve güçlendirecektir. Bu hamlenin böyle bir tarihi rolü ve misyonu da bulunmaktadır. Artık bu hamleden sonra Kürdistan’ın tüm parçaları mücadelelerini daha fazla birleştirecekler, mücadeleleri daha da yakınlaşacaktır. Düşmanı ortak değerlendirme, ortak düşmana karşı mücadele etme anlayışı ve pratiği bundan sonra daha fazla gelişecektir. Bu yönüyle bu hamle gelecekte Kürtlerin birliği, ortak mücadelesi ve bütünlüklü olarak her parçada özgürlük ve demokratik yaşamı kazanma gerçeği açısından her zaman hatırlanacaktır. Her zaman Kürt halkının özgürlüğü açısından büyük bir hamle olarak tarihteki yerini alacaktır. Kürdistan’ın tüm parçalarına saldıran, işgal eden soykırımcı Türk devletinin içerde ve dışarda en zayıfladığı dönemde Kürt halkı güçlerini birleştirerek; dostlarıyla, diğer demokratik güçlerle mücadelesini ortaklaştırarak Kürt halkı ve tüm Ortadoğu halkları açısından düşman ve tehlike haline gelen bu iktidar ve devlet zihniyetini yenilgiye uğratacaktır. Bu devlet zihniyetinin, bu faşist soykırımcı zihniyetin yenilgiye uğratılmasının tam da zamanıdır. Böyle bir zamanda Kürtlerin tüm parçalarda birlikte mücadelesi kesinlikle sonuç alacaktır. İşgallerin son bulmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bu açıdan Kürt halkının tüm mücadele güçlerinin bu tarihi hamlenin ne anlama geldiğini bilince çıkarması ve gereğini yerine getirmesi gerekmektedir. Özgürlük güçlerinin direndiğinde başarılı olabileceğinin, Türk devletinin soykırım politikalarını boşa çıkarabileceğinin en yakın kanıtı Heftanîn direnişidir. Heftanîn direnişi Türk devletinin planlarını boşa çıkarmıştır. Sadece Türk devletinin değil, KDP’nin de planlarını boşa çıkarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek isteyen ABD’nin de politikalarını boşa çıkarmıştır. Bu direniş, bu fedaice mücadele tüm Kürt halkına büyük moral vermiştir. Özgürlüğü sağlama zamanı hamlesi, böyle bir moral zemin üzerinde yükselmektedir. Kürtler güçlerini birleştirirlerse sadece Türk devletinin planlarını boşa çıkarmaz; bu AKP-MHP faşizminin tümden yenilgiye uğratılarak, işgallere son verilerek Kürt halkının tüm parçalarda özgür ve demokratik yaşamı kazanılabilir. Önder Apo’nun özgürlüğü sadece Kürtlerin değil, tüm insanlığın görevi haline geldi Önder Apo’nun özgürlüğü yakınlaşmıştır. Önder Apo’nun özgürlüğünü gerçekleştirme zamanıdır. Bütün ömrünü Kürt halkının varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesine veren, Kürdistan’da sağlanan tüm gelişmelerde belirleyici rolü olan Kürt Halk Önderi’nin, bir ulusun önderinin artık zindanda kalması kabul edilemez. Bu, Kürt halkı için kabul edilemez bir durumdur. Sadece Kürt halkı için değil, ya da Avrupa’daki Kürtler açısından değil tüm Kürtler açısından artık Önder Apo’nun esaret altında kalması kabul edilemez. Tüm Kürt halkının Önder Apo’ya karşı siyasi, ahlaki ve vicdani sorumlulukları vardır. Sadece Kürt halkının değil, Türkiye halklarının siyasi, ahlaki ve vicdani sorumlulukları vardır. Tüm Ortadoğu halklarının ve dünyadaki demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama sorumluluğu vardır. Dünyadaki tüm kadınların Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama sorumluluğu vardır. Bu Önderlik sadece Kürt kadınına değil, Türkiye ve Ortadoğu kadınlarına ve dünya kadınlarına çok şey kazandırmıştır. Tarihsel toplumsal gerçekliği kapsamlı çözümleyerek kadın özgürlüğünün ideolojik-teorik