Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Halkların kapitalizme karşı ideolojik ve teorik hazırlığı güçlüdürNîsan 2020
Cemil Bayık Dünyanın gündemi Koronavirüs oldu. Gerçekten de şu anda dünyanın birçok ülkesindeki ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamı Koronavirüs etkiliyor, hatta belirliyor. Toplumsal yaşam buna göre ayarlanıyor. Ekonomik, kültürel yaşam buna göre ayarlanıyor. Siyasal yaşam bu durumdan etkileniyor. Ve insanlık görülmedik bir sarsıntı içinde. Hala da durumu net görülebilmiş değil. Bu virüs nasıl ortaya çıktı, nasıl yayıldı, ortaya çıkan sonuçlar toplumları nasıl etkileyecek, Koronavirüsten sonra toplumların yaşamında hangi değişiklikler olacak, iktidarlar ve devletler Koronavirüsten nasıl yararlanıyorlar ve yararlanacaklar? Şu anda Koronavirüs nedeniyle alınan tedbirler ve uygulanan politikalar neyi amaçlıyor, tedbirler sadece bu salgının ortadan kaldırılması için mi alınıyor, tedbirlerin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel amaçları nedir? Bunlar gerçekten cevaplanması gereken sorular. Tartışılıyor, ama bu sorulara farklı farklı cevaplar veriliyor. Her kesim kendine göre bu sorulara cevap veriyor. Bu yönüyle gerçekten de toplumlar ve halklar açısından netleştirilmesi gereken bir süreç yaşanıyor. Bu virüs nasıl çıktı, bu konuda da çok farklı tezler var. Virüsün bir biyolojik savaş aracı olarak kullanıldığı, bu nedenle çeşitli odaklar tarafından yaratıldığı söyleniyor. Dünyada bir Üçüncü Dünya Savaşı var. Üçüncü Dünya Savaşı çok yoğun da sürüyor. Öte yandan kapitalizm küreselleşse bile kapitalist sistem içerisindeki güçler birbirlerini geriletmek için siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel mücadele veriyorlar. Birçok alanda savaşlar sürüyor. Bu nedenle acaba bu virüs çıkarılarak bu savaşın bir parçası olarak mı kullanılıyor, tartışmaları yapılıyor. Virüsün kapitalist ülkelerden herhangi biri tarafından çıkarılması, kendi rakiplerine karşı kullanılması gibi olasılıklar tartışılıyor. Bunlar gerçekten çok ciddi iddialar ve tartışmalar, netleştirilmesi gerekiyor. Azami kâr söz konusu olduğunda kapitalizm, toplumsal değerleri dağıtıp ahlakı, vicdanı, adaleti, hiçbir şeyi tanımamaktadır. Kapitalistlerin sömürüyü gerçekleştirmek, diğer kapitalist güçler üzerinde etkin olmak ve diğerlerini saf dışı bırakmak için her türlü yol ve yönteme başvuracakları açıktır. Kapitalistler kendi aralarındaki mücadelede öyle yol ve yöntemlere başvurmuşlardır ki, böyle bir virüs neden biyolojik bir silah olarak ortaya çıkarılmasın, sorusu akla geliyor. Bu kapitalist zihniyet, bu sistem Birinci ve İkinci dünya savaşlarını ortaya çıkardı. On milyonlarca insan öldü. Böyle bir zihniyete sahip, kendi çıkarları için on milyonlarca insanın ölümüne yol açanlar niye yüz binlerin ölümüne yol açacak bir biyolojik silah kullanmasınlar, sorusunu akla getiriyor. Bu anlamda ispatlanmasa da hiç kimse kapitalistler böyle bir şey yapmaz, diyemez. Kapitalizmin ahlakı, vicdanı yoksa, rakiplerini etkisizleştirmek için her yol mübah görülüyorsa hayli hayli böyle bir biyolojik silahı da kullanabilirler. Çünkü kapitalizmin doğası, karakteri bu yollara başvurabilir. Bu yönüyle kapitalist güçler arasındaki mücadelede böyle bir silahın kullanmış olma ihtimali göz ardı edilemez. İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombası kullanıldı. On binlerce insan bir anda soğukkanlılıkla katledildi. Hala da birçok alanda savaşlar sürmektedir. Ortadoğu’da süren savaşta yüzbinlerce insanın öldüğünden söz edilmektedir. Yine milyonlarca insan yerlerinden yurtlarından edildi, acı, çile çekti. Bunların hepsi iktidarcı, devletçi ve onun son temsilcisi kapitalist sistemin yarattığı sonuçlardır. Bu yönüyle Koronavirüsün bir biyolojik silah olarak kullanılma ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor. Çünkü biyolojik silah denen bir kavram var. Birçok devletin elinde kimyasal ve biyolojik silahın olduğu söyleniyor. Yine nükleer silahlar var. Bir zamanlar soğuk savaş döneminde ABD ve Rusya’nın elinde bulunan nükleer silahların dünyayı defalarca yok edebilecek düzeyde olduğu söylendi. Şimdi bu silahlar neden üretiliyor? Hiç kullanılmaz denilemez. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanıldı. Kapitalizmin ahlakı, vicdanı, adaleti, insanlık diye bir derdi de yok. Kapitalizmin doğası, karakteri böyle. Bu yönüyle bunların da araştırılmaya ihtiyacı var. Şu anda bu yönlü iddialar var. Bunun ABD tarafından çıkarıldığı ya da Çin tarafından çıkarıldığı, ABD ve Çin’in dünyada liderlik savaşı verdiği, bu liderlik savaşını verdikleri için birinin diğerini zayıf düşürmek, etkisiz kılmak için böyle bir silah kullanılabileceği tartışmaları var. Kuşkusuz bunların hiçbirisi ispatlanmış değil. Bunlar varsayım, ama kapitalizmin doğası, karakteri dikkate alındığında bu varsayımlara tümden hayır demek mümkün değildir. Bu yönüyle de gerçekten araştırılması ve incelenmesi gerekiyor. Bunun mutlaka netleştirilmesi gerekiyor. Kapitalizmi ortadan kaldırmadan kapitalist ahlak, zihniyet, mantık değişemez Eğer kapitalist güçler kendi aralarındaki mücadele için böyle bir silah ortaya çıkarmış ve insanlığı bugünkü gibi çok zor sıkıntılı durumlara sokmuşlarsa bunun öğrenilmesi çok önemlidir. İnsanlık tarafından bilinmesi çok önemlidir. Böyle bir durumda tabii ki tüm insanlığın takınacağı tavırlar, tutumlar olacaktır. Şu bir gerçektir, eğer böyle bir biyolojik silah üretilmiş ve kullanılmışsa bu kapitalist ahlakın sonucudur. Böyle bir durumda bu nasıl giderilecektir? Kapitalist ahlakı değiştirmek mümkün değildir. Kapitalizmi ortadan kaldırmadan kapitalist ahlak, zihniyet, mantık değişemez. Bu bakımdan kapitalizm her zaman bu tür yollara başvurabilir. Bugün başvurmamışsa bile yarın başvurabilir. Kapitalizmin bu karakterini, bu ahlaksız, vicdansız, adaletsiz, hiçbir değere sahip olmayan, tek değeri kâr olan bir sistemin gerçekten de insanlık dışı bir sistem olduğunu görmek, bu çerçevede de buna karşı mücadeleyi geliştirmek gerekiyor. Ancak Koronavirüs salgını olayında esas olarak kapitalizmin doğasını tartışmak, kapitalizmin böyle virüsler ortaya çıkarabileceğini tartışmak gerekiyor. Sübjektif olarak belli kapitalist odaklar böyle bir biyolojik silahı ortaya çıkarmış iddiası var. Bu doğru olabilir de olmayabilir de. Yok denilemez, ama hala da ispatlanmış bir durum değildir, tartışılan bir durumdur. Ancak tartışma götürmez ve net olan bir durum varsa o da kapitalizmin karakteridir ve onun üretim biçimidir. Kapitalizmin toplumu dağıtması, doğanın dengesiyle oynaması, canlıların, varlıkların, havanın, suyun, yani her şeyin dengesiyle, genleriyle oynaması söz konusudur. Kapitalizm zaten insanın var oluş biçimi olan toplumu dağıtıyor ve yok ediyor, insanı insanlıktan çıkarıyor. İnsan insanlıktan çıkmıştır. İnsan insanın düşmanı haline gelmiştir. Kapitalizm tamamen toplum ve insan düşmanıdır. Toplumu yıkıyor, ortadan kaldırıyor. Binlerce yıldır insanlığın yarattığı toplumsal değerler, ahlaki, vicdani ve kültürel değerler hepsi yerle bir ediliyor, yok ediliyor. Yani insanın, doğası, genleri ve karakteriyle oynanıyor, insan insan olmaktan çıkarılıyor. Var olma koşullarından koparılıyor. Böyle bir kapitalist sistem yönetim gerçeği var. İktidar biçimi, siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşam biçimi var. Kapitalizmin ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamı tamamen insanlık düşmanıdır. İnsanlığı ortadan kaldırıyor, yok ediyor. İnsanları sadece maddiyat ve tüketim peşinde koşan varlıklar haline getiriyor. Sadece hayvanlaştırmıyor, hayvandan öte bir varlık haline getiriyor. Hayvanların davranışları doğaldır, kendi yaşamlarını sürdürmek istiyorlar. Kapitalizmin varlığını sürdürmesi, yani kâr sisteminin var olması toplumun dağıtılmasına, insanlığın yok edilmesine, bütün değerlerin ortadan kaldırılmasına bağlı. Böyle olursa kapitalizm var olabilir ve yaşayabilir. Bu yönüyle bilinçli bir kötülük var. Bizzat insanlar tarafından planlanan kötülükler, ahlaksızlıklar var. Kapitalizm işte böyle bir sistem. İnsanlığı yok eden doğayı hiç dinler mi, kâr için doğayı da yok eder, ki ediyor da. Azami kâr için havayı da suyu da kirletiyor ve doğayı yok ediyor. Doğanın da bir dengesi, bir kanunu var. Milyarlarca yıl içinde ortaya çıkmış dengesi ve işleyiş tarzı var. Bu evrimi oluşturan halkalar var. Ortaya çıkan canlı yaşamının bir çevresi var. Var olduğu bir ortam, iklim var. Şimdi kapitalizm endüstriyalizmle daha fazla kâr etmek, daha fazla üretmek, daha fazla sömürmek için doğaya saldırıyor. Doğanın dengelerini dikkate alan, doğanın yaşanmasını dikkate alan, bütün canlıların, varlıkların milyarlarca yılda oluşmuş özelliklerini dikkate alan bir sistem değil. Düşündüğü sadece kârdır. Bu yönüyle havayı, iklimi bozuyor. Bütün canlıların yaşam çevresini dağıtıyor, yok ediyor. Bu durum yeni binlerce yıl oluşmuş canlılar dünyasını var eden doğayı başkalaşıma uğratıyor. Ya da doğal yaşamı yıkan yeni bir çevre, yeni dengeler, yeni etkenler ortaya çıkıyor. Bunun ne yaratacağı bilinmiyor. Yeni hastalıklar çıkıyor, türüyor. Doğada mikrop, virüs, canlı organizma çok. Sadece Koronavirüs değil, gözle görülemeyecek yüzbinlerce, milyonlarca mikrop, virüs, organizma var. İşte endüstriyalizm bunların karakterini değiştiriyor. Bunlarda mutasyon, yani değişim yaratıyor. Milyarlarca yıl içinde oluşmuş insanı var eden, insanın, canlıların var olmasını sağlayan doğal ortam farklılaşıyor. Doğada var olan ama insanlık için yıkım getirmeyen kimi mikroorganizmalar, kimi mikroplar, virüsler değişime uğruyor. Önceden insanlar için zararlı olmayan ya da zararı sınırlı olan herhangi bir mikroorganizma, virüs, bakteri mutasyona uğrayarak insanlığa zarar verecek duruma getiriliyor. Endüstriyalizmin doğa üzerindeki etkilerinin sonucu daha tehlikeli virüsler de çıkabilir Kapitalizmin, endüstriyalizmin doğaya saldırısıyla birlikte birçok bilim insanı, vicdanlı insan bu durumun tehlike yarattığını, bu durumun doğanın dengesini bozduğunu, bunun yeni hastalıklar ortaya çıkaracağını vurgulamıştır. Hatta milyarlarca yıl içinde bitki, hayvan ve insanın evrimini yaratan bir süreç var, evrimin halkaları var, bu evrimin halkaları içinde sonsuz etkenler var. Bu evrim halkalarının, insanı yaşatan çevrenin binlerce, belki on binlerce etkenin bazılarının kırılması, değişmesi, ortadan kaldırılması, farklı bir karaktere dönüşmesi doğrudan insan yaşamını, canlı yaşamını tehdit edeceği söylenmiştir. Bu yönüyle kapitalizmin koşullarında virüsler, hastalıklar olacağının söylenmesi yeni değildir. Bu virüsün neden çıktığı, bizim için sürpriz de değil, bilinmez de değil. Bazı kapitalist odakların planlamasıyla çıkarılmış mı, çıkarılmamış mı; o bir varsayımdır. Ama kapitalizmin doğası, üretim biçiminin ve kapitalizmin sömürü zihniyetinin gereği böyle mikropların, virüslerin, yeni hastalıkların ve salgınların çıkacağı, insanın varlığını tümden tehdit edeceği önceden tespit edilmiş ve söylenmiştir. Bu yönüyle esas olarak bunun üzerinde durmak gerekiyor. Bunun tartışılması ve değerlendirilmesi gerekiyor. Kuşkusuz kapitalistlerin bir kısmı tarafından böyle bir biyolojik silahın kullanması da kapitalizmin doğası ve karakteriyle ilgili ele alınacak bir durumdur. Ama o, yine de belirli insanların bir araya oturup gelmesiyle olan bir durumdur. Ancak bir gerçeklik var ki, kapitalizmin üretim ve yaşam biçiminin ortaya çıkaracağı hastalıklar varsayım değildir. Yani bu virüs kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bu virüs doğanın kendi koşullarında ürettiği bir virüs olmadı. Endüstriyalizmin doğa üzerindeki etkilerinin sonucu ortaya çıkmış bir virüstür. Kapitalizmin, endüstriyalizmin üretim biçiminin böyle virüsler ortaya çıkaracağı açıktır. Bugün Koronavirüs ortaya çıkmıştır, yarın bundan daha tehlikeli, insanlığı tümüyle ortadan kaldırabilecek