Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
“Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” Hamlesiyle Kazanacağız!Îlon 2020
Duran Kalkan Mücadele tarihimiz tüm yönleriyle göstermiştir ki, bütün başarıların temelinde partileşme düzeyimiz bulunmaktadır. İdeolojik doğrultuda sağlanan netlik, bunun ruhsal ve düşünsel derinliği mücadelenin her alanında başarı getirecek olan üslup, tarz ve tempoya kavuşmamızı sağlıyor. Bu konuda yanılgıya yer vermeden kendimizi sürecin gerektirdiği parti kişiliğine ve duruşuna kavuşturduğumuzda Hareketimizin başlattığı özgürlük hamlesini, düşmanı kahredecek ve zaferi kesinleştirecek düzeyde ilerletmemiz mümkün olacaktır. Partileşme çabası sadece kişisel ya da kişilikte gelişme sağlamakla ilgili bir çaba değildir. Hem kadro şahsında zafer yaratacak militan gerçekliğini sağlamak hem de kolektif parti mücadelesini yürütmek, bir de buna bağlı olarak pratikte çizgi mücadelesini her alanda en örgütlü tarzda, disiplin içinde, zengin yöntem ve araçlarla sürdürmek partileşme mücadelesinin bütünlüğünü oluşturmaktadır. Mücadelenin her alanında, koşulları en yaratıcı tarzda değerlendirerek askeri, siyasi, toplumsal, ideolojik çalışmaları bir arada ve bir bütünlük içinde yürütmeyi başarmak Partimizin özgün yanını oluşturmaktadır. Önderlik tarzı, parti mücadelesinde bütünlüklü bir tarzın ve kültürün oluşmasını sağlamıştır. Başarı düzeyimiz de her zaman bunu doğru uyguladığımız ölçüde olmuştur. Bu süreçte de düşmanın tüm saldırıları Partinin bütünlüklü ve çok yönlü mücadelesiyle karşılanmıştır. Partinin sürece verdiği yanıt bu temelde olmuştur. Sağlanan başarı ve gelişmelerin temelinde bu gerçeklik bulunmaktadır. Bunun yeterince kavranması her yerde özgürlük hamlesine doğru ve yetkince katılmanın en temel şartıdır. Gerçekten de olağanüstünün de ötesinde ağır koşullarda, her gün ve her anda büyük mücadelelerin, çatışmaların yaşandığı bir dönemde parti çalışmalarının tüm boyutlarıyla yürütülüyor olması anlamlıdır. Öncelikle bu mücadeleyi, yaşanan savaş ve çatışmaları anı anına beyninde ve yüreğinde hisseden parti kadroları, bulundukları her alanda çalışmalarını en yaratıcı tarzda sürdürmeyi esas almışlardır. Bahar başından, içinde bulunduğumuz sonbahar dönemine dek yaşanan pratik büyük derslerle dolu olmuştur; hem savaş açısından yeniden yapılanmanın sonuçları önemli ölçüde açığa çıkmış hem de partileşme mücadelesi sürekliliğini sağlamıştır. Bunlar birbirinden kopuk değildir. Parti çizgisini her alanda hâkim kılmak ve bununla birlikte kadro çalışmalarının sürekliliğini sağlamak önemli bir başarı düzeyini açığa çıkarmıştır. Özcesi; savaş içerisinde partileşme mücadelesi hızından hiçbir şey kaybetmeden sürdürülmüş ve esas başarı da bu temelde ortaya çıkmıştır. Önderlik gerçeğini doğru ve yeterli bir biçimde anlamak sürece doğru temelde katılmanın ilk şartıdır Faşist-soykırımcı düşmanın bütün iddiası bizim bu tür çalışmaları yapamayacağımız, bunların önünde engel oluşturacakları yönündeydi. Bunu her gün, her an açıktan da söylediler, saldırılarıyla da sürekli hissettirdiler, bunu gerçekleştirmek için bütün güçlerini, iç ve dış imkânlarını da seferber ettiler. Fakat sonuç ortadadır. Tüm bu saldırılara rağmen hareket ve halk olarak dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında tarihi özgürlük direnişimizi Önderlik ve şehitler çizgisinde başarıyla yürütmeyi bildik. Bütün çalışmalarımızı bu saldırıları kırmak, boşa çıkarmak, Özgürlük Mücadelemizi daha çok geliştirip zafere götürmek hedefiyle yürüttük. Hiçbir çalışmamız aksamadı, durmadı, hatta devrimci mücadele ve faaliyetler daha da geliştirilerek ve yaygınlaştırılarak sürdürüldü. Bunun kanıtı kentte, ovada, cephelerde her gün yaşanan savaştır, çatışmalardır, açığa çıkan büyük direniş ruhudur. Sokakları, meydanları bir an bile boş bırakmayan halkımızın, dostlarımızın, kadın ve gençlerin yürüyüşleridir, özgürlük haykırışlarıdır. Heftanîn başta olmak üzere yürütülen kahramanca direniş ve ideolojik temelde yürütülen partileşme çalışmaları özgürlük hamlesinin başlatılmasına temel olmuştur. Ulaşılan yüksek direniş ruhu, Önderlik ve Parti çizgimizde sağlanan gelişme hiç kuşkusuz doğru tarz, üslup ve tempoyla Hareketimizin başlattığı ‘Tecride, İşgale ve Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesini zafere taşıyacaktır. Parti ve kadro yapımızda sürece çok güçlü katılma ve zafer yaratma isteği ve iddiası gelişmiştir. Önderlik gerçeğini her boyutta doğru ve yeterli bir biçimde anlamak sürece doğru temelde katılmanın ilk şartıdır. Önderlik gerçeğini daha doğru ve tam anlama, bu konudaki yanılgılarımızdan kendimizi kurtarma çabası aynı zamanda düşmanı yenmenin, zafere ulaşmanın perspektifi olmaktadır. Başarıyı başka yerde aramak yanılgıdır. Partimizin, Önderliğimizin yarım yüzyıla yaklaşan büyük devrimci pratiğinin zengin derslerini çıkarmak ve bu temelde kendini donanımlı hale getirmek en sonuç alıcı çalışmadır. Bahar ve yaz dönemini bu inanç temelinde karşıladık. Direniş bu temelde gelişti, büyüdü; yeni bir hamle sürecine bu sayede ulaştık. Partileşme, gerillalaşma temelinde, kadın ve gençlik mücadelesi temelinde, hazine değerindeki zengin mücadele birikimimizin derslerini doğru bir biçimde açığa çıkartıp özümsemeye, hata ve eksikliklerimizi düzelterek yeni mücadele sürecine taşımaya çalıştık. Yoğun savaş pratiğiyle birlikte her alanda partileşme tartışmaları ve yoğunlaşmaları sağlandı. En zorlu koşullarda bile bu çalışmalar aksatılmadan yürütülmüşse hiçbir alan kendini bunun dışında tutamaz; koşullarının elverişli olmadığını iddia edip partileşme çalışmalarının önüne gerekçe çıkaramaz. Bu gerçeklik tüm boyutlarıyla kanıtlanmıştır. “Yürürken düşünmek, düşünürken yapmak” bir Önderlik tarzı olarak uygulandığında sonuç alınabildiğini gördük. Bu temelde alan pratiklerini yoğunca tartışıp pratiğe daha güçlü nasıl yöneleceğimizi belirledik. Kendimize güvenmemiz ve inanmamız gerekiyor Özellikle son on yıllık Devrimci Halk Savaşı Stratejisi çerçevesinde yürüttüğümüz direnişin, faaliyetlerin irdelemesini yaptık. Bir bütün Uluslararası Komplo’ya karşı mücadeleyi, paradigma değişimini ve yeni paradigma temelinde gerçekleştirdiğimiz yenilenme ve yeniden yapılanma, pratikleşme düzeylerini tartıştık. Pratik duruşumuzun, mücadelemizin bütünlüklü ve ayrıntılı bir anatomisini çıkarttık. Hiçbir kaygıya, endişeye yer vermeden, bütün açıklığıyla yürütülen kahramanca mücadeleyi, sağlanan gelişmeleri ortaya çıkardığımız gibi, bu konuda hareket olarak, onun yönetimi, kadroları olarak yaşadığımız hataları, yetersizlikleri de bütün açıklığıyla ortaya koyduk. Nedenlerini ve sonuçlarını sorgulamaya çalıştık. Böylece geçmiş pratikte her bir arkadaşın yaşadığı hata ve eksiklikleri açığa çıkartıp mahkûm ettik. Onun yerine doğru, Apocu fedai militan, profesyonel devrimci kişiliğin nasıl olması gerektiğini zihniyet olarak, anlayış olarak, ideolojik-politik kavrayış olarak, tarz, üslup, tempo olarak nasıl olması gerektiğini ortaya koyduk. Bir bütün Önderlik, Parti ve şehitler çizgisinde eleştirel, özeleştirel bir sorgulamayla Hareketin hata ve eksikliklerini bulup nasıl aştırtacağımızın cevabını ortaya çıkardık, hem de bireysel düzeyde bütün hatalarımızı, yetersizliklerimizi, eskiye ait olan yanlarımızı ortaya çıkartıp mahkûm ettik. Yeni bir duruşa kavuştuk, yeni sürecin fedai, militan, devrimci özellikleriyle kendimizi donattık. Hamle kararı ve pratikleşmesine bu şekilde ulaştık. İnanıyoruz ki tüm alanlardaki yoldaşlar gerilla alanlarındaki tecrübelerle ulaşılan sonuçları daha da derinleştirerek her yerde pratikleştireceklerdir. Bu sonuçlar, Partileşme, gerillalaşma, demokratik uluslaşma mücadelemizin hamle yapmasına hizmet edecektir. Önderlik ve Parti çizgisinde gereken düzeltmelerin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Başlatılan özgürlüğü kazanma hamlemizin zafer öncülüğünü yapacak olan kadro gerçekliği bu temelde her alanda açığa çıkacaktır. Eğer biz kendimize engel oluşturmasak böyle bir devrimci militanlığın gerçekleştirilmesi