Sal: 39 / Hejmar: 469 / Çile 2021
14 Temmuz direniş ruhu Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin direnme çizgisidirTîrmeh 2020
Duran Kalkan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi gibi tarihe mal olmuş, büyük gelişmelere yol açmış bu büyük eylemin yeni bir yıldönümünde eylemi var eden ve başarıya götüren nedenlerin, etkenlerin doğru anlaşılması, yeterli düzeyde bilince çıkartılması ve özümsenmesi kuşkusuz büyük önem arz ediyor. 38 yıl boyunca bu hep böyle oldu. Bu durum 39. yıla girerken yakıcılığını her zamankinden daha fazla koruyor. 39. yılda her zamankinden daha çok 14 Temmuz eylem çizgisini doğru anlamaya ve başarıyla temsil etmeye ihtiyacımız var. Her şeyden önce bu 38. yıldönümünde 14 Temmuz direniş gerçeğine bu temelde yaklaşmamız gerekiyor. Tarihte öyle eylemler var ki, eskimiyorlar, etkileri hiç azalmıyor. Bireyi ve toplumu etkileme, eğitme, onları mücadeleye sevk etme özellikleri sürekli devam ediyor, gelişiyor ve büyüyor. Bu tür eylemlere tarihin büyük, anlamlı eylemleri, tarihin yapıcı eylemleri deniyor. İşte 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi de hiç etkisi azalmayan, eskimeyen, Hareketimizi, halkımızı, gençleri, kadınları, tüm insanlığı zaman geçtikçe daha çok etkileyen ve eyleme çeken tarihin söz konusu büyük eylemlerinden birisi olma özelliğini taşıyor. Yine tarihte bu tür eylemler bireyleri, toplumları etkiledikleri gibi düşmanları üzerinde de takdir edici etkide bulunuyorlar. Düşmanlarını bile eylemi inkâr edemez, haklılığını red edemez bir duruma getiriyor. Aynı zamanda tarihin büyük eylemleri bu tür etkiye sahip eylemler oluyorlar. İşte 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi de böyle özellikler taşıyan büyük bir eylem olma konumunu arz ediyor. Daha gerçekleştiği andan itibaren başarısını, haklılığını, hakikatini karşıtına-düşmanına bile kabul ettiren, gerçekleri onlara itiraf ettiren bir eylem olma özelliğini taşıyor. Bunu 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni gerçekleştirmek zorunda bırakan siyasi-askeri zeminin yaratıcısı olan faşist şef Kenan Evren’in itiraflarında görüyoruz. Bu durumu 12 Eylül faşist darbe çizgisini günümüzde en katı bir faşist diktatörlüğe dönüştürmüş olan Tayyip Erdoğan’ın itiraflarında görüyoruz. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bu karakteriyle sadece bizleri, Kürt toplumunu, hakları, insanlığı etkileyen, eğiten, örgütleyen, mücadeleye çeken bir büyük çıkış, duruş, tutum olarak kalmıyor, aynı zamanda düşmanını da etkiliyor, düşünmeye itiyor. Gerçekleri itiraf ve ilan eder noktaya getiriyor. Bütün bunlara bakarak 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin nasıl tarihe mal olmuş büyük bir insanlık eylemi olduğunu net bir biçimde görüyoruz. Önder Apo bütün bunları değerlendirerek 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi için, onu var eden 1982 büyük zindan direnişi için, ‘Parti çizgimizi, onun eylem hattını temsil etmede yeterliliğe sahip bir eylemdir’ dedi. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin eylem çizgisini 1982 büyük zindan direnişinin, onun içerisinde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin yarattığını belirtti. Dahası, her şeyin çok açık ve anlaşılır olduğunu da söyledi. ‘Ne düşündüklerini ve neyi amaçladıklarını hem söylediler, izah ettiler, hem de yaptılar, herkese gösterdiler’ dedi. Böyle bir durumda bize bu büyük direniş üzerine konuşmak değil, onu doğru anlayıp özümsemek ve başarıyla izinden yürüyüp bu çizginin uygulayıcısı olmak düşer diye ekledi. Bu anlamda zindan direniş gerçeğini, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi gerçeğini derinden hisseden, anlayan, yaşayan, sürekli değerlendirip onun gereklerine göre bir yaşam ve mücadele çizgisi geliştiren oldu. Önderlik yürüyüşü bu esaslar üzerinde gelişti. PKK mücadelesi, direnişi 38 yıldır böyle bir çizginin esas alınıp, pratikleşmesi olarak gerçekleşti. Özgür ve demokratik yaşam için fedai çizgisinde direnmek Dikkat edilirse bu çizgi 38 yıldır yenilmezliğiyle, kazanımlarıyla, başarılarıyla, aydınlatıcılığıyla doğruluğunu tekrar tekrar kanıtlamış bulunuyor. 38 yıldır dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında Kürt özgürlüğü adına yaratılan tüm gelişmelerin, sağlanan kazanımların altında kesinlikle 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin, 1982 büyük zindan direnişinin imzası bulunuyor. Söz konusu direnişlere dayanmayan, onlardan kaynaklanmayan her hangi bir özgürlükçü gelişme Kürdistan’da bulunmuyor. Bu gerçeğin de bu temelde görülmesi gerekiyor. Demek ki 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bir anlık bir eylem değil, zindanlardaki zulmü yıkmak için başvurulan bir direniş değil. Kürt sorunu denen küresel kapitalist sistemin mevcut hegemonik yapısının haksızlığını, soykırımcılığını, yine bu temelde Kürdistan’ın bölünüp Kürt varlığının inkâr edilerek imha edilme istem ve saldırısının Kürt halkı için olduğu kadar bütün insanlık açısından da ne kadar büyük bir haksızlık ve tehlike olduğunu gösteren ve bu sorunun çözüm yollarını, çözüm ihtiyacını ortaya koyan bir yaşam ve direnme çizgisini ifade ediyor. Bunun içindir ki etkisi süreklidir, eğiticidir, örgütleyicidir, yönlendiricidir. Sadece Kürdistan açısından değil, aslında Kürt özgürlüğünden öteye Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, özgür insanlığın gelişimi açısından da nasıl yaşanıp mücadele edilmesi gerektiği gerçeğini açıkça ortaya koyuyor. Bunu da görmemiz gerekli. Böyle bir özgürlük çizgisi, demokrasi çizgisi, bölgesel ve küresel boyutları olan bir büyük demokratik devrim, özgürlük devrimi çizgisi oluyor. Kuşkusuz 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, Mazlum Doğan Yoldaşın 1982 Newrozu’nda gerçekleştirdiği eylemin, onu izleyen Ferhat Kurtay ve arkadaşlarının 17-18 Mayıs direnişinin bir devamı olarak gerçekleşiyor. Daha öncesinde de 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı zindanlarda çeşitli biçimlerde yürütülen mücadelelerin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Fakat dikkat edilirse onları tekrarlayan değil, tam tersine ilerleten, geliştiren, zirveleştiren ve bu temelde zafere taşıyan bir direniş olma özelliğini içeriyor. Dolayısıyla özgürlük için, demokrasi için, halkların kurtuluşu ve kardeşliği için bir büyük direniş olması kadar, zafer direnişi olma özelliğini de taşıyor. O halde 14 Temmuz çizgisi sadece mücadele etme çizgisi değil, aynı zamanda mücadeleyi zafere taşıma, zafere ulaştırma çizgisi oluyor. Bu anlamda tabii Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin eylem çizgisini, direnme çizgisini ortaya çıkartıyor, onun özelliklerini var ediyor. Önder Apo’nun yeterlilik dediği durum budur. Özgür ve demokratik yaşam için fedai çizgisinde direnmek gerektiğini ortaya koyuyor, gösteriyor. Kuşkusuz aynı zamanda bunu büyük bir bilinçle, iradeyle, iddiayla planlı ve örgütlü bir biçimde yürütmek ve zafere taşımak gerektiğini de ortaya koyuyor. Bu nedenle kim ki, “Kürdistan’da ulusal varlık ve özgürlük için mücadele edeceğim, ediyorum” diyorsa kuşkusuz 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin zafer çizgisine, fedai çizgisine bakması gerekiyor. Onu esas alması, ondan öğrenmesi, mücadelesini, eylemini onun özelliklerine ve ölçülerine göre örgütleyip, yürütmesi gerekiyor. Başarı için bu zorunludur. Böyle yapmayanların başarı kazanamayacakları, kendilerini kandırmaktan öte bir sonuç alamayacakları çok açık bir gerçektir. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş gerçeği doğru anlaşılmayı ve başarılı uygulanmayı gerektiriyor Yine mücadelede eşitsiz koşullardan, dengesizliklerden söz edilir. Halkların mücadele tarihleri incelendiğinde önemli bir özellik olarak bu da görülüyor. Bu bakımdan da ele alındığında her halde sadece Kürdistan’da değil, insanlık tarihi açısından en eşitsiz koşullarda, şartların en fazla dengesizlik içerdiği ortamda gerçekleşen eylemin, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi olduğu açıktır. Deyim yerindeyse bir taraf her şeye hâkim, görüntüde hiçbir eksikliği yok. Bir tarafın ise bilinci, inancı, iradesinden başka elinde hiçbir silahı yok. Uygarlık denen tarihsel toplum gelişimin yarattığı bütün maddi imkanlarla yürütülen saldırı karşısında 14 Temmuz Direnişçileri sadece bilinç, inanç ve iradeye sahipler. Söz konusu saldırıya karşı bunlarla mücadele ediyorlar, direniyorlar ve de kazanıyorlar. İşte Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin direnme çizgisi derken kast edilen bu oluyor. Böyle bir mücadele, ‘hangi temel özelliklere dayanılarak yürütülür ve başarılır sorusuna’ cevap vermeyi ifade ediyor. Kuşkusuz özellikle böyle bir mücadelenin yürütücüsü, militanı olan bizler açısından bu gerçeklik çok daha büyük bir anlam ve önem ifade ediyor. Neye dayanarak mücadele edip kazanacağımız gerçeğini önümüze koyuyor. Buradan baktığımızda, pratik mücadele içerisinde çok ağır, derin yanılgılar yaşadığımızı, hatalı-yanlış duygu, düşünce ve davranışlarda bulunduğumuzu rahatlıkla görebiliyoruz. 14 Temmuz çizgisinden baktığımızda, günlük olarak yürüttüğümüz pratiği ele alışımızın ne kadar hata içerdiğini, bizi yanılgıya götürdüğünü çok daha net bir biçimde görebiliyoruz. O halde doğru olan ne? Kuşkusuz 38 yıldır tüm özgürlükçü gelişmeleri etkileyen, özgürlükçü kazanımların yaratıcısı olan 14 Temmuz direniş çizgisidir. Başarılarıyla, kazanımlarıyla kanıtlanmış bir çizgi. O halde bu çizgiyi doğru anlamak, onun tarzını, üslubunu, temposunu doğru özümsemek ve esas alıp, uygulayıcısı haline gelmek gerekiyor. Bunların sözde olmaması lazım. Kendimize göre yorumlanmaması gerekli. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin nasıl eşitsiz-dengesiz koşullarda yürütülmekte olduğunu, başarının nelere dayanarak gerçekleştiğini, bu temelde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş çizgisine bakarak daha iyi görme, anlama imkanına sahip oluyoruz. Bizi eğiticiliği, doğruya çekiciliği işte budur. Bunu yaptığımız ölçüde doğru Parti ve Önderlik çizgisine ulaşıyoruz, pratik eylem çizgisini başarıyla geliştirebiliyor, başaran Apocu militan olabiliyoruz. Bundan uzaklaştığımız, bunu sözde ifade edip pratikte bundan koptuğumuz ölçüde de hata yapıyoruz, yetersizlik gösteriyoruz. Dolayısıyla kazanan olamadığımız gibi, zarar veren, kazanılanları kaybettiren durumuna da düşüyoruz. Bunlar pratikte yaşadığımız açık gerçekler. O halde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş gerçeği doğru anlaşılmayı ve başarılı uygulanmayı gerektiriyor. Doğru anlaşılacak kadar bir açıklığı ifade ediyor. Onu kendimize göre anlamaya, yorumlamaya hiç gerek yok ve böylesi doğru da değil. Bu çerçevede her yıldönümü aslında 14 Temmuz direniş çizgisinin daha doğru anlaşılması, bu temelde eleştiri-özeleştirinin daha güçlü yapılmasını gerektiriyor, ifade ediyor. 38. yıldönümünde direnişi sahiplenme, anma, selamlama esas olarak 14 Temmuz direniş çizgisini doğru özümseyip bu temelde yeterli bir eleştiri-özeleştiri ile kendini her bakımdan düzeltip 14 Temmuz direniş çizgisinin bir militanı haline getirmeyi ifade ediyor. Bu 38. yıldönümünde hareket ve halk olarak böyle yapmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. İçinde bulunduğumuz mücadele gerçekliği bizden bunu istiyor. Önümüze bunu temel bir görev olarak koyuyor. Başka türlü 14 Temmuz’u anma, sahiplenme kesinlikle mümkün değil, o halde tüm parti militanları ve yurtsever halk olarak, kadınlar-gençler olarak bu 38. yıldönümünde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş çizgisini daha doğru ve derinlikli anlamaya, bu çizgi temelinde yeterli eleştiri-özeleştiri geliştirerek kendimizi düzeltmeye, yenilemeye ihtiyacımız var. Bunu mutlaka gerçekleştirmeliyiz. 12 Eylül 1980 askeri darbesine ‘faşist-askeri rejim’ diyoruz 1982 büyük zindan direnişi Newroz’da, 17-18 Mayıs’ta, en son 14 Temmuz’da gerçekleşen bu büyük eylem duruşu kimlere karşı, hangi koşullarda, niçin gerçekleşti, ortaya çıktı ve yapıldı? Tabii bu soruların cevabı da önem arz ediyor. Dolayısıyla 1982 büyük zindan direnişinin anlam ve önemine vakıf olmak demek her şeyden önce tarihsel gelişme içerisinde Kürt sorunu denen soykırım zihniyetini ve siyasetini doğru anlamayı, yine böyle bir zihniyet ve siyasetin 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle nasıl uygulamaya geçirilmek istendiği gerçeğini doğru bilince çıkartmayı gerekli kılıyor. Bu temelde ortaya çıkan 12 Eylül 1980 askeri darbesine ‘faşist-askeri rejim’ diyoruz ama bu şekilde söyleyip geçmemek lazım. Demek ki daha önceki yönetimlerden farkı var. Her şeyden önce onu görmeliyiz. Eğer farkı olmasaydı 12 Eylül darbesi olmazdı. Öncekileri eleştiren, suçlayan, yıkarak yeniden kuruluş sağlamaya yönelen ayrı bir yönetim ortaya çıkmazdı. O halde hem Kürt sorunu denen soykırım zihniyet ve siyasetini, hem de bunun 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi temelindeki uygulanma biçimini, özelliklerini bilince doğru çıkartmalıyız. Çünkü büyük zindan direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bunlara karşı gelişti. Kürt toplumuna dayatılan soykırım saldırısına karşı gerçekleşen bir direniş oldu. 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmeyi ve gerçekleştirmeyi ifade etti. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nu zorunlu kılan uygulamalar O halde Kürdistan’a dayatılan soykırım gerçeği özellikleri nelerdir? 12 Eylül faşist-askeri darbesi böyle bir soykırımı hangi yol ve yöntemlerle, nasıl bir baskı, terör ve katliam uygulamasıyla gerçekleştirmeye çalıştı? Bunun içerisinde zindanlara dayatılan ne oldu? Diyarbakır Zindanı’nda böyle bir soykırım zihniyeti ve siyaseti hangi yol ve yöntemlerle uygulanmaya çalışıldı? Darbenin tutuklayıp, Diyarbakır Zindanı’na koyduğu devrimci tutsaklara karşı neler yapıldı? Onlar üzerinde ne tür baskı-katliam-işkence uygulaması yapıldı? Kesinlikle bunları iyi bilmek, anlamak gerekli. Diyarbakır Zindanı’nda 1981-1982 yıllarında 12 Eylül faşist-askeri darbesinin ortaya koyduğu baskı ve işkence gerçeğini, çizgisini doğru anlayıp, bilince çıkaramayan ve onu ruhunda, duygusunda, düşünce ve yaşamında aşamayan, ona karşı mücadele edemeyen özgürlük savaşçısı olamaz, düşmanını ve özgür yaşamı bilince doğru çıkartamaz. Bunu kesinlikle böyle bilmek gerekli. Yani 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nu zorunlu kılan uygulamalar sadece zindana özgü değildi, bir tesadüf değildi, gelip-geçici bir durum değildi. Aslında kapitalist modernitenin küresel hegemonik sistem haline gelme özelliğini ve bu temelde Türkiye’de geliştirdiği ulus devleti Ortadoğu’ya yayarak Kürdistan üzerinde kurduğu soykırımcı sistemi ifade ediyordu, ortaya koyuyordu. Bu sistem gerçeğinin özde ne olduğunu, günlük olarak Kürt toplumu ve insanlık üzerinde ne tür uygulamalar gerçekleştirdiğini açıkça görünür hale getiriyordu. Aslında topluma dayatılan, dönem dönem katliamlarla, soykırımlarla sürdürülen bu sömürgeci-soykırımcı saldırıların gerçek yüzünü çıplak gözle görülebilir biçimde açığa çıkardı. Yoksa öyle geçici bir durum, sadece zindanlara özgü bir durum değildi. Zindanlar mücadelenin keskinleştiği, yoğunlaştığı, dolayısıyla da çatışmanın gırtlak gırtlağa, 24 saatin her anında, en keskin bir biçimde yaşandığı yerler oluyor. Dolayısıyla gerçekler daha çok ve daha yalın bir biçimde ortaya çıkıyor, daha iyi görülebiliyor. Zindanda görülenler bu oldu. 12 Eylül faşist-askeri rejimi, Diyarbakır Zindanı’nda devrimci tutsaklara neler dayattı? Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, 14 Temmuz direnişçileri bu dayatmalara nasıl bir duyguyla, düşünceyle, tutumla karşılık verdiler? İşte bu da doğru anlaşılmayı kesinlikle gerektiriyor. 12 Eylül rejiminin zindanda dayattığını ‘itirafçılık’ diye ifade ediyorlar. O politikayı genelde öyle tanımladılar. Bunun içeriğine de ulusal kimliği, ideolojik-örgütsel kimliği inkâr etme, red etme, onlardan koparak karşı safa geçip karşıtların önünde uşakça bu gerçekliğe karşı mücadele eder hale gelmeyi dayattılar. İtirafçılık buydu. Kürt devrimciliğine Kürt ulusal kimliğinden kopma, inkâr etme, Türkleşme dayatılıyordu. Kürt varlığına, özgürlüğüne demokratik birlik ve kardeşlik düşüncesinden, ideolojisinden kopup, çok veciz bir biçimde ifade edilen ‘Genç Kemalistler’ haline gelme dayatmasını içeriyordu. Diyarbakır Zindanı’nda, itirafçı olanların ideolojik-örgütsel kimliklerini ‘Genç Kemalistler’ olarak tanımladılar. Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit ve benzerlerinin içine düştükleri ihanete faşist-soykırımcı düşman böyle bir örgütsel kimlik takmaya çalıştı. Niye? 24 saat ihanetlerini ruhlarında, duygularında duysunlar, hissetsinler, hiçbir an organ kopuşu yaşamasınlar diye. Yoksa o öyle kaba bir tanımlama değildi. Çok iyi düşünülmüş, itirafçılık amaçları doğrultusunda somut belirlenmiş bir isim takmayı ifade ediyordu. Tabi örgütten, Partiden, Önderlikten kopma dayatılıyordu. Dikkat edilirse 12 Eylül faşist-askeri darbesi, 15 Ağustos 1984’e kadar elliden fazla insanı idam etti. Faili meçhul birçok katliam oldu. İşkencelerde çok sayıda devrimci-demokrat insan katledildi. En erken dava açılan hareketlerden birisi PKK oldu. Yine erken idam cezası verilen hareketlerden bir tanesi PKK hareketiydi. Daha 12 Eylül darbesi gelir gelmez, darbeden önce görülmekte olan bazı davalarda PKK kadrolarına idam cezaları vermişlerdi. Fakat hiçbirini uygulamadılar, uygulamaya koyamadılar. Diğer bütün örgütlerden, sol-sosyalist, devrimci örgütlerden, hatta Milliyetçi-İslamcı örgütlerden birçok kişiyi peş peşe idam etmelerine rağmen bir PKK’li idam edemediler. O soykırım amacına uygun düşmüyordu. Kürtlere karşı öyle bir soykırım uygulanıyordu ki, Dersim’de katliamlara giden yolda oluşturulan ferman neyi içeriyordu ‘ilerde Kürtlük idealini beyninde ve yüreğinde taşıma ihtimali olan herkesin katledilmesini’ ifade ediyordu. Şimdi ana karnında bir çocuğun doğup, büyüyünce ne düşüneceğini, duyacağını, nasıl yaşayacağını, ne yapmak isteyebileceğini nerden bileceksin? 3 yaşındaki çocuğun 20-30 yaşına gelince neleri düşünüp yapmak isteyeceğini nereden anlayacaksın, kestireceksin? Hiçbir ölçüsü yoktur. Dolayısıyla canlı insan türü olarak var olan herkes ilerde böyle bir ideali taşıma, onun peşinden gitme potansiyelini kendi içinde taşımaktadır. O halde bu ‘herkes katledilmelidir’ demek oluyor. Yani insan türü olarak var olan herkesin katledilmesini, katliamını böyle ifade ediyorlar. Böyle dolambaçlı bir ifadeyle ortaya koyuyorlar. Güya anlaşılmaz kılmak, kendilerince biraz da muğlaklaştırmak istiyorlar, ama uygulaması çok nettir. Şimdi Dersim’de bu uygulandı. Hem de çok ağır bir biçimde, hiçbir iz bırakmamak üzere uygulandı. Onlarca insanı idam ettiler. Adlarından ve kulaktan kulağa aktarılan sözlerinden başka hiçbir iz kalmadı. On binlerce insanı katlettiler, hiçbirisinin izi yoktur. Geriye sadece korku ve dehşet kaldı. 