temelini ortaya koymuştur. Böylece kadın özgürlük mücadelesinin başarısının önünü sonuna kadar açmıştır. Kadın özgürlüğünün stratejisini, taktiğini ortaya koymuştur. Bu açıdan Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele vermek kadınların özgürlüğü için mücadele vermek olduğu gibi, tüm kadınların ahlaki, vicdani ve siyasi sorumluluğudur da. Hak, adalet ve eşitlikte her zaman hakkaniyetli ve vicdanlı olan kadınlar, Önder Apo’nun kadın özgürlük mücadelesine kattıklarını takdir ederek Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama mücadelesinde üstlerine düşen sorumlulukları yerine getireceklerdir. Özcesi bugün Önder Apo’nun özgürlüğü artık sadece Kürtlerin değil, tüm insanlığın görevi haline gelmiştir. Tarihte insanlığa hizmet eden peygamberlerin, filozofların, bilim insanlarının, siyasi ve toplumsal önderlerin insanlığa yaptığı büyük katkılardan birini de bugün Önder Apo yapmaktadır. Önder Apo kapitalizmin, ulus-devletin, pozitivist olgucu bilimciliğin, toplumsal işlevinden koparılmış dinciliğin, halklar arasında düşmanlık yaratan milliyetçiliğin, sadece kadın üzerinde egemenlik yaratan değil, bütün toplumun kölelik zincirleri içinde tutan cinsiyetçiliğin insanlık için, toplum için nasıl bir kötülük olduğunu ve alternatifinin nasıl geliştirileceğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle tüm insanlık açısından da Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlama zamanıdır. Önderlik Kürt halkına, Türkiye ve Ortadoğu halklarına, insanlığa, kadınlara bu kadar değer verip hizmet etmişse ve katkı sunuşsa o zaman tüm bu toplumsal kesimlerin de Önderliğin özgürlüğünü sağlama sorumluluğu bulunmaktadır. Kaldı ki, Önder Apo üzerinde uygulanan tecridin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Tecridin insanlık, toplum, hukuk ve vicdan karşıtı olduğu tüm insanlık tarafından görülmüştür. Özellikle 2018-2019’da zindanlardaki yoldaşlarımızın, Beyaz Tülbentli analarımızın öncülüğünde gelişen ve birçok yoldaşımızın şehit düştüğü direnişle birlikte tecridin sürdürülmesi zorlaştırılmıştır. Tecridin artık insanlık, hukuk ve vicdan dışı bir uygulama olduğu görülmüştür. Artık tecrit sürdürülemez, savunulamaz. CPT bile işkence sistemidir, demiş, tecridin kaldırılması gerektiğini söylemiştir. Tam da böyle bir ortamda Önderliğin fiziki özgürlüğünün zamanıdır. Nasıl ki işgali ortadan kaldırmak, faşizmi yıkmak ve demokrasiyi kurmak için koşullar uygunsa, aynı zamanda Önderliğin fiziki özgürlüğünün koşulları da fazlasıyla olgun hale gelmiştir. Bu yönüyle artık tecride son verme değil, Önderliğin özgürlüğü için mücadele edilmesi gerekir. Artık tecride son derken; zindan kapılarının kırılması haykırılacaktır ve Önder Apo’nun özgürlüğü istenecektir. Tecride son demek, yumuşatılmış tecritlerin gelmesini istemek ve kabul etmek değildir. Tecride son demek, zindan kapılarının açılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün savunulması demektir. Bu tüm insanlığın, hepimizin boyun borcudur. Bu yönüyle de ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi’ndeki özgürlüğün bir boyutu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. Bunun için her yerde işgale, faşizme, tecride karşı mücadele edilirken, demokrasi mücadelesi verilirken bu hamlenin bir boyutunun da Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama olduğu unutulmamalı, bu hedef ve istek tüm Kürdistan parçalarında ve dünyanın