Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
1 Haziran Hamlesi’nin 17. yılı daha kapsamlı bir mücadeleye sahne olacaktırHezîran 2020
Duran Kalkan Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi 1 Haziran 2004 devrimci atılımının 16’ncı 1 Haziran 2010 devrimci atılımının ise 10’uncu yıldönümünü yaşıyor. Bu temelde Apocu çizgide ve PKK öncülüğünde gelişen her iki 1 Haziran Devrimci Atılımı’nı da bu yıldönümü vesilesiyle selamlıyor ve kutluyorum. Her iki atılımın kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, amaçlarının başarılacağına olan derin inancımı belirtiyorum. Kahraman özgürlük gerillası öncülüğünde 1 Haziran devrimci atılımlarını geliştiren Kürt halkına ve tüm devrimci-demokratik güçlere yeni atılım yılında üstün başarılar diliyorum. Yeni bir atılım yılına girerken özgürlük amaçlarını başarma, görevlerimizi daha yüksek bir tempoyla Apocu tarz ve üslupla yürütme kararlılığımızı bir kere daha ifade ediyorum. Böyle tarihi bir süreçte değerlendirme yapmak kuşkusuz büyük önem taşımaktadır. 1 Haziran 2010 Dördüncü Stratejik Hamlemiz devam etmektedir. Dolayısıyla 15 Ağustos Atılımı gibi üzerinde durulan, yoğunlaşılan, zafere kilitlenip mutlaka sonuç almada ısrarla yürütülen bir hamle olmaktadır. 1 Haziran’a dair mücadele kararlılığımız sadece 1 Haziran 2010 stratejik hamlesi de değil, bu hamleyi hazırlayan daha önceki altı yıllık süreç de var. Bu süreç ise 1 Haziran 2004’ten itibaren gelişen süreçtir. Bir bakıma yarı yarıya stratejik değişim o zaman başlamıştır. Yoğun bir savaşı öngörmese de düşük yoğunluklu bir aktif savunma savaşını 1 Haziran 2004’ten itibaren başlatmayı, böylece demokratik siyasi mücadeledeki tıkanmaları devrimci şiddetle aşmayı öngörüyordu. Bütünlüklü bir stratejik değişiklik denilemez, ama dar, basit bir taktik değişim de değildi. Dolayısıyla 1 Haziran 2010 Dördüncü Stratejik Dönemi anlamak açısından bu dönemin öncesini de bilmek, öncesindeki gelişmeleri değerlendirmek gereklidir. Çünkü her şey daha öncesinde yaşananlardan oluşan birikim üzerinden gerçekleşti. Bu gelişmeler Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele stratejisi ve taktiklerimizin bir parçasıydı. Bizi mücadelede başarılı kılacak gerçek güç kaynağımızı doğru tespit etmemiz lazım ‘Dördüncü Stratejik Döneme geçildi ve neden Devrimci Halk Savaşı yeniden bir strateji olarak uygulanmak, yaşanmak durumunda kalındı?’ sorusuna önceki sürece bakarak cevap vermek gereklidir. Bu konular üzerinde parça parça da olsa epeyce duruyoruz. Fakat doğru olan parçalamadan bütünlüklü bir biçimde ele alıp değerlendirmektir. Bu bütünlüğü de en azından Uluslararası Komplo ve komploya karşı mücadele kapsamında ele almak daha doğru olabilir. 1 Haziran 2010 Stratejik Hamlesi’nin nedenlerini görmek, anlamak daha önceki stratejik mücadele dönemlerinden farkını daha derinden bilince çıkarmak böyle mümkün olabilir. Bu bakımdan Uluslararası Komplo’yu anlamak için de Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Kürt’ü inkâr ve imha sistemini, bu inkâr ve imhayı gerçekleştirmek için Kürdistan’a dayatılan kültürel soykırım rejimini doğru anlamak gerekiyor. Bu rejimin amaçları ne, öncüleri kim? Dayanakları ve yöntemleri ne? Değişik dönemlerde uygulamaları nasıl olmuş? Hangi yol ve araçları kullanıyor? Bugün gelinen noktada neyi ifade ediyor? Bunların hepsini sormak ve cevaplamak gereklidir. Doğru ideolojik-siyasi bilinç edinmek, Kürt ve Kürdistan gerçeğini doğru kavramak bununla mümkün olabilir. Ne yüzeysel maceracı mücadele hevesiyle bu durumu doğru anlayabiliriz ne de kof ‘bağımsız devlet’ edebiyatıyla bu gerçekleri doğru bilince çıkartıp çözüm üretebiliriz. Bu yaklaşımlar işin özünü açığa çıkartmayan, tersine maskeleyen, görünmez kılan anlayış ve tutumlar oluyor. Önder Apo’nun yaklaşımı ve tutumu kesinlikle böyle değildir. Bunu mücadele yol ve yöntemlerinden, mücadeleye