önünde gerçekten herhangi bir engel yoktur. Bu çerçevede kendimize güvenmemiz, inanmamız gerekiyor. Cesaret ve fedakârlığımızı daha çok geliştirmemiz, iddia ve irademizi daha güçlü kılmamız gerekiyor. Bunları sağlarsak başarılı oluruz. Bizi başarıdan alıkoyacak, zayıf düşürecek hiçbir gerekçe olamaz. Neden? Çünkü esas olarak yarım asırlık Önderlik ve Parti pratiğinin irdelenmesinden bu sonucu çıkartıyoruz. Yanılgılarla dolu olduğumuz gerçeğini görmemiz, bu temelde kendimizi hızla değişime tabi tutmamız başarı için ön şarttır. Başka bir şeye ihtiyacımız yok. Şekillendirilmiş zihniyet kalıplarımız, duygu ve düşüncelerimiz, davranış alışkanlıklarımız var Önderlik savunmaları sayesinde bugüne dek en basitinden en karmaşığına kadar birçok alanda çok ciddi ve değişik yanılgılar yaşadığımızı yeterince açığa çıkardık. Anlama ve kavrama düzeyinde kapalı, dar, tutucu olduğumuzu, düzenden edindiğimiz anlayış ve özelliklere sıkı sıkıya sarıldığımızı, onları aşma, değiştirme, dönüştürme gücünü, iradesini pratikte yeterli düzeyde gösteremediğimizi gördük. Yine, öngörüde zayıflık, iradede yetersizlik, karar vermede zayıf ve geç kalma, tarzda darlık, tekrar, üslupta kazandırıcı olamama, tempoda zayıflık biçiminde çok çeşitli hatalar ve eksiklikler yaşadığımızı gördük. Fakat bunlar gerçekten nereden kaynaklandı? Önderlik gerçeğini doğru, tam anlama ve özümsemedeki zayıflığımızdan, uygulanmasının başarısına inancımızın azlığından kaynaklandı. Belki çok ağır ama ifade etmemiz gerekiyor. Ne gücümüz az, ne cesaretimiz ve fedakârlığımız yetersiz, ne de hiçbir şey anlamayan insanlarız. Pratikteki yetersizlikler, zayıflıklar bunlardan kaynaklanmıyor. Bazı tartışmalarda sanki buradan kaynaklanıyormuş gibi bir sonuç çıkıyor. Bu kesinlikle doğru değil. Peki, neden kaynaklanıyor? Kendimize göre anlayışlarımız var. Doğup büyüdüğümüz ortamların bize kazandırdığı, onların amacına hizmet eden alışkanlıklarımız var. Şekillendirilmiş zihniyet kalıplarımız, duygu ve düşüncelerimiz, davranış alışkanlıklarımız var. Bunları aşmakta, bunlara karşı mücadele etmekte, bunları mahkûm edip yerine Parti doğrularını geçirecek ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütmekte, sınıf ve cins mücadelesi yürütmekte zayıf, yetersiz kalıyoruz. Asıl mesele budur. Başarının böyle bir mücadeleden geçtiğini, başarılı olmak istiyorsak bu temelde bir zihniyet ve kişilik devrimi geliştirmemiz gerektiğini bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Kim ki derse bilmiyoruz doğru söylememiş olur. Biliyoruz, fakat bildiğimiz halde yaşamda gereklerini tam, doğru ve yeterli bir biçimde yerine getirmiyoruz. Eski kalıpları, anlayış ve davranış özelliklerini aşma gücünü gösteremiyoruz. Onları aştırtacak bir mücadele gücünü ortaya koymuyoruz. Kapitalist modernite sisteminin, liberal küçük burjuva özelliklerinin üzerimizdeki etkilerini, yaşamın her anında bize yönelttiği saldırıları göğüsleme, kırma, doğru temellerde aşma gücünü gösteremiyoruz. Çok çeşitli gerekçelerle kendimizi kandırarak, oyalayarak böyle başarılı bir çizgi mücadelesinden kendimizi alıkoyuyoruz, kendimizi yanıltıyoruz. Sonuçta doğru ve yeterli mücadele etmeyen, dolayısıyla başarılı olamayan, sonuç alamayan bir kişilik duruşu ortaya çıkıyor. Sonuç almaya odaklanmış kişilik böyle olmaz. Bu kadar kendine göre olan, zayıf duruşlarla sürecin gereklerinin yapılamayacağı yeterince anlaşılmıştır. O halde değişim-dönüşüm iradesini Parti çizgisinde sonuç alıncaya dek ilerletmek, düşmanı yenecek mücadeleyi açığa çıkartmak için özeleştiride derinleşmeyi bilmemiz gerekiyor. Önderlik çizgisinin pratikleşebileceğine inanmalıyız Düşmanın kazandırdığı kişiliği yıkmak, onun düşünce, ruh ve davranış kalıplarından tümüyle arınmak ve bu temelde köklü bir değişim sağlamak basit bir mücadele işi değildir. Her şeyden önce bu dersi çıkarmamız lazım. Zordur ama başarılamaz ve gerçekleştirilemez de değildir. O halde zor da olsa böyle bir mücadelenin başarılı yürütüleceğine inanmamız lazım. İnanç ve bilinç, değişim iradesi güçlü olmayınca kalıplarımızı kıramıyoruz, anlık gelişmelere hızla yanıt oluşturamıyoruz. Bunları yapacak, bu temelde kendini doğruya çekecek mücadele yol-yöntemlerini kendimizde geliştiremiyoruz. Örgütlü, donanımlı kılamıyoruz. Dışımızdan, verili sistemden, mevcut düzenden çok fazla etkileniyoruz. Sonuç olarak “Mademki dünya böyle, niye biz de böyle olmayalım, niye böyle bir dünyada bizim de başkaları gibi yerimiz olmasın” arayışına, anlayışına kapılıyoruz. Verili olan, dışta gördüğümüz dünyayı doğru anlama ve aşma gücünü gösteremiyoruz. Bu dünyanın yıkılacağına, aşılacağına, yeni dünyaların yaratılacağına, yeni yaşamların olacağına, en genel olarak özgürlük biçiminde tanımladığımız bir yaşama ulaşılacağına dair güçlü bir inanç ve istek beynimizde ve yüreğimizde oluşturamıyoruz. Önderlik çizgisinin, ideolojisinin, teorisinin, felsefesinin, Önder Apo’nun ortaya koyduğu yaşam tarzının bizler ve toplumlar için günümüz dünyasında gerçekleştirilebilir olacağına tam inanamıyoruz. Kendimizi bunu gerçekleştirecek bir güçte göremiyoruz. İnancımız zayıf, gücümüz sınırlıdır. Bu da kavrayışımızın darlığından, zayıflığından, yüzeyselliğinden ileri gelmektedir. Yani verili anlayış ve davranış kalıplarını aşma bilincini, iradesini, gücünü gösterememekten kaynaklanıyor. Kuşkusuz bilmeden hatalar yapıyoruz, yanılgılarımız oluyor. Olay ve olguları değerlendirirken hata yapıp yanlış kararlara gidebiliyoruz. Ama çoğunlukla da yanlış tercihler yapıyoruz. Fakat her şey bilmeden, yanılarak olmuyor. Yanlışı tercih ederek de bu sonuçları ortaya çıkartıyoruz. Bu da şunu gösteriyor: Önderlik gerçeği, Önderlik çizgisi doğru ve tam anlaşılamıyor, onun uygulanabilirliğine, bu temelde bir toplum ve birey yaşamı olabileceğine dair güçlü inancımız oluşmuyor. Bunu aşmamız lazım. Doğru anlamamız gerekli. Önderlik gerçeğini, Önderlik çizgisini tam anlamak gerekli. Anlayabilmek, özümseyebilmek için de sürekli çaba harcamalıyız, araştırmalıyız, incelemeliyiz. Kendimizi eğitmeliyiz. Fakat daha çok da bunun gerçek yaşam olduğuna, pratikleşebileceğine, hem de anı anına pratikleşebileceğine inanmalıyız. Kuşkusuz bu pratikleşme kendiliğinden, bir anda, kolay bir biçimde olmayacak. Zorlu bir mücadeleyi gerektirecek. İrade, cesaret ve fedakârlık isteyecek. Ancak böyle bir mücadeleci tutum gösterildiğinde hayat bulacak, gerçekleşecektir. Günümüz dünyasında özgür yaşam peşinde koşmak kolay değildir, zordur. İktidar ve devlet sistemi kendi dışında bir yaşamın var olmasına asla fırsat vermek istemiyor. Onu daha doğuş aşamasındayken boğmayı, yok etmeyi öngörüyor ve bu temelde saldırıyor. Bu da bir gerçek. Fakat bütün bunlara rağmen mevcut kapitalist modernite sistemi, küresel sermaye düzeni, beş bin yıllık erkek egemen zihniyet ve siyasetine dayalı iktidar ve devlet sistemi aşılamaz değildir, yenilmez ve yıkılmaz değildir. Alternatif yaşam bu dünyada kesinlikle geliştirilebilir. Kendinde devrim gerçekleştiremeyenler toplumsal devrime öncülük edemezler Nereden bakarsak bakalım, mevcut düzenin oldukça çürümüş, birçok bakımdan çözülmüş, derin çelişkiler içerisinde çıkmazı yaşayan bir kriz-kaos düzeni olduğunu görüyoruz. Son dönemde küresel düzeyde yaşanan gelişmeler de bunu açıkça göstermiştir. İnsanlık kapitalist sistemin tüm çirkinlikleriyle açıkça yüz yüze kalmış ve alternatif arayışları güçlenmiştir. Bütün bunlar hem bu düzene karşı mücadele imkânı ve fırsatı veriyor hem de doğru mücadele edilirse mevcut düzenin aşılabileceğini, alternatif bir özgür yaşam ve demokratik toplum gerçeğinin ortaya çıkartılabileceğini bize gösteriyor. Bunu görüp anlamamız lazım. Böyle bir gelişmenin olacağına derinden inanmamız gerekli. Bu çerçevede Önder Apo’nun ortaya koyduğu teorik düşüncelerin doğruluğuna inanıp anlamaya çalışmamız, ideolojik-politik çizginin günümüzde uygulanabilirliğine inanmamız lazım. Bunları gerçekleştirebilmek için de Apocu tarz, üslup ve tempoyla donanmamız gerekiyor. İşte burada zayıflık var. Bütün bunları doğru ve bütünlüklü anlamada zayıflık var. Dolayısıyla eski anlayış ve davranış kalıplarını kırmada zayıflık var. Sonuçta bir inanç ve iddia zayıflığı ortaya çıkıyor. Bunu anlamak ve üzerine yürümek gerekir. Yani Önder Apo’nun ortaya koyduğu alternatif yaşamın, özgür bireyin, demokratik toplum gerçeğinin olabileceğine dair inançta, umutta zayıflık var. Kuşkusuz bir yönüyle olmasını istiyoruz. Buna tam karşıt değiliz. ‘Olsa iyidir!’ diyoruz. Fakat ‘nasıl olur’u gündeme geldiğinde umudumuz, inancımız, irademiz zayıf, yetersiz kalıyor. Mevcut iktidarcı-devletçi sistem gerçeği beynimizde ve yüreğimizde çok daha baskın bir etki yapmış durumda. Onları aşma, onların aşılabileceğine inanma, alternatifi yaratıp koruyacağımıza dair kendi öz gücüne inanç ve güven geliştirmede zayıf kalıyoruz, zorlanıyoruz. Başka yerlerde başka nedenler aramamak lazım. Bu şekilde yaklaşırsak tüm gerekçelerden kurtulmamız mümkün olabilir. Her alanda bütün açıklığı ve derinliğiyle yürütmeye çalıştığımız tartışmalar bize bu gerçekliği net bir biçimde göstermiştir. O halde zor da olsa, acı da verse bu gerçeği anlamamız, kabullenmemiz lazım. Fakat bu durumu değiştirecek alternatif, özgür yaşam, demokratik toplum düzenini geliştirme inancını, bilincini ve iradesini de kendimizde yaratmalıyız. Kişilik devrimi yapmak bununla mümkün oluyor. Zihniyet ve vicdan devrimi böyle gerçekleşiyor. Başka türlü kendimizi yenileyemeyiz, eğitip dönüştüremeyiz; devrimi kendimizde gerçekleştiremeyiz. Kendinde devrim gerçekleştiremeyenler de toplumsal devrime öncülük edemezler. Devrim için toplumu eğitemezler, örgütleyemezler, işleri başarıyla yönetemezler. Dolayısıyla doğru tarzı, üslubu, yeterli tempoyu geliştiremezler. Çok fazla hata ve eksiklik gösterirler. Çaba harcasalar da sonuç hamalvari olur. Başarı getirmez. Kendini yaşatmaya bile imkân vermez, işin özü, esası, gerçeği budur. Yürütülen çok yönlü tartışmalarla neden böyle kaldığımızı da sorguladık. Bunların aşılabileceğini açığa çıkardık. Nasıl aşılabileceğini, aşma yol ve yöntemlerini belirledik. Kadro çalışmalarında böyle bir kararlılık, irade, iddia ortaya çıkardık. İnanıyoruz ki buradan geri dönüş olmaz. Bu gerçeklik unutulmaz. Bu kavrayıştan geriye düşme, çark etme yaşanmaz. Tersine bu bilinç, irade, kararlılık, pratik mücadele içerisinde sürekli kılınır ve daha da geliştirilir. Dahası tüm yoldaşlara, tüm Parti ortamımıza taşırılır, yayılır. Böylece kendi yanlış ve yanılgılarından kurtulan, kendini düzelten, dolayısıyla devrimci pratiğe başarıyla öncülük eden bir Parti gerçeğimiz, gerilla öncülüğümüz, kadın ve gençlik mücadelemiz ortaya çıkar. Bu konuda herhangi bir yanılgı yaşamamak gerektiğini, bir kere daha altını çizerek belirtiyoruz. Tüm alan pratiklerine dair yürüttüğümüz tartışmalar, ideolojik mücadeleden, toplumsal, politik, askeri mücadelelere kadar geliştirdiğimiz pratiklerin eleştirel-özeleştirel irdelenmesinden bu sonuçlara vardık. Bu önemli bir sonuçtur. Dar-pratikçi anlayışla daha fazla yürünemez “Ben kabul etmem” dememek lazım. Geçmişte çok fazla böyle yaklaştık. ‘Ben inancımı sorgulatmam’ gibi basit, biraz da kabadayıca denilebilen bir yaklaşımın, tutumun sahibi olduk. Bu tutum bize hiçbir şey kazandırmadı. Tersine kaybettirdi. İster sorgulat, ister sorgulatma gerçek öyle olduktan sonra söz konusu tutum hakikatten kaçmaktan ve eskiyi sürdürmekten başka bir sonuç vermez. O nedenle doğru yaklaşmalıyız, açık olmalıyız, çözümleyici davranmalıyız, sorunları ortaya doğru koymalıyız. Hata ve eksiklikleri, onların nedenlerini doğru anlamalı ve onları Önderlik ve Parti çizgisi temelinde aşma gücünü göstermeliyiz. Böyle bir mücadeleyi kesinlikle yürütmeliyiz. Başarının yolu buradan geçiyor. Böyle yaklaşanlar büyük devrimci öncüler olarak ortaya çıkıyorlar. Tarihi eylemler gerçekleştiriyorlar. Önderlik çizgisinin başarılı uygulayıcısı oluyorlar. Bunların tüm alanlara taşırılması gerektiği ortadadır. Pratik alan eğer düşünsel çözümlemeler temelinde karşılanmaz, pratikle birlikte sürekli bir arayış, eğitim, sorgulama yapılmazsa çok fazla insanı daraltıyor, yüzeyselleştiriyor, gerçeklerden uzaklaştırıyor. Birçok gerekçeye sığınmayı getiriyor. Kısaca geri çekiyor, iyice daraltıyor. Bu bakımdan dar, yüzeysel, sınırlı pratikleşen, ürkek, geriye çeken bir pratik duruş, mücadele alanlarında öne çıkıyor. Pratik değerlendirmeler bize bunu açık biçimde göstermiştir. O halde hatayı, eksikliği ve bunların nedenlerini gördük, nasıl aşacağımızı öğrendik diyebiliriz. Bunları her alandaki pratikte de gerçekleştirebilmeliyiz. Her bir arkadaş bulunduğu alanda bu temelde yeterli düzeyde tartışabilmeli, bu temelde yenilenmeyi, değişimi esas almalı, bu gücü, etkinliği gösterebilmelidir. Alan pratiklerini bu temelde değerlendirip yeniden planlayan, yapılandıran bir düzeye getirmeliyiz. Alanlarda pratik yürüten yoldaşların yaşadıkları darlıkları, yüzeysellikleri aştırtacak bir etkileme, eğitme gücünü her bir arkadaş gösterebilmelidir. Önderlik ve Parti çizgisinde bir düzeltme ve pratiği başarıyla geliştirme öncülüğü haline kendini getirebilmelidir. Başaran devrimci militanlık bu temelde ortaya çıkar. İçinde bulunduğumuz hamle sürecinin başaran öncülüğü böyle gerçekleştirilir. Bunun dışında başka bir yol yok. Bütün arkadaşların bunları bilmesi gerekir. Dar-pratikçi anlayışla daha fazla yürünemez. Bunun tersi yani soyut ve üstte kalan küçük burjuva yaklaşımlarıyla da sürece yanıt olunamaz. Dikkat edilirse bunlar uygulama işleridir. Pratik çalışmalardır. Zamanında ve yerinde olur. Her militan bulunduğu yerde ideolojik, siyasi, askeri mücadeleyi, gelişmeleri her zaman bu temelde değerlendirmeye tabi tutar. Düşmanı çözer, ortamı değerlendirir, kendi gücüne bakar, doğrunun ne olduğunu, yapılması gerekenin neler olması gerektiğini ortaya çıkartır, belirler, kararlaştırır, nasıl yapacağını planlar, gücünü örgütler ve pratikleştirir. Bunu da sürekli kılar. Yani genel çerçevede neleri, nerede, nasıl yapacağımızı tanımlayabiliriz ama günlük uygulaması devrimci militanın yaratıcılığının, dehasının ve pratik tarzının ürünü olarak gerçekleşir, ortaya çıkar. Onu önceden belirleyemeyiz, o bir yerden belirlenemez. Herkes, her devrimci kendisi yapar. O nedenle günlük, her an pratiğimizi sorgulayabilmeli, neyi sürdürmemiz gerektiğini, neyi nasıl değiştirmemiz gerektiğini belirleyip ideolojik derinlikle birlikte yürütebilmeliyiz. Değerlendirmeleri sürekli yapmamız gerekiyor, onları bir sefer yapıp da oraya sığınmamamız gerekiyor. Bu konuda tüm arkadaşların yaratıcı ve çözümleyici bir düşünce gücünü gösterebilmesi gerekli. Sistemi aşma, alternatif bir sistem geliştirme imkânı, fırsatı var Hareket ve halk olarak çok yoğun, çok karmaşık, çok zengin yöntemler içeren büyük bir mücadele içindeyiz. Üçüncü Dünya Savaşı Ortadoğu’nun her tarafına yayılmış olarak şiddetli bir şekilde sürüyor. Doğu Akdeniz’den Kuzey Afrika’ya, Körfez’den Kafkasya’ya, Karadeniz’e kadar Ortadoğu’nun bütün temel bölgeleri yoğun bir çelişki ve çatışma odağı olma özelliğini sürdürüyor. Irak, Suriye, Kürdistan gibi merkez olan alanlar zaten en yoğun savaşa sahne oluyor. Bunları günlük olarak görüyor, yaşıyoruz. İktidar ve devlet sisteminin krizi, kaosu derinleşerek sürüyor. Bölgenin hepsine yayılmış durumda. Dünyayı tamamen etkisi altına almış bulunuyor. Bunun devam edeceği de görülüyor. Günlük çelişki ve çatışmaları daha somut olarak ele alıp anlamaya çalıştığımızda şunu daha iyi anlıyoruz: İktidar ve devlet sistemi bir dünya sistemidir. Bir iktidar, devlet ve sistem var. Bütün şubeler buraya bağlı. Oyunu bu sistem kuruyor, işleri bu sistem yürütmeye çalışıyor. Peki, her şeyi yapıyor mu, istediği gibi yürütebiliyor mu? İşte onu başaramıyor. Çünkü, bu çıkar dünyası, baskı, sömürü dünyası, azami kâr elde etme üzerine kurulmuş. Herkes bunu sürdürüyor. Dolayısıyla sistemin iç çelişki ve çatışmaları durmuyor, azalmıyor. Tersine sürekli artıyor, karmaşıklaşıyor, kriz ve kaos haline geliyor. İçinden çıkılmaz bir duruma dönüşüyor. Sistem bunları çözmeye çalışıyor. Bazılarını çözüyor, bazılarını çözemiyor. Bu