1938 katliamlarının dehşetini bıraktılar. Bundan başka hiçbir iz kalmadı. Dikkat edelim, korkuyla kulaktan kulağa söylenen sözler dışında Kürtlük adına, varlık adına, özgürlük adına her hangi bir iz bırakmadılar. Aslında onun da söylenmesine korku derinleştirilsin, yürekten yüreğe taşınsın dolayısıyla böyle bir şeye cüret etme durumu ortaya çıkmasın diye izin verdiler. Yoksa onu da önlemeye çalışırlardı. İşte Diyarbakır Zindanı’nda devrimci tutsaklara dayatılan çizgi de bunun esasıydı, daha da geliştirilmişi oluyor. Öyle ki Kürt olarak, PKK militanı, Apocu militan olarak yaşamayacaksın. Zaten bundan vazgeçirilmesi için 24 saat baskı var. Büyük zindan direnişi itirafçılık dayatmasına karşı gelişti Bir de öyle ölmeyeceksin. Ne olursa olsun bütün bunları beyninden ve yüreğinden atacaksın, kusacaksın. İtirafçılık demek bu oluyor. Kendi ulusal, ideolojik, partisel, insanlık kimliğini red edip, bütün duygu-düşünce-ruh dünyanı yok edeceksin, dolayısıyla bu şekilde bir posa haline geldikten sonra bir uşak olarak sana verileni alacak ve onun gereklerini icra edeceksin. Ne kadar alınabilir, icra edilebilirse o kadar yapacaksın. Dayatma bu işte. Büyük zindan direnişi böyle bir itirafçılık dayatmasına karşı gelişti. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi bu zihniyeti ve politikayı yenilgiye uğrattı. Özgürlük mücadelesi yürüten bir Kürt olarak, bir Apocu militan olarak hiç kimse ölmeyecek kararını, boşa çıkarttı. Başarı böyle gerçekleşti. Dikkat edelim, neye başarı dediğimizi doğru anlamamız lazım. O halde büyük özgürlük değeri ne oluyor? Onu doğru bilince çıkartmamız gerekiyor. Başarı, düşmanın bu dayatmalarını posa olarak var edip, insan olarak yok etme dayatmasını boşa çıkartmayı, başarısız kılmayı ifade etti. Mazlumların, Ferhatların, Hayri, Kemal yoldaşların bu büyük cesaretleri, fedakârlıkları, geliştirdikleri fedai çizgisi işte bunu ifade ediyor. Düşmanın ulusal, toplumsal, ideolojik insan olarak ölümü dayatıp bir posa olarak yaşamayı dayatmasına karşı, onlar bir insan olarak ulusal kimlik, ideolojik-örgütsel kimliği esas alan, onunla ölümü gerçekleştiren, tercih eden, onlardan koparak düşmanın istediği biçimde bir posa olarak fiziki yaşam sürdürmeyi, biyolojik yaşam sürdürmeyi red eden bir büyük bilincin ve iradenin sahibi oldular. İtirafçılık politikasını ancak bu biçimde boşa çıkardılar, yenilgiye uğrattılar. Devrimci değer, ulusal özgürlükçü, demokratik değeri bu biçimde var ettiler. Şimdi şu önemli: Diyarbakır Zindanı’nda bu bir dayatma olarak net görüldü. İfade ettik, bu sadece o an ve zindana özgü değildi. Aslında Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıkartılmış olan Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin esasıydı. Toplumda Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Kürt toplumu üzerindeki sömürgeci-soykırımcı uygulamanın kendisiydi. Zindanda bu uygulamaların temel özelliklerinin, amaçlarının neler olduğu daha yalın, açık, çıplak bir biçimde görüldü. Yeni bir konsept var, durum değişmiştir Şimdi, mevcut AKP-MHP faşizminin, bütün o sömürgeci-soykırımcı sistemin maskeleri geçen 40 yıllık mücadeleyle düşürüldüğü için Diyarbakır Zindanı’nda 12 Eylül faşist-askeri rejiminin çıplak-yalın bir biçimde uyguladığı bu gerçekliği toplum üzerinde de açık bir biçimde uyguluyor. Biz ‘bu rejim başka zamanlarda yapılmamışı yapıyor, ağır uygulamalarda bulunuyor’ diyoruz. Hayır, öyle değildir. Aslında yüzyıldır 4 parça Kürdistan’da her an uygulanan gerçeklik bu ama üstü maskeleniyor. Şimdi mücadele edilince ona karşı, maskeler düşürüldükçe gerçek yüzü açığa çıkıyor. Diyarbakır Zindanı’nda açığa çıkmıştı. Şimdi gerilla öncüllüğündeki Özgürlük Mücadelemizin maskeleri düşürmesi sonucunda yine yalın bir biçimde açığa çıktı. AKP-MHP faşizmi Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamaların hepsini, ‘itirafçılık politikası’ denilerek yürütülenleri, aslında toplum üzerinde açık bir biçimde yürütüyor. Dayatmalar aynı dayatmalardır. Tayyip Erdoğan’ın, Devlet Bahçeli’nin sözlerine, tutumlarına, uygulamalarına bakalım, İmralı’dan diğer zindanlara, kentlerden dağlara, Bakur’dan Rojava’ya, Başûr’a, yurtdışına kadar, yaşayan diri insandan şehitliklere kadar, cenazeler üzerindeki uygulama ve saldırılara kadar yürütülen tüm politikalara bakalım hepsi Diyarbakır Zindanı’ndaki itirafçılık uygulamasıdır. Yani özgür Kürt olarak hiçbir şey var olmayacak. Bu konuda tarihe her hangi bir iz bırakılmayacak. İzi bile yok edilebilecek ki kökünü kazıyasın. İşte kök kazıma politikası bu oluyor. Yani tüm izleri yok etmek. Kürt soykırımı, Kürdistan, Kürt toplumu üzerindeki soykırım böyle uygulanıyor. Bu konuda özellikle ‘30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısının’ aldığı ‘Çöktürme Eylem Planı’ adlı soykırım planı, 12 Eylül faşist-askeri rejiminin Diyarbakır Zindanı’nda uyguladığı politikaları çok daha ileri bir biçimde planlayarak uygulamaya koymayı ifade ediyor. Genelde bu kök kazıma, inkâr ve imha yüzyıldır hep var. Çeşitli dönemlerde ağır soykırımlar biçiminde sürdü. Yine Önder Apo’nun başlatıp geliştirdiği, PKK biçiminde somutlaşan, örgütlenip yürütülen Özgürlük Mücadelesine de, 18 Mayıs 1977 tarihinde Antep’te Hakki Karer Yoldaşın katledilmesinden itibaren bir katliam-imha-tasfiye etme saldırısı dayatıldı. Bunlar birer gerçeklik, fakat bu ‘Çöktürme Eylem Planı’ denen saldırı bugün AKP-MHP faşizminin her alanda yalın bir biçimde yürüttüğü uygulamalar, tıpkı 12 Eylül rejiminin Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalarına benzer bir düzeyi, açıklığı ifade ediyor. Oradaki ‘itirafçılık’ adı altındaki kök kazıma, imha etme, yok etme saldırılarının daha açık bir biçimde yürütülmesini ifade ediyor. Bunu görüp anlamamız gerekli. Kürdistan Diyarbakır Zindanı haline getirilmiş durumda Bu direnişin 38. yıldönümünde mevcut durumu anlamaya çalışırken aslında bu gerçekliğe parmak basmak gerekli ve yerinde bir durum olmaktadır. Öncesiyle de bağını doğru kurmamız lazım. Bir anda ortaya çıkmıyor ama gerçekten de bu yeni bir konsept, yeni bir planlama, yeni bir uygulama düzeyini de ifade ediyor. Eskiyle karıştırmamak gerekli. Bu durum birçok bakımdan AKP yönetiminin önceki dönemlerine benzemiyor. Ne oldu, nasıl oldu, AKP niye böyle oldu? diye bazı çevrelerde şaşkınlık da yaratıyor. Ama yeni bir konsept var, durum değişmiştir. Kök kazıma hedefi tıpkı Diyarbakır Zindanı’nda uygulandığı gibi bugün bütün topluma, dört parça Kürdistan ve yurtdışında açık bir biçimde ve planlı-örgütlü olarak uygulanır hale getirilmiştir. İşin gerçeği bu. Bu bakımdan 1982’de Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalar bugün olduğu gibi Bakurê Kurdistan’da, Türkiye’de, dört parça Kürdistan’ın her tarafında uygulanıyor. Aslında Kürdistan Diyarbakır Zindanı haline getirilmiş durumda. Çok farkında değiliz, birçok kesim yaşadığını sanıyor, zindanda olmadığını düşünüyor. “İnsanlar tutuklanıp, zindanlara konuyor,” diyoruz. Oysa yaşam zindan haline getirilmiş durumda. Dışarı zindan olmuş. Ülke zindana dönüştürülmüş. Bu gerçekliği iyi görmek gerekli. Hem de 1982 Diyarbakır Zindanı’na dönüştürülmüş. Bunun iyi görülüp anlaşılması lazım. O halde 1982 Diyarbakır Zindanı’nda mücadele nasıl, hangi çizgide, hangi ruhla, nasıl bir amaç temelinde yürütüldüyse şimdi de bir bütün her alanda Özgürlük Mücadelesinin aynı biçimde, aynı çizgide yürütülmesi gerekiyor. O nedenle de büyük zindan direniş çizgisi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu çizgisi her zamankinden daha fazla bu günü aydınlatıyor. Bugün için ön açıcı, yol gösterici, aydınlatıcı oluyor. Ne yapmamızı, nasıl yapmamız gerektiği sorularına her zamankinden daha çok şimdi cevap oluşturuyor. PKK’nin imha ve tasfiyesi için yapılan saldırılar 18 Mayıs 1977’de başladı Bu çerçevede AKP-MHP-Ergenekon ittifakıyla oluşturulan bu yeni soykırım saldırı konseptini doğru anlamamız lazım. Kuşkusuz yüzyıllık soykırım zihniyet ve siyasetinin uygulanması oluyor. Bu PKK’ye baştan beri dayatılan imha ve tasfiye saldırılarının üzerinden yükseliyor. Onların bir devamı oluyor ama gerçekten de yeni, farklı özellikler de içeriyor. Onları ayrı görmemek lazım. Elbette bu saldırının merkezinde de PKK’nin imhası ve tasfiyesi var. Öncelikle saldırı PKK’ye oluyor. Fakat dikkat edelim sadece bugünün PKK’sini imha ve tasfiye etmeyi hedeflemiyor. Öyle ki, gelecekte de PKK gibi bir özgürlük bilincinin, iradesinin örgüt ve eyleminin ortaya çıkmamasını garantiye almak istiyor. Böyle bir gelişmeyi var edebilecek her türlü zemini yok etmeyi, kurutmayı hedefliyor, kök kazıma böyle gerçekleşiyor. Tabi bu farklıdır. Var olanı olduğu düzeyiyle yok etmek ayrı, ilerde benzer durumların, gelişmelerin ortaya çıkma ihtimalini ortadan kaldırma, o ihtimalin gerçekleşeceği zemini de yok etmeyi hedefleme daha ayrı bir durum olmaktadır. Bu tabi ayrı planlamaları, uygulamaları gerektiriyor. Farklı saldırı biçimlerini ortaya koyuyor. Yoksa PKK’nin imha ve tasfiyesi için yapılan saldırılar 18 Mayıs 1977’den itibaren başladı. Maraş Katliamı’yla birlikte 12 Eylül faşist-askeri darbesine giden süreç başlatıldı ve bu büyük bir imha saldırısıydı. Bu saldırı 1981-82’de Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalarla yürütüldü. Yurtdışında Papa suikastinden, Palme cinayetine kadar giden saldırılarla yürütülmeye çalışıldı. Bunların hepsi imha ve tasfiye saldırılarıydı. Buna karşı esas olarak zindanlarda direnildi. Zindan direnişi bunları boşa çıkardı. Hilvan-Siverek’te direnişler geliştirilerek boşa çıkartıldı. Ama esas olarak büyük zindan direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bu imha saldırılarını boşa çıkardı. 