Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Gerçeğin dili olarak edebiyatÇile 2020
Rêber Apo’nun 21 Haziran 1994 tarihli değerlendirmesidir Yaşamı büyük bir olaya dönüştürmek, yaşamı bir ulusa, insanlığa mal etmek insanın kendi elindedir. Bizim bütünüyle başarmak veya yapmak istediğimiz de budur. Yaşamı uluslaştırmak, sosyalleştirmek, kültüre kavuşturmak, çekici ve yaşanır kılmaktır. Çocuklar gibi kendini kandırarak, ağlayarak, sızlayarak, acındırarak, sorun kılarak bir yere varılamaz; çözümleyici olmadıktan, görevlerde belli bir ilerleme olmadıktan sonra hiçbir yere varılamaz. Büyük bir duyarlılıkla, oldukça ilerletici bir yaklaşımla, sorumluluk anlayışımızı gösterdik. Çaba dediğiniz böyle sergilenir. Hâlâ en hayati dersleri ve cesareti verdiklerimizin bile bizi ve kendilerini nasıl çarçur ettiklerini görüyoruz. Sadece kendilerini kolayca düşmana kaptırıyorlar. Verilen cesaretten bunu anlıyorlar. Sadece ucuz ahkam kesiyorlar, halbuki bizim yaklaşımlarımızdan hiçbir zaman böyle sonuç çıkarılamaz. Artık bu bir terbiye meselesidir. “Anama, babama bir mektup yazdım. Siz neden beni büyük bir terbiyesiz gibi yetiştirdiniz” diye bir arkadaş ailesine mektup yazmış. Doğrudur. Bize büyük bir terbiyesiz gibi yetiştirilmenin acısını çektiriyorlar. Bütün çabalarımız ancak sınırlı sonuç alabiliyor. Bunlara kocamış bebekler diyoruz. Cüceleşme dediğimiz olay iyi bir yaşam biçimi değildir. Devrimde cücelik bir hastalıktır. Siyasi mücadelede cücelik hastalığı, özellikle devrimci büyümeyi sağlayamayanın içine düşeceği durumdur ve yaygınca yaşanılan da budur. Kişi ne yapıp edip kendini büyütmeyi bilecektir. Devrimci büyüme, askeri büyüme, siyasi büyüme olmadan yaşamak zordur. Gücü varsa herkes kendisini yetiştirsin. Bunu saptırmaya, böyle çok çeşitli subjektif niyetlerle boşa çıkarmaya hiç gerek yok. Bununla hiçbir şey kazanılamaz. Parti değerleri karşısında layık olmamak; ne kadar tutarsız, ciddiyetten yoksun, gerçeklerin farkında olmayan havai bir tip olunduğunu gösterir. Bunlar da böyle bir mücadele sanatında hiç yol alamazlar. Gerçeklerin dili saptırmayı kabul etmez. Gerçeklerin dili hep ciddidir. Biz zaten ağırlıklı olarak, Kürt kişiliğini bir yalancının dili olmaktan çıkarmak istedik. Demagojik bir dil olmaktan, gerçeklerle bağlantısını kaybetmiş bir kişiliğin dili olmaktan çıkarmak istedik. Bunun tam tersine, temel değerlerle bağlantı kurdurmaya, yaşamla, yaşamın özellikle temel sosyal-siyasal ve askeri yanlarıyla ilişki kurdurmaya büyük özen gösterdik. Gerçeğin dilinin en basit ifadesini bulduğu olay, hitabettir. Bütün önemli alt-üst oluş ve çıkış süreçleri, güçlü bir hitabetle başlar Hitap bir sanattır. Devrim de en ciddi sanat olduğuna göre, devrimin hitabeti çok güçlü ve gelişkin olmak durumundadır. Devrimci dönemler aynı zamanda güçlü hitabet dönemleridir. “Devrimin temel sorunu siyasaldır” denilir. Siyaset ise yarı yarıya hitabettir. Bütün güçlü siyasal oluşumlar ve devletler ortaya çıktığında, güçlü hatipler de ortaya çıkar. Hatta böylesi dönemlerde büyük bir hitabet yarışı başlar. Bir Roma çağı, bütünüyle hitaptır, yine klasik Yunan çağı büyük hitabet çağıdır. İslamiyet’in doğuşunda büyük bir Arap hitabeti, belagati vardır. Nereden bakarsanız bakın, bütün önemli altüst oluş dönemleri, çıkış süreçleri, güçlü bir hitabetle başlar. Örneğin, bir Kur’an’ın dili bile, büyük belagat ve hitabet örneğidir. Ayetlerin, ezanların okunması hep hitabettir. Yine Türk parlamentosu kurulduğunda, Mustafa Kemal nasıl hitap ediyor! Kısacası yaşamı yakından ilgilendiren her önemli temel siyasal iddia, güçlü bir hitabetle yürütülüyor. Kürt insanı, hitap açısından tam bir ahraz, konuşamaz veya en bıktırıcı, en kaçırtıcı tarzı sergiliyor. Konuşamıyor. Ne Kürtçe, ne Türkçe, ne de Arapça’yı. Hitap dili olmak şurada kalsın, normal bir konuşma diline bile sahip değil. Mesela, parti kadrolarının konuşmaları, gerek örgütlemede gerekse eğitim ve emir-komutada çok yetersizdir. Çok zarar veriyor. Hitabet tarzı parçalayıcıdır, kaçırtıcıdır, özü açığa çıkarmaktan uzaktır. Hitap, bir üsluptur, bir dışarıya yansıtış biçimidir. Öz olmazsa, birikim olmazsa, isterseniz kuş dilini kullanın, bülbül olun, yine de etkili olamazsınız. Güçlü konuşabilmek için muhteva, inanç ve azim gereklidir. Bunlar olmadıktan sonra nasıl konuşacaksınız? Nasıl hakim bir hitaba sahip olacaksınız? Dağınık, sistemsiz birikimsiz kişilikler konuşamaz, sağlam bir tarzı sergileyemezler. Bu dersi insanımıza uygulamak demek, yarı yarıya dilini tutup dışarıya çekmekle; sağını, solunu, önünü törpüllemekle mümkündür. Belki böylece belli bir tavır ve tarza dönüşebilir. Hitabet en etkili silahlardan biri olduğu halde, o silah sadece saflarda anlayış yetersizliklerini, karmakarışıklığı derinleştirmekte kullanılıyor. Bazılarında ezop dili, bazılarında cümleleri yarım bırakma uzmanlığı var. Bazılarında ise hangi düşünce anlatılmak isteniliyor belli değil. Anlatmak istediğinin onda birini bile bir cümleye sığdıramıyor. İçini dışa vuruş tarzı gerçekten yürekler acısı. Ben şimdiye kadar güçlü bir parti toplantısında sağlam bir hitaba tanık olmadım. Yani arkadaşların ağzından kelimleleri neredeyse kerpetenle çıkarıyoruz. Açık ki bu büyük bir zayıflıktır. Askerlik dilinde emir-komuta, hakim bir hitapla işler. Bu, dinlendiren, saygı uyandıran, hatta otoriteyi hissettiren, gerekirse korkutan, gerekirse çok cesaretlendiren bir hitabetle yürütülür. Ama komutan olacaklara bakın; ölgündür, talimat vermeyi bilemez, terstir, cesaret vermesi gerekirken korkutur, korkutması gerekiyorsa üzer. Her konuda olduğu gibi bu konuda da büyük bir yetmezlik sürüp gider. Neden böyledir? Kürt kişiliği bu kadar deforme olduktan, bu kadar gerçeklerle bağlantısını kaybettikten, biçimsizlik ve temelde de öz yoksunluğu sonucu bu kadar değiştikten sonra, tabii ki güçlü bir hitaba, onun temel komutasına ulaşılamaz. Gerçekten de bakıyoruz; askerleşmenin, siyasallaşmanın düzeyi ne kadar geriyse, onu dışa vuruş biçimi de geridir. Savaşçılarımızın fotoğraflarına bakıyoruz, darmadağınık... Bir tarafta kaşkolu, bir tarafında parkası, bir tarafında yakası bükülmüş, düğmeleri sökülmüş; kısaca sağlam bir duruş yok. Hatta bunu biçim sanıyorlar; ne kadar dağınık ve lümpen durulursa o kadar sağlam bir biçime sahip olunduğunu sanıyorlar. Yine rapor yazılıyor, raporların dili aynen işkence gibi. Bir raporda güzel bir düşünce yerine ne kadar karışıklık, yürekler acısı durumlar varsa, onlar sıralanmış. Neden? Çünkü kişilikte hakimiyet yok, sorumluluk yok. Bütün raporlarda hal ve hareketler sıralanmış. Köylü