her tarafında diğer taleplerle birlikte mutlaka dile getirilmelidir. Bu hamle dört parçada Kürtlerin ortak mücadelesi olduğu gibi Kürdistan’ın bütün parçalarında tüm Kürt siyasi grupların, yurtseverlerin ortak mücadelesi de olmaktadır. Sadece herhangi bir parçadaki bir siyasi gücün değil, tüm siyasi güçlerin, tüm Kürt yurtseverlerinin, aydınların, yazarların, gençlerin ve kadınların mücadelesi olacaktır. Bu tek bir siyasi hareketin hamlesi değildir; tüm ulusun hamlesidir, tüm Kürt halkının ve tüm demokrasi güçlerinin hamlesidir. Bu açıdan herhangi bir siyasi güçle sınırlanan bir hamle olmamalıdır. Bütün demokrasi güçlerinin ve Kürt güçlerinin ittifakının hamlesi olarak gerçekleştirilmelidir. Böyle yaklaşılırsa, böyle bir ittifak politikası, taktik ve eylem çizgisi gerçekleştirilirse o zaman Kürdistan’ın tüm parçalarında, yurt dışında hamle güçlenir ve bir bütün olarak hamlenin başarısında önemli rol oynar. Bu yönüyle hamleyi herhangi bir siyasi güçle daraltmadan, Kürt halkını, tüm yurtsever ve demokrasi güçlerini içine almalı ve onların hamlesi haline getirmeliyiz. Türkiye’deki demokrasi güçleri ve tüm anti-faşist güçler açısından bu hamle tarihi bir fırsattır Öte yandan sadece Kürtlerin mücadelesiyle, ittifakıyla bu hamle başarıya ulaştırılamaz. AKP-MHP faşizmi sadece Kürtlere değil, tüm halklara, tüm demokrasi güçlerine, tüm farklı etnik, dinsel ve inanç topluluklarına düşmandır. Bu yönüyle Türkiye’de de bu hamle tüm demokrasi güçleriyle birlikte yürütülmelidir. Onlar da bu hamleye katılmalıdır, bu hamlenin parçası olmalıdırlar. AKP-MHP faşizmini yıkmak ve demokrasiyi kurmak onların da talebidir. Adaletin sağlanması onların da talebidir. Bu bakımdan faşizmi yıkmak, demokrasiyi kurmak, adaleti sağlamak etrafında Türkiye’de geniş bir mücadele cephesi ortaya çıkarıp özgürlüğün, demokrasinin, adaletin gerçekleşeceği bir Türkiye yaratılabilir. Bu yönüyle Türkiye’de en geniş kesimleri AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleye çekmek çok çok önemlidir. Türkiye’deki demokrasi güçleri ve tüm anti-faşist güçler açısından da bu hamle tarihi bir fırsattır. Kürtler bütünlüklü bir biçimde AKP-MHP faşizmine karşı mücadele ederken onların da bu mücadeleyi güçlendirmek için harekete geçip destek vermesi gerekir. AKP-MHP faşizmi yıkılacaksa tam da bu zamanda yıkılacaktır. O zaman AKP-MHP faşizmine karşı olan, bu faşizmi yıkmak isteyen herkesin bu dönemde mücadeleye katılması, bu hamleyi güçlendirmesi, bu temelde de faşizmin yıkılıp demokrasinin kurularak adaletin sağlandığı özgürlüklerin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Covid-19 özgürlük ve demokrasi mücadelesini, hamlelerimizi engelleyemez Kuşkusuz Türkiye’de demokrasi güçlerinin ittifakı önemlidir. Bunların mücadelesi de AKP-MHP faşizminin yıkılmasında önemli rol oynayacaktır. Zaten Türkiye’de kadınların önemli bir mücadelesi vardır. Kadınlar, AKP iktidarını önemli düzeyde sarsmışlardır. Demokrasi güçleri de bütün saldırılara rağmen direnmektedir. Faşizm de yoğun baskısıyla bu mücadeleyi engellemek istemektedir. Bu açıdan sadece legal demokratik siyaset yapan güçlerle bu mücadeleyi yürütmek yetersiz kalır. Legal demokratik siyasi güçlerin yanında meşruiyet zemininde mücadele eden, Türkiye’deki demokrasi birikiminin, geleneğinin çok önemli bileşenlerini bir araya getiren ve bu temelde Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni yaratan