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele edecek bir öncü gücü, parti gücünü eğitip örgütlemeyi, Kürdistan’ın merkezi olan Botan’a taşımayı, gerilla haline getirmeyi sağladı. Bütün bu gelişmelerle bu saldırılar boşa çıkartıldı. 15 Ağustos 1984 gerilla atılımından sonra gerillaya karşı yürütülen mücadele, savaş, 1985 itibariyle NATO’ya götürüldü. NATO’nun geliştirdiği imha saldırıları nasıl oldu? İşte bir tanesi tampon bölge planlamasıydı. Bu 1985’de Türkiye-Irak görüşmeleriyle gündeme getirildi. Sınırın her iki yakasını en az 5’er kilometre kadar boşaltmayı, dolayısıyla Bakur’dan Başûr’a Başûr’dan Bakur’a gerilla geçişini engellemeyi hedefliyordu. Yine 1987’de Olağanüstü Hal geliştirildi. Özel savaş derinleştirildi. Özel savaştaki derinleşme, tampon bölge yaklaşımlarının hepsi, PKK’yi imha ve tasfiye saldırısıydı. Buna karşı gerilla ve halk direndi. Önderlik, Mahsum Korkmaz Akademisi temelinde büyük bir gerilla eğitimi ve örgütlemesi yaptı. Büyük bir gerilla direnişi yürüttü. Bu şekilde bütün bunlar boşa çıkartıldı. İmha saldırıları 90’dan itibaren Başûrê Kurdistan’da bir ‘Kürt statüsü’ yaratılarak yürütülmek istendi. Bunu iyi görmek lazım. Başûrê Kurdistan yönetimi o zaman bu anlayışla oluştuğu için hala siyaseti aynı dönemin siyaseti sanıyor, o temelde yaklaşıyor. PKK’ye karşı mücadele etmek üzere kendilerine bu imkan verilmiş. ‘O halde bu karşıtlık temelinde mücadele ederek hep var olurum ve yaşarım’ sanılıyor. Hala o çizgide kalmış. İşte 90 başındaki uygulama oydu; Bir yandan Başûrê Kurdistan’da bir statü oluşturup özgür Kürtlüğü onlara dayanarak da kuşatmak istediler. Bizler bunu 1992 savaşında, yine 1993-98 arasındaki Güreş-Ağar-Demirel-Çiller çetesinin topyekûn-faşist soykırımcı saldırılarında gördük. İmha ve tasfiye böyle yürütüldü. Sınır üzerinde karakollar kurularak tampon bölge uygulanmak istendi. Bunlar boşa çıkartılınca Uluslararası Komplo gündeme kondu. Önder Apo’yu imha ederek PKK’yi imha ve tasfiye etmeyi, Kürt soykırımını yürütmeyi öngördüler. Amaç PKK’yi imha ve tasfiyeydi Uluslararası Komplo da bir imha ve tasfiye saldırısıydı. Buna karşı Önder Apo’nun çok yoğun, bilinçli bir direnişi gelişti, saldırıları boşa çıkartma gerçeği görüldü. Örgüt-halk, bütün eksiklerine rağmen Önderliği izledi, takip etti. Önderlik direnişi ile bütünleşmeye çalıştı, destek verdi. Komployla Önderliği imha, PKK’yi tasfiye gerçekleştirilemedi. Ardından 23 Ağustos 2005 tarihli MGK toplantısının gündemleştirdiği ‘yeniden topyekûn faşist, özel savaş saldırısı’ devreye kondu. Bu saldırı 5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush görüşmesiyle, TC-ABD planlamalarını yeniden ortaklaştırma temelinde daha ileri bir düzeye götürülmek istendi. Bu temelde Türkiye-Irak ittifakına Kürtleri de katarak İran’a ve Suriye’ye karşı mücadele etme stratejisinin bir gereği olarak Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimi tasfiye edildi. Kürtler’de de PKK’nin imha ve tasfiye edilmesi gündeme geldi. Eğer bu olmayacaksa özellikle Başûrê Kurdistan yönetiminin etkin hale getirilmesi temelinde PKK’nin denetime alınması öngörüldü. 2008 Şubat’ında Zap ile başlayan saldırı da böyle bir saldırıydı. Dikkat edelim orada da amaç PKK’yi imha ve tasfiyeydi. Fakat TC var olanı imha ve tasfiye etmeyi öngörüyordu. ABD ve ortakları ise KDP tarafından PKK’nin denetime alınmasını öngörüyorlardı. Yani, hem bir oldukları noktalar, hem de çelişkileri vardı. Şunu görmek lazım: 1983 Mayıs’ından itibaren Şubat 2008 Zap saldırısı da dâhil, Başûrê Kurdistan’da, Bakur’da gerillaya karşı yürütülen askeri operasyonlar, saldırılar sadece PKK’nin imha ve tasfiye edilmesi hedefini öngörüyordu. Vurup ezmeyi, darbelemeyi, daraltıp, küçültüp, yok etmeyi hedefliyordu. Bunun ötesinde bir hedefi yoktu. Bu saldırılar darbe vurmayı ve ezmeyi hedefliyordu. Şimdi bütün bunları şu açıdan değerlendirmek lazım: 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısındaki ‘Çöktürme Eylem Planı’ denen konsept bunu aştı. PKK’yi imha ve tasfiye etmeyi, ezmeyi, ona darbe vurucu saldırılar yapmayı değil de, ona zemin olan yapıları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir saldırıya dönüştü. Bu ne oldu, nasıl görüldü? İşte Cizîr’de, Sûr’da, Şirnex’te, Nisêbîn’de Gever’de PKK direnişinin dayandığı toplumsal zemini yok etme, ezme, dağıtma hareketi şeklinde görüldü. 2015-16 saldırıları kesinlikle bu temelde gerçekleşti. Yine PKK’nin, onun gerillasının dayandığı temel coğrafi alanları işgal etme şeklinde görüldü. 2016 Ağustos’ta Cerablus-Bab’tan başlayan işgal hareketi, daha sonra Rojava’da Efrîn-Girê Spî, Serêkanî işgal saldırıları biçiminde süren, Başûrê Kurdistan’da ise 2016 Eylül’ünden itibaren Zap’ta, Avaşîn’de başlayan, 2017 Aralığında Xakûrkê’ye dönük işgal saldırısı olarak süren, şimdi 2020 Haziranı’nda da Heftanîn’i işgal etme biçiminde sürdürülmeye çalışılan bir işgal saldırısı haline geldi. Efrîn’den Xakûrkê’ye kadar her yer işgal edilmek isteniyor Burada da kuşkusuz PKK’nin imha ve tasfiyesi esas ama yöntemi farklı, bunu bizim görmemiz lazım. Düşmanın bu konsept temelindeki saldırılarıyla öncekiler farklıydı. PKK’yi hedefliyordu, gerillayı hedefliyordu, ona darbe vurup ezmeyi öngörüyordu. ‘Çöktürme Eylem Planı’ ise, PKK’nin üzerinde var olduğu coğrafi ve toplumsal zemini yok etmeyi hedefliyor. Sadece PKK’ye, gerillaya darbe vurmayı, ezmeyi, tutuklamayı değil, onun dayandığı coğrafi ve toplumsal zemini yok etmeyi, dağıtmayı, işgal etmeyi öngörüyor. Dolayısıyla sadece bugün var olan özgürlük gücünü ezme, tasfiye etme hedefi yoktur. Öyle ki, özgürlük hareketinin gelişebileceği, var olabileceği, dayanabileceği coğrafi ve toplumsal zemini de yok etmek istiyor. Gelecekte de böyle bir hareketin ortaya çıkmasını imkansız kılmayı öngörüyor. Bu gerçeği görmemiz lazım. Bu nedenle 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren başlatılan saldırılar farklı saldırılardır. İşgal saldırısı var, soykırım saldırısı var. PKK’nin imhası ve tasfiyesi ile sadece Kürt soykırımını yürütmeye uygun bir zemin yaratmayı değil, bu, PKK’nin imha ve tasfiyesiyle birlikte Kürt soykırımını da gerçekleştirmenin saldırısı oluyor. Bu birlikte, ortak yürütülüyor. Bunu görelim. TC devleti öyle bir planlamayı AKP-MHP ittifakı temelinde geçmişi değerlendirerek yaptı. Bu planlama için 22 Temmuz 2015’de ABD ile görüşüp ittifak da yaptılar, destek de aldılar. Bu nedenle 24 Temmuz 2015’ten itibaren yürütülen düşman saldırılarının askeri boyutu, coğrafi, toplumsal boyutu değişti. PKK’yi, gerillayı bulup vurma, ezmeyi değil, gerillanın var olduğu zeminleri ortadan kaldırma, toplumsal zemini dağıtma, coğrafi zemini yok etme, buraları işgal etme, burada PKK’yi, PKK’nin dayandığı değerleri yok ederek kendini yerleştirme, egemen kılma, konumlandırma çabası var. Bu kesinlikle yeni bir durum. Bunu önceden görememe ve buna karşı yeterli bir planlamayla mücadele edememiş olma ciddi bir eksiklik ama en azından şimdi görmemiz lazım. Eski saldırılarla karıştırmamak gerekir. PKK’yi imha ve tasfiye saldırısıdır. Yeni konsept ve TC’nin BM’ye sunduğu harita Başûrê Kurdistan yönetimi, “Saldırı sadece PKK’ye oluyor,” ya da “PKK nedeniyle oluyor” diyor. Zaten bunu önceden onlara ezberletmişler. O temelde kendilerine hayat verdiler. Hala bu şekilde “var oluruz” sanıyorlar. Fakat durum değişmiştir. Gerçekten Efrîn’den Xakûrkê’ye kadar her yer işgal edilmek isteniyor. Özellikle geçen yıl Girê Spî ve Serêkanî işgal saldırıları başladığı süreçte AKP-MHP basınında bu yönlü yoğun tartışmalar yürütüldü. Tayyip Erdoğan BM’ye Suriye haritasını sundu. Aslında benzer bir harita Başûr için de vardır. Şunu tartışıyorlardı; ‘Rojava’yı, Başûr’u ele geçir, işgal et. Botan’ı, Mêrdîn’i Kürtsüzleştir, buraya dünyanın dört bir yanından toplanan devşirme, o çete haline getirilmiş insanları yerleştirerek Kürdistan’ın kalbini, merkezini yok et.’ Yani ‘beynini ve yüreğini yok ettikten sonra o vücut zaten yaşayamaz. Bununla Kürt soykırımını da gerçekleştirmiş olursun, Kürdistan üzerinde de istediğin gibi denetim kurarsın. Sadece Kürdistan için de geçerli olmaz, Ortadoğu’yu da böyle bir çete yapılanmasına dayanarak o temelde yürütülen saldırılarla rahatlıkla denetleyebilirsin, bütün insanlığı da terörle tehdit edersin, her tarafa terör ihraç ederek korkutursun, ürkütürsün, böylece kendi siyasetini yürütürsün.’ Türkiye’de tamamen terör saldırılarına dayalı siyaset yapmayı öngören bir zihniyet ve sistem hâkim hale gelmiş durumda. Bugün AKP-MHP ittifakının varlığı bunu ifade ediyor. Bu temelde saldırı yürütüyorlar. Buna göre de askeri saldırılar yürüttüler. Peki, askeri saldırıları nasıl yaptılar? Hiç genel yapmadılar. Parça-parça, çok küçük alanları hedefleyerek, fırsat kollayarak, plan yaparak, güç yoğunlaştırarak, adım adım, parça parça ele geçirme biçiminde yürüttüler. İlk saldırıyı kendi sınırları içerisinde, Ertuş’tan başlattı. Oradan sınır dışına, Avaşîn hattına, önemli stratejik tepeleri tek tek almaya yöneldiler. Bir kaçına birlikte hiç yönelmediler. Ondan sonra bakın Rojava’ya da parça parça saldırdılar; önce Efrîn’e, sonra Girê Spî-Serêkanî’ye saldırdılar. Fırsat bulurlarsa bunu sürdürecekler. Bunu bilmemiz lazım. Eğer bu boşa çıkartılmaz, bu plan kırılmaz, başarısız hale düşürülmez, böyle bir plan yenilgiye uğratılmazsa TC’nin planladıkları pratikleşirse kesinlikle bunu yapacaktır. Bundan kesinlikle emin olmak lazım. Yani TC, BM’de gösterdiği o haritadaki bütün alanları ele geçirecek. Yeni konsepti, planlaması odur. Kürt soykırımını gerçekleştirmenin pratik-askeri planlaması Bunu birden yapmıyor. Adım adım yapacak. Bir yılda, altı ayda yapmayacak. Bu uzun yıllara yayılmış bir planlama oluyor. Fırsat oluştuğu an, oluşan yeri ele geçirme biçiminde yapacak. Aynı şeyi Başûrê Kurdistan’da yapacak. Xakûrkê’de bunu kısmen uyguladı. Daha da ilerletecek. Öyle anlaşılıyor ki Başûr’da Heftanîn, Kaşûra, Zap, Avaşîn hattından, Şîrwan’ın üzerinden Helgurt’a kadar uzanan alanı ele geçirmek istiyorlar. Bakur’da da her halde şimdi Serê Kanî’yi (Ceylanpınarı) büyük ölçüde ele geçirdiler. Birçok insanı kaçırttılar. Yoğun bir çete yerleştirmesi yaptılar. Kimse orayla ilgilenemiyor, girip çıkamıyor. Kobanê ve Serêkanî’deki ilk savaştan bu yana Serêkanî’ye (Ceylanpınar’a) kimse girip çıkamıyor. Her şeye el koydular. Adım adım, tümüyle Kürtsüzleştirmeyi gerçekleştirip kendilerine bağlı çete topluluklarını yerleştirmeye çalışıyorlar. Aynı şeyi Nisêbîn’e, Cizîr, Şirnex’te de uygulamak istiyorlar. Yani planları var. Başarabilirse, fırsat bulurlarsa bunları yapacaklar. Şimdi Kürt soykırımını gerçekleştirmenin pratik-askeri planlaması bu çerçevededir. Bu hale gelmiş durumda. Bunun bizce doğru anlaşılması lazım. Herkesin de doğru anlaması gerekli. Bu saldırı, “PKK’yi yok edeyim de başka Kürt kalsın” saldırısı değildir. Kürt soykırım saldırısını PKK’yi imha ederek yürütmektedirler. Daha önce PKK’yi imha edelim, Kürt soykırımını ise adım adım gerçekleştiririz diyorlardı, bu vardı. Bu şekilde birbirinden ayırıyorlardı. Bir zaman PKK’yi tasfiye ederiz diye Uluslararası Komplo’yla Önder Apo’ya saldırdılar. Bunların hiçbirisi başarılı olmadı. Hepsine karşı direnildi. Boşa çıkartılınca şimdi PKK imhasıyla Kürt soykırımını ve Kürdistan’ı işgal saldırısını ortak bir planlama dâhilinde birlikte iç içe yürütüyorlar. Bunu herkesin anlaması lazım. Bütün Kürtlerin anlaması gerekli. Rojava yönetiminin de, Başûr yönetiminin de, bütün Kürt partilerinin de doğru anlaması gereken gerçeklik kesinlikle bu oluyor. Bu öncekilerden farklı. Artık 90’larda oluşturulan bir Başûrê Kurdistan statükosu yoktur. Öyle bir yönetimin itibarı kalmamıştır. Türkiye için hiçbir geçerliliği yok. Şu an PKK’yi zayıflatmak için öne çıkartıp biraz daha onlara dayanmak istiyor. Eğer ‘PKK’yi zayıflattım, kırdım, etkisiz hale getirdim’ diyebilirse o zaman onların hepsini bir günde yok edecek. Referanduma nasıl tavır aldı, Kerkûk saldırısında TC ne yaptı? Çok açık bir husus. Bunu böyle görmek gerekli. Üçüncü Dünya Savaşı’nın içerdiği çelişkili ve çatışmalı ortamdan yararlanarak, var olan imkanları kullanarak bunu yapmak istiyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan Kürt soykırım saldırısı şimdi böyle bir konsept temelinde, böyle bir planlamayla yürütülüyor. Rojava’da da, Başûr’da da, Bakur’da da bazı adımlar atılmıştır. Hepsinde tabi direnişler de var. Henüz böyle bir planın gerçekleşmiş olması durumundan uzağız ama Efrîn, Girê Spî, Serêkanî, Zap, Avaşîn-Xakûrkê ve şimdi de Heftanîn’de yürütülen saldırılar bu temelde gerçekleşmektedir. Cizîr, Sûr etrafındaki katliamlar bu temelde yapıldı. Bab, Cerablus işgali bu temeldeydi. Bunların hepsi peş peşe gelişen uygulamalar oldu. TC bazı mesafeler kat etti. Kendini hazırladı. Siyasi ortamını yarattı. İttifaklarını oluşturdu. Çeşitli güçlerden destek alabildi. Aldığı desteklerle bu saldırıları yaptı, yapıyor. Medya Savunma Alanları Irak devleti ve Başûr yönetimi tarafından TC’ye verilmiş durumda Kuşkusuz Türkiye’nin geleceğini ipotek ediyor. İmkanlarını kullanıyor. Bunları kendi başına yapmıyor. Bu saldırıları yaparken küresel ve bölgesel düzeyde aktör olan güçlerin onayını, desteğini alarak yapıyor. Bu da bir gerçek. Her şey TC gücüyle olmuyor. İşte Cizîr, Sûr katliamları olurken dikkat edelim hiç kimseden ses çıkmadı. Cerablus, Bab işgali olurken ABD başkan Yardımcısı ile Mesut Barzani Ankara’daydı. Cerablus’a ve Bab’a dönük ilk işgal hareketini TC devleti törenle başlattı. Törenin konukları ABD başkan yardımcısıyla, Başûrê Kurdistan bölge başkanıydı. Bunların da ne kadar ortak olduklarını, rol sahibi olduklarını görmek açısından bu önemli bir durum oluyor. Avaşîn’e, Zap’a, Xakûrkê’ye işgal saldırıları yaparken bölgesel ve küresel güçlerden nasıl onay aldıkları ortadadır. Ne Avrupa, ne ABD, ne Rusya, hiç kimse ses çıkarmıyor. Bu kadar işgal saldırısı oldu kimse bir şey demedi. Irak devleti biraz zorlanınca zevahiri kurtarmak için ‘karşı çıkıyoruz’ diyor ama bütün bunları anlaşmalı yürüttüklerine dair elimizde bilgiler var. Bugün bizim Medya Savunma alanları olarak tanımladığımız alanların hepsi Irak devleti tarafından, Başûrê Kurdistan bölge yönetimi tarafından TC’ye verilmiş durumda. Bunlar onaylanmış. Bu konuda hiç hata yapmayalım. Fakat toplumsal baskı oluşunca karşı açıklamalar yapıyorlar. Bunların hiçbir gerçekliği yok. Zevahiri kurtarmak için açıklama yapıyorlar. Dolayısıyla hiçbir etkide bulunmuyor. Dikkat edelim, Türkiye’de çok fazla ondan etkilenmiyor. Fakat şu risk vardır; Türkiye bunları yaparsa ondan sonra nereye gider ondan korkuyorlar. Musil, Kerkûk’te Türkmenlere dayalı çete örgütlenmeleri var, bütün buraları ele geçirme planı yapar, böyle bir saldırıda bulunur diye korkuları var. O korkuyla da biraz karşı çıkıyorlar. Çünkü mevcut öngördüğü yerleri ele geçirip işgal ederse bu Türkiye için büyük bir güç olacak. Bu alanlarda Kürt direnişini ortadan kaldırırsa, PKK’yi yok ederse bunu başarmış olan bir Türkiye’nin Suriye’ye dönük, Irak’a dönük, bütün Arap sahasına dönük yapmayacağı ne kalır? Bunları geliştirirken aynı zamanda bunlara bakıyorlar. Katar ile ilişkileri gerçekten de koloni oluşturma, sömürgeleştirme ilişkisidir. Katar’ın bütün askeri güvenliği Türkiye’nin üzerine kalmış. Türkiye orayı işgal etmiş gibi. Libya’yı işgal etmeye çalışıyor. En azından bir bölgesini işgal etmeye çalışıyor. Orada da koloni oluşturmaya çalışıyor. İdlib-Hatay hattında benzer işgal durumu var. Bütün bunları görerek korkuyorlar. Aslında biraz tepki gösteriyorlar. Bunun yarattığı korku da var. Bakıyorlar ki sorun sadece PKK ve Kürtler değil, özellikle bölgesel ve küresel güçlerle ilişkilerinde hep bunu öne sürüyorlar; ‘İşte PKK için, teröre karşı operasyon yapıyoruz’ diye, her şeyi oraya bağlamaya çalışıyorlar ve şimdiye kadar herkese bunu kabul ettirdiler ama birçok çevre gerçeğin öyle olmadığını artık görüyor. Bunun ötesine geçen bir durum var. Biraz korku o temeldedir. Yoksa diğer türlü gerçekten de onay vermişler. Artık Türkiye karşılığında neler vermiş ise herkes kendi çıkarı çerçevesinde belli bir destek, onay veriyor. Efrîn’e yönelik birçok müdahalemizi ABD engelledi Daha önce dikkat çektik, Cerablus ve Bab’a işgalinde Ankara’da kimler vardı, nasıl bir törenle ilk düğmeye basıldı? Efrîn’i işgal ederken Rusya’nın zaten açıktan desteği vardı. ABD’nin de en az Rusya kadar desteği vardı. Yani çok dışarıya çıkmadı ama biz de bu mücadelenin içindeyiz, bazı şeyleri biliyoruz. En azından gerçekleri anlayalım diye bazı girişimlerde bulunduk, kimin, nasıl işin içinde olduğunu gördük. Örneğin Efrîn’e yönelik birçok müdahalemizi ABD engelledi. Biz müdahale edemedik. Bizim girişimlerimizi boşa çıkardı. Girê Spî, Serêkanî’ye saldırının nasıl olduğunu herkes çok daha iyi biliyor. ABD’nin rölü ne? Rusya’nın hesapları neydi? Yine Xakûrkê’ye dönük saldırılarda İran’la nasıl bir işbirliği oldu, aynı zamanda Başûrê Kurdistan’a dönük saldırıları İran’la nasıl ortaklaşa koordine ediyor, birlikte yürütüyorlar, ortak operasyon içindeler bu da açığa çıktı. Yani bu güçler de işin içerisindeler. Birçok güç kendi çıkarı doğrultusunda “olur,” destek veriyor. AKP-MHP faşizmi Türkiye’nin imkanlarını pazarlayarak fırsat, imkan yaratıyor ve ona göre pratik geliştiriyor. Bu da açık bir durum. Mevcut güçlerin demek ki kendine göre planları var. Herkesin kendi çıkarı var. Bu onay ve desteği çıkarları doğrultusunda veriyorlar. Güncel olarak ekonomik-siyasi taviz alıyorlar. İleriye dönük hesapları gereği bunu yapıyorlar. ABD, İngiltere ve İsrail ittifakının amacı Ortadoğu’yu daha çok parçalamaktır Mesela 5-6 yıl öncesine kadar ki süreci düşünelim; Sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın en tutucu devleti TC’ydi. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında ortaya çıkartılmış sınırları korumada en katı davranan, sınırların değil değiştirilmesini, tartışılmasına bile her yerde karşı çıkan devlet, TC devletiydi. Şimdi 5 yıldır ne oldu? Ortadoğu’da sınır değişikliklerini TC’nin eliyle yaptılar. Bab’a, Cerablus’a TC girdi, İdlib’e TC girdi, Türkiye-Suriye sınırını, Türkiye-Irak sınırını TC yok etti. Yani önceki İkinci Dünya Savaşı’nın çizdiği sınırları Ortadoğu’da TC devletinin eliyle ortadan kaldırdılar. Şimdi artık Ortadoğu’da sınır sorunu vardır. Bu ileriki süreçlerde çeşitli biçimlerde gündeme gelecek. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi, Ortadoğu’nun siyasi coğrafyasının yeniden yapılandırılması kesinlikle gündeme girecek. Mevcut durumda artık ‘biz eski sınırlara sadığız, ülke bütünlüklerinden, devlet sınırlarının korunmasından yanayız’ sözleri boş bir yalandan başka bir şey değildir. O aşıldı. Bunu TC eliyle yaptırdılar. Demek ki TC’yi buna teşvik ettiler. Aslında TC buna karşıydı. Ama en karşı olduğunu TC’ye yaptırdılar. Bu sınırları değiştirdiler. Demek ki sınırları değiştirmek isteyen, Ortadoğu’da siyasi coğrafyayı yeniden şekillendirmek isteyen güçler var, böyle politikalar var. İleriki süreçte gündeme gelecek. Bunu görmek lazım. Özellikle küresel sermayenin temel yaklaşımının bu olduğunu söylemek hatalı değil. Eğer başarabilirlerse ABD, İngiltere, İsrail ittifakının, yeni Ortadoğu politikasının mevcut Ortadoğu’yu daha çok parçalamak olduğu açıktır. Hem İsrail’in, sermayenin güvenliği, hem de daha fazla sömürü yapabilmesi, Ortadoğu kaynaklarının daha çok sömürülebilmesini buraya dayandırmak istiyorlar. Bunu şimdi gizliyorlar. Büyük Orta Doğu Projesi diye bir proje ortaya attılar. Bu görünür bir biçimde içinde yok. Projenin adı var fakat içi bomboş, demek ki içinde gizli şeyler var. En gizli olan budur. Bunu Türkiye eliyle yaptırdılar. Artık Türkiye karşı çıkamaz. Zaten var olan sınırları kendisi değiştirmiştir. O halde bu sınır yapılandırmalarını nasıl yapacaklar hiç belli değil. Avrupa maddi çıkar sağladı. Gerçekten de çok sömürü yaptılar. Rusya Türkiye’nin bu durumuna dayanarak güya ABD’yle, NATO’yla, Avrupa’yla çelişkiler yaratarak Türkiye üzerinden o derin ekonomik krizini aşmaya çalıştı. Gerçekten de enerji projeleriyle, etkinlik sağladı. Normalde Rusya çok zor durumdaydı, şimdi güçlenmiş durumda. Ortadoğu’da Sovyetler Birliğinin çözülüşünden sonra Rusya’nın her hangi ciddi bir etkinliği kalmamıştı. Şu an Ortadoğu’nun etkili, sayılı güçlerinden birisi olmuş durumda. Dört-beş sene önce sadece Akdeniz kıyısında, Suriye’de varlığı olan bir devletti. Şimdi Ortadoğu’nun her yerinde etkinliği duyulur bir devlet haline geldi. Böyle bir duruma gelme de İran’la ilişkilerinden Suriye yararlandı ama Türkiye ile Astana süreci denen görüşmeler süreci, enerji ittifakı denen ittifak sürecinden kazandığı çok şey oldu. Bu ilişkiler Rusya’ya önemli şeyler verdi. İran tarihsel olarak Kürt isyanlarını Türkiye ile birlikte bastırdılar. Osmanlı ve İran imparatorlukları hep böyle yaptı. Şimdi de aynı siyaseti yürütüyor. Kendini korumanın, varlığını sürdürmenin temel yolunu Kürt soykırımını gerçekleştirmek de görüyor. Aslında birçok bakımdan Türkiye ile çıkar çekişmesi, çatışması içinde olsa da Kürt soykırımını geliştirmede, Kürt Özgürlük Hareketine karşı mücadele etmede ortaklaşıyorlar, birlikte oluyorlar. Öyle bir desteği var. İnsan bunu görebiliyor. Arap devletleri etkinlik gösteremediler. Onların da ulus devlet milliyetçiliğinde ne kadar katılaştığını Saddam Hüseyin örneğinde gördük, yok oluyorlar ama değişmiyorlar. Aynı şeyi Esat yönetimi de yaşadı. Diğer Arap devletlerinde de görülüyor. Şimdi Katar, Libya, Suriye politikaları mevcut AKP-MHP yönetiminin yeni konsepti temelinde gelişen politikalar bu çevreleri biraz rahatsız eder, gözünü açar, uyandırır hale getirmiş gibi. Yani onlar biraz karşı çıkıyorlar. Başûrê Kurdistan yönetimi gerçekten de zaman tünelinde kalmış. 1988 Halepçe Katliamı ve İran-Irak ateşkesi sonrasında imha ve tasfiye olmuşlardı. 1991’de Çekiç Güç Operasyonu temelinde Başûrê Kurdistan’a sahip olmayı ABD-Saddam çatışmasının yarattığı konjonktüre dayanarak elde ettiler. Böyle bir anda yoktan bulur gibi yaptılar. Bunun PKK’ye karşı mücadeleyle var olduğu kendilerine söylendi, gösterildi. Bu temelde anlaşma yaptılar. Böylece öyle bir çizgiye oturdular. “PKK’ye karşı çıkarak biz var oluruz. Karşı çıktığımız oranda bize var diyecekler, o halde PKK karşı mücadeleye katılalım, varlığımızı koruyalım” çizgisini oluşturdular. Hala bu kafayla gidiyorlar. Böyle olduğunu sanıyorlar. Oysa bu değişti. Çekiç Güç Operasyonu, projesi bitti. TC’nin ‘Çöktürme Eylem Planı’yla birlikte o plan bitmiştir. Dolayısıyla PKK’ye karşı mücadele temelinde KDP’nin, YNK’nin, Başûrê Kurdistan yönetiminin ya da her hangi bir Kürdistan parçasında her hangi bir partinin güç sahibi olma, var olma şansı kalmamıştır. Geçmişte böyle bir şey vardı. Önder Apo buna ‘Apo primi, PKK primi’ dedi. Yani ne kadar karşı olursanız TC o kadar imkan veriyor. PKK’ye karşı çıkın alın, yaşayın. Fakat Kürt işbirlikçiliği bunun farkında değil, hala eskisinin sürdüğünü sanıyor. Bir büyük tehlike kendisi için de var. Kürt soykırımı önü alınamaz bir biçimde gerçekleştirilmek isteniyor ki kendisinin de iktidar olarak dayandığı zemin yok oluyor, bunun farkında değil. Aslında gaflet burada. Çok gafil ve zayıf durumdalar. Yani mevcut yeni politikaları göremiyorlar. Yeni projeleri anlayamıyorlar. Küresel sermaye güçlerinin, bölge güçlerinin politikalarını yeterince anlayabilmiş değiller, özellikle de TC’nin yeni konseptinin yeterince farkında değiller. Onlar zannediyorlar ki eskisi gibi devam edebiliriz. Öyle de yürümek istiyorlar ama etkilerinin ne kadar azaldığı artık gözle görülür bir durumda. Toplum da bundan rahatsız, birçok çevre bunu görüyor, ortaya koyuyor. Artık onlar da bir yolun sonuna geldiler. 90’ların başında kendilerine çizilen yol bitti. Şimdi yeni bir yol bulacaklar mı? Bulabilecekler mi, bulamayacaklar mı? Sorun orada. Şimdi şöyle görmek lazım: TC planlamaları karşısında herkesin kendine göre planlamaları var. Şimdi birçok çevre TC’nin mevcut Rojava ve Başûrê Kurdistan’a dönük işgal faaliyetlerine onay ve destek veriyor. Örneğin Libya’ya, Katar’a dönük askeri müdahalelerine çok fazla ses çıkarmadılar ama hesapları vardı. Bu demek değil ki hiçbir zaman çıkartmayacaklar. Hayır. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda bunu yapıyor. Zamanı gelince verdiklerinin karşılığını misliyle alırlar. Evet, İran ve Türkiye, Kürt varlığını imha etmekte birleşebilir ama bölgesel mücadele de en temel iki güçtür. O mücadele her zaman sürecek. Kürt işbirlikçiliğinin çok fazla bir destekleyici şeyi kalmıyor. Onlar baltayı kendi ayaklarına vuruyorlar. Zaten tümüyle maskeleri düştü. Zor durumdalar. Mevcut ulus devlet yapılanmalarını büyük görüyorlar, küçültmek istiyorlar Arap sahası en çok uyanacak saha, fakat bu ulus devlet milliyetçiliği gözünü kör etmiş durumda. Zayıf kalıyorlar. Tabii işin içine Katar, Libya, İdlib girince artık sessiz kalmaları mümkün değil. Zaten yakında bir Mısır-Türkiye savaşı çıkabilir diye birçok çevre konuşuyor. Şimdi Rusya, ABD, Avrupa arasında gerçekten de çıkar çatışmaları var, fakat ittifakları da mevcut. Birlikte yürütüyorlar. Ortadoğu’yu daha fazla sömürebilmek için Ortadoğu’nun gücünü daha çok düşürmek istiyorlar. Bunun için de var olan siyasi iradeyi daha fazla parçalama, darbelemek istiyorlar. Mevcut ulus devlet yapılanmalarını büyük görüyorlar, küçültmek istiyorlar. Daha çok başarabilirlerse parçalayacaklar, böylece birbiriyle çelişir ve çatışır kılacaklar. Böylece herkesi kendilerine daha fazla mecbur bırakacaklar. Ortadoğu’ya daha kolay hükmedecekler. Daha derin sömürecekler. Sermayenin akışı, azami kâr elde etme daha fazla olacak. Sermayenin güvenliğini de bu biçimde sağlamak isteyecekler. Arap sahasında yürüttükleri böyle bir parçalamadır. Eğer önü alınmazsa İran’da da Türkiye’de de bunu yapacaklar. Bugünkü Türkiye ve İran yönetimlerinin göremediği, görse bile güncel çıkarları nedeniyle red ettikleri, görmezden geldikleri gerçeklik bu oluyor. Aydınların, siyasetçilerin, kadın, gençlik hareketlerinin, toplumsal hareketlerin de yeterince görüp anlayamadıkları gerçeklik budur. Ufukları buna yetmiyor. Düşünce de görmek isteseler bile iradeleri böyle bir duruma karşı mücadele etmeye yetmediği için aslında gerçekleri biraz da görmek ve duymak istemiyorlar. Bir kendini kandırma ve yanıltma var. Ama bilelim ki, küresel sistem bunu yapacak. Bu doğrultuda Ortadoğu’da kimler kendi çıkarlarına hizmet ediyorsa onu da devam ettirmek istiyorlar. Özellikle mevcut Ortadoğu’nun parçalanıp yeniden yapılandırılmasında Kürt dinamiğinin belirleyici gücünü görüyorlar. Onun için Kürtleri de kendi politikaları doğrultusunda kullanmak istiyorlar. Bu nettir. Böyle bir kullanmada KDP çizgisi çok kolay yönlendirilen bir çizgi. Mevcut PKK çizgisi buna engel oluşturuyor. Bunun önünde engel Önder Apo’ydu, PKK’ydi. Onu etkisiz kılmak için Uluslararası Komplo temelinde 22 yıldır saldırı yürütüyorlar. Bugünde aynı şeyi sürdürüyorlar. Aslında PKK’ye, Önderliğe saldırırken Kürt dinamiğini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı öngörme temelinde bunu yapıyorlar. Kürtleri karşıya almak istemiyorlar. Eskisi gibi Kürt dinamiğini yok saymıyorlar, TC gibi hepsini yok etmek de istemiyorlar. Kendilerinin ideolojik, stratejik yaklaşımlarına karşı olan özgür Kürtlüğü yok ederek işbirlikçi Kürtlük temelinde Kürt dinamiğini, Ortadoğu’yu kendi çizgileri temelinde yeniden yapılandırmak için kullanmak istiyorlar. Bu çok nettir. Bunun için gerçekten de önce Önder Apo’ya karşıtlık, düşmanlık yaptılar. Onunla başarılı olamayınca şimdi PKK’ye karşı mücadele ediyorlar. Bu güçlerle PKK arasında sert bir ideolojik karşıtlık ve mücadele var. Fakat PKK’de değişim-dönüşüm yaşadı, sert mücadele Kürt dinamiğini zayıflatmaya da götürebilir. Onu da kendi çıkarlarına görmüyorlar. Yani mümkünse kendilerine karşıt olan Kürtlüğü yok ederek, zayıflatarak PKK’yi değişime-dönüşüme uğratıp denetim