ilkelliğini aşmayan, sıradan bir köylü davranışı hakim. Yani Halk Kurtuluş Ordusu’nun savaşçısının kişiliği ve kimliği fazla yoktur. Basit bir köylü tarzının yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu tipler aydın ukalasıdırlar da; biraz ağzı çok laf yapıyorsa da içerikten yoksun bir lafazandırlar. Yani böyle ağır biçimsizlik neredeyse egemen bir haldir. Bütün önemli politikacılar, devlet adamları, askeri kişilikler; hitabeti, biçimi yıllarca öğrenerek, kendilerini etkili kılmayı bizzat kişiliklerinde sağladılar. Çok önemli devletlerin ve önemli devrimlerin, çok önemli hatipleri ve önemli biçimleri vardır. Biz genelde sömürgeciliğin kurbanı olan veya düşürülmüşlüğün en derinini yaşayan bir halkta bunu göremeyiz. Hiçbirisi doğru dürüst konuşmaz Kendi gerçeği yoktur; çünkü gerçeğini kaybetmiştir. Yüzü konuşmaya utanır. Şimdi, halkımız neden bu kadar utangaçtır, niye hepsinin yüzü bu kadar kızarır? Çünkü gerçeği elinden alınmıştır. Gerçeği olmayan neye dayanarak söz söyleyebilir? Güçsüzdür. Askerliğin ve siyasetin dili güçlü olmanın dilidir Hitap için diyalog olmalı, diyalog için güçlü olunmalıdır. Yani sağlam bir gerçeği temsil etmek gerekir. Gerçeklerle, tarihle, sosyal gerçeklikle ve kültürle yine bilimle ve siyasetin kendisiyle bağını yitirmişsen o zaman bir zavallı gibi ortada kalacaksın demektir. Oysa askerliğin ve siyasetin dili güçlü olmanın dilidir. Kişiliği, tarzı, havası; otoriter olmayı, hükmetmeyi esas alır. Bütün komuta ve merkez yapısı da çaresizliği ve acizliği konuşuyor. Siyasi ve askeri olmayı henüz becerememişler. Bu konuda güçlü bir askeri kişilik, güçlü bir siyasal-örgütsel kişilik olsa, kesinlikle otoriter, iktidar olma ve bu konuda engel tanımama gelişir. Fakat bu kişilik varolan büyüme, büyütüme imkanlarını, yine düzenleme imkanlarını bile kendi yetmezliği içinde boğuyor. İşte bu, gerçeklikten kopuk, ucuz bir demagojik dildir. Bir ezop dili tutturur, ne dediğini kendisi de bilmez, anlamaz. Havası, tarzı, temposu iktidar olmaktan dem vurmaz; tam tersine “yapamıyorum, edemiyorum, yıkılmışım, çaresizim, dertliyim, her an ölebilirim, fazla yaşama gücüm yoktur” der, durur. Bunlar aşılmak zorundadır. Nasıl sömürgeciliğe karşı, her türlü gericiliğe karşı savaşım deniliyorsa; bu biçim, dil anlatım, tarz ve tempo geriliğine de bir son deyip, mücadele edilmelidir. Kendini böyle yetkinleştiremeyen bu yaşamı ilerletemez, sağlıklı bir yaşamı olamaz. “Ben yeterli, yerinde ve gerçekçi davranmak zorundayım. Konuşmak zorundayım, anlaşılır olmak zorundayım” denilmelidir. Bir de milyonlara hitap ediliyor. Böylesine bir sanatı benimsemiş olanlar, kelime hatası bile yapamazlar, tavır yetersizliğine bile düşemezler. “Beni anlayamadı, içimdekini anlatamadım” demek olmaz. Bir militan böyle yönlerini bile doğru dürüst gideremiyorsa veya ağzına iki cümleyi bile doğru-dürüst sığdıramıyorsa, nerede kaldı devrimcilik? Ahbap-çavuşluk hâlâ egemen dildir. Ahbap-çavuşluk, dedikodu dili, gayri siyasi ve oldukça ilgisiz konuşmalar yaşamın yüzde doksanını oluşturuyor. Bu, militanın dili olamaz. Militanın yaşamı böyle süremez. Ben bir veya bin kişinin bile karşısında olsam, dilimi temel siyasi gerçeklik dışında kullanmam. Siyasi, askeri, bütünüyle örgütsel konuyu egemen kılarım ve onun etrafında dönerim, herkesi de dönderirim. Görev adamı, militan adam, profesyonel militan böyledir. Yıllardır Kürt insanı kendini sağlam bir dile kavuşturamadı. Çocuklar bile yedi-sekiz yaşlarından itibaren iyi konuşurlar. Demek ki tembellik, tutarsızlık var. Temel, siyasi bir kadro olmayı görev belleyen bir kişi, onun gereklerini kendinde yerine getirmelidir. Bunun yerine günlük olarak hemen her türlü bireysel zaaflar, yetmezlikler dayatılıp duruyor. Ama politikadan anlaşılan kendini çocuk gibi dayatmaktır. Mahalli dili bile değiştirilmemiştir. Partinin, ordunun dev gibi bir siyasi gerçekliğinin karşısında yok olunuyor. Bir militanın sömürgeci etkileri bedeninde ve dilinde yaşamaya hakkı yoktur Öz-biçim işte böyle ele alınır. Yıllarca da sürse kişi kendini yetiştirmeyi bilmelidir. Türk okullarında bile mükemmeliyet aranır, hele askeri okullarda biçim kusursuzdur. Tabii ona da yüzyıllarca güvenmişler. Bir Türk subayı her şeyini üsluba, hitaba borçludur. Tek bir yersiz, kudret, otorite içermeyen cümle söylemez. Konuşması, temposu, tarzı baştan sona otoritedir. Kürdünki ise, zavallı Keloğlan gibi, ezop’un dili gibidir. Yani yenilmiş, sindirilmiş olan, hükmetmeyen tipin tempo, tarz ve üslubudur. Madem iktidar olunmak, siyasi olunmak isteniyor, işte gerçeği böyledir. Ama bütün davranışlar örgüt olayından uzaktır. İlişkiler örgütlülüğü, siyasi derinliği esas almıyor. Duygular, tutkular, siyasi içerikten yoksundur. Ne için yaşadığı bile kestiremiyor. Dolayısıyla irade dağınıklığı vardır. Düzen, nizam haline gelmedikten sonra, intiharvari giriş kaçınılmazdır. Yılların ihmalkarlığı, temel bir görev verildiğinde onun karşısında cüceleşerek, gereklerine ulaşmayarak ve kaybettirerek ödeniyor. Siyasi eğitim bu yüzden çok önemlidir. “Siyasi” kelimesi terbiyeyi içeren bir kelime; “seyis” terbiye sanatçısıdır. Halk terbiyesi, daha sonra siyasi insan terbiyesine dönüşmüştür. Ama Kürt gerçeğinde karışıklık had safhada; bütün kötü biçemler, bütün yetmez üsluplar var. Bu, üslup giderilmek zorundadır. Siyasi yaşayacaksınız, siyasi konuşacaksınız, siyasi seyredeceksiniz, her tarafa siyasi yansıyacaksınız, askeri konuşacaksınız, askeri yansıyacaksınız. Hiçbir zaman askeri gerçeklikle, kurallarla bağlantınızı yitirmeyeceksiniz. Sağlam bir fiziki biçim, ruhi biçim ve onun dile getirilişi, mümkünse onu en çarpıcı kılınması canalıcı bir görevdir. Görevlerle oynanmaz, görevlere teğet geçilmez, gücü oranında gerekleri yapılır. Dil de, beden de var; ama işletilmemiş, biçimlendirilmemiş. Herkes biçimi giderek daha az kusurlu yapabilir. Yanlışta ısrar, “Böyle doğmuşum, böyle büyümüşüm, ben adam olamam” demek, sömürgeciliğin istediği bir şeydir. Onların taktığı ezop dili, yenilenin, ezilenin dilidir. Ki, bu da dolaylı olarak sömürgeciliği yaşamakla izah edilir. Ama bir militanın böyle sömürgeci etkileri bedeninde ve dilinde yaşamaya hakkı yoktur. Verdiğimiz, söylediğimiz her şeyi militanlarımız almışlarsa; onu dile getirmeyi, bir tarza dökerek vermeyi, devrimin bir kuralı olarak da belleyecek; devrimci sanatın en güzel tarafı olarak, etkileme ve sonuç almanın en özlü başlangıcı şeklinde değerlendireceklerdir. Devrim her zaman güzel bir biçim, güçlü bir dil, güçlü bir hava ister Çekici kişilik, sürükleyici kişilik, dil ve onun temel