yaklaşımlarından daha iyi görüyor ve anlıyoruz. Bunu Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele yolunu aydınlatan savunmalarını okuyup inceleyerek iyice görüyor, anlıyoruz. Dolayısıyla bizim ele alacağımız kuşkusuz Önder Apo’nun çizgisidir. Apocu felsefeyle, teorik analizle, bilimle olay ve olgulara bakmak, incelemek, araştırmak, çözümleri Apocu ideolojik, politik çizgide yani Demokratik Modernite kuramıyla araştırıp bulmak bizim temel yaklaşımımızdır. Önder Apo bütün bunları geliştirdi ve birer analiz ve çözüm gücü olarak önümüze koydu. İçinde bulunduğumuz 2020 yılının siyasi-askeri olaylarını doğru kavrayabilmek, görev ve sorumluluklarımızı bu yıl kapsamında doğru belirleyebilmek, dahası onları başarıyla pratiğe geçirebilmek için yakın tarihsel sürece bütünlüklü ve derinlikli bakış açısına sahip olmak şarttır. Böyle olmayanlar bırakalım doğru taktik ve tarz geliştirebilsin, yeterli bir görev ve sorumluluk kapsamına kendilerini ulaştıramazlar. Bu açıdan da genel tarihsel duruma olduğu kadar, yakın tarihsel sürece, Uluslararası Komplo ve ona karşı mücadele gerçeğine bütünlüklü ve derinlikli bakabilmek, bu mücadelenin stratejik unsurlarını, taktik uygulamalarını doğru ve yeterli bilince çıkarabilmek gerekmektedir. Bugün yaşadığımız olayları doğru bir çözüme kavuşturabilmek, buradan da görev ve sorumluluklarımızın neler olduğunu ve bunları nasıl başarıyla pratikleştirebileceğimizi bilince çıkartmak gerekir. Bizi mücadelede başarılı kılabilecek gerçek güç kaynağımız budur. Başarmak isteniliyor, mücadele edilmek ve tarihe iz bırakmak isteniliyorsa, işte bunun için de güç gereklidir. Güçsüz ne mücadele edilebilir ne de başarı elde edilebilir. Bu da tartışılmaz bir gerçektir. O halde bizi mücadelede başarılı kılacak gerçek güç kaynağımızı doğru tespit etmemiz lazım. İşin esası düşünce gücü, bilinç, doğru anlayış, buradan çıkan doğru planlama ve karardır. Ancak doğru ve derinlikli bir anlayışla, kavrayışla ve onu doğru tarza, üsluba, tempoya dönüştürerek görevleri yürütebiliriz. Önder Apo 26 Haziran 2014 tarihli talimatında ‘Zihniyet ve irade yetersizliğini’ temel eksiklik olarak ortaya koydu. Bu eksikliği ancak bu biçimde giderebiliriz. Bunu edinmek açısından sürecin derslerini doğru çıkartabilmek önemlidir. Devrimci Halk Savaşı sürecini yeniden hamlesel düzeye getiriyoruz Diğer yandan ise kritik bir süreçteyiz. Yeni bir mücadele dönemine girmiş bulunuyoruz. ‘Devrimci Halk Savaşı sürecini yeniden hamlesel düzeye getiriyoruz’ biçiminde bu süreci ifade edebiliriz. Şimdiye kadarki süreç ‘Stratejik değişiklik olacak mı, yoksa Devrimci Halk Savaşı Stratejisi derinleşerek devam edecek mi?’ sorusuna cevap arandığı süreçti. Bir dönemde Bakur’da kısmi bir çatışmasızlık süreci yaşadık, ama savaş durmadı. Çatışmanın Bakur’dan Rojava’ya ve Başûr’a taşarak devam eden günümüzde Birinci 1 Haziran Atılımı’nın 17’nci yılına, İkinci 1 Haziran Atılımı’nın ise 11’inci yılına girerken Devrimci Halk Savaşı Hamlesini bir ya da iki parçada da değil dört parça Kürdistan’da birlikte çok daha örgütlü, bilinçli, planlı yürütmekle karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir. Süreç değişimler geçirdi ve biz böyle bir noktaya geldik. O açıdan yakın geçmişin derslerini çıkarmak, böyle kapsamlılaşmış ve yoğunlaşmış mücadele sürecinin görev ve sorumluluklarını doğru ve yeterli anlayarak başarılı bir biçimde yürütebilmek için gerekli ve şarttır. Uluslararası Komplo’nun amacı neydi, neye dayandı? 9 Ekim 1998 ile 15 Şubat 1999 taktik uygulama evreleri nasıl gelişti? 