çelişkili ve çatışmalı durum, sisteme karşı mücadele için imkân ve fırsat yaratıyor. Sistemin yapısal sorunları, kriz ve kaosları onun çözümsüzlüğünü getiriyor. Dolayısıyla sistemi aşma, alternatif bir sistem geliştirme imkânı, fırsatı, gücü veriyor. İşte günümüzün devrimciliğinin burada ortaya çıkması lazım. Devrimci teori ve pratiğin görmesi gereken, anlaması gereken ve üzerinde yürümesi gereken gerçeklik budur. Önder Apo, ‘Sisteme karşı sistemin içinden etkili bir biçimde mücadele yürütmek için imkân ve fırsat var’ dedi. Sistemin yaşadığı çözümsüzlük, çürüme, çöküş, alternatif bir sistem geliştirmeyi, yeni bir dünya aramayı ve onu gerçekleştirmeyi imkân dâhilinde kılıyor. İşte devrimci teorinin, ütopyanın böyle bir hedefe göre şekillenmesi gerekiyor. Devrimci tarzın, üslubun, temponun günlük olarak böyle bir teoriyi pratikleştirecek bir temelde şekillenip eyleme dönüşmesi lazım. Öyle görünüyor ki sistem kolayca işin içinden çıkamayacak. Bazı yerleri yamamaya çalışsa da başka yerler patlak veriyor. Bir yerde çözüm buluyor gibi görünse de başka yeni yerlerde çelişki ve çatışma durumu ortaya çıkıyor. Esasta krizli, kaoslu, çatışmalı bir yaşamı, yönetim ve egemenlik sistemini öngörüyor. Sistemin bu kriz ve kaostan öyle rahatlıkla çıkabilme gücü de yok. Belli ki çıkma derdi de yok. Halkların, ezilenlerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların bu derdi var. Bu kriz ve kaostan çıkmak, ona yol açan sistemden kurtulmak gerekiyor. Devrimci teori bunu öngörüyor. İçimizdeki en büyük tehlike sistem içinde çözüm olabileceğine inanmadır Biz kendimiz böyle bir değerlendirmeyi yapıyoruz, sanıyoruz ki herkes, iktidar ve devlet güçleri de bizim gibi bakıyorlar. Onlar da sanki böyle değerlendiriyorlar gibi algılamaya yöneliyoruz. Bu yanlış. Herkesi kendi somutluğunda değerlendirmek lazım. Sapla samanı birbirine karıştırmamalıyız. Her düşünceyi, her çizgiyi kendi somutunda, kendi gerçekliğinde değerlendirmeliyiz. Birbirine benzeştirmemeli, karıştırmamalıyız. Bu bakımdan da dışımızdaki sistem gerçeğini de, kendi gerçeğimizi de kendi somutunda, özgünlüklerinde doğru anlamak lazım. Hem doğru, yeterli, derinlikli anlamamız, kavramamız hem de birbirine karıştırmamamız lazım. Böyle anlam zayıflıkları ve karıştırmalar, kıyaslamalar çok fazla ortaya çıkıyor. Bu da pratikte yanlışlara yol açıyor. Bizi yanlış karar almaya, yetersiz pratik geliştirmeye götürüyor. Pratikten gerekli dersler çıkarmak ve bu yanlışlara artık düşmemek gerekir. Dışımızdaki sistemin krizli ve çatışmalı durumu sürecek. Dikkat edelim hiçbir alanda çatışmalar sonuca ya da çözüme doğru gitmiyor. Burada ilk akla gelen Irak’tır. Burada herhangi bir çözüm oldu mu? Hangi çözüm çıktı ortaya? Bir çözüm mü gelişti, yoksa baştakinden daha fazla bir çelişki ve çatışmalı durum mu var? Bu tartışma konusudur. Suriye-Doğu Akdeniz kavgası ortada. Enerji yataklarına ve yollarına daha çok sahip olma, daha fazla buraları paylaşma kavgası içerisine girmiş durumdalar. Dünya savaşının esası bunun üzerine kuruldur. Yüz yıl önceki savaşın da bu özelliği vardı. Enerji yataklarının ve yollarının ele geçirilmesi kavgasıydı. Alman-İngiliz savaşı, Birinci Dünya Savaşı denen savaş böyle başladı. Ticaret yollarına ve enerji kaynaklarına el koyma savaşıydı. Başta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma, onları ele geçirme, paylaşma savaşıydı. İkinci Dünya Savaşı denen savaşta böyle sürdü. Şimdi üçüncüsü de böyle sürüyor. Aslında ne kadar birinci, ikinci, üçüncü savaş diye birşey var, konusu tartışma götürür. Birbirinin devamı gibi görünüyorlar. Dünyada 150 yıllık bir kapitalist, emperyalist savaş var. Zaten kapitalizmin kendisi kaos, kriz, savaş demek, çelişki ve çatışma demek, çıkar kavgası demek. Zenginlikleri ele geçirmek için her türlü saldırıyı yürütmek demek. Bu bazen askeri olarak şiddetli oluyor, bazen askeri boyutu daralıyor. İşte bunun daraldığı zamanlara ateşkes zamanları deniliyor. Askeri boyutun şiddetlendiği zamanlara savaş zamanı deniliyor. Yoksa sistem kendi içinde bir çare üretmiyor. Çare üretecek olan onun alternatifidir. Ezilenlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte işçi ve emekçilere dayalı olarak böyle bir alternatif dünya arayışının Ekim Devrimi’yle birlikte ortaya çıktığını biliyoruz. Sistemin zaman zaman genel askeri çatışmayı daraltmaya, yerel, bölgesel çatışmalarla sistemi yürütmeye çalışması böyle bir alternatif dünya arayışının Ekim Devrimi’yle etkili bir biçimde gündeme gelmesiyle ortaya çıktı. Bu devrimsel gelişme uzun vadede alternatif olamayınca, dahası kendi çelişkileri içinde çözülüp çökünce Üçüncü Dünya Savaşı denen yeni bir sürece girildi. Aslında baştan beri kapitalist modernite sistemi kesintisiz bir savaş durumudur. Şimdi bu durum Ortadoğu üzerinde çok daha derin ve yaygın bir biçimde sürüyor, besbelli ki sürecek de. Amaçları benzerdir. Sistem güçlerinin yol ve yöntemleri birbirine yakındır. Farklı çıkar odakları oluşuyor. İlişki ve ittifaklar gelişiyor. Bundan dolayı farklı biçimlerde mücadele ediyorlar. Yoksa işin özünde bir değişiklik yoktur. O halde alternatif dünya gelişmedikçe, ezilenlerin kurtuluşunu ifade eden özgürlük ve demokrasi mücadeleleri zafere ulaşmadıkça ve bu temelde özgür bireyin demokratik toplum, demokratik komün devrimleri gerçekleşmedikçe bu kriz ve kaostan çıkış yoktur. Sistemin böyle bir gücü yok. Ancak alternatif bir sistem mevcut sistemi daraltırsa, sınırlandırırsa, aşarsa, alternatifini geliştirirse giderek bu sistem aşılır, daraltılır ve sonuç olarak sistemden kurtuluruz. Bu net bir biçimde görülüyor. Bizim bu gerçekliği doğru anlamamız lazım. Bu bizim için neden önemli? Biraz gelişme sağlayınca içimizde anlayış ve pratik düzeyde sistem içi çözüm arayışları gelişiyor. Alternatif sistem olma gerçeğimiz unutuluyor. Bu temelde kendini anlama, tanımlama, kendine sahip çıkma, kendi gücünü, iradesini görmekten uzak kalınıyor. Tersine sistem içileşmek, sistem içi çözümler aramak, sisteme benzemek ortaya çıkıyor. İşte bunun için Önderlik teorisine ve ideolojik-politik çizgisinin başarısına inanmak gerekir, diyoruz. Öyle oluyor ki kendi gerçeğimizden, alternatif sistem olma gerçeğimizden, dolayısıyla Önderlik çizgimizden sapma ortaya çıkıyor. Bu sistemin içinde çözüm olabileceğine inanma, kendini sistem çözümüne yatırma, bu sistemi aşmanın mümkün olmayacağını düşünme, sistem önünde boyun eğme, diz çökme yaşanıyor. Ruhsal, duygusal, düşünsel olarak yaşanan bir gerçeklik. Bu bizim içimizdeki en büyük tehlikedir. Günümüzde PKK içindeki en büyük tehlike böyle ortaya çıkıyor. Bunu görmemiz ve ciddiye almamız lazım. Revizyonizme fırsat vermemeli, çizgi mücadelesiyle önüne geçmeliyiz Sistemi, alternatif sistem gerçeğini, bizim kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, Apocu hareketin sadece Kürdistan için değil, bölge ve dünya açısından ne anlam ifade ettiğini doğru bilince çıkartmalı, doğru anlamalı ve doğru katılmalıyız. Doğru bulup inanıyorsak katılmalıyız, yoksa katılıp da kendi anlayışlarımızı onun gücüyle ortaya koymaya çalışmamalıyız. Böyle olmaz, bu saptırma olur, revize etmek olur. Revizyonizm tehlikesi var. Kendine göre anlama ve yorumlama çok fazla gelişiyor. Çizgiden sapma eğilimleri çoktur. Bu nereden kaynaklanıyor? Önderlik çizgisinin yaşamsallaşacağına dair inanç zayıflığından kaynaklanıyor. Özgür yaşamın, demokratik toplumun, demokratik komünün olacağına, insanların bu biçimde yaşayabileceğine inanılmıyor. Bu bir ütopya, hayal olarak görülüyor, gerçekleşmez sanılıyor. O kadar maddileşilmiş, günümüz iktidar ve devlet sisteminin özellikleriyle o kadar çok donanılmış, sistemin gücü karşısında o kadar çok ezilme yaşanmış ki alternatifinin gelişebileceğine, onun dışında bir yaşam olacağına dair inanç, düşünce, bilinç, irade ortaya çıkartılamıyor. Bu bir açıdan anlaşılır bir durumdur. Yüz yıllık soykırım altında olan, binlerce yıldır ağır işgallere uğrayan bir toplumun, onun bireylerinin bilincinde, iradesinde bu tür durumların ortaya çıkması gayet açık, anlaşılır bir durum ama kabul edilir bir durum değil. Doğru bir durum değil, kesinlikle reddetmemiz gerekiyor. Dikkatli olmalıyız. Önder Apo sert uyardı. En zor koşullarda İmralı’da bazı gerçekleri söylemesini, bazı yayın organları ‘geleceğe notlar’ diye başlık yapıp sayfaya taşıyınca sert tepki gösterdi. ‘Ne geleceği, ben bugün için söylüyorum!’ dedi. Yani bunlar hayal değil anı anına mücadeleyle inşa edilecek gerçekliklerdir. Aslında bugüne inanç zaten az, fakat öyle eğilimler var ki bunların gelecekte olacağına dair inançları da azdır. ‘Tamam, güzel sözler ama hayalidir, somut duruma uygun değil, gerçekleşmez. O halde gerçekçi olmalıyız, somut olmalıyız. O zaman ne yapmalıyız? Bu düzen içerisinde bir çözüm aramalıyız, bunun bir parçası olmalıyız. Düzenin çelişki ve çatışmaları içerisinde uçtan uça giden hale gelmeliyiz. Başka şekilde olmaz’ deniliyor. Bunu açıktan söyleyenler de var, söylemeyip pratikte böyle davrananlar da var. Yanlıştır. Bu gerçeği görmemiz lazım. Bu bakımdan bu sistem gerçeğini doğru anlamamız önemlidir. Gittikçe yoğunlaşmış, derinleşmiş bu mücadele süreci içerisinde kapitalist modernite sisteminin Kürt halkına ve Kürdistan’a yaklaşımını daha somut gördük. Uzun süredir yürüttüğümüz mücadelenin sonuçları olarak biraz değişim, farklılaşma yaşanıyordu. En azından TC’de, İran’da somutlaşan katı inkârcı-imhacı anlayış ve politikadan biraz uzaklaşan, farklı politikalar oluşturur gibi bir eğilim gelişiyordu. Bu hareket ve halk olarak bizim açımızdan önemliydi. Çünkü; en büyük dayanaklarımızdan biri, bizi yok etmek isteyen sistemin kendi iç çelişki ve çatışmalarının ortaya çıkardığı imkân ve fırsatlardır. Kürt Özgürlük Hareketi düşmanın içindeki çelişki ve çatışmalara dayanarak, onun ortaya çıkardığı imkân ve fırsatları doğru ve zamanında, yerinde anlayıp kullanarak gelişme yaratıyor, mücadele ortaya çıkartıyor. Bu bakımdan küresel sistemin de Kürt sorununa dayalı anlayış ve politika değişiklikleri önemliydi. Dikkatle üzerinde durmaya, anlamaya çalıştık. Mevcut gelişmeler neyi gösterdi. Bu konuda son olaylar aydınlatıcı oldu. Aslında çok ciddi, bel bağlanır, birlikte yürünebilir bir değişimin, yeniliğin, farklılığın ortaya çıkmadığını gördük. Evet, bazen Kürtleri kandırmak için güzel sözler söylüyorlar. Bazılarına karşı savaştırmak için ittifak yapalım diyorlar. TC yönetimi gibi, AKP-MHP faşizmi gibi Kürt’ü inkâr eden bir söylem ve tutum göstermiyorlar. Ama ondan öte Kürt halkının varlığı ve demokratik halkları konusunda da ciddi bir şey ortaya koymuyorlar. Kendimizi yanıltmamamız lazım. Tam tersine hala Kürt soykırımını alttan alta yürüten, planlayan, onun özel savaş sistemini geliştiren küresel sermaye sisteminin kendisidir. Hala ulus devlet sahipleri birer tetikçidir, gardiyandır, uygulayıcıdır; oyun kurucu, politika belirleyici, zihniyet oluşturucu gücü sistemin kendisidir. Bu konuda yanılmamalıyız. Bunu özellikle Irak’ta, Başûrê Kurdistan’da gelişen mücadelelerde, Suriye’de, Rojavayê Kurdistan’daki mücadelelerde, Türkiye’de, Bakurê Kurdistan’da gelişen mücadele sonuçlarında net biçimde gördük. Mevcut farklılık, değişim dediğimiz husus çok sınırlı, çok eğreti, çok dardır. Öyle fazla ileri gitmiş, dolayısıyla bir tür çözüm yaratan, belli düzeyde ilişki kurup ittifak geliştirilecek bir düzeyde değildir. Kürt halk iradesi tanınmak istenmiyor. Tanır gibi göründüklerinde bile, dünya kapitalist sistemine nasıl yamayacaklarının hesabını yapıyorlar. Avrupa buna ‘bireysel hak ve özgürlükler’ dedi. Amerika’nın da, Rusya’nın da esas aldığı şu an odur. Öyle ki bu bireysel hak ve özgürlüklerin bir tanımı bile yok. Bireysel hak ve özgürlüklerin koruyucusu güya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Neyi koruduğu, kimden yana olduğu, kimin kılıcını kuşandığı net bir biçimde ortadadır. İstedikleri kadar adlarını insan hakları koysunlar, işkenceye karşı komite desinler, ne olursa olsun işkence düzeninden, zulümden, baskıdan, sömürüden yanadırlar. Sonuç olarak o sistemin kurumlarıdırlar. Bu anlamda sistemde köklü değişiklikler olmuş diye yanılmamamız lazım. Öyle bir şey yok. Çok zayıf, cılız bir farklılık var. Kuşkusuz o da önemli. Doğru anlayıp yeterince değerlendirmemiz gerekli fakat yanılgıya da düşmemeliyiz. İfade ettiğimiz gibi Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin çok fazla imkân ve fırsatı yok. En küçük imkân ve fırsatlardan yararlanması lazım. İğne ucuyla kuyu kazarcasına bu işin yürütülmesi gerekir. Önder Apo, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin tarzını böyle tanımladı. Bunun için en küçük imkândan, fırsattan yararlanılması lazım. En küçük farklılığı değerlendirmesi gerekir. Bu doğru ama düzeyini bilerek de yapmak gerekir. “Biraz farklılık var, biraz imkân ve fırsat sunuyor, değerlendireyim, kullanayım” diyerek kendini aşırı derecede kandırmaması gerekir. Dar, küçük bir imkânı, fırsatı, sanki yeni ve büyük bir gelişmeymiş gibi görüp kendini yanıltmaması gerekir. Soykırım makinası olarak kullanılan faşist blok Kemalizmi de aşmıştır Önder Apo maddi uygarlık içinde Kürt’e yer olmadığını kapsamlı çözümlemelerle ortaya koydu. Sistem Kürt halkını soykırımdan geçirmeyi hedefler ve tüm yöntemlerini buna göre belirlerken yanılgıya düşmek sistemin kurbanı olmaktan başka sonuç doğurmaz. Küresel kapitalist sistem AKP-MHP faşizmini tüm Kürdistan’da soykırım makinası olarak çalıştırmaktadır. Bunu yapan, sistemin kendisidir. Bu bilinçle yaklaşıldığında gerekli tedbirler de alınır ve mücadelenin karşı karşıya kaldığı tehlikeler bertaraf edilebilir. AKP-MHP faşizminin temsil ettiği Türk-İslam sentezci çizgi, inkârcı, soykırımcı, faşist-sömürgeci-soykırımcı bir zihniyeti ve siyaseti ifade ediyor. Bu çizgi Birinci Dünya Savaşı sürecinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde ortaya çıkartıldı. Osmanlı yönetiminin bir çizgisi oldu fakat dünya savaşının ortaya çıkardığı bir çizgi oldu. Emperyalist bloklaşma ve çatışma içerisinde ortaya çıktı. Sadece Osmanlı’ya, Türkiye’ye, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ait değildir. Küresel kapitalist sistemin, emperyalist savaşın ortaya çıkardığı bir zihniyet ve siyasettir. Onunla bağını da iyi görmemiz lazım. Kemalizm aslında orada bazı yönlerden biraz daralmaydı, kendini sınırlamaydı. Kemalist Cumhuriyet öyle kurulmaya çalışıldı fakat 12 Mart 1971 darbesi, ardından gelen 12 Eylül faşist-askeri darbesi bu daralmış Kemalist Cumhuriyet yaklaşımını da aştı. Tekrar İttihat ve Terakki’nin öngördüğü Türk-İslam sentezci, Kızıl Elmacı, Turancı, faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti temel bir anlayış ve çizgi haline getirdi. Bugün AKP-MHP ittifakında somutlaşan, bu çizginin en üst düzeyde, en bütünlüklü uygulanmasıdır. AKP-MHP ittifakı tam anlamıyla 2015’te oluştu ama bu ittifakı oluşturmak için yıllardır altyapı hazırlandı, zemin döşendi, hazırlık yapıldığını biraz inceleme yaptığımızda görüyoruz. Bir de temelinin oraya dayandığını görüyoruz. Evet, bütün bunlar Türk egemen güçlerinin, devlet sisteminin zihniyet ve siyasetini ifade ediyor. Fakat bunlar küresel sermaye sisteminden, onun iç çelişki ve çatışmalarından bağımsız değildir. İttihat ve Terakki, emperyalist bloklaşma, çelişki ve çatışmasından bağımsız bir güç değildi. Kemalist Cumhuriyet bu sistemi kabul etme temelinde, onunla uzlaşarak kuruldu. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbelerini NATO yaptı. Türk-İslam sentezci çizgiyi bu düzeyde yeniden Türkiye’nin başına NATO ve Amerika getirdi. Sovyetler Birliğine karşı “Yeşil Kuşak” projesi temelinde iktidar ve devlet İslam’ını Türkiye’ye, NATO ve ABD soktu. 12 Eylül askeri cuntası bu süreci başlattı. Bu da tamamen bir NATO darbesiydi. Bugün de AKP-MHP iktidarı, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli bazen sağa-sola efeleniyor, meydan okuyorlar ama aslında bunların hepsi danışıklı dövüştür. Açıktan bir söz söylediklerinde alttan bin defa özür dileyen mektuplar gönderiyorlar. Tamamen Türkiye toplumunu, insanları aldatmak için halkın önünde farklı yapıyorlar. Öyle bir gerçekliği yok. Tam tersine AKP-MHP yönetimi İttihat ve Terakki’den, 12 Eylül cuntasından çok daha fazla işbirlikçi, dışa bağımlı, küresel kapitalist sistemin uzantısı, işbirlikçisi olan bir yönetimdir. PKK’ye karşı savaşın Washington’da nasıl kararlaştırılıp uygulanmaya konduğunu Uluslararası Komplo’dan öğrendik Tayyip Erdoğan denen kişinin hiçbir şeyi yoktu. Ona bu sistem, NATO ve Amerika ‘Yürü ya Tayyip!’ dedi, o da yürüdü, hala da yürüyor. Sıkıştığı zaman işte önceden hazırlanmış olan Devlet Bahçeli’yi koltuk değneği yaptılar, yine hazırladıkları Kemal Kılıçdaroğlu’nu koltuk değneği yaptılar. Bu şekilde yürütmeye çalışıyorlar. Sonuç olarak bunların hiçbirisi Tayyip Erdoğan’ın marifetleriyle olmuyor. Sistem yürütüyor. Bu gerçeği de bilmeliyiz. Doğru mücadele yürütmek için bunlar önemli hususlardır. Şunun için bunları ifade ediyoruz: Kürt inkârı ve imhası, zihniyet ve siyaseti kimin, hangi güçlerin zihniyet ve siyasetidir? Kürt soykırım sistemi kimin sistemidir? Kim yaratıyor ve yürütüyor? Bunları iyi bilmemiz lazım. Bu konuda da zaman zaman içimizde bir bilinç çarpıtması, farklılaşması yaşanıyor. Yanlış ve son derece tehlikeli bir durumdur. Bu gerçeği iyi bilmeliyiz. Bunun öyle sadece TC ile veya İran’la, Ortadoğu’da oluşturulmuş ulus devlet şubeleriyle ifade edilmesi büyük bir eksiklik ve yanlışlık olur. Bu bir sistem gerçeğidir, bunun ne kadar böyle olduğunu, PKK’ye karşı savaşın Washington’da nasıl kararlaştırılıp planlanarak uygulanmaya konduğunu Uluslararası Komplo’dan bu yana açık bir biçimde görerek öğrendik. Uluslararası Komplo’yu kim örgütledi, kim kararlaştırdı? Bunun bilinmeyen, gizli olan yanı var mıdır? Bugün PKK’ye karşı savaşı kim planlıyor, örgütlüyor, yürütüyor? Her şey ortada değil mi? Derler ya ‘Ateş olsa cürmü kadar yer yakar’ diye. Aslında bu AKP-MHP faşizmi için daha fazla böyledir. Ancak kendi sınırlarının ulaştığı yerde bunları yapıyor. Dünya düzeyinde böyle bir mücadeleyi yürüten gücün küresel sermaye sistemi, onun öncüleri; ABD, İngiltere, İsrail olduğu açık bir gerçek. Burada yanılmamamız lazım. Şimdi bu güçlerin birbirleri arasındaki çelişkileri, bu güçlerle bölgesel güçler olan İran ve TC arasındaki çelişkileri görmek, onlardan faydalanmaya çalışmak ayrı, PKK’ye karşı yürütülen mücadelenin esas olarak nerden örgütlenip yürütüldüğünü görmek ayrı bir durumdur. Bunları birbirine karıştırmamak lazım. Dolayısıyla aralarında kısmi olarak çelişkiler olsa da PKK’yi tasfiye ve imha etme saldırılarının esas planlayıcı ve yürütücü gücü küresel sistemdir. Tetikçi olarak TC’yi, bölgedeki devletleri ve çeşitli faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetleri kullanıyorlar. Kullanan var, kullanılan var. Oyun kurucu var, kurulan oyun içinde oynayanlar var. Hepsini kendi yerleriyle, rolleriyle doğru anlamamız lazım. Bir başka boyut da tabii somut, çarpıştığımız düşmanı doğru anlamaktır. TC gerçeğini, TC içi çelişki ve çatışmaları, AKP-MHP faşist-soykırımcı yönetiminin gerçekliğini günümüzde doğru anlamak, onunla başarılı bir mücadele yürütmek için oldukça önemlidir. Bu noktada da zafiyetler var. Çok değerlendiriyoruz, tartışıyoruz, mücadele de ediyoruz ama anlayışımızın ve pratiğimizin dar ve yüzeysel olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum hareket olarak bizde de var, toplumda da var, yine dışımızdaki güçlerde, en çok da dostlarımızda var. Toplumda böyle olması bir yönüyle bizden kaynaklı, kuşkusuz tümüyle biz onu yaratmıyoruz ama PKK olarak biz başta toplumu doğru eğitip yanılgılardan kurtarmakla görevli ve sorumlu olan bir öncülüğüz. Bizde ortaya çıkan küçük bir yanılgı toplumda büyük bir yanlışa dönüşüyor. O halde en küçük bir yanılgıya bile düşmememiz lazım. Dolayısıyla toplumu değil, kendimizi eleştirmeliyiz, sorgulamalıyız, düzeltmeyi kendimizde başlatmalı, geliştirmeli, kendimizde aramalıyız, başka yerde aramamalıyız. Bu noktada da düşman gerçeğini anlamada, doğru kavramada, ona karşı mücadeleyi yeterince yürütmede zayıflıklar var. Anlayış, tutum zayıflıkları var, nerdeyse ağzından çıkanı kulağı yeterince duymayan, söylediklerinin anlamını derinden idrak edemeyen bir tutum var. Bu da düzeltilmesi gereken bir durumdur. Faşizm deniliyor, arkasından bir sürü demokratik hak isteniyor, soykırım deniliyor, soykırımcıyla yan yana hem de ilişki içinde yaşanabileceği sanılıyor. Çok büyük bir yanılgıdır. Önderlik önemli ölçüde bunları kırmıştı. Kürdistan’da yurtseverlik ölçülerini yükseltmişti, yurtseverlik anlayışını düzeltmişti. Bu Kürt egemen sınıfının, işbirlikçi-ihanetçi sınıfın, bunların milliyetçi çizgisinin yurtseverlik ölçülerini aşağıya çeken, düşüren durumunu ortadan kaldırmıştı. Fakat bu konuda da bir zayıflık var. Önderliğin yarattığı gelişmeleri sürdürememe, ilerletememe, tersine geriye düşme durumu yaşanıyor. Bu anlamda faşizmi ve soykırımcılığı doğru ve tam anlama, onlara karşı doğru, tam, bütünlüklü duruş, tutum gösterme, mücadele etme sorunlarımız var. Eksiklikler, hatalar yaşanıyor. Faşist soykırımcılık gerçeğini doğru anlayan ve buna karşı doğru duran, bütünlüklü mücadele eden bir duruşta zayıflıklar, çelişkiler var. Bu da ciddi bir durumdur. Mutlaka düzeltmemiz gerekiyor. İşte savaş yaklaşımımızda da bu ortaya çıktı. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni anlama ve sahiplenme noktasında bu sorun ortaya çıktı. Paradigma değişimine ve stratejik değişimlere zamanında doğru yaklaşamayışımızın, gerekenleri yapamayışımızın altında bunlar yatıyor. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi zamanında ve yeterli düzeyde kabul görmedi. 10 yıl geçti bir yıl gibi görüldü, bir taktikmiş gibi görüldü. Sanki birkaç ayın eylemleri gibiymiş gibi sanıldı, bir stratejik analiz geliştirilmedi, stratejik planlama yapılmadı, tamamıyla buna göre örgüt yapılandırılmadı. Tüm hareket ve halk Devrimci Halk Savaşı içine çekilmedi. Ama tersine gördük ki, düşman aslında birçok şeyi oyun olarak geliştirmiş. Tümüyle kendisini savaşa göre hazırlamış. Bizi de hep yanıltmaya ve boşa çıkartmaya çalışmış. Kendini hazır hale getirdiğini, bizi de yanılgılı duruma düşürdüğünü gördüğü anda da saldırıya başlamış. 24 Temmuz 2015 saldırısını böyle görmek lazım. Öncü yalpalarsa arkadan yürüyen nasıl doğru yürüsün? Örgüt 10 yıl boyunca bir strateji tanımlayacak ama onu anlamayacak, planlamayacak, ona göre kendini yapılandırmayacak, öyle bir mücadele içine girmeyecek. O zaman bu örgüt nasıl ayakta kalabilir, nasıl gelişme sağlayabilir? Aslında mümkün değil, eğer bütün bunlara rağmen ayakta kalıyorsa iki etkenden dolayıdır. Bir, Önderlik mücadelesi bunda bir; etkendir, iki; halk duruşu, halkın cesaret ve fedakârlığı, çocuklarını savaşa sevk etme, şehadeti göze alma cesaret ve fedakârlığı bunu yaratıyor. Yoksa çoktan imha ve tasfiye olunurdu. Onu bilmemiz lazım. Parça parça da olsa, yetersiz de olsa mücadele etme gücü bizde yine de bu iki değerden dolayı oldu. Önderlik ve halkın tutumu bunu yürütüyor. Soykırım sistemine karşı yanılgılı yaklaşmak mücadele duruşunda sakatlıklar doğuruyor. Şimdi bu durumları da düzeltmek için soykırımı doğru anlamamız lazım. Soykırım nedir ve soykırıma karşı mücadele nasıl olur? Sanki normal bir düzenmiş, olağan bir rejimmiş gibi algılama, anlama var. Bunlar yanlıştır. Bu bizde de ortaya çıktı. Demokratik-siyasi çözümün erkenden ve kolaylıkla olabileceğini sanma, ona umut bağlama, öyle bir beklenti içine girme yanılgısını şu ya da bu düzeyde yaşadık. Savaşa zamanında hazırlanmamak kadar savaş günü gelip çattığında onu anlamayan, kabul etmeyen, öyle bir sürece girmeyen duruşumuz bunu gösteriyor, buradan kaynaklanıyor. Öncü böyle olursa toplumda düşman algısı elbette çok bozulur, geriye düşer, yurtseverlik ölçüleri çok aşağı düşer; bu anlaşılır bir durumdur. Öncü bu kadar yalpalarsa arkadan yürüyen nasıl doğru yürüsün, mümkün değil. Dolayısıyla toplumdaki geri düşüşlerin hepsinin altında bizim tutumlarımız yatıyor. Toplumu eleştirmeden önce kendimizi eleştirmeliyiz, özeleştirisel yaklaşım göstermeliyiz. Bu konuda da yanılgılarımızı, yanlışlarımızı