altına alınır kılarak bunu yapmak istiyorlar. PKK’ye de dayatılan budur. İşte PKK geri planda olsun, Önder Apo’nun geliştirdiği yeni paradigma, ideolojik, örgütsel çizgi temelindeki ayrışmalardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmak istiyorlar. Demokratik Konfederalizmden kendileri de yararlanmak istiyor. KCK’yi, HPG’yi tümden red eden bir yaklaşımları yoktur. Karşıtlıkları ideolojiktir. Kürdistan’ın bütünlüğünü sağlayan ve Ortadoğu’yu parçalamaya dönük girişimlerine karşı çıkan ideolojik, siyasi çizgiyi ortadan kaldırmaya dönüktür. Denetime alınmış, küçültülmüş bir PKK’ye biraz razı görünüyorlar. Tabii bunu PKK’ye kabul ettirebilirlerse... Olmazsa PKK’nin merkezi yapısını parçalayarak, parçaları denetim altına almak, parça parça PKK’nin yarattığı değerleri kullanmak istiyorlar. Mevcut haliyle böyle bir yaklaşımları var. İlginçti, geçen yaz bu çevrelerden bir tane değerlendirme gelmişti, bize öğütler veriyordu. ‘Niye hala PKK diyorsunuz, KCK deyin, HPG deyin, yönetiminiz KCK adına açıklamalar yapsın. Niye PKK adına yapıyorsunuz, niye PKK bayraklarını bu kadar büyük tutuyorsunuz. KCK, diğer bayrakları çıkarın, küçük bir PKK bayrağını da bunların yanına koyun. Böyle daha iyidir’ diyorlardı. Dikkat edilirse, PKK üzerinden sorun yaratılmak isteniliyor. Sanki bunu Başûrê Kurdistan yaratıyormuş gibi görünüyor ama aslında onlar küresel sermaye sisteminin politikalarını, düşüncelerini temsil ediyorlar, dillendiriyorlar. Onlara bunları söyletenler var. Bizim içimizde de böyle yeni bir tür tasfiyecilik geliştirme çabaları, etki altına alma çabaları var. 2008 Zap operasyonu sürecinden itibaren böyle bir dayatma vardı. Aslında Zap’ta istedikleri olsaydı Başûrê Kurdistan yönetimini etkili hale getirerek PKK’yi onların denetimindeki Ulusal Kongre çerçevesinde denetlenir hale getireceklerdi. Başaramadılar. Şimdi de çeşitli biçimlerde böyle bir denetim geliştirmek istiyorlar. Çünkü Önder Apo’nun özgürlük, demokrasi, demokratik birlik, özellikle de Demokratik Konfederalizm temelindeki birlik ve demokratikleşme düşüncelerini kendileri için en büyük zarar, en büyük tehlike, en büyük düşmanlık olarak görüyorlar. Dünyaya ve Ortadoğu’ya dayattıkları daha fazla ulus devlet parçalanması, daha çok ulus devlet milliyetçiliği ve diktatörlüğüne karşı alternatif sistem, Demokratik Özerklik temelindeki Demokratik Konfederalizm oluyor. Kürt sorununun Demokratik Konfederalizm çözümü, Ortadoğu sorunlarının demokratik Ortadoğu Konfederalizmi temelindeki çözümü, yine dünyada devletlerin diktatöryel hegemonyasına karşı Dünya Demokratik Konfederalizminin geliştirilmesi düşüncesi mevcut sistem için en çok korkulan, en fazla düşmanca görülen düşünce oluyor. Ona karşıdırlar. Onu bilelim. Buna karşı saldırıyorlar. Önderliğe düşmanlık, Önderliği izleyen PKK’ye düşmanlık, karşıtlık bu temelde gelişiyor. Çünkü kendi politikalarının alternatifi olarak gelişebilecek yegane gücü Önder Apo’nun geliştirdiği yeni çizgide görüyorlar. O çizgiyi tehlikeli buluyorlar, yok etmek istiyorlar. Onun için de Önderliğe dönük politikaları var. PKK’ye dönük ayrı politikaları var. KCK’ye, HPG’ye dönük ayrı politikaları var. Parçalara dönük ayrı politikaları var. Böyle çok sinsi, çok yönlü yaklaşımlar gösteriyorlar. Bunların bilinmesinde fayda var. Şimdi bütün bunlara karşı mücadele nasıl olmalı? Her şeyden önce bu gerçekliği görüp doğru anlamak lazım. Yani TC’nin yeni konseptini de doğru görmek lazım. Bu konsepte destek veren, onay veren politikaları da doğru görüp anlamak gerekiyor. Bölgesel güçlerin politikalarını, yerel işbirlikçi güçlerin politikalarını, özellikle de küresel hegemonik sermaye güçlerinin politik yaklaşımlarını doğru görmek, anlamak, onlara uygun bir politik yaklaşım göstermek gerekiyor. Onlar arasındaki çelişki ve çatışmaları görüp anlayan, onlardan yararlanabilen ama esas olarak da kendi öz gücüne, öz mücadelesine dayanan bir ideolojik-politik çizgi izlemeye kesinlikle ihtiyaç var. Doğru stratejik bakış önemli Süreç karmaşık. Olaylar çok karmaşık. Hiç öyle kolay anlaşılır bir durum yoktur. Hele hele öyle pratikleşilebilir bir durum yoktur. Çok iç içe geçmiş, çok karmaşıklaşmış bir durum var. O nedenle anlayış çok önemli. Doğru anlamak ve ideolojik-stratejik bakabilmek, ideolojik ve stratejik bakış temelinde doğru politikalar ve taktikler geliştirmeyi bilmek lazım. Yani bu dönemde taktikçi olmak gerekiyor. Politikacı olmak lazım. Politik esnekliği etkili bir biçimde uygulayabilmek gerekli ama bunun mutlaka bir ideolojik-stratejik çizgiye bağlı olması, o temelde yönetilmesi lazım. Çizgiden koparsa her an kullanılmaya açık olur. Başkalarına hizmet eder hale gelir. Tehlikeli olur. İdeolojik-stratejik hattı olmayan, bu hatta dayanmayan, bu hattı görmeyen her türlü politik-taktik yaklaşım tehlikelidir. Politik esneklik yapacağız diye ideolojik-stratejik doğrultuyu, çizgiyi, katılığı kaybetmemek lazım. Tabi sadece ideolojik-stratejik bakışa da dayanıp kaskatı kalmamak, pratikte yaratıcı olamaz, üretken olmak lazım. Öncelikle bu durum önem taşıyor. Çünkü bütün bunlara karşı doğru mücadelenin yolunu Önder Apo aydınlatmış bulunuyor. Demokratik Özerliğe dayalı Demokratik Konfederalizm siyaseti tüm bunlara karşı politik çözüm programını ifade ediyor. Özgür Kürdistan, Demokratik Ortadoğu formülü temelinde bu gerçekleşebilir bir durumdur. Böyle bir durumun mücadele çizgisini de 14 Temmuz aydınlatıyor. Ama öncelikle bu gerçekliği görüp, bunların gerektirdiği günlük, yaratıcı politik-pratik uygulamaları geliştirici olmak lazım. Bunu biraz da topluma, halklara, Ortadoğu’ya yayabilmek gerekli. Hemen Demokratik Konfederalizm çizgisinde bölgesel-küresel düzeyde en geniş ittifaklara ulaşabilmek, toplumsal dinamikleri aydınlatabilmek gerekli. Ama sistem içi çelişkileri de iyi görmek, geliştirmek, onların o çelişki ve çatışmalarının ortaya çıkardığı imkan ve fırsatlardan yararlanabilmeyi de bilmek lazım. Başka türlü mücadele etme, işgal ve soykırım saldırılarını boşa çıkartmak mümkün değildir. Tabi diğer yandan mücadele önceliklerini doğru tespit etmek lazım. Biz bir süredir bunun üzerinde de duruyoruz. Böyle bir dönemde politik açıdan herkesle ilişki ve mücadele içinde olmak gerekli ama herkesin de durumunu aynı görmemek lazım. Böyle bir süreçte en büyük tehdit, tehlike AKP-MHP-Ergenekon ittifakı temelinde TC’nin geliştirdiği soykırım ve işgal saldırıları oluyor, bunları içeren konsept en büyük tehlikedir. Dolayısıyla en önde ve en yoğun mücadele edilmesi gereken, mücadelede başa alınması gereken hedef de kesinlikle budur. Bu bakımdan da doğrultu yanılgısına düşmemek lazım. Birçok çevre bizi yanıltmaya çalışıyor. Kimileri İran’ı önümüze hedef olarak sürmeye çalışıyor. Kimileri Kürt-Arap çatışması yaratmaya çalışıyor. Bazı Arap güçlerini önümüze hedef gibi göstermeye çalışıyor. Bu konularda yanılmamak lazım. Doğru stratejik bakış önemli. Baş düşman, baş hedef kesinlikle mevcut soykırımcı-işgalci saldırıları yürüten TC, onu oluşturan AKP-MHP faşizmi ve onun yıkılmasıdır. Buna dayalı bir pratik gelişmeyi de tabi daha yaratıcı bir biçimde yürütmek lazım. Bu temelde propaganda-ajitasyon faaliyetlerini etkili kılmak gerekli, diplomaside daha yararlı olmak lazım. Kürdistan’ın bütünlüğüyle, parçaların özgünlüğünü daha iyi birleştirebilmek gerekli. Özgürlük Hareketi mücadelesi içerisindeki çeşitli örgütlere yeterince rol oynatabilmek lazım. Gençlik kendi rolünü oynayabilmeli, Özgür Kadın Hareketi rolünü etkili oynayabilmeli. Tabi bunlarla birlikte Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde yürütülen mücadeleyi de öngörmek, ideolojik doğrultu kadar stratejik çizgiyi de doğru anlayıp bütün çalışmaları böyle bir stratejik hatta bağlamak önemli. Bunun için de gerillanın öncülüğü, gelişimi, mücadelesi önemli oluyor. 2020 pratiği daha etkili bir pratik haline gelmiş durumda Dikkat edelim, bu saldırı alanlarında gerilla bir direniş hattı tutturdu. Çok kayıp verdik. Aslında baştan yeni saldırıların amacının böyle olduğunu göremedik. 