virüsler ortaya çıkabilir. Bu ihtimaller yok denemez. Endüstriyalizmin bu üretim biçiminin virüsleri, mikropları, bakterileri nasıl mutasyona uğratacağı, insanın biyolojik varlığında nasıl etkiler yaratacağını şimdiden bilmek mümkün değildir, ama insanlığı öldürecek, tümden yok edecek düzeyde mikropların, virüslerin ve bakterilerin ortaya çıkacağını söylemek bir kehanet değildir, bir gerçekliktir. Nitekim kapitalist endüstriyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte yeni virüsler ortaya çıkmıştır. Bilim adamları bazı virüslerin zaman içinde mutasyona uğradığını, değişiklik yaşadığını ortaya koymaktadırlar. Peki bu değişiklikler nasıl yaşanıyor, nasıl ortaya çıkıyor? Kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Bu tür virüs, bakteri ve mikroorganizmalar milyonlarca yıldır var. Ama bunlar bir nevi insan evriminin, doğa evriminin, milyarlarca yıllık evrimin sonucu ortaya çıkan canlılardır. Belki zararlı dediklerimizin bile insan dahil tüm canlı türleri açısından bir anlamı ve değeri vardır. Bu nedenle kapitalizmin, endüstriyalist üretimden kaynaklı gazlar, zehirler, kirler, birçok olumsuz atıklar ortaya çıkıyor. Birçok element kullanılarak kimyasal bileşimler yaratılıyor. Bazı şeylerin suyla, havayla, toprakla teması, bazı katalizörlerle ortaya çıkarılan yeni bileşikler var. Tüm bunların doğayı, insanın, canlıların ve bitkilerin doğasını etkilemesi kaçınılmazdır. Koronavirüs salgınını ortaya çıkaran kapitalizmin üretim biçimidir Bu Koronavirüsü salgınını değerlendirirken bazı kapitalistlerin yaratımından daha çok, kapitalizmin karakterinden dolayı ortaya çıkması üzerinde durmak gerekir. Kapitalist üretim biçiminin, toplumsal ve kültürel yaşamının, bir bütün kapitalist modernitenin varlığının ortaya çıkardığı sonuçları tartışmak, bunları ortaya koymak önemlidir. Bunlar zaten kapitalizmin insanlık dışı, toplum dışı olduğunu, insanlığın kapitalizmi aşması gerektiğini ortaya koyar. Bu yönüyle esas olarak bu nokta üzerinde durulmalıdır. Kapitalizmi, kapitalizmin doğasını tartışmak, hatta biyolojik silahı ortaya çıkaracak, yaratacak bu zihniyeti, böyle bir insanı ortaya çıkaran bu kapitalist moderniteyi ve üretim biçimini, kapitalizmin toplumsal ve siyasal yaşam anlayışını, iktidar ve devlet anlayışını tartışmak gerekir. Bunun bütün kötülükleri ortaya sermelidir. Kapitalist modernitenin toplum ve insan düşmanı olduğu ortaya konulmalıdır. Sadece Koronavirüsle kapitalizmin kötü olduğu ortaya çıkmadı. Önceden de kapitalizm kötüydü, önceden de tehlikeli ve insanlık dışı özellikler taşıyordu ve bundan sonra da taşıyacaktır. Bu açıdan kapitalizmin karakterinin, doğasının kötü, insanlık ve toplum dışı olduğunu, kapitalizmin üretim biçiminin her türlü insanlığı yok edecek hastalığı, virüsü yaratacağını ortaya koymak ve göstermek şarttır. Şu bir gerçek ki, virüsün doğası değiştirilmiştir. Bu virüs yeni ortaya çıkmıştır. Bunu ortaya çıkaran etken de kapitalizmin üretim biçimidir, kapitalizmin kendisidir. Herhangi bir kapitalistin bilinçli bir şekilde laboratuvarda ortaya çıkardığı ispatlanmayana kadar nasıl çıkmış olursa olsun Koronavirüsün nihayetinde kapitalizmin karakterinden dolayı ortaya çıktığını söylemek gerekiyor. Bu bir varsayım değil, bu kapitalizmin ortaya çıkardığı bir gerçekliktir. Kapitalizm, Koronavirüsü ortaya çıkarabilir, çıkarmıştır, diyeceğiz. Diğeri ispatlanmayana kadar gerçek olan ve kesin olan budur diyeceğiz. Bu konuda bilim insanları da bu gerçekleri ortaya koydular, Rêber Apo’da bu gerçekliği ortaya koydu. Rêber Apo, kapitalizmin toplumu dağıttığını, toplumun karakterini değiştirdiğini, toplumu bitirdiğini, bir toplumsal hastalık olduğunu, söyledi. Bir toplumsal hastalık var; toplum, insanlık hasta, kanserojen. Bütün toplum bitiyor, canlı olarak yaşasa bile insan olarak bitiyor. İnsanlıktan çıkıyor ve insanlık yok ediliyor. Bu aslında biyolojik bitişten daha kötü ve tehlikeli bir durumdur. Bu yönüyle kapitalizmin aşılması gerekiyor. Kapitalist sistemden, endüstriyalizmden, onun toplumsal yaşam biçiminden, siyasal ve kültürel anlayışından kurtulmak gerekiyor. Koronavirüs olgusuna paradigmasal bakmak lazım Öte yandan endüstriyalizm doğayı, doğa-toplum ilişkisini yok ediyor. Kapitalizm doğa düşmanıdır, canlıların evriminin ve yaşam alanlarının düşmanıdır. Biyolojik hastalıklar yaratıyor, hem de canlıların ortadan kalkmasına yol açan hastalıklar. Bazı yerlerde şu canlı, bu canlı tükeniyor, deniliyor. Bu zaten kapitalizmin canlı düşmanı olduğunu ortaya koyuyor. Hayvanlar, bitkiler kendini koruyamıyor ve bitiyor. Yarın insanın da kendisini koruyamayacağı hastalıklar ortaya çıkarabilir. Şimdi ortaya çıkan hastalıklara şöyle ya da böyle çare bulunabiliyor ve Koronavirüse de belki bir iki yıl sonra bir çare bulunacak. Ama çare bulunamayacak hastalıklar ortaya çıkacaktır. Bunları Rêber Apo ortaya koymuştur. Ekolojistler ortaya koymuştur. Bu açıdan Koronavirüs salgını olgusuna paradigmasal, ideolojik-teorik bakmak lazım. Bakış önemlidir. Kapitalizme karşı esas mücadele bu bakış ekseninde yürütülebilir. Diğeri bir olasılık ve varsayımdır, olmayabilir de. Kapitalizmin doğasını ve karakterini iyi bir şekilde ortaya koymak lazım. Rêber Apo ve birçok ekolojist; kapitalist sistemin oluşturduğu şehirler insan düşmanıdır, bu şehirlerde yaşam olmaz, demişlerdir. Bu şehirler toplum ve doğa dengesinin ortadan kalktığı yerlerdir, demişlerdir. Buralara insanlar neden doldurulmuş? Çünkü sömürünün en verimli biçimi ve azami kâr buralarda oluyor da ondan. Azami kâr büyük şehirlere yığılan insanlar üzerinden sağlanıyor. Öte yandan alt yapı denen etkenler de burada daha fazla bulunuyor. Örneğin İstanbul’da değil de Zonguldak’ta, Yozgat’ta olsa o işletme İstanbul’daki kadar kâr edemez. Büyük şehirlerin kendine göre imkanları, fırsatları var; sömürü açısından daha avantajlı. Bunun için insanlar şehirlere yığılıyor. Böylelikle işsizler ordusu da hazır olarak yaratılıyor büyük şehirlerde ve bunları sömürüyorlar. Stres, kanserin artması, bazı yeni hastalıkların ortaya çıkması da böyle büyük şehirlerle bağlantılıdır. Zaten bu şehirlerde insan nefes alamaz hale geliyor. Bu metropollere tüketim peşinde koşan, koşturulan milyonlarca insan yığılıyor. Burada yaşayanların moral dünyası, biyolojik karakteri, ilişkileri, ruh hali, her şeyi değişiyor. Biyolojisi de fiziği de duygu düşünce dünyası da değişiyor. Şimdi Koronavirüs geldi, ne oldu; büyük şehirler kırılıyor. Ölümlerin yüzde 80-90’ı büyük şehirlerde. Endüstriyalizmin en kötü sonuçlarından biri de obez büyük şehirleri ortaya çıkarmasıdır. Obez bir insan nasıl hastaysa, büyük şehirler de hastadır. Özcesi biyolojik silah olarak çıkarılmış olabilir ya da olmayabilir, ancak kapitalizmin zaten kötü ve insanlık düşmanı olduğu ortaya konulmalıdır. Yoksa sadece bazı kapitalistler kötü, birbirleriyle savaşmak için biyolojik silah çıkardı, demek yetersiz kalır. Yani öyle olmasa kapitalizm kötü değil midir? Kapitalizm sorgulanmayacak mıdır? Öyle olduğunda sadece birileri kötüdür, şu kapitalistler bize karşı yapmış, denilecektir. Nitekim şimdiden birbirlerini suçluyorlar. ABD Çin’i suçluyor, sizin oradan çıktı, diyor. Bazıları da ABD çıkardı, diyor. Bunları bir olasılık olarak kenara bırakıp araştırmak, ama buraya takılmamak; esas olarak bunun üzerinde değil de paradigmasal olarak, sistemin karakteri açısından bakmak lazım. Bu temelde kapitalizmi teşhir etmek, eleştirmek ve alternatifini ortaya koymak gerekir. En doğru mücadele tarzı böyledir. Kapitalizme karşı esas mücadele böyle ortaya konulur. Kapitalizm sadece emekçiler için değil, bir bütün insanlık için düşmandır. Kuşkusuz en fazla yoksullar ve ezilenler zarar görüyor, emekçiler sömürülüyor. Bu gerçektir. Ama kapitalizmin tamamen insanlık düşmanı olduğu, bütün insanlığı ortadan kaldıracak bir ekonomik, kültürel ve siyasal yaşam olduğu, tüm insanlığın düşmanı olduğu ortaya konulmalıdır. Bu çerçevede kapitalizme karşı cephenin en geniş yelpazede yürütülmesi önemlidir. Kapitalizmin kötülük üreten bir sistem olduğunun paradigmasal olarak ortaya konulması önemlidir İnsanın var oluş biçimi toplumsallıktır. İnsan toplumsallıkla, toplumsal üretimle bütün ihtiyaçlarını karşılayabilir. Eğitimini de, sağlık ihtiyaçlarını da, kültürel ihtiyaçlarını da, barınmasını da karşılar, toplumsal üretimle her ihtiyacını karşılayabilir. İnsanlığın ihtiyacı sadece kapitalizmle karşılanır, denilemez. Zaten kapitalizm insanların ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflemiyor. Kuşkusuz insanların tüketmesi için bazı ihtiyaçlar üretiliyor ancak esas olarak bunlar da kapitalistlerin kazanması için üretilmektedir. İnsanların ihtiyacı olan materyaller de sömürü ve azami kâr için yapılıyor. Zaten mevcut teknikle, toplumsal anlayışla tüm toplumun ihtiyaçları için en iyi, en sağlıklı biçimde üretim yapılabilir. Hem insanın sağlığı, hem moral dünyası, hem insanlığın çevresi korunabilir. Yani tüm canlıların varlığını sürdüreceği doğal denge korunabilir. Tüm canlıların ortaya çıktığı evrim süreci, evrimin halkaları korunabilir. Hem de en iyi biçimde korunabilir. En önemlisi de insanı insan yapan toplumsallık esas olarak da kapitalizm aşılarak korunabilir. Bu yönüyle Koronavirüs salgınının ortaya çıkardığı sarsıntı ve gerçekler üzerinden kapitalizmin nasıl bir ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal sistem olduğu ortaya konulmalıdır. Kapitalizmin kötülük üreten bir sistem olduğunun paradigmasal olarak ortaya konulması her bakımdan önemlidir. Bu virüs kendiliğinden ortaya çıkmadı, kapitalizm ortaya çıkardı. Esas olarak kapitalizm buradan teşhir olursa, kapitalizmin nasıl insanlık dışı, doğa ve toplum dışı bir sistem olduğu ortaya konulursa o zaman kapitalizme karşı en doğru duruş ve mücadele ortaya çıkarılabilir. En etkili mücadele böyle verilebilir. En etkili sonuçlar da böyle alınabilir. Eğer kapitalizmi aşmak istiyorsak esas olarak onun karakteri, doğası ve onun üretim biçiminin doğurduğu sonuçlar üzerinden Koronavirüs gerçeğini ele almak gerekir. Böyle değerlendirmek, esas vurguyu buradan yapmak ve esas çözümlemeleri buradan geliştirmek en doğrusudur. Kuşkusuz biyolojik silah gerçeği de kapitalizmin karakterinin ürünü olarak ele alınabilir. Ama o bir boyutudur. Kapitalizmi bütünlüklü ele almak, çözümlemek, kötülüklerini ortaya koymak, savaşların da, kimyasal ve biyolojik silahların da bu zihniyet tarafından çıkardığını ortaya koymak en doğru bilinci, dolayısıyla en doğru mücadele anlayışını ortaya çıkarır ya da en doğru ve etkili sonucu böyle bir yaklaşımla elde ederiz. Bu açıdan değerlendirmeleri ağırlıklı olarak bu çerçevede yapmak, kapitalizme böyle yönelmek ve alternatifini ortaya koymak gerekir. Rêber Apo kapitalizme alternatif siyasal, toplumsal ve ekonomik modeli ortaya koymuştur Alternatifini Rêber Apo ortaya koymuştur. Bu çok önemlidir. Kapitalizm, kendisini dünyanın son ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal sistemi olarak ortaya koyuyor. Reel sosyalizmin eksikliklerine, yetersizliklerine dayanarak kendini en doğru sistem olarak göstermeye çalışıyor. Bu nedenle de son 30 yılda devrimciler, sosyalistler, anti-kapitalistler bir sarsıntı ve bir gerileme yaşadı. İnsanlık ve dünya üzerinde etkileri zayıfladı, yükselen değer olmaktan çıktı. Kapitalizm kendisini cilalayarak, boyayarak insanlığa satmaya çalıştı. Ancak 30 yılda bütün boyaları döküldü, foyaları ortaya çıktı. Belki sosyalistler ve toplumcular olarak dünyada çok etkili ve örgütlü olduğumuz söylenemez. Bu konuda sorunlar var. Kuşkusuz mücadele de var, tümden toplumculuk bitmemiştir. Zaten bitmesi de söz konusu değildir. İnsan bitmeden, toplum bitmeden toplumculuk, özgürlük, demokrasi, sosyalizm mücadelesi bitmez. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesi toplumla ilgilidir. Toplumlar, insanlar var olduğu müddetçe mücadele de olacaktır. Ama son 30 yılda, reel sosyalizmin yıkılışından sonra kapitalist modernitenin kendisini etkili kıldığı, sosyalist örgütlenmelerin ve siyasal, toplumsal etkisinin gerilediği açıktır. Bugün ideolojik olarak böyle değildir. İdeolojik olarak Önderlik reel sosyalizmin yıkılmasından sonra bundan çıkarılacak derslerle bütün insanlık tarihini irdeleyerek, araştırarak kapitalizme karşı alternatif siyasal, toplumsal ve ekonomik modeli ortaya koymuştur. Hem de kapsamlı biçimde ortaya koymuştur. Kuşkusuz zindan koşullarında tümüyle ayrıntılandıramamıştır. Ama esas kapsamı ve derinliği ortaya koymuştur. Gerisi; ayrıntılandırmak, somuta indirgemek ve pratikleştirmek ise tabii ki bizlere düşüyor. Dışarda yaşayanlara düşüyor. Sosyalistlere, demokratik toplumculara düşüyor. İdeolojik-teorik zihniyet olarak hazırlıksız değiliz. Önderlik, çözümlemeleriyle zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan ideolojik ve teorik üstünlüğü yeniden sosyalistler ele geçirmiştir. Önderlik şahsında ele geçirmiştir. Bu bakımdan temel hazırlık vardır. Bir mücadelede en temel hazırlık ideolojik-teorik zihniyet hazırlığıdır ve bu vardır. Bu olduktan sonra örgütlenme de mücadele de gelir. Bu yönüyle sosyalistler, demokratik toplumcular, “biz örgütsüzüz, örgütlerimiz zayıftır,” dememelidir. Mevcut paradigmaya, ideolojik-teorik çizgiye sahip çıkılırsa, bunun pratikleşmesi gerçekleştirilirse kısa sürede demokratik sosyalist güçler kapitalizm karşısında etkin hale gelir. Özellikle kriz kaos dönemlerinde en temel güç düşünce ve zihniyet gücüdür. Yani ideolojik-teorik güçtür. Bu güce sahip olanlar kazanır; parası, silahı, askeri olanlar değil. Bizim kanıtımız tarihtir. Tarihe bakacağız; tarihten başka neyimiz var. Tarih bize her şeyi gösteriyor. Rêber Apo, “Tarih günümüzde gizli, biz tarihin başlangıcında gizliyiz” dedi. Tarihe bakarak böyle süreçlerde neyin sonuç alacağını görmek gerekir. Bunları söylemek abartmak değildir. İnsanız, toplumuz; tarih içinden geliyoruz. Bütün siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik olguların nasıl gelişeceğini, nasıl büyüyeceğini, nasıl büyümeyeceğini de tarihsel toplumu değerlendirerek anlayabiliriz. İnsanın beyni, analiz gücü, zekası niye vardır? Bunun için vardır. Bunlar hayalcilik olarak değerlendirilemez. Kaldı ki ütopya da hayal de havsalanın bir sonucudur. İnsan, tarihine dayanarak ütopya kurar. Tarihe dayanmadan nasıl ütopya kuracak. Ütopyanın gerçekle, toplumsal yaşamla bağı vardır. Zaten ütopya olmadan, bir amaç olmadan nasıl sonuca gidecek? İlk önce ütopya, amaç ortaya konulacaktır. Ütopya da amaç da tarih içinden çıkarılacaktır. İnsanlığa, topluma uygun yaşam hangisidir; bu açığa çıkarılacaktır. Bu da bir düşünce gücü ve zihniyettir. İşte Rêber Apo bu konuda tarihsel toplumu en güçlü biçimde değerlendiren ve tarihsel toplumu deha düzeyinde analiz ederek sonuca varan bir demokratik sosyalist önderliktir. O zaman Koronavirüs salgını zamanında kapitalizme karşı mücadele ederken bu önderliğin ortaya koyduklarını ele alırsak ve hakkını verirsek en büyük silahı, bize kazandıracak en temel şeyi elde etmiş oluruz. En temel kazandıracak güç ve silah elimizdedir. Bunu doğru kullanırsak, bunun örgütlenmesi de mücadelesi de ortaya çıkar. Buna herkesin böyle bakması ve böyle anlaması gerekir. Bu süreci böyle anlamaz ve değerlendirmezsek o zaman çok sıradan yaklaşmış oluruz. Doğru bir anti-kapitalistlik, doğru toplumculuk yapılmaz, doğru insanlık bile yapılamaz. Kuşkusuz bu salgınla birlikte kapitalistler, kapitalist modernite biz bu durumu nasıl kendi lehimize çevirebiliriz, bundan nasıl aleyhimize olmayan bir durum yaratabiliriz, doğrultusunda düşünecekler ve buna göre hareket edeceklerdir. Şimdi değerlendiriliyor; kapitalistler bu salgın durumunu kendi lehlerine çevirmek istiyorlar. Örneğin, en çok tartışılan konulardan biri; bu virüs en fazla yaşlıları öldürüyor ve etkiliyor, denilmesidir. Yaşlılar üretimde olmayan, emek vermeyen, hatta emekli maaş alarak kapitalizmin kârından harcayan bir kesim olarak görülüyor. Yaşlılar, kapitalizmin sırtında yük olarak görülüyor ve bu temelde de ölümü isteniyor, deniliyor. Zaten daha önce bu tür teoriler vardı. Malthusçuluk vardı. Nüfusun yoğun olduğundan ve nüfus artışının dengelenmesi gerektiğinden söz ediliyordu. Şimdi bu durumu kapitalistler kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Malthusçu bir yaklaşım içindeler. Güçsüzler, yaşlılar, yoksullar ölebilir, yaşlıların ölmesi bize kaybettirmez, hatta kazandırır, yaklaşımı içerisine girebilirler. Nitekim tutumlarıyla bunu gösterdikleri gibi, giderek tedbirleri gevşetip esas olarak kapitalist ekonomik sistemi çalıştırmak ve bu arada da ölenler ölsün, demektedirler. ABD ve İngiltere’de ‘Sürü bağışıklığı’ denildi. Sonradan orada salgın yaygınlaşınca toplumun tepkisini almamak için bu önerilerini geri çektiler, kendilerine göre tedbir aldılar. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, bir süre bu tedbirler sürdürülecek, daha sonra bütün kapitalist ülkeler ‘Sürü bağışıklığı’ politikasına dönecektir. Zaten adım adım ‘Sürü bağışıklığı’ sistemine dönme eğilimleri var. Türkiye başından beri ‘Sürü bağışıklığı’ sistemini uyguluyor. Düşünülen sadece kapitalizmdir, kapitalizmin çarklarıdır. Nitekim Türkiye bunun somut örneğidir. Sokağa çıkılmasın, salgın yayılmasın, deniliyor. Güya insanlar salgından korunuyor, ama fabrikaların çoğunluğu açık ve işçiler çalıştırılıyor. Sanki işçilere virüs bulaşmazmış gibi üretim durdurulmuyor. Birkaç ay da olsa insanların sağlığı düşünülüp üretim durdurularak virüse karşı mücadele edilmiyor. Ne yapılıyor; sadece topluma dışarı çıkmasın, kimse eylem yapmasın, bir araya gelmesin deniliyor. Kendi işlerine geldiği için bunları söylüyorlar, ama diğer taraftan da işçiler çalıştırılsın, diyorlar. Kapitalizmin Koronavirüs gündeminin hakim olduğu bu dönemde ekonomik olarak daha az zararlı çıkma, hatta uzun vadede ekonomisini rahatlatacak biçimde yaşlı nüfustan kurtulma politikası izleniyor. Yaşlılar toplumun hafızasıdır, birikimidir, bilgesidir Bu virüs nasıl ortaya çıkmış olursa olsun, bu virüsün yaygınlığı ortamında yaşlılardan kurtulma hesabı yaptıkları görülüyor. Kim daha fazla yaşlılardan kurtulursa o kapitalist güç daha fazla avantajlı duruma gelecektir. En azından sonuç böyle olacaktır. Bu nedenle ABD'de ölümlerin çok fazla olması konusunu tartışanlar da var. ABD'de niye fazla ölüm var, ABD yaşlıların ölümüne göz mü yumuyor, diye sorgulayanlar var. Tabii bunun ne kadar gerçek olduğunu bilmiyoruz ama şu açıktır ki, bu virüs en fazla yaşlıları vuruyor. Kapitalistler, yaşlıları vurduğu için virüsü yaşlılardan kurtulma biçiminde bir yöntem ele alıyorlar. Bundan dolayı da bu virüs ortamından nasıl kazançlı çıkarız, yaklaşımıyla yaşlıların sağlığı konusunda gerekli tedbirleri almıyorlar. Kapitalistler için yaşlılar ölebilir, önemli olan yaşlıların ölmesi değil, kapitalizmin çarklarının dönmesidir, kapitalist üretimin sürmesidir. Hatta yaşlıların ölerek kapitalizmin bu yükten kurtulmasıdır. Kapitalistlerin tutumlarıyla ve politikalarıyla böyle yaklaştıkları görülüyor. Bu da çok insanlık dışı bir durumdur. Yaşlılar toplumun hafızasıdır, birikimidir, bilgesidir. Toplumları yaratanlar onlardır. Toplumu gençler mi yarattı? Eğer bunların birikimi, emekleri olmasaydı bugün toplumlar olur muydu? Toplumlar var olan bütün değerleri kimlerden miras aldılar; yaşlılardan miras aldılar. Onların emeğinin üzerine kondular. Onların düşünce birikimlerinin üzerine kondular. Sonuna kadar da onların düşünce birikiminden, tecrübelerinden yararlanarak sistemler kendini ayakta tutuyor. Şimdi böyle bir toplumsal kesimi gereksiz ve yükmüş gibi görmek gerçekten utanç vericidir, ahlaksızcadır. Kapitalizm böyle yaklaşır mı; yaklaşır. Kapitalizmde toplumsallık yoktur. Yaşlıya değer vermek toplumsallığa değer vermektir. Toplum düşmanlığını ve bireyciliği kışkırtan bir sistem yaşlıya değer verir mi; asla vermez. Ancak toplumsallığa değer verenler, maddiyata değil maneviyata değer verenler, ahlaka ve vicdana değer verenler yaşlıları önemser. Bu nedenle yaşlıların uygarlığı manevi uygarlıktır. Yaşlılara değer veren uygarlık manevi uygarlıktır. Maddi uygarlık değer vermez. Koronavirüs zamanında yaşlıların ölümüne dikkat etmeme ve çok önemsememe zihniyeti maddi uygarlık zihniyetidir. Bu bakımdan da kapitalizmin bir de bu yönüyle değerlendirilmesi gerekiyor. Yaşlılara bakış insanlığa, geçmişimize, hatta geleceğimize bakıştır. Kendine ve topluma değer vermektir. İnsanlığa değer vermektir. İnsan kültürel bir varlıktır, sadece biyolojik değildir. Binlerce yıllık tarihe dayanan bir varlıktır. Bunları da bugünkü yaşlılar bir şeyler katarak bugünlere aktardı. Bu yaşamı da şu anda Koronavirüsten yaşamını yitirenler yarattı. Bunu görmeden yaşlıları yük olarak görmek büyük ahlaksızlıktır. Bu ahlaksızlığın zirvesini de Türk devletinde görüyoruz. Türk devleti yaşlılar ölüyor, virüs esas yaşlıları vuruyor, diyerek Koronavirüsü önemsizleştirdi. Esas yaşlılar ölüyor, demek Koronavirüsü önemsizleştirmektir. Hatta bu yaklaşım yaşlıdırlar, zayıftır, güçsüzdür, direnci kalmamıştır, ölüyor, ölebilir; ne yapalım, demektir. Bu anlayış Koronavirüsü sorgular mı, Koronavirüse karşı güçlü mücadele eder mi, Koronavirüsü ortaya çıkaran kapitalizme karşı bir duruş ortaya çıkarabilir mi; tabii ki çıkaramaz. Bu açıdan Koronavirüse karşı mücadele gerçekten önemlidir. Kuşkusuz Koronavirüsün siyasal sonuçlarının ne olacağı da tartışılmaktadır. Kapitalizm krizli bir sistemdir Kapitalist sistem bu salgınla sarsıldı. Şunu belirtmek gerekir ki, kapitalist sistemin eski biçimde kendisini sürdüremeyeceği açıktır. Bu Koronavirüs salgınının mutlaka siyasal, toplumsal ve ekonomik sonuçları olacaktır. Siyasal olarak kendini var etmek için kapitalist sistem neler yapar, bunların üzerinde durmak gerekiyor. Kapitalist sistem bu salgının yarattığı sarsıntıyı gidermek, kapitalist üretim biçimi ve yaşam biçimi üzerindeki kuşkuları dağıtmak, yeniden iktidarcı, devletçi ve sömürücü sistemini sürdürmek isteyecektir. Koronavirüs salgınının yarattığı siyasal sarsıntıyı gidermeye çalışacaktır. Bu konuda iki yönlü eğilim ortaya çıkabilir. Birincisi, kapitalizm daha otoriter sistemlere yönelebilir. Zaten Koronavirüsten önce on yıldan fazladır çok ciddi ekonomik bir krize girmişti. Bunun yarattığı toplumsal sorunlar çıkmıştı. Her ne kadar 2008 krizinin atlatıldığı söylense de kapitalizmin krizi artık süreklidir; krizli bir sistemdir. Başka türlü olması da mümkün değildir. Çünkü sürekli toplumu ve doğayı dağıtması gerekiyor. Rekabet için her türlü yol ve yönteme başvurması gerekiyor. Ancak toplumların da uyanışı var, bilinçlenmesi var. Medya ve çeşitli yollarla toplum uyuşturulmak istense de kapitalizmin krizinin yarattığı toplumsal sorunlar karşısında huzursuz olan bir toplum gerçekliği de var. Kapitalizm hem kendi krizini atlatmak, çözmek hem de toplumdaki muhalif kesimi etkisizleştirmek ve sınırlamak açısından son dönemlerde totaliter eğilimlere yönelmiştir. Kapitalizmin krizi sağ partiler tarafından keskin ve köklü tedbirlerle giderilmek istenmektedir. Köklü ve keskin tedbirler denilince de akla halkları daha fazla sömüren, halklar üzerinde baskı kuran, emekçilerin yaşamını zorlaştıran, ama kapitalizmin ise rahatlamasını sağlayan tedbirlerdir. Son yıllarda kapitalizmin ekonomik kriziyle birlikte dünyanın birçok yerinde sağ partilerin iktidara geldiği görülüyor. Sağ partilerin bu kadar iktidara gelmesinin nedeni kapitalizmin yaşadığı ekonomik kriz ve bunun toplumsal sonuçlarıdır. Öte yandan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, 19. yüzyıldaki savaşlar gibi kapitalist ülkeler cepheden belli ittifaklar kurarak birbirlerine karşı savaşa girmeleri söz konusu olmasa bile aynı sistem içinde, kapitalist sistem içinde olan güçlerin birbirlerine karşı mücadeleleri yoğunlaşmaktadır. Her kapitalist ülke kendi ekonomik sistemlerini daha güçlü hale getirme uğraşı içindedir. Bunun sonucu kapitalist sistem içinde halka sunulan imkanların kısıtlanıp şirketleri güçlendiren, ülkelerin imkanlarını şirketlerin, kapitalizmin hizmetine sokan bir politika uygulamaktadırlar. İşte hem krizin yarattığı ağır ekonomik toplumsal sorunları gidermek hem de kendi burjuvalarını, tekellerini güçlendirmek için sağ partilerin iktidara gelmesi söz konusudur. Koronavirüsten önce de bu gerçek böyleydi. Kapitalist sistem, iktidarcı, devletçi sistemler otoriter ve baskıcı sistemlere en fazla da sorun ve kriz yaşadıkları dönemlerde başvururlar. Ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşamın az sorunlu olduğu, kriz yaşamadığı dönemlerde daha yumuşak yöntemlere başvuran; baskıya ve sömürüye yoğun biçimde gerek duymayan iktidarlarla sistemlerini yürütürler. Ama zorlandıklarında da daha otoriter sistemlere başvururlar. Son yıllarda sağ partilerin iktidara gelmesini bu çerçevede ele almak gerekiyor. Koronavirüs salgını zamanında sağlık tedbirleri altında muhalif eğilimler törpülenmektedir Sosyal demokrat partilerin, çeşitli liberal partilerin daha yumuşak yöntemlere başvuran iktidarların sorunları çözememesi, kapitalizmin krizini aştıramaması sonucu sağ partiler sorunları biz çözeriz, krizi biz atlatırız iddiasıyla iktidara gelmişlerdir. Şimdi kapitalizmin yaşadığı kriz ve sağ partilerin iktidara geldiği bir süreçte Koronavirüsün ortaya çıkması kapitalist sistemdeki ekonomik, toplumsal sorunları daha da ağırlaştırmıştır, daha da ağırlaştıracaktır. Bu yönüyle kapitalist iktidarlar, sağ iktidarlar Koronavirüs zamanını fırsat bilerek daha otoriter, baskıcı ve sömürücü yol ve yöntemlere başvurmak isteyeceklerdir. Nitekim Koronavirüs salgını döneminde halkın sağlığı için alınan tedbirleri, kısıtlamaları giderek kalıcılaştırmak istedikleri anlaşılmaktadır. İlk başlarda halk da bu kısıtlamalara salgından kurtulmak için onay veren, anlayışla karşılayan bir yaklaşım içinde olmuştur. Şimdi bu Koronavirüs salgını gerekçesiyle toplumun örgütlenmesi, mücadelesi, yürüttüğü muhalefet konusunda getirilen kısıtlamalar kalıcılaştırılmak isteniyor. Daha şimdiden bütün iktidarların böyle bir eğilim içerisinde olduğu görülüyor. Böyle bir eğilim temelinde krizlere çözüm aramak istedikleri anlaşılıyor. Zaten sağ partiler iktidardaydı. Bu sağ partiler Koronavirüs salgını gerekçesiyle ortaya çıkan tedbirleri kalıcılaştırarak kendi iktidarlarını sürdürürken, çeşitli iktidarlar da baskılarına ve sömürülerine Koronavirüs salgını ortamını gerekçe yapıp bu tutumlarına toplumsal rıza almaya, böylelikle otoriter sistemlerini Koronavirüs salgını zamanında meşrulaştırmaya yönelmek istemektedirler. Kapitalist modernist güçler şunu da görüyor; bu Koronavirüs salgını zamanında emekçiler, işçiler, toplumlar kapitalizmi daha fazla sorgulayacaktır. Hatta şimdiden böyle bir sorgulama süreci başlamıştır. İşte bu sorgulamanın kapitalizme karşı örgütlü bir mücadeleye dönüşmesinin önüne geçmek için, kapitalizme yönelik gelişen rahatsızlıkların, eleştirilerin ve örgütlenme eğilimlerinin önünü almak istiyorlar. Koronavirüs salgını koşullarından böyle yararlanmayı sistemin krizini atlatmak için gerekli görüyorlar. Öyle ki bazı ülkelerde sağ iktidarlar Koronavirüs salgını zamanında toplum içindeki etkilerini artırmışlardır. Toplum kendi sağlığını önemli gördüğü için, her şeyin başı sağlık olduğu için, sağlık konusunda topluluklar, insanlar hassas olduğu için sağ iktidarlar ancak kendi yol ve yöntemleriyle Koronavirüsle mücadele edilebileceğini, sonuç alınabileceğini söyleyerek iktidarlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yönüyle otoriter sistemlerine ve anlayışlarına halkın sessiz kalmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Toplumların yaşadığı böylesi zor zamanlarda buna da çok fazla itiraz gelmemektedir. Zaten sağ iktidarlar çok fazla itiraz gelmeyeceğini düşünerek kendilerinin kısıtlamacı, baskıcı ve sömürücü yöntemlerini normalleştiriyorlar, meşrulaştırıyorlar. Böyle bir tehlike ortada bulunmaktadır. Öte yandan zaten sokağa çıkma yasakları var ya da insanların arasına mesafe koyma yaklaşımları var sağlıktan dolayı. Yine sağlıktan dolayı toplu meydanlara çıkmama, toplu eylemler yapmama gibi bir durum ortaya çıktı. Böyle bir algı yaratıldı. İlk başta virüse karşı mücadele için gerekli olan tedbir giderek normalleştirildi ve böylelikle de toplumların mücadelesini önleyen, bu iktidarların uygulamalarına ses çıkarmayan bir siyasal ve sosyal ortam yarattılar. Bu ortamda da toplumun rahatsızlıklarını bir tarafa iten bir psikolojik ortam yaratıyorlar. Rahatsızlıkların bir tarafa itildiği, toplumun Koronavirüs salgınından dolayı bazı zorluklara katlanma eğiliminin olduğu yerlerde tabii ki iktidarcı, devletçi kapitalist sisteme muhalefet azalır. Bu da aslında sağ iktidarların daha rahat sürdürülmesini sağlar. Şimdi Koronavirüs salgını zamanında sağlık tedbirleri temelinde muhalif eğilimler törpülenmektedir. Bu da sağ iktidarların ömrünü uzatmasına ya da yeni sağ iktidarların gelmesine zemin sunmaktadır. Kapitalizm salgın ortamında toplumu tümüyle kontrol eden bir sistem yaratmaya çalışıyor Diğer taraftan kapitalizm zamanında medya, iletişim imkanları ve internet kullanılarak toplumlar yönlendirilmeye ve yönetilmeye çalışılmaktadır. Medya ve iletişim araçlarıyla algı yönetimi yürütülmektedir. İktidarcı, devletçi sistemler kendi iktidarlarını yürütmek için algı yaratmaktadırlar. Bu yönüyle kapitalist güçlerin son birkaç on yılda medyanın ortaya çıkan imkanlarını bu yönlü kullandığını biliyoruz. Artık medya gerçekten uyutma aracı olmuştur, bir afyona dönüşmüştür. Medya yoluyla, radyo, televizyon, gazete, sanal dünya denen araçlarla toplumun algıları kapitalizmin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmekte ve böylelikle kolay yönetilen bir toplumsal gerçeklik yaratılmaktadır. Şimdi Koronavirüs salgınıyla birlikte buna yeni araçlar eklenmek isteniyor. Toplumun tümüyle kontrol edildiği bir sistem yaratmaya çalışıyorlar. Zaten şimdiden belli düzeyde yarattıkları bu kontrolü akıllı telefonlar yoluyla insanların her saatini, hatta her saniyesini kontrol edecekler. Ne düşündüklerini, ne yediklerini, ne yapmak istediklerini takip eden bir sistem oluşturma eğilimi ortaya çıkmaktadır. Hastaların ateşini ölçmek, bu yönüyle bu tür virüsleri zamanında tespit etmek, onların nerede, ne zaman ve nasıl yoğunlaştığını ortaya çıkarmak için bu yola başvurduklarını söyleseler de esas amacın kapitalist sistemin iletişim ve bilişim teknik devrimiyle yaratılan imkanları, yine toplumların refahı, özgürlükleri ve demokratik yaşamı için değil de kendi iktidarlarını, sömürü dünyalarını ayakta tutmak için kullanmak istedikleri görülmektedir. Güney Kore bu yolla hastaları tespit etmiş, böylelikle virüse karşı daha etkili sonuç almış, gerekçesi ileri sürülerek bütün toplumun akıllı telefonlarla, iletişim ve bilişim tekniğiyle kontrol edilmek isteniyor. Bunu topluma benimsetme çabaları var. Bir nevi toplumun rızasıyla böyle bir kontrol sisteminin devletin eline verilmek isteniyor. Nitekim İtalya’da tartışıyorlar, gönüllü olsun, diyorlar. Gönüllü olsun derken de herkes için değil, toplumun yüzde 60’ı eğer evet derse bu sisteme geçilecek. Artık bireylerin evet ve hayır demesi ne kadar etkili olur, orası da kuşkuludur. Bireylerin evet demesi gerektiği söylenmektedir. Artık bu sistem meşrulaştığı, normalleştiği ve yasalaştığı takdirde bireylerin iradesinden bağımsız kontrol edilmeleri imkan dahline girecektir. Tekniğin bu yolla kullanılması da egemen sınıfın toplumu kontrol etme aracı haline gelmesidir. Nasıl ki polisi, yargısı, hapishanesi toplumu yönlendiriyorsa, toplumu kendi çıkarları doğrultusunda kontrol ediyorsa, baskı kuruyorsa, yine medya yoluyla algılar yaratıp egemenliğini sürdürüyorsa, bilişim ve iletişim tekniğine dayanarak akıllı telefonla yapılacak kontrol sistemi de polisin, jandarmanın yeni biçimidir. İletişim ve bilişim çağının polis ve jandarmalığı böyle yapılmaktadır, böyle yapılacaktır. Bu yönüyle bunlara karşı çıkmak da önemlidir. Bu konuda toplumların bilinçlendirilmesi, sağlık gerekçe gösterilerek ya da toplumun ihtiyacı olan başka etkenler gösterilerek toplumun bütün yaşamının kontrol edilmesi, devletin insafına bırakılması kabul edilmemelidir. Bu devletin, egemen sınıfların, baskıcı sömürücü sınıfların devleti olduğunu ve bu aracın bu doğrultuda kullanılacağını bilmek gerekiyor. Nasıl ki şimdiye kadar iletişim ve bilişim teknikleri sömürüleri ve baskıları için kullanılmışsa şimdi bu iletişim ve bilişim tekniği de kesinlikle baskı ve sömürü için kullanılacaktır. Kuşkusuz bu iletişim ve bilişim teknikleri halkların çıkarı için de sağlığı için de halkların özgürlüğü ve demokratik yaşamı için de, toplumların ve bireylerin irade ve güç kazanması için de, toplumsal değerlerin güçlenmesi için de, komünal ekonominin güçlendirilmesi için de kullanılabilir. Bu da mümkündür. Demokratik yaşam için, demokrasiyi güçlendirmek için kullanılabilir. Bu ayrı bir konudur. Ama kapitalistler böyle yaklaşmıyor ve böyle kullanmıyorlar. Bu bakımdan onların tekniği kendi iktidarları ve sömürüleri için kullanmalarına nasıl ki baskılara, zulme ve faşizme karşı çıkılıyor ve mücadele ediliyorsa; buna karşı da mücadele edilmesi gerekiyor. Bunun da bir baskı ve zor yöntemi olduğu ortaya konulmalıdır. Jandarmanın, polisin, çeşitli baskı sömürü araçlarının yerine şimdi bunlar ikame edilmektedir. Bu açıdan bunlara karşı tabii ki toplumun bilinçlenmesi, kendi yaşamının her anını kontrol eden böyle bir sisteme izin verilmemesi gerekiyor. Çünkü bu kontrolü baskılarını kalıcılaştırmak, derinleştirmek, baskılara karşı çıkılmasını engellemek için kullanacaklardır. Teknik araçlar öyle sanıldığı gibi nötr değildir. Kullanılış tarzına göre farklı kesimlere hizmet ettirilmektedir. İletişim ve bilişim tekniğinin kullanma biçimi doğru analiz edilmeli ve anlaşılmalıdır Teknik araçların nasıl kullanıldığına bakılarak kime hizmet ettiğinin ortaya konulması gerekiyor. Bu yönüyle sanal dünyadan bahsediyorlar. Sanal dünyanın mevcut haliyle öyle toplumlara hizmet ettiği söylenemez. Esas kapitalizme, sömürü sistemine hizmet etmektedir. Onların toplumu kolay yönetmesini sağlamaktadır. Böyle bir toplum ve birey gerçeğini ortaya çıkmasını sağlayan biçimde dizayn edilmiştir ve kullanılmaktadır. Kuşkusuz bazı faşist güçlerin sanal dünyada twitteri yasaklaması, bunlara müdahale etmesi biçiminde bir eğilim de var. Evet, faşist iktidarların hiçbir şeye, tek bir söze bile tahammülleri yoktur. Bu yönüyle sanal dünyada tweet atanlara, düşüncelerini ortaya koyanlara yönelme vardır. Bu, iletişim ve bilişim tekniğinin toplumların çıkarına kullanıldığı anlamına gelmiyor. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde esas olarak egemenlerin çıkarına kullanıldığı açıktır. Kısmen halklar, topluluklar kullansa da onların kullanımının çok fazla bir sonucu, etkisi yoktur. Ağırlıklı olarak egemenlere hizmet eden bir sistemde sınırlı biçimde toplumun da kullanması gibi bir durum çok şey değiştirmemektedir. Hatta bu tür sistemleri meşrulaştıran ve normalleştiren, ve toplumları bu tür sistemlerin kullanma biçiminin içine sokan ve onun parçası haline getiren bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle iletişim ve bilişim tekniğinin kullanma biçimi gerçekten doğru analiz edilmeli ve anlaşılmalı. Diğer türlüsü yanılgılar ortaya çıkarıyor. Bazıları sanal dünya emekçiler için de sömürülenler için de kullanılabilir, diyor. Evet, kullanılmalıdır. Çünkü yok sayamayız. Bu bakımdan zararlarını ne kadar aza indirirsek ya da halkların lehine ne kadar kullanabilirsek kullanmak gerekmektedir. Ama ne kadar kullanılırsa kullanılsın esas olarak sömürücü egemenlere hizmet ettiğinin bilinmesi gerekiyor. Ama yine de belli düzeyde mücadeleye katkı sunmak için böyle bir imkan kullanılabilir. Ama bu kullanılma, bu yolla belli şeylere itiraz etme imkanının olması, bu algılara karşı mücadeleye sınırlı belirli imkan tanıması bir bütün olarak iletişim ve bilişim tekniğinin yöntemlerinin ve araçlarının sömürücü egemen sınıflara hizmet ettiği gerçeğini değiştirmez. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Bunun mutlaka irdelenmesi, bilim insanları tarafından ortaya konulması gerekiyor. Baskıcı ve sömürücü sistem bu iletişim ve bilişim tekniğini nasıl kullanıyor, bunun teşhir edilmesi gerekiyor. Halkların lehine kullanılması için nasıl ele alınması gerektiğinin de ortaya konulması gerekiyor. Bunlar araştırılması, derinleştirilmesi ve tartışılması gereken konulardır. İnsanlığın gündemine yeni girmiştir. Ama hala kapsamlı tartışma ve değerlendirme konusunda yetersizlikler var. Bu yönüyle ezilenlerin, demokratların ve sosyalist güçlerin de bilişim ve iletişim konusunda çok kapsamlı araştırmalar, değerlendirmeler ve incelemeler yapması; bunların yarattığı olumsuz etkilere karşı mücadele nasıl geliştirilir, nasıl karşı konulabilir konularının çok ayrıntılı ve güçlü ortaya konulması gerekiyor. Bunlara karşı mücadele yöntemleri ne olacak? Herkes kullanıyor, biz de kullanıyoruz, biçiminde ele alınamaz. Bu çok dar ve esasını görmeyen bir yaklaşım olur. Ama artık böyle bir tartışma belli düzeyde başlamıştır. Zamanla bu tür iletişim ve bilişim tekniğinin egemenler tarafından kullanıldığı, toplumun kontrol edilmesi ve dağıtılması konusunda nasıl kullanıldığı, kapitalizmin hizmetine nasıl sokulduğu ortaya konulacaktır. Büyümeyen, tüketimi sağlatamayan kapitalizm ölür Bu salgın kapitalist sistemin ekonomik krizini daha da derinleştirmiştir, bu kesindir. Çünkü, kapitalizmin bugünkü aşaması tüketim toplumu aşamasıdır. Sürekli tüketilmezse, insanlar tüketim aktörleri olmazsa, tüketime yönelen bir durumda olmazsa kapitalizm yaşayamaz. Kapitalizmin yaşam kanunu tüketim; daha fazla tüketimdir, büyüme; daha fazla büyümedir. Büyümeyen, tüketimi sağlatamayan kapitalizm ölür. Şimdi sokağa çıkma yasakları var, sosyal mesafe var, tüm bunlar tüketim ihtiyacını azaltmıştır. Dünyada en fazla tüketilen petroldür. Çünkü petrol başka tüketim maddelerinin üretilmesini sağlamak için kullanılmaktadır. Petrolle tüketim malları üretilmektedir, onları da insanlar tüketmektedir. Petrol fiyatlarının ve üretimin düşmesi tüketimin düşmesi anlamına da gelmektedir. Sokağa çıkma yasağı var, arabalar çalışmıyor, bu nedenle petrol az tüketiliyor, denilemez. Genel olarak, insanlar enerji kullanmıyorlar, birçok işyerleri zaten kapanıyor. Böyle olunca da kapitalizmin büyümesi de duruyor, krizi de derinleşiyor. Resesyon diyorlar. Artık ülkelerdeki ekonomik büyümeden değil de küçülmesinden, daralmasından söz ediliyor. İlk dönemde biraz devletler toplumların sağlığını düşünür gibi oldular. Sokağa çıkma yasağı koydu, fabrikaları durdurdu, milyarlarca doları sokağa çıkmayan, evinde oturan, üretim yapmayan insanlara ve işletmelere verdi, böyle bir bütçe ve fon ayırdı. Ama dikkat edilirse zaman içinde insanların, toplumların sağlığını düşünen yaklaşım bırakıldı. O, ilk dönem toplumlarda gelişen insanların sağlığı konusunda önem ve hassasiyet sonucu kapitalist güçler esas olarak bu virüsü nasıl önleriz, biçiminde yoğunlaştılar. Bütün imkanları buna seferber ettiler. Ama sonradan baktılar ki böyle olmuyor, bu kapitalizmi çökertecek. Bu bakımdan da çarkların yeniden dönmesi, sömürü sisteminin yeniden yürümesi gerekmektedir. Aslında ABD'nin, İngiltere’nin savunduğu ‘Sürü bağışıklığı’ politikası giderek bütün devletlerin uygulaması haline geleceği anlaşılmaktadır. Zaten Türk devleti başından beri 'Sürü bağışıklığı' politikası izlemiştir. Aslında 'Sürü bağışıklığı' politikasını başından itibaren tam izleyen Türk devleti olmuştur. Türk devleti için diğer ülkeler gibi az da olsa insanı düşünme olmamıştır. Onlar açısından tamamen ekonomiyi düşünme olmuştur. Kapitalist güçler de insan sağlığıyla çok ilgili olmadığı için ilk başta insan, toplum sağlığı için uyguladıkları politikaları giderek bırakmaktadırlar. Onların da artık düşündükleri sömürü ve baskı sistemidir. Ve yavaş yavaş açıklamaya da başladılar; kimi 15 gün, kimi 30 gün sonra normale dönecek. Yavaş yavaş topluma bir nevi bu hastalıkla yan yana yaşama durumunu kabul ettirecekler. Zaten yaşlılar ölüyor, diyecekler. Salgının var olmasını da herhangi bir grip gibi ele alacaklar. Şu anda kapitalist sistemin bu salgın sırasında ortaya çıkan ekonomik kriz ve sorunları artık sağlık önceliğini bir tarafa bırakıp sömürü, baskı ve kapitalizmin yeniden büyümesi çerçevesinde ele alacaklar. İlk başlardaki tedbirleri bırakıp kapitalist sistemin çarklarının tümden döndüğü bir duruma dönecekler. Sistem krizi yoksul ülkelerin daha fazla kapitalist sisteme bağlandığı bir sonuç ortaya çıkaracaktır Aslında kapitalizmin ekonomik krizinin şöyle bir karakteri var; bütün ekonomik krizlerde özellikle de küçük işletmeler, esnaf çökmektedir, güçlü olanlar ise ayakta kalmaktadır. Bu aslında her krizin tekelleşmeyi daha da artırdığı, tekelleşmeyi daha da yoğunlaştırdığı görülmektedir. Bu kriz de tamamen diğer küçük işletmelerin bir tarafa bırakıldığı, gelişmekte olan ülkelerin çökerek tekellerin ve kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerin ekonomik avantaj elde ettiği bir sonuç doğuracaktır. Kapitalist ülkelerin ekonomisinin ayakta kaldığı, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin daha fazla kapitalist sisteme bağlandığı bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Nitekim daha şimdiden bunların ortaya çıktığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler de sağlık örgütleri de gelişmekte olan ve yoksul ülkeler çöküyor, bunlara yardım etmek gerekmektedir, diyorlar. Belki belli yardım fonları ortaya çıkacak ama bu salgından büyük devletlerin, ülkelerin kazançlı çıkıp yoksul ülkelerin daha da yoksullaştığı gerçeğini, dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun ekonomisinin daha fazla gelişmiş ülkelere bağımlı hale gelme gerçeğini değiştirmeyecektir. Bu Koronavirüs salgınının ortaya çıkardığı kapitalizmin krizinden kapitalist ülkeler böyle yararlanmaya çalışacaktır. Bu, bencil, sürekli büyümek, rekabette güçlü olmak ve sömürmek isteyen kapitalizmin amacıdır. Ama bu tekeller büyürken, belirli ülkelerin ekonomisini güçlendirirken toplumsal ve siyasal sorunları daha da ağırlaştıracaktır. Gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde halklar daha fazla yoksullukla, sömürüyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu toplumsal sorunları ağırlaştırmaktadır. Ama bundan kaçınılamaz. Kapitalizmin doğası böyledir. Kapitalizm aslında doğası gereği sürekli büyüyerek, tekelleşerek kendisinin de sonunu getirecek sosyal, toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunları ortaya çıkarmaktadır. Ama tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarıyor diye kapitalizm bundan kaçınmaz. Belirli ekonomik paketlerle, yardımlarla, şunlarla bunlarla bu sorunları hafifletmek istese de esas karakterini değiştirmediğinden zengin daha fazla zengin olacak, kapitalist ülkelerle diğer yoksul ülkeler arasındaki uçurum daha da artıracaktır. Şöyle bir gerçek var tabii; kapitalizmin doğayı sömürmesi, iletişim bilişim tekniği sömürü imkanlarını artırmıştır. Öyle ki artık insanları sürekli çalıştırmaktadır, makine gibi sürekli üretim başında sömürülen insanlar yaratmaktadır. Böylelikle kendisi ekonomisini büyütürken işçilere, emekçilere de bazı imkanlar tanımaktadır. Yüz yıl önceki, iki yüz yıl önceki insanların ekmek bulamadığı, barınma, giyim ve kuşanma zor erişebildiği bir durum yok. Aksine insanlar tüketim maddelerine eriştirilmek isteniyor. Tüketim maddelerine erişmek için çalıştırılacak ve tüketim maddelerine erişimi sağlanacaktır. Çalışmanın diyalektiği de böyle kurulmuş. Hepsi çalışacak, sürekli çalışacak, tüketim maddelerine erişecek, tüketim maddelerine erişmek için çalışırken de toplumlar sömürülecektir. Daha fazla sömürülerek zenginler daha fazla zengin olacaktır. Şimdiki kapitalizmin işleyiş çarkı böyledir. Kapitalizm, kapitalist modernite, emperyalist güçler bu salgını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışacaktır. Bunu kısmen belirttik. Önemli olan halkların, emekçilerin, işçilerin durumudur. Buna karşı toplumların, halkların kapitalist moderniteye karşı kendi demokratik sistemlerini kurma zemini de güçlenmiştir. Kapitalizmin krizi derinleşmiştir ve krizlerini çözmesi artık mümkün değildir. Sürekli sömürü, sürekli büyüme, sürekli tüketme nereye kadar gidecektir? Bu, toplumu, doğayı, her türlü değeri tüketiyor. Artık toplum da doğa da dibe vurmuş durumdadır. Bu, aynı zamanda kapitalizmin gereksizliğinin de derinleşmesi, kapsamlılaşması ve bütün toplum tarafından anlaşılması durumlarını yaratmaktadır. Bu salgınla birlikte sorgulama artacaktır. Kapitalizme karşı mücadele bir varlık yokluk sorunu haline gelmiştir Devletçi sistem sokağa çıkma yasağını kullanarak toplumun örgütlenmesini dağıtmayı meşrulaştıracak ve eylemsizliğini yaratmaya çalışacak. Teknik biçimde kontrol etme vb. yöntemleri kullanmak isteyecektir. Bunu meşrulaştırmaya, bunun siyasal ve toplumsal sisteminin hukukunu da yaratmaya çalışacaktır, bu anlaşılır. Ama buna karşı toplumun da tutumunun olması gerekiyor. Kapitalizmin, Koronavirüs salgınını kullanarak daha otoriter sistem oluşturmasına karşı örgütlenmesini ve mücadelesini geliştirmesi gerekiyor. Şimdi kapitalist sistem çarkların dönmesi için fabrikalarını, iş yerlerini açacak, yani toplumun yaşamını kapitalist sistemin var olmasını sağlayan eski haline döndürecek. Tüketim toplumuna yeniden dönülecek. Bu durum karşısında emekçiler ve halklar da kesinlikle toplumu örgütsüz, eylemsiz kılan durumdan çıkarmaları gerekiyor. Daha şimdiden kapitalist sistem kendi çıkarına olan düzene geçerken toplumların virüs var diye kendilerini eve kapatması ve eylemsiz kalmaları doğru değildir. İlk başlarda küçük topluluklarla eylemler yapabilirler. Giderek eylemlerini eskisi gibi büyük topluluklara, yüzbinlerin, milyonların topluluklarına dönüştürebilirler. Çünkü kaderlerini iktidarcı devletçi güçlere, kapitalizme bırakamazlar. Bu kapitalist sistem devam ederse toplumsal olarak da manevi olarak ve sonunda fiziki olarak da ölümle karşı karşıya gelinecektir. Dolayısıyla kapitalizme karşı mücadele bir varlık yokluk sorunu haline gelmiştir. Sadece sömürüye, baskıya karşı çıkma sorunu olmaktan çıkmıştır. Evet baskıya ve sömürüye karşı çıkmak, demokratik bir sistem kurmak önemlidir. Zaten insanlık ancak böyle kurtulabilir. Kapitalizm toplumu bitirmenin yanında, baskı ve zulmün yanında insanlığı tümden bitirecek sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bu bakımdan artık kapitalizme karşı mücadele kapitalizmi yumuşatma, emekçilerin şu bu hakkını elde etme mücadelesinden öte tamamen bu kapitalizmi aşacak bir demokratik ve toplumcu sistem ve özgürlük mücadelesinin verilmesi gerekiyor. Bu yönüyle öyle sosyal demokratların, liberallerin, çeşitli reformist kesimlerin mücadelesiyle bu sistem aşılamaz. Kaldı ki artık kapitalist sistem de krizini baskı, zor ve daha fazla kısıtlamayla aşmaya çalışıyor. Sosyal demokratlar, liberaller bazı reformlarla sistemi yumuşatıp kabul edilebilir hale getirmek isteseler de kapitalizmin doğasının getirdiği sonuçlar nedeniyle krizi yumuşatmaları ve kabul edilebilir hale getirmeleri mümkün değildir. Bu durum karşısında kesinlikle toplumlar, emekçiler, ezilenler kapitalizmi aşmayı tamamen gündemlerine almalılar. Sağlık sisteminin zenginlere hizmet ettiği görüldü. Toplumların sağlığını düşünme yok, sömürülerini düşünme var. Toplumların kültürel, sosyal yaşamını düşünme yok, sömürüyü düşünme var. Nitekim salgınla birlikte bu