düzeltmeliyiz. Erken çözüm ve iktidar hastalığı, yetkici anlayış ve hastalıklarından kendimizi kurtarmalıyız. Sistem içi çözüm arayışlarına çok fazla bel bağlamaktan kurtulmalıyız. Aslında sistem içinde çözüm arıyoruz demek bir mücadeledir. Örneğin; Şengal’e statü olsun, Rojava’da statü gelişsin kavramları birer mücadele argümanıdır. Sistemi geriletme, inkarcı-soykırımcı sistemi darbeleme, parçalama mücadelesinin bir parçasıdır. Böyle anlamak gerekirken yüzde yüz, hemen gerçekleşecekmiş gibi sanma, inanma, her şeyini oraya bağlama büyük bir yanılgı oluyor; aslında bu bir sapmadır. Bunun başka türlü izahı yok. Öyle olmaz. Biz bu kadar kendimizi kandırabilir miyiz? İlkesiz, felsefesiz bir anlayışa, teoriye, siyasete sahip olabilir miyiz? Böyle olmak çok muğlak olmak anlamına gelir ya da tamı tamına sistem içi bir düşünce sahibi olmayı ifade eder. Öyle olamayız. İşbirlikçi-teslimiyetçi çizgiyle mücadelenin dili ve tarzı farklı olmalıdır Kürdistan’daki işbirlikçi-ihanetçi çizgiyi dikkatle değerlendirmek gerekir. Eskiden ‘emperyalizme karşı mücadele revizyonizme karşı mücadeleden ayrılmaz’ derlerdi. Biz de ise şöyleydi: Kürdistan’ın özgürlüğü için verilen mücadele işbirlikçi-teslimiyetçi çizgiye karşı verilen mücadeleden ayrılmaz. Bu temel bir Apocu ilkedir, PKK ilkesidir. Kim ki bunu anlamıyor, mücadelesini bu temelde geliştirmiyorsa olay ve olguları hiçbir zaman doğru anlayamaz, sözü doğru olmaz, pratiği başarı getirmez. Bunu bilmeliyiz. Fakat bu mücadelenin farklılıkları ve inceliklerini de göz ardı etmemeliyiz. Teorik olarak bunları kavrasak, söz olarak söylesek de pratik politikada, günlük uygulamada bunun gereklerini yerine getirmede, buna uygun politikalar ve pratikler geliştirmede yetersiz kaldık. Son dönemde, özellikle de son beş-altı yıl içerisinde bu çizgiyi zayıflatacak, teşhir edecek, daraltacak, sınırlandırıp kontrol altına alacak, benzer güçleri özgürlük mücadelesine yedekleyecek bir gücü yeterince gösteremedik. Böyle bir ideolojik mücadele gücünü, politik yaratıcılığı ve pratik tarz ustalığını ortaya çıkaramadık. Bu ciddi bir durumdur. Bu mücadele güçlü yürütülemeyince işbirlikçilik, teslimiyet derin bir ihanet haline geldi. Tarihteki en ağır yaşanmışlıklardan çok daha ağır bir durum ortaya çıktı. Öyle bir gelişti ki kendine Kürt yönetimi diyen güçler, AKP-MHP faşizmi gibi Kürt’ün her şeyini yok sayıp, yok etmek isteyen bir anlayış ve siyasetle uzlaştı, ittifak yaptı, doğru Kürt çizgisi budur, diye nerdeyse herkese kabul ettirecekti. Uzun süre böyle de yürüdü. Bunu vaktinde teşhir edemedik. Önüne de geçemedik, sınırlandıramadık, derinleştikçe derinleşti. Sonunda artık öyle bir noktaya gelindi ki, hiçbir biçimde böyle bir tutumla düşmana karşı sonuç almanın mümkün olmadığı ortaya çıktı. AKP-MHP faşizminin saldırılarına karşı direnirken istediğin kadar AKP-MHP’ye darbe vur, işbirlikçilik-ihanet o darbeyi sınırlandıran, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti besleyen, güçlendiren bir etki yaptı, böyle bir çizgiye girdi. Şimdi buna karşı son süreçte kısmi, mücadeleci bir tutum içerisine girdik. Geçen dönem dalgalı oldu. Zamanında bu adımlar atılamadı. Çok geç kalındı. İşbirlikçi-teslimiyetçi çizgiyi anlama, bunun sömürgeci-soykırımcı zihniyetin gelişiminde, egemenliğindeki payını görme, dolayısıyla sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı özgürlük mücadelesini geliştirme ve zafere taşımada bu işbirlikçi-teslimiyetçi çizgiye karşı mücadelenin gereğini ve önemini yeterince anlamama ve yaratıcı yöntemlerle yerinde ve zamanında doğru bir biçimde uygulayamama durumu vardır. Biz böyle bir durumu da yaşadık. Bunu da eleştirel-özeleştirel bir değerlendirmeye tabi tutmamız lazım, düzeltmemiz gerekli. Kuşkusuz işbirlikçi-teslimiyetçi zihniyet ve siyasete karşı mücadele faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele kadar kolay ve açık değildir. Faşist-soykırımcı siyaseti teşhir etmek, topluma göstermek, düşmanlığını ortaya koymak zor değildir, kolaydır. Belki politik-askeri mücadele yürütmenin zorlukları vardır ama gerçeği görmek o kadar zor değildir. Fakat işbirlikçi-teslimiyetçi zihniyet ve siyaseti o denli açık ortaya koyma, herkese gösterme, mücadele yöntemleri bulup etkisizleştirici mücadele geliştirme öyle basit ve kolay değil. Daha çok yaratıcılık istiyor, daha çok derinlik istiyor, daha çok yoğunlaşma istiyor. Ustalık gerektiriyor. Biz bu derinliği ve ustalığı gösteremedik. Zayıf kaldık. Gerçekten de çok tehlikeli bir noktaya geldi durum. Öyle ki artık özgürlük, yurtseverlik nedir belli olmaz hale geldi. Kürt’ü en çok inkâr edenlerle can-ciğer olacaksın, ittifak yapacaksın sonra da ‘Kürt önderiyim’ diye ortada gezineceksin. Ortada bir ulusal çizgi, özgürlük anlayışı kalmadı, irade kalmadı; her şey muğlaklaşır hale geldi. Dolayısıyla hamle bir de buna bir son deme oluyor. Bu konularda da kendimizi doğru eğitmeliyiz, doğru anlamalıyız. İşbirlikçi çizgiye karşı mücadelenin tarzı farklı olmalıdır. Elbette faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı yürütülen mücadelenin tarzıyla, yöntemleriyle bu iş yürümez. Farklı yöntemler gerektiriyor, incelik, ustalık istiyor. Ama mutlaka bu mücadelenin de yürütülmesi gerekiyor. İşbirlikçi-teslimiyetçi zihniyet ve siyaset geriletilmeden, buna karşı mücadele edilmeden faşist-soykırımcı egemenlik yenilgiye uğratılamaz. Bu bir kere daha kanıtlandı. Hamle ruhu, Heftanîn’de açığa çıkan zafer ruhudur Son olarak tüm yetersizlikleri aşacak, mücadelenin gereklerini karşılayacak bir hamle içerisine girdik. 2018 sonunda, 2019 baharında geliştirdiğimiz bir hamle vardı. Tecride ve faşizme karşı özgürlük mücadelesini geliştirmeyi öngören bazı sonuçlar ortaya çıkardı. Sınırlı kaldı ama önemli bir hamleydi. Düşmanın da planlı saldırısı vardı. Girê Spî, Serêkaniyê işgalinden sonra Heftanîn’i de işgal ederek Rojava ve Başûrê Kurdistan parçalarını işgal etme planında önemli bir düzey kazanmak istiyordu. Bu temelde bir hazırlık ve planlı saldırı yürüttü. Gerekli ittifaklarını oluşturdu. Rusya’dan, İran’dan, Avrupa’dan destek aldığı gibi, özellikle ABD ile tam bir ittifak halinde böyle bir imha ve tasfiye planını oluşturup yürüttüler. TC’nin, Heftanîn merkezli yürüttüğü saldırı kapsamlı, planlı bir saldırıdır. Bunu örgütleyen gücün Amerika olduğundan hiç kuşku duymamak lazım. KDP’yi, YNK’yi, Irak devletini, birçok gücü bunun içine katmaya çalıştılar. Zînî Wertê’ye asker çıkartmaktan Bradost’a saldırıya kadar hepsi bu planın birer parçasıydı. ‘PKK’yi bitireceğiz’ diyorlardı. Bunu faşist TC sözcüleri birçok kez ifade etti. ABD’li yöneticiler de sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar. PKK’yi yok etme temelinde birçok gücü birleşmeye çağırdılar. Böylece PKK’ye karşı mücadeleyi geriden kimin kararlaştırıp organize ettiği bir kere daha somut olarak ortaya çıktı. Tüm bu saldırılara karşı hamle daha erken gelişebilirdi fakat Koronavirüs denen saldırı ortaya çıkartılıp gerekçe yapılarak gündemden düşüldü. Böyle bir direnme hamlesine, mücadeleye zamanında girilemedi. Toplumsal hareket böyle bir geri düşüş yaşadı. Bu durumun değerlendirilmesi gerekiyor, bu kadar yanlış ve yanılgı içeriyor. Ne kadar bir zorunluluktu, değerlendirilmesi gerekiyor. Fakat gerilla hareketi böyle bir duruma düşmedi. Tersine hazırlıklarını daha etkili şekilde pratiğe sürdü, uygulamaya koydu. Medya Savunma Alanları merkezli bir gerilla direnişini bahar sürecinde etkili bir biçimde geliştirmeye başladı. Heftanîn saldırısı gelişince bu direnişi daha da anlamlı, bütünlüklü, örgütlü kıldı. Hamleyi başlatıp yürüten güç en başta gerilla oldu. Hareket olarak yürüttüğümüz hamle bu çerçevededir. Tabii bu direniş durumu giderek yayıldı. Nihayet KCK toplumsal güçlerimizi 12 Eylül tarihi itibariyle söz konusu hamleye katılma; onu daha planlı, bilinçli, örgütlü kılma ve daha çok geliştirme çağrısı yaptı. ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesi böyle bir durumu ifade ediyor. Askeri direnişimiz düşmanın planlı saldırılarının önemli bir kısmını kırdı. Özellikle de Heftanîn’e dönük başlatılan işgal saldırısı genelleştirilmek isteniyordu. Parça parça bütün Medya Savunma Alanları’nı hedefleyip işgal etmeyi ve böylece bu alanlardaki parti ve gerilla üstlenmemizi imha ve tasfiye etmeyi hedefliyordu. 2008’de de Zap’ta Ana karargaha yönelik saldırı başarılı olsaydı peş peş bütün Medya Savunma Alanları’na benzer saldırılar olacaktı. İlk adımı başarısız kalınca plan bozuldu. Heftanîn saldırısı da benzer biçimde başlatılan bir saldırıdır. Daha önce Zap-Avaşîn hattında, Xakûrkê’de bir düzeyde geliştirilmişti. Onu daha da ileri götürüp tamamlayıcı bir işgal planlamasını geliştirmek istiyorlardı. Eğer başarılı olsaydı bunu yayacaklardı. Düşmanın böyle bir planlaması vardı. Zap gibi Heftanîn de düşmanın saldırılarını önemli ölçüde kırdı. Planlamasının, zamanında etkili uygulanmasının önünü aldı. Başarısızlığa düşürdü. Söz konusu düşman planı büyük ölçüde boşa çıkartılmış, başarısız kılınmış bulunuyor. 12 Eylül’de başlatılan hamle işte böyle bir süreçte gelişiyor. Gerilla hamlesi, ABD-AKP-KDP ittifakıyla geliştirilen PKK’yi Medya Savunma Alanları’nda imha ve tasfiye etme planını çok büyük bir oranda darbeledi, kırdı, boşa çıkardı. Başarısız hale getirdi. ‘Heftanîn’den çekiliyoruz’ açıklaması bu anlama geliyor. Düşman onu yapmak zorunda kaldı. Şimdi direnişle onu boşa çıkardık. Toplumsal hareketin katıldığı hamleyle başarısız kılınmış düşmanı daha çok darbeleyip yenilgiye uğratacak bir süreç geliştiriyoruz. Bu hamleyi öyle anlamak lazım. Karşı devrimin saldırıları boşa çıkmıştır; o halde devrim sadece boşa çıkartmakla yetinmemeli, yarattığı kazanımları zafere taşımalı. Dolayısıyla bu hamleyi zafer hamlesi olarak anlamamız lazım. Hamleyi AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratacak, yıkacak bir hamle olarak görmek gerekir. O düzeyde de geliştirmek lazım. Zaten gerilla direnişiyle o düzeye geldik. Düşmanın gücünü bitirdik, planlarını boşa çıkardık. Şimdi devrimci hamleyle AKP-MHP faşizmini yıkan bir sonuç almalıyız. Bu doğru yürütülürse, herkes katılırsa, amaç iyi görülürse başarıya gidebilir. Çünkü ABD, seçim sürecine girdi, eskisine oranla dağınık hale geldiler. Dolayısıyla o cephenin ne olacağı belli değil. TC’nin planları, saldırıları Heftanîn’de gerilla direnişiyle kırıldı. İşbirlikçi-ihanetçi çizgi ciddi bir biçimde teşhir edildi; öyle ki toplumun içine çıkamaz hale geldi. İlk defa bu çizginin itibarı, etkinliği Kürt toplumunda da, demokratik kamuoyunda da, Arap siyaseti ve toplumunda da bu düzeyde kırıldı. Bu çok çok önemli bir durumdur. Söz söyleyemez hale geldiler. Çünkü; suçüstü yakalandılar. En ağır suç konumunu yaşıyorlarken bunu tüm insanlık gördü. Yürüttüğümüz mücadele bu düzeyi açığa çıkardı. Şimdi böyle bir mücadele ve sonuç üzerinden mevcut hamle gelişiyor. Bunu görmemiz lazım. Öyle düşmanın hazırlıklı olduğu, saldırdığı bir durumda değil, birçok karşıtın planlarının boşa çıkartıldığı, başarısız kılındığı bir ortamda biz onlara karşı bir devrimci hamleye giriyoruz. Bu hamle doğru yürütülürse işbirlikçi-teslimiyetçi çizgiyi de Kürdistan’da en dar, zayıf bir konuma düşüreceğiz, AKP-MHP faşizmini de yıkacağız. Hedefimiz budur. İmralı işkence ve tecrit sisteminin yıkılması, kırılması, Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması kesinlikle bu temelde gerçekleşir. Karşıt cephe olarak küresel sistem, AKP-MHP faşist soykırımcılığı ve işbirlikçi-teslimiyetçi çizgi en zayıf, en parçalı, dağınık durumunu yaşıyor. Buna karşı Özgürlük Hareketimiz ağır bedel ödese de, zorlu mücadele yürütse de bütün karşıt saldırıları kırmış, planları bozmuş bir temelde kendisini yeni bir hamlesel mücadeleye yöneltmiş bulunuyor. Mevcut haliyle hareket olarak biz her bakımdan avantajlı, hazırlıklı, etkin bir durumdayız. ‘PKK yok olacak’ iddiasıyla ortaya çıkanlar kendileri yok olma noktasına geldiler, sesleri kesildi, ağızlarından söz çıkmaz oldu. Buna karşı hareket ve halk olarak biz ise büyük bir hamle başlatacak bir iradeyi, kararı, tutumu ortaya koyduk. Bu temelde 12 Eylül’den bu yana her alanda eylemler oluyor. Tartışmalar, değerlendirmeler gelişiyor. Daha da gelişecek ve çığ gibi yayılacaktır. Özgürlük hamlesi halklarımızın ortak hamlesidir; faşizme ve işgalciliğe karşı olan herkesin zafer hamlesidir Bu hamleyle faşizmi yıkabiliriz. Bunun için seferberlik düzeyinde mücadele, yaratıcılık gerekli. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm toplumu seferber edebilmeliyiz. Yine Türkiye’nin halklarıyla, gençleriyle, kadınlarıyla, devrimci-demokratik güçleriyle daha çok ittifak ve ortak mücadeleyi, birleşik devrim hareketini geliştirmeliyiz. Zaten Halkların Birleşik Devrim Hareketi temelinde böyle bir hazırlığımız, pratikleşme durumumuz vardır. Diğer yandan ise Kürt-Arap ilişkilerini en ileri düzeyde geliştirerek başta Suriye olmak üzere bütün Arabistan’da, Arap toplumunun devrimci-demokratik dinamiklerinden, AKP-MHP faşizminin işgalci-yayılmacı politikalarına karşı çıkan tüm kesimlerine kadar herkesle ilişki ve ittifakı öngören bir direnişi, Kürt-Arap ittifakı temelinde de Ortadoğu’nun merkezinde geliştirmeliyiz. İlişki ve ittifaklar bu temelde geliştirilmelidir. Mücadeleyi bu iki alana yaymak ve ortak yürütmek çok çok önemlidir. Yurtdışı alanı bu konuda çok daha önemli konuma gelmiş bulunuyor. Gençlik önemli bir çıkış yaparak başladı, ön açma gibiydi. Her zaman coşkuyu, dinamizmi temsil etme, ön açma, bir de ülkedeki mücadeleyi dünyaya yayma, iyi temsil etme görevi vardır. Bunu bir ölçüde yapıyor. Daha fazla yapabilir. Daha fazla yapacak düzeyde de seferber edebilmeliyiz. Bunları yaparsak AKP-MHP faşizmini yıkarak büyük bir zafer kazanabiliriz, buna çok yakınız. Sürecin temel karakteri budur. Ciddi hatalar yapılmaz, iş yarıda bırakılmaz, çok kuru, dar kalınmaz ise asgari düzeyde mevcut koşulların ortaya çıkardığı imkânlar, fırsatlar doğru kullanılır, yine devrimci birikimimiz, hareket ve halk birikimimiz mücadeleye etkili bir biçimde sevk edilebilirse bunun sonu AKP-MHP faşizminin yıkılması, Özgür Kürdistan ve Demokratik Türkiye Devriminin gerçekleşmesi olacaktır. AKP-MHP faşizmini yıkmak demek bir iktidar değişimi değildir. Büyük bir devrim hareketinin yaşanması, gerçekleşmesi içindir. Bunlar bir karşı devrim olarak geldiler; öyle normal bir hükümet olarak gelmediler. Yani AKP-MHP iktidarı seçimle gelmedi. Öyle bir seçim kazanmadılar. Darbeyle, hileyle geldiler. Seçimin hepsi hileydi, zordu. Savaşla geldiler. Seçimi bir hile, örtü olarak kullandılar. İşin aslı budur. O halde böyle bir karşı devrimin yıkılması tarihin en büyük devrimlerinden biri olacaktır. AKP-MHP faşizminin yıkılması Türkiye’de büyük bir demokratikleşme geliştirirken, Bakur’da özgürlük devrimini zafere taşıyacak, önemli bir hamle yaptıracak ve bunun bütün Kürdistan üzerinde etkisi olacaktır. Bakur’da Kürt özgürlüğünün gelişimi, Türkiye’nin demokratikleşmesi Ortadoğu Demokratik Devriminin başlaması ve önünün açılması olacaktır. Bunu görmemiz lazım. Özellikle Kürt-Arap ittifakı temelinde geliştirilecek mücadele bunu Arap sahasına peş peşe yayacaktır. Rojhilat alanı, İran zemini zaten buna çok açıktır, hazırdır, bölgede yaşanacak bu tür gelişmeler hızla o zemine de yayılma ve sonuç alma imkânı veriyor. Mücadelenin gelişme zemini her zamankinden fazladır. Kısaca; başlatılan hamlenin başarısı, Ortadoğu’da peş peşe gelişecek bir bölgesel demokratik devrimin kıvılcımı, öncüsü olabilir. Bu kadar geniş, derin ve etkili, tarihi bir gelişmeye yol açabilir. Bunları görmeliyiz. Mevcut hamleye bu temelde sahip çıkmalıyız, katılmalıyız. Tüm kadro ve çalışanlarımızın esas gündemi faşizmi yıkma ve özgürlük devrimini zafer götürme temelinde şekillenmek durumundadır. İmralı işkence ve tecrit sistemini tümden yıkıma uğratma temelindedir. Başarının ölçütü bu hedefin gerçekleştirilmesidir. Bunun dışında bir devrimci pratik de yoktur, başarı ölçüsü de yoktur. Bu temelde Önder Apo’ya ve halkımıza verdiğimiz sözlere her alanda sahip çıkarak zaferi sağlayacağımıza inanıyoruz. | ||
© 2021 Serxwebûn |