gerçeklerle bağlantısı olmalıdır. Gerçeklerle bağını yitiren, bir demagogdur, ne kadar ince de konuşsa bir gevezedir. Dil ne kadar gerçekleri dillendiriyorsa, o kadar büyük rol oynayabilir. Ama kendi içinde de, mümkün olduğunca biçim güzelliğini bulacaktır. Etkili olmak isteniliyorsa bu zorunludur. El kol hareketlerinden tutalım, yürüyüş havasına kadar, bakış tarzından tutalım her türlü ilişkilenme biçimine kadar, hep güzellik aranacaktır. Hiçbir devrimcinin bir diğerini kendi davranışlarıyla, diliyle üzmeye, zorlamaya, çirkinleştirmeye, öfkelendirmeye, çekiştirmeye hakkı yoktur. Her devrimci, diliyle kolaylık sağlar, ilişkileriyle yüceltir, güzelleştirir, yaşamı anlamlı kılar. Hal hareketleriyle sürekli yoldaşlarını, halkını zorlayan biri; kesinlikle biçimde de, özde de büyük bir zayıflığı yaşıyordur. Bunu sadece biçimde dile getirmiştir. Ayrıca özde bir şeyler almamış ve dışarıya yansıtmıyorsa, demek ki o eyleme dökemiyordur. Halka yansıtamıyorsa (Ki bu da görevde başarısız kalmak veya kendini başarı yürüyüşünde adeta ayakkabısız, çulsuz yürümektir), kesinlikle çevresinde hiçbir etkide bulunamaz. Devrim her zaman güzel bir biçim, güçlü bir dil, güçlü bir hava ister. Devrimcinin havası, temposu, gözalıcılığı vardır ve bütün bunların anlam ifade etmesi için de büyük gerçekle bağlantısı kurulmalıdır. Bununla bağlantılı olarak devrimde sanatın, edebiyatın rolüne değinilebilir. Biz, devrimle bağlantısı ölçüsünde, bu toplumsal etkinlik alanlarına ilişkin de bazı temel hususları belirtebiliriz. Edebiyat; şiirden romana, anıdan röportaja kadar birçok türü içerir. Edebiyatın kendisi bir yazı yazma sanatıdır. Sanat ise daha geniş alanları kapsamında bulundurur. Fakat insan eyleminde, insanın toplumsal gerçekliğinde sanatın yeri büyüktür. Aslında daha da genelleştirilirse sanat; insan yaratma eylemidir. Çok genel bir tanım olarak insanın yaratma tarzıdır. Sanat, insanın doğa üzerinde, ilk çağdan günümüze kadar kendini toplumsal biçimlendirmesi, düşüncesini oluşturmasıdır. Bunlar için yaptığı her şey sanat kavramına girmektedir. Üretim tekniği de bir sanattır. Düşünme tekniği de bir sanattır. Sanat, insan doğuşuyla oldukça yoğun bağlantılıdır. İlk insan bilimi; büyü ve dindir. Bunlar da birer sanattır. İlk insan tekniği çok basittir. Belki de bir çubuk kesmedir. Bir avcılık tekniğidir. O da sanattır. Fakat toplum geliştikçe; ekonomi, politika, sosyoloji bilim dalları olarak ayrışmaya uğruyor. Sanat alanı da giderek daralıyor. Daha çok resim çizmek, yazı yazmak, heykel yapmak, ses, müzik, vb’leri sanatın alanları olarak bırakılıyor. Sanat tarihi, toplumları çok iyi işler. Siz sanatla ilgili bir kitapta her şeyi bulabilirsiniz. Devrim için gerekli olan, sanatın daha da ilerici, devrime ilgili yanıdır. Yani gelişmeye ne kadar köstektir, ne kadar yol açandır? Zamanla iyi dinlediğim Kürtçe türkü, beni ulusal soruna çekmiştir, etkisi hayli belirgin olmuştur. Demek ki burada iyi bir türkü veya türküyü iyi söyleyen biri, beni devrime çekmiştir. Bu kadar bir etki gücü var. Daha sonraları heybetli sanat eserlerini gördüğümüzde; heykeller, sanat abideleri, camiler, çeşmeler, kervansaraylar, etkili romanlar okuduğumuzda, bizi derinden etkiledi ve giderek araştırmaya, güzel duygular yaratmaya, bir amaç peşinden koşmaya itti. Duygusu gelişmeyenin, anlayışının da fazla gelişemeyeceği açıktır. Yaşamı çok dar, ekonomik sınırlar içinde algılayan bir çoban gibi, işi gücü birkaç keçi gütmek olan birisinden güçlü sanatkar olması beklenemez, olamaz da. Veya gece-gündüz kan-ter içinde çalışan bir inşaat işçisi, güçlü bir duyguya sahip olamaz. Kendini dar bir üretime mahkum edenlerden sanatkar çıkamaz. Halk olarak kendimizi düşünelim; kendini bu kadar basit bir şekilde yaşamını kurtarmaya veren bir halk, güçlü bir sanat edimine sahip olamaz ve devrimci eyleme, siyasi eyleme ulaşamaz. Neden? Çünkü onun için mühim olan, bir çorbayı, bir parça ekmeği kurtarmaktır. Bunlar yaşam için daha elzemdir, ama geri kalınır. Ne yapıp yapıp bu zor durumda bile bir sanatçı çıkarılmalıdır. Bu zor yaşamın sanat dili bulunmalıdır. O Kürt’ün acılı yaşamını dillendirsin, bu acılı yaşamının müziğini, resmini yapsın. Toplum, bunlar sağlanmadan kaba, maddi ve oldukça da altta seyreden acılı durumdan başka türlü kurtulamaz. Sanat, burada kabul edilemez bir yaşam koşulundan veya onun darlıklarından sıyrılmak, kurtulmak edimi olarak başlıyor. Sanat dağılmışlığa, boğulmuşluğa çare olmak, nefes olmaktır. Sanat “Kendi kimliğini bul gerçeklerle bağlantını kur” çağrısıdır Çok iyi biliyoruz ki, toplumsal gerçeğimizde geri bir toplumsal ekonomik düzeyin üstüne, çok geri bir sanatsal düzey eşlik eder. Sömürgeci tahribat o kadar kapsamlıdır ki, yaşamın altyapısını o kadar daraltmıştır ki, bu anlamda üstyapı olan sanatı da neredeyse tüketmiştir. Bizde çok cılız bir ses vardır. Kürtlük biraz türküde yaşar. Biraz geri insanların ağıtlarında, ezgilerinde yaşar. Diğer bütün alanlar da yok edilmiştir. Demek ki, sanat düzeyi aynı zamanda toplumsal düzeyin bir ifadesidir. Ama yine de bir çağrıdır, bir kimliktir, bir yaşam belirtisidir. Ot gibi yaşanabilir, ama bu pek de iyi bir yaşam belirtisi değildir. Avrupa’da da ekonomik olarak iyi yaşandığı söylenebilir veya başkaları adına müthiş bir sanatçı gibi de olunabilir. Ama bunlar Kürt insanının ulusal gerçeği için yaşadığı anlamına gelmez. Mühim olan kendi temel tarihi, doğal, toplumsal gerçeğinin ifadesi midir, değil midir ve onunla bağlantısı var mı, yok mu? Böyle ise yaşadığını iddia edebilir. Bir maaşı var, ama kimden alıyor? İyi rahatlamış, “İyi sanatkarım” diyor, ama kim için? Hangi tarihle hangi temel toplumsal gerçeklikle bağlantısı var? Ot gibi yaşıyor, ama “Ben de Kürdüm” veya “Ben de Türküm” diyor. Bunun hiçbir anlamı yoktur. Eşek gibi çalışıyor, o kadar. Kimlik böyle gösterilmez. Bunun her türlü demagojisi, şovenizmi, bir kimlik ispatı yerine konulamaz. Kimlikli olmak gerçeğin temel değerlerine bağlı kalmayı bilmek demektir. Ancak ideolojik gerçeklik, siyasal gerçeklik, sosyal gerçeklik, devrimsel gerçeklik, bir kimlik olabilir. Bütün bunlar için demek ki sanat, “Kendi kimliğini bul, gerçeklerle bağlantını kur” çağrısıdır. Aksi halde olan sanat değil, demagojidir; bir yaranmadır, sanat adına gericiliktir, saptırmadır. Sanatın toplumda, daha çok da bireyin yaşamında canlandırma, ruh verme özelliği vardır. Ekonomi olmaksızın belki kıt kanaat yaşanabilir, ama ruh ve topraktan yoksun yaşanmaz. Hatta ideolojik olarak bile sanatın işlevini koyarsak; bir insan kendini ne kadar sanata verirse, o kadar ömrünü