15 Şubat Komplosu’ndan Ocak 2000’e kadar geçen süreçteki sözde İmralı yargılama, hesaplaşma süreci ardından idamın uygulanması durdurularak çürütme politikasıyla Önderliğin imhası ve PKK’nin tasfiyesi öngörüldü. Buna karşı İmralı mücadele süreci, Önderliğin AİHM savunmasıyla bu politikayı boşa çıkartması Ecevit başbakanlığındaki koalisyonu çöküşe götürdü. Komployu yeni ideolojik eğilimlerle sürdürüp başarıya götürmek için son hamle olarak AKP’nin iktidara getirilmesi ve İslami çizgide İmralı’ya karşı mücadelesi yürütülüp kazanılmaya çalışıldı. Buna karşı paradigma değişimi, “Bir Halkı Savunmak” kitabı temelinde Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması’nın tanımlanıp PKK’nin bu temelde yeniden inşasının Demokratik Konfederalizm toplum örgütlülüğü çerçevesinde sağlanması süreciyle AKP hamlesinin de boşa çıkartılması süreçleri yaşandı. Bunların hepsi tarihi süreçlerdi. Yeniden çatışmalı süreç ya da savaş süreci bunların sonucunda gündeme geldi. ABD’nin Ortadoğu hamlesine karşı, Türkiye’de AKP hamlesine karşı sadece demokratik siyasi mücadelenin yetmeyeceği, silahlı direnişle de desteklenmesi gerektiğini Önder Apo 2003 yazında tanımladı. Fakat ABD ve AKP’nin içten tasfiyeci dayatmalarının engellemesi böyle bir hamlenin ancak 1 Haziran 2004’te uygulanmasını gündeme getirdi. Böyle bir sürece ulaşmak bile AKP ile yürütülmek istenen politikaları boşa çıkartmaya yetti. 23 Ağustos 2005 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısı bütün bu konularda Uluslararası Komplo’yu başarıya götürmek için yürüttükleri stratejik ve taktik saldırılarda başarısız kaldıklarını tespit ederek yeniden topyekûn özel savaş konseptiyle Özgürlük Hareketimizi imha ve tasfiye amaçlı saldırıların yürütülmesine karar verdi. Aslında karşı cephede kapsamlı bir stratejik değişiklik bu dönemde gündeme geldi. Biz de buna aktif savunma savaşıyla karşılık verdik. Değişik taktik planlamalar çerçevesinde 2006’da hem gerilla hem de halkın “Önder Apo siyasi irademdir” kampanyası temelinde çok önemli bir direnişi oldu. Bu direniş bir yandan genelkurmay ve AKP’yi uzlaşır kılarken diğer yandan taktik saldırılarını boşa çıkardı. Sonunda bir ateşkese varıldı; 1 Ekim 2006 ateşkesi oldu. Oyun değildi, başlangıçta basit bir durum da değildi, ama Ortadoğu’daki siyasal hareketlilik, zeminin ne kadar kaygan olduğunu o zaman bir kere daha gördük. Başlangıçta bütün küresel ve bölgesel güçler ateşkesten yanayken bir-iki ay içerisinde birçoğunun tutumunda değişiklik oldu. Başta Amerika olmak üzere, herkesin mutabık olduğu ateşkes sahipsiz kaldı. Onu sahiplenerek Kürt sorunun demokratik siyasi çözümünün gelişimi için arabuluculuk yapacağını, öncülük edeceğini söyleyenler ‘bir şey yapacak güçlerinin kalmadığını’ itiraf etmek zorunda kaldılar. Bu da 2007’den itibaren gelişen yeni bir çatışma dönemini gündeme getirdi. TC, hükümet ve meclis olarak kendini yapılandırdı. ABD ile ittifak yaptı ve yeniden Başûrê Kurdistan’a, Medya Savunma Alanlarına dönük askeri operasyonu da gündeme getirerek yeni bir saldırı sürecini başlatmayı öngördü. 2007 Aralık’ından itibaren 2008 boyunca Zap operasyonu merkezli bir saldırıya muhatap kaldık. Bu saldırı ideolojik ve siyasi boyutla beslenen bir askeri saldırıydı. Bunlara karşı da ideolojik-siyasi olarak da askeri olarak da direnildi. İdeolojik bakımdan saldırılar Önderliği hedefledi, en başta da Önderlik direndi ve ideolojik saldırıları kırdı. Askeri saldırılar ise Zap operasyonuna karşı direnişle kırıldı. Siyasi saldırılar da 2009 Martı’ndaki yerel seçimle kırıldı. Ardından birçok taktik savaşım verildi ve sonunda devlet ve AKP hükümeti siyasi mücadelede başarılı olamayacağını görünce 2009 Ekimi’nden itibaren Tayyip Erdoğan “Sil baştan yapıyoruz” belirlemesi çerçevesinde yeniden 2005 Ağustosu’nda kararlaştırılan topyekûn savaş sürecine geçildi. Siyasi soykırım operasyonları denen süreç de böyle başladı. 1 Haziran 2010 Dördüncü Stratejik Hamlesi böyle bir mücadele temeli üzerinde çok yoğun stratejik ve taktik savaşımlar sonunda inkâr ve imha sisteminin, özel olarak TC devletinin ve en son AKP hükümetinin özel savaş kapsamında geliştirdiği çok sayıdaki ideolojik, siyasi, askeri saldırıların başarısız kılınması, boşa çıkarılması sonucunda gündeme geldi. 