HBDH’nin mücadelesi de çok önemli olacaktır. Belki koşullar nedeniyle HBDH’nin bileşenleriyle kapsamlı tartışılarak bu hamle ilan edilmemiştir. Ancak onların talepleri, istemleri, onların mücadele anlayışları da dikkate alınarak bir hamle ortaya çıkarılmıştır. Hamlenin Türkiye’deki sloganı en geniş kesimleri mücadeleye katma, faşizme karşı mücadele eden en geniş kesimleri birleştirme temelinde belirlendiği için bu aynı zamanda HBDH’nin de hamlesidir. Sadece HBDH’yi değil, HBDH dışındaki farklı demokratik kesimleri de bu hamleye çekecek bir anlayış ve yaklaşımla hareket edilmiştir. Bu yönüyle bu hamle sadece KCK’nin başlattığı bir hamle değildir. Sadece HBDH’nin isteklerini karşılayan bir hamle de değildir. Aynı zamanda Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerinin isteklerini ve amaçlarını dile getiren bir hamledir. Bu yönüyle biz başta Halkların Birleşik Devrim Hareketi bileşenleri ve güçleri olmak üzere Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerini de böyle bir hamleye tüm imkanlarıyla katılmaya ve mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz. Kuşkusuz başta Türk devleti olmak üzere, çeşitli devlet güçleri, siyasi güçler, iktidar güçleri Koronavirüsü gerekçe göstererek bu mücadeleyi engellemeye ve zayıflatmaya çalışacaklardır. Halkın sokaklarda, meydanlarda yürüteceği mücadeleyi engellemek isteyeceklerdir. Çünkü; Koronavirüsü ortaya çıkaran kapitalist modernite, endüstriyalizm Koronavirüsten yararlanarak emekçilerin, halkların, ezilenlerin mücadelesini engellemektedir. Koronavirüsü, sömürünün ve baskının aracı haline getirmek istemektedirler. Bunu en somut olarak Türkiye’de görmekteyiz. Avrupa’da ve dünyanın başka ülkelerinde de Koronavirüs muhalif güçlerin, halkların mücadelesini engellemede bir gerekçe yapılmaktadır. Bu nedenle demokrasi güçleri, halklar egemenlerin Covid-19’u nasıl kendi çıkarlarına kullandığını, muhalifleri baskı altına alıp iktidarlarını sürdürme için nasıl bir fırsat haline getirdiklerini görmelidirler. Bu nedenle iktidar güçlerinin, egemen güçlerin, sömürücü güçlerin Covid-19’u vesile yaparak özgürlük ve demokrasi için mücadele edenleri engelleme oyunları boşa çıkarılmalıdır. Kapitalizmin merkezi ABD’de gençler, kadınlar, tüm toplum ayağa kalkarak Covid-19’un eylem kırıcı olarak kullanılmasını duruşlarıyla ezip geçerek bütün dünya halklarına, ezilenlerine örnek olmuşlardır. İnsanlık tarihi haksızlığa, zulme karşı en zor koşullarda mücadele etmiştir. Hiçbir zorluk halkları, toplumları zulme karşı mücadeleden alı koyamamıştır. Hem de binlerce, on binlerce ölümü göze alarak sokaklara, meydanlara dökülerek egemen ve faşist güçlerin saldırılarına göğüslerini siper ederek özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütmüşlerdir. Eğer bugün dünyada özgürlük ve demokrasi kavramı varsa, özgürlük ve demokrasi kavramı yükselen değer haline gelmişse, insanlık açısından özgürlük ve demokrasi değerleri önemli düzeyde kabul görülüyorsa bunda tarih boyu bütün zorluklara karşı göğüslerini geren ve yaşamını veren insanların büyük ve belirleyici etkisi, katkısı vardır. Covid-19 özgürlük ve demokrasi mücadelesini, hamlelerimizi engelleyemez. Aksine Covid-19’un varlığı faşist iktidarları devirmenin, alaşağı etmenin gerekçesidir. Covid-19’u halkların başına bela eden bu güçler bu virüsü zihniyetlerini, siyasetlerini ve sistemlerini yaşatma aracı yapamazlar. Aksine Covid-19’u