devletlerin toplumları düşünmediği net görülmüştür. Bu salgın, bilim ve tekniğin bu kadar geliştiği, tıpta büyük gelişmelerin olduğu söylendiği, neredeyse dünyanın sonu geldi; artık her şey güllük gülistanlık, denildiği bir dönemde insanları tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar toplumsal ve siyasal krizle, yaşam kriziyle karşı karşıya getirmiştir. Küreselleşen ve tüm insanlığı ağır sorunlarla karşı karşıya getiren bu kapitalizme karşı küresel düzeyde ezilenlerin, emekçilerin mücadelesini yaratmak şarttır. Tüketim toplumu, küresel kapitalizm bunları ortaya çıkardı, diyerek neoliberalizm, küreselleşeme çöktü, diyerek içe dönmek, ulus devlet anlayışının siyasal, toplumsal, ekonomik sistemini savunmak doğru bir yaklaşım değildir. Bu kapitalizme karşı bir mücadele değildir. Ulus devlet kapitalizmin en has temsilcisidir. Bu yönüyle kapitalizme karşı mücadele ulus devlet anlayışıyla olmaz ya da ulus devlete dönülemez. Bugün kapitalizme karşı bütün halkların dayanışmasının yükseltilmesi zamanıdır. Bu bakımdan devlet sınırlarının yükselmesini değil, bu sınırların daha da belirsizleşmesini, halkların dayanışmasının, işbirliğinin daha da güçleneceği bir siyasal, ekonomik sistemi, dünya sistemini savunmak gerekiyor. Reel sosyalizmdeki gibi duvarlar örerek toplumların kurtarılamadığı, toplumculuğun gerçekleştirilemediği görüldü. Kapitalizmin yarattığı bütün sorunlar demokratik komünal yaşamla çözülebilir Bu yönüyle Demokratik Halklar Konfederalizmi hedeflenmelidir. Tek tek ülkelerde de devlet dışı konfederalizmi yaratmak hedeflenmelidir. Bu gerçek demokratik sistemdir, demokratik sosyalist ve özgürlükçü sistemdir. Tek tek ülkelerde böyle bir alternatifin ortaya çıkarılarak bütün dünya halklarının Demokratik Halklar Konfederalizmi etrafında birleştirilmesi gerekiyor. Ekonominin, toplumsal yaşamın birbirini tamamlayacağı bir yeni özgürlükçü dünya düzenine ulaşmak önemlidir. Kapitalizm küreselleşme ve neoliberalizm temelinde kendi çıkarına yeni bir dünya düzeni kurmak için imkanlarını seferber ediyorsa, buna karşı demokratik toplumcuların ve sosyalistlerin de alternatif yeni dünya düzenini ortaya koyması ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu söylemeleri gerekiyor. Başka bir dünya mümkündür. ‘Mümkün müdür’ sorusu artık anlamsızdır. Kapitalizme karşı ancak komünal ekonomiyle ayakta kalınabilir. Kapitalizmin yarattığı bütün sorunlar demokratik komünal yaşamla çözülebilir. Artık bireyciliğin geriletilmesi; toplumculuğun güçlendirilmesi gerekiyor. Maddiyatçılığın geriletilip maneviyatın, yani kültürel değerlerin güçlendirilmesi gerekiyor. Dünyaya böyle bir bakış hakim kılınmalıdır. Yaşama bakışın değiştirilmesi gerekiyor. Neoliberalizmle başlatılan tüketim, refah, konformizm toplumu ve bireyciliğe karşı büyük bir mücadele olmazsa olmaz hale gelmiştir. Konformizm toplumların, insanlığın çıkarına değildir. O kapitalizmin çıkarınadır. Çünkü kapitalizm toplum ve doğa dağıtıcılığıdır. Toplumların refah düzeyinin yükselmesi, insanların yaşam kalitesinin yükselmesi anlamına gelmiyor. Bazılarının daha fazla sömürülmesi, bütün insanlığın sırtından vur patlasın çal oynasın biçiminde bir yaşam sürdürmesi anlamına geliyor. Bu sistem, insanlığın yüzde 5’ine, taş çatlasa yüzde 10’una hizmet eder. Yüzde 90’ını insanlıktan çıkaran bir sistemdir. İnsanlığın bu durumdan kurtulması için en başta da örgütlenme tarzının tabandan başlatılıp toplumun güç haline getirilmesi hedeflenmelidir. Komünlere ve meclislere dayalı örgütlenmelerin yoğunlaştırılması zamanıdır. Bunun dışında kapitalist sistemi, devlet sistemini geriletmek mümkün değildir. Toplum özne olacak, herkes bu iş için elini taşın altına koyacak. Birilerinden, sadece bir siyasal partiden beklemeyecek. Sadece bir siyasal partiden bekleme de devletten beklemenin izdüşümüdür. Zaten öyle partiler de devleti ve iktidarı hedefleyen partilerdir. Bu açıdan kesinlikle devleti, iktidarı hedeflemeyen demokratik halk yönetimlerini ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu da komünlere ve meclislere dayalı, tüm toplumsal yaşamın komün ve meclislerle örgütlendirildiği ekonomik, kültürel, toplumsal ve siyasal yaşamın, kadının, gençliğin, toplumun savunulmasının, bir bütün hepsinin komün ve meclis temelinde örgütlendirildiği ve onların da demokratik konfederal sistem haline getirildiği demokratik toplumcu, demokratik sosyalist bir sistemle sağlanır. Rêber Apo’nun “Sosyalizmde Israr İnsanlıkta Isrardır,” çağrısı tam da bu dönemin çağrısıdır. Demokratik komünal yaşamdan, demokratik komünal ekonomiden, eko-endüstriden, bunlara dayanan sistem kurmak dışında kapitalizmden kurtulmak mümkün değildir. Her alanın toplumcu demokratik hale getirilmesi gerekiyor, sadece siyasal alanın değil. Kültürel alanın da ekonomik alanın da hepsinin toplumcu demokratik hale getirilmesi sağlanmalıdır. Demokratikleşme her yerde olacak, ama ekonomide olmayacak! Demokratikleşme halkın güç olmasıysa, halkın yönetim olmasıysa ekonominin demokratikleşmesi de komünal ekonomidir. Başka türlü kapitalizme karşı alternatif olunamaz. Ancak bütünlüklü alternatif olunur. Sadece sınırlı bir siyasal demokrasiyle olmaz. Toplumsal demokrasi olacak, ekonomide, kültürde, zihniyette de demokrasi gerçekleşecek. Bu da yaşamın her alanında demokratik toplumculuğun hakim olduğu yeni bir mücadele döneminin açılmasıyla mümkündür. AKP-MHP iktidarı öyle zayıf bir iktidar ki en küçük bir eleştiriden bile korkuyor Türkiye Çin’den sonra salgının yayıldığı ilk ülkelerdendir. Çin’den sonra ilk önce İran’da olduğu söylendi. Yine İtalya’ya sıçradı. Buna rağmen Türk devleti bizde yok, dedi. Aslında virüs vardı. Ancak kendilerinde virüs olmadığını söyleyerek Türkiye'deki iktidarın ne kadar iyi çalıştığı, toplumun sağlığına nasıl dikkat ettiği, virüsün gelmesini nasıl engellediği biçiminde propaganda yaparak iktidarını güçlendirmek istiyordu. Hatta virüs çıktıktan bir süre sonra, daha Türkiye'de bu salgının kabul edilmesinden önce AKP iktidarı, Tayyip Erdoğan bu virüs Türkiye için fırsatlar yaratacak, Türkiye bu durumdan güçlü çıkacak, biçiminde değerlendirmeler yaparak virüse, salgına nasıl yaklaştığını ortaya koydu. Salgınla mücadele etme değil de bundan yararlanıp nasıl başka güçler karşısında avantaj kazanacak, hesapları yapmaya başladı. İktidarını nasıl güçlendirecek, toplumsal desteğini nasıl artıracak, hesabı içinde oldu. Yine bu ortamdan Kürt halkına karşı yürüttüğü soykırım saldırısı konusunda nasıl yararlanacağı üzerinde durduğu görüldü. Yani tamamen içerde ve dışarda kendisini güçlü gösterip bu virüsten güçlü çıkacağını ortaya koyup iktidarını pekiştirmek istedi. AKP-MHP iktidarı çok zayıf bir iktidardır. Öyle zayıf bir iktidar ki en küçük bir eleştiriden bile korkuyor. Twitten bile korkuyor. Ne kadar muhalif varsa içeri atıyor, hiçbirisine tahammül edemiyor. Çünkü zayıflamış bir iktidardır, temeli çürüktür. Ayakta kalacak durumda değildir. Şimdiye kadar demagojiyle, algı yaratarak, medyayı kullanarak kendini ayakta tutan iktidar artık medyayla da algı yönetimiyle de demagojiyle de iktidarını zor ayakta tutuyor. Bu nedenle virüsün Türkiye'de olduğu kabul edilirse, yayıldığı düşünülürse bu, iktidara karşı kullanılır, iktidar eleştirilir korkusuna kapıldılar. En küçük bir eleştiride, sarsıntıda yıkılacağını düşünüyor. Bir yönüyle de doğru düşünüyor. Gerçekten de AKP-MHP iktidarı Türkiye tarihinin en zayıf iktidarıdır. Kendisini güçlü göstermesine bakılmasın, zor ayakta kalıyor. Muhaliflere bu kadar yönelmesinin nedeni budur. Bu kadar beka sorunundan söz etmesi bundan kaynaklıdır. Beka dediği de kendi iktidarıdır. Bu iktidar herhangi bir sistemde olduğu gibi seçimde bir iktidarın değişip diğer iktidarın gelmesi değildir. AKP sistem değiştirmeye çalışıyor. MHP de faşist karakterde olduğu için sistemin değişmesini istiyor. Her iki güç farklı biçimde de olsa sistem değiştirmek istiyor. Sistem değişikliği de darbelerle, ya da her türlü muhalefeti ezip kendisini hakim kılmakla olur. Bir sistem yıkılıp yeni bir sistem kurulmak istendiğinde her türlü muhalefet etkisiz kılınmak istenir. Çünkü kendisini, kendi sistemini, kendi ideolojisini ve politikasını hakim kılmak istiyor. AKP-MHP böyle bir iktidardır. Bunun için de muhalefet istemiyor, ama politikası zayıf olduğundan, halkın çıkarına bir politika izlemediğinden, toplumsal ve siyasal gelişmelere uygun bir politik yaklaşım içinde olmadığından içerde de dışarda da dayandığı zeminler zayıftır ve korkuyor. Virüsün yoğun olmasına rağmen örtmesinin nedeni iktidarını tehlikeye sokma korkusudur. Ve bunun için de baskıyı artırıyor. Şimdi virüsü kabul etti ama korkuyu artırıyor. Biraz virüsün yayılması konusunda eleştiri getirenlerin üzerine gidiyor, hain ve toplum düşmanı ilan ediyor. Toplumu paniğe sokma gibi suçlamalarla baskıyı artırıyor. Öyle ki, virüs çıktıktan sonra virüse karşı toplumun dayanışmasını bile kendisi için tehlikeli görmüştür. Bunun için tamamen toplumsal dayanışmayı engelleyen, toplum üzerinde baskı kurarak her şeyi devlete bağlayan, herkesi devlete muhtaç hale getiren, devlet dışında hiçbir toplumsal grubun, sivil toplum örgütlerinin hareket etmesini istemeyen bir gerçekliği var. Her türlü dayanışmayı paralel devlet olarak değerlendiriyor. Halbuki insanlık tarihi boyunca toplumlar bu sorunlar karşısında dayanışma içinde olmuştur. Devlet değil, esas olarak toplumlar dayanışmayla bu tür sıkıntıların üstesinden gelmiştir. Toplumsal dayanışma en temel çözüm yöntemi olarak kullanılmıştır. Çünkü bir toplumda, bir köyde köyün ihtiyacını köydeki insanlar bilir, köyün ileri gelenleri bilir. Bir kasabadaki sorunları o kasabadaki yöneticileri, ileri gelenleri bilir. Şehirlerde yerel yönetimler, belediyeler bilir. Toplumun sorunlarını en iyi çözme yöntemi yerellerdir. Nitekim virüse karşı başarılı olduğu söylenen Güney Kore’nin ortaya koydukları var. Biz virüse karşı başarılı olurken en fazla da belediyelerin, yerel yönetimlerin desteğini aldık, onların çabasıyla başarılı olduk, diyor. Bu gerçeklik doğrudur. Yerellerin dayanışması çok çok önemlidir. Yereller güç getiremediği zaman, daha geniş organizasyonlar ve örgütler katkı sunabilir. Belki devletler de böyle bir durumda bazı destekler, katkılar sunabilir. Toplumsal dayanışma her zaman bu tür sorunların çözümünde en temel etkendir. Ama AKP-MHP iktidarı toplumun örgütlülüğünü, toplumun dayanışmasını bile kendisi için riskli görüyor. Devlet dışında her şeyi hiçleştiriyor. Toplumu, belediyeleri, sivil toplum örgütlerini hiçleştiriyor. Sadece devlet vardır, AKP-MHP vardır, bir de bu devleti destekleyen kurumlar vardır. Eğer AKP-MHP iktidarını destekliyorsa tamam, onlara hareket alanı vardır. Ama bunun dışında bütün toplum üzerinde ağır bir baskı sürdüren bir durum söz konusudur. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de yerel demokrasilerin salgın karşısında etkin olması olumlu örnektir Sadece Güney Kore değil, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye de Koronavirüse karşı yerel demokrasinin başarısının kanıtıdır. Rojava’da esas olan yerel yönetimlerdir. Yetersiz ve eksik de olsa toplumlar yerelde örgütlüdür. Bu açıdan yerelde dayanışmayla sorunlar çözüldüğü gibi herhangi gerekli bir tedbir de yerel örgütlerin çabasıyla etkin biçimde pratikleşmektedir. Toplumlar herhangi bir baskı, talimat, yasak olmadan kendileri gerekli tedbirleri almaktadır. Nitekim, Rojava’da yönetimin aldığı kararlar derhal etkili biçimde uygulanmıştır. Öte yandan toplum sokağa çıkmayacak, nasıl yiyecek-içecek, yaşamını sürdürecek kaygısı da olmamıştır. Çünkü orada komünler tüm toplumu tanımaktadır. Kimin ne ihtiyacı varsa onunla dayanışma içinde olunmaktadır. Zaten toplumsal dayanışma insanlığın en önemli özelliğidir. Ancak toplum düşmanları dayanışmayı yasaklar. Dayanışmanın olmadığı yerde toplum mu olur, insanlık mı kalır? Bu açıdan Türkiye nasıl bir olumsuz örnekse, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de yerel demokrasilerin bu sorunda etkin olması da o düzeyde olumlu örnektir. AKP iktidarının virüse karşı bir mücadele anlayışı söz konusu değildir. AKP iktidarı başından beri bu süreçte kendisini nasıl ekonomik ve siyasal olarak güçlendirecek, içerde iktidarını nasıl pekiştirecek, dışarda da başka güçler karşısında nasıl ekonomik kazanç elde edecek, siyasi pozisyonunu güçlendirecek, hesabını yapmıştır. Kesinlikle toplum sağlığını düşünmemiştir. Bu yönüyle AKP iktidarının esas politikası toplumsallığı düşünme, bu virüsü ortadan kaldırma olmamıştır. Bu virüs ortamında nasıl iktidarına, yandaşlarına avantaj sağlayacak, kimi ekonomik çıkarlar elde edecek, Kürtler üzerinde soykırım politikası nasıl daha da derinleştirilecek; bunlar hesaplanmıştır. Yukarda da belirttik; kapitalizmin en has temsilcileri olan İngiltere ve ABD’nin virüs ortaya çıktığında 'Sürü bağışıklığı' diyerek hiçbir tedbir almadan kapitalist sistemin eskisi gibi sürmesini isteyen, sömürünün sürmesini isteyen yaklaşımının esas temsilcisi AKP-MHP iktidarıdır. Bu gerçeği bilmek gerekiyor. Sonradan eleştiriler olunca bazı tedbirler almaya çalışmıştır. Başından beri toplumun sağlığını düşünmediği gibi bugün de düşünmemektedir. Neredeyse işçilere virüs bulaşmaz, zindandakilere virüs bulaşmaz, Kürt'e virüs bulaşmaz anlayışı içerisindedir. Çünkü en fazla salgın metropollerde var, metropollerin en savunmasız yoksul kesimleri ise Kürtlerdir. Bu kesimlerin ölmesi AKP’nin umurunda değildir. Ancak buna karşı toplumun, muhalefetin yaklaşımı çok çok yetersizdir. Kuşkusuz virüs ve sağlık konusunda tedbirler alınmalıdır. Ancak bu iktidarın karakteri ortadadır. Bu iktidar bütün işçileri çalıştırırken, ekonomik yaşamın eskisi gibi sürmesini isterken, sistemin kendisi eve kapanmazken, bütün işlerini yürütürken, baskı ve sömürü araçlarını kullanırken herkese “evde kal,” diyor. Polisler baskısını bırakmıyor, askerler operasyonu bırakmıyor, kapitalistler işçileri sömürmeyi bırakmıyor. Bu gerçekler ortadayken buna karşı da bir mücadele yaklaşımının olması gerekiyor. Sadece kendini eve kapatmak yetmiyor. Bu konuda bir taraftan virüse karşı mücadele ederken, tedbir alırken; diğer taraftan da bu iktidarın bütün muhalifleri ve toplumu hiçleştirmesi karşısında demokrasi güçlerinin örgütlülüğünü, dayanışmasını güçlendirmesi önemlidir. İktidarın bütün baskılarına rağmen toplumun kendisini örgütlemesi ve mücadele alanı yaratması kendi yaşamı konusunda söz sahibi olması gerekmektedir. Kürt düşmanlığına karşı mücadele etmeden kimse demokrasi mücadelesi verdim, diyemez Her şeyden önce gerçekleri ortaya koymak gerekir. Türkiye'de muhalefet gerçekleri söyleyemiyor, korkuyor. Gerçek bir muhalefet yapılamıyor. Virüsün bu kadar yaygın olmasının sorumlusunun AKP-MHP iktidarı olduğu çok açık belirtilmiyor. Tedbirler yetersiz, deniliyor. Halbuki bu kadar yaygınlaşmasının sorumlusu ‘bizde yok’ diyerek virüsün serbest dolaşmasına izin veren bu iktidardır. Öte yandan virüse karşı mücadelede gerekli tedbirlerin yanında halka ve işçilere destek verilmiyor. Bizim sağlık sistemimiz şu kadar bu kadar iyi denilse de aslında büyük bir ekonomik sıkıntı ve çöküntü var. Bunun nedeni de savaştır, güvenlik politikalarıdır, baskı ve zulüm yapma araçlarına yapılan harcamalardır, denilemiyor. Özellikle Kürt düşmanlığı ve bu temelde yürüttüğü savaş politikası açık biçimde ortaya konulamıyor. Yine faşist iktidarın toplumu kutuplaştırarak toplumu zayıf düşürdüğü, bütün toplumu güçsüzleştirdiği, enerjinin içe dönük harcandığı açık ve net ortaya konulmuyor. Demokrasiye, Kürtlere düşmanlığı var, bunlar açık ve net söylenemiyor. Kürtlere düşmanlık demokrasi düşmanlığına dönüşüyor. Kürt düşmanlığına karşı mücadele etmeden kimse demokrasi mücadelesi verdim, diyemez. Çünkü Kürt düşmanlığı yapanlar demokrasi düşmanlığı da yapıyorlar. O zaman muhalefetin demokrasi düşmanlığının, bu kadar otoriter ve baskıcı olmasının, bu kadar savaşa yönelmesinin nedeninin Kürt sorununun çözümsüzlüğünün olduğunu açık ve net ortaya koyması gerekiyor. Kuşkusuz HDP ve belli demokratik güçler ortaya koyuyor ama diğer muhalif güçler bunu ortaya koyamıyor. O zaman muhalif güçlerin bu konuda zorlanması ve iktidara karşı bu yönlü tutum almasının sağlanması lazım. Bunların mevcut söylem ve tutumlarıyla muhalefet yapılamayacağının, AKP-MHP iktidarının politikalarını meşrulaştırdıklarının ortaya konulması gerekiyor. Öte yandan devlet, iktidar kural, yasak koyabilir, baskı uygulayabilir. Ama bunun toplumun gücüyle aşılması gerekiyor. Örneğin belediyelere yasak konuldu. Bunun toplumun gücüyle aşılması ve dinlenmemesi önemlidir. İşçiler virüs zamanında çalıştırılıyor ya da işten çıkarılıyor. Buna karşı işçilerin mücadele etmesi gerekiyor. Sendikaların daha aktif olması gereken bu dönemde ortaya koydukları tutum gerçekten de içler acısıdır. İktidarın baskısına maruz kalmamak için radikal tutum gösterilmemektedir. Bu iktidarın işçileri, toplumu düşünmediği ortadadır. Ama işçiler ölüme gönderilmesine rağmen sendikaların tutumu yetersizdir. Belediyelerin yardımlaşma çalışmaları engellendi buna karşı toplumla birlikte mücadele edilmesi gerekirken, sadece eleştiriliyor. Halbuki belediyeler yüzde 50’nin üzerinde oy almış ve toplumun çoğunluğunun desteği ile kazanmış. Bu topluma dayanarak iktidarın bu politikalarına karşı durulabilir, iktidara geri adım attırılabilir. Ancak kararlı tutum olmayınca bu iktidar virüse karşı mücadele adı altında her türlü muhalefeti susturuyor, bastırıyor. Virüse karşı mücadele muhalefete karşı mücadele değildir; virüse karşı mücadele farklı seslerin bastırılması, susturulması değildir, denilerek mücadele geliştirilemiyor. Aslında bu zamanda dayanışma çok çok önemlidir. Dayanışma örgütlülüğü getirir. Toplum dayanışma çağrılarına ve çabalarına karşılık verir. Toplumun en temel kültürü budur. Dolayısıyla dayanışma kültürünü geliştirmek ve harekete geçirmek lazım. Bu, toplumsal ahlakın en temel değeridir. Toplum dayanışmayla vardır. Bu yönüyle bu toplumsal değeri, kültürü canlandırmak ve buna dayanarak toplumun içindeki dayanışmayı, örgütlülüğü geliştirmek, bu AKP-MHP faşist iktidarının her şeyine, devlet politikasına, faşist diktatörlüğüne karşı mücadelenin geliştirilmesi açısından önemlidir. Bu konularda biraz cesaret gerekiyor. Ama tehdide, baskıya boyun eğme var. Tehdide, baskıya boyun eğilerek hak elde edilebilir mi? Özgür ve demokratik yaşamın yolu zulme ve baskıya karşı mücadele etmekten geçer. Koronavirüs zamanı bu mücadeleyi etkilememelidir. Çünkü AKP-MHP iktidarı, bu Koronavirüs salgınını toplumun sağlığını sağlamak, salgını önlemek için değil, iktidarını pekiştirmek için, sömürüyü derinleştirmek için kullanıyor. Tam bir olağan üstü hal ilan etmiş. Grev yapamazsın, şu eylemi yapamazsın, şunu söyleyemezsin, tweet bile atamazsın, diyor. Bu yönüyle kararlı duruş ve topluma gerçekleri ısrarla anlatma, toplumla buluşma, Koronavirüs zamanında iktidarın uygulamalarına karşı daha fazla dayanışma, örgütlülük ve mücadeleyi yaratır. Yine insanlar eve kapatılıyor. Bu durumda bu tür otoriter, iktidarcı, devletçi sistemlerin ve kapitalizmin sorgulanması gerekiyor. Bireyciliğin, sadece kendini düşünmenin böyle zamanlarda nasıl toplum karşıtlığı olduğunun görülmesi, toplumculuğun, dayanışmanın, örgütlenmenin ne kadar önemli olduğunun bilincinin ortaya çıkması açısından çok iyi değerlendirilebilir. İktidarcı devletçi sistemlerin teşhiri çok iyi yapılabilir. Zaten kapitalizmin teşhiri, devletçi iktidarcı sistemin insanlığın başına neler getirdiği belli düzeyde görülmüştür. Aslında bu virüs zamanını susmak değil, iktidar karşısında pes etmek değil, iktidara boyun eğmek değil, bunu iktidara karşı, kapitalizme karşı mücadelenin vesilesi yapmak gerekiyor. Böyle çok hümanist, saf, iyi niyetle yaklaşım olmaz. Virüs herkesi vuruyor, deniliyor. Evet herkesi vuruyor ve bütün toplum dayanışma içinde olmalı. Ama AKP-MHP böyle mi yapıyor? Daha fazla kutuplaştırmadı mı, ayrımcılık yapmadı mı? AKP-MHP faşizmi kendi iktidarı için fırsata çeviriyorsa buna sessiz kalmamak, buna karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. AKP-MHP iktidarının halk düşmanı olduğunun daha iyi ortaya konulması zemini oluşmuştur. Koronavirüs salgının zamanında bile bu kadar ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir politika izliyorsa bu iktidarın ne kadar faşist, gereksiz ve halk düşmanı olduğunun görülmesi, bunun bilincinin, örgütlenmesinin ve eylemselliğinin ortaya çıkarılması fazlasıyla mümkündür. Bu yönüyle demokrasi güçlerini, gençleri, kadınları, işçileri, emekçileri bu iktidarın politikalarının ve uygulamalarının karşısında dikmek her zamankinden daha olanaklı hale gelmiştir. Faşizmin en temel dayanağı kadın üzerindeki baskı ve zulümdür Öte yandan kadın üzerinde baskı artmıştır. Eve kapanmayla birlikte erkek egemenlikli sistemin bütün yüzü açığa çıkmıştır. Erkek artık 24 saat evdedir ve 24 saat baskı uyguluyor. Halkların, toplumların, demokrasi güçlerinin, kadınların ve gençlerin bu gerçeği görüp erkek egemenlikli sisteme karşı da bilinçlenip örgütlenmelerini geliştirmeleri gerekiyor. Erkek egemenlikli sistemin ne kadar ağır bastığı, ne kadar yoğun olduğu bu süreçte daha iyi görüldü. Çünkü erkek evden çıkıyor işe gidiyor; kadın evden çıkıyor işe gidiyor ve ev ortamı az kullanılıyordu. Bu aslında bir nevi erkek egemenlikli sistemin evde birlikte kaldığı zamanı azaltıyordu. Şimdi ise 24 saat erkek egemenliğinin kendini dayattığı ve kadın üzerinde baskı kurduğu bir durum ortaya çıkmıştır. Bu, o erkek egemenlikli şiddetin, baskının katmerli hale gelmesi durumunu yaratıyor. Erkek egemenlikli sistemin ne kadar yoğun, ne kadar kadın düşmanı, kadın üzerinde baskı ve zihniyetin ne kadar etkili olduğunu görmek ve buna karşı sadece kadınların değil bütün demokratların, bütün özgürlükçü güçlerin, gençlerin, emekçilerin bir tutum ortaya koymalarını sağlamak çok önemlidir. AKP-MHP iktidarı, erkek egemenlikli zihniyete karşı mücadele vermedi, onu güçlendiren politikalar izledi. Koronavirüs salgını zamanında “evde kalın”, dendiğinde evde kadına yönelik şiddet artıyorsa bu, bir yönüyle 5 bin yıllık devletçi sistemin ve kapitalist sistemin ürünü olsa da AKP-MHP iktidarının politikalarının bu kültürü normalleştirdiği ve meşrulaştırdığı da görülmelidir. Türkiye gerçeği, sistemi söz konusu olduğunda AKP-MHP’nin bu zihniyeti daha da katılaştırdığı, meşrulaştırdığı ve bu zihniyete karşı mücadele etmeyerek önünü açtığı görülmelidir. Koronavirüs salgını zamanında bu gerçeğin ortaya çıkması da erkek egemenlikli sisteme karşı mücadelenin ne kadar önemli ve öncelikli bir konu olduğunu gözler önüne sermektedir. Buna karşı mücadelenin ertelenmesi ya da yetersiz verilmesi sadece kadınlara değil, tüm topluma zarar vermektedir. Kadın üzerindeki baskı demek; erkek egemenlikli otoriter sistem demektir. Otoriter zihniyetin kökleşmesi, kalıcılaşması ve kendini etkin kılması demektir. Bu açıdan faşizme, otoriter sisteme, baskıya, zulme ve sömürüye karşı mücadeleyi erkek egemenlikli sisteme karşı, kadın üzerindeki baskıya karşı mücadele biçiminde ele almazsak o zaman sömürücü, baskıcı, iktidarcı, devletçi ve faşist sisteme karşı mücadelede yetersiz kalınmış olunur. Faşizmin en temel dayanağı erkek egemenlikli sistemdir, kadın üzerindeki baskı ve zulümdür. Bu bakımdan faşizme karşı mücadele ederken erkek egemenlikli sisteme karşı mücadeleyi de önemli görmek, bu olmadan faşizme karşı mücadelenin başarılı olmayacağını ve sonuç almayacağını görerek bu konuda duyarlılıkları daha da artırmak gerekiyor. Koronavirüs salgını zamanı bu konuda bilincin, duyarlılığın ve sorumluluğun daha da artırılması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu açıdan şimdiden başlayarak erkek egemenlikli