uzatır ve kendini biraz tatmin eder. Yine bir büyücü, bir sihirbaz, bir bilim adamı, bir din adamı kendini ne kadar sanata verirse, o kadar kendini tatmin eder ve başarır. Siyasetin, hatta bilimin bile sanatla ilgisi vardır. Ve onlar için de bu geçerlidir. Kişi bunlara ne kadar kendini verirse, o kadar etkili ve başarılı olur. Sanat, yaratıcı ruh demektir. Espridir! Toplumları sanattan kopardın mı, ruhtan ve kimlikten kopardın demektir. Geriye kalan ise bir moloz yığınıdır. Şimdi daha çok üzerinde durmamız gereken, sanat ve onun bir kolu olan, bağlantısını kurmaya çalıştığımız edebiyattır. Askerlik bile bir sanattır. Hiç şüphesiz, bilimle bağlantıları oldukça yoğundur. Siyaset de hakeza öyledir, ama sanatsal yanları daha ağırlıklıdır. Edebiyat alanında da sömürgeciliğin büyük bir katliam gerçekleştirdiği bilinmektedir. Yani edebiyat alanında sömürgeci etkiler çok yoğundur. Edebi alanda da değerler sömürülmektedir. Hatta Kürdistan’daki edebiyat için kullanılabilecek her türlü malzeme, sömürgeci süzgeçten geçirilerek, bir karşı silah şeklinde kullanılmaktadır. Yine bir Türk edebiyatı araştırılacak olursa, onun oluşumunda da yoğun bir malzeme olarak kullanılma durumumuz vardır. Bu durum müzikte de öyledir. Özellikle edebiyatın temel taşları olan şiir ve romanda kullanılanların kesinlikle hepsi Kürt malzemesidir. Fakat Türk biçimlidir; üzerine Türk damgası vurulmuştur. Aslında Kürt gerçeği, devrim edebiyatına yatkın bir gerçekliktir. Eğer devrimin edebiyatı oluşursa; bu, sömürgeciliğe karşı büyük bir kuvvet haline gelecektir. Sömürgecilik bunu önlemek için Kürt değerlerini -ki bunlar kesin devrime ihtiyaç gösteren bir toplumsal gerçekliktir- alıyor, aşındırıyor. Bunun için bazılarını teşvik ediyor, bazılarını korkutup zindana atıyor, bazılarına olanak sunuyor ve sonuçta kendine bağlıyor. Bu ise, Kürt değerlerine karşı hor bakmayı getiriyor. Teşvik vererek daha da kokuşturuyor. Düşman bir yandan ordusuyla savaşırken, bir yandan da edebiyat kontralarıyla Kürdistan’ı bombalamaktadır. Sonuç; böyle asimile edilmiş kocaman bir edebiyat kitlesi, sömürgeci ordu gibi kendi ulusal değerlerine karşı savaştırılıyor. Dikkat edin, neredeyse ağırlıklı olarak bütün türküler Kürt gerçeğine dayanır. Ama şu anda Kürt olayına karşı tam bir kontra gibi savaştırılıyor. Belli başlı türkücüleri göz önüne getirdiğimizde, durum daha iyi anlaşılır. Bu Amerika’da da böyledir. Birçok ülkede asimile edenler, sömürülenler içinde azınlıktadırlar. Asimile olanlar kendi halklarının dertlerini, sorunlarını işleyeceklerine, ezilenlerin gerçeklerine karşı kullanılan bir saldırı silahı haline getirilirler. Bu Kürdistan gerçeğinde de çok somut olarak yaratılmıştır. Düşman bir yandan askeri, ordusu, polisi, jandarmasıyla savaşırken, bir yandan da edebiyat kontralarıyla Kürdistan’ı bu alan aracılığıyla bombalamaktadır. Bu, gerçekten acıdır. Acıdır. Kendi halkının içinden çıkmalarına, hatta halkçı geçinmelerine rağmen, çok ağır bir kimlik bozuşmasına yol açmak, cinayetten daha tehlikelidir. Ve halkımızı yaralamaya, manevi ölüme götürmeleri hiç de küçümsenecek bir tehlike değildir. Burada sözkonusu olan; Kürtçe konuşmama, edebiyat yapmamaktan da öteye, özden bir yitirilmişliktir. Kürt gerçekliğinden kopuş, bilgi düzeyinde değil, daha çok özde bir inkarı yaşamak veya çok ayrıksı bazı kelimeler kullanmakla bir imhayı, bir asimilasyonu esas alan, bunun içinde sonsuz erimeyi, sonsuz bozulmayı normal gören zihniyetle donanmış bir kişiliğe bürünmek en tehlikelisidir. Yine bir vicdan azabı duymamak veya haksızılığın olduğunu görmemek, görülse bile hiçbir şey yapmamak en tehlikelisidir. Bu belki de polisinden, jandarmasından, hatta kontrasından daha sakıncalı sonuçlara yol açmaktadır. Çünkü insanın ruhunu köleleştirdin mi, insanın kimliğini buruşturdun mu, aslında ona en büyük darbeyi indirmişsin demektir. Bizde de bu durum var ve bazı şiir, sinema, resim, roman, müzik vb. yönlerle aşılmak isteniyor. Ancak o da bizim devrimimizin dayatmasıyla oluyor. Yoksa asıl kaybettiricilerin ulusal alanda, kimlik alanında olduğunu biliyoruz. Olumsuzlukları anlatma bir nevi edebiyatın, sanatın işidir. Sanat silahıyla vurulan bir halkın, ülke, tarih gerçekliğinin katlini sanat yoluyla ortaya çıkarması çok önemlidir. Bir toplumun ruhunun, dilinin kesilmesinin sonuçlarını ortaya çıkarmak, çok önemli bir edebiyat görevidir. Bunu ortaya koymak için bir devrimci bile olmaya gerek yoktur. “İlle ben bir örgüte bağlı olmadan edebiyat yapmak istiyorum” diyenlere söylüyorum; eğer bu anlamda gerçekten partisiz, örgütsüz bir edebiyatçı olarak kalmak istiyorlarsa; onların öncelikle ruh, duygu, kimlik, toprak vs. tarih katliamını ortaya koymaları gerekir. Böyle büyük bir gerçekliği bir-iki kelimeye sığınıp örtbas etmek değil, bütün yönleriyle ortaya koymak, kişiyi dürüst bir edebiyatçı olmaya götürebilir. Maalesef bu konuda özlü edebiyatçı yok. Gerçek bir katliamı irdeleyen ve halklar üzerinde yaratılan tahribatı gösteren ne bir Türkiyeli, ne de bir Kürdistanlı edebiyatçı vardır. Zaten kendine “Kürdistan edebiyatçısı” diyen bir kişiyi de bulamazsınız. Türk edebiyatçılarının da büyük bir kısmı şuradan buradan derlemedir. Ve işi gücü resmi ideolojiyi sanat biçimleriyle yutturmaktan ibarettir. Şiirle de devleti veya kemalist yaşamı yüceltmeye çalışırlar. Bütünüyle romana hakim olan cumhuriyetin resmi yaşam tarzıdır. Tabii bu da halkların katliamı üzerine, emeğin tam sömürüsü üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla böyle resmi sınırları aşmayan bir edebiyat ve sanat, aslında halklara en büyük darbeyi vurur. Türkiye’de bu çok yaygındır. Bir Kürdistanlı edebiyatçıdan bahsetmek de mümkün değildir. Halihazırda böyle edebiyatçılar yok. Belki ilgi duymak, anlamak isteyenler vardır. Ama bırakın bunlara edebiyatçı, sanatkâr demeyi, bunları kazanmak için bile büyük bir sanat özverisine ihtiyaç vardır. Bunlar büyük sanat ve edebiyat edebsizidirler. İyi bir edebiyatçı kılmak için, önce bunları edebli kılmak gerekiyor. Onlara tarih gerçekliği çok iyi gösterilecek bir halkın yaşam gerçekliği, kimlik gerçekliği, giderek savaşım gerçeği kabul ettirilecek ki, biraz terbiyelileşsinler. Terbiye ancak böyle olabilir. Ancak beyin bu değerlerle yoğunlaşırsa, ruh biraz canlanırsa kişi terbiyesini bulur. Ondan sonra belki bazı gerçekler üzerine yönelebilir, bazı edebiyatçı özellikleri ortaya çıkarmasından söz edilebilir. Büyük bir cahil kesinlikle edebiyatçı olamaz. Temel gerçeklerini kaybetmiş biri, ne söylerse söylesin ciddiye alınamaz, iyi bir ulus edebiyatçısı, iyi