2016’da da biz bunları tartıştık. Temmuz ayında, yine Eylül ayında tartıştık. Avaşîn’e dönük, Zap’a dönük böyle saldırılar başlarken bunlar karşısında tutumumuz ne olmalı diye tartıştık. Çünkü yeni bir saldırıydı ama konsepti bu düzeyde tam anlayamadık. Dolayısıyla bir tutumumuz oldu. Var olan imkanları direnişte kullanmayı öngördük. Temel hedefimiz ezilmemekti fakat öyle dar bir alanda yoğun bir güçle saldırıp işgal etmeyi hedeflediklerini tam kestiremedik. Dolayısıyla direnişlerde olması gerekenden fazla şehit verdik. Ama her alan direndi. Direnmesiz hiçbir yer teslim edilmedi. Eksiklikler gösterdik, bundan dolayı zorlandık ama eksikliklerimiz temelden gelişen eksiklikler değildi. Direnmemezlik gibi bir durum olmadı. Direnme içinde tarz hataları oldu. Şimdi onları daha iyi görüyor, düzeltiyoruz. Gerilla bir direniş hattı tutturuyor, yürütüyor. Özellikle bu bahardan yana, 2020 pratiği daha etkili bir pratik haline gelmiş durumda. Demek ki tarz eksiklikleri, hataları giderilmiş. Diğer önemli nokta da tabi düşman bizi dağa, sınıra sıkıştırmak, bir hat üzerinden üzerimize gelmek istedi. Buna düşülmemeliydi. Bunun için de ovaya ve şehre yayılmak önemliydi. Özsavunma savaşını geliştirmek önemliydi. Bunda da başta eksiklikler gösterdik. Ama giderek bu işin önemi anlaşıldı. Dolayısıyla direnişi dağdan ovaya ve şehre yayma, Kürdistan’dan Türkiye’ye yayma, bu nedenle Türkiye’nin devrimci, demokratik güçleriyle, gençleri ve kadınlarıyla ilişki ve ittifaklar kurma yönünde önemli adımlar attık. Bu Halkların Birleşik Devrim Hareketi temelinde belli bir gelişme de gösterdi. Şimdi AKP-MHP yönetimi sınırda vurup ezeceğim, sonuç alacağım diyor. Oysa gerilla cepheden bir hattı savunma temelinde savaşmıyor. Bütün Kürdistan’da, hatta Türkiye’ye, Karadeniz’e, Akdeniz’e yayılmış halde. Sadece dağda değil, ovada ve şehirde olmayı da önemli ölçüde başarmış durumda. Yani ‘Çöktürme Eylem Planı’nın başarısını önlemek için önemli bir pratik direniş bu biçimde gelişmiş bulunuyor. Bir direniş de vardır ve o doğru bir tarza doğru geldi. Savaşı iki cepheden, dağdaki direnişten ova ve şehre yayma, her alanı direniş alanı haline getirme bu planı önemli ölçüde boşa çıkarmış durumda. Fakat onlar da saldırdılar. Bazı yerleri işgal ettiler, bazı yerleri ezdiler, boşalttılar. Özellikle Cizîr, Sûr katliamları, yine Efrîn’den Serêkanî’ye kadar ki işgal saldırıları benzer özellikleri taşıyor. Ağır oldu ama yine de başarısı önlendi. Bunu artık toplumda anlıyor. Topluma yayılan bir direniş de var. Bakur’da var. HDP-HDK-DBP, demokratik siyaset partileri belli bir rol oynuyorlar. Çeşitli toplumsal kesimler direniyor. Rojava’da toplumun zaten bir direngenliği var. Yurtdışında halkın direnişi önemli. Başûr’da da önemli bir duyarlılık ve direniş gelişiyor. Mevcut saldırılar daha çok gerçekleri görür hale getirdi. Başûr gençlerini, kadınlarını, aydınlarını harekete geçirdi, yönetimin dar, tutucu yaklaşımına rağmen toplumda bir bilinç açıklığı, yeni gelişmeler var. Dolayısıyla tutum alma vardır. Daha fazla geliştirilebilir. Aslında Şeladizê Direnişi-Serhildanı gösterdi ki büyük bir potansiyel de var. Benzer bir biçimde daha fazla geliştirilebilir. Toplumsal hareketle birlikte Heftanîn, Zap, Avaşîn ve Xakûrkê’nin silahlı olarak savunulması biçiminde de Başûr gençliğinde ve toplumunda bir seferberlik durumu geliştirilebilirdi. Onun önü önemli ölçüde açılmış durumda fakat hali hazırda ona tam ulaşamadık. Kısaca böyle bir mücadele gerçekliği var. Dikkat edilirse, yurtdışında, Ortadoğu’da birçok halk çevresi bu gerçeği anlıyor, özellikle Kürt-Arap ilişkilerinin ve ittifakının geliştirilmesi için zemin açık. Bunu hem Irak-Suriye zemininde, hem de Lübnan’dan Mısır’a, Libya’ya kadar olan zeminde kesinlikle geliştirebiliriz. Arap toplumu da tıpkı Başûr toplumu gibi son saldırılar karşısında rahatsızdır. Bir uyanma yaşıyor, gerçekleri görüyor. Örgütlendirilip daha fazla eyleme çekilebilir. Politik eğilimler dış dünyada çok belirgin değil Tabi Türkiye toplumunu aydınlatmak bizim için çok çok önemlidir. Çünkü zayıf halka AKP-MHP faşizmi, büyük tehlikedir. Özellikle de taşıdığı işgalci-soykırımcı zihniyet ve siyaset itibarıyla Türkiye mücadelenin temel sahasıdır. Türkiye’de demokratik mücadele kadar, anti faşist direnişi silahlı-silahsız biçimleriyle geliştirebilmek, Türkiye toplumunu AKP-MHP’nin kendisini sürüklediği felaket karşısında uyarmak, bilinçlendirmek, anti faşist bilinci ve direnişi Türkiye’den geliştirmek çok çok önem taşıyor. Devletler düzeyinde de AKP-MHP, TC sıkışık durumda. Rusya ve ABD arasında mekik dokuyarak şimdiye kadar bazı şeyleri yapmaya çalıştı. Sanki çok yaratıcı davrandı gibi görünüyor ama ne kadar kendileri yaptılar, ne kadar dıştan yönlendirildiler bu tartışma konusu. Sanki dış çevrelerin yönlendirmesi daha fazlaydı. Rusya bu konuda rol oynadı, ABD rol oynadı. Şimdi Libya üzerinde, yine İdlıb üzerinde ciddi bir karşıtlık var. Fransa’dan, Mısır’a birçok güç karşı çıkıyor. Yine Kürdistan’daki planını da iyi ortaya koyar, ikna edersek birçok gücü bu düzeyde destek veremez hale getirebiliriz. Çünkü hepsi için tehdittir. DAİŞ çetelerini nasıl kullandı? Şimdi onlarca DAİŞ yaratıp kullanmak istiyor. Bu bütün insanlığı aslında bütün rejimleri tehdit ediyor. Nasıl Hitler askeri saldırıyla, terör tehdidi ile herkesi dize getirmek istedi, şimdi AKP-MHP-Ergenekon yönetimi de terör tehdidi ile aynı şeyi yapmak istiyor. Bu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Daha fazla da anlaşılır kılınabilir. Politik eğilimler dış dünyada çok belirgin değil. Bazıları ‘sağ eğilim çok gelişiyor’ diyor. Öyle değildir. Mevcut durumda eski sağ-sol tanımlamaları da çok gerçekçi görünmüyor. TC’de temsil edilen, yine Ortadoğu’yu bölüp-parçalama anlamında küresel sermayenin ulus devlet diktatörlüklerini geliştirmesinde temsil edilen anlayışlara karşıtlık ya da onu destekleme biçimindeki ayrımlar artık doğru ayırımlardır. O nedenle Avrupa’da da bazı gelişmeler oluyor. Amerika’da da seçimler var. Mevcut durumda virüs saldırısından da yararlanarak 2020 baharı ve yazında PKK’ye karşı bir saldırı planı yürütmek için herkes TC’ye imkan vermiş, şans tanımış durumda. Bazıları ‘dört ay, bazıları altı ay’ diyor. Mevcut AKP-MHP faşizmi ‘terörü yok etme’ adı altında PKK’yi yok edeceğim garantisini vermiş, onay ve destek almış durumda. İçinde bulunduğumuz mücadele düzeyi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ne denk bir direniştir 14-15 Haziran gecesi Şengal’e, Mexmûr’a, Medya Savunma Alanlarına dönük hava saldırısı ve ardından geliştirilen Heftanîn’i işgal saldırısı böyle daha güncel bir planının uygulaması oluyor. Artık güze kadar, kışa kadar düşman yoğun bir planlı saldırı içerisinde olacaktır. Bunu bilmemiz lazım. Birçok örgütlü güç karşı çıkıyor gibi görünse de aslında herkes onay vermiş durumda, engelleyici durumda değiller. Hiç kimse öyle bir şey beklememeli. O halde direnerek, doğru, politik tutumlar geliştirerek, direnişi her tarafa yayarak bu planı kırmak lazım. Kuşkusuz bu önemli ölçüde zayıflatıldı. Heftanîn Direnişi bunu önemli ölçüde kırdı. Hareketini zayıflattı, hızını kesti. Özellikle de şehirlerdeki direniş eylemleri faşizmi daha çok darbeliyor, korkutuyor. Böyle bir sürecin ortasındayız. Şimdiye kadar AKP-MHP faşizmi bazı adımlar atmaya çalışsa da çok zayıf ve sonuç alamaz durumda. Direnişle hızını zayıflattık, her alandan eylemlerle darbeledik. Biraz bu virüsten yararlanıp ‘evinizden çıkmayın, eylem yapmayın’ söylemiyle çeşitli alanlarda kitleleri, demokratik siyaseti kandırdılar, hatta bizim içimizdeki mücadeleyi bile bir süre zayıflattılar. Onu da şimdi önemli ölçüde aştık. Her alan oyunu gördü. Hileyi anladı, yeniden kendi çizgisinde aktif, etkili mücadele eder hale geldi. Şu an da böyle bir mücadelenin zirvesinde bulunuyoruz. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi Kürdistan’da özgürlük için fedai çizgisinde yaşamını ortaya koyarak direnmeye karar vermeydi. Onun için adına ‘Ulusal Onur Günü’ dendi. Burada onur korundu. Direnilmeseydi ulusal onur ve ulusal varlık yok olacaktı. Bir avuç parti militanı yaşamını ortaya koyarak varlık ve özgürlüğü korudu, onuru korudu, ulusal onuru geliştirdi. Bunu 14 Temmuz Ölüm Orucu gibi çok keskin bir eylemlilikle yaptı. Başlangıçta eylem zirvede oldu. Şimdi de içinde bulunduğumuz mücadele düzeyi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişine denk bir direniştir. Nasıl ki zindan dışarıya taşırılmış, Kürdistan, Türkiye Diyarbakır Zindanı haline getirilmiş diyorsak, gerçekten de geliştirilen direniş 14 Temmuz direniş çizgisine yakın, onu esas alan, ona ulaşmaya çalışan bir düzeydir. Gerilla bunu sürdürmeye çalışıyor. Heftanîn’de her yerde 14 Temmuz bayrağı gerillanın elinde dalgalanıyor. Gençlik, kadın hareketleri her yerde bu bayrağı yüksekte tutarak direniyor. Demokratik siyaset, Kürt halkı, dört parça Kürdistan ve dünyanın dört bir yanında 14 Temmuz ruhuyla günümüzün 12 Eylül darbecilerinin devamı olan faşist diktatörlüğe karşı 14 Temmuz çizgisinde, 14 Temmuz ruhuyla direniyoruz. Böyle olmak doğru yolda olmayı gösteriyor. Başarının garantisi oluyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi nasıl zafer kazandı, başardıysa, aynı çizgide gerilla öncülüğünde dört parça Kürdistan’da, yurtdışındaki halkımızın bu 2020 yılı direnişi de kesinlikle kazanacak. Şimdiye kadar planları yarı yarıya boşa çıkartılmış durumda. Nasıl Newroz direnişi, Mayıs direnişi zindanlardaki saldırıları yarı yarıya boşa çıkardı, 14 Temmuz sonucu getirdiyse şimdiye kadar ki direniş de AKP-MHP faşizminin 2020 planlamasını yarı yarıya boşa çıkartmış durumda. Gerisini de 14 Temmuz zafer çizgisinde gelişecek bundan sonraki mücadelemiz getirecek. Yarım olan başarıyı tamamlayacak. İnanıyoruz 2020 yılında gerçekten de PKK’yi yok etmek isteyen, önüne bu hedefi koyan, ‘bitireceğiz’ diyen AKP-MHP faşizminin kendisi yıkılacak, yok olacak. Zaten kendileri de böyle koyuyorlar. Kazanamazlarsa yok olacaklarını anlamışlar, açıkça ifade ediyorlar. Bize düşen bu yok etmeyi gerçekleştirmek oluyor. Yani faşizmin artık Türkiye’de de yaşamasına izin vermemek lazım. Kürtler için de, kadınlar için de, halklar için de, insanlık için de büyük bir tehdit ve tehlike, zarar verici güçtür. Türkiye’ye de zarar veriyor. Türkiye toplumu da bunu görüyor. Onlarla da birleşerek 14 Temmuz ruhuyla mücadele edip kesinlikle bu faşizmi yıkmayı başarmak lazım. Önümüzdeki hedef budur. Biz bu 39. direnme yılında bu temelde 14 Temmuz ruhuyla ve zafer çizgisinde mücadele edeceğiz ve mutlaka kazanacağız. Bunu açıkça ifade ediyoruz. Bu temelde bir kez daha 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişini selamlıyoruz, Ulusal Onur gününü kutluyor, kahraman şehitlerini saygıyla anıyoruz. | ||
© 2021 Serxwebûn |