1 Haziran Direniş Hamlesi çok boyutlu, çok yünlü bir hamledir 1 Haziran 2004 Hamlesi aslında Kürdistan üzerinde uygulanan kültürel soykırım rejimine, onun 15 Şubat 1999’da gerçekleştirdiği Uluslararası Komplo saldırısına, bu saldırıların AKP iktidarı biçiminde örgütlendirilip, yürütülmesine karşı bir direniş hamlesi olduğu kadar, tüm bunların içimizdeki uzantısı olan, “içimizdeki düşman” dediğimiz ihanete, işbirlikçiliğe, tasfiyeciliğe, provokasyona karşı da bir direniş hamlesi olma özelliği de taşıdı. 1 Haziran direniş hamlesi böyle çok boyutlu, çok yönlü bir hamledir. Siyasi-askeri boyutları olduğu kadar ideolojik-örgütsel boyutları da var. Küresel kapitalist modernite sistemine ve Kürt işbirlikçiliğine dayanan provokatif tasfiyeci harekete karşı olma ve onu tasfiye etme boyutu daha öndedir. 1 Haziran Hamlesi provokatif tasfiyeci eğilimi yenilgiye uğratan hamledir. Her türlü provokatif, tasfiyeci, ihanetçi, işbirlikçi eğilime karşı Apocu çizginin zaferinin ilan edildiği bir hamledir. Bir yönüyle Önderlik çizgisinde yeniden bir partileşme sürecinin başlatılmasını ifade ettiği gibi, diğer yönüyle ve esas olarak Kürdistan’da ve Hareket üzerinde Apocu çizginin kazandığı yeni zaferin ilan edilmesidir. Bugüne kadar hamleyi devam ettiren, Hareketi ayakta tutan çok yönlü gelişme ve kazanım yaratılmasını sağlatan gerçeklik de aslında budur. 1 Haziran 2004 Hamlesi temelinde 2004-2005’te Önderlik çizgisi Hareket içinde büyük bir zafer kazandı. İdeolojik bakımdan önemli bir netleşme gerçekleşti. Hareket yeniden siyasi-askeri mücadele yürütür hale geldi. 2005, KCK sisteminin ilan edildiği, örgütsel yeniden inşanın önemli ölçüde gerçekleştiği bir yıl oldu. HPG’nin, Özgür Kadın Hareketi’nin, Gençlik Hareketi’nin bu temelde kendini yeniden yapılandırılıp ilan edildiği yıl oldu. Bütün bunlar ideolojik-örgütsel, siyasi ve askeri mücadelelerle, Önder Apo’nun yürüttüğü çabaların zafer kazandığı, Uluslararası Komplo’ya karşı yeni bir mücadele hamlesine hareketin ve halkımızın girişinin sağlandığı bir durumu ifade etti. Böyle bir ideolojik-örgütsel zafer ardından 2005 Ağustosunda kültürel soykırım rejimini yürüten, yöneten Türk Milli Güvenlik Kurulu PKK’ye karşı yeniden topyekûn savaş konsepti temelinde mücadele etme kararı aldı. 1 Haziran Hamlesi’nin ikinci yılında; Uluslararası Komplo’nun AKP eliyle yürütmeye çalıştığı provokatif tasfiyeci saldırıların tümden yenilgiye uğratılarak Hareketin ideolojik-örgütsel zafer kazanması sağlanmış, ilan edilmiş oldu. Düşmanın yeniden topyekûn savaş konseptini gündeme getirmesi bu nedenledir. Hamlenin 3’üncü yılı; bu, topyekûn savaş konseptine karşı büyük bir siyasi ve askeri direnme yılı oldu. Uluslararası Komplo’ya karşı Kürt halkının komployu ve İmralı sistemini kabul etmek istemediğini ve reddettiğini ortaya koyan bir direniş Mayıs ayına kadar devam etti. Dört aylık büyük bir halk hareketi, direnişi oldu. Amed Newroz direnişini hatırlayalım; neredeyse birçok mahalle, sokağı halk ele geçirmişti. Bugün de Kürt halkını tehdit etmeye çalışan Tayyip Erdoğan, “Kadın da olsa, çocuk da olsa vuracağız” dedi. Askerini, polisini topyekûn savaş konseptinin gereklerine uygun olarak halka saldırttı. Ardından Haziran ayından itibaren gerillanın bu halk direnişini, serhildanını tamamlayan eylemliliği ABD’yi bile hareketimize çağrı yapmak zorunda bıraktı. 15 Ağustos 2006’da bizzat ABD yönetimi PKK’ye ateşkes ilan etmesi, eğer böyle bir durum olursa Kürt sorunun çözümünü gündemine alacağının çağrısını yaptı. DTP’den Başûrê Kurdistan yönetimine kadar birçok çevre devreye girdi. Önder Apo’ya elçi göndererek bu durumu durduracak bir ateşkes çağrısında bulunmasını sağlatmak için adeta yalvardılar. Topyekûn savaş konseptine karşı hamlenin üçüncü yıl direnişi böyle önemli sonuçlara yol açtı. Düşman cephesinde böyle zorluklar ortaya çıkardı. 