zihniyete, kadın üzerindeki şiddete, eşitsizliğe, kadını eşit görmeyen ve kadın üzerinde kendisini egemen gören, kadın üzerindeki egemenlikli anlayışını bırakmayan bu kültüre ve zihniyete karşı da ciddi bir mücadele verilmesi gerekmektedir. Devlet, Koronavirüsle birlikte soykırım politikasını derinleştirip sonuç almak isteyecektir Türk devletinin bu Koronavirüs zamanında Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı daha da tırmandırdığı açıktır. Kürt halkına karşı bir özel savaş ve soykırım savaşı yürütmektedir. Baskı, zulüm ve bitirme politikası izlemektedir. Bunu Koronavirüs salgını zamanında daha da artırmıştır. Belediyelerin gasp edilmesi; toplumu tümüyle örgütsüz bırakma, Koronavirüs salgını karşısında toplumu tamamen devletin insafına bırakmaktır. Devletin insafına bırakma ise; Koronavirüsle Kürt halkına karşı bir özel savaş, sindirme, bastırma, ezme ve soykırıma hizmet eder hale getirme biçiminde kullanma olur. Bu yönüyle Kürt halkının özgürlük güçlerinin, AKP-MHP iktidarının bu politikasını çok iyi görmesi gerekiyor. Herkes eve kapansın, denilmiştir ama polis, jandarma, asker durmuyor, her yerde saldırıyor. Belediyeleri gasp etmesinin esas amacı; bu dönemde belediyeler dayanışma yapacak, böylelikle halkın birliğini güçlendirecekti. Çünkü dayanışma birlik duygusunu da güçlendirir. Dayanışma toplumsal örgütlülüğe, mücadeleye hizmet eder. Bunu gördüklerinden, belediyelere kayyum atamıştır. Belediyelerin dayanışma temelinde Kürt toplumu içinde örgütlülüğün gelişmesini, toplumun kendisine güvenmesinin ortaya çıkmasını sabote etmek istemiştir. Toplumu devlete muhtaç hale, çaresiz hale getirme amacı gütmüştür. Hastalık karşısında toplum çaresiz olsun, devlete elini açsın, boyun eğsin, devleti hatırlasın, devlete karşı mücadeleyi bırakıp sağlığı ve tedavisi konusunda her şeyi devletten beklesin. Çalışamasın, aç kalsın ve devlete avuç açsın. Böyle yaparak Kürt toplumunu devlete bağımlı hale getirmek isteyen, devlete avuç açar hale getirmek isteyen bir politika izlemiştir. Sadece kayyum atamamıştır. İnfaz yasası çıkarmıştır, bütün Kürt tutsakları içerde bırakmıştır. Bütün Kürt tutsaklara idam cezası vermiştir. Yasada olmayan idam cezasını fiili olarak Koronavirüs salgının zamanında uygulamaya koymuştur. Hala zindanlarda Koronavirüsün hangi sonuçlar ortaya çıkardığı bilinmemektedir. Ama zindanlarda birçok yurtseverin, devrimcinin Koronavirüsle birlikte yaşamını yitirmesiyle karşılaşılacaktır. Çünkü 20 yıllık, 25 yıllık tutuklular var. Bunların çoğunluğu da 50 yaşın, 60 yaşın üstündedir. Öte yandan bunlar dışarda değil, 20-25 yıl zindanda yaşamlarını sürdürmektedir. Fiziksel dirençleri zayıflamıştır. Bu bakımdan virüsle karşılaştığında çökecek bir vücut var. Solunum sistemi, akciğerleri kısa sürede çökebilir, felç olabilir. Mevcut siyasal tutukluların, devrimcilerin cezaevinde böyle bir riskle karşı karşıya kalma durumları var. Bu da aslında bu salgının Kürt halkına karşı kullanılmasıdır. Öte yandan faşizm esas olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesini, örgütlülüğünü bastırmak için vardır. Türkiye'de faşizmin nedeni budur, bunun için uygulanıyor. Kürt bitirilmek isteniyor, örgütlülüğü dağıtılmak, direnci bitirilmek isteniyor. Şimdi Koronavirüsle birlikte bu daha da derinleştirilmek ve sonuç alınmak istenecektir. Diktatörlük daha da keskinleşecek ama buna karşı örgütlenme, ses çıkarma, direnme olmayacak! Böylelikle Kürtler üzerinde uygulanan soykırım politikası engelsiz biçimde yürütülecek! Şu anda izlenen politika budur. Tüm Kürt halkının bu gerçeği görmesi gerekiyor. Tüm Türkiye halklarına yönelik böyle bir saldırı içinde olsa da esas saldırısını ve planını Kürt halkı üzerinde uyguladığı bilinmelidir. Bu açıdan Kürt halkının, özgürlük güçlerinin, demokrasi güçlerinin bunu boşa çıkaracak tutum içerisinde olmaları gerekiyor. Halk devlete muhtaç kılınmamalıdır. Devlet, Koronavirüs salgını zamanında halkın devlete muhtaç kalmasını amaçlıyorsa, Kürt halkı, özgürlük ve demokrasi güçleri, yurtsever güçler kesinlikle halkı devlete muhtaç etmeyecek bir dayanışma ve örgütlülük içine girmelidirler. Soykırım politikası izleyen devlet, Kürdistan’da virüsün yayılmasını istiyor Kürt toplumunda tarih boyunca dayanışma kültürü güçlüdür. Hala Kürdistan'da toplumcu değerler, dayanışma değerleri vardır. Bunu açığa çıkarmak gerekiyor. Bu Koronavirüs zamanında Türk devletinin ne kadar Kürt düşmanı olduğu sadece HDP'ye oy verenlere, yurtseverlere değil, tüm Kürt halkına anlatılmalıdır. Soykırım politikası izleyen bu devlet Kürdistan’da tedbir almamıştır. Virüs tespitini yapan kit’ler gönderilmemiştir. Ancak uzun bir zaman sonra Kürdistan'a kitler çok az sayıda gönderilmiştir. Hala da kit’lerin çok az gönderildiği, testlerin az yapıldığı, Kürdistan'da virüsün yayılması için tedbir alınmadığı ortaya çıkıyor. Açıkça Kürdistan'da virüsün yayılması isteniyor. Zaten bu 'Sürü bağışıklığı' sisteminin uygulanmasının bir nedeni de Kürtlerdir. Kürtler toplumun bu tür salgınlara karşı en zayıf en güvencesiz kesimidir. Ekonomik olarak en yoksul ve en sömürülendir. Bir kısım mülteciler de böyledir ama esas olarak Kürt toplumu böyle bir durumu yaşıyor. Bu açıdan metropollerde Kürtler bu virüsten çok etkilenmiştir, çok kayıp vermektedirler. Bu yönüyle bu virüs zamanı soykırımcı sömürgeciliği daha iyi anlamak, bilince çıkarmak ve dayanışmayı güçlendirmek gerekir. Dayanışma çok çok önemlidir. Evet, devlet engelleyebilir ama toplum yol ve yöntemini bulup dayanışma içine girebilir. Öte yandan eylemler gerçekleştirilebilir. İlla merkezi eylem yapılmasına gerek yoktur. Her mahalle, her sokak eylem alanı haline getirilebilir. Belli tedbirler alınarak eylemler geliştirilmelidir. Eylemsiz ve örgütsüz kalmak Kürt toplumu için ölümdür. Fiziki ölümden beter bir ölümle karşılaşmaktır. Bu açıdan Kürt halkının soykırımcı sömürgeciliğin kendisini tümden öldürmek ve ölüme yatırmak istediğini, soykırım karşısında direnemeyen bir toplum yaratarak soykırımcı sistemini engelsiz sonuca götürmek istediğini görmesi gerekiyor. Devletin, Kürt'ü örgütsüz, eylemsiz ve mücadelesiz bırakma politikasına karşı çıkılmalıdır. Aslında bu Koronavirüs zamanı özyönetimin ne kadar önemli olduğunu bir daha gözler önüne serdi. Bu nedenle belediyelere salgınla birlikte el kondu. Az da olsa bazı belediyelerin varlığı toplum dayanışmasını geliştirmede örnek olacaktı, böylelikle kayyumların toplum düşmanı, Kürt düşmanı gerçeği açığa çıkacaktı. Bunun açığa çıkmaması için bütün belediyelere el konulmuştur. Şu anda var olan belediyelerin içinde sadece Qers belediyesi vardır. Onun dışında diğer belediyeler küçük belediyelerdir. Toplumda etkisi olacak, kayyumların gerçek yüzünü açığa çıkaracak, etkinlik gösterecek belediyeler değildir. Bu yönüyle özyönetimi, toplumun kendi yönetiminin ne kadar önemli olduğunu görmek, komün ve meclislerin oluşmasını önemsemek, yani toplumların kendi kendini yönetmesi gerçeğini ortaya çıkarmak gerekiyor. Toplum bunu çeşitli örgütlemelerle yapabilir. Devlet yasal olarak, legal olarak belediyelerin, yerel demokrasinin ortaya çıkmasına engel oluyor. Buna karşı o zaman fiili olarak komünlerle ve meclislerle, sokak ve mahallelerdeki dayanışma birimleriyle halk yönetimini ortaya çıkarma çalışmaları yoğunlaştırılmalıdır. Eylemsiz kalınmamalıdır, eylemsizlik ölümdür Halk yönetimi demek halkın dayanışması, halkın sorunlarını birlikte çözmesi demektir. Koronavirüs salgını zamanı buna ağırlık vermenin önemini ortaya koymuştur. Gençlik ve kadın bu konuda özellikle çaba gösterebilir. Mahallede, sokakta kadınlar kadınları, gençler gençleri örgütleyebilir. Hem sorunları çözmede öncülük yapabilirler, hem de her sokak ve mahalle eylem alanı haline getirilebilir. Bu yönüyle üzerinde durulması gerekiyor. Devlet karşısında Kürt halkı kendi sistemini kurmadan, kendi dayanışmasını ve örgütlülüğü gerçekleştirmeden soykırımcı sisteme karşı mücadele veremez. Soykırımcı sistem niçin toplumun örgütlenmelerine, belediyelerine saldırıyor? Çünkü toplumu güçsüz bırakmak istiyor. Toplum örgütsüz, mücadelesiz ve güçsüz olursa, kendi sistemini kurmaz ve sorunlarını çözmezse o zaman devlete muhtaç olur. Soykırımcı sömürgecilik de soykırım politikasını engelsiz olarak uygular. Bu açıdan dayanışmayı güçlendirme temelinde Kürt toplumunun kendi sorunlarını çözme çabasının bu dönemde artırılması önemlidir. Kendi demokratik sistemini kurma konusunda gençliğin ve kadının öncülüğü gerekir. Öte yandan eylemsiz de kalınmamalıdır. Koronavirüs eylemsizliğe gerekçe olarak gösterilemez. Eylemsizlik ölümdür. Soykırımcılar evde kalıyor mu, hepsi sokakta, dışarda. Polisiyle, yargısıyla, jandarmasıyla, askeriyle dışarda. Bu yönüyle Kürt halkı da Türkiye halkları da bu sisteme karşı mücadelelerini zengin yol ve yöntemlerle geliştirebilirler. Sağlığa dikkat edebilirler, ama sağlık tedbirleri eylemsizliğe, örgütsüzlüğe gerekçe olamaz. Kapitalistler, soykırımcı sömürgeci güçler, AKP-MHP faşizmi eylemsizliği sağlamak istiyor. Zaten tüm baskılar bunun içindir. O zaman onların isteklerini, amaçlarını boşa çıkarmak için alternatif bir mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi olmazsa olmaz kabilindendir. Virüs salgınına karşı mücadele dayanışmayla olur. Bunu gerçekleştirmek için salgın zamanında nasıl bir toplumsal, örgütlü yaşam, demokratik mücadele olması gerektiğinin ortaya konulması gerekiyor. Sadece devletin yasakları, önermeleri, talimatları, istedikleri çerçevesinde bir yaşam olamaz. Salgını zamanında alternatif yaşam, mücadele ve toplum anlayışının kesinlikle ortaya konulması ve pratikleştirilmesi gerekiyor. Bir önemli husus da kapitalist modernite insanları büyük şehirlere koyarak sömürüyor. Şimdi de görüldüğü gibi büyük şehirler ölüm mekanları haline gelmiştir. Kürtler de Kürdistan boşaltılarak metropollere göçertilmiştir. Metropollerde eritilmek istenmiştir. Metropollerde eritilmek istenen Kürtler, şimdi sadece kültürel olarak eritilip yok edilerek değil, fiziki olarak da yok olmayla karşı karşıyalar. Bu açıdan ülkeye dönüş bilincinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Köylere dönmek, köyleri canlandırmak gerekiyor. Virüse karşı en iyi mücadele, bu tür hastalıklara karşı en iyi korunma bu obez şehirlerden, modernitenin hastalık, sömürü, baskı ve zulüm üreten, insanlıktan çıkaran şehirlerinden çıkıp, gerçekten insanlığın, toplumsallığın, sevginin, saygının ve dayanışmanın yaşandığı köylerimize, kasabalarımıza, şehirlerimize dönmekle olur. Bu virüs zamanında yapılacak en iyi işlerden biri budur. Bu bilincin geliştirilmesi çok önemlidir. Şehirlerin bu kadar büyümesinin bir nedeni de Kürtlerin bu şehirlere doldurulmasıdır. Hem Kürtleri eritmek hem de yoksul kalan Kürt'ün emeğinden yararlanıp zenginleşmek isteyen bir soykırımcı sistem var. Hem Kürtlere soykırım uyguluyor hem de soykırım sistemini Kürt'ün sömürülmesinden elde ettiği imkanlarla yürütüyor. Buna son vermenin zamanıdır. Kürtler, kendisini soykırıma uğratan bir sistemin temel sömürü gücü olmaktan çıkmalıdır. Kendi ülkesine dönerek, toprağını işleyerek, kendi ülkesinde ekonomik sistemini kurarak soykırımcı sömürgeciliği değil, kendisini güç yapan, kendisinin toplumsal, ekonomik sorunlarını çözen bir duruma getirmelidir. Koronavirüs salgını zamanının Kürtler açısından bir çağrısı da bu olmaktadır. Bu çağrıya da Kürt halkının cevap vermesi gerekiyor. Kürtlük metropollerde, Avrupa'da korunamaz. Kürtlük ancak var olduğu topraklarda yaşamını sürdürebilir. Bu yönüyle ülkeye dönüşün de soykırımcı sömürgeciliğe karşı en temel mücadele yaklaşımlarından biri olduğunu görmek ve ülke topraklarına dönmeyi teşvik etmek hem virüse karşı mücadelenin hem de bundan sonra ortaya çıkacak bütün olumsuzlukları önleminin en temel duruşu olarak görülmeli ve bunun gerekleri de ülkeye dönerek yerine getirilmelidir. | ||
© 2021 Serxwebûn |