bir sınıf edebiyatçısı, sosyal edebiyatçı olamaz. Devrimimizin büyük bir edebiyat ortamı yarattığı tartışma götürmez bir gerçektir Sanat, sosyal ve ulusal kimliği, onun tarihi dayanağını şart kılar. Yine ulusal biçimlenişi göz önüne getirmeyi ister. Bunlar da hiç olmadığına göre, o zaman ulusal sanatçı, sosyal sanatçı nerede, diye bir soru sorulmalıdır. Kürdistan somutu sözkonusu olduğunda daha da bir hiçleşme vardır. Bunun aşılabilmesinin çözüm dili devrimdir dedik. İyi bir devrimci gelişmeye yol açmadan kimliksizliği, sinmişliği, ruhsuzluğu devrimle kırmadan, edepli insan yetiştirmek yine edepsizlerden edebiyatçı yetiştirmek mümkün değildir. Dolayısıyla edebiyatın gelişmesinin temel bir çaresi olarak, bizim bütünüyle devrimci yöntemi esas almamız doğruydu. Bazıları “Edebiyatla, sanatla devrime gedelim” diyordu. Belki çok az etkisi olabilirdi, ama Kürdistan’ın katledilmiş gerçeğinde edebiyat o kadar bitik, o kadar etkisizdir ki, ulusal sorunu edebiyatla, sanatla canlandırmayı sağlamak bile mümkün değildir. Hatta tersi sonuçlar bile almak olasıdır. Gerçi Sovyetler’de bazı akımlar ve böyle bir zihniyet oluştu. Yine sözümona “Kürt sorunu bir kültür sorunudur” biçiminde görüş belirten birçok örgüt, parti, grup vardı, ama onlar da kültürel bir grup olmaktan ve onun çarpık bir ifadesi olmaktan kurtulamadılar. Sözümona sanat ve edebiyatın dilini kullanarak meseleyi çözmek istediler. Ancak bunun mümkün olmadığını çok iyi görüyoruz. Pratiğimiz de bunu çok çarpıcı bir biçimde kanıtlamıştır. Ancak bir çağrı olabilir. Bunun dışında edebiyat kendi başına fazla etkili olamaz. Kaldı ki edebiyatın da gelişmeye, hatta kurtarılmaya ihtiyacı vardır. Ve onu da devrim yapar. Devrim, öncelikle boğulmuş insanı, kimliği elinden alınmış insanı, dili elinden alınmış insanı, ruhu çıkmış insanı, neredeyse canı da elinden alınmış insanı kazanmayı amaçlar. Savaşan insan kazanılmış insandır. Savaşan insanda çaba da vardır. “Yaşamak istiyorum” der. O zaman işte yaşamın nasılı, anlamlısı, kabul edilebiliri akla gelir. O da insanı edebiyata götürür. Yoksa kolunu kanadını kıpırdatmayan, ağzını çalıştırmayan nasıl edebiyatçı olabilir? Tabii bu konuda düşmanın teşviklerle ödüllendirdiği edebiyatçıları kastetmiyorum. Onlar düşmanın bülbülleridirler. Onun resmi ideolojisinin savunucularıdırlar. Onlar karşı bir edebiyatçı olabilirler, hatta edebiyatçı bile olamazlar. Çünkü, edebiyatçı gerçekleri savmaz veya esas itibariyle toplumsaldır. Olsa olsa o türler bir demagog, bir kontradırlar ve saldırırlar; faşisttir, şovendirler. Böylelerine edebiyatçı diyemeyiz. Dolayısıyla önce devrimle insanı kazanmak, onun canlanışını sağlamak ve giderek daha güçlü bir edebiyat zemini yaratmak doğrudur. Bizim devrimimizin bu konuda büyük bir edebiyat ortamı yarattığı, tartışma götürmez bir gerçektir. Gören insan, görevli insan, yaşayan insan bizdedir. Bu kadar zindanı yaşayan, bu kadar dağı yaşayan kişilik, kesinlikle edebiyatın zeminidir. Bu kadar teori ile uğraşan, bu kadar güç olayı ile uğraşan kişilik, müthiş bir edebiyat imkanını ortaya çıkarmıştır. Edebiyat yaşamın güzelleştirilmesidir, yaşamın espirisidir, ruhudur, zenginliğidir. Onun da ancak devrimle elde edildiğini çok iyi görüyoruz. Bu tanım düzeyinde böyleyken, şüphesiz daha yakıcı sorular da vardır: Bazı edebiyat biçimleriyle daha neler yapılabilir? Hatta sanatın büyük biçimleri devrimimiz için şimdi ne rol oynayabilir? Biz müziği biraz canlandırdık. Hatta resmi inkar duvarını yıktık. Kürtçe müzik biraz alan buldu. Bu ilk adımdır. Yine Kürtçe yazılar yasağı delindi. Müzik, resim, heykel için ilgi alanları yaratılmış, zemin sunulmuştur. Fakat alan kendi terbiyecilerinden o kadar yoksun ki, bu konuda o kadar inkârcılık var ki, ilgi duyan çok az veya hiç yok. Duyulsa da beceren yok. Neden? Çünkü terbiyesi yok. Bu iş tarihi bilinç ister, yürek ister, yüreğin olması için de toplumsal boyutlanışı görmesi lazım. Toplumun acısını, toplumun kırımını, imhasını görmesi, dirilişini görmesi lazım. Bu konuda adeta halk deyimiyle kazkafalık vardır. Donanımsız, terbiyesiz konuşulursa, resmi dil, resmi söylem konuşulursa böyle yazılır, böyle çizilir. Çünkü Türk okullarında bunlar öğrenilmiştir. Halkların gerçeğinden fazla haberleri yoktur. Doğrusu, dayatılan devrim gerçeğindedir. Fakat kişilik ona hazır değildir. En temel, en önde gelen devrimciler bile, devrime hazırlıksızsa, edebiyatçı nasıl hazırlık yapacak? Hazırlık yapabilmesi için bir devrimci kadar yüreğinin olması ve beyninin çalışması gerekiyor. Bunlar edebiyat alanındaki bazı sorunlardır. Biz edebiyatla devrime katkıyı geliştirebiliriz. Yaptığımız kişilik çözümlemeleri roman yanı ağır basan değerlendirmelerdir Bu arada Kürt tipi üzerine yoğunlaştık. Yoğunlaşmamızın oldukça siyasi nedenlerden kaynaklandığı, Kürt tipinin aslında bir kördüğüm olduğu; askeri görevlere doğru yol aldığımızda, siyasal ve örgütsel olmaya çalıştığımızda ortaya çıktı. Baktık ki, elimizdeki kişilikler bela... Bu insanlar neden böyle diye sorduk ve biraz çözümlemeyi geliştirelim dedik. Siyasi sınırları aşarak sosyoloji alanına, psikoloji alanına, edebiyat alınına girdik. Çünkü varolan problem bir kördüğüm. Çünkü çaresiz, dilsiz, yüreksiz, duygusuz insanlar var. Bir sigara için, bir çorba için yanındakileri imhaya yatırıyor, buna “Komutanlık yaptım” diyor. Bir ahbap çavuşluk için kendini imha ettiriyor, “Kendimi kanıtladım” diyor. Bastırıyor, bütün parti değelerini harcıyor, “Kişiliğimi kanıtladım” veya “İntikamımı aldım” diyor. Tam hedefi vurmuyor, sağı solu dağıtıyor, “En büyük eylemi yaptım” diyor. Bütün bunlar kişilik sapmalarıdır. Büyük bir kişilik bozulması ile karşı karşıyayız. Bu kişiliğin bir kördüğüm, bir suç yumağı olduğu ortaya çıkıyor. Nasıl böyle bir suç yumağı haline gelinmiş? Çözümlemelerde bunun üzerinde yoğunca durduk. Bu kadar suç teşkil ettiğini ben bile farketmiyordum. Ama en son ortaya koyduk ki, gerçekten deli toplumudur. Parti içinde de önemli bir kesim suç yumağıdır. Zaten suçlar ortaya çıktı. En ağır suçlar, örgüt suçları, askeri suçlar, siyasi suçlar görüldü. Ve dehşetle karşıladım bunları. Bu durum neyle aşılabilir? Bu tipteki insanları aşsak, zaten düşman bin defa bölmüş, parçalamış ve bir de bizim elimizle bölmek ve parçalamak istiyor. Eski hikayenin tekrarı oluyor. Bu suçluluk durumunu kabul etsek, o zaman devrimi bitirir, tasfiye ederiz. Doğru yolu bulmaya çalışırsak, bu da güç, yetenek, sabır ve çözüm gücü istiyor. İşte, edebiyat burada kendi temel işlevini ortaya koyuyor. Dikkat edilirse yaptığımız çözümlemeler, siyasi bir tahlilden