1 Ekim 2006 5’inci tek yanlı ateşkes süreci böyle gündeme geldi. Hamlenin 4’üncü yılında; hükümet-genelkurmay Dolmabahçe uzlaşması temelinde kendini yeniden organize eden, 5 Kasım 2007’de ABD-AKP uzlaşmasıyla da sistemden desteğini alan topyekûn saldırıya karşı “Edî Bese” hamlesi temelinde büyük bir direniş siyasi ve askeri olarak gerçekleştirildi. Bunun sonuçlarını beşinci yıl mücadelesini, Zap’tan başlayarak, 29 Mart 2009 yerel seçimlerine kadar giden süreçte yaşadık. Hamlenin, direnişin 5’inci yılı; siyasi-askeri bakımdan AKP hükümetinin ciddi yenilgiler yaşadığı, dolayısıyla AKP eliyle yürütülmek istenen Uluslararası Komplo’nun ciddi bir başarısızlığa uğratıldığı bir yıl oldu. Sistem her şeyi yeniden değerlendirmek zorunda kaldı. Türk sömürgeci-soykırımcı sistemi kendi içinde çok sert bir iktidar mücadelesi içine girdi. ‘Ergenekoncu’ denen ya da ‘ulusalcı akım’ denen, daha öncesinde devlete hakim olarak Kürdistan’da özel savaşı çok vahşi yöntemlerle yürütmüş ve ağır suçlu konuma düşmüş olan kesimlere karşı AKP’nin etkili mücadelesi bu sonuçlara dayalı olarak gelişti. Dıştan ABD sisteminin desteği, içten PKK direnişinin yarattığı sonuçlar AKP’ye geçen dört yıllık süre içerisinde birçok çevreye karşı etkili iktidar mücadelesi yürütme gücünü verdi. Hamlenin 6’ncı yılında; ortaya çıkan bu sonuçların çözüm sürecine dönüştürülebilmesi için yoğun bir taktiksel savaşım yaşandı. 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri sonrası içine girilen süreç kesinlikle bu oldu. Seçimler bir referandum olarak ilan edilmiş, referandumu da demokratik siyaset, Kürt yurtseverliği kazanmıştı. Bunun kalıcı bir başarıya dönüşmesi için Önderliğimiz, Hareketimiz yeniden ateşkes ilan ederek demokratik siyasi çözüm çabalarını gündeme getirdi. Buna karşı iktidar savaşımında kendisini yeniden yapılandırmış olan TC yönetimi ve AKP hükümeti de 14 Nisan 2009 siyasi soykırım operasyonlarını ve bu temelde siyaseten ulusal demokratik hareketimizi tasfiye etme çabasını gündeme getirdi. 2009 yılı boyunca çok yoğun taktiksel savaşımlar oldu. Siyasi soykırım saldırıları teşhir olunca, buna, “Kürt açılımı” sonrasında “Demokratik açılım” dendi. “Kürt sorununu çözmek için yapıyoruz” denilerek siyasi soykırım operasyonlarının üzerine her türlü kılıf, maske geçirilmeye çalışıldı. Tüm bunları açığa çıkarmak için Önder Apo “Yol Haritası” hazırladı. 15 Ağustos 2009’da Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesini öngören kapsamlı ve uygulanabilir bir yol haritasını devlet yönetimine, yani sorunun muhataplarına verdi. Ardından Kürt tarafının böyle bir iradeye sahip olduğunu göstermek için yeni barış gruplarının Türkiye’ye gönderilmelerini istedi ve bütün bunlar gerçekleşti. AKP’nin siyasi soykırım üzerine geçirmek istediği maskeler bu çabalarla boşa çıkarılınca, Tayyip Erdoğan “Sil baştan yapıyoruz,” dedi ve “Yeniden açık, çıplak özel savaş sürecine giriyoruz” diyerek özel savaşı tanımladı, genelkurmay olarak belirlediği güçleri tanımladı. Önderlikten başlamak üzere demokratik siyasete, halka, gerillaya dönük topyekûn bir saldırı başladı. Önder Apo bunu “17 Kasım Darbesi” olarak tanımlamıştı. 17 Kasım 2009’da İmralı’da Önderlik üzerinde baskıyı geliştirdiler, DTP kapatıldı, belediye başkanları tutuklandı. Zaten demokratik siyaset üzerinde baskı vardı, parti yöneticileri tutuklandı. Bazı parti yöneticilerine ilişkin siyaset yasağı getirildi. Bütün uyarılara rağmen bunda ısrarlı olduğunu ortaya koyunca işte o zaman biraz daha yeni bir stratejik süreç olmakla birlikte, aslında onun ön adımları olan, taktik hamleler biçiminde gelişen direnme sürecinin artık stratejik direnme haline getirilmesi gerektiğini Newroz’dan itibaren Önder Apo ortaya koydu. 