ortaya çıkardıklarından dolayı hesap vermeleri gerekir. Bu virüsü insanlığın başına bela eden bu sistemin aşılması gerekir. Bu yönüyle Covid-19 ortamında Kürt halkı, dostları, emekçiler, kadınlar, gençler, herkes tedbirlerini alarak Covid-19 barikatlarını aşmalıdırlar. Covid-19’un mücadele ve eylem kırıcı rolü görmesini boşa çıkarmalıdırlar. Her mahalle, sokak eylem alanı haline gelmelidir. Faşizme karşı mücadele etmek, demokrasiyi geliştirmek ve özgürlüğü sağlamak sadece milyonların meydanlara dökülmesiyle olmaz; her sokak, her meydan eylem alanı haline getirilirse bu milyonların sokağa dökülmesi kadar etkili olur, iktidarı geriletir ve yenilgiye uğratır. Bu açıdan Covid-19 koşullarında da sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da ve Kürdistan’ın tüm parçalarında bu hamleye destek veren mücadelenin geliştirilmesi gerekir. Bu hamlenin başarılması için mücadelenin geliştirilmesi gerekir. Yoksa egemenlerin oyununa gelmiş oluruz. Covid-19’un muhalifleri ezme, eylem kırıcılığı yapma politikalarına destek vermiş ve kabul etmiş oluruz. Bu açıdan bu hamle sürecinde Covid-19 engelini gerekçe göstererek eylemleri engellemek isteyenlere karşı sağlam ve militan duruş gösterilip bu engelleri aşarak, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yükseltilmelidir. Avrupa’daki halkımız hamlenin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır Bu hamleye daha ilk günden itibaren büyük destekler sunulmuştur. Halkımız Kürdistan’ın tamamında hamleye destek veren tutumunu ortaya koymuştur. Avrupa sahası bütün hamlelerde ve Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelesinde olduğu gibi yine Kürt halkının ulusal birliğinin somutlaştığı ve mücadelesinin ortaklaştığı yer olarak bu hamle sürecinde de bütün Kürdistan’ı temsil eden, bu hamleye öncülük yapan konumunu sürdürecektir. Kürt halkı şu anda Avrupa’da ulusal birliği, ortak tutumu ve mücadeleyi sağlamıştır. Avrupa sahası zaten Kürt halkının özgürlük mücadelesi açısından böyle bir tarihi rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. Bu yönüyle bu hamle süresince Avrupa’daki halkımız da hamlenin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır. Zaten şimdiden bu rolü oynayacak eylemselliği, tutumu ve iradeyi ortaya koymuştur. Rojava ve Başûr’da işgale karşı Kürt siyasi güçleri, halkımız tutumunu ortaya koymuştur. Rojava’da halk her yerde ayaktadır. Bu açıktan açığa Rojava’da işgallerin sonlandırılacağı iradesinin ortaya konulmasıdır. İşgallere karşı açık tutumun ifadesidir. İşgallerin kabul edilmeyeceğinin gösterilmesidir. Çünkü halkımız da şunu görmüştü; işgaller esas olarak bizlerin yetersizliğimizden, yanlış politikalarımızdan ve bu temelde yeterli mücadele edemeyişimizden kaynaklanmıştır. Bu açıdan AKP-MHP iktidarının içerde ve dışarda en zayıf olduğu, işgallerinin de teşhir olduğu ve hiçbir meşruiyetinin kalmadığı bir dönemde mücadele edilirse işgallere son verilebilir. İşgallere son verme mücadelesi sadece işgal edilen yerleri kurtarmaz, Rojava Devrimi’nin ve Kuzey-Doğu Suriye’deki demokratik sistemin de güvencesi sağlanır. Şu açıktır, Rojava Devrimi tek başına sonuca ulaşamaz. Ancak Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadele geliştikçe Rojava Devrimi de gelişir ve güvenceye alınır. Bu yönüyle tüm parçada gelişen tecride, işgale karşı mücadele aynı zamanda Rojava’daki işgali sonlandırma mücadelesidir. Bu yönüyle bu