ziyade, önemli oranda romana yaklaşıyor. Roman yanı ağır basan değerlendirmelerdir. Neredeyse ulusal tip çözümlendi. Çözümlemeler, temel tipleri az çok ortaya çıkardı. Romanın da en temel işlevi tipleri yaratma, ortaya çıkarmaktır. Toplumsal tipleri yaratmaya çalışır veya toplumdaki tipleri analiz eder, ayrıştırır, soyutlar. Bizim yaptığımız da önemli oranda bu. Ama biz bunu edebiyat yapmak için yapmadık, devrimci tıkanıklığı, kişilik bunalımını, hastalıklarını aştırmak için bir görev bildik. Mevcut çözümlemeler veya edebiyatın işlevi böyle ortaya çıktı. Eğer çok güçlü bir edebiyat faaliyeti gelişecekse, bu çözümlemelere bağlı olarak gelişir. Temelini orada attık. Gerçekten tarihle bağlantısı, temel toplumsal gerçeklikle bağlantısı, yine gerçek amaçla bağlantısı, yücelikle, kurtuluşla bağlantısı tam anlamıyla konulmuştur. Sağlam tip, çürük tip, çirkin tip, güzel tip, hain tip, kurtuluşçu tip, hasta ve bunalımlı tip, çözüm olabilen tip, bunların hepsi az çok konuldu. Yani bu tiplerin bazı temel özellikleri; yurtseverlik özellikleri, siyasileşme ve örgüt olma özellikleri, güç sahibi olma özellikleri gösterildi. Düşmanın hizmetindeki özellikleri gösterildi. Birçok temel gerçeklikle bağını kopardığı için nasıl lümpenleşmiş, serserileşmiş olduğunu gösterdik. Yani bir yerde serseri tipin, kaçan tipin, deli tipin izahını yaptık. Hatta delirmiş bir topluluk dedik; çılgınlar topluluğu, düşkünler topluluğu, hastalar topluluğu. Bunları ortaya koyduk. Ve maalesef ne kadar zor da gelse, bunlar birer gerçekti. Bütün bunlar edebiyatın yapıldığını gösteriyor. Kürt edebiyatı dediğiniz olay biraz da böyle gelişir anlamına geliyor. Yani daha önce yapılan edebiyat mıdır? Ağrı Katliamı’nı, Dersim Katliamı’nı konu alan bazı romanlar TC ideolojisine göre yazılmıştır. Özünde katliamın övgüsüdür. Her gün televizyonda, sinemada Kürt tipini en aşağılık bir biçimde ve hem de dalga geçerek yansıtıyorlar. Bu, sömürgeciliğin hortlamasıdır. Ve Kürt dedin mi, bozuk Türkçe konuşan, çaresiz, dalga geçilecek, alay edilecek, kullanılacak kişi akla gelir. Edebiyatta da, sinemada da bu böyle olmuştur. Özellikle televizyonda böyle işlenmiştir. En çarpıcı edebiyat, neyin ölmesi, neyin dirilmesi ve yaşatılması gerektiğini göstermektir Edebiyatta muazzam bir kendinden utanma, toplumsal gerçeğinden vazgeçme işlevi yüklenmiştir. Devrimci edebiyatı yapan bütün bunları göğüsler. Doğrusunu ortaya koyma savaşımını verir. Biz bunların temellerini atıyoruz. Nedir temellendirme? Kürt insanına kimliğini gösterme, “Sen busun, bunu da çok gerçekçi yapmazsan serserisin, lümpensin, hastasın, cücesin, düşkünsün, soytarısın, hainsin, işbirlikçisin, teslimiyetçisin, ruhsuzsun! Gerçekçi yaparsan da militansın, bilinçlisin, olumlusun, güzelsin!” diye bunları sıralıyoruz. Bir ulusal edebiyat böyle kavramlarla çalışır. Bu kavramlarla canlanır, kavramlarla ruhlanır ve işlevini toplum içinde çok güçlü bir biçimde yapar. Bir de işin bu yönünü ortaya koyuyoruz. Devrimci edebiyat sorunundan bahsedebiliriz. Bu yöntemi uygulamak gerekebilir. Hem tarihe, hem geleceğe bu temelde bakılabilir. Bu temelde tarihi romanlar yazılabilir. Geleceğe ilişkin umut romanları, hikaye, şiir de geliştirilebilir. Resim ve müzik yapılabilir. Yeni baştan eski kalıplar, ulusal kalıplar dile getirilebilir. Güncellik yoğun işlenebilir. Çünkü muazzam bir altüst oluş yaşanıyor. Aslında en can alıcı edebiyat, bu altüst oluşu dile getirmektir. Ölü ruhlarla canlanan ruhları veya ruhun bizzat dirilişini yaratmak ve işlemek gerekir. Çünkü bizde ayakları üzerinde dolaşanların büyük bir kısmının ölü canlar olduğu açıkça söylenebilir. Bu konuda bizim en iyi bir gözlemimiz, kendi yaşamımızda mahkum etmek istediğimiz bir ölülüktür. Bu toplumun veya onun büyük bir kısmının ölü tarzını yenmek, onu ayakta gezen ölüler olmaktan çıkarmak istiyoruz. Birçok özellik ölümü temsil ediyor. İlgisiz, soğuk, itici, çürütücü yanlar ölü yanlardır ve yaygındır. Dirilen yanlar çok sınırlıdır. Zaten hayranlık, yaşam tutkusu, dirilen yanlarda var. Bu altüst oluşta yaşanılarak gösterilenler bunlar oluyor. Şehadetlerde canlanmayı görmek, ağır işkencelerde direnmeyi görmek, yaşadığını sanarken ne kadar ölü olduğunu görmek, kısaca yaşamda birçok farklılığın geliştiğini görmek çok yaygındır. Yine toplumu bu çözümlemelerden sonra izleyen birinin, eski toplumdan ve eski yaşamından utandığını söylemiştik. Doğrudur, şu anda “Biz nasıl böyle yaşadık” diye toplumu büyük bir utanç kaplıyor. İyi bir ilerlemedir bu. İnsan, ölüsünün ne kadar çürüdüğünün farkına varmıştır. Onda, şu anda yaşam heyecanı gelişiyor. Bütün bunlar edebiyatla müthiş dile getirilebilir. En çarpıcı edebiyat, bu altüst oluş dönemlerinde neyin ölmesi gerektiğini, neyin dirilmesi ve yaşatılması gerektiğini göstermektir. Edebiyatın baş görevi budur. Diğer bütün sanat dalları da bu ölmesi gerekene ölüm fermanını yazdırmak, dirilmesi gerekene de aynı şekilde yaşam övgüsü dizmekle işlevini yerine getirebilir. Tabii biz sadece bir başlangıç yaptırıyoruz. Bu konularda zemin sunuyoruz. Vakti olan, biraz dinlenmiş olan, fazla yoğun ve başka uğraşlar içinde olmayan, edebiyatla iş yapmak isteyen için mükemmel bir zemin sunulmuştur. Hem tarihi edebiyat örnekleri, hem geleceğe ilişkin ve hem de güncel dönüşümü içeren örnekler verilebilir. Ve bunlar bizzat dönüştürür de. Sömürgeci katliamdan geçirilen, asimile edilmiş aydın gerçekliğimiz, bırakalım böyle bir edebiyatçı olmayı, onun bol bol engeli olma işlevini sürdürüyor. Ama alan artık bu tip edebiyatçılara fırsat vermiyor. Zeminimiz son derece devrimcidir. Devrimci tahlil, devrimci çağrı, devrimci ruh zeminidir. Eski sömürgeci yaklaşımlar artık bitti. Hatta nefes bile alamaz. O eski dönemin şairi de, müzikçisi de, romancısı da Kürt gerçekliği karşısında ne kadar suçlu olduğunun samimi bir itirafını yapabilir. “Nasıl bir haindim, nasıl oyuna geldim, nasıl kullanıldım?” şeklinde biraz anlatarak, itiraf ederek ıslah olmaya yol alabilir. “Nasıl bir haindim, nasıl bir teslimiyetçiydim, nasıl bir ucuz malzemeydim, kendi halkıma karşı nasıl kullanıldım?” diye, tıpkı diğer itirafçılar gibi bir de böyle bir itirafçılık sanırım gelişir. Ardından da gücün varsa ortaya koy, konuş; diri konuş, cenneti-cehennemi, direnişi, işkenceyi, yücelmeyi konuş, çirkinliği dile getir, güzelliği ara, düşmanlığı, sevgiyi, dostluğu yaz. Sevgi bu konuda güçlü bir malzemedir. Devrim herkese başarı için imkân sunduğu kadar, edebiyatçıya da, edebiyatla çıkış yapmak isteyene de çok önemli imkânlar vermiştir. Ama bu konuda edebiyatçı