1 Haziran 2010’dan itibaren de böyle bir süreç gelişti. Tıpkı 2003’te artık 99’daki ateşkes çağrısının zemininin kalmadığını, anlamını yitirdiğini ilan etmesi gibi 2010 Mayıs sonunda da 17-18 yıldır yürüttüğü demokratik siyasi çözüm çabalarının sonuç vermediği, ancak buraya kadar getirebildiğini, daha ileriye gitme imkanın kalmadığını, dolaysıyla demokratik siyasi mücadele yürütme ve sorunları bu temelde çözmenin zemininin yok olduğunu değerlendirip, ilan ederek tarafları istedikleri gibi mücadele yürütmede serbest bıraktı. Bunun ardından Hareketimiz 1 Haziran 2010’da “Dördüncü Stratejik Dönem” diye ifade ettiğimiz Devrimci Halk Savaşı mücadele sürecini ilan etti. O zamana kadarki aktif savunma direnişi artık Devrimci Halk Savaşı temelinde Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözümünü kendi gücümüz ve mücadelemizle gerçekleştirmeyi hedefleyen bir siyasi ve askeri direnme sürecinin başladığını kamuoyuna ilan etti. 1 Haziran hamlesinin 7’nci yılı böyle yeni bir ilanı ifade ediyor. Bunu başta blöf sandılar, ama ardından halkın serhildanını, gerillanın birkaç eylemini görünce işin ciddiyetini anlayıp, önlemek için yeniden Önderliğin kapısını çaldılar. İmralı görüşmeleri, Oslo görüşmeleri biraz da bu gelişmelerin ortamında, esas olarak bu direnişi hafifletebilmek için AKP hükümetinin, Türk özel savaş sisteminin geliştirdiği taktik olarak gündeme geldi. Hareketimiz ve Önderliğimiz de bunu değerlendirmeye, mümkünse buradan yararlanıp Kürt sorunun çözümünün önünü açmaya çalıştı. 2010 Ağustos ayından sonra 12 Haziran 2011 seçimlerine kadar yeniden bir ateşkes süreci yaşandı. Aslında 1 Haziran 2010’la ilan edilen sürecin içinde bir kopukluk anlamına geldi. Hamlenin 8’inci ve 9’uncu yıllarında; Devrimci Halk Savaşı Strateji temelinde büyük bir direniş yaşandı. 2011-2012 yılları bunu ifade ediyor. İçeriğini ise tüm örgüt yapımız, halk iyi biliyor. Hamlenin 10’ncu yılı; 2013 Newroz’unda Önder Apo’nun demokratik çözüm çağrısı temelinde içine girilen ateşkes süreci ve demokratik çözüm arayışıyla geçti. AKP bir çözüm gücü değildir AKP hükümeti süreci uzatarak, hareketimizi mücadelesiz kılarak eritmeye, zamana yayıp etkisini zayıflatmaya, mümkünse parçalamaya çalıştı. Şimdi ise Kürtleri kendi içinde bölüp parçalayarak, iyi-kötü ayrımı yapıp birbirinden kopartarak, fırsat bulursa çatıştırarak Kürt gücünü, devrimci demokratik gücü zayıflatmak istiyor. Fırsat bulduğunda son darbeyi vurmaya hazırlanıyor. Ama buna karşı hareket olarak, Önderlik olarak da AKP’nin maskesini iyice düşürdük. Daha çok onu zorlayan, teşhir eden bir mücadele içinde olduk. Aslında demokratik-siyasi çözüm için yapılması gerekenlerin hepsi yapıldı. Artık geriye dönülünce, “Şunu yapmasak iyi olurdu. Yapmamamız eksiklik oldu,” diyebileceğimiz bir şey kalmadı. Şu ortaya çıktı; devlet sisteminde kendini değiştirecek, yeniden yapılandıracak bir irade yoktur. AKP bir çözüm gücü değil, bir oyalama gücü, kendi iktidarını sağlamlaştırma gücüdür. Bütün sorunlara bu temelde yaklaşıyor. Çözüm gücü olarak devlet krizini aştırtacak, devleti yeniden yapılandıracak bir zihniyete, ideolojik-politik çizgiye kesinlikle sahip değildir. Ancak zorlandıkça özel savaş kapsamında biraz esniyor, bazı tavizler veriyor o kadardır, onun ötesine geçmiyor. Bu gerçek net bir biçimde açığa çıkartılmış durumdadır. Bunun açığa çıkması sistemi kendi içinde daha çekişmeli-çatışmalı kılıyor, AKP-MHP faşizmini de zayıf düşürüyor. Kürdistan’da olduğu kadar Türkiye toplumuna ve uluslararası kamuoyuna daha iyi gösteriliyor. Dikkat edilirse Türkiye zemini paramparça, mevcut iktidar her ne kadar çeşitli yöntemlerle halktan oy alıyor olsa da, siyasi parçalılık, çok derin bir siyasi kriz yaşanıyor. Bu aynı zamanda sistem krizi, devlet krizi olarak sürüyor. AKP-Fetullahçı çatışmasıyla bu daha iyi açığa çıktı. 