hamleyle birlikte işgale karşı mücadele yeni bir aşamaya geçecek, yeni yol ve yöntemlerle, ittifaklarla bu işgale karşı mücadele yükseltilecektir. İşgal çok haksız ve gayri meşrudur. Artık tüm dünya tarafından kabul edilmeyen bir durumdur. Bu yönüyle meşruiyeti olmayan, kabul edilmeyen bir işgali yenilgiye uğratmak da direnildiği takdirde zor olmayacaktır. Bu açıdan bu hamle zamanı aynı zamanda Rojava için işgallere son verme hamlesinin başlatılma zamanıdır. Eğer böyle görülürse o zaman Rojava’da hamle başarıya ulaşır. Sadece kendi kazanımlarının, özgür ve demokratik sistemlerinin güvencesi yaratılmaz, aynı zamanda Kürdistan’ın tüm parçalarındaki mücadele güçlendirilerek bu temelde kendilerini daha güçlü hale getirmiş olurlar. Başûrê Kurdistan halkımız son yıllarda ulusal birlik ruhuyla meydanlara dökülmüştür. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî işgalinde de kararlı bir tutum ortaya koymuştur. Bu işgallerin aynı zamanda tüm Kürtlere yönelik bir saldırı olduğunu görmüştür. Bu işgale karşı ayağa kalkmanın aynı zamanda Başûrê Kurdistan’daki kazanımları da savunma direnişi olduğunu görmüş ve rollerini oynamaya çalışmışlardır. Bu hamlede de Başûrê Kurdistan halkımız rolünü oynayacaktır. Çünkü; Başûrê Kurdistan’a yönelik bir işgal saldırısı vardır. Başûrê Kurdistan’ın kazanımları ipotek altına alınmıştır. Başûrê Kurdistan Türk devletinin mandası haline getirilmiştir. Başûrê Kurdistan’ın tüm ekonomik kaynakları faşist Türk devletine peşkeş çekilmiştir. Kürdistan halkından çok Türk devleti bu kaynaklardan yararlanmaktadır. İşte bu nedenle Başûrê Kurdistan halkımız kazanımları ve Kürdistan’ı savunmak açısından işgale son verme hamlesine güçlü biçimde katılacaktır. İşgale son verme hamlesine katılarak hamle Kürdistan’ın tüm parçalarında güçlendirilmezse, işgale son verilip Kürdistan savunulamaz. Bu yönüyle Türk devletinin işgaline karşı Başûr’daki tüm siyasi partilerin, demokratik güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, tüm halkın bir araya gelmesi, ortak tutum koyması çok çok önemlidir. Kürdistan’ın dört bir yanında ve dünyada faşizme, tecride ve işgale karşı bir hamle başlatılmışsa Başûrê Kurdistan da bu fırsattan yararlanıp kendi hamlesini yaparak Kürdistan’daki işgali sonlandırmada çok önemli bir adım atmalıdır. Halk, işgale karşı mücadelesini geliştirmeli ve yükseltmelidir. Şu anda Başûr’un ihtiyacı olan esas mücadele hamlesi budur. Bu açıdan Kürt halkının ulusal birlik ruhuyla, duygusuyla tüm parçalarda geliştirilen bu mücadelenin etkin bir parçası olmalı, işgale karşı mücadeleyi yükseltmeli ve Kürdistan’ı savunmalıdır. İşgale karşı mücadele Kürdistan’da tüm sorunları yaratan Türk devleti ve onun işbirlikçisi KDP’ye karşı mücadeledir. Kürdistan’daki tüm sorunların kaynağı Türk devletidir. Siyasi, ekonomik ve kültürel sorunların kaynağı da Türk devletidir. Bu açıdan işgale son, Kürdistan’ı savunma hamlesiyle Kürdistan’da sorunları yaratan güçler de etkisizleştirilecektir. Çünkü; bu işgale yol veren KDP’dir. İşgali kendi iktidarı için kullanan KDP’dir. Bu bakımdan işgale son verildiğinde KDP’nin bu oyunu, Türk devleti ve işgalini kendisini ayakta tutmak için kullanan bu kirli yöntemi de boşa çıkarılmış ve yenilgiye uğratılmış olacaktır. Bu da Kürdistan’ı savunma, ipotekten ve mandadan kurtarma hamlesi olacaktır. Rojhilatê Kurdistan da bu hamlenin önemli parçası olacaktır. İdamı sonlandırma, halkların