tembelse, hazırlopçuysa, doğru dürüst kendini bile işleyemiyorsa, ondan hiçbir şey çıkmaz. Benim bile geçerken dokunduğum bir sürü hususu yıllarca tespit edemiyorsa, güçlü bir edebiyatçı olamaz. Kaldı ki kendisi bir ruhsuzsa, bir yaşam saptırıcısıysa, o bir halkı devrimle, edebiyatla terbiye edemez. Edebiyatın, edebin bu sanatını layıkıyla işleyemez. Sorunlara dar yaklaşılır. Edebiyatçının kendisi de görsün sorunları, çözüm gücü olsun! Doğru dürüst sorunları görmeyen, kendisini bile yorumlayamayan “Ben iyi bir edebiyatçıyım” derse, bu bir aldatmacadır. Birçok ulusun özellikle devrim süreçlerinde güçlü edebiyatçılar kuşağı ortaya çıkmıştır Edebiyat için zemin böyleyken, umutsuz olmamak gerekir. Şimdiden bazı çabalar başlamıştır. Bunu devrim daha da hızlandıracaktır. Öyle anlaşılıyor ki, olumlulaşan, kendi sorunlarını iyi gündemleştiren, çözümü yakınlaştıran devrim, devrimci edebiyatın da mükemmel bir imkanını ortaya çıkarmıştır. Şu anda bu kargaşa ortamında edebiyata bu kadar yer veriyorsak, demek ki bu etkinlik giderek devreye girecektir. Bu sanat kolu rolünü oynamaya başlayacaktır. Çünkü birçok ulusun tarihinde, özellikle devrim süreçlerinde güçlü edebiyatçılar kuşağı ortaya çıkmıştır. Örneğin, Fransız Devrimi döneminde büyük edebiyatçılar sözkonusudur. Feodal toplum dönemini karalayan, kötüleyen veya onu isteyen -ki bunlar gerici-ilerici ayrımını temsil edenlerdi- yine onun felsefesinden tutalım ahlakına kadar ayrışmasını yapanlar yoğundu. Filozofları, müzisyenleri, büyük edebiyatçıları vardı. Hâlâ da o klasikler okunuyor. Yine Sovyet Devrimi’nin öncesi ve sonrasındaki edebiyatçılar kuşağı vardır. Bugün bizim uğraştığımız aynı sorunlarla uğraştıkları için daha iyi görüyoruz. “Nasıl Yapmalı”, “Ne Yapmalı”dan tutalım, “Savaş ve Barış” gibi devrim yıllarındaki muazzam çabaları dile getiren müthiş klasikler vardır. Hemen her ulusun devrimsel altüst oluş döneminde büyük edebiyat eserlerinin ortaya çıktığını biliyoruz. Madem bizim için de böyle ciddi devrim sürecine girme sözkonusu, o zaman kaçınılmaz olan edebiyatçı kuşak da peşisıra gelecektir. Ama bizde neden devrim öncesi güçlü edebiyat kuşağı oluşmadı? Sömürgeci katliamın ve asimilasyonun büyüklüğüne bağlıyoruz bunu. Kesin çok sert bir sömürgecilik olduğu için, beyinler daha beşikteyken asimilasyonla kapatılıyor, yürekler ve ruhlar donduruluyor. Kendi gerçeğine bakamazsın, iki kelimeyle “Ben Kürdüm” diyemezsin, uzun süre böyle olunca da hangi tarih, hangi toplumsal-ulusal gerçeklikten, hangi edebiyatçıdan bahsedilebilir? Nedeni budur. Devrim biraz vurdukça, özellikle şiddet bu sömürgeci duvarları yıktıkça, ardısıra edebiyat doğar. Ve bu oldukça doğru bir değerlendirmedir. Bu dönemde böyle bir olay gelişebilir. Zaten bizim hareket aynı zamanda büyük bir edebiyat hareketi gibidir. Bizim çözümlemeler askeri, siyasi, örgütsel, sosyal konuların hepsini içeriyor. Bakıyorsun sosyal yönü ağır basıyor, psikolojik yönü ağır basıyor, ama aynı zamanda askeridir de. Aslında olay yumak yumak olmuş. Kürt tipi öyle bastırılmış bir tiptir ki, askeri, siyasi, sosyal, ulusal, kültürel olarak, yine edebi olarak bastırılmıştır. Dolayısıyla bu tipin aşılması, bu tipin biraz işlenmesi, altüst edilmesi için askeri gelişme, siyasi çözümlenme, edebi çözümlenme ve sosyal çözümlenme gerekiyor. Böylece çok çürümüş yönler varsa, onlar ölüyor. Bazen fiziksel olarak, biraz diri yönler varsa onlar açılım kaydediyor. Ardından toptan psikolojik, sosyal, ruhsal, askeri olarak bir gelişmeye uğrayabiliyor. Sömürgeci baskının karakterinden dolayı Kürdistan’da bu böyledir. Bizde toptan kaybedilenler toptan kazanılacaktır Kültür üzerinde baskı olmasa, edebiyat daha farklı gelişirdi. Sosyal gelişme açık bırakılsaydı, -örneğin bir Amerikan sömürgesi olsaydık- sosyal yan, kültürel yan serbest bırakılırdı, gelişmeye uğratılırdı, kültürel ve edebi gelişme daha farklı yaşanırdı. TC sömürgeciliğinin sosyal gelişmeyi serbest bırakması mümkün değil. Hatta dil ve kültür katliamı sözkonusudur. Dolayısıyla sanata, sosyal geleneğin ayakta kalmasına, müziğe imkan yoktur. Bugün İsrail’de, Güney Afrika ırkçılığında bile bu tür baskılar yoktur. Oralarda Araplar, siyahlar güçlü bir müziğe, güçlü bir edebiyata sahiptir. Çünkü yasaklama yoktur. Kendi sosyal gerçekliklerini yaşarlar. Çünkü üzerindeki baskının sınırı, onların birçok alandaki gelişmelerine karışmaz, tersine fırsat sağlayabilir. Bizde ise bunların hiçbiri yok. Dolayısıyla gelişme bizde toptan olacaktır. Bizde her gelişen kişi siyasi olacak, askeri olacak, edebiyatçı olacak, hukukçu olacak, yani komple bir insan olacaktır. Toptan kaybedilenler, toptan kazanılacaktır. Kazanımlar toptan olmak zorundadır. Sömürgeci gerçeklik bunu zorlamaktadır. Bu açıdan kişinin kalkıp, “Ben askerim, siyasetten anlamam” ya da “Siyasiyim, sosyal yaşamdan anlamam” demesi, kendini aldatmasıdır, sömürgeci gerçekliği görmemesidir. Kaybedilme toptandır, kazanılma da toptan olur. Elbette bu, ayrışma olmayacağı anlamına gelmez. Bilakis askeri alan, cephe bölümü, sosyal faaliyetler ayrı kollar halinde gelişir. Ama bağlar çok sıkıdır. Birbirini etkileme, birbirini büyütme olacaktır. Her alan için parti örgütü konulamaz, ancak özgünlük temelinde birbirlerini güçlendirmekten bahsediyoruz. Edebiyat askerliğe, askerlik edebiyata aykırı değildir. Tam tersine birbirinin önünü açar. Devrim iyi bir edebiyatçı olmanın önünde engel değildir, bilakis iyi bir edebiyatçı olmanın yolunu açar. Bunlar karşıtlık temelinde değil, muazzam birbirini geliştirme temelinde görülmelidir. Bu gelişme, sömürgeci etkilere de karşıdır. Sömürgeciliğin edebiyat alanındaki katliamına büyük bir cevaptır. Bundan rahatsız oluyorsanız, o zaman siz sömürgeci etki altındasınız. Tıpkı iyi bir örgütçü, siyasi, askeri olamayanın köle bir kişilikle, ağa bir kişilikle ilişkisi gibi, edebiyatçı için de bunlar geçerlidir. Genelde sanat, özelde edebiyat üzerine de hayli sorular ortaya atılabilir. Çözüm yolları üzerine epey durulabilir. Ve biz aslında örnek kabilinden bir edebiyat denemesi de yaptık. Çözümlemeler biraz edebiyat denemesidir. İmkan dahilinde olsaydı yoğun bir biçimde tipleri ortaya çıkaracaktım. Biraz çıkardım, daha fazla ortaya çıkarma gereğini de duydum. Kürt insanını konuşturmak demek, adeta kusturmak demektir. Çirkinliği, düşkünlüğü, çaresizliği, hiçliği konuşturmak demektir. Bu da güçlenmeyi, doğru yolu-yöntemi, doğru yaşamı göstermek demektir. Biraz yaptım ve etkilenmeyen kalmadı. Ne kadar suçlu olduklarını kavratmaktan tutalım, “Nasıl yaşamalı” sorusunu yavaş yavaş kendisine sormayan yoktur. Bu