1 Haziran 2004’ten de, 1 Haziran 2010’dan da çok daha derin, yoğun hazırlıklı bir çatışma, çelişki ve mücadele süreci gündemdedir. Her şey çok daha karmaşık ve yeni çatışmalara gebedir. Bunu herkes de görüyor. Öyle anlaşılıyor ki, 1 Haziran Hamlesinin 17’nci yılı; geçen 16 yılda yapılanların ötesinde daha derin ve kapsamlı mücadeleye sahne olacak. Süreç, yeni bir mücadele sürecidir Son 10 yıllık Devrimci Halk Savaşı temelindeki mücadele sürecinin böyle bir dayanağı bulunmaktadır. Çok kapsamlı ve çok yönlü bir mücadele ardından buraya gelindi. Bu temelde kendi direnme gücümüzle Kürt sorununun Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirme sürecine girmemiz oldu. Dördüncü Stratejik Dönemin esas anlamı, tanımı da buydu. Bütün bunların üzerinde gelinen noktada 2020 süreci için de şunlar söylenebilir: Önderlik direniyor, gerilla direniyor, dört parça Kürdistan’da, Avrupa’da ve dünyanın dört bir yanında halk direniyor. Bu direniş karşısında devrim sürüyor, yenilmiyor, bazı gelişmeler de sağlıyor. İçinde bulunulan koşullar doğru değerlendirildiğinde kazanılacak başarı bunları kat be kat aşacak düzeydedir. Evet, bazı gelişmeler var, ama o gelişmeleri hangi mücadeleler yaratıyor, herkes bu gelişmenin ortağı mıdır? Aslında gelişmeleri yaratan değerleri doğru tespit edeceğiz. Geriye çeken, kaybettirenler olmuş mudur? Onları da açığa çıkarmamız gerekiyor. Demokratik Ortadoğu Devrimi’nin öncülüğü haline gelecek bir gelişmeyi önlemeye çalışıyorlar Bütün bunların sonucunda, 1 Haziran Stratejik Hamlemizin 11’inci yılına girerken ‘durum ne’ sorusunu sorduğumuzda şu cevabı net veriyoruz: kültürel soykırım rejimi yeniden topyekûn özel savaş konsepti temelinde Özgürlük Hareketimizi imha ve tasfiye etmeyi amaçlayan yeni bir saldırı süreci içine girmiş, böyle bir süreç başlatmıştır. Temel bir tespit budur. TC devletinin ve AKP-MHP faşizminin içine girdiği süreç budur. Süreç yeni bir mücadele sürecidir. Hareket olarak yeni bir imha ve tasfiye süreciyle karşı karşıyayız. Buna karşı hareket olarak tutumumuz, duruşumuz Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelindeki topyekûn direniş durumudur. Bu nedenle de ikinci 1 Haziran Hamlesinin 11’inci yılına girerken hamlenin en yoğun çatışmayla, mücadeleyle geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. Böyle bir duruma evrilirken içinde bulunulan geçmiş dönemdeki mücadelelerin yarattığı sonuçlar olarak bazı anlayışlar, örgütsel sistemler, alışkanlıklar var, onlar devam ediyor. Birden bire böyle bir sürece geçmiş olmuyor, hala bazı şeyler devam ediyor. Ona bakarak süreci normal ve eskinin devamı gibi algılamamak lazım. Kendimizi yeniye uyarlamada, değişeni görmede ve yeniye göre plan, örgüt ve pratik geliştirmede güçlü kılmalıyız. O nedenle gözünü dört açmak, kulağı her tarafı duyar hale getirmenin, doğru ve derin anlamanın, iradeli ve inisiyatifli olmanın zamanıdır. O halde yapmamız gereken yatıp-uyumadan mücadeleyi geliştirmeliyiz. İnisiyatifsizlik, ertelemecilik, refleks zayıflığı, değişimi görememe, anında tavır alamama, zamanında tutum değiştirememe vb biçimlerde ifade edebileceğimiz tutumlara girmememiz gerekmektedir. Nereden bakılırsa bakılsın karşı cephe topyekûn özel savaş konsepti temelinde bir saldırıyı başlatmış durumdadır. AKP yöneticileri çok yoğun bir propaganda saldırısı yürütüyor. Askeri saldırıların yanı sıra küfür, hakaret, tahrik dolu saldırı yürütüyorlar. Öyle ki, bir taraftan tehdit ediyorlar, diğer taraftan AKP tabanını HDP’ye tümüyle düşman haline getirmek istiyorlar. AKP-MHP faşizmi basın önünde katliamlar yapacağını açıkça söylüyor. Diğer yandan polis ve ordu gücünü devreye koydular. O günden bu yana sürece müdahale eden sadece Tayyip Erdoğan olmadı. Bunu genelkurmay başkanı ile birlikte yürüttüler. Polisle HDP’nin Türkiye’ye açılımını, seçim çalışması yaparak oy almasını engellemeye çalıştılar. Orduyla da Kürdistan’da halkı tehdit ederek HDP’ye oy verilmesini engellemeye çalışıyorlar. Böyle bir seçim politikası oluşturmuşlar. Hem siyasi hem de ordu gücüne görev yüklemiş