kardeşliğine dayalı bir demokratik sistem kurma şu anda sadece Rojhilatê Kurdistan halkının değil, tüm İran halklarının özlemi ve çıkarınadır. Tarih boyu İran’da halklar kardeşçe yaşamıştır. Ancak son yüz yılda milliyetçiliğin etkisiyle İran tarihinde halkların kardeşliğine dayanan siyasi anlayış zehirlenmiştir. Milliyetçilik fitnesi İran’a da girmiştir. Bu yönüyle İran’da halkların kardeşliğine dayalı demokrasi kurmak, demokratik zihniyeti geliştirmek çok çok önemlidir. Bugün İran’da herkesin, bütün toplumsal kesimlerin, halkın en fazla rahatsız olduğu konu idamdır. İdamlar artık İran halkı için bir travmadır. Meydanlarda insanların idam edilmesi ve halka gösterilmesi halk için travmadır, psikolojisinin bozulmasıdır. Sağlıklı bir toplum gerçeğinden uzak hale gelmesidir. Dolayısıyla sadece siyasi açıdan değil, toplumsal, kültürel, ahlaki ve vicdani açıdan da bu idamların kaldırılması gerekir. İran halkının yüzde 90’ı bu idamlara karşıdır. İdama son verme anlayışı içinde çok geniş halk kesimlerinin bir araya gelmesi gündeme gelebilir. Bu talep bütün halkları, demokrasi güçlerini birleştirir. Artık idamla korkutma, bununla siyaseti tehdit etmeye son verip, demokratik siyasi anlayışla, halkların kardeşliği anlayışıyla İran’da yeni bir dönemin başlatılması gerekiyor. Kuşkusuz İran’daki değişimin Avrupa’daki ya da başka bir yerdeki değişimin benzeri olması beklenmemelidir. İran tarihine, toplumsal gerçeğine dayanan bir zihniyetle İran’da bir değişimin yaratılması gerekiyor. Batı, Avrupa, ABD anlayışıyla, oryantalist ve işbirlikçi anlayışla İran’da halkların özlemi olan kardeşlik ve demokratik anlayış yaratılamaz. Bu açıdan idama son verme etrafında tüm İran halkları, demokrasi güçleri birleşebilir. Bu temelde de iç dinamiklerle mevcut İran rejiminin yanlış politikaları aşılır. İran’da demokratikleşme, halkların kardeşliğine dayalı bir demokratik ve özgürlük sistemi kurulur. İran halkının böyle bir gücü vardır. Bu halk dün nasıl ki zulüm ve baskı yapan Şah’ı devirdiyse, zulme, baskıya, adaletsizliğe karşı çıkan bu halk ortaya çıkan haksızlıklara, adaletsizliklere, eşitsizliklere ve idama karşı çıkarak İran’ın tarihine yakışır biçimde halkların kardeşliğine dayalı bir demokratik sistem kurabilir. Rojhilatê Kurdistan ve tüm İran halkları Kürdistan genelinde yürüttüğümüz bu hamleden güç alarak kendi mücadelelerini de yükseltmesine zemin, fırsat ve imkan bulacaklardır. Bu hamle bir heyecan yaratmıştır. Destekler arka arkaya gelmiştir. Bu hamle bütünlüklü yürütülürse, her parça bu hamledeki rolünü oynarsa, bu hamleyi yürütürken ulusal birlik zihniyetiyle hareket edilirse, Önderliğin fiziki özgürlüğünün Kürdistan halkı için çok önemli olduğu bilinciyle mücadele geliştirilirse, Türk devletinin soykırımcı sistemine karşı faşizmi yıkıp özgürlüğü elde etme zamanın geldiği anlaşılırsa ve işgallere son vermeden başka işgallerin önlenemeyeceğinin bilincine varılırsa biz inanıyoruz ki, Kürdistan’ın dört bir yanında, Avrupa’da ve dünyada bu hamle büyük bir coşkuyla yürütülecek, geliştirilecek ve hamlenin amacı olan tecride, işgale, faşizme son verme ve özgürlüğü kazanma gerçekleştirilecektir. Bu bakımdan Özgür Önderlikle Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye ve Demokratik Ortadoğu’nun yakın olduğuna inanıyor, bu temelde tüm mücadele yürütenleri saygıyla selamlıyor, üstün başarılar diliyoruz. | ||
© 2021 Serxwebûn |