anlamıyla sorunların olmadığını belirtmek gerçeği ifade etmeyecektir. Hâlâ hareketler, ruhlar, canlar ortadadır. İyi bir devrimcinin iyi bir psikolog olması, iyi bir edebi gözle görmesi gerekiyor Yaşamaya yön vermelisin. Yaşamak için savaşmak, savaşmak için yaşamak ne anlama gelir? Biz her gün bunun kavgasını veriyoruz. Kürt tipi kendini orta yere atmış, ölmekten, karıştırmaktan, çirkinleştirmekten başka elinden bir şey gelmiyor. Edebiyat da, aslında kokuşmuş, çaresiz insan taslaklarını, doğru dürüst bir yol yürümeyen, bir konuşma yapamayan, merhaba bilmeyen, bir sevgisi saygısı olmayan, yol belirleyemeyen, bastıran, kaptıran, karartan, oldu bittiye getiren insan taslaklarını görme ve bunların sömürgecilikle bağlantısını kurma, doğru olanı bulma çalışmasıdır. Doğru olan nedir? Yaşanılacak olan nedir? Niye bu kadar hastalık, niye bu kadar kaçış ve nereye? Var mı yeryüzünde bu Kürt’ü kabul edecek olan? Var mı onu başka ulusların koynunda sevecek olan? Var mı “Geldiler bizim evlatlarımız” diye bağrına basacak olan? Yok! Hepsi Kürt’ü hor görüyor ve nefret ediyorlar. Hatta öldürmeye çalışıyorlar. “Cahildim, düşünmek istemem, konuşmaya gelmem, ben sertim” diyene “Kendini kat” denir. Dalga geçilecek halimiz mi kalmış, niye gerçekliği görmeyelim? İşte, aynı zamanda bunların hepsi edebiyat gerçekleridir. Aslında daha da işleyebilirdik. Maalesef Kürt insanı o kadar zayıf ki, onu devrimci çalışmanın içine almaya çekiniyor. Çünkü “Nasıl bir yaşam” sorusuna cevap bulmaya gelemiyor, saptırıyor. Burada artık düşman bastırmış, onun biçimlendirdiği kişilik kendisini gizlemiş, suç yumağı haline getirmiş, yaşamı bütünüyle kapatmıştır ve ağır basan bu türden kişilik özellikleri sözkonusudur. Ağlamaklıdır. Çünkü, en basitinden hemen insan kaybetmek, kurtuluş sorunlarını örgütlememek, bir askeri göreve anlam verememek, bir takımı örgütleyememek, eğitememek, birkaç halk topluluğuyla doğru dürüst bir diyalog içinde olmamak, bitmiş bir kişiliğin pratiğidir. Edebi anlamda da söylesek; doğru bir yaşam tarzıyla alay eden, onun sorunlarını çözmekten kaçanlar, bütün yetmezlikleriyle, çirkinlikleriyle saflarda duramazlar. Aslında bu tip beladır, yenilgi noktasıdır, can-umut olmaktan çok uzaktır. “Beni de böyle kabul edin” diyemez. “Ben deliyim, ben başa belayım”, “Ben ağlarım, sızlarım, olmazsa bunalım çıkarırım”, “Ben zarar veririm, olmazsa saptırırım, komplocu olurum. Bazı ne olduğu belli olmayan taleplerim var. İçimdekini okuyup vermezseniz ben de bozgunculuk yaparım vb.”, bütün bunlar kişilik hastalıklarıdır ve yaygındır. Sonuçta iyi bir devrimcinin iyi bir psikolog olması, iyi bir edebi gözle görmesi gerekiyor. Çünkü bu tip tam bir bela! Bırakın orduya almayı, bunu sosyal yaşama bile almak demek, bir yıkımdır. Çünkü sürekli dağıtıyor ve bozuyor. Zaten bizim toplumumuz kendi özüne karşı çıkartılma, düşmandan daha fazla özünü kemirme durumunu yaşıyor. Çok önceden bu tespiti yapmıştık: Dili konuşuyor, ama kendisini, özünü vuruyor. Sözümona askerdir, ama partiyi vuruyor. Nitekim hepsinin örnekleri de var. Yoldaşını vuruyor, örgütlenmeyi dağıtıyor, düşmanını büyütüyor. Komutanlarımızın, önderlerimizin büyük bir kısmının böyle olduğunu çok iyi biliyoruz. Halkın başına önemli oranda bela kesilmişler. Bütün bunlar büyük bir düzeltmeye ihtiyaç olunduğunu gösterir. Sevgi-saygı adına, bitirme ve kemirmeyle uğraşılıyor. Tutkulara, güdülere baktık; hepsi ihanete koşturuyor. Tabii bunları göremezsek, değerlendiremezsek nasıl düzelteceğiz? Yakıcı olan sorunlarımıza nasıl çözüm bulacağız? Bütün bu sorunları göremezseniz, militanlıktan bahsedemezsiniz. PKK bir terbiye hareketidir Mesele, eğer askeri sanatı, siyasi sanatı, örgüt sanatını size göstererek çözüm gücü olmaksa, onu gösteririz. Mesele, eğer nasıl sosyal yaşam, nasıl ruh, nasıl ekonomik yaşam, nasıl bir moral-ahlak yaşamı, nasıl bir felsefeye sahip olmaksa, onu da gösteriyoruz. Mesele biçim, vuruş tarzı, üslup-hitabet diliyse, onu da gösteriyoruz. “Benim şuramda noksanlığım var, şurada yetersizliğim var, şu konuda yeniliğe ihtiyacım var” soruları kendisine soran, ciddi cevabını veren kim? Bizimki sunmak, sorunları ortaya koymaktır. Genellemelerle herkese ne buyrulur, ne duyurulur, onu göstermektir. Geriye bireyin kendi ihtiyacına, görevine göre lazım olanı bellemesi, alması kalıyor. Eğer bu da yapılamazsa gelişme olmaz. Nitekim halk olarak da hiç gelişememişiz. Birkaç kelime öğreniyor, buna göre birkaç davranış belirliyor, onunla en büyük komutan kesiliyor. Aylarca, yıllarca eğitim ihmal ediliyor. “Herkes bana tabi olsun” deniliyor. Bu en geri Kürt ağasında bile görülmeyen bir geriliktir. Bizim bu tarzımızın-tempomuzun ne kadar gerekli, dönüştürücü olduğu çok iyi bellenmelidir. Başka türlü devrimci olunabileceğine, militanın görevlerine başarıyla karşılık vereceğine inanmak mümkün değildir. Gerçekleri bu kadar çarpıcı olarak aktardıktan sonra anlamazlıktan gelinemez. Bir devrimci bu kadar kendini aldatamaz. Yaşamı kurtarmak, yaşamı anlamlı kılmak, yaşamı güzelleştirmek; yenilemek, su kadar gereklidir. Bu kadar sorun, bu kadar yıkım geliştiren, bu kadar kaybetme nedeni olan bir kişi, saygıdan, sevgiden, yaşamdan bahsetse de inandırıcı olamaz. İnsan gerçekten biraz kendisini tanımlayabilmeli. Doğruyu görmeli. Hakareti kolay kabul etmiyorsanız, haksız olanı kabul etmiyorsanız, biraz saygı-sevgi istiyorsanız, o zaman işin gerçeğine gelinmelidir! Dürüst olunmalıdır! Köylü kurnazlığını, sahtekârlığını, aldatılmışlığını bırakmak zorundayız! Bu demagoji aşılmalıdır! Gerçeğe ulaşılmalıdır! Gelişmenin yönü tayin edilmelidir. Bu temelde kabul edilebilir sınırılar, arayışlar olmalıdır. Aranır durumda olunmalıdır, sevilir durumda olunmalıdır. Başkalarının ilgisi çekilmelidir. Başkasının çaresi, güçlendiricisi, yoldaşı olunmalıdır. Giderek yeni toplum olunmalı, onu şahsında temsil etmelidir. Ve bütün bunlarda hırsızlık yapılmamalı, kurnazlık yapılmamalıdır. Onu düşmana yapmalıdır. PKK bir terbiye hareketidir. PKK en yüksek terbiye, en yüksek sorumluluk, en yüksek ölçü, en yüksek ıslah ve yeniden düzenlenme hareketidir. Hem de amansız, nefes nefese, insanlık tarihinde görülmedik biçimde ve en zor koşullar altında savaşan bir harekettir. Gerçek bu! Bu hareket korkunç acıyla, işkenceyle, şehit kanıyla yoğrulmuş bir harekettir. Herkesin ruhudur, canıdır, güneşidir. Eğer bu hareketin tanımı anlaşılmışsa; çok büyük bir saygıyla, özveriyle tüm yetenekleri bunun içinde canlandırmak gerekir. Birey ancak bu temelde kendini bulabilir, güç kuvvet sahibi olabilir. | ||
© 2021 Serxwebûn |