bulunuyorlar. Bu nedenle topyekûn özel savaş konsepti temelindeki saldırı bizi sınırlandırmaya, fırsat buldukları yerde imha ve tasfiye etmeye yönelen bir saldırı biçiminde sürüyor. Aslında büyük gelişmeyi ve daha büyük hamle yaparak, Kürdistan’ın dört parçasında özgürlük devrimi yaparak Demokratik Ortadoğu Devrimi’nin öncülüğü haline gelecek bir gelişmeyi önlemeye çalışıyorlar. Bu saldırının altında bu yatıyor ve arkasında da bölgesel ve küresel gericilik var. PKK’ye karşı imha ve tasfiye amaçlı saldırı konseptiyle birçok çevre iktidarını uzatmaya, ömrünü uzatmaya, birbiriyle ittifak kurmaya çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan-AKP iktidarda kalmasını buna dayandırmış durumdadır. Hedefleri ve amaçları budur. 2020 yılı Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nde topyekûn bir direniş yılıdır AKP ve Tayyip Erdoğan için ise iktidarda olmak var olmakla birdir. Varlık-yokluk meselesi haline gelmiştir. İktidardan düştüğü gün bu dünyadan da göçtüğü gün olacaktır. Bunu iyi biliyor ve o nedenle herkesle böyle bir çatışmaya girmiştir. O nedenle birçok çevre de değerlendiriyor, “AKP sonuna kadar çatışır, seçimde kaybetse bile öyle kolay iktidarı bırakmaz, kendi gizli paramiliter güçlerini yaratarak savaşa hazırlanıyor” denilmektedir. Büyük olasılıkla Mısır’ın İhvancılarından, Mursi pratiğinden çıkardığı ders de bu oluyor. Onlar örgütlenip savaşa girmediler, darbe oldu ve sonları böyle oldu. Oradan çıkardığı ders ile ‘tutuklanmayacaksın, savaşacaksın. Tutuklanırsan zaten yok oluyorsun’ şimdi AKP-MHP faşizmi böyle bir çizgiye oturmuş durumdadır. Saldırının merkezi Ankara, direnişin merkezi de Bakur’dur. Bizim bütün bunlara karşı planlı, örgütlü, koordineli bir direniş yürütmemiz gereklidir. Bu bakımdan 2020 yılı Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nde topyekûn bir direniş yılıdır. Böyle bir mücadelenin merkezinin de Bakur olması şarttır. Bu bakımdan, böyle bir topyekûn saldırıyla, özel savaş saldırısıyla yüz yüze olduğumuz ve bunun merkezinin de TC olduğu bir ortamda bizim buna karşı mücadelemizin merkezine Bakur’daki mücadeleyi koymak ve bunu da bir devrimci hamle temelinde gerçekleştirme hamlesi olarak planlayıp yürütmemizden başka doğru tutum olamaz. Sadece “Bize saldırıyorlar ona karşı savunma içinde olalım,” demek yetmez. Devrim yapmak için biz de aktif mücadele yürütmeliyiz. 2011-2012’de başaramadığımızı, 2014’te planlayıp da adım atamadığımızı 2020’de mutlaka yapmalıyız. Bakur, ulusal diriliş devrimini başardı ve hiçbir devrim bu kadar halk direnişi biçiminde yaşanmadı. Bu ilk defa Bakur’da gerçekleşiyor. Halkın gücünün devrime katılımının ne kadar ileri düzeyde olduğunu gösteriyor. Bu devrimi ilerletme, demokratik özyönetime kavuşturma, Demokratik Konfederalizm temelinde örgütleme, Demokratik Ulus inşası haline getirme hedeflerimiz var. Bunu artık mutlaka başarmalıyız, gerçekleştirmeliyiz. Ancak bütün bu oyunları böyle bozarız, saldırıları böyle bir direnişle kırarız. 2020, Bakur’da devrim yılıdır, Devrimci Halk Savaşı yılıdır. Bu nedenle mücadele zemini önceliği Bakur’a kayıyor. Bakur devriminin tayin ediciliği iyi görülmelidir. Tüm hazırlıklarımız, yönelimimiz bu olmalıdır. Bütün bu değerlendirmeler kapsamında sonuç olarak şunları belirtmek tamamlayıcı olacaktır. Bölgede çatışmalı durum sürüyor ve sürecektir. Küresel sistem ile ulus devlet statükoculuğu arasındaki çatışma ve çözümsüzlük devam edecektir. Bu noktada Kürdistan’daki durum önemlidir. Kürdistan düşünce olarak da pratik olarak da öncü konumundadır. Dolayısıyla Kürdistan Devrimi’nin tarihi misyonu, rolü, sorumluluğu bulunmaktadır. Bunu doğru bir stratejik yaklaşımla ele almak ve başarı kazanıcı taktiklerle yürütmek, böyle bir ortamda hem Kürdistan özgürlük devrimini başarıya taşıyacağı hem de Ortadoğu Demokratik Konfederalizmi’nin önünü açacağı kesindir. | ||
© 2021 Serxwebûn |